
Keyifli okumalar
⚫
Sınava dört ay kala yeni bir düzene oturttuğumu sandığım hayatım yine köklerinden değişmek üzereydi. Dışarıda tıkır tıkır yağmur yağıyordu, sesini duyarım diye odamdaki camları ve balkon kapısını açmıştım. Kulağıma ve burnuma dolan yağmurla birlikle yeni hayatımı bir valize sığdırmaya çalışıyordum.
Dün gece bir gram uyumamıştım, bir karar vermek zorunda olmak çok gerici bir histi. Gün doğarken ben kiminle, nereye gideceğime karar vermiştim.
Valiz hazırlığı bittiğinde çalışma odasına geçtim. Selim babamın benim için yaptığı bu çalışma odasına henüz doyamamıştım ama ayrılık ansızın gelmişti. Ailemin benim için aldığı kitapları kolilemeye başladım. Dersler halinde kolilediğim için işimin gideceğim yerde kolay olacağını düşünüyordum. Büyük kalemliğim olmadığı için Bahar yengenin bana verdiği makyaj çantalarına kalemleri koymaya başladım. Birkaç tane boş defter koyduğumda burasını da halletmiştim.
Odama geçecekken abimin yanına uğramak istedim. O da haberi almış ve çok sevinmişti. Onunla bu konuda ilk konuşan en yakın arkadaşı olduğuna inandığı Demir yine yanındaydı, valiz hazırlamasına yardım ediyordu.
''Moğla nasıl bir yer?'' diye sordu abim merakla.
''Çok güzel, senin gideceğin yere çocukken annem götürmüştü ben çok beğenmiştim.''
''Beni de annen yoluyor. Annen çok güzel ama geçen kafedeki kız daha güzeldi. Hatta bana dedi ki seni beğendim ama sonra gitti.''
''Olur öyle şeyler dostum.''
''Dost muyuz biz?'' diye sordu abim heyecanla.
Demir elini abimin omzuna attı, ''Tabii dostuz, şüphen mi var?''
''Ama ben sen kadar akıllı değilim, deliyim ha bil bunu.''
''Deli değilsin bu bir, ayrıca arkadaş arkadaşın her halini kabul eder Bekir, hatasında da yanında durur başarısında da.''
''Ben avukat olacağım ya, cüppemi sen giydirsene bana.''
''Gurur duyarım.''
''Ben de kendimle gurur duyarım.'' diyerek gülümsedi.
Abim avukatlığa dair hayallerini paylaşırken Demir'le göz göze geldik. Bu kez ümitle tebessümüne karşılık verdim, çünkü hayat devam ediyorsa ümit hep vardı.
Odama geçip duş almak için hazırlandım. Oldukça uzun bir yolu araçla gideceğimiz için yorgunluk bizi bekliyordu. Duşa girdim, ılık su tenimden akıp giderken bu eve geldiğim ilk günü anımsadım. Betonlarla çevrili bu koca ev beni çok korkutmuştu. Ürkmüş, çok mahcup olmuştum. Çok değil kısa zamanda buranın bir betonarme değil de yuva olduğunu yuvam olduğunu hissetmiştim. Tenimden akan sulara, gözlerimden süzülen yaşlar eşlik etti. Bir daha ne zaman döneceğimi bilmediğim bu eve gözyaşları ile içimden vedamı etmiştim.
Bornoza sarılıp çıktığımda kapım çalındı, ''Biz hazırız kızım, aşağıda seni bekliyoruz.'' diyen Suna annemdi.
''Geliyorum anneciğim.'' dedim, aramıza kapı ve duvar olsa da gülümsediğini hissetmiştim, çünkü ben de gülümsüyordum.
Hızlıca saçlarımı üstten üstten kurutmaya başladım. Yolculukta giymek için hazırladığım bembeyaz elbisemi askısından çıkartıp baktım, bu elbise kadar beyaz ve güzel günlerin bizi beklediğine inanmak istiyordum. Güzelce elbisemi giydim, yeterince kurumayan saçlarımı mandal tokayla topuz yapıp öylesine bıraktım. Temiz yüzüme pembe bir allık ve aynı tonlarda hafif bir ruj sürdüğümde hazırdım.
Valizlerimi kapının önüne çıkartmaya başladığımda Kartal geldi, ''Yenge ben hallederim ya.'' diyerek eşyalarımı aldı.
Uzun saçlarını karıştırdım, ''Sağ ol yakışıklı.'' diyerek tebessüm ettim, eşyalarımı Tibet'le beraber taşımaya başladılar.
Ben de odama veda eder gibi son kez baktım. İlk geldiğim gün canlandı gözümde. Duvardaki fotoğraflarına yanına vardım, Dinçer'in en sevdiğim fotoğrafını öperek bu odaya veda ettim. Bir yanım hep buruk kalacaktı.
Abimi asla ayrılmak istemediği odasından aldım. ''Hadi gidiyoruz abicim.''
''Moğla çok mu uzak?''
''Biraz uzak.''
''Beni oraya mancınıkla fırlatsanız olur mu?''
''Mümkün değil.''
''Mümkün diil ne demek?''
''Hayır demek.''
''O zaman hayır desene.''
''Peki.''
Abimin koluna girdim, merdivenlerden inerken tüm ailenin gözleri üzerimizdeydi. Gideceğimiz için hepsi işlerinden bir mühlet izin alıp bize veda etmeyi istemişti. Banyoda ağladığım için ağlamamaya söz vermiştim. Aileme umutla veda etmek, bir sonraki görüşmemizde her şeyin çok güzel olduğu umudunu aşılayarak veda etmek istiyordum.
Herkesle sırayla sarılıp vedalaşmaya başladık. Bizden çok umutlulardı. Tam destek arkamızdalardı, bunu bilmek bile beni daha güçlü yapıyordu.
Selim babama sarıldım, ''Her şey için, teşekkür ederim baba.''
Duygulu gözlerle yüzüme baktı, ''Üç tane erkek evlattan sonra, şirin mi şirin bir kızdan kibar şeyler duymak şaşırtıyor ha.'' diyerek gülümsedi, ''Nereye gidersen git kızımsın artık, her koşulda babanım artık. Aklından çıkarma bunu.'' dedi güven vererek.
Ardından Suna anneme sarıldım, ''Bizim için yaptığın her şey için teşekkür ederim anne, biliyorum söyleyemediğiniz de çok şey yaptınız.''
''Aile arasında teşekkür geçmez kızım, ne yaptıysak sizi sevdiğimizden. Her zaman arkandayız ama her zaman.'' diyerek son kez sarıldı bana.
Abim herkesle ikişer kere sarıldı, en sona en yakın dostunu bıraktı.
''Dostum avukat olunca bana cübbemi sen giydireceksin değil mi?''
Demir gülümseyerek başını salladı, ''Söz dostum.''
''Ben de sana dua edeceğim, öptüm bay bay.'' diyerek arabaya yerleşti.
Ailecek veda edişimizi uzaktan uzaktan izleyen birisi vardı. Atlas baştan ayağa siyah giyinmişti. Vedaları sevmediğini biliyordum, zaten vedaları kim severdi ki? Abimin yanına gitti, sessizce vedalaştı. Gözlüklerini çıkartıp abime verdi, o an anladım gerçekten abimi sevmişti.
Ardından biz vedalaşmaya başladık, ''Senden önce evlendik, affet bizi.''
Gülümsedi, ''Yaramı kanatmasana kız, tam unutmuştum.''
''İyi ki tanıştık, sevdim ben seni.''
''Ben zaten sevilmeyecek birisi değilim, normal bana hayran olman.''
Hoşnutsuzca sırıttım, ''Hadi gidiyorum ben.''
''Gitme dur, bir iki kelam edeceğim.'' diyerek beni durdurdu, ''Bekir için çok güzel bir adım attık Belçim, ben eminim ki çok güzel gelişme gösterecek. Sen de sınavda çok başarılı olacaksın, çobansın kızım, birincilik dışında kurtarmaz.'' diyerek bana sarıldığında gülümseyerek kollarımı sırtına çıkardım.
En sona Pamuk'u ayırmıştım. Artık o Demir'e emanetti, gittiğimiz yere gelemezdi. Bizi Dinçer'le tanıştıran kuzumun kar beyazı tüylerinden öperek veda ettim.
Artık gitmem gerekiyordu ama kuru kuru el sallayıp gitmek istemedim. Aylarca içlerinde yaşadığım birbirinden güzel insanlara bakarak konuştum.
''Kendimi hayatım boyunca çok şanssız birisi sanırdım, ta ki sizleri tanıyana dek. Abim için yaptıklarınızı asla unutmayacağım, ömrümün sonuna kadar size minnettar kalacağım.'' Duygulandığımı anladığımda hızlıca kocaman gülümsedim ve duruşumu dikleştirdim, ''Hesaplarıma göre bir sonraki buluşmamızda ben Diş hekimliği öğrencisi olacağım, size söz hepinizin dişleri artık bana emanet olacak.'' dediğimde hep beraber güldük ve ben kahkaha ve gözyaşı karışık bir şekilde ön koltuğa oturdum.
Araba hareket etti ve ben kısacık ömrümün en güzel saydığım anlarını yaşadığım eve usulca veda ettim.
Ankara ve Muğla arası sekiz saate yakın sürüyordu. Abim Demir'in ona hediye ettiği kulaklıkları takmış müzik dinlerken ben başımı pencereye çevirmiş dışarıyı izliyordum.
O sırada saçımdaki toka çekilip alındı, ''Saçlarını kurutmamışsın, açalım da kurusun.''
Gün ışığı vurmuş Dinçer'e bakarken içim gider gibi oldu. Bazen onu aniden görüyor olmak beni deliler gibi heyecanlandırıyordu. Bazen yanımda olduğuna bile inanamıyordum ama kanıyla canıyla yanımdaydı, ve aşk dolu gözleri çarşaf çarşaf üzerimdeydi.
Aramızdaki mesafeyi kapatıp yaklaştım, elimi kesmediği sakallarında gezdirmeye başladım, ''İyi ki yanımdasın.'' diyerek derin bir nefes aldım.
Dinçer gülümsedi, ''Sen de güzelim benim.''
Elimi usulca ensesine çıkartıp saçlarımı sevmeye başladım. ''Dinçer dönsene bana.'' dedim koca bir istekle. Yolu kontrol edip döndüğünde hızlıca dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdum, ''Çok seviyorum seni.''
Dinçer şaşkın şaşkın gülümsüyordu, ''Abim arkada.'' dedi uyarır gibi.
''Olsun.''
''Gemileri yakmışsın.''
''Limanları bile gözden çıkardım.'' dedim saçımı savurarak. Dinçer kahkaha attığında ona eşlik ettim.
Araba yolculuğunun ilk saati güzeldi, şarkılar dinlemiştik, ama bir saatten sonra radyoyu küfür ederek kapatmıştık, çünkü başımız şişmişti. Abim arka koltukta uyuyakalmıştı. Üzerine Dinçer'in yorgan kadar büyük ceketini örttüm. Başımı koltuğa yaslayıp düşünceler denizinde, yüzme bilmememe rağmen kulaç atmaya başladım.
Belirsizlik insanı yoruyordu. Bir şeyin olup ya da olmamasından ziyade belirsiz olması o şeyi değersizleştiriyordu sanki. Bir an önce olsun, ya da olmasın istiyordum, ne olacaksa hemen olsun ama olsun diyordum, abim hep mutlu olsun, hep gülsün.
Avukat olabilecek seviyeye gelir miydi bilemiyordum, ama ona çok güveniyordum. Artık hayatta her şeyin olabileceğine inandığımdan abime de inanmayı seçiyordum, çünkü inanmak bile başarmaya giden yoldu.
Nihayet Muğla sınırlarına girmiştik. Şehre ilk girdiğim andan itibaren buraya hayran olmuştum. Kokusu bile insanı başka mest ediyordu.
Abim de çok beğenmişti, ama kafası biraz Ankara'da kalmış gibiydi, ''Deniz bile var Ankara'da yok ama, biraz bu denizi oraya taşıyalım mı?''
Dinçer, ''Yok abi ya Ankara denizsiz daha güzel.'' dedi şehrini savunarak.
''Haklısın Atlas, hem ben üşenirim bana ne ya?'' diyerek hemen fikrinden vazgeçmişti.
Abim yol boyunca Dinçer'e Atlas dediği için Dinçer bozgundu, ''Abi ben Dinç ya.''
''Atlas'a Dinçer demem yasaklandı, ona söylediğimde daha çok üzülüyor, sen çok üzülmüyorsun. Hem kötü değil ki sen de bana kardeşimin adıyla seslen alla alla.''
Dinçer masum masum sordu, ''Belçim mi diyeyim abi sana?''
Abim bana baktı, ''Atlas'ı sustur.'' diyerek gülümsedi. Ben gülümseyerek Dinçer'e baktığımda o tatlı tatlı bozgun haline devam ediyordu. Dayanamayıp yanağından öptüm, ''Bu sakallar gidecek, özleyeceğim.''
Dinçer gülümsedi, ''Sakalsız da idare ederi herhalde?''
''Her halini çok seviyorum.'' dedim başımı omzuna yaslayarak. Kolunu omzuma atıp beni daha da kendine çekerek saçlarıma bir öpücük kondurdu.
Kliniğe varmadan önce yemek yemek için durduk. Deniz kenarında manzarası şahane bir restorana gelmiştik. Manzarası insanın içini açan cinstendi. Ben önden yürürken Dinçer ve abim kol kola girmiş beni takip ediyorlardı, abim kalabalık ve yabancı yerleri yadırgadığı için Dinçer ona destek oluyordu, çünkü o da abimi artık çok iyi tanıyordu.
''Bu masaya oturalım mı?'' diyerek beğendiğim masayı işaret ettim.
''Güzelim seç artık oturalım, abim yoruldu.'' dedi Dinçer hafif bir isyanla.
Ne olmuş yani on beş dakikadır masa seçememişsem? ''Abi yoruldun mu?''
Abim oflayarak Atlas'ın ona hediye ettiği güneş gözlüğünü çıkardı, ''Artık yeto, ben çok açım.'' diye isyan etti.
Arayışım abimin seçtiği manzarasız masa sayesinde son bulsa da çok acıkan iki adama acıyıp oturdum. Dinçer menüdeki her şeyi sipariş ettiğinde Selim babama ne kadar benzediğini fark ettim.
''Dinçer onları kim yiyecek?''
Elini abimin omzuna attı, ''Bekir abimle ben yeriz güzelim.''
Abim bir Dinçer'in omzundaki eline bir de Dinçer'e dik dik baktı. ''Atlas ne yapıyorsun ya?'' diye isyan ettiğinde Dinçer usulca kolunu çekti.
''Abi ben Dinçer.''
''Atlas ayran da içelim mi?''
Dinçer umutsuzca başını salladı, ''İçelim abi.'' diyerek bir de ayran söylerken mutsuzdu.
Gülerek manzaraya döndüm ve derin bir nefes aldım. Ben manzaraya dalmış bir halde bir süre kalmıştım, başımı masaya çevirdiğimde Dinçer'in pür dikkat beni izlediğini gördüm. Üzerimden kırpmadığı yeşil gözlerinin altında olmak bana güven veriyordu.
Yemeklerimiz geldiğinde abim çok heyecanlanıp garsona yardım etmeye çalıştı. Garson bu durumu kibarlıkla karşılamıştı, abimin önümüze koyduğu yemekleri yemeye başladık. Abim çok acıktığı için biraz kötü yiyordu. Ben buna alışıktım, Dinçer'de benden daha çok alışmış gibi abimin tabağına yemek koyuyordu. Etraftaki bakışlar beni rahatsız ettiğinde Dinçer sandalyemden tutarak beni kendine yaklaştırdı, ''Siktir et insanları, bana odaklan.'' dediğinde yaptığım tek şey onunla diz dize yemek yemek oldu.
Restoranda yemek yedikten sonra kalktık. Kliniğe gitmek için arabaya bindik, yolculuğun başından beri içimde olan sıkıntı daha açığa çıkmıştı, karnıma kramp girmişti sanki.
''Dinçer, bu klinik çok meşhur ve çok maliyetli ya hani biz na-''
Dinçer sözümü hızla kesti, ''Kliniğin masraflarını kimin ödeyeceğini biliyorsun. Bu konuda itiraz kabul etmez, kırılır Belçim.''
Dün gece ben sıkıntıdan uyuyamadığımda Fırat amca yanıma gelmişti. Gençliğinden beri en çok istediği şeyleri anlattı, bir aile kurmanın özlemini ilk defa bu kadar açık anlatmıştı. 'Bana fırsat ver Bekir'in yanında olayım, masrafları ben ödeyeyim, kendimi bir işe yarıyor sanayım.' demişti. 'Kendi oğlum gibi destek olurum, elimden ne gelirse yaparım.' demişti, ''İnsan ne için yaşıyor, ben hiç için yaşamaktan yoruldum.'' demişti. Kıyamamıştım bu hallerine, kabul etmesem kırılacaktı ve ben kabul etmiştim.
''Yük olmak istemiyorum Dinçer.''
''Belçim tek bir lafınla saniyesinde tüm masraflar ödenir. Bu konuları konuştuk seninle, söylemesi ayıp gibi ama ailemizin Allah'a şükür maddi durumu iyi. Babamın ailesi sağ olsun, tüm varları yokları babama kaldı. İste hemen ödenir ama Fırat amcamı biliyorsun, çok çırpındı Bekir abim için, yapma ne olursun. Yük dediğini duysa yıkılır adam.''
Başımı salladım, ''Ben nasıl borcumu ödeyeceğim sizlere?''
''Siz biz demeyi bıraktığında ödemiş kadar olursun.'' dedi asabi bir sesle.
Özür diler gibi öptüm yanağını, ''Gerginim.''
''Gerilme güzelim, ben yanındayım.''
Dinçer yaklaştığımızı söyleyince karnımdaki kramplar daha da artmıştı. Yine de bir gayret etrafı izliyordum. Araba durduğunda geldiğimiz yerin fotoğraflardan daha güzel olduğunu gördüm. Denize sıfır iki katlı bir klinikti. Klinikten çok sıcak bir eve benziyordu.
Abim ikimizden önce arabadan indi, artık burada yaşayacağını bildiğinden çok meraklıydı. Dizlerim korkudan titreyerek işimi zorlaştırsa da arabadan indim. Etrafı dikkatle izlemeye başladım. Bahçesinde açmış renk renk çiçekler içime işler gibi olmuştu.
Yine de burası beni üşütmüştü, hissettiğim o ürperti Dinçer'in elimi sıkıca tutup şakağıma sıcacık bir öpücük kondurmasıyla sona erdi. ''Korkma, ben varım.'' dediğinde içime kova kova güven serpildi.
Klinikten içeriye herkesten önce abim girdi. Bizi doktor bey karşıladı, abim doktoruyla daha önce tanıştığından yabancılamadı. Abim gülerek doktoruna selam verdiğinde doktor ciddiyetle, ''Hoş geldin Bekir.'' dedi. Ardından asistanına döndü, ''Sen Bekir'e odasını göster.'' diye emretti.
Abim heyecanla bana baktı, ''Baksana Belçim burada da odam var, artık çok şanslıyım.'' diyerek asistanın peşine takıldı.
Kliniğin bahçesinde üçümüz kaldık. Doktor bey bizi hiç içeriye davet etmedi, bahçedeki mobilyalara oturduk. Oldukça yaşlıydı ama bilgiç bir adama benziyordu. Saçları bembeyazdı, ince ve uzun bir fiziğe sahipti. Gözlükleri ise simsiyah çerçeveli ama burnunun ucunda duruyordu.
''Halide benim için çok kıymetlidir, buraya sizi kabul ettiysem onun sayesinde,'' diyerek duraksadı, ''Bir de gece gündüz arayan o manyak herif sayesinde.'' dedi, bahsettiği kişi Fırat amcaydı. ''Her neyse ben umut görmediğim hastayı kliniğime istemem, o yüzden umut var diyorum.''
Heyecanla gülümsedim, ''Ne kadar sürede peki?''
''Orasını bilemem küçük hanım, süreci hızlandırmak Bekir'in elinde, ama bizim son derdimiz zaman olmalı. Benim Bekir'in doktoruyum, bu süreçte ona en yakın olan insan ben olacağım. Siz de önce Bekir'e sonra da bana güveneceksiniz. İyileşmek sabır işidir, ben çok sabırlıyım, siz de sabredeceksiniz. Eğer olmaz bu çocuktan dersem gelir alırsınız, onun haricinde benim ayarladığım saatler dışında onunla görüşmeniz yasak.''
Bu kuralların hepsini Halide yenge bana bir bir anlattığı için sindirmiştim. Kuralları ve tedavi yöntemleri konusunda oldukça katı bir adamdı ama güven de veriyordu.
Bir süre bize süreç hakkında bilgi verdi, ardından ayaklandı biz de onunla beraber ayağa dikildik.
''Hadi şimdi siz gidin.'' dedi kovarcasına.
''Gitmeden abimle vedalaşacağım.'' diyerek kliniğe adım attığımda beni durdurdu.
''Vedalaşmak yok, vedalar insanın hafızasında kötü bir yerde kalır, tedavinin ilk gününde mümkün değil.''
İtirazla kaşlarımı çattım, ''Ne demek mümkün değil, abim o benim? Veda etmek istiyorum.''
''Neye veda ediyorsun? Sanki son görüşün mü? Abin bir süre burada yaşayacak, olaylar son derece gündelik siz başkalaştırıyorsunuz. Bazı şeyleri hafife almayı öğrenin.'' diyerek arkasını döndü, ''Abinin iyiliği için şimdi veda etmeden git, sonra bana çok teşekkür edeceksin.''
Gözümde biriken yaşlar yanaklarıma inmeye başladı, benim bu adama güvenmekten başka çarem yoktu. Kliniğin bahçesinde Dinçer'in göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Beş dakika boyunda susmadan ağladım, abime ağladım. Şanssız çocukluğuna, yaşadığı zorluklara, geçilen alaylara, son kez abime acıdım ve bitti, son kez abime üzüldüm ve bitti, son kez abimi engelli gördüm ve bitti... Bir dahakine o iyileşmeye adımlamış olacaktı, bir dahakine yere daha sağlam basıyor olacaktı.
🌘
Düne kadar bir yol ayrımındaydım ama bugün yolumu seçmiştim. Ben Dinçer'i seçmiştim. Çünkü o benim hayatımın en taşsız yoluydu. Ona doğru attığım hiçbir adımda pişman olmadığım gibi bunda da pişman olmayacaktım.
Yeniden doğduğum, kendimi onda yeniden bulduğum, hayatta böylesi de varmış dediğim, sürekli onda kaybolmak istediğim kocamla, Dinçer'leydim ve son nefesimde de onunla olmak istiyordum.
Bingöl'e gelmiştik. Haritadaki yeri haricinde hiçbir şey bilmediğim bu şehre kocamın büyük ellerini tuta tuta ilk adımımı atmıştım. Dudaklarımda bir tebessüm vardı, heyecandan başım dönüyordu. İçimdeki burukluk da buna eşlik ediyordu.
Dinçer'in internetten bulduğu bir eve geldik. Eski bir apartman dairesinin üçüncü katıydı. Eve girdiğim an içime tatlı bir rüzgar eser gibi oldu. O rüzgarın beni üşüttüğünü evin halini görünce hissettim. Ev bir harabeden farksızdı. İçeride hiçbir eşya yoktu, parkeler biz adım attıkça sallanıyordu. Dinçer'in umutlu bakışları gittikçe soluyordu, aynı solgunluk bende de var mı diye yüzüme bakıyordu.
''Atama dönemi olduğu için başka ev yoktu mecbur bunu tuttum, bu kadar kötü halde olduğunu bilsem, hassiktir ya.'' diye dertleniyordu, ''Güzeller güzeli karımı getirdiğim eve bak, virane çıktı.''
''Sakin ol Dinçer.'' desem de kocam çoktan bunu kafaya takmıştı.
''Belçim ev yüzüne bakılmaz halde, onca iş var, seni heyecanla getirdiğim şehre bak, ilk günden fiyasko oldu, böyle mi hayal ettin sen? İlk evimiz bu bizim, böyle hayal etmemiştin değil mi?''
''Biraz iş var evet, ama hallederiz. Hem baksana başka ev yokmuş, en azından bir evimiz var. Pencereler silinir, etraf temizlenir.''
''Her yer dökülüyor Belçim, ben seni buraya pencere sil etrafı temizle diye getirmedim.''
''Benim hayatım gönülsüz temizlik yapmakla geçti Dinçer. Evlere temizliğe gidiyordum zaten. Kendi evimi temizlemek ancak beni mutlu eder.''
''O ev sahibini sikeceğim sen bana bırak.'' diyerek telefonuna sarıldı.
Ev hakikaten kötü durumdaydı etrafı gezdikçe her yerden bir şey daha çıkıyordu. Odaları gezmeyi bıraktım. Dinçer balkona çıkmış karşıdaki dağı seyrederken bir yandan da küfürler ediyordu. Yanına adımlayıp arkasından sarıldım, başımı sırtına yaslayarak gözlerimi kapattım. ''Dinç, bana seninle virane bile saraydan farksız.''
Beline sardığım ellerimi tuttu, ''Harbi mi?''
''Harbi be adam.'' dedim tebessüm ederek.
Yüzünü bana çevirdi, ellerimi yüzüne çıkartıp okşadım, ''Sana yemin ederim mutluyum Dinçer, seninle çok mutluyum.''
Kollarını sırtıma sarıp beni göğsüne yasladı, saçlarımı öptü defalarca. Derin derin nefesler alıp kokumu içine çekti. Ben kadar o da heyecanlıydı, çünkü burası bizim evimizdi, dört duvarında seslerimizin yankılanacağı nadide evimizdi.
''Her ev beton yığınıdır Belçim, bir yerin varlığını güzelleştiren içindeki kişidir. Burayı senin varlığın güzelleştirecek, üstelik çabalamana gerek bile yok, öylece dursan yetecek.''
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.91k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |