Belçim'den
Hayatımda ilk kez kameralı telefon gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Köyde muhtarın oğlu kendine almıştı, harmanda herkese hava atarken ben de o kalabalığın içerisine girmiş, merakıma yenik düşmüştüm. Siyah ufak, tuşlu bir telefondu ama onu farklı kılan kamerasıydı. O telefonu o gün elime almayı çok istemiştim ama alamamıştım.
Hayatımda hatırladığım en net hayal kırıklıklarından birini o gün yaşamıştım. Bir gün öyle bir telefonu elime alacağımın hayaliyle yaşadım bir süre. Hayaller benim için gerçekleşmeyen şeylerdi. Hayal kurmak bu yüzden beni hep üzerdi, gerçekleşmeyecek şeylerle kendimi avutuyor gibiydim, kendimi kendimle kandırır gibiydim.
Şimdi ayağımın değdiği tüy kadar hafif halının üzerinde yürürken, odadaki birbirinden güzel eşyalara bakarken, odamdaki balkondan anıtkabiri görürken kendime de, bulunduğum yere de inanamıyordum. Ben hayalini bile kuramayacağım bir ailenin evinde, gelinleri olarak bulunuyordum, bundan da önemlisi beni kızları yapmak istiyorlardı. Zaten öyle olacaktı da.
Salondaki konuşmanın ardından herkes evlere dağıldı. Dinçerlerin evinde sadece çekirdek ailesi kaldı. Sağ baştan Selim bey, Suna hanım, Atlas, Kartal, ağabeyim, ben ve Dinçer oturuyorduk. Pardon, Atlas bir koca kase patlamış mısır yiyerek dondurma kattırdığı sütünden içiyordu.
Kartal aynı babasına benziyordu. Dinçer ve Atlas'la alakası yoktu. Ela gözleri vardı, boyu ağabeyine yakındı. Çok efendi duruyordu, karakter olarak Dinçer ve Atlas'ın karması gibiydi.
Ağabeyim esnemeye başladığında Atlas konuştu, ''Uykun mu geldi reis?''
Ağabeyim sonuna kadar açtığı ağzını koluyla kapattı, ''Hayır, kurt uyudu sandınız ama uyumaz çünkü aryon içiyor.'' diyerek ayranından içti.
''Kurt mu?'' diye sordu Dinçer, ''Atlas, Akgün de mi geldi Demir'in evine?'' Akgün de yakın arkadaşları oluyordu.
Atlas yediği mısırdan kafasını kaldırdı, ''Demir'in evi derken? O ev benim de evim neyse, Akgün çıkmıyor Demir'in evinden, zaten de yapışkan birisiydi. Geçen ay zil zurna tef gitar bağlama gelmiş eve, Demir illallah etti, almadı eve. Sonra ben kıyamadım, otele götürdüm. Demir'den daha iyi bir insanım, bence cennet garanti.''
''Ha kesin öyledir,'' dedi Kartal, ''Ya Dinçer ağabey, balayı süitine götürmüş Akgün ağabeyimi, bir haftalık tutmuş odayı, tüm faturayı da onun kredi kartından ödemiş. Kartı da ceplemiş hala kullanıyor.''
Atlas kendini beğenmiş gibi konuştu, ''Zil zurna sarhoş adamla ilgilendim tabii ki bir karşılığı olacaktı. Hayatta karşılıksız hiçbir şey olmamalı.''
''İlgilenmemişsin Atlas ağabey, Pelin'i çağırmışsın otele, o gelmiş almış sen otelde keyif sürmüşsün. Çok çekilmez adamsın, çok.''
Atlas bozgundu, ''Aşk olsun annemin oğlu,'' diyerek iç çekti, ''Duvar olsaydım da bu lafı duymasaydım.'' diyerek burun kemerini sıktı.
Ben kırıldığını düşünerek Dinçer'e döndüm, ''Üzüldü mü?''
''Yok be yavrum, Atlas'ı kimse kıramaz.'' dedi kendinden emin.
Atlas mutsuzdu, ''Taş duvar olsaydım da ağabey dediğini duymasaydım.'' diyerek iç geçirdi.
Ben buna takıldığı için şaşırırken Kartal konuştu, ''Senden para isteyince ağabeyden para istenmez diyorsun ama.''
''Ee doğru ağabeyden para istenmez, git Demir'den iste, Ali amcamdan iste, Bahar yengemi dolandır, hayır yani kardeşin parası bitsin mi?''
Ağabeyim merakla sohbeti dinleyip dahil oldu, ''Belçim sen de bana ağabey deme, artıkın istemem, hem ben çok minikim.''
Ağabeyimin eğlenceli hallerine gülümsedim, ''Ama olmaz sen benim ağabeyimsin.'' diyerek ona takıldım.
''İtlas bir şey söyle lütfen.''
Atlas beni süzdü , ''Bence de ağabey demesin Beko, senden büyük duruyor zaten.''
Suratım anlık olarak asılsa da şakadan ibaret olduğunu anladım, ''En azından kendi kredi kartımı kullanıyorum Atlas.''
Atlas hıçkırdı, ''Hadi ya, şifresi ne?''
Sohbetimiz Suna hanım ve Selim beyin salona girmesiyle kesildi. ''Hadi çocuklar saat geç oldu, uyuyalım.'' sözü üzerine ayaklandık.
''Bekir'in odası zaten hazır,'' dedi Suna hanım, ''Gerisini siz halledersiniz.'' diyerek bize bakarak konuştu, ''Gece acıkırsınız dolapta yemek var, sıkılırsınız televizyonu açın, bunalırsanız da kapıyı.''
Gençler olarak ben hariç hepsi ''Emredersiniz komutanım.'' dediklerinde kocaman gülümsedim. Suna hanım üç oğlunu da kollarının yettiğince sarmaladığında geride kalan ağabeyimi de hızla o sarmalamaya dahil etti. Onlar eğlenirken benim gözlerim dolmuştu. Selim bey yanıma gelip bana sarıldı.
''Hayat,'' dedi, ''Bazen bir kucaklaşmadan ibaret. Unut kızım eskiyi, biz artık senin ailen olacağız.''
Gülümsedim dolu gözlerimle. Minnetle teşekkürler ettim. Şimdiden bile altında ezilmeye başladığım iyiliklerinin devamında mahcup olacak olsam da ben de onlara hak ettikleri karşılıkları verecektim.
Ağabeyim ve Atlas önden önden üst kata çıkarken biz gerilerindeydik. ''Bekir ağabeyin odası hazır,'' dedi Dinçer, ''Yoldan gelince uyumuş zaten, biliyor odasını ama senin için rahat etsin bakalım.''
''Biz ağabeyimle aynı odada uyuruz.''
''Gerek yok, evde oda var.''
''Zahmet olmasın diye dedim.''
''Zahmet olmaz Belçim.''
''Peki.''
İkinci kata çıktık. Çok geniş, aydınlık bir kattı burası. Ağabeyim önden önden odasına gidiyordu, ışıklı koridorun sonundaki odaya girdi. Dinçer'le peşinden giderken o beni durdurdu.
''Siz Bekir ağabeyimle özel konuşursunuz şimdi, yalnız kalın.''
Ellerinden tuttum, ''Sen de Kartal'ın ve ağabeyinin yanına uğra.''
''Ağabeyim,'' dedi gülerek, yüzümü sevdi, ''Yerim seni şurada.''
''Yeme Dinçer, aile evindeyiz usturuplu olsana.''
''Evlenince göreceğim seni.''
''Evlen de gör.'' diyerek ağabeyimin odasına girdim ve kapıyı kapattım. ''Belçim,'' dedi hevesle, ''Bak işte benim odam.''
Odası bizim köy evinin iki odası kadardı. Geniş, ferah ve çok güzeldi. Tek kişilik kocaman yatağı vardı. Ağabeyim hevesle büyük gardırobun kapısını açtı, ''Demir arkadaşımın annesi ve senin şeyinin annesi bana kıyafet almış, hatta hepsi yeni, yırtıkları bile yok.'' dedi üzerine tutarak.
''Teşekkür ettin mi ağabey?''
Ağabeyim göz devirdi, ''Çok teşekkür dedim, onlar da icra ederiz dediler. Bunu Atlas'a anlattım bana gözün aydın icralık oldun reis dedi, ben de sinirlendim onu kovaladım sonra Demir bana dedi ki sen buna uyma, ben de dedim ki tamam dedim.''
Yatağın ucuna oturdum ve ağabeyimin ona aldıkları eşyaları sevinçle bana tek tek göstermesini izledim. Aldıkları kıyafetler pahalı şeylerdi, kendi çocuklarının üzerinde olanlardan almışlardı.
''Hatta Halide yenge bana dedi ki, 'Sen de benim oğluşum sayılırsın.' bile dedi. Suna komutanım da dedi ki 'Sen çok akıllısın.' dedi. Atlas sonra beni kıskandı, beni hep kıskandı.''
Gülümsedim ve anılarını dinledim. Birbirinden eğlenceli anlattığı şeyler beni güldürdü ve düşündürdü. Böyle birbirinden güzel insanlarla rastlaştığımız için binlerce kez şükür ettim.
''Belçim,'' diyerek yanıma oturdu, ''Ben bir şey diyeceğim sana ama sakın sakın gülme.''
İlgiyle yüzüne baktım, ''Gülmem ağabeyim benim sen söyle.''
''Ben okumak istiyorum. Ama okuma yazma bilmek değil, Demir gibi hukukçuluk okumak istiyorum.''
Bir süre öylece kalakaldım. Okuma yazma bilmeyen ağabeyim hukuk okumak istiyordu. İçime kocaman bir kaya parçası gelip oturmuştu.
''Neden sustun? Olamaz mıyım?'' diye sordu kırgın bir sesle.
''Ağ- ağabey, ben ee.'' Ağzımda bir şeyler geveledim, ''Önce oku-''
''Tamam işte,'' diyerek öfkeyle ayaklandı, ''Olamam tamam, sus!''
Ben de üzüntüyle ayağa kalktım, ''Ben öyle demedim.''
''Olursun da demedin, neden ben avukat olamayayım? Hem herkes avukat, hadi beni avukat yapsana.'' dedi koca bir istekle, ''Demir'in beni götürdüğü atiyede bir sürü avukat vardı.''
''Öyle olmaz ki, ben yapamam.''
Ağabeyim hayal kırıklığıyla balkona çıktı, ben de peşinden gittim. Bir süre sessiz kaldık. Onu teselli edecek sözler ararken bulamamak canımı çok acıtıyordu.
''Ben zaten de salağım ki, deliyim ben. Aklım eksik, çok çirkinim. Her yerim pis değil mi? Kimse bana dokunmak da istemiyor. Ben köye gideyim, amcamla yaşamak isterim.''
''Ağabey, o nasıl laf? Ben seni çok seviyorum.''
''Sevsen beni avukat ederdin. Sevsen bana avukat küppesi giydirirdin.''
''Elimde olsa hemen yaparım.''
''Neden elinde yok?'' dedi sorgular gibi.
''Çünkü, yok işte, olsa her şeyim sensin.''
''O zaman küs, konuşma bana.'' diyerek ağzına fermuar çekip balkon duvarına yaslandı. Ben konuşma girişimlerinde bulunsam da beni reddediyordu. Bir süre sustuk, sessizliğin arasından bir ses duydu.
''Hayırlı geceler.'' diyen kişi Demir'di. Evin bahçesinde, balkonun altında duruyordu.
Ağabeyim hevesle konuştu, ''Demir arkadaşım? Sen ne yapıyorsun orada?''
''Bugün konuştuğumuz kitabı buldum. Ben de yoktu ama Selim amcamdan istedim.'' diyerek kolunun altındaki kitabı gösterdi, ''İstersen inceleriz.''
Ağabeyim heyecanla bana baktı, ''Hukukçuluk kitabı o, atiyede görmüştüm.'' diyerek Demir'e baktı, ''Çoook isterim, geleyim mi yanına?'' diyerek balkondan atlayacakken tuttum.
Demir'in, ''Bekir sen geriye çekil,'' demesiyle çekildi, ''İstersen ben sizin eve geleyim, hem konuşuruz. Sana anlatmak istediklerim var.''
''Köye mi gidelim?'' dedi üzüntüyle, ''Köye mi göndereceksiniz bizi?''
''Hayır yok öyle bir şey. Eviniz derken orasını kast ettim ama istersen Fırat amcamın evine gidelim beraber.''
Ağabeyim gülümsedi, ''Evde kalan Fırat amca mı? İtlas öyle söyledi.''
Demir başını salladı, ''Öyle demeyelim, o amcamız bizim. Hadi in seni bekliyorum.''
Ağabeyim hevesle Demir'in yanına koşturduğunda peşinden gittim. Demir kapının önünde onu bekliyordu. Selamlaştılar, ''Bekir sen geç amcamın evine, Mavi ve Tibet orada zaten.''
''Peki ben gidiyorum, herkese bay bay.'' diyerek gitti.
Ben mahcubiyetle Demir'e baktım.
''Merhaba, balkondaki konuşmaları yanlışlıkla duydum.'' dediğinde utandım ama o buna fırsat vermedi, ''Kendini kötü hissetme, Bekir'e de hissettirme. Bekir'in özel bir durumu var evet ama hayatta hiçbir engel aşılmaz değildir Belçim. Bekir hukuk mu okumak istiyor? Neden okumasın? İnsanı hayatta tutan umuttur. Sen umutsuz olursan Bekir'in de umudu kalmaz, sen ona en yakın olansın. Sana en yakın olan da Allah, dua et, huzurlu ol. Şimdi arkadaşımla ilgileneceğim, hayırlı geceler.''
Demir ve ağabeyimin Fırat amcanın evine gidişini izlerken karmaşık duygular içindeydim. Ağabeyimin ayakları yere değmiyordu, bu mutluluğunun hep sürmesini diledim ama onun dilinden dökülenler gerçekleşmesi zor şeylerdi. Bu haline içim giderken belim kuvvetli kolların arasında kaldı.
''Güzellerim güzelim,'' diyerek yanağıma konan sıcacık öpücüğü hissettim.
Dinçer'in belimdeki ellerini tutarak yüzümü ona döndüm, ''Annenler görecek.''
''Ayıp mı?''
''Ayıp edepsiz ayıp.'' diyerek yalandan kızdım.
''Demir ve Bekir ağabeyim çok iyi anlaştı ha, bozuluyorum kayınçoma.''
''Bozulma kayınçona, seni de seviyor.''
''Hiç belli etmiyor.''
''Her sevgi belli mi edilir?''
''Belli edilmezse ne kıymeti kalır?''
''Haklısın.''
Dudaklarıma aniden sıcacık bir öpücük bıraktı, ben şaşkınca ona bakarken onun açıklaması hazırdı, ''Bakma öyle, haklısın dedin.''
Gülüşerek eve geçtik, Dinçer odasının kapısını açtı ve girmem için müsaade etti, derin bir nefes alarak odaya girdim.
Çok geniş bir odaydı. En baskın renk lacivertti. Kocaman gardırobu, boy aynası, bilgisayarı bile vardı. Odanın içerisinde birden fazla kapı da bulunuyordu. Yatak hayatımda gördüğüm en büyük yataktı, ona bakınca huzursuz olmuştu içim. Tedirgince gözlerimi çektim.
Bir emanet gibi duruyordum odanın girişinde. Dinçer kapıyı kapatıp yanıma geldi, ''İşte burası odamız.''
''Güzelmiş odan.''
Elimi tuttu, ''Seninle daha da güzelleşecek odamız.''
Zorlukla gülümsedim. Yatağın başındaki fotoğrafa takıldı gözlerim. Usulca adımlayıp incelemeye başladım. Fotoğrafta iki hamile kadın vardı. Fırat amcasını sarı saçlarından tanımıştım, Ali amcası da çok değişmemiş gibiydi. Annesi ise diğer kadınlara kıyasla ciddi görünüyordu fotoğrafta. Gözlerim Dinçer'i aradı ve hemencecik buldu. Ali amcasının önünde aynı onun gibi kaşları çatık bir şekilde kameraya bakıyordu.
''Ben neredeyim?'' diye sordu tam arkamda durarak.
Amcasının kucağında elindeki köfteleri yemeye çalışan Atlas'ı gösterdim, ''Busun değil mi?''
''Yok Belçim, Fırat amcamın ensesinde kedi tutuyorum.''
''Kızma hemen.'' dedim bozgun haline gülerek.
''Yok kızmadım.'' dese de bozulmuştu.
''Annem senin için kıyafetler bırakmış istediğini giy.'' diyerek önüme bir sürü kıyafet yığdı, ''Olmazsa söyle hemen çıkar alırım.''
''Keşke kıyafetlerimi getirseydim ayıp oldu böyle, koluna taktın kimsesiz gibi getirdin beni.'' diyerek duraksadım, ''gibisi fazla.''
''Ben senin kimsen oldum çoktan. Kocan olacağım artık, şu dünyada sana en yakın olması gereken kişiyim. Bir daha ağzından böyle şeyler çıkmasın.''
''Çıkarsa ne yaparsın?''
''Öperim o ağzını.''
Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım, o ise oldukça ciddiydi.
''Aynı odada kalmayacağız değil mi? Bana kalacağım odayı göster istersen.''
''Burası senin odan, ben Atlas'la yatacağım.''
''Atlas'ın haberi var mı bundan?''
''Koynuna girersem olur, hem o çocukken sürekli benimle uyurdu.''
''O nedenmiş?''
''Halide yengem Demir'in hayvanlarını konuştururdu, o da gece korkardı hayvan konuşur mu diye, travması olmuş.''
Gülümsemem Pamuk'u hatırlamamla soldu, ''Dinçer Pamuk'u arabada unuttuk!''
Dinçer de unutmuş olacak ki şaşkınlıkla söylendi, ''Hassiktir!''
''Dinçer koş!'' diye bağırdım. Hızla merdivenleri inmeye başladık, telaşla evden çıkıp otoparka koşmaya başladık, koşarken de birbirimizi suçluyorduk, ''Hadi ben unuttum, sen nasıl unutursun arkadaşını?''
''Sen varken gözüm kimseyi görmüyor işte, anla!''
''Dinçer! Bu nasıl bahane ya?!''
''Sen neden unuttun peki, bir de bana kızıyorsun?''
''Ya ben senin ananla tanışacağım için geberiyordum heyecandan!''
''Anan deme, ana de. Senin de anan.''
''Dinçer!''
''Efendim hayatım benim.''
Öfkeyle suratımı astım. Arabanın yanına geldik, Dinçer telaşla arabayı açtı. Kapılarını açarak Pamuk'u aramaya başladık ama yoktu, ''Dinçer, Pamuk nerde?''
''Dağa kaçtı herhalde.'' dedi şaşkın şaşkın.
''Dinçer, ne dağı ya? Çankaya'dayız!''
''Ne bileyim yavrum ben, herif gitmiş işte.''
''Herif mi? Dinçer, Pamuk dişiydi.''
''Şimdi bunu mu tartışalım Belçim?''
''Tamam, dur düşünelim nerededir Pamuk.''
Bir süre arabanın yanında Pamuk'un nerede olduğunu bulmaya çalıştık. ''Arabanın kapısını eşyaları almaya gidince açık bıraktım kesin kaçtı.''
''Pamuk, güzel kızım neredesin?'' diye söylenerek koca bahçede onu aramaya başladım, ''Pamuk, gel kızım hadi.'' Ortaya çıkmayınca Dinçer'e baktım, ''Meelesek mi acaba?''
''Saçmalama güzelim, anıralım bir de.''
''Pamuk yok ortada, Diyarbakırdan onca yoldan getirdik, Ankara'da kaybettik kuzuyu.''
''Buluruz güzelim, benim aile asker ya.''
''Koca koca asker insanlar kuzu mu arayacak?''
''Yani orası biraz saçma olur ama hallederiz.''
Evlerin bahçesinde yoktu, bekçi kulübesinin yanlarını ararken güvenlik Hikmet karşımıza çıktı. ''Ne arıyorsunuz yeğenim?''
''Hikmet ağabey, kuzumuzu kaybettik biz.''
''Kızınızı mı? Siz ne ara bebek yaptınız, Atlas daha nikahları yok ama aynı çatı altında kalıyorlar dedi, bir de bebe mi var?''
Dinçer, ''Ulan Atlas,'' diye söylenerek konuşmaya devam etti, ''Kızımız değil, yani inşallah o da olur ama onu kaybetmeyiz,'' diyerek bana baktı, ''Değil mi Belçim?''
''Yani belli olmaz, şu halimize bak bir kuzuya sahip çıkamadık.''
''Gençler, siz Hikmet ağabeyinize durumu anlatın o çözsün.'' diyerek bizi güvenlik kulübesindeki küçük taburelere oturttu. Kendisi de karşımıza geçti. Üstünde jilet gibi bir güvenlik üniforması vardı, kulağında kulaklık, dirseklik, dizlik ve bir sürü ne işe yaradığını bilmediğim aksesuar vardı. Kulübesi de oldukça düzenli ama kalabalık eşyalarla doluydu.
''Evet gençler,'' dedi önümüze çay koyarak, ''Sizi dinliyorum.''
''Ağabey, kuzumuz kayboldu. Küçük, beyaz bir şey. Arada meeliyor, zeytin gibi bırakıyor falan. Gözleri de yeşil gibi.''
''Şahıs en son nerede görüldü?''
''Akşamüzeri, arabada gördük.'' dedim.
''Arabada mı? Kuzu neden arabadaydı?''
''Benim memleketten getirdik de.''
''Hadi ya yeğenim, memleket nere?''
''Diyarbakır.''
''Benim hanımın kuzeninin kocası da oralı, neresinden yeğenim?''
''İçinden ağabey içinden de, bize kuzumuzu bulsan.''
Hikmet ağabey ciddiyete büründü, ''Belirtilen eşkale uygun bir kuzuya saptayamadım ama hemen anons geçiyorum.'' Ağız bükerek telsizine sarıldı, ''Ayaz sitesinde minik bir kuzu kaybolmuştur, bulana bir ödülümüz var.''
''Ağabey ne ödülü ya?''
''Karşılıksız iyilik mi kaldı bu devirde yeğenim?''
''Haklısın, bulalım şu kuzuyu veririz bir ödül.''
''Altın falan isterler ama, öyle ucuza gitmez.''
''Altın da veririm ağabey yeter ki bulunsun.''
''Peki o zaman, ben bulurum.''
Biz kulübedeyken Hikmet ağabey çıktı. Dinçer'le birbirimize baktık, ''Şu halimize bak, Pamuk'u kaybettik ya.''
''Üzülme yavrum bulacağız, hem bana aşık o kuzu, uzaklaşamaz.''
''Sana aşık ve sen de yüz veriyorsun öyle mi?'' diye sordum üzüntüyle, ''Peki Dinçer, öyle olsun.'' diyerek kollarımı göğsümde bağladım.
Dinçer anlamsız bakışlarla beni izledi, ''Belçim, ben sana kurban olayım kız.'' diyerek yüzüme baktı, ''O nasıl naz?''
''Kuzumuz kayıp ve biz şu an cilveleşiyoruz, çoluk çocuk olursa annenler bakar umarım.''
''Bakarlar,'' dedi beni kollarının arasına alarak, ''Bakarlar sen üzülme.'' diyerek saçlarımı öptü.
O sırada dışarıdan kuzu sesleri duyuldu. Birbirimize şaşkınca bakarak kulübeden çıktık. Bahçede otlayan minik kuzuyu gördüğümüzde rahatlamıştık. Hemen Pamuk'un yanına varıp kucakladım, ''Pamuğum benim, özür dilerim bitanem. Seni ben unutmadım valla bak, Dinçer unutmuş.'' diyerek müstakbel kocamı yaktım.
Dinçer, Hikmet ağabeye sarıldı, ''Hikmet ağabey sen var ya güvenlikçilerin şahısın!''
''Ne demek yeğenim, altınımı ver.''
''Ağabey nasıl buldun kuzuyu?''
''Orası bana kalsın, altınımı ver.''
'Ağabey söyle nasıl buldun?''
''İstihbarat ağım hakkında bilgi vermem yasak. Benim eski görev yerim Marmara park avm. Bana altınımı ver.''
''Yarın veririm ağabey ya, ne bu altın merakı.''
''Sen vermezsen Suna hanıma derim.''
''Sakın anneme söyleme, kuzuya sahip çıkamadık diye yakar bizi. Tamam söz vereceğim.''
''Hadi uzayın yeğenim, iyi geceler.''
Hikmet ağabey garip birisiydi ama sonuçta bize Pamuk'u bulmuştu. Mutlulukla Pamuk'un bembeyaz tüylerini öptüm. Ama Pamuk benim kucağımda sakin değildi, Dinçer kollarını açtığında hevesle kucağına atladı. Anında uysallaşıp başını onun göğsüne sürttü. ''Sen ne kadar beni kötülesen de bu kuzu bana aşık.''
Bir süre Dinçer'i izledim. Gecenin ışığı onun yüzüne parlıyor, gözleri daha başka bir renk oluyordu sanki. İçim gidiyordu ona her baktığımda. Onu çok derin sevesim geliyordu, çok başka. ''Pamuk'la aynı kaderi paylaşıyoruz,'' dedim kuzuya ve Dinçer'e hayranlıkla bakarak, ''Ben de sana aşığım.''
⚫
Kargaşanın ardından Dinçer'in odasına geldim, ilk defa bu koca odada tek kalıyordum. Duş almak için banyoya girdim, bembeyaz ferah bir banyoydu. Küveti bile vardı. Üzerimdekileri kıyafetleri çıkartıp duşa kabine girdim. Suyu ayarlamam biraz uzun sürmüştü, sonunda hallederek yıkanmaya başladım. Dinçer'in şampuanını kullandım. Hayatımda ilk defa bu kadar rahat banyo yapıyordum, kapıyı kilitlemeden banyo yapmak güzel bir histi.
Dinçer'in bornozlarından birine sarıldım. Çok büyük gelmişti ama umursamadım. Aynanın karşısında geçtim, içimden dolabı açmak gelse de yapamadım. Ayıp gibi geliyordu.
Elimle aynadaki buharı silip yüzümü inceledim. Pasparlaktı soluk gözlerim, harelerimde bir sürü yıldız yanıyordu, sanki gökyüzü besliyordum gözlerimde, Dinçer'i besliyordum.
Üzerime benim için alınan geceliklerden birini giydim. Yatağa bir kez bile oturamadım. İçimde kötü bir his vardı, bunu hissetmiş gibi Dinçer geldi odaya.
''Bir şeye ihtiyacın var mı güzelim?''
''Duş aldım uyuyacaktım ama aklıma bir şey takıldı.''
''Sor bakayım, ne taktın o güzel aklına?''
Gözlerim yatağa kaydı, ''Bu yatakta daha önce kiminle yattın?''
''Nasıl soru bu?'' diye konuştu kaşlarını çatarak.
''Merak ettim.''
''Açık açık sor bakayım.''
''Ben senin karın olarak yatacağım bu yatakta, başka biriyle yattıysan yatmak istemem. Rahatsız eder bu beni.''
''Hah açık açık söyle.'' dedi hoşnut bir tavırla.
''Cevabın ne Dinçer?''
Kuvvetli kollarını belime yerleştirdi, ''Kimseyle yatmadım, seni beklemişim gibi. Belçim benim ilkim sensin, sonum da öyle.''
Utançla bakışımı kaçırdım, ''Hadi çık odadan, uyuyacağım.'' diye terslemekte buldum çareyi. Yoksa öperdi, ben de dayanamazdım, işler karışırdı.
''Tamam gidiyorum,'' diyerek nemli saçlarımı öptü, ''İyi geceler müstakbel karım benim.''
Demirsoy çatışı altında geçen ilk gecem çok huzurluydu. Dinçer'in kocaman yatağında onun kokusuyla uyumuştum. Sabah gözlerimi açtığımda saat altıydı ama ben kendimi çok dinlenmiş hissediyordum.
Yataktan kalktım, dün Suna hanımın benim için aldığı gecelikleri giymiştim. Yakası sıyrılan geceliğimi topladım. Yataktan kalktım banyoya yönelen adımlarım duvardaki fotoğraflardan birine gözümün çarpmasıyla duraksadı. Duvardaki bir sürü fotoğraftan birini çekip altım.
Dinçer'in çocukluğuna ait bir kareydi bu. Kocaman yemyeşil gözleri durgun bakıyordu, birçok fotoğrafında aynı bakışı yakalamıştım. Mahcup, üzgün ve kırgın duruyordu. Benim biricik sevgilimin çocukluğuna aşık olmuştum, aynı şimdiki haline aşık olduğum gibi.
Banyoda işlerimi hallettikten sonra giyinmek için dolabı açtım. Ben birkaç parça bir şey ararken aynı ağabeyimin dolabı gibi ağzına kadar etiketli ürünle doluydu. Bu kıyafetlerin üzerinde parmak uçlarımı gezdirdim koca bir heyecan duyuyordum, kendimi içten içe sorgulasam da bunu dışa vurmayacaktım. Ben onların çok sevdikleri oğullarının sevdiği kadındım, ileride çok sevdikleri kızları olacaktım, ben bu aileyi ailem diyerek bağrıma basacaktım. Bu andan itibaren tüm yabancı hislerimi yiyip yutacaktım, çünkü yutmazsam birikir bir cam parçası olup boğazıma batardı.
Kıyafetlerden yeşil bir takım aldım elime. Dinçer'in gözlerinden dolayı olsa gerek bu rengi bu ara çok seviyordum. Giyinmek için üzerimdeki geceliği çıkardığımda kapım açıldı. Ben telaşla üstümü kapatırken gelen Dinçer'di.
''Günaydın güzeller güzelim.''
''Dinçer ya, insan kapıya tıklatır.''
Benim halimi görünce arkasını döndü, ''Uyuyorsundur sandım, ne bileyim Pamuk'la bir uyandığını.'' diye söylendi.
Geceliğimi çıkardım ve giyinmeye başladım, ''Annenler erken işe gidiyor, uğurlamak istedim.''
''Neler de düşünürmüş benimki.''
''Hazır seninki, dön bakalım bana.''
Dinçer yüzünü döndüğünde gülümsedim. Onu görüyor olmak bile tebessüm sebebiydi, ''Günaydın canım benim.'' diyerek ona sıkıca sarıldım. Demek ki sevgi gizlenmeden yaşanırsa güzeldi, ben de artık öyle yapacaktım.
Dinçer her zamanki gibi kabarmış saçlarımdan öptü, ''Senin dillerini yerim sabah sabah.''
''Yesene.'' diye nazlandım.
Dudaklarıma uzanacakken ben geriye çekildim o bozgundu, ''Kahvaltı hazır olmasa yerdim de neyse.''
Gardırop aynasına bakarak saçlarımı taramaya başladım.
''Sivilcelerim çok belli oluyor?'' diye sordum yatağa oturmuş kollarını göğsüne bağlamış beni izleyen adama.
''Sivilcen mi vardı?'' dedi.
''Dinçer yanaklarıma baksana,'' diyerek yüzümü ona döndüm, ''bunların hepsi sivilce.''
''Ben onlar senin güzelliğinin bir parçası sanıyordum.''
Yanıma gelip yanaklarımdan öptü, ''Kurban olduğum takma sivilceymiş lekeymiş, bana ne oğlum bunlardan? Ben sadece seninle ilgileniyorum.''
''Dinçer konuşma şöyle,'' dedim gülümsemekten kayan ağzımı toparlamaya çalışarak, ''Bak çok mutlu ediyorsun beni olmuyor böyle.''
Yanaklarımı avcunun arasına aldı, ''İki lafa mutlu oluyorsun, ben daha neler yapacağım sana göz bebeğim.''
''Çok şey istemem, yanımda ol yeter.''
''Az şey isteme, ne istersen bana söyle.''
''Dinçer yolda canım portakal çekti dedim diye on kasa portakal aldın.''
''Buna mı takıldın? Tamam bir dahakine yirmi kasa alırım.''
Gülümseyerek öptüm hafif uzamış sakallarından, ''Biliyor musun sakal sana çok yakışıyor.''
''Öğrenmiş oldum.''
''Hadi kahvaltıya inelim, birazdan Atlas bayılır.''
Dinçer kahkaha attı, ''Belçim hep bayılmıyor adam.''
''Üç kere bayıldı, normal mi?''
''Normal, Atlas'a göre her şey normal.''
İkimiz de hazır olduğumuzda odadan çıkacakken Dinçer bana bir kutu uzattı açmam için. Paketin içinde son model bir telefon vardı.
''Yeni hat aldım, evdekilerin numarasını kaydettim Bekir ağabeyin, Elife öğretmenin numarası da var. Başka bir şey istersen söyle mutlaka.''
''Ağabeyin mi? Ağabeyimin telefonu yok ki?''
''Var güzelim, valla hem de seninkinden güzel.''
''Bana neden telefon aldın ki?''
''Telefonsuz olur mu?''
''Eski telefonun yok mu, onu verseydin.''
''Olmaz öyle şey, her şeyin en iyisine layıksın.''
Mahcup olmuştum bu hediyeye, Dinçer bunu anlayınca düşürdüğüm çenemden tutup yüzümü kaldırdı, ''Hediye değil bu, gereklilik. Bir yere gidince seni ararım, beş dakikalık yere gitsen de özlerim, sesini duymak isterim. Arada fotoğraf da atarsın, kendime aldım yani bu hediyeyi güzel sevgilim benim.''
''Tamam, anlaştık.'' diyerek tebessüm etmeye çalıştım. Telefonumu kurcalıyordum.
''Ekrana fotoğraf seçmem gerekiyor.'' diyerek kamerayı açıp Dinçer'e tuttum, ''Poz ver hadi.''
Söylediğime gülümserken onu çektim ve ekran fotoğrafı koydum.
''Ben seni ekranıma koymam, göreve döneceğim bir sürü erkek var etrafımda, kıskanırım.''
''Sen bayağı kıskançsın.''
''Öyleyim.'' dedi reddetmeden.
''Belçim?''
''Efendim sevgilim benim?''
''Ben adımla kaydettim ama ne diye kaydedeceksin beni?''
''Sen beni ne diye kaydettin?''
Telefonunu açıp gösterdi, koca harflerle Sevgilim yazıyordu. Hızlıca Dinçer'in ismini düzenleyip Dinçer Demirsoy yaptıktan sonra ona gösterdim.
''Bu mu yani?''
''Eee adın işte?''
''Tamam o zaman ben de Belçim Demirsoy olarak kaydederim seni.''
Telefonunu çıkarttığında umursamıyor gibi yaptım, ''Peki, sen nasıl istersen.'' diyerek yüzümü düşürdüm ve yanından ayrıldım. Odadan çıkacakken el bileğime yapışıp beni kendine çekti.
''Değiştirmedim tamam, ama sen de bari Dinç falan diye kaydet.''
Sırıttım, ''Evlenirsek Kocam yapacağım, söz.''
Gülümseyerek yanağımı öptü, ''Güzelim benim sen yine de şimdiden yap, çünkü evlilik yakın.''
''İmza atayım düşünürüz.''
Zar zor çıktık odamızdan. Henüz kimse ortalıkta görünmüyordu. Mutfağa kurulmaya başlayan sofraya hemen yardıma koşturdum. Köyde her işi ben yaptığımdan bu evde bize hizmet eden birinin olmasına hala alışamamıştım.
''Patatesleri ben kızartırım.'' diyerek ocağın altını açtım.
''Sen zahmet etme gelin hanım.'' dedi Latife abla. Ona bin kere Belçim diyebilirsin desem de dinlemiyordu. Konak dizisinde gibi gelin hanım diyordu.
''Zahmet değil ki, mutlu oluyorum.''
Köydeyken zorunluluk gibi gelen işlerimi şu an canım istiyor diye yapıyordum. Hayatım çok hızlı değişmişti, bu değişimin içinde arada bocalasam da ayakta kalmaya çalışıyordum.
''Belçim gül reçeli mi koyayım, vişne mi?'' diye soran kocama baktım. Elindeki reçellerle beraber çok tatlı görünüyordu.
Kavanozdaki yazıyı okudum, ''Yaz'ın reçelleri,'' gülümsedim, ''O mu yaptı?''
''Bacak kadardan beri her mevsiminde yaparlar. Rişil derdi küçükken, gerçi hala da öyle diyor.''
''Gül koy, ağabeyim çok sever.''
''Tamam güzelim koyarım.''
O sırada mutfağa cıkcıklayarak Atlas girdi, ''Benim ağabeyim de vişne sever demek yok,'' diyerek ahnalıp vahlanarak mutfak sandalyesine oturdu, ''İyice sallabaş olmuşsun sen.''
Dinçer kardeşinin ensesine vurdu, ''Günaydın lan.''
''Good morning, bonjour hatta guten morgen.''
''O ne alaka lan?''
''Çünkü artık sen benim için yabancısın Dinçer.'' diyerek masada bulunan elmadan kocaman bir ısırık aldı.
Atlas'la eğlenmek iyi bir seçenek gibiydi, ''Günaydın Atlas ağabey.''
Atlas hıçkırdı, garip görünen geceliğinin içerisinde şaşkın duruyordu. Tavus kuşunun tüylerini andıran geceliğin kapüşonunu çıkardı, ''Ağabey mi?''
''Evet ağabeyimsin sen benim. Ne de olsa şunun şurasında kayınım olacaksın ağabey. Ben büyüğüme saygıda kusur etmem.''
''Dinçer!'' diyerek uyarıyla konuştu, ''Sevgilin bana küfürlü konuşuyor.''
''Ne küfrü oğlum,'' diyerek beni kolunun altına çekti, ''Ağabey diyor sana benim biriciğim.''
''Eee benim için en adi küfür o.''
''Saçmalama Atlas.''
Atlas elma yiyerek bizi izlerken biz beraber kahvaltı hazırlamaya çalışıyorduk. Dinçer beni arada öpüyor, kokluyordu. Gülüşerek hazırladığımız kahvaltıya Atlas hoşnutsuz bakışlarla eşlik etti ve ''İlla edep.'' diyerek mutfaktan çıktı.
Kahvaltı hazır olduğunda zeytinleri salondaki masaya götürmek için alıp salona geçtim. Sonra da ağabeyimi uyandırırım diye düşünürken balkon kapısından içeriye ağabeyim Demir ve üç tane minik kedi girdi.
Ağabeyimin üzerine eşofmanları vardı, Demir de eşofman giymişti, nereden geldiklerini merak ediyordum. ''Günaydın Belçim.'' diyen ağabeyim yanıma geldi. Elimdeki zeytinleri alıp beni mutfağa çekti.
''Dün ben seni çok üzdüm mü kine?''
''O nereden çıktı ağabey?'' diye sordum şaşkınca.
''Sevdiğimiz insanları kırmamamız gerekiyormuş. Hem ben seni kocaman çok seviyorum ki, lütfen bana kalbini kırma. Özür diledim kabul et tamam mı?''
Ağabeyimin konuşma şekli değişiyordu, uzun ve anlamlı cümleler kurmasına hayret ediyordum, ona sıkıca sarıldım, ''Ben sana asla kırılmam, sen benim canımdan ötesin.''
''Peki çok sarılma tamam?'' diyerek benden ayrıldı.
''Demir'le neredeydiniz?''
''Fitnat amca bize spor yaptırdı, ben kişnedim bile.''
''Fırat onun adı, ve kişnememişsindir ağabey, esnemişsindir.''
''Fitnat amca çok evde kalmış Belçim, görmeye gelmişler o kahve yapmış bir kere kahvesini kayınbabasının üstüne dökünce ayrılmışlar.''
Bu garip anıya gülümserken ağabeyim elini açtı, ''Çok güldün hadi bana biraz para lâzım.''
''Ne için?''
''Tabi ki harcamak için Belçim, akılsız oldun sen.''
''Peki ağabey çantam yukarıda vereceğim ama söz.''
Mutfak sandalyesine oturdu, ''Hadi bekliyorum hemen ver.''
''Tamam.'' diyerek mutfaktan ayrıldım. Yukarıya çıksam da kartım haricinde bozuk param yoktu, kartımı da ağabeyime veremezdim, sıkkınca ofladığımda Dinçer belimi sardı, ''Hayırdır yavrum, iyi misin?''
''Ağabeyim para istiyor ama biliyorsun tüm birikimim kartımda, en yakın bankamatik nerede?''
''Karşında.'' diyerek elini cebine attı ve cüzdanını elime bıraktı, ''Al ne alıyorsan, o dudakların itiraz etmek için büzülmesin, yoksa anam babam var demem öperim seni.''
Tehdidi işe yaramıştı, ağzımı açamamıştım. Mutfağa gidip ağabeyime yüz lira verdim. ''Ne yapacağını hâlâ söylemedin.''
''Demir'in kedileri için mama alacağım, onlar çalışıp para kazanamıyor ama ben onları beslemek istedim.''
''Tabii ağabey nasıl istersen.''
''Demir dedi ki bir kedim hamile, istersen adını sen koyarsın. Hemen isim düşünmem lâzım. Dünyanın en güzel insanının ismini koymak isterim.''
Ben, benim adımı vereceğini düşünüp şımarıyordum, ''Yani ne olacak adı?''
''Bekir.'' dedi burnunu dikerek, ''Çünkü bu hayatta en çok kendimizi sevmek gerekiyormuş, ben de beni çok seviyorum.''
Gülümsedim, ''Ağabey çok tatlısın.''
''Hıhı öyleyim.'' diye kabullenip salona gitti.
Dinçer'in her şeyi gibi lacivert olan cüzdanını kapatırken kendi fotoğrafımla karşılaştım. Kimliğimdeki fotoğrafımdı bu. Siyah beyaz vesikalık hâlinde onun cüzdanında duruyordu. Fotoğrafımda yüzümü bulurlayan kurumuş bir papatya vardı, bu papatya bizim tanıştığımız tarlanın papatyasıydı. Dudaklarımda bir tebessüm gezinirken Dinçer yanıma geldi.
''Nerede kaldın güzelim?''
Elimdeki cüzdanı işaret ettim, ''Ne zamandır burada bu?''
''Kalbime girdiğin günden beri.''
''Sen ne zaman aşık oldun bana.'' diye sordum merakla.
''Romantik bir gecemizde anlatırım sana. İlk gördüğümde ne hissettim, ne zaman çarptı kalbim, her şeyi söylerim.''
''Çiçek peki?''
''Papatya gibi kokuyorsun, görevde koklamak için almıştım. Trafikte falan kimliği gösterirken yüzünü görmesinler diye vesikalığının önüne yerleştirdim.''
Duygulanmıştım. Bu kadar ince ve kalbimi sıcacık eden davranışları beni bir kat daha ona bağlıyordu, gözlerim dolu dolu, içim içime sığmaz vaziyette konuştum, ''Cüzdanına koyacak bu fotoğrafımı mı buldun? Çok çirkin çıkmışım.''
Dinçer bu tepkiyi beklemiyor olacak ki şaşkındı, ''Sistemden kimlik fotoğrafına ulaşabildim sadece, bunu yaparken bile bilsen rahatsız olur musun diye endişe ediyordum, bırak başka fotoğraf aramayı. Hem konu sensen çirkin hâlin yok benim gözümde.''
''Peki, ama bunu değiştirelim tamam mı?''
''Tamam güzelim, nikah için zaten vesikalık çektireceğiz, hallederiz.'' diyerek alnımı öperek sarıldı.
Mutfaktan çıkıp salona geçtik. Demir ve ağabeyim kedilerle ilgilenirken Atlas koltuğa yayılmış çikolatalı ekmek yiyor ve bir yandan emirler yağdırıyordu, ''Demirko bana süt koysana.''
''Az ye de kendine bir uşak tut.''
''Bunu çocukken çok düşündüm ama yemeğimden kısarak fedakarlık yapamayacağıma karar verdim.''
''Kalk kendin al Atlas.'' diye tersledi Demir.
Kuzeninden yüz bulmayan Atlas ağabeyimin üstüne oynadı, ''Bekir reis, bana süt verir misin?''
Ağabeyim Demir'e baktı, Demir başını olumsuz anlamda salladığında konuştu, ''Hayır İtlas çünkü ben inek değilim.''
Atlas, ''Oha çok mantıklı, ben bunu metin olarak yazayım bir haberde kullanırım.'' diyerek telefonuna not almaya başladı.
Mutfağa geri girip koca bir bardağa süt doldurdum ve Atlas'a uzattım, ''Afiyet olsun ağabey.''
Hoşnutsuz bakışlarla beni süzdü, ''Şuraya bırak bari.'' dedi burun bükerek.
Dinçer, ''Atlas! Düzgün konuşsana oğlum sen.'' diye gürlediğinde Atlas hıçkırarak doğruldu, ''Teşkür ed, tişekkür falan yani.'' diye geveleyerek sütü aldı.
''Adam teşekkür etmeye etmeye, nasıl edilir unutmuş.'' diye söylendi Dinçer.
''Rica ederim Atlas ağabey.'' diyerek Dinçer'in yanına oturdum. Atlas bana sinir olmuş vaziyette kızarıp bozarırıken ben keyif alıyordum.
O esnada salona Suna hanım ve Selim bey giriş yaptı. Suna hanımı ilk kez üniformayla görmek nutkumun tutulmasına sebep olmuştu. Selim beyse takım elbiseyleydi. Karısını kolunun altına almış gülüşerek geliyorlardı.
Hızla ayağa fırladım. Bunu yalnızca ben değil evdeki herkes yapmıştı. ''Günaydın çocuklar.'' diyerek bize selam verdiler.
''Günaydın,'' dedim tebessümle, ''Üniforma size çok yakışıyor.'' diye konuştum beğenimi gizleyemeden.
''Benim karıma her şey çok yakışıyor Belçim, valla bak bunca yıldır ona yakışmayan bir şey bilmem. Tabii en çok ben yakışıyorum orası ayrı.'' dedi Selim bey.
Suna hanım omzumu okşadı, ''Sana da beyaz bir önlük yakışır kızım.''
''İnşallah.'' dedim gülümseyerek.
Dinçer annesinin yanağına bir öpücük bırakıp sarıldı, ''Fıstık gibisin anam benim.''
Atlas, ''Anam ne ya, iyice köylü oldu bu adam,'' diyerek babasına baktı, ''Baba biz şunun şurasında İstanbul Bebekli değil miyiz?''
Selim bey, ''Değiliz tabii oğlum, dedenler Bebekli, biz has ve has Ankaralıyız.'' diyerek gururlu bir duruş sergiledi.
''Yani pek de gerek yok Ankara'ya, ben kütüğümde Bebek yazsın istiyorum.'' diyerek bir süre mızmızlandı.
Aklım karışmıştı, Selim beyin babasının kütüğü Bebekse, oğullarının kütüğü nasıl ve neden farklı olurdu ki? Dinçer aklımın karıştığını anlamış olacak ki kulağıma fısıldadı, ''Sonra anlatacağım sana.''
''Peki.'' demekle yetindim.
''Günaydın komutanımım!'' diye selam verdi ağabeyim, ''Size de günaydın avcı bey.'' diyerek Selim beye selam durdu.
Selim bey ağabeyimin omzunu sıvazladı, ''Selim amca de yeter, gün içerisinde bin kez savcı bey diyen oluyor zaten.''
''Peki Selim amca bey, sen Demir'den yukarıda mısın?'' diye sordu merakla.
''Rütbe olarak bu evdeki herkesi cebimden çıkartırım,'' diyerek keskin bir bakış attı, ''Karım hariç tabii.'' diyerek eşine gülümsedi.
''Hadi kahvaltıya geçelim.'' dedi Suna hanım, ''Demir sen de kal aslanım.''
''Sağ ol yenge, kızlar mızmızlandı şimdi mamalarını falan vermem lâzım, size afiyet olsun.''
''İznim yok,'' diyerek masadan aldığı poğaçayı peçeteye sararak eline verdi, ''Yiyerek git.'' diyerek yanaklarını öptü.
Demir, ''Herkese hayırlı günler,'' diyerek arkasını döndüğünde Dinçer seslendi, ''Yengemi yerime öp şekerim.''
Demir boş bir bakış attı, ''Çok beklersin,'' dedi önüne dönerek, ''şekerim.''
Hep beraber kahvaltıya geçtik. Suna hanım mesleğine dair bizim merakımızı gideren şeyler anlatıyordu. Ağabeyim ise Selim beyi beş dakika boş bırakmıyordu. Sürekli soru soruyordu, Selim beyse sabırla cevaplıyordu.
''Eee gençler, siz bugün ne yapacaksınız?'' diye sordu Suna hanım.
Dinçer bana baktı, ''Nikah günü almaya gideceğiz anne.''
Dinçer'in hızı bir kişi hariç herkesi mutlu ederken o istisna elbette Atlas'tı. ''Ne bu kadar çabuk mu? Lan ne aceleniz var, önce bir beş sene sevgili kalın, bakalım anlaşabiliyor musunuz?''
''Biz anlaştık Atlas, sen merak etme.''
''Ne demek anlaştık ya?'' diyerek yediği çikolatalı ekmeği kenara koydu, ''Bir kere sen bu kızın ayakkabı numarasını biliyor musun?'' diye konuştu çikolata bulaşmış dudaklarını silmeden.
''38.'' diye yanıtladı Dinçer.
''Peki en sevdiği renk ne?''
''Yeşil.''
''Ya en yakın arkadaşının adı ne peki?''
''Dinçer.''
''Aaa bak erkekten yakın arkadaş olmaz, bence ayrılın.''
''Benim lan arkadaşı.''
''Aaa sevgiliden arkadaş olmaz, bence ayrıl.''
''Atlas, kes hadi birader.''
''Kesmem!'' diyerek isyana başladı, ''Bu eve ilk gelini getirme hayali bana aitti, benden önce kimse evlenmeyecekti sen de söz vermiştin. Bana nasıl ihanet edersin ya?''
''Aşık oldum.'' dedi bana bakarak, ''ve söz bitti.''
''Bu nasıl saçma bir savunmadır ya?''
Annesi, ''ATLAS!'' diye seslendiğinde Atlas sessizleşip oturduğu koltuğa sindi.
''Çocuklar bizimle erkenden uyanmayın, iş olmazsa biz de uyurduk.'' dedi Suna hanım. Kocası inanmamış gibi bakıyordu.
''Sen mi uyursun?''
''Evet uyurum tabii.''
''Suna, sen bu ikisini doğurduğunda bile sabahın altısında kalkar sporunu yapardın.''
''Alışkanlık işte Belçim, insan bir şeye alışınca kolay kolay bırakamıyor.'' diyerek beni de sohbete davet etti.
''Keşke benim de böyle alışkanlıklarım olsa.''
''Ondan kolay ne var, yarın saat altıya kur saatini spor odasına gel.''
Ağabeyim heyecanla, ''Biz Demir'le yürüdük, Karga da vardı yanımızda değil mi?''
Kartal gülümsedi, ''İsmim Kartal Bekir ağabey ya ne çabuk unuttun?''
Ağabeyim, ''Özür diledim affettin bitti, tamam mı?''
Kartal başını salladı, ''Tamam ağabey.''
Ben Suna hanıma hevesle karşılık verecekken Atlas oflamaya başladı, ''Spor yapmak dünyanın en rezil alışkanlığı değil mi baba?''
''Haklısın oğlum gençliğimde anneni tavlamak için yapmıştım, sonra bıraktım.''
''Sporla beni tavladığını mı ima ettin sen az önce?''
''Yok, ben seni nasıl tavladığımı senelerdir düşünüyorum da bulamadım.''
''Çok düşünme Selim, kafayı yersin.''
''Yanlış tek bir lafın yok.''
''Sağ olasın.''
İlişkileri böyleydi, alışmaya başlamıştım.
Sakince kahvaltımı ederken Dinçer boş bulduğu tabağıma bir sürü şey dolduruyordu.
''Belçim şu kahvaltıda biraz ye be güzelim.''
''Doyuyorum ama ben.''
''Nasıl doyuyorsun bunlarla, iki salatalık, üç domates. Kuş musun güzelim sen?''
''Evet, Turna kuşuyum.''
''Hatırlatma,'' dedi, ''Uyuz oluyorum.''
Hala tabağımı dolduran adamın elini tuttum, ''Dinçer bunları yiyemem hem ben doydum ya.''
''Kız nasıl doyuyorsun ya, senin yediklerin benim ayakta atıştırdıklarıma denk geliyor.'' diye söylendi Atlas.
''Sen kadar iştahlı değilim.''
''Ben iştahlı değilim, ben iştahın ta kendisiyim.'' dedi yumurtasını yerken.
Çok iştahlı birisiydi Atlas, hiçbir zaman ağzı boş durmuyordu.
Kahvaltının ardından herkes ayaklandı, işe gideceklerdi, Alphan amcaların evinden ilk olarak Mavi çıkmıştı.
Mavi gökyüzünden bahsedince Atlas'a ne iş yaptığını sormuştum, 'Sen bunun havalara bakma hostes ya bu, hava garsonu.' diye dalga geçmesinden iki dakika sonra hava harp okulu öğrencisi olduğunu öğrenmiştim.
''Günaydın yenge.'' diyerek yanıma geldi, ''Nasılsın?''
Aynı annesiydi Mavi, onun gibi renkli gözlü sarışın birisiydi, ''Günaydın, iyiyim Mavi sen?''
''İyiyim yenge bu ara çok yoruluyorum sadece, sabah gözümü zor açtım.''
''Okulun zor tabii.'' dedim buruk bir hisle.
''Zor ama kapıldım bir kere.''
''Allah kolaylık versin.''
''Sağ ol yenge sana da.''
İşe gidecek herkes çıktı bahçeye. Aynı yere gidenler tek arabayla gidiyordu, Halide ve Bahar yenge olmak üzere dört araba çıkıyordu garajdan ama içerisi araba doluydu.
Halide yenge ile ayak üstü konuştuk. Bize öpücük attıktan sonra arabasına yürüdü. Ali amca arkasından gitmişti, ne dediğini duyamasam da onu öpmeden gitmeye kalktığı için bozulduğunu anlamıştım. Gülümseyerek başımı çevirdiğimde görüş alanımda bir başka çift vardı.
''Ya yavrum şu boncukları yutturmasana bana.'' diye söyleniyordu Alphan amca.
''Boncuk değil bu, kolajen.''
''Kolejde okumadım yavrum ben, neden anlamıyorsun?''
''Of Alphan of ne kalın kafan var ya!''
''Tamam ver her sabah at gibi yutacağım bunları anlaştık mı, yeter ki asma güzel yüzünü.''
Öpmeye kalktığında Bahar yenge geri çekildi, ''Sırnaşma, at demek göstereceğim sana ben.''
''Ulan bir dağ dolusu teröriste yetecek gücüm var bir senin nazına niyazına yetemiyorum.''
Bahar yenge sarı saçlarını attırarak arabasına yürümüş ve arkasını dönüp bakmamıştı bile. Alphan amca ise o gidene kadar onu izlemişti, arabasını çalıştırdığında gidip aynaların buharını sildi, ardından gidişini izledi.
Selim bey ve Suna hanımsa garip vedalaşıyordu. Suna hanımın eli kocasının omzundaydı, ''Dikkat et kendine, dava ayağına risk alma, deli ediyorsun beni bak. Geçen ayki çatışmayı unutmadım hala, dikkat edeceksin anlaştık mı?''
''Anlaştık eyvallah.''
''Hadi, iyi işler.'' diyerek birbirlerini öpüp işe uğurladılar.
Fırat amca ise köşede bir sigara içtikten sonra peşlerine takıldı.
Herkes işlere dağıldıktan sonra biz kaldık. Kahvaltı masasına yardım edecekken Dinçer engel oldu, ''Hadi hazırlan, nikah tarihi alacağız.''
Heyecanla yüzüne baktım, ''Hazırım ben, kartımı alayım geleyim.''
''Al tabii benzini sen fulle ama tamam mı?''
''Tabii fullerim.'' diye omuz silktim. ''Ağabeyim peki, o da gelse olur mu?''
''Sorma bile,'' dedi, ''Tabii gelsin.''
Hazırlanmak için odaya çıktım. Vesikalık çekeceğimiz için saçlarımı düzeltmeye başladım. Katı sabunla yıkamaktan keçe gibi görünen saçım iflah olmaz halde olsa da bir şekilde tarayıp düzene soktum. Halide yengenin benim için aldığı makyaj malzemelerinden bir kaç tane sürdüm. Şeftali rengi ruju yanaklarıma sürüp dudağıma gezdirdim. Çok heyecanlı hissediyordum. Beni bahçede bekleyen Dinçer'in yanına vardım, o işe sessiz olmamı söyleyerek bahçedeki havuzun başındaki şezlonglara uzanmış sohbet eden ağabeyini ve ağabeyimi işaret etti. Ellerinde ise limonata vardı.
''Bak Bekir sana ne anlatacağım. Metin Şentürk sabahın altısında falan bir müzik eğlence programı yapıyordu, adı neydi biliyor musun?''
Ağabeyim hayır anlamında başını salladı, ''Bilmirem.''
''Sabahın körü.'' dediğinde Atlas kendi sözüne kocaman bir kahkaha attı. Ağabeyim gülmeyince onu dürttü, ''Ama Bekir bunlara alışman lâzım, en yakın arkadaşlar birbirinin her şeyine güler ve asla küsmezler.''
''Ama geçen gün Dinçer daha güzel dedim diye bana küstün.''
''Ama bu da laf mıydı şimdi,'' diyerek saçlarını düzletti, ''benim güzelliğimin yanında Dinçer kim ya?''
Dinçer gülümseyerek bana baktı, ''Bak Bekir ağabeyim bana güzel demiş.'' diyerek önüne düşen saçını ufak bir kafa hareketiyle arkaya attı.
Dayanamayıp gülümsedim, ''Doğru demiş güzelim benim.''
Dinçer, ''Tövbe kızım, roller değişmesin.'' diyerek çenemi sıktı.
''Peki güzelim.'' diyerek yanağından makas aldığımda bozgundu.
Atlas ve ağabeyim saçma sohbetlerine devam ediyordu.
''Hayrettin Karaca var ya, yüz yaşında falan bir adam, bir de Muazzez İlmiye Çığ var o da bayağı yaşlı onların bir programı vardı, adı neydi biliyor musun?''
''Bilmirem.''
''Gider ayak!'' diyerek kocaman bir kahkaha attı. Ağabeyim de ona katıldığında beraber güldüler.
Ben de gülerek yanlarına adımladım, ''Ağabey biz nikahımız için gün alacağız, bizimle gelir misin?''
Atlas ondan önce konuştu, ''Asla gelemez! Bana söz verdi, değil mi Beko?''
Ağabeyim Atlas'a baktı, ''Evet söz verdim, gelemem.'' diyerek göz süzdü.
''Ağabey, ben kardeşinim ama senin.''
''İtlas da arkadaş oldu, söz verdim, ağlama ama tamam mı?''
Dinçer araya girdi, ''Atlas, ne sözü oğlum? Ne işin var ağabeyimle?''
''Haber çekeceğiz Dinçer bey, kameraman yolda geliyor, Beko konuk oyuncum olacak.''
''Bana bak eğer saçma sapan bir şeye ağabeyimi alet edersen kuruş vermem sana.''
Atlas hıçkırdığında ağabeyim önüne geçti, ''İtlas çok hassas uzak durun hadi, naş naş.'' diyerek bizi kovdu.
Atlas keyifle şezlonga yerleşti, biz yanlarından uzaklaşırken ağabeyime dert yanıyordu, ''Bu Dinçer hep böyle, bir keresine hiç unutmam beş yaşındayım yeni doğmuşum bebek gibiyim, kafasına taş atıp ortadan ikiye yardım diye elimdeki elmayı alıp ağzıma sokmuştu, o gün bugündür elmayı çok severim.'' diye konuştu.
Arabaya yürürken endişeyle Dinçer'e baktım, ''Ağabeyime iyi bakar mı?''
''Atlas hıyar falandır ama Bekir ağabeye iyi bakar merak etme, yani aslında Bekir ağabey ona daha iyi bakıyor gibi ama neyse.'' diyerek gülümsedi.
Beraber arabaya binip yoğun geçecek gün için ilk adımımızı attık. Sağlık raporu, vesikalık falan derken iki gün sonra için gün almıştık. Dinçer en yakın günde olsun istediği için ben de kabul etmiştim.
''İki gün sonra resmi olarak karım oluyorsun.''
''Belçim Demirsoy,'' diye konuştum, ''Kulağa hoş geliyor.''
''Diş Tabibi Belçim Demirsoy, kulağa daha hoş geliyor.'' diyerek arabayı durdurdu.
''Dinçer, nereye geldik?''
''Hacettepe'ye geldik, kitaplara aldığın notlardan gördüm, burada okumak istiyorsun, insan okulunu ziyaret etmeli.''
Heyecanla arabadan indim, hep fotoğraflarını gördüğüm Hacettepe Üniversitesi anlı şanlı karşımda duruyordu. Görkemli binaya gözlerim dolu dolu bakarken Dinçer ellerimden tuttu.
''Düğün telaşımız bitsin hemen derse başlayacaksın. Düzenli çalışma ile sen bu okulu havada karada kazanırsın.''
''Kazanırım,'' dedim kendime güvenerek, ''Sen destek olursan eğer her şeyi kazanırım.''
Dudaklarımı öptü, ''Son nefesime kadar.''
Beraber üniversiteyi gezdik, hayallerime bir adım daha yakın olmak kalbimi delice attırırken sevdiğim adamın bana inanan bakışları kalbimi sıcacık ediyordu.
⚫
Akşam tüm aile olarak Halide yengelerin evinde toplanmıştık. Evde tüm ilgi ağabeyimle benim üzerimdeydi. Herkes üzerimize titriyordu. Alphan amca ağabeyime tavla oynamayı öğretirken diğer tüm erkekler de onların başında duruyordu. Bir kişi hariç.
''Madem düğün olacak e hadi gelinlik bakalım.'' teklifiyle dört yanımı saran hanımlarla beraber telefondan gelinlik bakmaya başladık. Elbette yanımızda Atlas vardı, o erkeklerle takılmayı sevmiyordu, hep kadın muhabbetinin içerisinde olmak istiyordu. Az önce zorla Bahar yengeye maske yaptırmıştı.
''Küçük ekrandan anlaşılmaz!'' diyerek duvara projeksiyon yansıtan Atlas aramızda en zor beğenen kişiydi. Sürekli bahane buluyordu.
''Bu değil, bu da değil. Ben farklı bir şey istiyorum, bu da değil. Bunları herkes giyiyor. Bu hiç değil, bu sıradan. Beni anlamıyorsunuz, bu değil...''
''Atlas yeter!'' diye çıldıran Suna hanım olmuştu, ''Oğlum her şeye kulp bulup durmasana.''
Annesinin bağırmasıyla yanımızdan kalktı, ''Peki bulmam.'' Bir köşede tavla oynayan erkeklerin yanına girip, Fırat amcanın evde kalma anılarını dinlemeye başladı.
Arkasından üzgünce baktım, ''Çağırayım mı?''
''Ay yok!'' diye itiraz ettiler aynı anda, ''Kızım otur sen, hiçbir şeyden anlamıyor, gitsin. Fırat'la kavga eder gelir zaten on dakikaya.''
Hanımlar olarak bana en uygun gelinliği bulmaya çalışıyorduk. Genelde beğendiğim şeyler çok zarif ve sadeydi. Abartılı şeyler giyerek içimdeki yası sonlandırmak istemiyordum sadece sonsuza kadar sürmeyecek bu yasımın ailemi üzmesini istemiyordum.
''Bunlar çok zarif aynı sen gibi.'' dedi Suna hanım yanağımı okşayarak.
Gülümsedim, ''Teşekkür ederim, yakışır mı ki bana?''
''Çok yakışır hem de.''
''Saçlarını da salık bir topuz yaparız, gözlerini ön plana çıkaracak bir makyaj, beş santim kadar topuklu... Müthiş bir gelin olacaksın.''
Bu kadınların söylediği sözler çok candan ve samimiydi, söyleyip de beni ikna edemeyecekleri hiçbir şey yoktu.
''Bir fotoğraf çekilelim.'' fikrini ortaya atan Halide yenge olmuştu.
Çekinerek kameraya bakıyordum. Suna hanım ise bir asker gibi keksin bakıyordu. Bahar yenge ikimizi uyardı.
''Gelin kaynana toprağına çekiyor hakikaten, Suna, Belçim az güler misiniz lütfen biz pişmiş kelle gibi kaldık.''
Suna hanımla birbirimize bakıp gülümsedik ve bu gülümsemeyi kameraya da yaptık. Hanımlarla konuşurken Atlas yanıma gelip benimle özel konuşmaya başladı.
''Bak benden sana gelin tavsiyesi. Evlenirken ben bir şey istemem deme. Ben ille de fildişi renginde nikah şekeri istiyorum diye kaynananın kaynatanın başını ağrıt, en kıymetli sen olursun.''
''Kaynanam anlar mı altından?'' diyerek onun dilinden konuşmaya başladım.
''Yok be benim anam kaynanasından düğün hediyesi olarak silah almış kadın ne anlar altından, hele yengemler iyi niyette Polyannayla yarışıyorlar, el al alemin yengesi büyü yapıyor bizimkilerde tık yok.'' diyerek bir süre yengelerinin dedikodusunu etti.
''Halide yengem bir keresinde çocuktum hiç unutmam, akşamüstü canım kek çekmiş gittim eteğine yapıştım yenge yenge dedim bana kek yap, yardım edersen yaparım demesin mi bak hala tüylerim diken diken oluyor.''
''Doğru demiş kadın.''
''Ne demek doğru demiş, ben şimdi siz evinize geçince gecenin bir yarısı aç karna evine gelsem bana bir tas yemek koymaz mısın?''
''Koymam.''
Üzülmüştü, ''Valla mı?''
''Bir tas koymam, çünkü yetmez. Sen gel bizim eve ben sana bir sürü çeşit yemek yaparım.'' dedim, Keyifle sırıttı, ''Ama bulaşıkları sen halledersin.'' dediğimde bana kötü bir bakış atıp yanımdan kalktı küs çocuklar gibi.
Tüm gün hiçbir şey yapmamış olsam da bir yorgunluk vardı üzerimde. Yatmaya hazırlanırken bunu fark etmiştim. Bahar yengenin bana verdiği bakım ürünlerini dediği sırayla ürünleri yüzüme sürerken Dinçer arkamdan gelip sarıldı.
''Gelinim oluyorsun.''
Gülümsedim, ''Odadan çıksana sen, daha olmadım.''
''Olsun, olacaksın.''
Ona dönüp heyecanla tuttum çıkartmaya başladığı gömleğinden, ''Biliyor musun yarın gelinlik bakmaya gidiyoruz.''
''Kim kim?''
''Evin kızları olarak.''
''Ben de müstakbel kocan olarak geleceğim herhalde.''
''Hiç de bir kere, Halide yenge dedi ki asla Dinçer seni gelinlikle göremez, uğursuzluk getirir.''
''Güzelim ne uğursuzluğu, ayrıca uğur kim?''
Kahkaha attığımda ciddiyetle benim gülümsememi izledi, ''Olsun ben kızlara söz verdim, biz gideceğiz. Sen de amcanlarla damatlık bakmaya git.''
''Öyle olsun yavrum, şimdiden sattın beni.''
''Kocam yapacağım seni, satar mıyım.'' diyerek öptüm dudaklarından. Ardından ayrı ayrı uyuduk, yarın yorucu bir gün olacaktı.
⚫
Bir yanımda Yaz diğer yanımda Pelin ablayla birlikte bana iç çamaşırı bakıyorduk. Evet hayat beni bu raddeye getirmişti.
''Bu nasıl?'' diyerek üzerime tuttuğu bordo geceliğe baktım utana sıkıla, Pelin abla ise keyif alıyordu, ''Bordo tam asker rengi, ne dersin?''
''Pelin, Dinçer ağabeyim asker değil anla şunu artık.'' diye çıkıştı Yaz.
''Üf ne fark ediyor ya?''
''Güzelmiş Pelin abla ama çok açık.'' dediğimde Pelin abla sırıttı.
''Kız amaç o ya.''
''Utandırmasana yengemi.'' diyerek benden taraf oldu Yaz, ''Sen ona bakma Belçim, istersen alt üst takım al nedir ki yani?''
''Sen sus libodo katili, çarşı iznine çıkmış uzman çavuş gibi dolanıyorsun.''
''Uzman çavuş kısmı hariç doğru çünkü.''
Pelin ablayla anlaşamıyorlardı ama anlaşıyorlardı da, garip bir ikililerdi. Pelin, hepsinin çocukluk arkadaşıydı, yaşı benden büyük diye abla diyordum. Yaz'sa evin biricik prensesiydi. Bizim törenimiz için zar zor izin almıştı, Pelin abla da çalıştığı diziden izin alıp yanımızda olmak istemişti. İkisiyle de aramız çok iyiydi. Sanki beni yıllardır tanıyor gibi samimi davranıyorlardı.
''Belçim bu parfüm çok seksi, ne dersin?''
Bileğime sıktığı parfümü kokladım, ''Dinçer parfüm sıkmamı sevmiyor.''
''Nedenmiş? Hayır ne karışıyor yani?'' diye çıkıştı Yaz.
''Ay bir dur hemen havalanma uzman çavuş!''
Tenimin kokusunu çok sevdiğini söylemişti bir kere, parfüme gerek bile yokmuş. Bunun gibi bazı arsız sözleri hoşuma gidiyordu.
Düğün alışverişinde içim kıpır kıpırdı. Aldığımız her şeyde daha da heyecanlanıyordum. En utandığım kısmı da gecelikti nihayet onu da atlatmıştık. Şimdi ise kızlarla beraber yemek yiyorduk. Yaz masanın başını tutmuş etrafı kolaçan ediyordu biz ise sohbet ediyorduk.
''Senin hayatında biri var mı Pelin abla?''
Yaz sırıttı, ''Hadi iki saattir konuşuyorsun bunu da anlat.''
Pelin ofladı, ''Ay beni hep arızası buluyor.''
''Var yani birisi?''
''Bunun abisi işte.'' diyerek Yaz'ı işaret etti.
Yaz'a baktım hayretle, ''Demir mi?''
''Ay yok Demir benim ağabeyim sayılır.''
''Ufal da cebime gir Pelin.'' dedi Yaz.
''Demir değil bunun bir abisi var Akgün diye, kıro biraz. Onla da olmuyor onsuz da, garip bir adam yani.''
''Ya git oradan, azarlamadan, küçümsemeden bir kere konuştun sanki abimle.''
''Kız kızayız Yaz, burada haksız olsam bile haklı olmalıyım!''
''Ben hak edene hak ettiğini veririm.''
''Akgün haklı yani?''
''Pelin çok sola dönme, çocuk biraz daha seni keserse kavga çıkartırım.''
Pelin hızlıca soluna dönüp erkek grubuna baktığında Yaz onu tutup kendine çevirdi, ''Dinçer abime Belçim yengem yanımdayken arıza çıkartmayacağım diye söz verdim, sakın kudurma.''
''Oyuncuyum tatlım ben, tanıyorlar yani napayım?''
''Şımarıksın.''
''Öyleyim.''
''Belçim sen de bana yaklaşırsan harika olacak.'' diyerek sandalyemi tutup yanına yaklaştırdı.
''Demirsoy erkekleri başımıza bunu dikti bugün, bakma bunlar hep böyledir.''
''Alışırım ben de.''
Yaz masanın ortasındaki çubuğu ağzına atıp etrafı kolaçan ederken Pelin ablayla bayağı sohbet ediyorduk.
''Benim bir kuaförüm var seni yarın ona götüreceğim, harika saç yapıyor evlensem ona giderdim.''
Yaz, ''Bu gidişe zor.'' diyerek bıyık altından güldüğünde Pelin abla ona masadaki anahtarlığı attı.
''İstesem hemen evlenirim.''
''İsteme Ömer amcam kıyamaz seni paylaşmaya.''
''Hadi benimki olgun sen aşık olursan Ali amcam hayatta evlendirmez seni.''
''Evlenmem zaten Pelin sen merak etme.''
''Böyle diyenler ilk giden oluyorlar valla.''
''Ben de evlenmem diyordum valla, Dinçer çıktı karşıma.''
''Dinçer ağabeyim valla billa çok aşık sana.''
''Suna yengemin hamileliğini bile hatırlıyorum, ilk defa Dinçer'i böyle görüyorum valla. Aşk yarıyor işte, bulmuş senin gibi ay parçasını aşık olmasın da ne etsin.''
''Aşk sadece güzelliğe duyulmaz der babam, belli kalbin de pırıl pırıl. Bizimkiler gibi yirmi yılı devireceksiniz siz.''
Sırıtıyordum mutluluktan, ''İnşallah,'' dedim elimi kalbime götürerek, ''Öylesine çok güveniyorum ki Dinçer'e, hiçbir zaman beni yarı yolda bırakmaz biliyorum. Çok seviyorum onu.'' dedim içi açarak.
Yaz'la sarıldık, ''Allah ayırmasın.''
''Bana kimse abla diyemez, izin vermem Yaz'a sor.''
Yaz onaylar şekilde başını salladı, ''Kartal ve Tibet bile Pelin diyor.''
''Ama seni çok sevdim Belçim, abla demen de hoşuma gidiyor.''
''İstersen abla demem abla.'' dediğimde üçümüz de güldük.
''Atlas'a benzeme ne olursun, o cins bir tane yetiyor.''
Güle oynaya bitirdiğimiz alışverişin ardından Yaz'ın kullandığı arabayla eve geldik. Bu araba Atlas'ın arabasıydı, bunu bana kimse sözlü şekilde söylememişti zaten gerek de yoktu. Arabanın yastıklarında bile Atlas'ın resmi vardı. Torpidoya gizlenmiş yiyeceklerden bahsetmiyorum bile.
Siteye girdiğimiz an Atlas kendini arabanın önüne attı. Kızlar söylene söylene indi arabadan.
''Benim arabamı nasıl izinsiz alırsınız? Sizi polise şikayet edeceğim.'' diyerek bizi Dinçer'e şikayet etmeye başladı.
''Ben aldım arabayı Atlas abi ya, en yeni seninkiydi izne çıkmışım güzel araba süresim geldi.''
''Şu rezil savunmaya bak, çiçek gibi arabama iki tane yaban otu bindi.'' diyerek bana baktı, ''Sen hariç yengeciğim, sana lafım olamaz sonra Dinçer beni dövüyor.''
Dinçer beni karmaşanın ortasından alıp kavga eden üçlüye aldırmadan öptü, ''Özledim seni, nerede kaldın?''
Çekinerek etrafı kontrol ettim, Atlas görmüş ve 'İlle edep.' diyerek Pelin'le kavga etmeye dönmüştü.
''Bir sürü şey aldık, gittiğimiz mağaza pahalıydı ama üzüldüm.''
''Bana ne kızım parasından, ne aldın göstersene.''
''Hayatta olmaz, onlar özel şeyler.''
Sağ gözünü kırptı, ''Ne mesele?''
Aldıklarımızı düşününce yanaklarım kızardı, ''Sorma Dinçer,'' nazlandım, ''Hadi kavga ediyorlar ayır.''
''Atlas abi senin ehliyetin yok, köşede süs gibi dursun mu araba? İzne gelmişim bana ver işte.''
''Senin benim gibi ağabeyin yok.'' dedi Atlas, ''Arabam arabam arabam...''
''Sen kaç kere kaldın direksiyon sınavından Atlas? Kaç dosya yaktın?''
''Ehliyetimin olmaması arabamın da olmayacağı anlamına gelmez, hiçbir şeyden eksik kalamam.''
Böyle bir huyu vardı. Gelinliği almaya onunla gitmiştik, gelinliğin yanında verilen hediye duvağı hemen almıştı. Hayatındaki tek eksik o duvak gibi benimsemişti.
Alışverişin verdiği yorgunlukla odaya zor adımlıyordum. Merdivene yöneldiğimde Dinçer birden beni kucağına aldı, ''Ne yapıyorsun, gören olacak.''
''Atlas duvağını gösterip kızlara hava atıyor, diğerleri de işte.'' diyerek rahatsız olmamam gerektiğini söyledi.
Kollarımı memnuniyetle boynuna sarıp özlemle boynundan öptüm, ''Yoruldum bugün.''
Kasılmıştı, ''Öpme şuradan.'' dedi aksi bir sesle.
''Niye ki?'' diye sordum masum masum.
Odamıza girip beni yatağın üzerine bırakıp üzerime uzandı, bir süre yüzümü izledikten sonra dudaklarımı öpmeye başladı, ''İşte bundan.''
Gülümseyerek kaçtım koynundan, aldıklarımı paketleriyle dolaba sokuşturdum, ''Banyo yapmam lazım.''
''Aldıklarını göstermeyeceksin yani?''
''Başka zaman üstümde göreceksin.'' diyerek ardıma bile bakmadan banyoya girdim.
Bu akşam yemeğinin ardından herkes çay içerken kendimi Halide yenge ile çalışma odasında baş başa konuşurken bulmuştum.
''Belçimciğim seninle özel konular konuşmak istiyorum.'' diyerek başladı söze. Kimsenin bana öğretmediklerini güzel bir dille anlatırken yüzünden gülümsemeyi eksik etmiyordu.
Özel konuların ardından evlilik hakkında konuştuk. Bu konuşma sırasında Halide yengenin kucağında uzanıyordum o ise benim saçlarımı okşuyordu, kızı gibi seviyordu beni.
''Dinçer senin en yakının artık, sakın birbirinizden bir şey gizlemeyin. Aklına ne takılıyorsa ilk kocanla konuş. Deseler ki sana Dinçer kara, sen onun beyaz olduğuna eminsen tüm cihanı al karşına. Saygınızı asla bozmayın, saygı bir evliliğin en temel taşıdır. Hayatımda yaptığım en doğru şey Ali'yi sevmekti.''
Umarım son cümleyi bundan beş yıl sonra da ağzım kulaklarımda söyleyebilirdim. Hayat çok acımasızdı, insanlar ise daha çok... İçime düşen o umutsuzluğu söküp attım, seviyordum Dinçer'i, dünyanın ekseni yerinden oynasa da sevecektim.
⚫
Bugün düğünümüz vardı. Günlerden cumartesiydi, hava bizim şansımıza ise güneşliydi.
Bahçeye konulacak masalardan, çiçeklerine kadar her şeyi benim zevkime uygun yapmak istemişler ve başarmışları. Her şey içime sinsin ve o gün en mutlu ben olayım istiyorlardı.
Atlas 'Kaynananı ve kaynatanı yor!' dedi diye bu kadar özenmemiştim, Dinçer özel olduğu için özenmiştim. Ailesi için ilmek ilmek işlemiştim, benim mutlu olduğumu gördüklerinde ise her şeye değiyor diyordum.
Sabah Ali amca ve Demir öncülüğünde imam nikahımızı kıymıştık.
O gün bugündü, askıdaki gelinliğimi okşadım elimin tersiyle. Dudaklarımda heyecanlı bir gülümseme vardı. Gelinliğimi giyip odadaki boy aynasına baktığımda kendimi tanıyamadım. Güzel görünüyordu aynadaki kız.
Gözlerim dolmuştu kendime bakarken. Yanımda ağabeyim vardı, o da takım elbise giymişti, ''Çok güzel olmuşsun Belçim.'' diyerek izledi beni. Onun varlığına o kadar güveniyordum ki tüm Diyarbakır akrabam olsa onun etkisini veremezdi, biliyordum.
''Sen de çok yakışıklısın ağabey.'' dedim smokinini düzelterek.
''Öyleyim evet,'' dedi taranmış saçlarını düzelterek, ''Ben biraz daha yemek yiyeceğim, sen burada kal.'' diyerek beni öperek odadan çıktı.
Benim heyecanlı bakışlarım yine boy aynasına kaydı. İçim kıpır kıpırdı, bu büyü bozulacak diye ödüm kopuyordu.
''Ağlamak yok.'' dedi Pelin, ''Makyajın akar.''
''Ağlamak istiyorsan tutma yenge'' dedi Yaz, ''Akarsa yeniden yaparlar.''
Bu eve girdiğim andan beri dört yanımı saran şefkat burnumun direğini sızlatıyordu. Şimdi tüm hanımlar aynı odadaydık. Hepsi çok güzel giyinmişti, harika görünüyorlardı. Beni gördükleri ilk andan itibaren dillerinde hep iltifat vardı.
''Yaz evlense bu kadar duygulanırdım.'' dedi Halide yenge.
''Benden yana umutlanma anne.''
Pelin, Yaz'ın üstündeki koruma pantolonuna ters bir bakış attı, ''Az sonra operasyona çıkacak uzman çavuş gibi giyinmiş yine! Yaz, git yatağının üzerine koyduğum elbiseyi giy. Sakın elbisenin altına asker botu giyme valla cırlarım!''
''Of Pelin ya, of!'' diyerek koşturdu Yaz.
Bahar yenge gelinliğimin içine nazar boncuğu takıyordu, ''Aman Allah nazardan korusun.''
Halide yenge ise saçımı düzeltiyordu, ''Aklıma kendi düğünüm geldi, ay şimdi süt oğlum evleniyor. Yaşlandık mı biz Bahar?''
''Ne münasebet Halide, çocuklar büyüdü sadece biz seninle aynıyız.'' diyerek kendilerini teselli ettiler. Bu hallerine gülümserken odaya Atlas koşarak girdi, beni gördüğünde ise şaşırıp kaldı.
''Fena olmamışsın.''
''Sağ ol be.'' dedim yüzümü asarak.
''Ayakkabı nerde ayakkabı?''
Pelin o anda hemen henüz giymediğim ayakkabımı aldı, ''İlk ben yazacağım geç kaldın.''
''Ya sen kim evlenmek kim, git kıronla dövüş anca!''
Bir süre Pelin'le ayakkabı için kavga ettiler. Giymek için aldığım ayakkabının altında kocaman harflerle Atlas yazıyordu, savaşı kimin kazandığını anlamıştım.
Odaya Dinçer'in anne ve babası girdiğinde üçümüzü yalnız bırakmışlardı.
Hemen ellerine uzanmak istedim ama ikisi de izin vermeden sarıldı. ''Çok güzel olmuşsun kızım.''
''Teşekkür ederim baba,'' diyerek yutkundum, ''Siz de çok güzelsiniz anne.''
Birbirlerine baktılar şaşkınca, ''Suna duydun mu bana baba dedi?''
''Bana da anne dedi.''
''Dördüncüyü de yaptık.'' dediklerinde gülümsedim.
Onlara hissederek anne baba demiştim. Öylesine çıkmamıştı bu söz ağzımdan.
Odada yalnız kaldığımda Dinçer'i beklemeye başladım. Çok geçmeden kapıdan girdi. Baştan ayağa birbirimizi süzüyorduk. Tıraş olmuştu, elim karıncalanmıştı tıraş edilmiş yüzüne dokunmak istiyordum.
O ise bir başka bakıyordu yüzüme, ''Kalbim duracak.''
Gülümsedim, ''Çok yakışıklı görünüyorsun.''
''Beğendin mi beni?''
''Aşığım bile sana.''
Elimi tuttu, ''Bu nasıl güzellik göz bebeğim? İnsanım ben de, bu Dinçer ölsün mü bu gece?''
''Gece ölmesin,'' dedim, ''Hiç ölmesin.'' diye de toparladım.
Dudağımı öpecekken geriye çekildim, ''Rujum bozulur.''
''Bozulsun, ben yenisini sürerim sana.'' diyerek öptü dudaklarımdan.
Odadan çıkmadan önce bir zarf uzattı, açmamı bekliyordu. Hevesle açıp şaşkınca Dinçer'e baktım.
''Balayına hayaline gidelim istedim.''
Kuzey ışıklarına götürüyordu beni... Hayallerimden bile güzel bir adam olduğu yetmez gibi hayalimi gerçekleştiriyordu.
Ağabeyimin koluna girdim, birazdan odadan çıkacaktık, ağabeyim beni Dinçer'e teslim edecekti. ''Ağabey,'' dedim heyecanla, ''Sen benim her şeyimsin biliyor musun?''
''Evet, biliyorum çünkü çok söylüyorsun.''
''Çünkü öylesin.''
''Hadi gidelim, Atlas tüm çikolataları yerse kusarım.''
''Tamam,'' dedim telaşla, ''Hadi gidelim.''
Ağabeyimin kolunda odadan çıktık. Çalan güzel bir şarkı eşliğinde beraberce bahçeye yürüdük, ailemizin en yakınları bize alkış tutarken gözlerim Dinçer'le buluştu. Beni ağabeyimden teslim aldı.
''Söz,'' dedi yemin eder gibi, ''Kardeşine gözüm gibi bakmazsam namerdim.''
Ağabeyimin kafası karıştı, ''Senin adın Dinçer değil mi?''
Gülümseyerek baktın ona, Dinçer'in gözlerinde ona karşı kocaman bir merhamet görüyordum. O bakışı yakaladığım anlara ise şükür ediyordum.
Fotoğraf çekimimiz yapılırken Atlas'ın fotoğrafçıdan vesikalık istemesi üzerine ufak bir gerilim çıksa da Demir halletmişti. Çekildiğimiz her fotoğrafın baş kahramanı olmaya yeminli olan Atlas'ı durdurmak yine Demir'e düşmüştü.
Dinçer'in gözlerimin ardına baktığı pozlarımız yakın zamanda tüm evimizi süsleyecekti. Aile arasında yaptığımız sade bir düğünde takı törenine şaşırsam da sırayla kollarıma, boynuma takılan altınları kabul ettim.
Yürüyen kuyumcudan farkım kalmamıştı, Fırat amcanın taktığı altın kemer bunun son raddesi olmuştu.
En son takıyı ağabeyim takmak için yanıma geldi, bahçeden topladığı çiçekleri uzattı, ''Sen bu çiçeklerden daha güzelsin.'' diyerek öptü beni, o an anladım, gerçekten çiçeklerden de güzeldim.
Dinçer'in kolları arasında dans ederken bir peri masalından fırlamış gibiydim. Dinçer bana kendimi öyle hissettiriyordu.
Düğünün ardından odamıza geçtik. Birbirimize kenetlendik, birbirimizin dünyası olduk.
Dinçer, beyaz yastığın üzerine dağılmış kıvırcık saçlarımı eline dolamış okşuyordu. Arada terlemiş alnımı öpüyordu. Elimi yeni tıraş olduğu için pürüzsüz yanağında gezdirdim, ''Çok seviyorum seni Dinçer.''
Başını yana atarak avcumun içini öptü, ''Ben aşığım sana.''
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.15k Okunma |
1.48k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |