Merhaba nasılsınız?
Bu bölümdeki yorumlar eski yorumlar satır arası yorumlara dikkat ediyorum. Yorumlar benim için çok önemli, bol yorum yaparsanız sevinirim. Artık işsiz biriyim daha aktif yazacağım, bölümlerin sık gelmesi sizin elinizde. Parmaklar yorumaaaa 🌹
Keyifli okumalar.
⚫
Belçim'den
İki arada kalmış duygular yaşıyordum. Gözümün önünde dursun diye televizyon ünitesine konulan basit bir saat miydim? Yoksa solmasın diye sürekli su verilen bir gülün, en ufak parçası mı?
Eğer buna ben karar vereceksem ilkini seçerdim, Dinçer ise ikinci taraftayım der gibi bakıyordu gözlerime ve ben o bakışa çoktan inanmıştım.
Bizi getirdiği evin salonundaki kahverengi koltuğun kenarında bağdaş kurmuş duvarı kaplayan pencereden dışarıyı seyrediyordum. Saat sekize gelmişti, dışarısı tamamen kararmıştı, sokak lambalarının cılız ışığı insanları aydınlatıyordu ama ben karanlıkta gibi hissediyordum.
Bir yandan da umut ve ışık doluydum. Dinçer'in kolları arasında olmak istiyordum, bu evde olmak bile ona yakın olmak demekti. Ama içimi kemiren bazı düşünceler vardı, ben hangi vasıfla onun yanında duracaktım?
Saatlerdir durduğum bu evde şimdiden fazlalık gibi hissediyordum. Bomboş evde kendimi fazlalık olarak gördüğümden hiçbir şeye yakışmam diyordum, yakışamam. Birisi bana neden iyi davranır diye düşünüyordum, hak ediyor muyum ben bu kadarını diye sorguluyordum.
Yere atılarak parçalanmış bir kayanın, ufak kırığı gibiydim. Birisi bassa ezilecek kadar ufaktım ama şunu da biliyordum, kaya parçası değil de kaya olmak da benim elimdeydi.
Bu ev çok güzeldi. Kaloriferliydi bir kere, iki odası bir de salonu vardı. Salon en geniş odaydı, televizyon büyüktü, eşyalar ise kahverenginin tonlarıydı. Dinçer mutfağı ağzına kadar doldurduğundan canımız ne çekse yiyebilecektik, öyle çok şey almıştı ki canımızın çekme ihtimali olan şeyler değildi çünkü biz ağabeyimle hiç fıstık kreması yememiştik, ya da brokoli.
Aslında burada bile farklı dünyalardan geldiğimiz aşikardı, evin eksiği deyince ekmek ve domates almak isterdim, onun aldıklarının arasında daha önce hiç yemediğim şeyleri gördükçe diyordum, biz gerçekten farklı büyümüşüz.
Okuduğum romanlar hasebiyle farklı dünyaların birleşimi mutlu son diyordu, ama gerçek hayatta yeri ne kadar vardı, bilemiyordum.
Kafam düşüncelerimden şişmek üzereyken oturduğum koltuktan kalkarak mutfağa adımladım. Ağabeyimin karnını makarna ile doyurmuştum ama ben hiçbir şey yemediğimden acıkmıştım. Dolabı açtığımda gözleri brokoli ile kesişti, tadını o kadar çok merak ediyordum ki, sanki yiyeceğim en güzel şey gibi geliyordu.
Yutkunarak dolabın kapağını kapattığım sırada ağabeyim yanıma geldi ve kapattığım dolabı açtı, ''Bu ağacı pişirsene Belçim.'' diyerek yüzüme doğru brokoliyi uzattı.
''Ağaç değil ağabey, brokoli onun adı.''
''Bırakali ne ya?''
Güldüm, ''Bıraali değil, brokoli.''
''Adını değil tadını merak ettim, hadi pişirelim.''
Ağabeyimden bile çok yemek istiyordum, ''Ama ben daha önce hiç pişirmedim ki.''
''Of çok cahil bir diş doktoru olacaksın sen.'' diyerek bir süre beni aşağılar gibi baktı.
''Ama öğrenirim, hemen birini arayabilirim.'' diyerek telefonuma sarıldım.
Ağabeyim mutfak masasının sandalyesine oturdu. ''Elife öğretmenimi ara, ben de konuşmak isterim.''
Dinçer'i arama hevesim ağabeyim tarafından suya düştüğünde suratımı asarak ona baktım, ''Elife öğretmen yorgundur.''
''Değildir ara.''
''Dinçer'i aramalıyım bence.''
''Olmaz! O çok kara cahil, benim yaşımı soran biri bırakaliyi yapmayı bilmez.''
''Ağabey yapma, Dinçer çok iyi birisi, hem bu ev onun evi.''
''Hayır hayır değil, bu ev arkadaşımın babasının dul eviymiş.''
''Arkadaşın?'' dedim sorar gibi.
''Demir'in babası amcanın evi işte, o dulken bu evde yaşamış.''
''Dulken değil ağabey, bekârken.''
''Kafamı çok karıştırıyorsun Belçim, ara Elife öğretmenimi o sana çiçek olmayı öğretsin.'' diyerek kollarını göğsünde birleştirdi. Suratım beş karış Elife öğretmeni aradım, son çalışına kadar bekledim ama açmadı. Zafer kazanmış gibi ağabeyime döndüm.
''Elife öğretmen müsait değil ağabey, bak gördün mü.''
''Of ben kitap okur gibi yapmaya gidiyorum, kimi ararsan ara.'' diyerek uzaklaştı.
Mutlulukla Dinçer'i aradım, gün içerisindeki üçüncü konuşmamızdı. Bir şey olsa da onu arasam diye düşünüyordum. Telefon elinde bekler gibi ilk çalışta açtı, ''Güzeller güzelim?''
Sesini duyduğum anda içimdeki muslukların suları sonuna kadar açılıyor, ve o musluklardan sadece delice bir heyecan akıyordu, ''Dinçer ben sana bir şey soracağım ama gülme.''
''Senin adını ekranda görünce gülmeye başlıyorum ben, orası zor.'' dedi hevesli bir sesle, ''Ama sen yine de bir sor bakayım.''
İçimi gıdıklıyordu bu adam, ''Brokoli almışsın eve, biz daha önce hiç yemedik ama canımız çekti, nasıl pişirebiliriz?''
Bir süre cevap gelmeyince onun da bilmediğini anladım, ''Belçim yengem bize yemek kursu vermişti ama sıra brokoliye gelmeden ben okul kazanıp evden ayrıldım.''
Masum sesiyle yaptığı açıklamaya kahkaha atarak güldüm, ''Dinçer, seni yiyeceğim.''
''Bana uyar.'' dedi hınzır, ''Geleyim mi yanına?''
''Gelme, işine bak sen.'' dedim ciddi bir sesle. Bize vakit ayırması demek işini aksatması demekti.
''Anneme sorayım diyeceğim ama benim validem pek yemek yapmaz, yengemi aratayım mı?''
Reddedişler dilimin ucuna kadar gelse de ailesini çok merak ediyordum, acaba gerçekler mi diye düşünüyordum ara ara. ''Hangisini?'' diye sordum hevesle.
''Doktor olan yengem, Halide ismi anlatmıştım ya sana. Bize çocukken hep yemek yapardı, yarısını kendisi yerdi ama olsun.''
''Yok canım kadını rahatsız etme hem beni tanımaz ki.'' dedim kendimi çok da önemsemeyerek.
''Ne demek tanımaz, ben bugün Demir'in kedilerine bile anlattım seni.''
''Ne?'' diye sordum şaşkınlıkla, heyecanım artlarken kalçamı mutfak tezgâhına yaslayıp hevesle sordum, ''Ne kedisi?''
''Demir varmış yerine, görüntülü konuşurken onun işi çıktı telefonun karşısında kedileri geçti, ben de anlattım seni, içlerinden birisi dedi ki kaçırma bu kızı.''
Omzuma düşen saçımı elime doladım, ''Kaçırdın ama beni hatta eve kaldırdın.''
''Helal olsun bana.'' dedi kendiyle gurur duyar gibi.
''Ben daha fazla tutmayayım seni, hadi kapatıyorum.''
''Öpüyorum seni.'' benden karşılık bekledi ama bir şey demeden kapattım. Çünkü heyecanlanıp saçmalamaktan korkuyordum.
Telefonu mutfak tezgahına bırakacakken geri aradı, merakla açtım, ''Efendim?''
''Öpüyorum seni dedim, ben de desene yavrum.''
Elimi alnıma yaslayıp güldüm, ''Dinçer bunun için mi aradın?''
''Hadi de, nöbete gideceğim birazdan, hızlı geçer.''
''Neden hızlı geçer ki?''
''Seni düşününce zaman su gibi akıyor.''
''Dinçer, öpüyorum seni. Kendine dikkat et, bana lâzımsın.'' diyerek kapattım. Nihayet geri aramayacağına emin olduğumda telefonu kenara koydum. Yüzümdeki aptal sırıtışı buzdolabına konmuş aynalı magnetten gördüm, kendimi bir süre izledim. Bana gülmek bu kadar yakışıyor mu diye düşündüm, kim için güldüğüme göre değişiyordu.
Brokoli maceramız başlamadan bittiğinde sebzeyi dolaba kaldırmak üzere aldım. Buzdolabına yürürken telefon çaldı, brokoliyi tezgaha bırakıp telefonun küçük ekranına baktım. Bilmediğim bir numara arıyordu, açıp açmamak arasında kaldığımda açmayı seçtim.
Ürkek bir ''Efendim?'' çıktı ağzımdan.
''Ay merhaba güzel kızım ben Halide, Dinçer'in yengesiyim.''
Karşıdan gelen cıvıl cıvıl sesle donup kaldım. Gerçekten de aratmıştı deli! ''Me- merhaba efendim. Ben de Belçim yani gelinin-'' ne diyordum ben ya, ''Adım Belçim, nasılsınız inşallah?''
Gülümseme işittiğimde kızarmaya başladım, aferin Belçim, adamın ailesiyle harika tanışıyorsun!
''İyiyim kızım, sen nasılsın? Rahat mısınız evde? Bak yavrum sakın yabancılık çekme, dilediğin gibi yaşa sevgili ağabeyinle.''
Bu nasıl kibar bir sesti böyle, ''Çok teşekkür ederim efendim, sağ olun.''
''Brokoliyi çocukken hep pazarda görürdüm, hep merak ederdim ama babam almazdı. Ben üniversitedeyken en yakın arkadaşım yapar okula getirirdi, sana şimdi en güzel tarifini vereceğim, kağıt kalem aldın mı?''
''Yok, hemen alırım ama.'' diyerek kağıt kalem aramaya başladım, ama bunu yaptığım yer çatal kaşık çekmecesiydi!
''Yok yavrum alma, gerek yok çünkü çok basit.''
Afallamıştım ama çaktırmadım, ''Peki, sizi dinliyorum.''
''Önce brokoliyi güzelce küçük küçük ayır,'' diyerek anlatmaya başladı, gerçekten de çok basitti, ''Yoğurtla deneyin harika olur.''
''Teşekkür ederim, çok kolaymış.''
''Ay rica ederim tatlım. En sevdiğin yemek ne bakayım? Bizim Suna turşuya bayılır.''
Suna hanımın ismini duyduğumda irkildim, ''Ben de turşuyu çok severim.'' dedim hevesli bir gelin gibi, gibisi fazlaydı hevesliydim işte.
Halide hanımın sesi uzaktan ve hışırtılı gibi duyuluyordu. Arkadan otoriter bir ses, ''Ne turşusu severmiş sor.'' diyordu, içimden bir ses Suna hanım olduğunu söylüyordu. Dinçer'in annesiyle tanışmam brokoli pişirmeyi bilmemem mi olacaktı yani?
''Selim de turşuya bayılır, hatta Suna istemede Selim'in kahvesine turşu suyu koymuştu.'' diyerek gülümsedi.
''Çok tatlıymış,'' dedim gülümseyerek, ''Sizler nasılsınız?''
''İyiyiz kuzum, güzel haberlerinizi aldık daha iyi olduk.''
Dinçer kim bilir neler demişti, şimdi benim sesimi dinleyen bir sürü kişi olduğuna emindim ve Dinçer'i bozmak istemedim, ''Sağ olun efendim. Dinçer size ne dedi pek bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ben bile isteye asla üzmem onu, çok seviyorum.'' dediğimde sırtımdan yük kalktığını hissettim, ''Benim için önceleri her şeyden öte çok iyi bir arkadaş oldu, sonra da her şeyden öte oluverdi.''
Sözüm bittiğinde kıkırdaşmalar duydum, utancımdan mutfak dolabına girip üç gün çıkmayasım vardı.
''Ayyy gençliğime döndüm,'' gibi bir şey duydum, daha ince bir kadın sesi ''Zaten gençsin Halide,'' dediğinde, Halide yenge, ''Bahaaar düğünde ben lila giyeyim.'' diye konuştu. Onlar kıkırdaşırken ''Bir uslu durun, kız bekliyor.'' diye uyaranın Suna hanım olduğunu anladım.
''Dinçer benim biricik süt kuzumdur, şimdiden meraklanıyorum sizin için.'' dedi dolu dolu.
''Ben de efendim,'' diyebildim, ''Ben de.''
''Ay Belçimciğim benim eşim Ali amcan da asker, ilk başlarda görev falan zor oluyor ama insan her şeye alışıyor. Benim de iki kuzucuğum var, Demir'le tanışmışsınız.''
''Bana şu an çok zor geliyor, ama alışırım umarım. Evet Demir'le tanıştık, kısmet size.'' Ben bugün ne saçmalıyordum? Stresle ayaklarımı yere vururken bir yandan da kazağımın yakasını çekiştiriyordum.
''Çok isterizzz!'' diyerek gülümsedi, arkadan gelen sesler de eğlendikleri yönündeydi.
''Umarım.'' demekle yetindim, az konuşsam iyi olacaktı.
''Belçim, Ali askere gittiğinde bir çocuğumuz vardı, döndüğünde iki tane olmuştu. Yani sözün özü hayat sürprizlerle doludur.''
Ben bu işin nasıl olduğunu düşünürken Halide hanım konuştu, ''Ayy Belçimciğim ben seni tutmayayım, telefonda da olsa tanıştığıma çok memnun oldum. En kısa sürede yüz yüze görüşmek üzere, iyi geceler.''
''Size de efendim.'' diyerek beklemeye başladım. Halide hanım kapatmadan kapatmam saygısızlık olacağından bir hamle yapmadım, yalaka birisi mi olmuştum ben şimdi?
Banyoya gidip elimi yüzümü soğukça bir suyla yıkadım, her yanımı saran heyecan ve stres benden az da olsa uzaklaşırdı belki. Çiçekli bir havluyla yüzümü aynaya bakarak silerken dudaklarımda tebessüm vardı, hülyalı hâlime bir son verip yemek yapmak adına mutfağa girdim.
⚫
Dolaptan iki yemek tabağı bir de kâse çıkardım. Yoğurdu küçük kaseye koyduktan sonra yemek tabaklarını ağzına kadar brokoliyle doldurdum. Mutfaktaki küçük masaya soframızı kurduktan sonra ağabeyime seslendim.
''Yine mi masada yiyeceğiz?'' diyerek ofladı, ''Sırtım ağrıyor Belçim.''
''Ama ağabey yer sofrası yok bu evde.''
''Demir savcı ya hani, ona söyleyeceğim ben herkesin evinde sofra olsun artık, yeter olmaz böyle.''
Gülümsedim, ''Ama onun öyle bir yetkisi yok ki.''
''Of Belçim aklın çok arkada kalmış senin.'' diye söylendikten sonra sandalyeyi çekerek oturdu. Ben bir güzel lafımı yemiştim, ayakta dikili kaldığımı gören ağabeyim yanıma gelip saçımı öptü, ''Şaka yaptım gel burukali yiyelim.''
Gülümseyerek ağabeyimin yanına yerleştim. Kaşıkları elimize alıp meraklılar olarak birbirimize baktık, ''Önce sen ye.'' dedi.
''Neden ben? Ağabey olan sensin, sen ye.'' diye mızmızlandım.
''Ağabeyim ama arkadaşım savcı o yüzden benim dediğim olacak.'' diye diretti.
''Peki,'' dedim kabullenişle, ''Yiyorum o zaman.'' diyerek kaşığa brokoli doldurdum. Temkinli ve heyecanlı bir şekilde hayatımda ilk defa brokoli yedim. Ağabeyim benim tepkimi dikkatle izlerken keyifli sesle çıkarttım, ''Ağabey, tadı çok güzel, hemen ye!''
Ağabeyim hızla yemeye başladığından ağzı yanmıştı, bu haline güldüğümde ise bana kızmıştı. 'Arkadaşım savcı demiştim sana.'' Demir'in savcı olduğunu öğrendiğinden beri beni onunla tehdit eder olmuştu.
Brokolilerimiz bittiğinde mutlulukla birbirimize baktık, ''Burukaliyi sen mi aldın?'' diye sordu, ''Çok lezzetliydi yine al.''
''Ben almadım, Dinçer aldı.''
''Dinçer dev adam.'' diye tutturdu. Bunu çoğu defa söylemesi aklıma takılmıştı.
''O ne demek ağabey? Niye sürekli ona böyle söylüyorsun.''
''Bir kere köydeki minik arkadaşlarım bana karpuz almıştı, ben o karpuzu taşırken düşürmüştüm, o da ölmüştü. Sonra Dinçer gelip bana çikolata vermişti, sonra da minik arkadaşlarıma bağırmıştı. Ha bir de,'' diyerek kulağıma sır verir gibi fısıldadı, ''Ben polisim dedi.''
Gözlerim dolmuştu, bir kez daha doğru kollar arasında olduğumu hissetmiştim, ''Ağabey, Dinçer gerçekten polis,'' dedim aynı onun gibi fısıldarken, ''Mesleği bu.''
''Silahı da mı var?'' dedi şaşkınlıkla.
''Evet var.''
''Askere de mi gitmiş?'' diye sordu hayranlıkla, ''Beni neden almadılar ki askere, Dinçer de gitmiş. Demir de gitmiş sordum ben. Neyse ama ben daha gencim dimi Belçim, zaten gideceğim ben askere, hem de üç dört hatta yedi sene askerde kalacağım.''
Ağabeyimin en büyük ukdesi askere gidememesiydi. Engelli raporu olduğundan askerlikten muaf sayıldığını ona günlerce, hatta aylarca anlatmaya çalışmıştım ama o çocukluk hayalinin bir gün gerçekleşeceğine emindi.
''Gideceksin,'' diyerek içindeki umudu sulamaya devam ettim, ''Bir gün mutlaka sen de askere gideceksin.'' çünkü insanı yaşatan umuttu.
Yemeğin ardından mutfağı topladım. Bulaşık makinası vardı ama daha önce pek kullanmadığımdan çekinmiştim, elimde yıkadığım bulaşıkları kuruması için bırakıp son kez tezgahı sildim.
''Belçim!'' diye seslenen abimle birlikte elimdeki bezi durulayıp kenara koydum, ellerimi sildikten sonra yanına adımladım. Tek kişilik yatağı olan bir odada, yatağa yaslanmış bir kitap okuyordu.
''Efendim ağabey?''
''Burada ne yazıyor?''
Uzattığı kitabın ismine baktım, ''Göğe bakma durağı.'' Kitabın ilk sayfasını açtığımda ufak bir not karşıladı beni, ''Sen nereye, ben oraya, adım adım. İnsan sevdikçe iyileşiyor artık anladım...'' Notun sonunda italik bir biçimde Halide yazıyordu. Anladım ki onların H'Ali'desiydi.
''O ne demek ki?'' diye sordu ağabeyim, ''Göğe bakmak için durak mı olur?''
''Bilmem, olabilir bence. Hayal edersen her şey olur.''
Ağabeyim tavanı izleyerek bir müddet düşündü, ''Hayal ediyorum o zaman, ben kitap okumayı öğrenmişim, yakan top oynarken artık hiç kuru fasulye olmuyorum, maç yaparken toplar kafama gelmiyor, kimse kollarımı sıkmıyor, benden uzaklaşmıyor. Sen diş hekimi oluyorsun ben de kucağımda kocaman ama kocaman çiçeklerle seni hastanede ziyarete geliyorum.'' Neşeyle anlattığı şeyleri dinlerken gözyaşlarım pınarlarımdan akmak üzereydi, ''Nasıl hayal ettim ama, hadi gerçek olsun.''
''Zamanla olur ağabey,'' derken durgundu sesim, ''İmkansız şeyler değil ya.''
''İmkansız ne demek?'' diye sordu.
''Gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler için kullanılıyor.''
''O zaman benim akıllı olmam imkansız mı?''
''O nasıl söz?'' dedim bir hışımla, ''Ne demek o?''
''Yengem öyle söyledi ki,'' diyerek anlatmaya başladı, ''Hatta Belçim bercimekte bile akıl varmış ama bende yokmuş.''
Ağabeyime bazen destek olmak isterken kendimi çok güçsüz hissediyordum, o bazenlerden birisi de bu andı, ''Bercimek değil akıllım, mercimek.''
''Beni düzletmesene ben yanlış mıyım?'' diye sordu öfkeyle. Kendime kızdım onu düzeltenlerden farksız olduğum için.
''Özür dilerim,'' diyerek başımı omzuna yasladım, ''Senin hep yanındayım, hep ama hep.''
''Napayım?'' diye sordu, duygusal zekası gelişmemiş diyen özel eğitim öğretmenine 'benim ağabeyim duygusuz değil' diye kafa tutarken onun ne kadar arkasındaysam şimdi de öyle arkasındaydım, ''Hiçbir şey yapma, bil yeter.'' dedim omzunu sıvazlayarak.
''Tamam.'' dedi kestirip atar gibi.
Ağabeyim beni ağlarken görünce çoğu zaman anlam veremiyordu, şimdi de karmaşa yaşamasın diye yanından ayrıldım. Kendimi diğer odaya kapatıp ağlamaya başlayacaktım ki çalışma masasına gözüm ilişti. O an yanaklarıma inen taneleri sildim, önüme düşen saçlarımı bileğimdeki tokayla toplayıp masanın başına geçtim. Dinçer köyden getirdiğim kitaplarımı özenle dizmişti, bunu ne zaman yaptığını bilmiyordum bile. Sandalyeyi geriye çekerek masaya yerleştim. Ağlamak çare değildi, beni güçlü yapacak şey en sonunda çalışmak olacaktı. Bu hislerle çağlayan kalbime de kendime de güveniyordum, bu yolun sonu benim için beyaz bir önlükten ibaretti.
İlk test kitabını açtığımda beni bir not karşıladı, ''Başarılar diş hekimim. Hayatımız birlikte güzelleşecek, seni çok seviyorum...''
Dudaklarımdaki gülümseme silinmeden notu öperek kenara kaldırdım. Dinçer'den de aldığım destekle test çözmeye başladım.
Doğru hislerle ders çalışmak insana kendisini çok güçlü hissettiriyordu. Bundan böyle eski ders çalışma sıklığıma geri dönecektim. Artık Dicle Üniversitesinden daha iyi üniversiteleri hayal ediyordum, çünkü bu şehirde miadımın dolduğunu hissediyordum.
Ağabeyimi yatırdıktan sonra evin kapısını kilitlemiş olsam da bir kez daha kontrol ettim. Yabancı bir evde nadir uyuduğumdan bu bana garip geliyordu. Korkmuyordum ama tedirgindim. Yatak odasında yatmak yerine battaniye çarşaf ve yastık alıp salona geçtim. Kanepeye kendime yer yapıp uzandım. Salon çok karanlık olmuştu ışığı açıp geriye yattım ama bu kez de israf yaptığımı düşünerek tekrar kapattım. Kanepede bir o yana, bir bu yana dönerek uyumaya çalışıyordum ama sanki bir şey eksikti.
O eksik Dinçer'den iyi geceler mesajı almamış olmamdı. Çalışıyordu, biliyordum ama yine de o iyi geceler dediğinde daha rahat uyuyacaktım, buna emindim.
Ben aklımdan onu geçirirken telefonuma bir mesaj düştü, zihnimi okuduğundan şüphe etmeye başlamıştım bile. Yan dönerek telefonu avcumdaki yarığa yerleştirdim ve ağzım kulaklarımda onunla mesajlaşmaya başladım.
''Nasılsın güzelim?''
''Uyumaya çalışıyorum, sen nasılsın asıl?''
''Nöbetteyim.''
''Nasıl geçiyor nöbet?''
''Seni düşünüyorum diye hızlı geçiyor.''
Gülümsemem daha da arttı, o ne zaman benimle ilgili bir şey dese kalbime bir çarpıntı giriyordu, ''Bu akşam Halide hanım aradı beni.''
''Hay Allah öyle mi oldu?''
Kıkırdadım, ''Brokoli çok lezzetli bir şeymiş ağabeyim çok sevdi, teşekkür ederiz.''
''Hemen brokoli yapmayı öğreneyim o zaman. Ayrıca Halide hanım değil, Halide yenge.''
''Dinçer koskoca doktora yenge mi diyeceğim, daha yeni tanıştık.''
''Ben diyorum ama Atlas bile diyor.''
''Sen onun süt kuzusuymuşsun.''
''Canım yengem benimle hep böyle konuşur, hem ayrıca yengem bozulur hanım demene, Atlas büyü denemeleri var demişti, bilmem artık ben.''
İçime kurt düşürmüştü, ''Şaka de hemen.''
''Demir olsa büyü hakkında konuşurdu ama benim dini bilgilerim kısıtlı.''
''Şaka desene Dinçer.''
''Şaka güzelim şaka, Halide yengem dünya tatlısıdır.''
''Onu anladım, ama sana bir şey soracağım.''
''Sor bakalım.''
''Şey Halide hanım dedi ki Ali göreve giderken bir çocuğumuz vardı, döndüğünde iki olmuştu. Ben anlamadım bunu.''
Bir süre mesaj gelmedi, sinirlendi mi diye düşünürken telefonum çaldı o arıyordu ve gülme sesleri geliyordu, ''Yengem sevmiş seni.'' diyordu gülmelerinin arasından, ''Yoksa bu şakayı herkese yapmıyor.''
''Şakaydı yani dimi?''
''Yavrum amcam göreve gittiğinde Yaz'a hamileymiş bunu sonradan öğrenmişler olay bu.''
''Döndüğünde doğmuş oluyor yani Yaz? Bu adam kaç ay göreve gitti Dinçer?''
''Orası biraz karışık, onlar anlatır sana.''
''Merak ediyorum aileni, beni anlatmışsın.''
''Söyledim ama ben sana, herkese anlattım. Hatta nöbet yerimdeki meşe ağacına kadar.''
''Bir ağaca anlatıldım diye sevinsem mi?''
''Sevin.'' dedi emreder gibi.
''Dinçer, ailenle konuşurken çok gerildim neden bilmiyorum. Üst düzey insanlar sonuçta, içim çok karmaşık.''
''Güzelim benim, biriciğim... Ailem hakkında en ufak bir şüphen olmasın, hepsi birbirinden güzel insanlar. Bir kere tanış içindeki o hissi silip alırlar zaten.''
Kim bilir ne zaman tanışacaktık, öyle çok istiyordum ki bunu ama söylemeye de çekiniyordum.
''Dinçer ben çok özledim.''
''Ben de seni çok özledim biriciğim benim.''
''Yanlış anladın, ben Pamuk'u özledim.''
''Ne?'' diye sordu şaşkınca, ''Pamuk mu?''
''Evet,'' dedim eğlenen bir sesle, ''Pamuk burnumda tütüyor.''
''İyi özle sen,'' dedi bozuk bir sesle, ''Kayınçom uyudu mu?''
Gülümsedim, ''Sen ne kadar meraklıymışsın benim ağabeyimle eğlenmeye.''
''Sevdim kayınçomu, ne var yani?''
''Tamam canım sev bir şey demedim.''
''De güzelim, canım de mesela, sevgilim de, bir tanem de. De yani beklerim ben.''
Sevgilim en nadide kelimeydi bence. Ona iyi geceler sevgilim demek için dudaklarımı araladım, ''İyi geceler aslanım.'' diyerek telefonu kapattım. Aslanım nereden çıkmıştı ya?
Başımı yastığa gömüp utançla sessiz bir çığlık attım, aslanım ne Belçim, aslanım ne?
⚫
Bu evde bugün üçüncü günümüzdü. Üç gündür burnumu dahil dışarıya çıkartmamıştım. Elife öğretmenin ziyareti dışında kapımız çalınmamıştı. Dinçer de bu üç gün içerisinde hiç gelememişti. Ondan üç gün değil, üç yıl ayrı kalmış gibi özlemiştim.
Bu özlemim bana sadece ders çalışma hırsı olarak geri dönmüştü. Deliler gibi test çözüyor, geri kalan vakitte de evdeki kitapları okuyordum. Ağabeyim henüz okumayı sökemediği için ben okuyordum, o da dinliyordu.
Bugünkü kahvaltının ardından ben yine çalışma masama çökmüştüm, ağabeyim ise içerideki odada resim çiziyordu. Ders çalışırken dikkatim hiç dağılmazdı, zaten amcamların evinde bir sürü sese ve gürültüye rağmen ders çalışıyordum. İnekleri güderken kimisi mölüyor kimisi meeliyordu.
Hayvanlarımı çok özlemiştim, bensiz hangi çobanla anlaştılar acaba diye düşünüyordum. En çok da Pamuk burnumda tütüyordu. Bembeyaz tüylerini sevmek, boncuk gözlerine bakmak istiyordum. Özlemek başa çıkılması pek kolay bir duygu değildi.
Gözlerimin ağrıdığını hissettiğimde elimdeki lacivert kurşun kalemi kitabın arasına koyup kitabı kapattım ve masanın üzerine hızlıca toparlamaya başladım. Birkaç saat sonra yine şevkle gelip ders çalışacağım için çözmek istediğim test kitabının malûm sayfasını açıp arasına kalem koydum ve odadan ayrıldım.
Ağabeyim salondaki koltukta dikkatle bir şeyler çiziyordu, bugünkü meşgalesine çok bağlıydı ve bu beni çok meraklandırıyordu.
''Ağabey o elindeki ne?'' diye sordum.
Avcuna aldığı silahı gösterdi, ''Oyuncak silah buldum, çok güzel mi?''
''Güzelmiş,'' dedim onu onaylayarak.
''Askere gidince benim de olur mu?''
''Olur.'' diyerek usulca yanına oturdu, konuyu dağıtmak ister gibi kafasını gömdüğü kağıda eğildim, 'Ağabey ne çiziyorsun?''
Hızlıca kağıdı çekip sakladı, ''Bakma Belçim yoksa seni çok şikayet ederim.''
''Kime?'' diye sordum kırgınlıkla.
''Savcı Demir arkadaşıma.''
Demir'i unutmama sebebi Demir'in iki gündür ağabeyimi arayıp hâlini hatırını soruyor olmasıydı. Ağabeyim savcılıkla ilgili tüm detayları öğrenmişti, merakla bir sürü saçma soru soruyordu ama Demir hepsine saygıyla cevap veriyordu. Ağabeyime Dinçer'in de Demir'in de gerçekten sağlıklı bir adamla iletişim kurar gibi son derece saygılı ve kibar olmaları çok hoşuma gidiyordu. İçimde ağabeyimden dolayı oluşan kırgınlıkların merhemi gibiydiler.
Ama insanoğluyuz sonuçta, herhangi bir engelli insana karşı önyargımız olur değil mi? Sokakta bacağı aksayan birine garip bakar mıyız mesela? Gözü şaşı olan birinin yüzüne rahatsız edici derecede anlamsızca bakar mıyız? Zihinsel engelli bir çocukla, çocuğumuz sınıf arkadaşı olsun ister miyiz?
Bilmem, keşke bakmasak, keşke görmesek, keşke istemesek. Keşke sırf engelli diye eski eşyalarımızı çöp poşetine koyarak ona vermesek, evimizde yemediğimiz yiyecekleri yırtık market poşetiyle getirmesek, kurban etini kırmadan uzatsak, zekat verirken kâbe yıkmasak.
İnsan olmak kolay ama insan kalmak zor olan.
Akşam yemeğini yedikten sonra televizyonun karşısında geçtik. Ağabeyimle eski bir Türk filmi izliyorduk.
Filme daldığım sırada dışarıdan sesler gelmeye başladı. Tedirgin bir şekilde oturduğum koltuktan kalktım. Ağabeyim pek oralı olmamıştı. Seslere doğru yürüyordum, sesler apartmanın içinden geliyordu. Kapının dürbününden bakmaya başladım.
Karşı evde bir adam bir kızla kavga ediyordu. İçim sıkışırken kızın çok tanıdık olduğunu gördüm. Boyası aktı akacak kızıl saçlarıyla Selviydi bu.
Korkuyla olduğum yerde donakaldım, Selvi'nin yardıma ihtiyacı vardı. Hızlıca bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kendimi de ağabeyimi de tehlikeye atmadan bir şey yapmam gerekiyordu, buna göz yumamazdım.
O esnada ağabeyim yanıma geldi, ''Çok ses var, komşunun çocukları oyun oynuyorsa ben de oynarım dimi?''
''Yok ağabey oyun değil.''
''Oyun oynuyorlar işte,'' diyerek kapıya yürüdü, önüne geçmeye çalışsam da ağabeyimin yanında çubuk kraker gibi kalıyordum, ''Başka bir şey var.''
''Ben de bakacağım, çekilsene.'' diyerek beni kibarca kenara koyduktan sonra kapının kulpuna sarıldı.
''Ağabey açma kavga var.''
''Kavga varsa ben de kavga ederim.'' diyerek kapıyı açtı. Selvi ve adam bize dönmüştü. Selvi şaşkınlıkla üstünü başını toparlamaya çalışırken adam koluna yapışmıştı bile.
''Ne oluyor burada?'' diye sordu ağabeyim, ''Oyun mu oynuyorsunuz?''
''Aynen birader oyun oynuyoruz, kapat kapını da sana sıçramasın.''
Ağabeyim ayağındaki terliklerle daireden çıkıp yanlarına adımladı, korkuyla önüne geçmeye çalıştım, ''Ağabey oyun değil Selvi zor durumda, adam ona zarar veriyor.'' dedim telaşla.
''Neden veriyor ki?'' diye sordu masumca.
''Ağabey eve geç polis çağıracağım,'' diye fısıldadım, ''Lütfen.''
Ağabeyim beni pek ciddiye almadan adama doğru yürüdü. Selvi ise bizden yardım bekler gibi sessizce ağlıyordu.
''Hayırdır birader çek git, sizlik bir konu yok.''
Ağabeyim adamın karşısında durup ters bakışlarla adamı süzdü, ''Kızı bırak, ben polisim.'' dediğinde yutkunduğum nefes göğsümde sıkışmıştı sanki.
''Ne polisi?'' diye sordu adam telaşla.
Ağabeyim kanıtlamak ister gibi beline yerleştirdiği oyuncak tabancasını çıkardı, ''Kızı bırak ve teslim ol.'' dedi soğukkanlı bir sesle.
Adam Selvi'yi bıraktığında o koşarak bana doğru geldi ve sarıldı. Ben şaşkınlıkla Selvi'nin çıplak kalan sırtını sarılarak örterken ağabeyim adamı evine sokup bir odaya kilitledi. Anahtarını ise bana getirdi.
''Poliscilik oyununu ben kazandım,'' diyordu, ''Askere de alırlar dimi?''
Ağabeyime sıkıca sarıldım, ''Sen çok kahraman birisin, cesur ağabeyim benim!''
Eve geçtik ve ekiplere haber verdik. Selvi benim eşyalarımdan giyinip yanımıza oturdu. İlk ana göre çok daha iyiydi.
''Sen iyi misin?'' diye sordum telaşla, ''Bir şey yaptı mı sana?''
''Yok be o ne yapabilir bana, öylesine görüştüğüm biriydi önemi yok.'' diyerek az önce yaşananlardan çok önemsiz bir şeymiş gibi bahsetti.
''Üstünü başını kim bu hale getirdi? Öylesine görüştüğün birinin evine ne diye gidersin?''
Bayık gözlerle evi süzdü, ''Bu ev kimin? Öylesine görüştüğün biri mi tuttu sana?''
Ters ters baktım makyajı akmış yüzüne, ''On dakika olmadı hayatını kurtaralı, yılan dilini sustur.''
''Öyle demek istemedim,'' dedi benden bu tepkiyi beklemiyor gibi, ''Ninemin ahiretiğinin evine gidecektiniz ya hani, ondan sordum sizi merakımdan.''
''Dinçer anlattı bana,'' dedim ondan aldığım güvenle, ''Bizim gittiğimiz sabah kapıma gelmiş, sen de başkasına kaçtı demişsin.'' Bunu anlatırken 'hayatında kim dost kim düşman öğren,' demişti, 'Ben varken dosta ihtiyacın yok, ben senin her şeyin olurum,' diye teselli etmişti ardından.
''Ben öyle bir şey der miyim Belçim? Aşk olsun.'' diyerek gözlerini doldurdu. Dinçer'den ufacık da olsa şüphe etsem bu haline inanabilirdim ama Dinçer'e çok güveniyordum.
''Polisler gelince ifadeni düzgünce verirsin.'' diyerek onunla samimi bir şekilde konuşmayı reddettim.
Akmaya başlayan gözyaşlarını eliyle siler gibi yaptı, ''Biz akrabayız, yeni tanıdığın bir adam için beni mi satıyorsun?''
''Yeni tanıdığım o adam, benim adamım. Vakit gelince de kocam olacak, bundan böyle seninle eskisi gibi olamayız, sen eski hayatına dön, ben kendime yepyeni bir hayat çizeceğim.''
Yüzüme dalga geçer gibi baktı, ''Belçim sen salak mısın? Bu adam seni nikahına alır mı? Kardeşi her akşam televizyonda ne para alıyordun oradan, araştırdım bunun baba tarafı karun kadar zengin. Amcasının ailesi sosyetik! Bunca varlığın içinde adam seni mi karısı yapacak? Biraz aklını kullan!''
''Kes sesini, sen ne diye araştırıyorsun? Manyak mısın sen?''
''Senin iyiliğin için akılsız, bak ben babamları ikna ederim dönün hemen bizi eve. Bekir'i de peşinde sürükleme. Hadi sana malikanelerinde bir küflü oda verdiler, Bekir'i bu haliyle kim sokar be evine? Adam tek başına banyo bile yapamıyor.''
Öfkeden kabaran içimi yatıştırmaya uğraştım. Sevli'nin sözleri eskisi kadar acıtmadı canımı, bağışıklık kazanmıştım. Ona tek dediğim şey, ''Sana çok acıyorum.'' oldu. Ardından yanından ayrılıp ağabeyimin yanına gittim. Az önce kimseyi kurtarmamış gibi rahatça oturmuş kitap okuyordu, eğer hayat adil olsaydı ağabeyim şu an anlı şanlı bir asker, ya da polis olurdu benim gözümde ise hep kahramandı.
''Ağabey,'' diyerek yanına oturdum, ''Sen kimden öğrendin poliscilik oynamayı?''
Kitabını kapattı, ''Senin arkadaşından, o arkadaşlarıma ben polisim demişti, hatırlamışım değil mi?'' diyerek hevesle baktı yüzüme, ''Benim aklım iyi bu ara.''
''Selvi'ye çok yardımın dokundu, teşekkür ediyor sana.''
''Hurda kalsın onun teşekkürü.'' diyerek başını çevirdi.
''O ne demek ağabey?'' diye sordum anlamayarak.
''Of Belçim hani sen bir kere demiştin ya, yengem senden özür dileyecekti sen de hurda kalsın özrün demiştin.''
Ne demeye çalıştığını anlayınca kocaman bir kahkaha attım, ''Hurda değil ağabey, şurada.''
''Hurda daha güzel.'' diyerek onay bekledi ama ben onaylamadım.
''Ama yanlış, sen Türkçeyi düzgün konuşan birisi olmak istersin bence.''
''Çok isterim tamam artık hurda yok, şurada var.''
Kapı çaldığında polislerin geldiğini anladım. Ağabeyimin yanından kalkıp kapıya yürüdüm. Kapıyı araladığımda gelen resmi polisleri karşıladım, ''Hoş geldiniz komiserim biz çağırdık.''
Üç memur gelmişti kapının eşiğinde durumu anlatmaya başladım. Bu hareketli akşamdan etkilenen komşular da bir bir kapıya yığılmıştı. Daha önce görmediğim komşularım bana dik dik bakarken ben konuşmaya çalışıyorum.
''Adamı eve sen mi tıktın?'' diye soran genç polise, ''Hayır, ağabeyim.'' diye yanıt verdim.
''Ağabeyinin de ifadesini alacağız.''
''Tabii.''
Ben polislere derdimi anlatırken kalabalık bir özel harekat ekibi etrafımızı sardı. Ben endişe ile bakınırken üzerinde üniformasıyla endişeli görünen Dinçer önümdeki kalabalığı yarıp bana ulaştı ve sıkıca sarıldı, ''Belçim, iyi misin güzelim?''
''İyiyim,'' dedim zorlukla çünkü beni kendisine hapsetmişti, ''Sen nereden çıktın?'' diye sordum şaşkınlıkla.
''Amcam aradı, ödüm patladı size bir şey oldu diye.''
''Amcan nereden öğrenmiş?'' diye sordum merakla.
''Amcam öğrenir boş ver. Sen iyi misin Bekir ağabeyim nasıl?''
''Biz iyiyiz,'' dedim inandırmak ister gibi, ''Ekiple baskına mı geldin Dinçer?'' dedim inanmaz gibi.
''Turna, iyi misin kardeşim?'' diye soran Yusuf ağabey karşısında geçmişimizden dolayı olsa gerek mahcuptum, ''İyiyim Yusuf ağabey, hallettik.''
''Ağabey ne olur Turna deme, kapandı o mevzu.'' dedi Dinçer telaşla.
''Tamam aslanım lan az sakin ol, bak Turna iyi.'' dediğinde Dinçer sinirli bir nefes aldı. Biz bu haline tebessüm ederken ekip arkadaşları dertliydi.
''Yenge,'' diye seslenen polise baktım, ''Bu deli yolda az daha kaza yaptırıyordu, gelin arabasını buna kullandırma sakın bak şimdiden söylüyorum.''
''O iş bende,'' diyerek Dinçer'e göz kırptım.
Dinçer'se polis ekibine açıklama yapmaya girişti. ''Kardeşim hanımefendi sözlüm olur, mevzu da her neyse hassas olalım, biz de buralardayız ne zaman ararsanız.''
Sözlüm mü demişti o?
Ben bunu söylerken Selvi ile gözlerimiz kesişti. Dinçer'i süzerken Dinçer beni kolunun altına çekip saçlarımı öptü. Gözlerindeki o kıskançlık sadece beni üzmüştü.
Polisler Selvi'nin sorgusunu alırken biz yatak odasına geçmiştik. Ağabeyim ise diğer odada çoktan uykuya yenik düşmüştü. Dinçer benden esaslı bir açıklama bekliyordu. Yaşanan her şeyi eksizsiz bir şekilde ona anlattım.
İlk tepkisi, ''Vay benim kayınçoma bak, helal olsun!'' olmuştu.
''Senden görmüş.'' dedim tebessümle.
''Ne benden görmüş? Ben sizin yanınızda kimseyi bir yere tıkmadım.''
''Aylar önce ağabeyimle karşılaşmışsınız Dinçer, çikolata vermişsin ona, o çikolatayı ağabeyimle beraber yemiştik.''
Hafifçe tebessüm etti, ''Sevmiş miydiniz?''
''Çok.''
''Yine alırım ben size.''
İki yanında sallanan ellerinden tuttum, ''Daha ağabeyimi tanımadan ona çok güzel davranmışsın. Buradan bile belli çok iyi bir insan olduğun. Çünkü insan ailesinde ya da yakınında engelli birisi olmayınca, engellilere karşı ön yargılı olur.''
''Sike-'' Sözünü yarıda kesti, ''Küfür yok ne benim bu serseri hallerim, yakışmaz bana artık düzgün konuşacağım,'' diyerek toparlamaya çalıştı, ''Ön yargı falan ne haddime benim, Bekir ağabeyim başımın tacı başımın.''
''Eğilsene.'' dedim büyük bir istekle.
Başını eğdiğinde uzanıp alnından öptüm, ''Sen de benim başımın tacısın.''
Selvi'nin güvenli bir ortama alınması ve adamın nezarete gitmesiyle bu olay çözülmüştü. Polisler dağılmıştı yanımda sadece Dinçer kalmıştı o da gitti gidecekti.
''Apartmandaki herkesle tek tek konuştum, sizlik bir sıkıntı yok. Kapınıza gelen olursa sakın açma, ben geleceğim zaman sana haber veririm, zaten burada çok uzun kalmayacaksınız. Kayınçoma da söyle kendine dikkat etsin.''
''Uzun kalmayacağız farkındayım ama kafanda ne var, anlayamıyorum.''
''Çok yakında anlarsın, bir şeyler ayarlıyorum, sen derslerini çalış.'' dedi sorgulamaya girişecekken aklına bir şey gelmiş gibi konuştu, ''Sana test kitabı almıştım, arabada kaldı getirip geliyorum.''
Gidecekken koluna yapıştım, ''Ben de geleyim hem hava alırım.''
''Hava soğuk biriciğim, yağmur çiseliyor.''
''Olsun.'' diyerek omuz silktim. Evin anahtarını alarak Dinçer'in koluna girdim ve apartmandan çıktık. Dinçer'in arabasına doğru yürürken çiseleyen yağmurun altında ıslanmaya başladık.
''Bahar yengeme sordum, bu yayının kitapları çok iyi dedi.''
''Öğretmen olan yengen, hani kafe açmıştı. Mustafa Kemal ağabey, Mavi ve Tibet'in annesi.''
Dinçer keyifle bir kahkaha attı, ''Dersine her anlamda iyi çalışıyorsun bakıyorum.''
''Ailen çok kalabalık işim zor, ama seninki kolay iki kişiyiz tabii.''
''Ailemiz çok kalabalık, sen de çok yakında göreceksin.'' diyerek beni heyecanlandırdı.
Özenle paketlenmiş bir sürü test kitabını gördüğümde sevinçle gülümsedim, gözlerim dolmuştu heyecandan, ''Hepsi mi benim?''
''Hepsi senin.'' dedi bana teslim ederken.
Kitaplarımın paketi de olsa ıslanmasın diye arabanın koltuğuna koyarak Dinçer'e sarıldım, ''Çok teşekkür ederim, söz diş hekimi olduğumda sana bedava bakacağım.''
''Oh sözümü de aldım, benden mutlusu yok.'' diyerek ıslanmış saçlarımı öptü.
Dolan gözlerimi önemsemeden ağız dolusu gülümsüyordum. Dinçer'in gitme vakti geldiğinde aklıma takılan şeyle konuştum, ''Dinçer elini ver bakayım.'' dediğimde masum bir çocuk gibi ellerini uzattı.
İki elinin parmaklarına da dikkatle baktım, ''Hadi benim beceriksizliğim söz yüzüğümü kaybetmişim, peki sen de mi kaybettin? Nerede söz yüzüğün?''
Bir süre anlamsızca yüzüme baktıktan sonra anlamış olacak ki gülümsedi, ''Ha sen ona takıldın.''
Kaşlarımı çattım, ''Tabii takılırım, sözlüm ne demek?'' diyerek aslında hoşuma giden bir duruma bir süre yalandan kızdım.
''Karım demediğime şükret,'' dedi başını dikerek, ''sistemden bakarlar diye demedim.''
''Ne karısı? Daha sözlü bile değiliz.'' diyerek yüzüme düşen nemli saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
''Sözlenelim o zaman.'' diye konuştu hevesle, ''Ne bekliyoruz?''
''Şimdi mi?'' diye sordum son derece ciddi görünen Dinçer'e.
''Evet şimdi.'' diyerek cebinden anahtarlık çıkardı, anahtarlığın ulama yerlerini çıkartıp parmaklarıyla küçültmeye başladı. Büyük ve küçük olmak üzere iki halka hazırladı. Büyüğünü bana uzattı, küçüğü ise onda kaldı.
''Sözlenelim mi,'' diye sordu masumca, ''Uyar mı sana da?''
Sadece gülümsedim, ''Uyar.''
Büyük halkayı alıp sağ eline uzandım. Dördüncü parmağına yüzüğü geçirirken heyecanlıydım. Ardından o benim yanımda duran elime uzanıp gözlerime bakarak anahtarlık halkasını parmağımdan geçirdi ardından elimin üzerine tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Beş liralık halkalarla beş milyonluk mutluluk yaşıyorduk.
''Şimdi bununla idare edelim, maaşım yatsın hemen adam akıllı bir yüzük alırım bize.''
''Yeni yüzük alsan da ben bunu hiç çıkartmayı düşünmüyorum.'' dedim saf bir heyecanla.
''Güzelim alt tarafı anahtar halkası.''
''O halka biri birbirimize bağlayacaksa altından olması şart değil.''
''Beni sana bağlamak için halkaya gerek yok valla billa gerek yok.''
Gülümsedim, ''Seviyorum ben seni, valla billa çok seviyorum.''
Elini uzatıp soğuktan üşümüş çeneme yerleştirdi, ''Seni çok seviyorum Belçim. Sözlendik artık, bundan sonra sana tüm güzel günler için söz veriyorum. Aile olacağımız günler için deliriyorum.''
Yağmurun altında birbirimize sıkıca sarıldık. Dinçer'e olan sevgimi akan her yağmur tanesine fısıldamak istiyordum. O gece söz yüzüğüme bakıp sırıtarak uyudum, içimden bir ses sözlümün de öyle uyuduğunu söylüyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.15k Okunma |
1.48k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |