26. Bölüm

26- Yol Ayrımı

Pekbiafiliyalnizlik
pekbiafiliyalnizli

26- Yol Ayrımı

5 yıl önce

Bir ay...

Evliliğimizin üstünden tam bir ay geçmişti. Bir aylık evliliğimizi özetlemem gerekse kül kedisi masalı gerçekmiş derdim. Eski hayatıma maddi ve manevi olarak taban tabana zıt olan bu yeni hayatıma hâlâ alışma sürecindeydim.

Sabahları yine kocamın belimi saran kolunu hissederek uyanıyordum, beni her an mutlu ediyordu. Söylediği sözler, ansızın ettiği garip iltifatlar ve yer yurt fark etmeksizin temas halinde olmak istemesi çok sevdiğim şeylerdi.

Ankara'da yaz kış hep sertti. Düğünümüzde açan güneş yerini kara bulutlara teslim etmişti.

Günlerden çarşambaydı, çarşamba en sevdiğim gündü.

Sabahıma yine paragraf çözerek başlamıştım. Uyanır uyanmaz elimi yüzümü yıkıyor başka da hiçbir şey yapmadan sadece benim için ayrılan çalışma odasına geçip paragraf sorusu çözüyordum. Evet bu evde benim bir çalışma odam vardı, sağ olsun Selim babam benim için düzenlemişti.

Bir gün Dinçer'le gezmeden gelince bana sürpriz yapmışlardı, karşılığında ise Selim babamın dişlerini altın kaplama yapma sözü vermiştim.

Soru çözdükten sonra Dinçer'le tekrar bir on dakika kadar yatakta sırnaşıyorduk. Ardından ailecek kahvaltı için aşağıya iniyorduk. Bugün kahvaltı faslı hızlı geçmişti.

Herkes işteydi, Atlas bile işe gitmişti. Demir ise son zamanlarda çok az uğruyordu eve. Yaz okuluna dönmüş Mavi ise yurdundaydı. Kartal ve Tibet'in okulları tıkırında gidiyordu.

Abim bu evde deliler gibi mutluydu. Ona gerçekten herkes sadece kendisi olduğu için bile değer veriyordu. Bir haftadır Bahar yengemin kafesinde çalışıyordu, çalışmaktan kastım da resim yapıyordu ve müşterilere hediye ediyordu. İlk başta çekinsem de abimin mutluluğunu görünce ses etmemiştim.

Koca evde sadece Dinçer ve ben vardık. Balayından döneli üç gün olmuştu. Dinçer'le yaşadığım harika bir deneyimdi Kuzey Işıkları. İlk kez uçağa binmiştim, ilk kez yurt dışına çıkmıştım, ilk kez bir hayalimi gerçekleştirmiştim.

Büyüleyici kuzey ışıklarını kocamın kollarında seyretmiştim. Çok başka, çok özeldi. Hiç unutmamak üzere o anıları içerisi Dinçer'le dolu kalbimde sakladım.

Mutluluktan gebermek üzereydim, bir yandan da yaşadığım bu hayatla kavga halindeydim. Ben hiçbir çaba göstermediğim bu mükemmel hayatı ne kadar hak ediyordum? Sürekli bunu sorgulayan yanımı susturmak için elimden geleni yapıyordum.

Yanağıma değen sıcacık öpücükle başımı çevirdim, ''Ne yapıyor benim karım?''

Elimdeki cevizlerden bir tanesini ağzına götürdüm, ''Cevizli bir tatlı yapacağım akşam için, ayıklıyorum.''

''Ayıklanmış ceviz yok mu? Sen uğraşma Belçim.''

Tabletten dinlediğim dersi durdurdum, ''Uğraşmıyorum ki seviyorum ben ceviz kırmayı.''

Mutfak sandalyesine oturup benimle beraber ceviz ayıklamaya başladı, bir yandan da hangi konuyu dinlediğime bakıyor ve bana tavsiye veriyordu. ''İyi ilerliyorsun Belçim.''

''Sayenizde Dinçer. Özel bir sınav koçum var, ne sorsam mutlaka konuyu bilen bir aile ferdim, elini hep sırtımda hissettiğim bir kocam... İyi ilerlemem için yolumdaki tüm taşları alıyor gibisin.''

''Gibisi fazla, o yolu senin için zımparalarım bile.'' diyerek tişörtümün askısını sıyırarak çıplak omzumu öptü.

Karşılıklı ceviz ayıklarken karı koca sohbet ediyorduk. Dinçer'le sohbet etmeyi çok seviyordum, henüz kendimi ona çırılçıplak anlatamıyordum. Bazı konularda dilim sürçse de yalan söylememeye çalışıyordum, gerçekten çalışıyordum. Dürüstlük onun en takıldığı şeydi. Aramızda yalan girsin istemiyordu.

''Göreve ne zaman dönüyorsun?''

''Henüz belli değil.''

''Ne zaman belli olur?'' dedim merakla.

''Nikah iznindeyim şimdi, sana doymak istiyorum.'' dedi yanağımdan makas alarak.

''Birkaç haftada doyacak mısın yani bana?'' diye nazlandım.

''Ben sana hiç doyamam, kendimi kandırırım anca.''

''Çok ayrı kalacak mıyız Dinçer? ''

''Kalacağız,'' dedi lafını sakınmadan.

En korktuğum şey de buydu. Halide yengemlerle sohbetimizde Yaz'a hamileliğinde yaşadığı sorunları dinlemiştim. O ne kadar tatlı bir dille anlatsa da gözlerinde biriken yaşlar bile bana yaşadığı zorluğu anlatmıştı. Bahar yenge de genç yaşta tecrübesiz bir öğretmenken doğunun bir köyünde oğlu Mustafa Kemal ağabeyle yaşadıklarından bahsetmişti. Selim babamsa eğlenceyle anlatmaya çalışsa da onun da sustuğu çok şeyin olduğunu anlıyordum.

Asker, polis eşi olmak zordu. Peki ben bu halimle nasıl onsuzlukla sınanacaktım ona en muhtaç olduğum zamanları yaşarken.

Elimdeki cevizi bırakıp oturduğum sandalyeden kalkarak hızlıca Dinçer'in arkasında geçip boynuna sarıldım, ''Bırakmasan beni, olmaz mı?''

Boynundaki ellerimi tutarak kalktı sandalyeden, yüzümü ellerinin arasına alıp üzgün suratıma gülümseyerek baktı, ''Göz bebeğimsin sen benim, zora kalmadıkça bırakmam seni.''

''Söz ver.''

''Söz, sana söz, en çok kendime söz ulan. Sen bensiz yaparsın da ben sensiz yapamam Belçim, sakın unutma.''

İtirazla başımı salladım, ''Yapamam, öyle deme. Çok bağlandım sana, sensizken hiçbir şey yapamıyorum. Çok güveniyorum sana, kendimden bile çok. Yarım biriyim sanki, sen tamamlıyorsun beni. Öyle çok seninle birleşmişim ki, anlatamam.''

Sıkıca sarıldım Dinçer'e, benim isteğimle uzandık. Onunla gündüz saatlerinde uyumayı çok seviyordum. Gitmesinden korkarak sarıldım her bir zerresine. Gözlerim tatlı bir yorgunluğa teslim olmuş kapanırken güçsüzleşen parmak uçlarımla Dinçer'in gömleğine tutundum. Huzurla kapadım gözlerimi.

Hissettiğim ürperti ile araladım gözlerimi. Yatakta tek başımaydım, üzerimdeki yorganı sıyırıp attım. Yatak odamızdan çıkıp merdivenlere yöneldim, gözlerim Dinçer'i arıyordu. Bahçede bulmuştum nihayet, onu gördüğümde derin bir nefes alarak yanına koşturdum.

''Dinçer!''

Endişeyle bana bakan adama korkuyla sarıldım.

''Belçim, ne oldu bir tanem?''

Dolan gözlerimle başımı kaldırıp yüzüne baktım, ''Dinçer şu yatakta tek bırakma beni, çok kötü hissediyorum.''

Ufakça gülümsedi, ''Ben de bir şey oldu sandım, tamam bir daha yapmam.'' diyerek sarıldı. ''Maç yapıyorduk çocuklarla,'' Kartal ve Tibet'in arkadaşları da vardı, ''Turnuvaları var biliyorsun, halı sahaya geçecektik şimdi.''

Başımı salladım, ''Sana kızdığımı sanma sakın, sadece koca yatakta senle yattığımda sensiz uyanmak çok kötü şeyler düşündürtüyor bana. Kara bir his doluyor içime, anlıyor musun?''

''Anlıyorum, o hissi biliyorum. Söz, bir daha habersiz yalnız bırakmam seni.''

Derin bir nefes alıp gülümsedim, maç yapan çocuklara göz gezdirdim, abim ayağına topu almış Kartal'la mücadele ederken keyifle onları izliyordum, ''Hani engin futbol bilgileriyle Atlas çalıştıracaktı çocukları?'' diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

''Yavrum onca zaman oldu, Atlas'ın on lafından dokuzunun yalan olduğunu anlaman lâzımdı.''

''Ben Ankaragücü'nün altyapısındaydım demişti.''

''Kendini benimle karıştırmış.'' Geçen gece kahkahalarla dinlemiştim Dinçer'in futbol serüvenini. Tüm aileyle fotoğraf albümüne bakarak anmışlardı o günleri, çok eğlenmiştik hep beraber. En çok Dinçer eğlenmişti.

''Ben Galatasaray'ın spor muhabiriydim demişti.''

''Bir hafta arkadaşının yerine baktı, onda da ilk on biri isteyen yayıncı kuruluşa kafasından kadroyu sallayarak verdikten sonra kovdular.''

''Fatih Terim beni çok sever diyordu.''

''Bir restoranda karşılaşmışlar Atlas, Fatih hocanın İngilizcesini taklit edince restorandan kovdurmuş.''

''Ama çok gerçek gibi yalan söylüyor.''

''Ah benim saf karım.'' diyerek yüzümü sevdi. Ben saf değildim Atlas çok çakaldı.

''Dinçer eyvah!''

''Ne oldu sevgilim?''

''Ben tatlıyı fırına vermeyi unuttum!''

''Eee?''

''Ne ee? Babama söz verdim yapacağım diye, olmaz böyle hemen fırınlamam lâzım.''

Mutfağa koşturduğumda kocamı arkamda boynu bükük bıraktığımı hissederek durup ona geri döndüm, yanağına bir şans öpücüğü bıraktım, ''Çok zorlama gençleri, başarılar sevgilim benim.''

Dinçer çapkın bir gülümseme ile döndü arkasını. Halı sahaya girene kadar üç kez arkasını dönüp aynı sırıtışla bana bakmıştı. Çok tatlı adamdı, çok.

Fırından çıkardığım tatlıyı soğuması için Selim babamın geçen yaz yenilediği mutfak tezgahına bıraktım. Evdeki her şey onun elinden geçiyordu. Hem Suna annemin vakti olmadığından hem de bu işlere kocası kadar meraklı olmadığından.

Cevizleri ılıyan tatlının üzerine dizerken yanıma Selim babam gelmişti, onu gördüğüme mutlu oluyordum. Gülümseyerek bakıyordu bana, ''Hoş geldiniz.'' dedim tebessümle.

''Hoş bulduk kızım, nasılsın?''

''İyiyim, tüm gün evdeydim siz nasılsınız?''

''İş güç.''

''Dava nasıl sonuçlandı?'' diye sordum merakla. Geçen akşam sıkkın bir şekilde çalışırken görünce yanına gitmiştim. Benimle içinde bulunduğu davayı paylaşıp sonucundan tedirgin olduğunu söylemişti. Uzun uzun anlatmıştı bana neyin ne olduğunu. Hepsi böyleydi, en ufak sorumu bile büyük büyük cevaplandırıyorlardı. Beni adam yerine koyuyorlardı.

''Sen demiştin ya gece, içimde bir his var güzel sonuçlanacak diye.''

''Evet, demiştim.''

Yumruğunu uzattı, ''Çak ortak, dediğin gibi oldu.''

Yumruğuna çakmak yerine heyecanla sarıldım, ''Çok mutlu oldum, gerçekten çok sevindim.''

Yaptığım ayarsız sevinci fark ettiğimde utanmak için çok geç olsa da toparlanmaya çalıştım, ''Şey ben, siz cevizli şeyler severiz ailecek deyince tatlı yapmıştım.''

Tezgahta duran ceviz paketini aldı, ''Beraber süsleyelim.'' diyerek avcuma ceviz döktü ve beraber süslemeye başladık.

''Haftaya benimle adliyeye gelir misin Belçim? Bekir'e sordum, sen de gelirsen gelirmiş.''

Demir'in abimin içinde yaktığı adliye sevdasını körükleyen şey Selim beyin de savcı olmasıydı. ''Sizi işinizden etmeyelim baba.''

''O nasıl söz, neden işimden edesiniz. Bekir meraklı, sana da değişiklik olur.''

Genişçe gülümsedim, ''Çok mutlu olurum.''

Omzumu sıvazladı, ''Anlaştık o zaman.''

Sofraya oturmamıza az bir zaman kala Suna annemle salonda oturuyorduk. Mesleğine dair oldukça az şey konuşuyordu, genelde de çok konuşmayan bir kadındı. Az ama öz konuşuyordu, Atlas'a göre bu konuda da tıpkı ona benziyordu.

''Bekir ve Selim adliyeye gidiyor, sen de eşlik ediyormuşsun.''

''Sizin de mi haberiniz var?''

''Selim söyledi, çok hevesli siz adliyeyi beğenin diye çayı bile daha pahalı kafeteryadan alacakmış.''

Gülümsedim, ''Atlas biraz babasına benziyor sanırım?''

''Kocamın aynısını doğurdum, fiziksel olarak ikimize benzemese de huy olarak aynı babasıdır.''

''Dinçer amcasına benziyor.''

''Öyle, çok efendidir benim çocuğum.''

''Ali amcayla kaç yıldır tanışıyorsunuz?''

''Bir arkadaşım sayesinde tanışmıştık. Murat, mekanı cennet olsun. Ben o zamanlar Yaz gibi harbiyeliydim.''

Askerler olarak bir arada sohbet ederken bazen onları dinliyordum. Eskilerden bahsederken sürekli ölü insanları anıyorlardı. O zaman anladım ki bu insanların eski dostlarının yarısı ölü, ne kadar korkunç bir durum. Ona rağmen çelik gibi duruyorlardı, bu duruşlarını örnek alıyordum kendime.

Sohbet ederken salonun camının kırılma sesi ile korkuyla yerimden sıçradım. Suna anne hemen önüme geçmiş ve ayakucuna düşen topu almıştı, ''Garanti Selim babandır.''

İkimiz de bahçeye çıktık, ''Kartal, oğlum ben yavaş vur demedim mi?'' diye isyan ediyordu Selim baba.

''Baba ben vurmadım ki, sen v-'' Hızla Kartal'ın ağzını kapatıp abime döndü, ''Aşk olsun Bekir, neden öyle vurdun?''

Abim hiç oralı olmadan, ''Yalanlar yalanlar çok kötü yalanlar.'' diye bir şarkı tutturmuştu.

Selim baba Dinçer'e döndü, ''Oğlum evli barklı adamsın, o nasıl şut çekmek.''

''Kusura bakmayın,'' dedi Dinçer bize bakarak, ''Yanlışlıkla oldu.''

''Camın kırılma açısından kimin kırdığı belli olur ve ben anlamayayım diye oğlanlarla yer değiştirdin, doğru muyum Selim?''

''Doğrusun karıcığım.''

''Sen kırdın değil mi?''

''Öyle bir soruyorsun ki nasıl itiraz edilir unutuyorum.''

Selim baba karısının peşinden giderken bize döndü, ''Erkek adam karısından hafif tırsacak.'' diyerek gitti.

Abim topu eline alarak Kartal ve Tibet'e baktı, ''Halısahanda yumurtaya gidiyorum, ilk giden kazanır!'' diyerek evin arka bahçesindeki halı sahaya koşmaya başladı. Kartal ve Tibet sporcu olmalarına rağmen kazanan abim olsun diye yavaşça yürümeye başladılar. Ne kadar genç olsalar da çok efendi çocuklardı.

Bahçede baş başa kaldığımızda Dinçer arkamdan kollarını omzuma sardı, ''Böyledir bizimkiler.''

''Yerim sizinkileri.'' diyerek güldüm.

''Beni ye, ben de bizimkilerdenim.''

Dudağına hızlıca bir öpücük bırakarak içeriye koşturdum. Akşam yemeği yerken yine her şey normaldi. Abimin döke saça yemek yediği günler gitmişti, bunda Selim beyin payı büyüktü. Abimle oyunlar uydurup basit konularda onu eğitiyordu. Bunu göze sokmadan o kadar nahif bir şekilde yapıyordu abim oyun sanıyordu, oysa ona çok iyi geliyorlardı.

Suna hanımsa abime spor yaptırıyordu. Her sabah beraber koşuyorlardı. Abim bu spor sayesinde disiplinli olmaya alışır gibiydi. Bu evdeki insanları çok sevdiğinden sözlerinden çıkmak istemiyordu, bana küserler diyordu, küsmesinler çünkü onları sevdim.

Benim karşımda yemek yiyen ağabeyimi izlemeye başladım. Saçları çok güzel bir tıraşa sahipti, üzerinde mavi bir kazak vardı, çok kaliteliydi, altındaki eşofman ise ona Kartal'ın iddiayı kazanma hediyesiydi. Kilo almıştı, yüzündeki o fakirlik zayıflığı gitmişti. Saç ve sakalını düzenli tıraş ettirdiğimizden yakışıklılığı iyice ortaya çıkmıştı.

Engelli bir birey olduğu ilk bakıştan anlaşılmıyordu, gün geçtikte abimin engelini unutur gibi oluyordum. Sanki biraz çatlak, hafif boş boğaz ama sevimli bir adam gibiydi.

Su içerek bardağı kenara koydu, ''Su neyden yapılıyor?'' diye sorduğunda az önce onun hakkındaki düşüncelerimde yanılır gibi hissettim.

Suna annem anlatmaya başladı, abimse dinlemeye. Dinledi dinledi ve 'Çok saçmasın su.'' diyerek tekrar su içti be kocaman kahkahalar atarak yemeğine döndü. Tutarsızdı, bazen de kontrolsüz.

Akşam yemeğinde Atlas'la konuşuyorduk. Akşam yemeklerinde yanımızda olmasa bile yanımızda olmak istiyordu. Güvenlik kamerasını açıp bizi yemek yerken izliyor üstüne üstlük arıyordu.

''Yenge, benim evden gitmemi tatlı yaparak kutlamışsın.'' diye sitem etti.

''Lokma döktüğümü söylemediler mi sana?''

''Ne? Duyduklarım yanlış olsun diye kulağımı kesesim var.''

''Yo,'' dedim evdekilere göz kırparak, ''Sen işe dönünce hemen lokma döktüm.''

''Çikolatalı da mı yaptın?''

''Ben köylüyüm lokma dediğin sade yenir.''

''Ben köylüyüm ne ya?''

Kabaran köylü damalarımı yatıştırıp gülümsedim, ''Öyle işte yengem, sen neler yaptın iş güç nasıl?''

''Siz kimsiniz hanımefendi? Benim ardımdan lokma döken birisiyle ben dolmuşa bile binmem.''

''Zaten binmezsin.'' diye söylendi Dinçer.

''Doğru, dolmuş zaten bir de ben üstüne gitmeyeyim.'' dedikten sonra bir süre bu espriye güldü. ''Bekom sen nasılsın aslanım?''

Abim başını tabağından kaldırdı, ''İyiyim Dinçer hep soruyorsun hep!'' diye siyan ettikten sonra yemeğine geri döndü.

Atlas'ın eli kalbine gitmişti çoktan, ''Dinçer mi?'' diye sayıklar gibi konuştu, ''Bana Dinç mi dedin sen az önce?''

Dinçer gün içerisinde abimle o kadar fazla ilgileniyordu ki abim ilgisinden bazen bunalıyor ve pek de kibar olamayarak onu tersliyordu. Bu terslemelerin şahını da az önce en yapmaması gereken kişiye yapmıştı.

''Lan Bekir abim karıştırdı bizi, ne olacak abartma.'' dedi Dinçer kardeşinin abartılı tepkilerini önlemek ister gibi.

Ekrana baktığımda Atlas çoktan başına bir yazma sarmış, yelpaze ile yüzünü yelliyordu bile. ''Ne demek karıştırmak? Ben kimseyle karıştırılamam, ben eşsiz biriyim ya. Beko sana çok teessüf ederim, çok darıldım.'' diyordu içli içli, komik olan Atlas gerçekten bu söylediklerinde ciddiydi. Gerçekten eşsiz ve harika birisi olduğuna inanıyordu.

Abim Atlas'ın dakikalar sürecek olan kaprislerini ezberlemiş olacak ki karşısında duran telefona iyice yaklaşıp tek bir şey söyledi, ''Bay bay Dinçer.''

Atlas artık aramızdan ayrıldığında evde bir sessizlik oldu. İlk kahkaha Selim beyden çıkınca gerisi de geldi. Abim bizi pek de takmadan yemek yemeye devam etti.

Atlas bir iki dakika sonra tekrar arayarak bize çok önemli olduğuna yeminler ettiği şeyler söyledi. ''Birazdan kanalda haberim verilecek, televizyonlar açılsın emri verdim tüm sülaleye. Size müthiş bir dedikodum var, bugün kanalda Atlas'ın haberi çıkınca reyting artıyor diye konuşulmuş kuşlar söyledi.''

''Alla Allah niye lan acaba?'' diye sordu Dinçer.

''Neden olacak amcamlardan rica ediyorum, bir alo diyorlar Türkiye'nin her asker birliğindeki kıllı adamlar beni söve söve izliyor.''

''Hangisi ortak oluyor buna? Ali yapmaz.'' dedi Suna annem.

''Alphan amcam hayatta yapmaz,'' dedi Kartal, ''Çok gıcık oluyor ağabeyime.''

''Fırat'tır, kıyamaz o Atlas'a.'' dedi Selim babam.

''Doğru bildin baba, kıyamıyor bana. Ali amcam hak geçer falan dedi geçen gün, Hak kim yani geçerse geçsin dimi?''

''Aynen oğlum aynen, hadi sen yemeğini ye biz de geçiyoruz ekran başına.''

Atlas'ın haberinin başlamasına az bir süre kala hepimiz televizyonun karşısına yerleşmiştik. Abim sıkkınca ofladı, ''Senin koca neden her yerden çıkıyor?'' diye sordu, ''Şimdi de televizyonun içine girmiş.'' diyerek ofladı.

Gülümseyerek Dinçer'in değil de Atlas'ın olduğunu, onun da televizyonun arkasında olmadığını anlattım ama o anlamadı. Eskiden olsa abimin anlamıyor olmasına bu kadar takmazdım ama şimdi sanki önümüz daha aydınlıktı ve ben o her şeyi anlasın istiyordum.

Atlas'ın sesi salonda yankı bulunca ona odaklandım. Silah zoruyla oturuyor gibi dursak da asla öyle değildi. Onu izlemeyi çok seviyorduk. Beş dakika bile sürmeyen haberin ardından hemen kanalı değiştirdik maksat reytingi sadece Atlas'a kazandırmaktı. Maksat onun gönlü olsundu.

Yemeğin ardından ailecek sofrayı topladıktan sonra tatlımızı da yanımıza alarak Halide yengemlere geçtik. Bahar yengemler ve Fırat amca da gelmişti, orada toplanmıştık ailecek. Benim gözlerim tatlının tadına bakanlardaydı, beğenmezler diye çekiniyordum. Bu evdeki hiç kimse beğenmese bile beğenmedim diyerek insanlar değillerdi ama özenerek yaptığım tatlıyı beğensinler istiyordum.

''Bu tatlıyı hangi pastaneden aldınız?'' diye soran Fırat amcaya baktım mutlulukla.

''Hakikaten Suna, çok lezzetli gerçekten sen mi yaptın?''

Selim babam ve Kartal sırıtmıştı, ''Halide yenge yirmi küsur yıldır birlikteyiz, sen Suna'nın tatlı yaptığını düşündün mü?''

Halide yenge masum masum baktı, ''Tabii düşündüm neden yapmasın ki?''

''Yapmam Halide ya, tatlıyı beceremiyorum bana et yemekleri olacak.''

''O doğru kuzuyu koy önüne, ikiye ayırır atar fırına, öyle bir kadın benim karım.'' diyerek elini eşinin omzuna koydu.

''Biz daha iyi biliriz marifetlerini,'' dedi Ali amca. Askerler birbirine bakarak gülümsediğinde anlamayanlar olarak geride kalmıştık.

Bu ailedeki erkeklerin hepsi eşlerine çok düşkündü. En çok da Ali amca ve Halide yengenin ilişkilerini seviyordum. Aralarındaki o iletişim çok güzeldi. Herkes sohbet ederken bazen Ali amca heyecanla bir şeyler anlatan karısını izliyordu. Boyunca çocukları olmasına rağmen aralarındaki aşk ilk günkü gibiydi sanki. Bir konuşmamızda zor kavuştuklarından bahsetmişti Halide yenge, biz zora sarıldık demişti.

Alphan amca ve Bahar yenge çok başkaydı. Alphan amca biraz düz bir adamdı, Bahar yenge ise detaycı ve romantik. Bu iki zıt karakter nasıl bir araya gelmişti bilmiyordum. Bahar yenge ilk oğlu Mustafa Kemal ağabeyi henüz 23 yaşındayken doğurmuş, erken doğurduğundandı belki de bu düşkünlüğü. Konuşmadıkları tek gün bile yoktu, hep balım diye hitap ediyordu oğluna. Diğer çocuklarından çok ayrıydı ilk oğlunun yeri. Mustafa Kemal ağabey kendisi gibi öğretmendi, henüz yüz yüze tanışmak fırsat olmasa da telefonda konuşmuştuk.

Suna anne ve Selim babanın ilişkisi ise biraz farklıydı. Romantik değillerdi ama kendi içlerinde bir uyumları vardı. Mesela tüm çiftler dip dibeydi. Ali amca Halide yengeyi kolunun altına çekmişti, Alphan amca ise her zaman karısına bir şekilde dokunuyordu. Onlar ise karşı karşıya geçmiş tavla oynuyorlardı. Yan yanayken de birbirlerinin omuzlarına elini koyuyorlardı.

Dinçer de temas seven bir adamdı. Onun dokunuşu bana kendimi güvende hissettirdiğinden çok seviyordum. Eli düşse belimden ben sokuluyordum yanına. Özellikle dışarıya çıktığımızda hep beni tutsun istiyordum. Elimden tutup o götürsün ve geri getirsin istiyordum. Diğer türlü korkuyordum.

Hep beraber oturduğumuz bu anlarda en sevdiğim şey bizimkilerin gençlik anılarıydı.

''Bir kere hiç unutmam o dönem sevgili gibi bir şeyiz. Geçici göreve gitmişti Suna, Bir aylık dedikleri görev uzayınca ayrı kalamadı benden, tutturdu yanıma gel diye.''

Suna annem şaşkındı, ''Ben mi ayrı kalamadım yoksa sen mi?''

''Gece yarıları beni arayıp arabesk dinleten kimdi?''

''Bendim.'' dedi Suna anne rahatlıkla, ''Saz çalan bir çocuk vardı bölükte, içli içli söylüyordu. O şarkıları dinlerken aklıma bu herif geliyordu ben de ona dinletiyordum.''

''Dinlettikleri de nerdesin caney, oy yiğidim oy civanım falan ha.''

''Hani çok seviyordun sana dinletmemi?''

Selim baba gülümsedi, ''Böyle böyle tavladı işte beni, neyse sonra benim Suna'yı özlediğimi anladı abim, hemen bilet alıp beni Iğdır'a yolladı.''

Fırat amca araya girdi, ''Nasıl basit anlatıyor, ulan sen Suna'yı göreve yolladık diye bize küsmedin mi oğlum? Öyle trip attı ki benim karım bana bu kadar trip atmadı.''

Kartal araya girdi, ''Fırat amca sana kötü bir haberim var.''

''Atlas kendi yetişemiyor bunu bıraktı başıma.''

''Lan Sarı bu herif Suna gitti diye bizimle yemek yemiyordu bile.''

''Çünkü hep bizimle yiyordu.'' dedi Halide yengem.

''Tabii ya bu herif kendini aç bırakır mı?''

''Asla aç bırakmam, ben böyle bir adamım. Yemek her şeyden önce gelir.''

''Bu adamın bu kuralını seviyorum. Dinçer ve Atlas doğduğunda hemşireler yürüyüşe çıkardı beni, Selim'i sordum yeni doğan ünitesinde çocuklarınızı izliyor dediler. Zar zor bir gittim yanlarına, tam duygulanacağım çocukları izleyerek tost yemeye başladı.''

''Neyse indim Iğdır'a, ulan kaç bin kişilik tabur. Nizamiyede bekliyorum, Suna yanıma gelir arama prosedürü falan olmadan içeriye girerim dedim kadın geldi üstümü kendi emriyle aradılar.''

''Tabii arayacaklar, nizamiyeye giren uçan kuşun kanadının altına bile bakılır, yanlış mıyım Ali ağabey?''

''Doğrusun Suna, askeriyeye öyle herkes giremez.''

''Haklılar ha, bazen beni bile girerken aratıyorlar.'' dedi Fırat amca.

''O zamanlar sevgilim olan Suna hanım geldi beni aldı nizamiyeden, telefon kulağında yüzüme baka baka diyor ki 'Teslim aldım komutanım.' teslim alının kişi de sevgilisi ha.''

''Ali ağabey tembihlemişti, öyle olması gerekiyordu.''

''Suna beni teslim aldıktan sonra yalnız kalırız, iki sarılırız falan derken bana dilekçe yazdırmaya başladı.''

''Bilgisayar bozulmuştu, senin yazın benimkinden güzeldi. Maksat askeriyenin işi görülsün.''

''Bir saat elli tane herifin izin dilekçesini yazdım, parmaklarım ağrıdı yazı yazmaktan sevgilimiz gelir hasret gideririm derken koridorda geçiştiğim bir kadın askere selam verdim diye delirdi benimki.''

''Gençlik işte,'' dedi Suna anne, ''Şimdi olsa hayatta kıs-'' duraksayıp net bir şekilde devam etti, ''ya da kıskanırım, ben buyum.''

Evdekiler gülerken ben de onlara katıldım.

''Ben sarılırız hasret gideririz diye onca yol gittim, yetmiş kişilik koğuşta yatırdı beni. Ayak kokusuyla uyudum.''

''Orada kızdığım şey benim iş yerimdeyken, ben selam vermeden senin selam vermendi. Karşıdaki asker erkek olsa da aynı davranırdım. Beni çiğnediğin içindi o tavrım. Hem kıskanmıştım da ayrıca. Çok yakışıklı bir adam, iki dirhem bir çekirdek gelmiş yanıma. Ben bir haftadır saçımı bile yıkamamışım bu nizamiyede parfüm sıkıyor gel de delirme.''

''Suna?''

''Efendim hayatım?''

''Yakışıklıyım değil mi?''

''Valla öylesin.''

''Babana rahmet sağ olasın.''

''Ne demek eyvallah.''

''Uf Atlas geldi aklıma,'' dedi Halide yenge, ''Arada bir Dinçer'le fotoğraflarını atıp hangimiz daha yakışıklı falan diye soruyor. Hep de yanlışlıkla Dinçer'i seçiyorum kızıyor bana.''

''Yanlışlıkla mı? Aşk olsun yenge.''

''Ah kuzum.'' diyerek sevmeye başladı Dinçer'i, ''Senin yerin başka, bunu sen çok iyi biliyorsun.''

''Biliyorum yengeciğim.''

Aralarında sahiden de farklı bir ilişki vardı. Bunun nedeni Halide yengenin Dinçer'in süt annesi olmasıydı.

''Maalesef ben de biliyorum.'' diyen sese döndüm. Demir omzunda bir çanta ile iniyordu merdivenleri.

Ali amca bu duruma hiç şaşırmazken biz ev ahalisi olarak ayaklanmıştık. Ayağa ilk fırlayan abimdi, ''Demir gelmiş!'' diyerek ona doğru koşmaya başladı bile. Abimle daha da yakın arkadaş olmuşlardı, aralarındaki dostluğun gelişimini gördükçe gerçek mi diye düşünüyordum.

''Hoş buldum Bekir.'' diyerek abime sarıldı Demir.

Ardından Halide yenge oğluna sarıldı, ''Hoş geldin kuzucuğum.''

''Atlas aradı anne, acilen Ankara'ya gitmemiz gerekiyor dedi.''

''O nerede?''

''Balkon kapısından mutfağa girdi az önce.'' diye açıkladı Ali amca. Onun bu evdeki her şeyden haberi vardı. Demir'le selamlaşmak için ayağa kalktım, ''Hoş geldin.'' Hoş buldum dedi başını usulca sallayarak. Bu aniden gelişi herkesi mutlu etmişti.

''Atlas! Yanımıza gelsene oğlum!'' diye bağıran Selim babanın ardından Atlas elinde büyük bir tepsiyle salona girdi. Taktığı numaralı gözlüklerini saçlarına çıkartmıştı, üstünde kalın kazak altında ise şort vardı, ''Çok acıkmışım.'' diyerek tepsiyi masaya bıraktıktan sonra annesiyle sarıldı.

''Lan oğlum önce yüzümüze bak sonra yersin.'' diye iğneledi Dinçer.

''Senin yüzüne her sabah aynada bakıyorum zaten abicim, niye tekrar bakayım?''

''Aynı olduğumuzu kabul ediyorsun yani?''

''Ben daha yakışıklıyım ama.''

Tepsideki dolmaları yerken abime göz süzdü, ''Bu bey kim?'' diye sorduğunda abim suratını astı.

''Televizyondan mı çıktın yine sen?''

''Yok anamdan.'' diye konuştuğunda Suna anne ağzına bir tokat attı.

Evdeki herkesle selamlaşmış ama beni görmemişti bile, masaya geçip yemek yemeye başladığında yanına oturdum.

''Hayırdır küs müyüz?''

''Benim gidişimin ardından tatlı yapan biriyle düşmanımdır.''

''Şakaydı.''

''Ben şakadan hoşlanmam ciddi bir adamımdır.''

Söylediğine gülüp masaya getirdiği kornişon turşudan aldım, ''Bu akşamki haberin çok güzeldi.''

''Ben mi güzeldim, haber mi?''

''İkisi de.''

Turşu kavanozunu önüne çekip iştahla yemeye devam etti. Herkes kendi halinde sohbet ederken Atlas durgundu.

''Neyin var senin?''

Çok da naz yapmadan anlatmaya başladı, ''Bugün kanalın önüne birkaç kız gelmiş, benimle tanışmak için.''

''Eee?''

''Haber müdürü bunu öğrenince biraz sıçtı ağzıma.''

''Neden?''

''Daha iki günlük muhabirsin, sakın güvenme genç kızların ilgisine, bugün var yarın yoklar, şımarık bir muhabirle işim olmaz falan dedi.''

''Seni kıskanmış resmen.''

''Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?''

''Tabii ki, sen iki ilgiye şımaracak birisi değilsin,'' söylediğime mutlu olmuştu, özgüvenle gülümserken ona daha da moral vermek için devam ettim, ''Çünkü zaten şımarıksın.''

Ekmeği ağzına götürecekken masaya geri koydu, ''Sağ ol yenge ya, valla sağ ol.''

Kırdığım potu toparlamaya çalıştım, ''Of Atlas öyle demek istemedim, şımarıksın derken hayatın boyunca hep ilgi görmüş birisin, kızların sana gösterdiği ilgiye şımarıp mesleğini hafife alacak birisi değilsin. Anla işte.''

Gülümseyerek yemek yemeye devam etti, ''Anladım seni ama adamın sözleri kafama takıldı işte, gerçi bana herkesin içinde bağırmasının intikamını saç ektirdiği haberini rakip gazeteye vererek aldım ama içim soğumadı.''

Böyle dese de canı gerçekten sıkkındı. Mesele bu akşam Fırat amcaya hiç evde kalmasıyla alakalı laf sokmamıştı.

''Demir, dava nasıl gidiyor?'' diye sordu Dinçer, ''Var mı bir sıkıntı, çözelim hemen.''

Dinçer son zamanlarda evdeki herkesle iletişimini daha da güçlendirmişti. Herkesin her şeyinden haberi vardı, ve onları çok iyi tanıyordu.

''Demir'in çocukken savcı olacağı belliydi.'' dedi Halide yenge, ''Ne zaman sorsak şavçi olmak isterim derdi.''

''Neden çünkü Selim bey çocuğu her uyuttuğumuzda beşiğinden alıp odasına götürür dava çalışırken izletirdi. Başka seçeneği mi vardı?'' diye sitem etti Ali amca.

Selim baba bu durumdan memnundu, ''Ya Mustafa Kemal amcasının izinden gidecekti ya da Demir, Mustafa annesini seçti, geriye Demir kalıyordu, meslektaşım lazımdı bu eve çok iyi ettim.''

''Evde öğretmen iki tane, asker bir sürü, neden bir tane doktor var? Neden kimse benim izimden gitmedi?''

''Merak etme yenge, Belçim meslektaşın olacak.''

Dinçer'in bu sözüyle beraber herkesin bakışları beni bulmuştu, kocaman gülümsedim, ''İnşallah olacağım yengeciğim.''

''Olacaksın tabii kız. Benim ağzım hep dolgu,'' dedi Fırat amca ''Azı dişimi de Ali yumruk atınca kırmıştı, bakarsın artık.''

''Hangi yumruk lan, eve sarhoş geldiğin gece mi?'' diye sordu Alphan amca.

''Yok o zaman teğmendim, komutanın kızıyla ilişkimizi öğrenince birazcık kızmıştı. Komutanın ailesinden birine yan gözle bile baktırmazdı, neler çektirdi bize.''

''Sonra gitti komutanının kızıyla evlendi.'' dendiğinde ortamdaki tüm gözler Ali amca ve Halide yengeyi bulmuştu.

''İstisnalar kaideyi bozmaz,'' diyerek karısını şakağından öptü, ''Halide benim istisnamdı.''

''Olsun yine de olay bu.''

''Hem ayrıca o olay öyle değil,'' diyerek açıklamaya başladı Ali amca, ''kızın niyeti başkaydı, o yumruğun da altı boş değildi, hem akıllandı sonra.''

''Ali açıklamasana, sen bir şey yapıyorsan vardır bir nedeni.'' dedi Alphan amca. Diğer herkes de ona katıldı.

Sohbetimize eski fotoğraf albümlerini karıştırarak devam ediyorduk. Halide yengenin gençliği şimdiki hali gibi çok güzeldi. Her fotoğrafın hikayesini anlatıyordu, ilgiyle dinliyordum.

''Burada Adıyaman'dayız, ilk kongremi yapmıştım. Protokolde de Ali vardı, çok garip bir gündü.''

Erkeklerle sohbet eden Ali amca karısının her lafını duyuyordu, ''Çok iyi hatırlıyorum güzelim o günü, laflarınla dövmüştün beni.''

''Hak etmiştin.'' dedi neşeyle.

Albüm ilerledikçe daha da dolu dolu bir hayatı olduğunu görüyordum.

''Tıp fakültesinde ilk günüm.'' diyerek gösterdiği fotoğrafa ne kadar uzun bakılabilirse bakmıştım. Diş hekimliği fakültesinin önünde çekileceğim fotoğrafta nasıl poz versem diye düşünmeye başladım, çünkü ben başaracağıma inanıyordum.

Herkes sohbet ederken abim ve Demir bir köşeye çekilmiş öyle konuşuyorlardı. Su alma bahanesiyle ayaklanıp ne konuştuklarına kulak kabartmaya başladım.

''Savcılık okulu kaç sene?'' diye sordu abim.

''Hukuk fakültesi diyoruz biz ona, kaybın olmazsa dört sene.''

''Ben kaybederim kesin, köyde çikolatalarımı da kaybediyordum.''

''Öyle değil oğlum.'' diyerek anlatmaya başladı Demir.

Abim onu dinlerken bir yandan elma yiyordu. Abim ağzını çok iyi konrtol edemediği için elmanın suyu çenesine ve yere dökülüyordu, Demir peçete uzatıp, ''Elma çok sulu, geçen ben de hep döktüm.'' diyerek silmesine yardım etti.

Acaba Demir ben kimlerle uğraşıyorum, kiminle sohbet ediyorum diye düşünüyor muydu? Abimle olan arkadaşlığından sıkılıp, ona içinden de olsa deli diyecek miydi? Bu beni çok korkutuyordu, çünkü abim ona çok değer veriyordu.

Mutfağa gerçekten su içmeye girdiğimde Fırat amca da peşimden geldi. ''Belçim kızım senden bir şey isteyeceğim ben.''

''Tabii buyur amca.''

''Selim unutur diye ben söyleyeyim dedim, bana Bekir'in ve senin sağlık raporların lazım. Ailecek aynı kliniğe muayene oluyoruz biz, o bilgileri tamamlamamız lâzım.''

Garipsesem de ses etmedim, ''Tabii amca ben hemen atarım sana.''

''Sağ ol kızım.'' diyerek bir bardak su doldurdu, ''Selimim susamıştır.'' diyerek içeriye geçti. Arkasından gülümseyerek baktım.

Eve geri döndüğümde muhteşem dörtlüyle karşılaştım. Demir ve abime Fırat ve Selim amca da katılınca ev tımarhaneye dönmüştü. Hepsi garip garip davranıyor Demir onları susturmaya çalışıyordu ama sonuç olarak hepsi çok eğleniyorlardı.

Yine keyifli geçen bir gecenin ardından eve gelmiştik. Herkes odalarına çekilirken Atlas yine yemek yemek için mutfaktaydı. Bu gece durgun olmasına takıldığımdan yanına gitmek istedim. Ama Dinçer benden önce davranmış ve kardeşinin yanındaki yerini almıştı.

''Herkes sordu neyin var diye, az daha Pamuk dile gelip soracaktı. Herkese nazlandın, dökül bakayım.''

''İşle alakalı bir şeyler oldu.'' dedi salatalık turşusunun kavanozunu açmak için cebelleşirken.

Dinçer kavanozu önüne aldı, ''Anladım onu, ne oldu oğlum?''

Dinçer'in açtığı kavanozu önüne çekip yemeye başladı, ''Üstüme geldiler bugün, ben de kavga çıkardım.''

Dinçer kavanozu önüne çekip yemeye başladı, ''Sen zaten susmazsın ki, ne yaptılar benim kardeşime?''

Atlas kavanozu geriye aldı, ''Bak şimdi abi şöyle oldu.'' diyerek ilk önce bana anlattıklarını Dinçer'e anlattı. Herkesten önce bana anlatması beni mutlu etmişti.

Kapı ağzında onları dinlemenin hoş olmayacağını düşünerek salona girdim abim de salondaydı. ''Belçim bir şey soracağım ben sana.'' diyerek yanıma oturdu.

''Sor tabii abi.''

''Yarın okula tek gitmek istiyorum.''

Hayatımızdaki en önemli gelişmelerden birisi de abimin okula gidiyor olmasıydı. Bir gün Dinçer beni odamıza çekip abim için neler yapabileceklerinden bahsetmişti, ilk adım olarak özel bir ilgiye ihtiyacı olduğunu dillendirmişti. Beni de abimi de tek bir sözle dahi rencide etmeden yardımcı olmak istediğini anlatmıştı. Ailesinin de kendisiyle aynı fikirde olduğunu, her şeyde birlik olduklarını sonradan öğrenmiştim.

İlk duyduğumda abimden utandıklarını düşünmüştüm. Engelli birisini yanlarında dolaştırmak istemedikleri gelmişti aklıma, ne de olsa bunu ben bile yapmıştım, ilk okula giderken abim peşimden gelmesin diye kaçarak giderdim, onlar mı istemeyecekti?

Bu konuda da suratıma sert bir tokat gibi çarpmıştı insanlıkları. Onlar hakkında böyle düşündüğüme bile pişman olmuştum. Çünkü onlar ilk andan itibaren abime hep saygı duymuş ve onun üzerine eğilmişlerdi, bunun için zenginlik değil de insanlığın gerektiğini biliyordum.

O gece hep ağlamıştım. Sabahına ise güneşin abim için doğduğunu hissetmiştim. Abim tüm ailenin desteğiyle Ankara'nın en iyi özel eğitim merkezinde onun olmasını istediği şekliyle okumaya başlamıştı.

''Ama tek gidemeyeceğin kadar uzakta abi.''

''Otobüsle gideceğim, Demir hep işe tek başına gidiyormuş hem de şoförü varmışken bile.''

''Ama tek olmaz abi, Ankara çok kalabalık.''

Suratını astı, ''Neden tek olmaz, ben aptalım salağım deliyim diye mi?''

''Demir arkadaşın hani sana bunları yasaklamıştı?'' diye kızdım.

Eliyle ağzını kapattı, ''Söyleme sakın, sonra kızıyor bana.''

''Kızdırma o zaman bana ne, söyleyeceğim işte.'' diyerek koltuktan kalkacakken önüme geçti.

''Şşşttt söyleme kız, yalandan şey ettim ben, numaradan yani Dinçer'in salak kardeşi yapıyor ya öylesine.'' diyerek göz kırpmaya çalıştı. Bu haline gülümsedim. Ardından beraberce koltuklara oturup sohbet etmeye başladık.

''Anten fıstığı çok var bu evde.'' dedi abim Antep fıstığı yerken.

''Evet, seviyor musun?''

''Bayıldım buna ben.'' diyerek havaya atıp ağzıyla yakaladı.

''Bu evde mutlu musun abi?''

Abim neşeyle başını salladı, ''Çok mutluyum bu evde deniz bile var.''

Bahçedeki havuzu kast ediyordu, ''Mutlusun yani değil mi?''

''Evet öyle.'' dedi dümdüz, ''Ama ben İstanbul'u meraklardayım.''

Demir İstanbul'da yaşadığı için orayı görmek istiyordu, asıl istediği ise Demir'in iş yerine gitmekti, ''Bir gün o da olur abi.''

''Hemen olmaz mı?''

''Olmaz.'' dedim heveslerinin kırılışına şahit olacağımı bile bile.

Biz abimle sohbete dalmışken Atlas çıkageldi. Garip dans hareketleri yaparak karşımıza dikildi. ''Ben etik ilkeleri olan, dürüst, güvenilir, sadık bir haberciyim. Görsel olarak ekrana çok yakışıyorum, haberlerimin reyting getirmesi kanaldaki herkesin gözüne batıyor. On yıldır spikerlik yapan adamdan daha çok ilgi görüyorsam bu benim başarımdır, kendimle gurur duyuyorum.''

Biz ona garip garip bakarken o havalı bir şekilde merdivenleri tırmanmaya başladı. Abim ters ters bakıp söylendi, ''Bu benden de deli.''

Gülümseyerek abimin yanağını sıktım, ''Sen delilerin en akıllısısın abi.''

Abim üstten bir bakış attı, ''Senin kocan deli.'' diyerek yanımdan kalktı ve odasına gitti.

''Abim haklı ben deliyim,'' diyen Dinçer yanıma geldi, ''Sana deliyim yalan mı?''

Gülümsedim, ''Doğrusun sevgilim.''

''Belçim, sen bir şey unuttun.''

Bir süre düşünmeye başladım, aklıma gelenle oturduğum koltuktan sıçrayarak kalktım, ''Eyvah ödevlerimi yapmadım! Koç çok kızacak!''

Ben kaçar gibi giderken Dinçer belimden sarılıp engel oldu, ''Belçim delirme sevgilim.''

Bense paniktim, ''İlk defa ödev unutuyorum, hep senin yüzünden. Derslerden iki gram aklım kalıyor, gelip alıyorsun!''

Şımarıkça sırıttı, ''Ha öyle yapıyorum yani?'' diyerek sakallarını sıvazladı.

Kaşlarımı çatarak saçlarını bozdum, ''Senin yüzünden ödevlerimi unuttum, hepsi senin suçun!'' diyerek çalışma odama koşmaya başladım.

Koçun verdiği ödevleri onun önerdiği sırayla yapmak için masaya yerleştim. İlk yaptığım şey Dinçer'in bana aldığı gri hırkayı giyip fermuarını çekmekti. Sonrasında ise saçımla oynamayayım diye hırkanın kapüşonunu başıma geçiriyordum. Ben tarafından çözülmeyi bekleyen bir sürü matematik sorusu beni beklerken sıkıntıyla ofladım.

Ama kendime olan inancımı tekrar hatırladım. Başarmanın verdiği hissi yaşamak adına kalemime sığındım ve kitabın kapağını açtım. Bir soru, iki soru derken ilerliyordum. Kapım usulca açılınca başımı kaldırıp gelene baktım, Atlas ve Dinçer gelmişti.

''Sana yardım edeceğiz.'' dediler aynı anda, ardından Atlas konuştu, ''Bana kız ayarlayacakmışsın, kızıl olsun en acil tarafından.'' dediğinde Dinçer kafasına vurdu ve ikisi de karşımdaki sandalyelere oturdu.

Gülümsedim ne yapacağını bilmez hallerine. Ardından ciddiyetle ödevleri bölüştürüp karşılarına koydum, ellerine pek sevmediğim iki kalemi tutuşturdum, ''Hata istemiyorum.''

''Hatasız kul olmaz ama yenge.''

''Atlas,'' dedim ciddiyetle, ''Sen nasıl kazandık gazeteciliği?''

''Parayla valla.'' dedi sırıtarak.

''Özel üniversiteye mi gittin sen?''

''Hem de en özeline, bastım parayı okudum. Zengin ve nüfuzlu bir adam olarak devlet üniversitelerinde sürünecek değildim ya.''

Doğruluğunu kontrol etmek için Dinçer'e baktığımda o da kafa salladı. Telaşla ödevlerimi önünden kaldırmaya başladım, ''O zaman sen ne anlarsın matematikten ya.''

Toparladığım kağıtları geri almaya çalıştı, ''Ya yenge özel üniversite okuduysak hiç emeğimiz yok değil ya, benim dedem hukukçu, ninem şimdi her ne kadar çişini tutamıyor olsa da akademisyen ya. Damarlarımda onların kanı akıyor, akıllı olmam lazım.''

Dinçer ofladı, ''Kan bağı yok lan.''

''Asla kabul etmiyorum, ben kesin zengin genlerden geldim.'' diyerek bir süre ne kadar zengin olduğunu anlattı.

Kafam şiştiğinde cırladım, ''Of yeter! Hadi ödevleri yapıyoruz, çıt çıkmasın!'' diyerek ikisini de ikaz ettikten sonra ödevlerime döndüm. Ben konsantre olmuş şekilde matematik testi çözerken yanımdan tuhaf sesler geliyordu. Başımı çevirdiğimde Atlas'ın parmak hesabı yapmaya çalıştığını gördüm. Kendi kendine konuşur gibi soru çözmesi dakikalarca devam etti. En son, ''Sekiz kere yedi kaçtı ya?'' diye sorması tepemi attırmıştı ve onu odadan atmıştım. Evet atmıştım.

Şimdi ise Dinçer'le baş başa kalmıştık. Dinçer masumca bakıyordu yüzüme, ''Beni de atmazsın değil mi?''

''Sekiz kere yedi kaç Dinçer?'' diye sordum endişeyle.

''Valla 56.'' diye masumca konuştuğunda dayanamayıp güldüm.

Dinçer matematik konusunda gerçekten başarılıydı. Buna ve kocam olmasına güvenerek şirin bir sesle sordum, ''Dinçer, bana şu problemleri geçen günkü gibi anlatarak çözer misin?''

Koca masada ondan uzakta oturuyor olmamı dert etmiş olacak ki sandalyeden tutarak beni kendine çekti ve bizi birleştirdi, ''Sen bana tüm problemlerini anlat, onları da çözeyim.''

O dakikadan sonra matematik problemlerine eğildik, çünkü benim hayatımdaki problemler o yanımda olduğunda sıfırlanıyordu.

Dersin yorgunluğunu duş alarak attım. Bornozuma sarılmış nemli saçlarımı kuruturken Dinçer çoktan yanıma kadar gelmiş ve boynuma bir öpücük bırakmıştı. Dinçer yatağa oturdu ve beni kucağına çekti, ellerimi omuzlarına yerleştirdim,

Alnındaki saçlarını geriye tarayarak onu severken içimde açan baharlardan, kalbime serilen sulardan, cennet bahçesine yürür gibi yürüdüğümden habersizdi. Ama ben o yanımdayken hepsini aynı anda hissediyordum.

''Dinçer var sende bir şey, söyle bakalım.''

''Nasıl anladın?''

''Tanıyorum artık seni,'' diyerek şakağına ufacık bir öpücük bıraktı, ''Bir yaramazlık yok değil mi?''

''Benim işimle alakalı.'' dedi, ''Biliyorsun durumları, şehirler karışık Belçim. Birçok meslektaşım ihtiyaca göre sağa sola yetişmeye çalışıyor, bu durumda onların yanında olmak gerek.''

Gülümsedim, bu süreçte ne kadar gizlemeye çalışsa da mesleğini özlediğini çok iyi biliyordum. Ailesi daha iyi tanıyınca aslınca ailecek ne kadar zor bir yükün altında olduklarını anlıyordum, ülkede olan her kıvılcımın ateşi onlara düşüyordu sanki, ve artık ben de payıma düşen ateşte yanar gibiydim.

Ellerimi sakallarında gezdirdim, ''Nasıl için rahat edecekse öyle olsun Dinçer, ben hep yanındayım.

''Bunu biliyorum zaten, duymak daha güçlü yapıyor insanı.'' dedi yanağımı öperek, ''Yakın zamanda hangi şehre göreve gideceğim açıklanacak, sınav senen biliyorum, eğer gelmeyeyim Ankara'da ailemle kalayım dersen anl-''

Sözünü hırsla kestim, ''Her nereye gidersen oraya gelirim, benim yanım senin yanın, senin yanın da benim.''

Bunu duymak Dinçer'i gülümsetti, rahatladığını görebiliyordum. ''Seni seviyorum.'' dedi dudaklarımı öpmeden hemen önce, bornozumun iplerini açtı, henüz kurumayan saçlarımı elleriyle kuruttu.

Yeni hayatıma alışma evresineydim. Hala rüya olacağını düşündüğüm hayatım gerçekti, hem de her sabah güzel şeyler peşimdeydi.

''Ya yenge bu kuzuyu ben nasıl bezleyeceğim?''

Tabii ki her zaman güzel şeyler olmuyordu, ''Atlas, Pamuk'a kibar davran. Ayrıca parka götüreceğim diye tutturdun, bezlemezsen zeytin tanelerini tek tek sen toplarsın.''

Atlas birini başına geçirdiği bebek bezleriyle Pamuk'un başını bekliyordu, ''Nasıl yapacağım?''

''Atlas hani Kartal'ı sen büyütmüştün?''

''Yani büyüttük dediysek de bokuyla oynadık demedik, saçımı süpürge falan ettim orası ayrı.''

Elinde salladığı beze vurdum, ''Bana bak ben gidiyorum, gelirsen gel gelmezsen Pamuk'u rahat bırak.'' diyerek bahçeden çıkıp yürümeye başladım.

Ben biraz müzik dinlemek için yürüyüşe çıkmak istemiştim. Atlas bunu duyunca hemen peşime takılmak istemişti. Bu yürüyüşte Dinçer yoktu, son günlerde telefonu susmak bilmiyordu. Sürekli komiserim diye hitap ettiği birileriyle konuşuyordu. Bugün de işleri olduğu için annesiyle beraber çıkmıştı. Abimse okuldaydı, onu okuluna Fırat amca götürmüştü, öyle candan davranıyordu ki bu adamın senelerdir evlenmemiş olmasına inanamıyordum.

Sitenin çıkışına doğru ilerlerken arkamdan gelen meeleme sesiyle duraksadım. Atlas, Pamuk'a pembe bir tasma takmış ve bezlemişti, çok şirin görünen Pamuk'a gülerken, Atlas son derece havalı gözüküyordu.

''Tüm hanımefendiler bana bayılacak değil mi yenge?''

''Sen Pamuk'u kız tavlamak için mi kullanacaksın?''

''Köpekten korkuyorum, Demir kedilerini vermiyor, at sevmem, eşekler anırınca detone oluyor,'' diye bahane sıralarken Pamuk'un ipek tüylerini okşadı, ''geriye Pamuk kaldı.''

''Saçma sapan bir insansın.''

''Öf öf bunaldım, ben sahile gidiyorum.'' diyerek önden yürümeye başladı.

Arkasından, ''Burası Ankara be adam!'' diye bağırdım.

Beni hiç umursamadan, ''Pamuk hadi geh bili bili.'' diyerek Pamuk'u peşinden gelmeye ikna etmeye çalıştı.

Yakınlardaki yürüyüş yoluna geldik, ben arkamdaki adamla alakam yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Atlas ve Pamuk buraya geldikleri andan beri dikkat çekmeye başlamıştı. Spor yapan kızlar etraflarına toplanıyordu. Atlas hakikaten Pamuk'u kullanarak kızlarla konuşuyordu.

Bense kulaklıklarımı takıp koçumun önerdiği gibi hiçbir şey düşünmemeye çalışarak şarkılar dinliyordum. Tam hissizliğe dalmışken koluma bir el dokundu. Kulaklıklarımı çıkardım, Atlas neşeyle yayıldı.

Etrafına bakındım, ''Pamuk nerede?'' diye sordum endişeyle.

''Yenge beni tebrik et.'' diyerek kollarını banka sardı.

''Nedenmiş o?''

''Pamuk'u ederinin iki katı fiyatına sattım.''

''Ne!'' diyerek şaşkınca yüzüne baktım, ''Pamuk nerede Atlas?''

''Sattım yenge ya, bizim bahçede de idare ederdi ama her kuzu şişte güzeldir.''

Sinirle omzuna vurdum, ''Atlas beni delirtme, Pamuk'u kime sattıysan hemen bul getir!''

''Bu kadar sinirlenme kız ne oldu sanki? Parayı kırışmak için yapıyorsan asla olmaz.''

Öfkeyle ayağa kalkıp etrafa bakınmaya başladım, çevrede göremeyince daha da sinirlendim, ''ATLASSSS! PAMUK NEREDE!'' diye bağırdım öfkeyle.

Atlas korkuyla yerinden sıçradı, birden hıçkırmaya başladı, ne zaman korksa bunu yapıyordu, ''Şaka yaptım Pamuk arkada.'' diyerek hıçkırmaya devam etti.

Öfkeyle omzuna vurdum, ''Bir daha bana Pamuk'la ilgili şaka yapma, ayarsız herif!'' diyerek Pamuk'un yanına koşturdum.

Pamuk'u kucaklayıp bankta bıraktığım eşyalarımı toplamak için döndüğümde Atlas'ı telefonda kocamla konuşurken yakaladım.

''Ben ona masum bir şaka yaptım, bana dedi ki sen zaten aşağılıksın, karakterin yok dedi, bir de tokat attı, çenem çok acıyor abi.'' diyerek nazlanmaya başladığında telefonu hızlıca elinden kapıp kendimi açıklamak için kulağıma götürdüğümde Dinçer benden önce konuştu.

''Atlas hassiktir oradan, benim karım öyle konuşmaz ama konuşursa da hak etmişsindir. Şimdi bana karımı ver ve o sesini kes.''

Gülümseyerek Atlas'a baktım, ''Seni seviyorum hayatım.'' diyerek telefonu kapattım.

Atlas bu yaşanan olayı babaannesine kadar herkese anlatmıştı. Anlattığı herkes de 'aynen vay yavrum.' diye geçiştirdikçe mutlu oluyordum.

Eve döndüğümde abim okulundan gelmiş bahçede Elife ile konuşuyordu. Elife öğretmen onu hayatındaki aydınlıklardan birisiydi, biz de sürekli konuşuyor birbirimizden haber almaya devam ediyorduk.

''Ben artık okuyabiliyorum.'' diyordu abim, ''Ama küçük yazıları daha güzel okuyorum ki.'' diyerek eğitim hayatını anlatmaya başladı. Birden okuldan konuşurken konu hemen Halide yengeye ya da Selim babama geliyordu. Geçen gün ailecek gittiğimiz yemekte ne yediğini bile anlatmıştı. En sona hayalini eklemişti, ''Ben avukat olmaya karar verdim öğretmenim, suç işle ben seni kurtarırım.'' diyerek heyecanlı kahkahalar attı.

O çok övünerek okuma yazma öğrendiği haberi yalan değildi. Okuyabiliyordu ama heceleyerek, yazabiliyordu ama yardım alarak. Yıllarca başarmaya çalıştığım şeyler hızlıca Ankara'da gerçekleşiyordu, zaman ışık hızıyla akmıyordu, Ankara abimi kolları arasına almış okşuyordu, Ankara abime merhametli davranıyordu.

Bir köşeye sinip yüzümde tebessümle abimin mutlulukla anlattığı şeyleri dinledim, sesi en gür, 'Ben avukat olacağım.' derken çıkıyordu. İmkansızlıklar kursağımdan geçmeyen bir lokma gibiydi, her seferinde boğazıma oturuyordu.

Bugün Bahar yengenin kafenin kütüphanesinde ders çalışırsın ısrarlarına dayanamayıp oraya gidiyordum. Eve yakın olduğundan yürüyerek gitmeyi tercih etmiştim. Üzerimde kot bir pantolon ve beyaz bir kazak vardı. Saçlarım tam bir sınav öğrencisi gibi iki yandan örülüydü, sırtımda mavi bir çanta ve göz altlarımda sınav senesi yorgunluğuyla kafeden içeriye girdim.

Bugün abim de buradaydı. Her zamanki masasına oturmuş resim çizdiğini düşünürken o ders çalışıyordu. Merkezde ona öğretilen şeylerin üzerinden geçtiğini görünce garip hissetmiştim, hırslı halini beğenmiştim.

''Abiciğim, ben geldim!'' diyerek yanağından öptüm.

Anlık neşeyle yüzüme baktı, ''Çok hoş geldin tamam mı,'' diyerek gülümsedi, ardından hemen suratını astı, ''Geç otur yani ne yapayım.'' diyerek beni başından savdı.

Bizim tebessümle izleyen Bahar yengemle sarıldık, ''Belçim burası senin sayınır, sen istediğin yere otur ve canın ne istiyorsa ye iç güzelim. Benim mutfakta biraz işim var, seni çok öpüyorum.'' diyerek beni evimde gibi hissettirdi.

Abime çok da uzak olmayan bir masaya oturup kendime sıcak çikolata ve bir parça kek söyledim. Siparişlerimi beklerken etrafı inceliyordum. Genelde öğrenciler geliyordu, çoğunluğu kız öğrenciler oluşturuyordu. Birilerinin ilk buluşmasına şahit olur gibi olduğumda hızla başımı çevirdim.

Üzerimde birkaç göz hissettiğimde yüzüğümü parmağımın dibinden kenara çekerek saçımı düzeltir gibi yaptığımda o bakışlar da hızla kaybolmuştu. İçeceğim ve kekim geldiğinde teşekkür ederek yemeye başladım. Keyifle harika kekimi yerken bir genç kızı abimin yanına giderken gördüm.

Sarışın mavi gözlü güzeller güzeli bir kızdı, eteğinin uçları sallanarak abime ilerledi. ''Merhaba ben Meliha.'' dedi güler yüzüyle. Abime beğeni ve ilgiyle bakıyordu.

Abim kıza baktı, ayağa kalkıp konuştu, ''Merhaba ben Bekir.'' dediğinde gülümsedim.

Kız heyecanlıydı, bu heyecanı avuç içini eteğine silmesinden belliydi, ''Ben son zamanlarda seni burada çok gördüm ve merak ettim. Daha yakından tanışabilir miyiz diye soracaktım.''

İçimde koca bir heyecanla onları izliyordum, aynı zamanda tedirgindim. Abim kızın yüzüne anlamsızca bakıp, ''Daha yakından ne demek ki?'' diye sordu masum masum.

''Yani şey, beğendim ben seni. Hoşlandım.''

Abim koca bir kahkaha attı, ''Hoşlandım ne demek? Bizim evde erik var sana da getireyim mi yersin, ha bir de Pamuk var ama o kuzu gibi.''

Kız anlamsızca abimin yüzüne bakarken kız grubunun oturduğu masadan kahkaha sesleri duydum, başımı çevirdiğimde birisinin video çektiğini gördüm.

Meliha kaşlarını çattı, ''Ben anlamadım seni, sadece tanışmak istedim ama yanlış oldu galiba.''

Abim sırıttı, ''Yanlışlar geri alınamaz dedi Demir arkadaşım, Bahar yengem kek yaptı, pasta içer misin?'' diye sordu ilgiyle.

Kız konuşacakken bir kız arkadaşı gelip kızın koluna yapışıp abimin yanından uzaklaştırırdı, ''Adam deli çıktı, manyak gibi hala konuşuyorsun Meliha!''

Meliha ''Deli ne demek ya?'' diye sordu masaya otururken. Dörtlü arkadaş grubunun oluşturduğu masada o andan sonra abime bakarak konuşmaya başladılar.

''Ulan Meliha ayda yılda birinden hoşlanıyorsun, o da Allah'ın delisi çıkıyor!'' diyen esmer kız bir kahkaha attığında diğerleri de ona eşlik etti.

''Erkek seçimlerimde özenli davranıyorum der bir de, özene özene en malını buluyorsun çünkü!'' diyen kız saçlarını savurdu.

Meliha ise üzgün duruyordu, ''Saçma sapan konuşmayın, daha düne kadar hepiniz çok beğeniyordunuz ama!''

''Meliha,'' diye uyaran diğer arkadaşıydı, ''Herif zihinsel engelliymiş, dün öğrendik, sen inatla açılmak isteyince de kalbin kırılmasın diye söylemedik, arkadaşımızın iyiliğini düşündük.''

Meliha'nın gözleri doldu, ''Bu mu arkadaşlık?'' diyerek masadan kalktı, ''Eğer buysa arkadaşlığımız bitti, bir daha beni aramayın.'' diyerek kafeyi terk ederken dönüp son kez abime baktı, abim de ona bakıyordu, kız ağlamaya başladı, el salladığında abim de masadan bir peçete alarak ona uzattı ve kız kafeden ayrıldı.

Kız grubu abim ve arkadaşlarıyla dalga geçmeye başladıklarında Bahar yenge çıkageldi. Benim omzumu sıvazlayarak kızların yanına adımladı.

''Küçük hanımlar kafemden kovuldunuz, hesap ödemenize gerek yok son kez benden olsun.''

Kızlar şaşkındı, ''Bahar hanım pardon da sebep ne?''

''Sebebi biraz düşününce bulursunuz. Daha çok genç kızlarsınız, bu size bir ders olur umarım.'' diyerek elimle kapıyı gösterdi, ''Hadi hanımlar, hoşça kalın.''

Kızlar söylene söylene çıkıp giderken ben Bahar yengemin yanına gidip sarıldım, ''Teşekkür ederim yenge, sağ ol.''

Sırtımı sıvazladı, ağlayacağımı gördüğünde ise hemen konuyu değiştirdi, ''Belçim, biraz soru çöz ve hemen mutfağa gel Dinçer'in en sevdiği tatlıyı yapıyorum, sen de bir el atarsan daha lezzetli olur.''

Dolu gözlerimle gülümsedim, ''Hemen geliyorum yenge.''

Masaya oturup kendimi derse vermeye çalışsam da başarısızdım. Gözlerim sürekli abimi buluyordu, kafedeki kızların dikkatini çekecek kadar yakışıklıydı ama eksikti işte, o eksik de hayatını tam yapamıyordu. İçimdeki ukde gittikçe büyüyordu. Keşke diyordum hep, keşke sihirli bir değneğim olsa da abime konsa...

Günler çalışarak, çok çalışarak geçiyordu. Ben hırsla sınava hazırlanırken Dinçer işleri için uğraşıyordu. Son günlerde oluşan başka bir gariplik ise ailemizin abimin üzerine olan düşkünlüğüydü. Her gün beraber bir yerlere gidiyorlardı, abim mutluydu ve gerisi önemli değildi.

Akşam yemeğinden sonra ailemden müsaade alarak kendimi çalışma odasına kapattım. Tek bir soru için yarım saat uğraştım ve en sonunda tırnaklarımı yiye yiye çözdüm. Ben bu soruyu çözmenin mutluluğunu Dinçer'le paylaşmak için ayaklandığım sırada zaten yanımda olduğunu gördüm. Kapının ucunda gülümseyerek beni izliyordu.

''Çözdün değil mi?'' diye sordu meraklı bir halde.

Gülümseyerek boynuna sarıldım, ''Kaçmaz benden.'' diyerek öptüm.

''Aslan karım benim.'' diyerek karşılık verdi.

''Belçim, dersin bittiyse biraz konuşalım mı?''

Endişelenmiştim, kaşlarım kendiliğinden çatıldı, ''Bir şey mi oldu Dinçer? İyi misin sen?'' diyerek elimi sakallı çenesine yerleştirdim, ''Bir şeyin yok değil mi?''

Yüzündeki elimin üzerine elini koydu, ''Ben iyiyim merak etme kötü bir şey yok, sadece konuşacağız.''

''Tabii konuşalım.''

Odadaki koltuklara oturduk, ben merakla Dinçer'in ağzından çıkanları kapmayı bekliyordum. O ise sıkıntılı görünüyordu.

''Belçim aslında ailecek konuşmak istedik ama önce benim söylemem daha uygun olur diye düşündüm.''

Korkmaya başlamıştım, ''Ne oldu Dinçer? Hepiniz ne konuşacaksınız benimle?''

''Konu Bekir abi.''

Abimin adı geçtiği an kalbim sızladı, ''Ne oldu abime? Bir şey mi yaptı? Ne yaptıysa istemeden ol-.''

Titremeye başlayan ellerimi tuttu, ''Bekir abi bir şey yapmadı, kendisi de iyi Demir'le kitap okuyorlar.''

Derin bir nefes aldım, saçlarıma taktığım tokayı çıkartıp saç diplerimi ovdum, ''Peki konu ne? Dinçer kalbim gürlüyor, hemen anlat ne olursun.''

''Bekir abinin engelini aşabiliriz.''

Cümle beynimin içerisinde defalarca döndü durdu. Abimin engeli üzerine Dinçer'den duyduğum ilk cümle buydu. Önce çok kızdığımı hissettim, ama sustum. Bir süre sessiz kaldım, düşünmeye çalıştım, ne demekti bu?

''Nasıl yani? N- Ne demek o?'' titreyen sesimi zapt edemedim, ''Engeli derken, yani ne?''

''Belçim, Bekir abim engelli bir insan, başımızın üzerine yeri yurdu var zaten biliyorsun. Konu bu değil, konu bu engelle yaşamak zorunda olmaması. Eğer isterse engelini ezer geçer.''

Kaşlarımı çattım, ''Nasıl isterse Dinçer? Zihinsel engelli benim abim, kolu eksik değil bir kol bulup takalım.''

''Evet zihinsel engelli ama hangi düzeyde? Halide yengem bir araştırma yapmış, günlerdir bunların peşindeyiz. Nedir ne değildir araştırmaya çalışıyoruz. Önceleri Bekir abime nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili bilgi almak istedik ama sonra Halide yengemin bir doktor arkadaşı yengeme bir şeyler anlatmış. Devir nasıl bir devir, her şeyin tedavisi var, bir düşündük neden olmasın lan diye, duvarları yıktım ilk gece, sonra düşününce haklılar Belçim. Neden olmasın?''

Bir süre konuşmadım. Öylece sindirmeye çalıştım sözlerini, engelli abimden bıktılar da mı hemen iyileştirmek istiyorlar diye geçirdim içimden.

Sonra hemen kızdım kendime, susturdum içimdeki ezik kızı. Ailen onlar senin dedim, karşındaki adam kocan dedim, kollarını sana açan insanların kollarına çizik atma Belçim.

Dinçer dikkatle yüzümü izliyor, ne tepki vereceğimi tahmin etmeye çalışıyordu. Dolu gözlerimle bakıyordum yüzüne. Hırçınca saçlarımı arkaya attım, sesli bir nefes aldım. ''Nasıl olurmuş ki? Ne demiş doktor?'' diye konuştum tedirgin bir sesle.

Gülümsedi, bir anda kollarını bana sararak saçlarımı öptü, ''Her şeyi anlatacağım sana güzelim, noktasından virgülüne sen bana güven.''

Dediği gibi de yaptı, her şeyi anlattı bana. Ardından salona indik, bizi ailecek karşıladılar. En çok konuşan Halide yenge oldu, doktor bir arkadaşının hastanesinden söz etti, tıbbı bilgileri ondan dinledim, anlamaya çalıştım, en heyecanlı olan bu araştırmada gönüllü Fırat amcaydı. Diğer herkes de destekleyici yorumlar yapıyordu. Bense gözyaşlarımı sile sile onları dinliyordum.

Küçücük köyde dar pencereli bir kızdım ben, bir engelin aşılabileceği aklımın ucundan geçmezken şimdi abimin engelini aşabileceğime olan inançla dolmuş taşmıştım. Umutla, yüreğimde koca bir sevinçle Halide yengemi dinlerken pek de duymak istemediğim o cümle çıkageldi.

''Yalnız şöyle bir husus var, doktor arkadaşımın kliniği Muğla'da.''

''Muğla mı?'' diye sordum umutsuzlukla.

''Muğla'da denizin kıyısında bir klinik. Ahmet hoca çoktan doktorluğu bırakmış birisi Belçim, sadece özel hastalarını kabul ediyor, Bekir de onlardan birisi, tanıştılar çok sevdi abini, gönüllü onu almaya.''

Ben hunharca ders çalışırken ailem abim için didinmeye başlamış bile, benden gizli neleri neleri halletmişler..

''Nasıl bir tedavi olacak?''

''Detaylarını Ahmet hoca sana anlatır ama bildiğim kadarıyla Bekir'in en az bir senesini Muğla'da geçirmesi şart. Başka hiçbir yere gitmeden Muğla'da kalmalı. Tedavilerde devamlılık esastır. Tamamen engelini aşması için gereken süre bireye göre değişir.''

Saatlerce abimle ilgili konuştuk. Ahmet beyin ne kadar harika bir doktor olduğunu dinledim. Çok yaşlı bir adamdı ama aldığı her hastayı da mutlaka tedavi etmişti. Umutla doldu göğsüm, yıllarca içimde biriken irin dışarıya aktı sanki, nefesin daha derin alınabildiğini bu gece öğrenmiştim.

Biz konuşma yaparken abim çoktan uyumuştu. Odasına girdim, başucunda duran anayasa hukuku kitabına baktım, ilk defa umutla gülümsedim o kitaba, ilk defa abime karşı umutla doldum.

Bahçeye hava almak için çıktığımda Dinçer'in telefonda konuştuğunu duydum. ''Emredersiniz.'' diyerek resmiyetle kapattığında üstü olduğunu anladım.

''Ne oldu?'' diye sordum merakla.

''Haber geldi.'' dedi.

''Neresi çıktı?'' dedim merakla, yüreğim ağzımda atıyordu.

''Bingöl.'' dedi.

Muğla ve Bingöl arasının kaç saat olduğunu düşünmeye başladım. Uzaktı biliyordum, çok uzaktı.

''Ne zaman Bingöl'de olman gerekiyor?''

''Üç gün içerisinde.''

Huzursuzca kıpırdandım, ''Anladım.''

''Benimle gelecek misin Belçim?'' diye sordu.

Üç gün içerisinde bir taraf seçmem gerekiyordu. Muğla'ya gidersem Dinçer'le asla görüşemeyecektik ve aramızdaki karı koca ilişkisi zarar görecekti. Bingöl'e gidersem Dinçer'le hiç ayrılmamış olacaktık ama bu süreçte de abim bensiz, yarım kalacaktı. İki taraf da canımdan öteydi ama hangisinin daha öte olduğunu seçmem gerekiyordu.

Bölüm : 01.06.2025 21:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...