24. Bölüm

24-Ankar Rüzgarı

Pekbiafiliyalnizlik
pekbiafiliyalnizli

İçerisinde savrulduğum rüzgâr beni daha önce adım atmadığım bir şehre, Ankara'ya götürmüştü. İlk tanıştığımız o kurak arazi, ilk tanıştığımız zamanlardaki bizi temsil ediyordu. O kuraklıkta bıraktığımız güller ise, şimdiki bizi. Biz hiç solmayacak çiçekler açmaya çok hevesli iki aşık olarak Ankara'ya birlikte ilk adımızı atmıştık.

İçimdeki derin heyecan yolculuk boyunca geçmek ne bilmemişti. ''Ne kadar kaldı eve?'' diye sordum merakla.

Dinçer gülümseyerek yüzüme baktı, ''Yarım saat kaldı, merak etme geldik neredeyse.''

''Ağabeyim geldi değil mi?''

''Demir ve Bekir ağabeyim eve girdiler Belçim, sen de konuştun ya güzelim.''

''Olsun,'' dedim omuz silkerek, ''Çok heyecanlıyım ne yapayım?''

''Yerim kızım senin o heyecanını.'' diyerek koca eliyle yüzümü sevdi, ''Bizimkiler de heyecanlı, ailenin ilk gelini oluyorsun.''

Hevesle gözlerimi açtım, ''Ne yani, siz hiç sevgililerinizi de mi tanıştırmadınız ailenizle?''

''Yani benim tabii ki olmadı, Demir'in zaten işi olmaz, Mustafa ağabeyim uzakta okudu, Mavi zaten ergen herifin tekidir. Atlas ayda bir kız getirip 'anne gelinin geldi.' der, ama en uzun ilişkisi beş gün olduğu için, pek önemsenmez.''

''Yaz peki?''

Dinçer öfkeyle yüzüme baktı, ''Yaz ne Yaz? Yaz'ın erkeklerle işi olmaz Belçim, tövbe tövbe.'' diye söylenerek başını kaşıdı.

''Neden olmasın ya, güzeller güzeli kız? Hem belki oldu da siz bilmediniz?''

''Güzelim kızın babası asker, ağabeyinin birisi savcı, diğeri polis, diğeri pilot, her şeyi geçtim Fırat amcam ciğerini bilir Yaz'ın, hele babam, delirir öyle bir şey olsa. Bizim yanımıza da gelip başımızı okşardı biz küçükken, 'iyi ki kız olmadınız davalar.' falan der kendini eğlerdi.''

Kahkahalar atarak yanağından bir makas aldım, ''Sen de benim davarım oluyorsun galiba?''

''Davarın değil kocan olacağım kocan.'' dedi kendinden emin, ''Kocayla dalga geçilmez.''

''Daha değilsin, olunca düşünürüm.'' diyerek nazlandım.

''Saat geç olmasa direkt belediyeye gidecektik gün almaya, ama neyse bir dinlenelim.''

Dinçer'e kalsa şu an nikah masasına oturur evet diye gürlerdi. Ben de ona benzer hisler hissettiğimden hoşuma bile gidiyordu bu deli hâli, ''Yaşım genç falan demiyorsun hiç?''

''Yaşımın neresi genç, sokaktan geçene sor otuz der bana. Dağlarda iyice karardık, Atlas görünce Yattara diye dalga geçecek benimle.''

''Ben müstakbel kocamla dalga geçilmesine izin vermem.' diyerek uzanıp yanağından öptüm.

''Belçim, şoför adam öpülür mü?'' diye isyan edişini hülyalı gözlerle izledim.

''Öpülür,'' dedim nazlanarak. ''Hem bana da araba kullanmayı öğret, bir daha uzun yollarda bu kadar yorulmazsın.''

''Evimize bir varalım, ailemize bir kavuşalım, huzura erişelim, ben sana neler öğreteceğim aklın şaşacak.'' diyerek göz kırptı.

Yol boyunca geleceğimizden konuşmuştuk. En çok da ben olmuştum konuşan. Önüme yeni bir yol açılmıştı ve ben o yolu yürümeye hatta gülücükler içerisinde koşmaya pek bir hevesliydim.

''Bizim evlere giriyoruz güzelim.'' Dinçer'in lafıyla yola daha da dikkatli bakmaya başladım. Ağaçların arasında uzanan tertemiz bir yol ve sıra sıra dizilmiş bir sürü villa vardı. Gümüş italik bir yazıyla ''Ayaz Ailesi.'' yazıyordu.

Sitenin önünde güvenlik ve bariyer vardı. Bariyer bizi görünce kalkmadığında Dinçer camı açtı. O sırada güvenlik kulübesinde olan adam bize doğru yürümeye başladı. Dinçer camdan uzanıp, ''Hikmet ağabey, benim'' dese de adam Dinçer'e şüphe eder gibi bakıyordu.

Güvenlik Dinçer'e öfkeyle söylendi, ''Hasbinallah oğlum sen ne yapıyorsun?''

''Hikmet ağabey, Dinç ben,'' diye konuştu Dinçer, ''Suna hanımın oğluyum ya hani.''

''Atlas sen daha az önce girmedin lan eve?'' diye sordu kızarak, ''Bir de bana yalan atıyorsun kendimi karaya boyayıp tekrar gireceğim diye, oğlum sen çocukluğundan beri akıllanmayacak mısın?''

Dinçer kaşlarını kaldırıp şaşkınca bana döndü, ''Hikmet ağabey bizim sitenin güvenlik görevlisi, halledeceğim güzelim sen merak etme.''

''Tamam, sen halledersin.''

Emniyet kemerini çıkartıp camdan biraz daha eğildi, ''Hikmet ağabey, kimliğime bak anlaşalım.'' diyerek kimliğini uzattı.

Güvenlik hiç oralı olmadan elini salladı, ''Bu numaran lisede kaldı oğlum, Suna hanımefendi okulunu astığını anlamasın diye sahte kimlik yapar Dinçer'in kimliğini verirdin, ben yemem artık bu numaraları.''

Dinçer sinirle gülümsedi, ''Hikmet ağabey Atlas dolandırıcıysa benim suçum ne kurban olayım? Alsana beni içeriye, bak yanımda müstakbel karım var.'' diye beni işaret ettiğinde adam bana baktı.

''Daha geçen ay 'evleniyorum çok borcum olur.' diye benden çeyrek aldın, yanındaki kız da Alphan beylerin oğlu Mavi çıktı! Ben sana inanmam evladım.''

Duyduğum şeye gülerken Dinçer sinirle bana döndü, ''Görüyorsun değil mi Atlas'ın itliklerini,'' diyerek indi arabadan, ''Hikmet ağabey ne olsun istiyorsun, ailem bekliyor.''

''Annenizi aramam lâzım.'' dedi Dinçer'e sevimsiz sevimsiz bakarak.

Dinçer sabırsızca, ''Eee ara ağabey, anam beni reddedecek değil ya.''

Adam kendini beğenmiş bir şekilde telefonuna sarıldı, ''Alo ben güvenlik. Kapıda Suna hanımların oğlu olduğunu iddia eden serseri bir adam var. Yanında bir kızla gelmiş ikisini de gözüm hiç tutmadı, derdest ediyorum komutanım.''

''Derdest etmek falan hayırdır Hikmet ağabey?'' diye çıkıştı Dinçer, ardından bana döndü, ''Atlas'ı döveceğim sakın unutturma.''

''Merak etme unutturmam.'' diyerek gerginliği gitsin diye havadan öpücük gönderdim.

Hikmet ağabeyse telefonda ciddiyetle konuşmaya devam ediyordu, karşı taraf her ne diyorsa dikkatle dinliyordu, ''Siz merak etmeyin komutanım. Ben şunun şurasında yaşlı güvenliğim. Hem benim eski görev yerim Marmara park avm, ben herkesi korurum.'' diye başını dikti.

Telefonu kulağından indirip sabırsız bekleyen Dinçer'i süzdü, ''Demir beyin kedisini kaybettiğin için siteye girmen yasaklanmış, Hadi Atlas oğlum çek git.''

''Ben Demir'in kedisini kaybetmedim ki Hikmet ağabey.''

''Sen on yaşındaydın o zaman, yan sitedeki kızlara sevdireceğim diye kaybetmiştin. Hatta kedinin adı Kasaturaydı.''

''Ağabey yıllar öncesini hatırlıyorsun da beni mi hatırlamıyorsun? Ayrıca Kasaturayı ben kaybetmedim.''

''Tabi tabii kesin Dinçer kaybetmiştir, adam Diyarbakırlarda silah altında silah! Boyum biraz uzun olsa ben de özel harekatçı olacak onlarla savaşacaktım, benim orada olmam lazımdı ya, benim düşmanla savaşmam lazımdı.'' diyerek gaza gelen adama Dinçer sabırsızca bakıyordu.

''Hikmet ağabey, Dinçer benim ya.'' Polis kimliğini uzattı, ''Bak adımda ne yazıyor?'' diyerek kimliği adamın gözüne doğrulttu.

Hikmet ağabey gülümsedi, ''Atlas sen hastane personeline indirimli ürün satıyorlar diye sahte doktor kartı bastırmış adamsın, ben sana inanır mıyım?''

Merakla araya girdim, ''Aaa öyle mi gerçekten?'' diye sordum ileriye atılarak.

''Tabii yeğenim öyle, mesela su onsa hastanedekilere beş ediyor.''

''Kantindeki tüm ürünler mi öyle ağabey?''

''Tabii yeğenim öyledir.''

Biz adamla sohbet ederken Dinçer yüzüme baktığında şirince gülümsedim.

Dinçer adamı ikna edemeyeceğini anlayınca uğraşmamaya karar verdi ama sitem etmeye devam ediyordu, ''Bana inanmadın ya Hikmet ağabey alacağın olsun.''

''Benim lakabım yaşlı güvenlik.'' diyerek başını dikti.

''Ne zamandır lakabın ağabey ya, kim taktı?''

''Sen taktın ya yeğenim. Hatta bana istikram da açtın.''

''Tamam ağabey tamam, ben açtım.'' diyerek geçiştirirken bir yandan da Atlas'a söyleniyordu, ''İkiz değil şeytan bu herif, ileride bizim kız olursa sakın buna vermeyelim Belçim, kesin üç kağıtçı yapar kızımızı.''

''Kızımız mı?'' diye sordum konunu geldiği yere şaşırarak, ''Dinçer hayatımıza zaman atlaması mı yapıyorsun?''

''Yok güzelim, her anımızı doya doya yaşadıktan sonra onların da sırası gelecek.'' diyerek kapımı açtı, ''Hadi sevgilim, ev biraz ileride ama yürürüz, hava mis.''

''Yaşlı güvenlik ağabey kızarsa.'' diye sordum çekinerek.

''Belçim, bizim evimiz ya hani orası?''

''O kadar inandırıcı konuşuyor ki bir an acaba Atlas olabilir misin diye şüphe ettim.''

''Belçim valla bozuluyorum bak.''

Arabadan inmeden yanağını öptüm, ''Bozulma hemen.''

Dinçer elimi tuttuğunda yakından baktım şimdi bana uzak görünen evlere. Bariyeri aşıp geçecekken Hikmet ağabey önümüze geçti. ''Beni çiğnemeden giremezsiniz.''

Dinçer, ''Ağabey abartma.'' diyerek bariyerden geçti. Adam da abarttığını düşünmüş olacak ki kulübeye girdi. ''Siteden iki yabancı giriş yaptı.'' diye anons geçtiğini duyunca gülmeye başladık.

''Dinçer, çok heyecanlandım.'' diyerek duraksadım.

''Güzelim benim sakin ol, gidip tanışacaksın işte.''

''Öyle kolay mı?''

''Kolay tabii, bizimkiler rahat insanlardır.''

''Ağabeyimle benden önce mi tanıştılar.''

''Muhtemelen, Demir erken gelmiştir buraya.''

Ağabeyimin ona yabancı bir eve tek başına girmiş olması beni üzmüştü. Çekinmiştir, kendini kötü hissetmiştir. Çünkü onun kendi küçük dünyasının dışına çıkıldığı an tüm dengeleri şaşıyordu. Şimdi onu yine bir köşede sessiz ve gergin bir şekilde bulacak olmam canımı sıksa da yanına gidip sarılacak ve onu gülümsetecektim.

Çok güzel tasarlanmış bir bahçe yolundan yürüyorduk. Ağaçlar, çiçekler ekiliydi. Şimdiden içimde yeşermeye başlayan çiçeklerin büyümüş halleriydi sanki.

''Bizim evde toplanmışlar, oraya geçeceğiz.''

''En baştaki ev mi?'' diye sordum merakla.

''Hayır o Halide yengem ve Ali amcamın evleri, şu bizim.'' diyerek işaret etti. Gördüğüm ev, tıpkı diğerleri gibi kocaman ve iki katlıydı.

''Diğer evler peki?'' diye sordum koskoca bahçe içerisindeki birbirinden güzel evlere bakarak.

''Halide, Bahar, Derya ve Gece yengemlerin evleri. En sondaki de Fırat amcamın milli bekâr evi var.''

''Neden eşlerini değil de yengelerini saydın.''

''Ee onların evleri çünkü, Ali amcam hep evi ev yapan kadındır derdi, bir evin prensesi kadındır Belçim, sen de bizim evimizin prensesi olacaksın. Tabi bizim evimiz bu kadar büyük olmaz ama halledeceğiz.''

İki yanında duran ellerinden tuttum, ''Seninle viranede de yaşarım Dinçer.''

''Senin olduğun virane bile saray olur.'' dedi gözlerimden öperek.

Evin yolunu tuttuk, ''Hepsinin aynı bahçede yaşaması tesadüf değil herhalde?''

Gülümsedi, ''Yok, bizimkiler gençken sözleşmişler, bir gün Ankara'da hep beraber aynı sitede yaşayacağız diye. Sözlerini de tuttular.''

''Çok güzel,'' dedim hayranlıkla, ''Dostlukları çok sağlam o zaman.''

''Çok sağlamdır. Babam için Ali amcam neyse, Fırat amcam da o.''

''Siz gençler olarak da böyle planlar yaptınız mı?''

''Allah korusun Belçim, Atlas gibi bir herifle yaşanır mı?''

''Haklısın, hemen sustum.'' diyerek gülümsedim.

Evin kapısına geldiğimizde heyecandan nefes almayı unuttum. İçeriden gelen yüksek sesler de heyecanımı yenmeme hiç yardımcı olmuyordu.

''Basıyorum zile.''

Zile giden elini tuttum, ''Basma hemen, dur nefesleneyim.'' Derin bir nefes alıp ne olacaksa olsun diyerek zile bastım.

Kapıyı bize bir çift açtı. Karşımdaki insanlara dikkatle baktığımda Dinçer'in anne ve babaları olduğunu anladım, simaları benziyordu. Çok genç ve güzel görünen kadının saçları aynı benim gibi kıvırcıktı, Dinçer'in yüz hatlarını tamamıyla annesi Suna hanımdan aldığını anlamıştım, ciddi ama keyifli bir sesle, ''Hoş geldiniz gençler.'' dediğinde gerildim.

''Hoş bulduk.'' dedim cılız bir sesle.

''Hoş bulduk annem.'' diyerek öne atıldı Dinçer. Suna hanım candan bir şekilde, ''Oğlum.'' dediğinde Dinçer'le sarıldılar. ''Çok özlemişim seni Dinçer, şu boya posa bak,'' diyerek oğlunun saçlarını parmak arasına aldı, ''Yalnız bu saç uzun oğlum.''

Dinçer gülümsedi, ''Sen kesersin annem.''

Dinçer eğildiğinde annesi saçlarını öptü, ''Artık ben kesmem.'' diyerek göz kırpıp bana baktığında anlamadım.

Dinçer babasıyla sarıldı, ''Sayın savcım, nasılsınız?''

''Fişek gibiyim aslan oğlum.'' diyerek oğlunun omzunu sıvazladı.

''Her zamanki gibisin yani baba.''

''Evet her zaman fişeğimdir.'' diyerek kendiyle gurur duydu.

Kapı eğişinden içeriye geçtik, Dinçer elini belime yerleştirdi, ''Anne baba, müstakbel karımla tanışın.''

Utançla gülümsedim Dinçer'in bu hareketlerine artık alışmıştım, ''Merhaba efendim,'' diye konuştum heyecanla, ''Ben Belçim.''

Suna hanım gülümseyerek sarıldığında hiç beklemediğim için şaşırdım, ''Hoş geldin Belçim.'' diyerek beni sıcacık karşıladı. Ellerimi sırtına yerleştirdim, ''Hoş buldum efendim.''

Ardından babası Selim beyle karşı karşıya kaldık, ''Merhaba efendim,'' diyerek gülümsedim. Eline uzanacakken elimi tuttu, ''Ben yaşlı mıyım kızım?'' diye söylendi. O da çok karizmatik duruyordu. Üzerinde işten geldiğini belli eden bir takım elbise vardı ve neşesi yerindeydi.

''Yok efendim ben saygıdan.'' diye geveledim.

''En büyük saygı, sevgidir.'' diyerek beni kucakladığında aynı şekilde karşılık verdim. Bizi gülümseyerek izleyen Dinçer'in mutluluğunu görebiliyordum, ben de ilk gerginliğimi atmış ve rahatlamıştım.

''Hadi çocuklar salona geçelim, hem sen de ağabeyini özlemişsindir Belçim.''

Suna hanımın yönlendirmesiyle Dinçer'in yörüngesi etrafında yürümeye başladım. İçeriden gelen şen şakrak sesler beni meraklandırmıştı. Bir kapı ve bir duvar daha aştık. Oldukça geniş bir salonun girişinde duruyorduk. İçeride bir sürü insan vardı, ama içlerinde ağabeyim yoktu. Merakla ona bakınırken o insanlar yanımıza geldi.

''Ay benim miniğim.'' diyerek Dinçer'in boynuna atlayan kadının Halide hanım olduğunu ses tonundan ve bir doksan adama miniğim demesinden anlamıştım.

Dinçer'in yengeleri ve amcalarıyla tanıştım. İlk defa bu kadar kalabalık bir aile gördüğümden biraz şaşırmıştım. Hepsi temiz yüzlü insanlara benziyordu, zamanla hepsiyle daha iyi tanışacak olmak beni heyecanlandırıyordu.

Yol boyunca tüm ailesinin fiziksel özelliklerini anlattırıp isimlerini öğrendiğimden artık hepsini çok iyi tanıyordum. Mavi gözleri yorgun bakan Fırat amca, Selim beyin omzuna hafifçe vurdu.

''Gelin hanım da pek güzel, bana yıllar önce bir kebapçıyı hatırlattı.'' dediğinde ailedeki herkes aynı ses tonuyla, ''Fıraaat!'' dediğinde Fırat amca da ellerini teslim olur gibi kaldırıp sustu. Bu konuyu merak etsem soramadım.

Dinçer ailesine gülümserken uzanıp kulağına fısıldadım, ''Gelin hanım ben miyim?''

Dinçer hoşnutsuz bir ifadeyle yüzüme baktı, ''Yok Belçim, Pamuk.''

Keyifle sırıttım. Önüme döndüğümde aile bireyleriyle gözlerim kesişti. Dinçer'le aramızdaki diyalogun tüm aile tarafından duyulduğunu anladım, çünkü karşımdaki herkes askerdi.

Evet Dinçer'in aile mensupları askerlerden oluşuyordu. Annesi, amcaları, kuzenleri, çok sevdiği kız kardeşi bile askerdi. Babası ise savcıydı, yengesi doktor, diğer yengesi ise öğretmendi. Böylesine harika bir ailede doğmak için her şeyimi verirdim. Artık zamanı geriye alıp doğamayacağıma göre bu güzelim ailede kendime yer edinecektim, ömrümün güzel senelerini onlarla yaşayacaktım. Bunun içim deliler gibi heyecanlıydım.

Salondaki kanepelere oturduk. Ben Dinçer'in dizinin dibindeydim, heyecanlıydım, meraklıydım. Ailesiyle sohbete başladık ama ben odaklanamıyordum. Biz gözüm ağabeyimi arıyor ama başarısız oluyordu. Dinçer bunu anlamış olacak ki benden önce davrandı.

''Bekir ağabeyim nerde? Özledik.''

''Ben de merak ettim,'' diyerek destek oldum, ''Tek kalmayı pek sevmez benim ağabeyim, yanına gitsem hemen.''

''Bekir bahçede.'' diyen babası Selim beydi, ''Çıkın bakın çocuklar yabancı mısınız.''

Dinçer ayaklandığında hemen bana uzattığı elini tuttum ve onun yanından yürüdüm. Tamamı camdan oluşan balkon kapısına yürürken yüzümde kocaman bir şaşkınlık belirdi. Bir köşede utana sıkıla beni beklediğini düşündüğüm ağabeyim, bahçedeki basketbol potasında sallanan Atlas'a basket atmaya çalışıyordu. Demir omzuna duran kediye dikkat ederek Atlas'ı potadan indirmeye çalışırken, Mavi ağabeyimi daha iyi basket atsın diye yüreklendiriyordu.

''Ne yapıyor onlar öyle?'' diye sordum şaşkınlıkla.

''Demirsoy tımarhanesine hoş geldin.'' dedi balkonun kapısını sonuna kadar açarak.

Ağabeyimin üzerindeki kıyafetler dikkatimi çekti. Sanki zengin aile çocuğu gibi giyinmişti, saçlarında yıllar sonra düzgün bir tıraş vardı. Ayağındaki ayakkabıların kaç asgari ücret ettiğini ayaküstü hesaplayamamıştım bile. En önemlisi ise kahkahalar atarak eğleniyordu.

''Ağabey!'' diye bağırdığımda herkes anlık olarak sustu ve bakışları beni buldu. Ağabeyim kucağındaki koca topu fırlatıp bana koştuğunda o top Atlas'ın kafasına gelmişti. Atlas potadan düşüp bayıldığında ağabeyim yanıma geldi ve sarıldık.

''Belçim seni çok özledim,'' dedi coşkuyla, ''Biz Demir arkadaşımla restorana gittik, sen olmadığın için çok üzüldüm çok.''

''Ama geldim ben artık, buradayım.''

''Çok hoş gelmişsin.'' dedi neşeyle. Ağabeyimin mutlu halini gördüğümde gözlerim dolmuştu ama bu duygusallığı ertelememiz gereken bir olay vardı.

''Ağabey, Atlas bayıldı galiba.''

Ağabeyim şaşkınca kafasını arkaya çevirdi, ''İtlas bayılıyor hep bayılıyor!'' dedi isyan eder gibi, ''Bakma bakma sahtekarlık yapıyor.'' diyerek çok umursamaz gibi baygın Atlas'a el salladı. ''Çok iyisin tamam mı, harika göründün.''

Dinçer şaşkınca bir kardeşine bir de ağabeyime bakarak konuştu, ''Yirmi üç yıllık ikizimi iki günde çözmüş adam,'' diyerek ağabeyimin omzuna sıvazladı, ''Zehir gibisin ağabeyim benim!''

Ağabeyime de kavuştuğumda vicdanım daha rahatlamıştı. Onun için endişelerimin hiçbiri gerçek olmadığından daha da iyi hissetmiştim. Hep beraber salona geçmiştik. Ailesinin karşısında olmak beni gerse de tatlı bir heyecan da eşik ediyordu.

''Hoş geldiniz kızım, Bekir'le zaten tanıştık seni de yakından gördük. Maşallah, çok güzelsin.'' diyen Bahar yengeye gülümsedim.

''Teşekkür ederim, sizden kaynaklı.'' dedim tebessümle. Çünkü gerçekten çok tatlı bir kadındı.

''Aaa Bahar bizim ailemizin güneşidir,'' dedi Halide yenge. O da çok güzel bir kadındı. Kumral upuzun saçları ve ilk bakışta kendini içine çeken yemyeşil gözleri vardı.

''Bence de,'' dedi ağabeyim, ''Saçları pastel boyaymış ama çok güzel.''

Ağabeyime gözlerimi açarak baktım, Bahar yenge de gülümsedi, ''Ama benin saçım boya değil ki Bekirciğim, o nereden çıktı?''

''İtlas söyledi,'' diyerek onu işaret etti.

''Kusura bakmayın lütfen,'' diyerek araya girdim.

''Belçim ne kusuru,'' diyerek gülümsedi Bahar yenge, ''Atlas'ı arada dövünce düzeliyor.'' diyerek geçiştirdi.

''Diyarbakırlı mısınız kızım?'' diye soran Ali amcaydı.

''Evet efendim. Doğma büyüme, oralıyız.''

''Surlarda epey izin kalmıştır albayım.'' dedi Demir.

Ali amca yaşanmışlıkla gülümsedi, ''Diyarbakır surları acemiliğimdi, o yıllarda annen yanımda olmadığından silmişim.''

Halide yenge tatlı tatlı gülümsedi, Fırat amca, ''Ben hayatındaydım ama değil mi hayatım?'' diye sordu.

''Evet Fırat, hayatımdaydın.''

''Allah beni hiçbirinizin başından eksik etmesin değil mi Ali?''

''Allah seni eksik etmesin Fırat. Var ol kardeşim.''

''Sağ ol yani sen de iyi birisin, hayatımda kal yani.''

''Sağ ol kardeşim.'' diyerek Fırat amcanın omzunu sıvazladı Ali amca.

''Kaç yaşındasın kızım?'' diye soran Bahar yengeydi.

''Yirmi bir yaşındayım.''

''Benimle yaşıtsın,'' diyen Ali Maviydi. O da Alphan amca ve Bahar yengenin ortanca oğluydu.

''Sevindim.'' dedim yaşıtıma bakarak.

''Kaç puan yaptın sınavda?'' dedi heyecanlı bir sesle.

Bu soru içimde bir şeyleri acıtmıştı, ama aynı zamanda heyecan dolmuştum, ''Ben daha önce hiç sınava girmedim.'' dedim dürüstçe. Çünkü onlar benim ailem olacaksa eğer aramızda en ufak yalan dahi olmamalıydı. Ben tüm pürü pak halime onların karşısında olmak istiyordum.

''En mühimi hayat sınavı!'' dedi Fırat amca yüksek bir sesle, ''Onu geçmek lâzım değil mi Ali?''

''Haklısın da bağırma kardeşim.'' diye uyardı Ali amca.

Ailesi beni tanımaya yönelik sorular soruyordu. Hepsine kibarca cevaplar veriyordum. Biz aile sohbeti ederken Atlas son ses, acıların kadınıyım şarkısını açmıştı. Çünkü o kafasına top geldiğinden beri salonun ortasına kendisine bir döşek sermiş yatıyordu. Kimse de bu durumu yadırgamadığı için ben de normal karşılamıştım. Biraz süre geçince Halide yenge üstüne bir yorgan örtmüştü, eline de bir tablet verince Atlas sakinleşmişti. Bu görüntüyü gören ağabeyim Atlas'ın yanına uzandı ve beraber tabletten bir şeyler izlemeye başladılar.

Ağabeyim buradaki insanlarla benden daha önce tanışmıştı. Yanlarında bu kadar rahat hareket etmesine çok şaşırıyordum. Ailenin de yapılan her harekete uyumlu olmasına şaşırmıştım. Selim bey kafasın yere değdi değecek ağabeyimin arkasına yastık koymuştu, Bahar yenge ikisine de içsinler diye kola vermişti ve bardaktaki kolalar eşit miktardaydı. Köydeki gibi on dakika telefon oynatıp ağabeyimi yanından kovan olmamıştı. Çok şaşkındım ve içimde adını henüz koyamadığım bir duygu vardı.

Bu duyguyu yakın zamanda minnet diye nitelendireceğimden habersiz ağabeyimin mutlu hallerini seyrediyordum.

''Neye daldın öyle?'' diye soran Dinçer meraklı gözlerle beni izliyordu.

''Ağabeyime bakıyorum, çok mutlu.''

''Hep öyle olacaksınız artık, bu ev size ancak mutluluk verin, güven sen bana.'' dedi göz kırparak.

Elimi yüzüne çıkartıp kaşının kenarındaki çizgiyi sevdim, dudaklarımda gülümseme vardı, bu tebessüm Atlas'ın, ''Yengeee başım kopuyor galiba.'' diye bağırmasıyla solmuştu. Halide yenge tatlı bir panikle ayağa kalktı, sendelediğinde eşi onu tuttu.

''Sakin ol güzelim, numara yapıyor seninki, kıskandı işte.''

''Ay öyle deme Ali, sonuçta o daha bebek.''

Atlas içtiği kolanın etkisiyle geğirdiğinde Ali amca, ''Bu mu bebek?'' diye sordu. Halide yenge ise gülümseyerek, ''Hepsi benim bebeğim,'' dedi Atlas'ın yanına gitmeden önce Dinçer'in saçlarından öperek, ''En çok sen yakışıklım benim.''

İkisinin ilişkisini gülümseyerek izliyordum, ''Koca bebek seni,'' diyerek Dinçer'e takıldım.

''Sen de benim bebeğimsin, olur öyle.'' diyerek burnumu öptüğünde utançla etrafıma bakındım, sadece Atlas görmüştü. O da büyük tepkiler veriyordu.

''Demir hocam sana bir şey sorabilir miyim?''

''Ben hoca değilim,'' dedi Demir.

''Aaa neden hafız değil misin sen hocam?''

''Hoca değilim Atlas,'' diye yineledi, ''Ama sor hangi saçmalığı merak ettin.''

''Zina günah değil mi hah? Ne diyorsun bu işe?''

''Tövbe tövbe, aile içerisindeyiz Atlas, bir uslu dur.''

''Edep,'' dedi Atlas keskin bir tonda, ''İlla edep değil mi Fırat amca?''

''Ulan bende edep olsa bu yaşa kadar bekar mı kalırdım?''

Aile bireyleri Fırat amcaya takılırken Halide yenge nihayet uslu durmayan Atlas'ın tansiyonunu ölçmüştü.

''Yenge neyim var, yaşayacak mıyım?'' diye sordu endişeyle.

Halide yenge kafasına hafifçe vurdu, ''Yel alsın desene çocuğum sen.''

''Yel değil kasırga da alsa benim çilem bitmez.'' diyerek başına bir yazma bağladı.

''Oğlum bıraksana şu halleri, ikizin geldi bak sarıl adama.'' diye araya girdi Fırat amca, ''Sen ufakken de böyleydin, hatta ben şaşırdım Suna, bu herif senin karnında nasıl Dinç'i yemedi?''

Fırat amca, Selim bey ve Halide yenge bu espriye gülerken diğer aile bireyleri sessizdi.

''Naz yapmasana oğlum,'' diyen Dinçer ikizinin üzerine yastık fırlattı, ''Kalk bir kendine gel. Hikmet ağabeye attığın yalanların hesabını daha sormadım sana.''

''Kafama gülle geldi Dinç, çok hassas bir dönemden geçiyorum. İki kuruş parayla sabah akşam haber arayıp duruyorum, o kadar çok çalışıyorum ki kanal sahibinin dostu olmadığım kaldı. Bırak artık küçük kardeşine Habil gibi davranmayı,'' diyerek dolu gözlerle annesine baktı, ''Anne bu öldürür de beni.''

Demir kedisini diğer omzuna alırken konuştu, ''Öldüren Habil değildi, Kabil'di Atlas.''

''Tek sorun bu mu kedi adamı? Şu halime bak, ağlarsa anam ağlar diyeceğim onu da hiç ağlarken görmedim.''

''Lan oğlum niye ağlasın benim karım?'' diye sordu Selim bey, ''Ben onun yerine ağlarım, ne gerek var?'' Suna hanım eşine gülümserken Fırat amca onlara ters bir bakış attı.

Atlas isyan etmeye başladı, ''Alphan amca bari sen bir şey de.''

''Baharım,'' diye seslendi hep belini sardığı eşine, ''Şu oğlanları bir ara döveyim diyorum, epeydir dayağımı yemediler kendilerine gelirler. Sağ baştan başlarım.''

Bahar yenge sapsarı saçlarını savurup kaşlarını çattı, ''Rahat bıraksana sen çocukları Alphan, ne bu sinir anlamıyorum ki? Gençliğinden beri böylesin.'' diye isyan etti.

''Gençliği mi?'' diye sordu Selim bey, ''Milattan önce yani?'' dediğinde Fırat amca ile katıla katıla güldüler.

Alphan amca oturduğu koltuğun başlığını sıkıyordu, ''Baharım çocukları bırakıp ben şu ikisine dalsam, sana uyar mı?''

''Uyar Alphan, hadi kalk dal lütfen.'' diyerek kaküllerini düzeltti.

Alphan amca tabi ki oturduğu yerde kaldı, ''Peki karıcığım.'' diyerek geriye yaslandı.

Olaya Ali amca el attı, ''Fırat, Selim bir sessiz olsanıza oğlum siz.''

''Peki hayatım.'' diyen Fırat amca bacak bacak üstüne attı. O sırada Alphan amca evin içini süzüyordu.

''Şu evde doğru dürüst kız yok, nereye adım atsan bir sıpaya denk geliyor.'' diye isyan etti. ''Sen iyi ki geldin Belçim kızım, evin havası değişti baksana.''

''Sizin kızınız yok değil mi Alphan amca?'' diye sorduğumda ortamda sessizlik oldu. Amca demem hoşlarına gitmiş gibiydi.

''Yok kızım, üç oğlan oldu aldık başımıza koyduk. Bahar'a dedim, dördündü kız olacak diye ama dinlemedi.''

''Ben üç tane aslan gibi çocuk doğurdum. Dördüncü nasip değilmiş sevgilim benim.''

''Benim de üç oğlum var Belçim,'' dedi Suna hanım, ''En ufakları baskette, gelince tanışırsın.''

''Kartal evet biliyorum, merak ediyorum onu da.'' diyerek sohbetin içine daha da dahil olmaya çalıştım, ''Halide yenge sizin iki çocuğunuz var değil mi?''

''Evet güzel kızım. Alp Demir ilk göz ağrımız.'' dediğinde eşi onu tamamladı, ''Yaz da gözümüz.'' diyerek tebessüm ettiler.

Evet bu evin kadınları hep erkek doğurmuştu, tek kız Yaz'dı o da mesleğinden ötürü olsa gerek erkeksi bir duruşa sahipti.

''Ya babam benim, senin bizimle derdin ne kurban olayım?'' diye sordu Mavi.

''Amcamın bize karşı öyle bir nefreti var ki,'' diyen Atlas uzattığı bacaklarını kendine çekerek dedikodu pozisyonu aldı, ''Bir keresinde hiç unutmam, çocuğuz. Bir bayram günüydü, çakma sarışın Pelin'in doğum günü vardı,'' diyerek bana ve ağabeyime baktı, ''Pelin bizim çocukluk arkadaşımız, pek gereksiz bir kız ama Akgün var bizim ailede, dallamanın teki, o ona aşık, ben size sonra aralarındaki ilişkiyi bilahare anlatırım,'' diyerek parantezi kapatır gibi anlatmaya devam etti, ''Doğum gününe erkek almak yasak olduğu için bizim evdeki tüm kızlar Pelin'in evine doğum gününe gitmişti. Akgün sütle sarhoş olmaya çalışıyordu, Demir de vazgeçsin diye kafasına takke takıyordu,'' diyerek bir süre güldü, ''Kızlar o gece Pelinlerin evinde kalmaya karar verince evde tek kalmıştık. Babamlar işten gelince Fırat amcamın evinde toplanmıştık tabii Fırat amca yine bize bir kazan mölümen yapmıştı.''

''Laaan!'' diyerek araya giren Alphan amca gergindi, ''Oğlum sen bu kadar konuşup nereye bağlayacaksın bu konuyu? Hadi bağla artık.''

Atlas korkuyla hıçkırdı, ''Fırat amcamın ev-''

Alphan amca sabırsızca konuştu, ''Konuş artık!''

''Alphan,'' diyerek araya girdi Halide yenge, ''Bağırmasana sen kuzucuğuma, hassas şu an.'' diyerek Atlas'ın arkasındaki koltuğa oturdu ve başını öptü, ''Sen anlat yakışıklım, Fırat'ın evindeydiniz sonra ne oldu bakayım minik kuzum?''

''Kuzucuğun cidden bu mu anne?'' diye sordu Demir alttan bakışlarla.

Halide yenge oğluna gülümsedi, ''Sen de benim böceğimsin oğlum.''

Mavi, Halide yengenin yanına koşturdu, ''Peki ben neyinim yenge?''

''Sen de kuşumsun mavişim.'' diyerek sarı saçlarını sevdi.

Yanımda oturan Dinçer'e baktım gülümseyerek, ''Sen de gitsene.'' dediğimde gülümseyerek kalktı, ''Ben neyinim yengeciğim?''

''Oy oy, sen benim için en özellerisin. Minik sincabım benim.'' diyerek Dinçer'in yanaklarını öperek yanına oturttu.

Demir ters bakışlarla onları izlerken Fırat amca araya girdi, ''Yenge bizim çocuklardan hayvanat bahçesi kurmuşsun, arada ziyarete geliriz artık.'' dediğinde Selim bey, Fırat amca güldü. Selim bey gülmeyen Atlas'ı dürttüğünde o da güldü.

''Benim hikayem yarım kaldı,'' diye isyan eden Atlas anlatmaya devam etti, ''Fırat amcamın evindeydik, hepimiz salona toplanmıştık. Alphan amcam ayağının ucuyla beni ve öz oğlanı Mavi'yi ittirip, 'Lan oğlum siz öbür odaya gidin.' demişti, ben de her zamanki ince kişiliğim ve zarafetimle 'nedenki amcacuğum' deyince de, 'Çok erkekten başım ağrıdı, rahatsız oldum.' dediydi. O gün bugündür cinsiyetimle kavga halindeyim, bedenim ve ruhum çatışma içinde.''

Bahar yenge hayretle kocasına baktı, ''Dedin mi bunu Alphan?''

''Demişimdir karıcığım.''

''Bak çocuk kırılmış.'' dedi Bahar yenge Atlas'ın başını okşarken, ''Unutmamış, dert etmiş kendine.''

''Ya yavrum ben seni özledim diye rahatsız olmuşumdur, yoksa bir zararı yok çocukların.'' diyerek memnuniyetsiz bakışlarla erkekleri süzdü, ''Yaşasınlar işte, bir şey demiyoruz.''

Ali Mavi, ''Sağ ol baba ya, Mustafa Kemal varken öyle demiyorsunuz ama.''

''Mustafa Kemal ne demek Mavi?'' diye kızdı annesi, ''Ağabeyin o senin, çok ayıp anneciğim.''

''Tamam anneciğim tamam, ağzımdan kaçtı.'' diyerek annesinin altın sarısı saçlarını öptü.

Ağabeyim tabletten sıkılmış ve yanıma gelip oturmuştu. Atlas ise yerde yası varmış gibi davranıyordu, galiba benden pek hoşlanmamıştı. Atlas kalkmamak için nazlanınca Suna hanım Alphan amcaya döndü.

''Alphan kaldır yeğenini.'' diye konuştu emir verir gibi.

''Atlas kalk!'' diye bağıran Alphan amcasının sesiyle olduğum yerde titremiştim. Korktuğumu anlayan Bahar yenge konuştu, ''Asker de benimki koğuşta sanıyor kendini, normalde çok kibar.''

Atlas amcasının emriyle hiçbir şey olmamış gibi kalktı, ''Peki amcacığım.'' diyerek Demir'in yanına ilişti. Eliyle kafasını yoklayıp duruyordu, dayanamadan konuştum.

''Ağabeyim adına ben özür dilerim Atlas.'' dedim çekinerek de olsa.

''Neden benim için öyle diyorsun?'' diye sordu ağabeyim, ''Ben özür dilerim, değil mi Demir arkadaşım? Herkes bir piredir bu hayatta.''

Demir kucağındaki kedisinden çektiği gözlerini ağabeyime yöneltti, ''Elbette Bekir, içinden geliyorsa özrünü sen dile. Ama pire değil, bireydir.''

Ağabeyim, Atlas'ın yanına gitti. ''Kardeş gelince heyecan oldu,'' diyerek topun geldiğin kafasını öptü, ''Özürler diledim kabul ediyorsun, tamam mısın?''

Atlas şaşkınca ağabeyime baktı, ''Bir şartla affederim reis seni.''

''Nedir?''

''Benimle haber çekeceksin.''

''Haber ne ola ki?'' diye sordu çocuk gibi.

''Haber ne ola ne ya? Ben köylüce bilmiyorum,'' diyerek Bahar yengeye döndü, ''Yengem sen köyde yaşamış, tarhana elemiş, naylon lastik giymiş, tezek koklamış kadınsın, çeviriver.''

''Haber ne diyor çocuk, ayrıca köylü milletin efendisidir Atlas.''

''Bu da atamın köylüyü gazlamak için söylediği şey falandır garanti.''

Demir bıkkınlıkla konuştu, ''Zaten öyle Atlas.''

''Aaa bakın Atamla aynı şeyi düşünmüşüz.'' diyerek bir süre ne kadar akıllı olduğundan bahsedip kendini övdü. Ardından ağabeyimi haber çekmek için ikna ettikten sonra az önceki hasta halinden eser yok gibiydi.

Yemeğin hazır olduğunu söylediklerinde gerildim. Bizim için özenle hazırlanmış sofraya bakarken gözlerimi nereye çevirsem bilememiştim. Suna hanım benim çekingenliğimi anlamış olacak ki yanıma geldi, ''Kendini rahat hisset, burada artık yabancı yok, sen hele hiç yabancı değilsin.''

''Teşekkür ederim.'' dedim tebessümle.

''Çocuklar acıktı hadi masaya geçelim.'' diyen Bahar yenge oldu.

''Karım doğru söyledi, Dinçer hadi oğlum geçin la masaya.''

''La mı?'' diyerek şaşırdı karısı.

''Ağzımdan kaçtı Bahar, çok şey yapma.''

''Bu kıronun da karısı var.'' diye vahlanan Fırat amcayı susturan Ali amcanın bakışıydı.

''Dinçer, hadi oğlum masaya geçin.'' dedi annesi.

Dinçer elini belime yerleştirdi, ''Çok iyi olur annem, Belçim doğru dürüst hiçbir şey yemedi zaten.''

Gözlerimi kocaman açtım, ''Her tesiste yedim ya.''

''Onlar sayılmaz, yemekleri Halide yengem yapmış bunu yeriz mecbur.''

Halide yenge mutlulukla konuştu, ''Benim yaptığımı nerden anladın tatlım?''

''Ya nasıl anlamasın yenge ya,'' diyen Fırat amcaydı, ''Yaptığın anlaşılsın diye üstünde mutfak önlüğüyle duruyorsun.''

Ali amca ters bir bakış attı, ''Sus sarı, karım ne yaparsa güzel yapar. Laf edenle özel konuşuruz.''

''Uf sanki karısına laf edebilirmişiz gibi.'' diyerek surat astı Fırat amca.

Masaya yürürken mahcubiyetle Dinçer'e fısıldadım, ''Ağabeyimle biz mutfakta da yeriz, o dökerek yer şimdi rahatsız ol-''

''Şşttt.'' diyerek uyardı Dinçer, öfkeli bir sesle, ''O nasıl laf Belçim, küfür etsen daha iyiydi.''

''Kızma ne olursun, sadece ben onu düşünüyorum.''

''Burası o siktiğimin köyü değil, sen amcan olacak o siktiğimin herifin yanında değilsin. Burası bizim evimiz, bu gördüğün insanlar da ailemiz, Bekir ağabey de sen de bu masanın baş köşesinde olacaksınız her zaman.'' diyerek başımı öptü.

Ondan aldığım güvenle masaya adımladım. Ağabeyim ve Demir aynı sandalyenin arkasında dikilmiş bekliyordu, aralarındaki konuşmaya şahit oldum, ''Büyükler oturmadan oturmak yanlış mı?'' diye sordu safça ağabeyim.

''Yanlış değil ama ben tercih etmiyorum.'' diye açıkladı Demir.

''Peki büyük olan herkese çok fena mı saygı duyalım ki?''

Demir, ağabeyimin devrik cümlelerini hemen anlıyordu, ''Hayır, insanlara yaşça büyük oldukları için saygı duyulmaz, önemli olan karakterdir, insanlığıdır.''

''O zaman ben senin oturmanı beklerim.''

''O neden?''

''Çünkü sen çok aklı iyi birisin.''

Demir gülümsedi, ''Teşekkür ederim ama bence sen de öyle birisin.''

''Evet biliyorum.'' diyerek Atlas'a baktı, Atlas da ona göz kırptığında bunu ondan öğrendiğini anladım.

Herkes sandalyelere otururken Mavi'nin ayakta kalmasından onun yerini aldığımı anladım. Dinçer'e yaklaştım, ''Başka bir yere oturayım mı ben, ayakta kaldı.''

Masanın altından bacağımı avcuna hapsetti, ''Senin yerin artık benim yanım.''

''Ama ayakta kaldı.''

''Kalsın, alışıktır o.'' diyerek ayaktaki kuzenine göz kırptı.

Huzursuzca kıpırdandım, bu halimi anlayan birisi olmuştu, ''Mavi, bir sandalye çek otur.'' dedi Suna hanım.

''Böyle iyi yengem ya.'' diyerek masadaki börekten ağzına attı.

''İkiletme.''

''Emredersiniz Suna hanım.'' diyerek en yakın sandalyeyi kapıp oturduğunda rahatlamıştım.

Orta yaşlı bir kadın önüme sıcacık bir çorba koydu, ''Teşekkür ederim.'' diyebildim fısıltıyla.

''Afiyet olsun.'' dedi güler yüzle.

Ağabeyimin önüne de bir kase çorba kondu, ''Teşekkürler ederim.'' diyerek gülümsedi. Ardından takdir bekler gibi Demir'e baktı. O da başıyla onayladığında mutlulukla önüne döndü. Yemek yemeye başladığımız andan beri bir gözüm ağabeyimdeydi. Eskisi gibi çok hızlı yemiyordu, masadaki insanları izleyerek yemeye çalışıyordu. İzlememesi gereken kişi kesinlikle Atlas'tı.

Önüme konan et yemeğine teşekkür ederek aldım. ''Latife abla bana biraz daha yemek koysana.'' diyerek mutfağa giden kadını durduran Atlas'tı.

''Doymadın mı paşam sen?''

''Stres beni acıktırıyor.'' diye konuştu şirin şirin.

Masada en rahat yemek yiyen Atlas, en çekingen ise bendim. On dakikadır sadece iki kaşık yiyebilmiştim. Dinçer önümdeki tabağı yemeklerle doldururken ona itiraz dolu bakışlar atıyordum sessizce.

''Yesene güzelim, yemekler nefis.''

''Utanıyorum.'' dedim fısıltı ile.

''Utanma, ailemiz onlar bizim ye gitsin.''

''Belçimciğim başka bir şey yemek istersen hemen söyle lütfen.'' dedi Halide yenge.

Mahcubiyetle ona baktım, ''Hayır, her şey çok güzel ellerinize sağlık.''

''Ben köfte alsam ne olur?'' diye sordu ağabeyim, ''fazla varsa yiyebilir miyim? Çok beğendim ben.''

''Ay,'' diyerek ayaklandı Halide yenge, ''Tabii ki alabilirsin Bekir, afiyet bal şeker olsun.'' diyerek ağabeyinin tabağına tepeleme köfte doldurdu.

''Bal şeker mi? Köfteye bal şeker mi kattın yenge? O zaman yimem.'' diyerek tabağı Atlas'ın önüne sürdü, ''İtlas yer ama dimi, o her şeyi yiyor.''

Atlas yemeğine daldığı için muhabbeti kaçırmıştı ama önüne itilen köfteye çatal atmıştı bile, ''Ayranım bitti.'' diye emir veriyordu.

Halide yenge ağabeyime açıklama yapmaya çalıştı, ''Yok Bekirciğim öyle demek istemedim, afiyet bal şeker derken yani, şey...''

O açıklayamadığında eşi Ali amca devreye girip açıkladı. Halide yenge gülümseyerek kocasına bir bakış attığında kocası onu öptü. Onları Fırat amca ters bakışlarla izleyip önüne döndü.

Yemek yediğimiz sofra da bu evde kocamandı. Daha kocaman olan şeyin bu ailedeki sevgi olduğunu hissediyordum.

''Belçim duyduğumuza göre diş hekimi olmak istiyormuşsun.'' diye soran Suna hanıma baktım.

Elimdeki ayran bardağını masaya bıraktım, ''Nereden duydunuz ki?''

''Bekir söyledi.'' dediğinde ağabeyime baktım. O ise iki elini ağzına kapatıp, ''Aaa sır mıydı, ben unuttum.'' diyerek çocuk gibi utandı.

Eskiden olsa kızardım, çünkü gerçekleşmesinin uzak olduğunu bildiğimden mahcup olurdum. Ama şimdi göğsümü gere gere konuşmak geliyordu içimden, ''Evet,'' dedim kendimden emin, ''Diş hekimi olacağım.''

Herkesin gözleri üzerimdeyken konuşmaya devam ettim, ''Hayat herkes için aynı akmıyor, yaşım yirmi bir ama daha yeni gireceğim sınava. Kendime de güveniyorum, iyi bir okulu kazanacağıma eminim.'' diyerek heyecanla Dinçer'e baktım, o ise beni izliyordu hülyalı bakışlarla.

En mutlu Halide yengeydi, ''Sonunda aileye bir doktor kazandırıyoruz. Çok mutlu oldum Belçim.''

Diğer herkes de destekleyici yorum yapmıştı. Onların desteği yüreğimi kabartırken Atlas'ın takıldığı yer başkaydı, ''Diş hekimi masraflarını da beleşe hallettik,'' diyerek keyifle parmak hesabı yapmaya başladı, kendi kendine konuşur gibiydi, ''Bu yaz evlensem, kışa doğru çocuk olsa, onların diş teli masrafları, bir otuz yıl sonra bana takma diş derken yaşadım lan.'' keyifle kahkaha atmıştı.

Fırat amca şakayla ensesine vurdu, ''Anırma eşek gibi, çocukları ilk günden kendinden soğutmasana lan.''

Atlas ağabeyime baktı, ''Bekir reis benden soğudun mu?''

Ağabeyim elindeki çatalı aynı Demir gibi tabağına yaslayarak bıraktı, ''Hayır, çünkü sen buzdolabısı değilsin İtlas.''

''Helal reis.'' diyerek ağabeyime elini uzattı, çak yaparak özlerine döndüler.

Merakla Dinçer'e dönerek sessizce sordum, ''Ne ara bu kadar kaynaştılar? Demir'in evinde kalmadı mı ağabeyim?''

''Atlas da Demir'in evinde kalıyor Belçim, diş hekimi masraflarına kadar hesap ediyor baksana kira öder mi bu herif?''

''Cimriliğini kimden almış?''

Ben sessizce konuştuğumuzu sanırken, ''Aha Selim'den.'' diyerek araya girdi Fırat amca, ''Kızım senin bu kayınbaban o kadar cimriydi ki, Ali ile nasıl kardeş olurlar diye dna testi yaptırdık.''

Selim bey kınarcasına baktı, ''Ben mi cimriydim be Sarı? Ben ilk bekar evimize yerleştiğimiz gün bekar evin tüm eksikleri almadım mı?''

Alphan, Fırat ve Ali amca aynı anda, ''Almadın.'' dediğinde Selim bey şaşkındı.

Suna hanıma baktı merakla, ''Suna ben cimri miyim?''

''Öylesin Selim.''

''Tamam ben cimriyim.'' diyerek bir yudum su içti.

Yemeğin ardından sofradan kalktık. Dikkatimi çeken şey erkeklerin de sofrayı kaldırmaya yardım etmesi olmuştu. Ben de yardım edecekken elimdeki tabağı Demir aldı, teşekkür eder gibi başımı salladım.

Herkes sofrayı toplarken ağabeyimle yalnız kaldık. ''Ağabey nasılsın?'' diye sordum merakla. Yalnızken duygularını daha iyi ifade ederdi.

''Çok iyiyim Belçim, bu ev çok güzel.'' dedi neşeyle, ''Demir'in evi de güzel ama hep kedi var, onlarla arkadaş oldum. Demir dedi ki eğer iyi bakarsam bir yavru sahiplenebilirmişim. Ha bir de beni çalıştığı yere götürdü, Atdiye bir yer.''

''Adliye,'' dedim onu düzelterek, ''Adliyeye mi gittiniz?'' diye sordum heyecanla.

''Evet bana cüppe bile giydirdi.'' diye konuştu, ''Dedi ki oradaki herkese Bekir benim arkadaşım dedi.''

Ağabeyimin mutluluğu sesinden taşarken ona sıkıca sarıldım, ''Hep böyle mutlu olsana sen.''

''Köye götürme beni, hep burada kalalım mı? Ben çok sevdim, amcadan da iyiler, yengeden de, Selvi artık bana salak gelmişti zaten, en akıllı Demir.''

Gülümsedim, ''Bir daha köye dönmeyeceğiz.''

''Artık sen de akıllısın ama Demir en birinci.''

Yemeğin ardından hepimiz salona geçtik. Çok rahat koltuklara yerleştik. Çaylarımızı içerken konu bizim üzerimizden şekilleniyordu. Havadan sudan Diyarbakır'dan sohbet ederken bizden elle tutulacak bir cevap almak istedikleri aşikardı.

''Eee çocuklar, hadi bakalım sizi dinliyoruz,'' dedi Selim bey, ''Anlatın bakalım.''

Dinçer zaten bu soruyu bekliyor gibi öne atıldı. Lafı hiç sektirmeden açık ve net bir şekilde konuşmaya başladı.

''Ben Belçim'e aşık oldum. Benimle evlen dedim, kabul etti, şimdi de en güvendiğimiz yere, ailemizin dizinin dibine geldik, bizi evlendirin istiyoruz.''

Dinçer'in sözü bitince evde birkaç saniye sessizlik oldu. O ürkütücü sessizlik Atlas'ın hâlâ yemek yediği masadaki sandalyeden düşme sesiyle bölündü. Evet Atlas yine bayılmıştı.

''Lan!'' diyerek ayaklandı Fırat amca, ben Atlas'a gidecek diye beklerken Dinçer'in yanına gelip sarıldı, ''Benim aslan yeğenim aşık olmuş, Allah'ım sana çok dua ettim, bu çocuklara benim kaderimi verme diye, duydun.'' diyerek bizi coşkuyla tebrik etti.

Halide yenge ve Bahar yenge de bana sarılmıştı. Kuzenleri sırayla bizi tebrik ederken geriye ağabeyim, Suna hanım ve Selim bey kalmıştı.

''Bekir ağabey,'' diye konuştu Dinçer, Demir'in yanında oturan ağabeyime seslenerek, ''Ben Belçim'e aşık oldum, evleneceğiz biz.''

Ağabeyim omuz silkti, ''Demir bana anlattı her şeyi, zaten Belçim de hep senden bahsediyordu bıkmıştım, evlenin yani napayım?'' diyerek önüne döndü ve Demir'le sohbete devam etti. Ağabeyim konuyu sandığımdan daha kolay kabullenmişti.

Şimdi sırada annesi ve babası vardı. İlk konuşan Selim bey oldu.

''Düğünü nerede yapalım çocuklar?''

Dinçer gülümsedi, ''Evin bahçesinde diye konuştuk baba.''

Suna hanım bize baktı, ''Madem karar vermişsiniz bize sadece yanınızda olmak düşer. Allah ayırmasın çocuklar.''

Dinçer'le ayağa kalkıp ellerini öpmek istedik ama müsaade etmeden sarıldılar. Şimdi ise ailecek düğünümüzü konuşuyorduk. Herkes çok heyecanla neler yapmamız gerektiğini anlatıyordu. Arada oluşan sessizlikte içimde yeşeren duyguların köklerini onlara açtım.

''Sizinle tanışınca daha iyi anladım ne kadar kocaman bir aile olduğunuzu, ben Dinçer'i seviyorum.'' diyerek yüreklice konuştum, ''Aile olmak, ev kurmak ne demek, nasıl şey ben bilmem. Ama,'' Dinçer'in elinden tuttum, ''Dinçer'le öğrenmeye çok hevesliyim. Sizin de içiniz rahat etsin istiyoruz, biz birlikte olunca, hep mutlu olacağız, söz.''

Demirsoy ailesi bana ve ağabeyime kollarını açmıştı. Biz, o kolların arasına girmeye başlamıştık. Bu aileye girdiğimiz gibi kalmayacaktık, çok şey yaşayıp, çok şey öğrenecektik. Hayat bizim için yeniden başlıyordu, biz hayatı yaşamaya asıl şimdi başlıyorduk.

 

Bölüm : 27.04.2025 20:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...