44. Bölüm

OPİA & LAHZA

ORENDA
orenda

 

 

 

 

 

 

 

Mutfakta kalan son bulaşıkları da yerine yerleştirip ocakta hala pişmeye devam eden sulu köfte yemeğini kontrol etti. Bugün Tarık’ın canı hep zor yemekler istemişti. Tavuklu pilavı da o kadar çok yaptırmıştı ki israf olacak mı diye tedirgince mutfak beziyle sardığı tencereye göz attı.

Yerlerdi artık, hem çok gelirse sokak köpekleri bekliyordu. Ne koysa kapı önündeki kaba, hemen yiyorlardı. Şimdi de cam kenarındaki çiçeklerini sulamak için hep kullandığı plastik ibriğe uzandı.

“Badem çiçeğim…”

Ardından gelip de beline sarılan kollarla anlık sıçradı ama boynuna sulu sulu öpücükler bırakan kocası yüzünden kıkırdaması arttı.

“Ya Tarıkkkk… Korhan gelecek şimdi. Ayıp olacak.”

Tarık sesi mutfakta yankılanan bir öpücük daha bıraktı boynuna.

“Gelsin… Ne yapıyoruz ki sanki? Annesinin boynunda bir şey mi var onu kontrol ediyorum.”

Tarık başını kaldırıp, mutfakta sıra sıra tencerelere baktı. “Şu da olsa nasıl yerdim” dediği her şey mutfak tezgahında yerini almıştı.

“Her yeri donatmışsın güzelim. Mis gibi kokutmuşsun evi.”

Nurperi dudaklarını büzüp bir daha baktı.

“Çok oldu sanki ama yarın madene giderken yanında da götürürsün olmaz mı? Korhan’ın da beslenmesine lahana sarmalarından koyarım. Yoğurtla çok seviyor akıllı oğlum.”

Tarık sırıtıp, bir kez daha yanağını öptü.

“Kalırsa götürürüz tabi çiçeğim. Yoruldun mu sen? Gel az seveyim de dinlenmiş ol.”

Bunları söylerken kolunun altından elini karnına sarmış, diğer eliyle de kalçasını sıkıp bırakmıştı. Nurperi yine güldü bu hareketine. Sanki şikâyet ediyormuş gibi birde cilveyle “Tarık ayıp ama” diye kıkırdadı.

Tam sofrayı kuralım mı diyecekken kapının sesiyle bakışları mutfak kapısına yöneldi. İri badem gözleri Tarık’a döndü hemen. Tarık’ın yüzündeki o keyifli gülümseme niye vardı çözemedi ama.

“Tarık kim geldi ki?”

“Git bak bakalım çiçek hanım, kim gelmiş?”

Tarık kendi evdeyken Nurperiye kapıyı açtırmazdı aslında. Tuhafına gitti ama söyleme gereksinimi duymadı. Kapıya yöneldiğinde Tarık da peşinden ağır ağır takip etmeye başlamıştı. Zilin sesi Korhan’ı da odasından çıkardı. Sekiz yaşını doldurmasına pek bir şey kalmamıştı. Üçüncü sınıfın zorluğunda, ödevleriyle uğraşıyordu odasında.

Nurperi kapıyı araladığında şok olmuş gibi kalakaldı. Gözü irice açıldı, yüzünü kendinin bile farkında olmadığı bir gülümseme kapladı.

“Deryaaa!!!”

Derya kucağında sarmalanmış bir battaniyeyle içeri girdiğinde Atilla da aynı battaniyenin pembesiyle ardından kapıyı kapattı.

“Atilla abim… Ay ay kim gelmiş?”

Nurperi oldukça uzun zamandır görmediği kadını ve ağabey gibi sevdiği adamı gördüğünde gözleri dolu dolu olmuştu bile. Derya yurtdışına gittiğinden beri hiç gelmemişti. Tam atılıp sarılacakken minik bir inilti sesi duydu kucağındaki battaniyeden.

Tarık kollarını birbirine dolamış keyifle karısının şaşkın ifadesini takip ediyordu. Anlık Atilla’yla göz göze geldiğinde gözünü kırpıp karısını işaret etti.

“Ay…. Ay bu ne?”

Nurperi ilk an fark edemediği iki battaniyenin ne olduğunu anladığında çığlık atmak isteyen ağzını elleriyle kapattı. Gözleri yuvasından çıkacakmış gibi irice açılmıştı. Derya sürprizinin yaşattığı etkiyi mutlulukla izlerken Atilla kucağındaki pembe battaniyenin üstünü açıp zeytin gibi gözlerle etrafa bakan sevimli bir yüzü görmesi için Nurperiye doğru eğdi.

“Bak bakalım neymiş bunlar?”

“Allah’ım… Allah’ım gerçekten mi? Derya sen anne mi oldun? Gerçekten mi?”

Derya şu heyecanı tam manasıyla yaşamayı çok isterdi ama kucağındaki minik azman uyanmadan onu bir yere bırakmalıydı. Uçak yolculuğundan ürken oğlu onları perişan etmişti. Tam Türkiye semalarına girdiği an da uyumuş, hiç sesi çıkmamıştı.

“Nurperim, canım arkadaşım bana bu uykucu için bir yer göster canımıza okudu uçakta. Uyumuşken az dinlenelim. Sonra da sarılayım sana, çok özledim.”

Nurperi kendini tutamayıp çığlık atmaktan korktuğu için ellerini ağzından çekmeye cesaret edemiyordu. Badem gözleri kıpır kıpır ederken başını da hızla salladı. Koşturan adımlarla yatak odasının kapısını açıp Deryanın kucağındaki bebeği yatırmasını izledi. Deryanın yastıkları etrafına yerleştirdiğini gördüğünde ise koşturarak odadaki dolaptan üç yastık daha aldı. Bebeği yastıktan bir havuzun ortasında bırakmışlardı. Battaniyesi gevşeyip de küçük bedenini ortaya serdiğinde gözleri dolu dolu onları izliyordu Nurperi. Nasıl güzeldi? Avuç içi kadardı suratı. Kara kara saçları vardı birde. Uyumasa tutup bağrına basası, bir güzel bebek kokusunu soluyası vardı.

Derya işini bitirip doğrulduğunda Nurperinin onları nasıl izlediğine bakıp kocaman gülümsedi. Kollarını da kocaman açıp sessiz bir çağrı yaptı Nurperisine. Aralarında on santim vardı neredeyse. Sessizce birkaç dakika sarıldılar sadece. Derya yurt dışına gitmeden çok kısa bir zaman onu görmüş, Nurperi gitmesin diye öyle çok ağlamıştı ki kapıdan ayrılmak çok zor olmuştu. Duygularını her daim idare eden Derya, hayatı boyunca sadece o anda Nurperiye sarılıp içli içli göz yaşı dökmüştü.

“Derya… Ah Derya hasret bıraktın kendini.”

“Benim canım kız kardeşim. Bir bilsen Nurperi. Nasıl özledim ah bir bilsen içimi.”

Nurperinin gözlerinden boncuk boncuk dökülen yaşlarını elinin içiyle silip iki yanağına da küçük buse bıraktı. Deryanın kendinin bile bilmediği o sıcak yanını sadece bu kadın çıkarıyordu ortaya. Derya sevmezdi öyle kimseyi öperek sevgi gösterisi sunmayı ama Nurperinin kalp şeklindeki bu suratı soğuk olan her yanını sıcacık yapıyordu.

Atilla onu ilk kez bu eve getirdiğinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama birkaç fikir yürütmüştü. Nurperi ise hiçbir fikrin karşılığı olamayacak biriydi. O saf kalbi, güzel gözleri, kendini yıllardır tanıyormuş gibi sarıp sarmalaması Deryayı çok bocalatmıştı.

Nurperi, Derya için farklı annenin doğurduğu bir kız kardeşti. Kendi ikiziyle olamayan tüm bağı sanki Nurperi ile ona bahşedilmişti. Bir kere Sahradan görmediği şu özlemli bakış Deryanın burnunu sızlatırdı hep. Kız kardeşinin ona soğuk bakan gözlerinin yanı sıra Nurperi içinde ne kadar buz varsa çözerdi.

Geriye çekilip Nurperiye tekrar baktı.

“Annelik yakışmış mı bana Nurperi?”

Bunu titreyen bir sesle sormuştu. Aralarında bir konuşmada Nurperi ona ne kadar çok anneliğin yakışacağından dem vurmuştu ve Derya hayatı boyunca hiç çocuk sahibi olmayı düşünmediğini söylemişti. Şimdi ise kaderin bambaşka bir planıyla iki evladını teyzelerine getiriyordu.

“Ben bildiydim… Sen inanmadın ama Korhan’ı kucağına aldığın an nasıl güzel anne olacağını bildiydim. Öyle çok yakışmış ki Derya… Ama ben sana küsecektim bak yine kandırıyorsun beni. Hasret bıraktın kendine, gittin uzak ülkeye yolunu gözlettin.”

Küseceğini söyleyip, belindeki kollarını sıkıştırmasa, birde başını göğsüne yaslar gibi sarılmasa inandırıcı olurdu bir nebze ama Nurperinin ak kalbi küsmeyi barındıramayacak kadar nurla doluydu.

“Ama o zaman ben bu güzellikleri doğuramazdım ki Nurperi. Seni teyze nasıl yapacaktım yoksa ben?”

Nurperi ciddi ciddi bu dediğini düşünüp, ardında uyuyan bebeğe baktı. O çok anlamıyordu Tarık ve Atilla ağabeyinin işlerinden ama aileyi gizli tutma kuralını çok iyi uyguluyordu. Kimse Nurperinin bakan olan ağabeyinden haberdar değildi. Komşuları ara ara adını söyleyip birde övdüğünde kıs kıs gülerdi Nurperi. Deryanın hanımefendiliği, asaleti övüldüğünde o benim canım arkadaşım demezdi ama gururla dolardı.

“Gel hadi çıkalım buradan sen benim kar kızımla tanışmadın daha Nurperi.”

“Ay kız! Ah ah aklım başımda mı benim? Hadi gideyim de göreyim. Adı ne Derya? Zeytin gibi de gözleri vardı, sevemedim heyecandan.”

“Ahu adı, bak bir teyzesi nasıl işveli cilveli. Benim suratsız kocamın yüzünde gül açtıran tek dişi olabilir.”

Nurperi ile koridora çıktıklarında Nurperi eğlenceli bir bakış attı Deryaya.

“Yok Derya, abim sana bakınca da gül açıyor yüzünde.”

Salona geçtiklerinde Atilla’nın kucağındaki bebek Tarık’ın kollarına geçmişti. Tarık başını boynuna sokup sokup gıdıklıyor, bebeği güldürüyordu.

“Tarıkkk… Ay bu ne? Bu nasıl güzel?”

Nurperi hiç teklifsiz atılıp bebeği kavradı. Yüzünü daha net görebilmek için kollarıyla havada tuttuğu bebeğin kıyafetlerinde gezdirdi bakışlarını. Kirazlı çorapları vardı. Yüzünde hayran bir gülümsemeyle başının üzerindeki bir tutam simsiyah saçın şemsiye gibi bağlanmış halinde dolaştı. Yanakları tombul, teni kar gibi beyaz, gözleri iri birer zeytin, ağzı hiç yabancılık çekmemiş bir edayla kocaman açılmış o da kendini izliyordu. Ayakları da kıpır kıpır hiç durmuyordu.

“Ama sen çok güzlesin. Maşallah ahu gözlü kuzuma, sen prenses misin teyzeciğim?”

Ahu kollarını da kıpır kıpır oynattığında Nurperi sanki daha önce görmüş de şimdi o özlemi dindirir gibi göğsüne yasladı başını. Burnunu o küçük şemsiyenin yanında dolaştırıp, kokladı.

“Allah’ım bu nasıl güzle bir gün? Oyuncak bebek misin sen? Korhan bak ne kadar güzel?”

Kapı kenarında onları izleyen Korhan’a doğru çevirdi yüzünü Nurperi. Eve bir anda dolan insanları daha önce görmüş müydü? Görmüştü sanki de emin olamadı. Zaten öyle çok ödev veren bir öğretmeni vardı ki her şeyi aklında tutmak çok zor oluyordu Korhan için. Yabancılarla da kolay iletişim kuramadığı için uzaktan seyirci olmayı tercih etti şimdilik. Annesi de bu huyunu bildiğinden hiç üzerine gitmedi.

“Eee Nurperi, benim nar kızımı gördün, ağabeyine bir hoş geldin demedin.”

Nurperi teessüf eder gibi başını yana yatırdı ilk, dudağını büzdü.

“Deryaya da dedim abi. Küsüm ben size. Gittiniz gelmediniz, Nurperi hasretten ne olmuştur diye hiç aramadınız beni. Sor Tarık’a. Sor hadi nasıl küsüm ikinize de.”

Tarık konuşan karısından fırsat bulup Ahuyu tekrar kucağına çekti. Ağzına dokunmak için uzanan tombul ele sesli bir öpücük bıraktı.

“Çok küs çok… Haklı karım ama.”

Atilla yan bir bakış atıp iki kolunu açmıştı Nurperiyi çağırmak için.

“Abilere küsülmez Nurperi, Allah günah yazar. Tövbe çek hemen. Gel bakalım hem sen buraya. Zayıfladın mı sen?”

Nurperi gönülsüzmüş gibi adımlar atıp gidip sarılmıştı. Kendi kendine mırıldanır gibi bir de tövbe Allahım tövbe diye fısıldayınca Atilla Ahuyu sıçratacak güçte bir kahkaha attı.

“Bak sana kaç tane birden sürpriz getirdim. Tarık, Nurperi çok özledi dedi diye hepsini derleyip toplayıp soluğu burda aldım.”

Derya kaşları kalkmış, hesap sorar gibi kocasına baktı. Tam olarak ben Nurperiyi göreceğim diye tutturan kendisiydi ama Atilla Saruhanlı kendi lehine dönecek hiçbir açığı es geçmiyordu yine. Kendine göz kırpan kocasına sen iflah olmazsın der gibi bakıp, başını iki yana salladı.

“Zaten ben de iki kuş cücüğünün hatırına hemen barıştım. Hiç söylemedi Tarık bana. Kocaman olmuşlar birde. Bilsem neler örerdim ben onlara?”

Atilla başının üstüne dudağını yaslayıp geri çekildi. Şu yaptıkları aldığı tüm güvenlik önlemlerine ihanet gibiydi ama Deryanın kendini çok yalnız hissettiği bir anda Sahrayı arayıp, telefonun yüzüne kapanmasından sonra gördüğü o bakışa kıyamamıştı. Bebekler karısını yoruyordu. Yakınından kimsenin olmadığı bir memlekette ikiz bebeklere annelik etmek sandığından da yıpratıcıydı. Deryadan beklenilmeyecek bir duygusallık anında kız kardeşinin sesini duymak istemiş ve onu aramıştı. Atilla için zerre sevgiyi hak etmeyen biriydi Sahra Amber. Kendi yazdığı senaryolarda, kendi nefret tohumlarıyla boğulan bir kadındı Atilla için. Ama Derya için kıymetliydi.

Yakın zamanda bir düşük yaşamıştı ve bunun acısını almak ister gibi Deryanın arayışında tüm zehrini Deryaya boşaltmıştı. Derya sesini duymak istedim demişti ama Sahranın zehirli sesinden dışarı yansıyan kelimeler Atilla’nın dişlerini sıkmasına neden olmuştu. Sanki bunun sorumlusu Deryaymış gibi bu kez de bebeğimi düşürdüm diye çınlamıştı sesi. Sen İsviçrelerde gününü gün ederken hastanede acılar içinde ağlıyorum Derya dediği anda Atilla telefonu almak için uzanmış ama Derya müsaade etmemişti. Sadece kaybı için üzgün olduğunu, sesini duymak için rahatsız ettiğini ama dinlenmesi için kapatması gerektiğini söyleyip buz kesiği bir yüzle sonlandırmıştı konuşmayı.

Hiç ikiz kız kardeşiyle konuşmamış gibi Atillaya bakıp, Nurperiyi çok özledim deyişi Atillanın boğazını düğümlemişti. O an Sahrayı neden aradığını, içine sığmayanı söyleyecek bir kardeşe ne çok ihtiyacı olduğunu gözlerinde görmüştü Atilla.

Derya üzülmeyecek olsa Türkiye’ye ilk uçakla iner ve Sahra Amberi olduğu yere gömerdi. Bunun yerine Deryanın yorgun bedenine şifa olacak tek kişi için bindiler o ilk uçağa. Annesine bile söylemesinin tehlikeli olduğu iki mucizesini, tüm tehlikeleri göze alarak teyzesine getirmişti.

Bir süre Ahu bir Tarık’ın bir Nurperinin kucağında el değiştirdi. Aslında Nurperinin aklı odasında yatan oğlan çocuğuna da kayıyordu ama uçaktan korkan bebek gelene kadar çok ağlamış ve yorgun düşmüştü. Kıyamadı.

Bir zaman sonra ne kadar aç olabileceklerini akıl edip koşturarak mutfağa girdi. Derya da kucağında nar kızıyla peşine takıldı. Nurperi hazır olan yemeklerinin ısıtmaya başlayıp, salata için koştururken hem sohbet ediyorlar hem de durup durup birbirlerine sarılarak içlerindeki özlemi sakinleştiriyorlardı.

Ahunun sızlayan dişleri yüzünden sıkıntısı da büyüktü. Derya sürekli dikkatini dağıtıp, bir şeylerle oyalamak zorunda kalıyordu.

“Nurperi ne zaman çıkar bu dişler? Ne bulsa öyle hırsla sürtüyor ki…”

“Annem Korhan’a yeşil soğan kemirttiriyordu Derya. İyi gelir mi bilmem ki. Doktora sorsan, Korhan bu kadar zorlanmadı sanki.”

Derya ağırca başını salladı.

“Şükran teyze nasıl oldu Nurperi?”

Bu soruyu oldukça kısık sesle sorabildi Derya. Nurperinin marul doğrayan eli duraksadı.

“Yaşıyor işte… Babamın yokluğuna alışamıyor ama yaşıyor.”

Nurperinin sesi titremişti. Ne zaman babası aklına düşse gözünde yaş bekliyordu. Onu. İki yıl olmuştu nerdeyse babasının rahmete kavuşmasına ama alışamıyordu Nurperi.

“Kışın gelecek yanımıza, söz verdi. Kış bitmeden gitmeyecek. Tarık gönül koyarım sana deyince yok diyemedi.”

“Çok iyi olur arkadaşım.”

“Ben hep kal diyorum aslında, Tarık da tek başına durmasına hiç razı değil ama annem bırakamıyor ki evini.”

Nurperi başını çevirip ardında dolaşarak kendiyle konuşan kadına baktı.

“Haklı… İnsan nasıl bıraksın ömrünü geçirdiği yuvasını? Her köşesine bir anısı var benim annemin, terk edemez ki.”

Derya dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. Ahunun yönünü değiştirdi bu kez eline plastik kaşığını verdi.

“Sahra bebeğini kaybetmiş Nurperi…”

Bunu söylemek istememişti ama bir anda ağzından çıkıvermişti. Zaten bir Nurperiyle böyle olurdu. Hiçbir şeyi düşünmeden bir Atilla’yla ikinci olarak Nurperiyle konuşurdu. Derya ortağı, sırdaşı diyeceği iki kişi vardı hayatında. Nurperinin üzgün yüzüyle omuzlarını silkti.

“Çok üzgündü… Doktor denemeyi bırakmalarını söylemiş, bedenine zarar vermeye başlamış.”

“Yanına mı gittin Derya?”

Derya başını iki yana salladı.

“Ben… Çok yorulmuştum, bebek bakmak çalışmaktan daha zormuş Nurperi. Sesini duymak istedim, aradım. O zaman söyledi. Çok üzgündü. Belki bebekleri söylerim diye düşündüm bir an. Çok uykusuzdum zaten, doğru düşünemediğim bir andı ama öyle çok üzgündü ki söyleyemedim.”

Nurperi annesinin saçlarını tutup ağzına çekmeye çalışan Ahuya bakıp, küçük bir tebessümle süzdü onu.

“Daha çok üzülür diye kıyamadın mı Derya?”

“Çok üzülüyorum onun için Nurperi. Kaç doktora gösterdim raporlarını, hamile kalsa bile rahmi bebeği tutamıyor. Şimdi bir de ikizleri duyarsa… Çok hassas… Hayata karşı çok öfkeli, canı yansın istemiyorum. Önceden bilmiyordum ama anne olunca hakikaten insan bazı şeylerin çok uhrevi olduğunu anlıyor. Allaha hep dua ediyorum kardeşime anne olma fırsatı ver diye.”

“Allah ona da evlat versin inşallah. Üzme kendini arkadaşım, nasip çünkü bazı şeyler.”

Derya ağırca başını salladı sadece. Kız kardeşinin kendine olan nefretinin farkındaydı tabi ki. Ama sebebinin de anlayabiliyordu. Önceden değildi ama şimdi gerçekten anlıyordu. Çünkü Derya bebeklerinin olacağını öğrendiği o gün üzerine dikilmiş tüm görevlerini karşısına alacak kadar farklı bir kadına dönüşmüştü. Asla çocuk sahibi olmamaları gerektiği kuralını ihlal etmiş, birde koskoca birlikten iki çocuğunu saklamak için her şeyi yapmıştı. Kardeşi de en çok istediği şeye ulaşamadıkça hırçınlaşıyor, mutsuzlaşıyordu.

Arkalarında bir hareketlilik olunca başı o tarafa çevrildi. Korhan kendine kaçamak bir bakış atmış sonra da mutfağa girip sebilden bir bardak su doldurmuştu. Derya bu hallerine gülerdi ama çocuğu daha çok uzaklaşmaya iter diye yüzündeki ifadeyi tuttu. Nurperiye Korhan’ı gözleriyle işaret edip göz kırptı.

“Kollarımda nasıl yoruldu.”

Nurperi kaşlarını kaldırmış suyunu ağır ağır içerken, Deryayı ve kucağındaki bebeği izleyen oğluna baktı.

“Hiç dinlenemedin ya, maşallah kar kızın da tombalak tombalak ondandır. Bende bir yorgunum ki şöyle güçlü biri olsaydı…”

“Yaaa ondan hep. Keşke dediğin gibi güçlü, kuvvetli bir abisi olsaydı da kızımı az gezdirseydi. Yakışıklı abileri de nasıl seviyor ah bir bilsen Nurperi. Gözleri böyle mücevher gibi parlayan çocuklara nasıl gülüyor?”

Korhan minicik bir yudum daha aldığı bardağın ardından ayaklarını çırpıp duran bebeğin kirazlı çoraplarına baktı.

Derya ise sanki Korhan’ı ilk kez görüyormuş gibi “aaa Korhan da buradaymış” diye eğreti bir oyunculuk sergiledi.

“Korhancığım kızımı azıcık kucağına almak ister misin? Annen çok yoruldu tatlım, salatayı en azından ben yapayım da dinlensin kadın. Bütün gün yemek yapacağım derken ne kadar da yorulmuş.”

Korhan’ın bu hayatta görmezden gelemeyeceği tek şey annesiydi. Derya da bunu ilk gördüğü andan beri biliyordu. Sessiz, ketum ama çok akıllı bir çocuktu Korhan. Çok fazla insan da sevmiyordu. Yalnız, odasında saatler geçirebilen bir çocuk olmasından şikayet ederdi Nurperi hep.

Korhan yorulan annesi dinlenebilsin diye mecbur bebeğe bakacaktı demek ki. Gönülsüzce öne doğru yürüdü. Suratındaki şu bıkkın ifadeye Derya kahkaha atmak istese de kendini tuttu ama Nurperi alenen kıkırdıyordu.

“Ben tutamazsam ya…”

“Kocaman olmuşsun tatlım, bence çok kolay taşıyacaksın Ahuyu.”

“Ahu mu adı?”

“Ahu Nar ama bir tek babası söylüyor ikinci adını. Nar gibi tatlı kızımı o güçlü kollarınla taşır mısın canım?”

Ahu Nar diye mırıldandı. Böyle de söyleyince hayır taşıyamam demeyi gururu izin vermedi. Kollarını uzatır uzatmaz bebeğin annesi hemen bıraktı. Sonra da hiç ilgilenmeden mutfak tezgahına ilerleyip annesinin yarım bıraktığı salatayı yapmaya devam etti. Korhan için çok da ağır sayılmazdı bu bebek. Sonuçta babasıyla markete gittiğinde beş litrelik su bidonlarını taşıyabiliyordu.

Ayakları hiç durmayan bebeğe baktı. Gözleri nasıl bu kadar siyahtı ki? Saçı da çok komikti. Azıcıktı ama bağlamışlardı. Yanakları güzeldi ama, tombul tombul gülüyordu. Annelerin kız bebekleri niye böyle komik giydirdiğini Korhan anlamıyordu asla. Okula gelen velilerden görüyordu kızlara böyle komik çoraplar giydirdiklerini. Dudak büktü. Gözleri sırtı ona dönük, salata yapan uzun siyah saçlı kadına değdi. Bebeğin de saçları simsiyahtı. Uzasa öyle olurdu galiba.

Kucağında kıpır kıpır eden bebek durulup da omzuna başını yasladığında Korhan annesinden gözlerini çekip, bebeği görebilmek için başını çevirdi.

Uyuyacak mıydı yani? Geldiğinden beri hiç yerinde duramadığı için yorulmuştu demek ki. Ayrıca bu küçük insanlar yatak harici yerlerde nasıl uyuyordu aklı bunu kabul etmiyordu. Öğretmenine sorsa iyi olurdu. Bebeğin kıpırdayan ayakları da durunca Korhan kolunu poposuna daha sıkı doladı. Düşer falan birden, ağlardı. Korhan bebek ağlamasından da hiç hoşlanmazdı. Ses yapan her şey sinirlerini bozuyor, onu kızdırıyordu. Diğer bebeğe kapı deliğinden bakmıştı. O ne güzle hiç ses çıkarmadan uyuyordu. Bu kız yaramaz olandı demek ki.

“Bebek uyuyacak…”

Mırın kırın bir sesle annesini uyarmak istedi. Derya da başını çevirip gerçekten durgunlaşmış kızına baktı. Nurperi bir anını bile kaçırmadan Korhan’ın Ahuyu kucağında tutmasını izliyordu. Kendi de bir kız çocuğu istiyordu ama Tarık doğumdan çok korkuyordu. Korhan’ı doğurmak için iki gün hastanede sancı çekmesi gerekmişti ve o günden beri Tarık ikinci bir çocuk asla istemiyordu. Ama Nurperi Ahuyu da gördükten sonra artık daha fazla istiyordu. O da kızına güzel güzel kıyafetler giydirecek, saçlarını böyle bağlayacak, onunla bebek oyunları oynayacaktı.

Derya ağır adımlarla yanına yaklaşıp, gözleri ağırlaşmış kızını kucağına alırken kaşlarını kaldırdı. Ahinin aksine Ahu öyle zor uyuyan bir bebekti ki bu kadar kolay gözlerinin kapanmasına şu ana kadar hiç tanık olmamıştı. Korhan’a gülümseyip, başını yana yatırdı.

“Seni çok sevmiş Korhan yoksa asla bu kadar kolay uyumazdı. Üstelik yabancıları da hiç sevmez, ağlamadan nasıl kucağında bu kadar uslu durdu inanamıyorum.”

Korhan aldığı taktirler sonucunda kasılmak ister gibi göğsünü havayla doldurdu. Annesinin kucağına yatırıp, başını iyice göğsüne yaslayarak uyuttuğu kıza bir bakış daha attı. O yaptığı her işi en iyi şekilde yapmayı severdi zaten. Bebek bakma işinde de gayet başarılıydı.

“Akıllı oğlum benim. Maşallah benim Korhan’ıma, kardeşi olsa bana nasıl yardım edermiş Derya teyzesi. “

Yaklaşıp Korhan’ın saçlarına güçlü bir öpücük bıraktı. Sonra Deryalar gelmeden önce yapması gereken işi hatırlayıp çiçeklerini sulamakta kullandığı ibriği Korhan uzattı.

“Annesinin güzel oğlu, cam kenarındaki çiçeklerimi sular mısın yavrum? Bende soframızı kurayım.”

Korhan hep uyumlu, titiz, sorumluluk sahibi bir çocuk olmuştu. Sessiz bir yapısı vardı ama damarına basıldığında onu durdurmak çok zor oluyordu. Pek arkadaş canlısı da değildi. Korhan’a uymayan çok fazla davranış çeşidi vardı ve Korhan’ın okul çevresinde bu davranışları sergileyen çocuklar fazlasıyla gözüne batıyordu.

Şimdi ki sorumluluğunu da en iyi şekilde yerine getirmek için başını sallayıp, ibriğe uzandı. Sonra babası ve uzun boylu, esmer adamın olduğu salona doğru ilerledi.

Atilla ve Tarık dönem dönem bir araya geliyorlardı. En son üç ay önce görüşmüşlerdi. Atilla’nın Tarık’la özle olarak konuştuğu, kafasını meşgul eden soruları sorduğu bir andı. Odaya giren Korhan’ın varlığıyla ikisi de duraksadı. Atilla kendisine hiç bakmadan pencere kenarına giden çocuğu Tarık’a işaret etti. Tarık da gülümseyip başını iki yana salladı.

Atilla, Korhan’ın sıra sıra çiçeklerden bazılarının toprağına dokunup su vermeden çekilmesini, bazılarına oldukça fazla, kimine de damlatır gibi az verişini dikkatle izledi. Laf atıp bu görmezden gelinişi bitirmek için azıcık kışkırtma isteğiyle doldu içi.

“Hiç hakkaniyetli bir sulayıcı değilsin Korhan.”

Korhan menekşenin de dibine dokunup su vermeden geriye çekildi. Kendine seslenen adama baktı. Kaşları azıcık çatılmıştı. Atilla oturduğu yerden kalkıp, elleri belinde yanına doğru yürüdü. Sanki çok anlarmış gibi birde eğilip çiçeklere baktı dikkatle.

“Eşit paylaştırmayıp, hak yiyorsun.”

Korhan yaşına ters bir olgunlukta kendinden iki kat uzun adama yan bir bakış attı. Şu küçümseyici duruş Atilla’ya kahkaha attıracaktı neredeyse.

“Eşit olsam ölürler ben adilim.”

Atilla, kaşları kalkmış bir halde söylenen cümlenin ağırlığı hakkında fikri var mı yok mu anlamak ister gibi Korhan’ın kehribar gözlerine baktı. Sonra da o afallamış ifadeyle Tarık’a döndü bakışları. Tarık eğlenceli bir seyir keyfini kolları göğsünde bağlı, bacak bacak üstüne atmış bir halde seyrediyordu.

“Adil? O nasıl oluyormuş?”

Korhan kılıç çiçeğinin dibine ibrikle su akıtırken yanındaki adama yine bir bakış attı.

“Menekşelerin toprağı ıslak, küpe çiçeğininki ise kuru. Islak menekşeye yeniden su versem kökü çürüyecek. Küpelere yeteri kadar vermesem kuruyacak. Hepsinin ihtiyacı farklı, ben eşit olsam ikisi de ölecek. Ben adil olup, ihtiyacı kadarını veriyorum ki ikisi de hak ettiği gibi yaşasın.”

Atilla sırf kendini yok saymaktan vazgeçip, iki kelam etsin diye bulaştığı çocuktan asla böyle bir cevap beklememişti. Biraz önceki muzip ifade oldukça ciddi bir hal kazandı yüzünde. Korhan’ın gözlerine daha dikkatli baktı.

“Eşitlik ve adalet aynı şey değil mi yani?”

Korhan bitirdiği işine son kez memnun bir bakış atıp onu izleyen adama döndü yönünü.

“Ben küçüğüm siz kocamansınız. Annem bana bir dilim ekmek verse doyarım ama siz doymazsınız. Eşit oldu annem ama siz bu eşitlikten memnun olmayacaksınız. Adil olsa sizin doyacağınız kadarını verir, aç bırakmazdı.”

Korhan bu sohbetten sıkılmış bir ifadeyle bakıp, ibriğini de alıp çıktı salondan. Atilla giden çocuğun peşinden öylece bakıp kalmıştı.

“Çok sosyal bir çocuk değil ama okumayı çok seviyor. Hayat bilgisi kitabını okurken gördüm, düşün sen durumu.”

Tarık’ın lafı bitip kahkaha atmasıyla Atilla kapıdaki gözlerini Tarık’a çevirdi.

“Evinde bir maden yatıyor farkındasın değil mi?”

Tarık’ın eğlenen bakışlarına tezat Atilla oldukça ciddiydi. Omuzlarını silkti.

“Bu topraklarda barınan her türlü madeni sadece ben bulurum dostum.”

Atilla bu söze samimiyetle katılıyordu. Tarık gerçekten seçilmiş bir insan gibi ne kadar maden varsa eliyle koymuş gibi bulacak bir yeteneğe sahipti. Bakışları tekrar çıkıp giden çocuğun aralık bıraktığı kapıya çevrildi.

“Senin madenlerini de en iyi ben işlenir hale getiririm.”

Ciddi bir ifadeyle tek kaşı kalkmış kendine bakan arkadaşına çevirdi yüzünü.

“Bunu da en iyi sen biliyorsun…”

 

***************************

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kabına sığmamak gerçek mi? İnanılmaz şekilde gerçek. Çünkü şu an Nurperi kabına sığmıyordu. Her gözeneğinden mutluluğu fışkırıyor, gören her göze de bunu sergiliyordu.

Korhan babasının oturup, gazete okuduğu tekli koltukta ailesini izlerken bunları düşündü. Ve gözleri odadaki fotoğrafa kayıp orda takılı kaldı. Babası da onları böyle izlerdi. Suhanın zıplaya zıplaya yürüyüşünü yüzünde tatlı bir esintiyle seyrederdi. Annesiyle beraber oyun oynama şekillerini de ciddi bir ifadeyle, hiçbir detayını kaçırmadan takip ederdi. Kendiyle yaptığı sohbetler hatırına düştüğünde gözleri kendiliğinden kapandı. Korhan esasında şanslı bir adamdı. Onları dinlemekten, izlemekten asla bıkmayan bir babaları olmuştu. Şimdi annesinin cıvıl cıvıl sesiyle konuşmalarını, Ahunun yerinde duramaz hallerini, Suhanın dudağındaki o huzurlu tebessümünü ve Ahinin sık sık Ahuya, Suhana içi gider gibi bakışını izlerken babasının o anlarda ne hissettiğini biliyordu.

Korhan çok kıymetli bir maden yatağına sahipti. Aylar önce imkânsız gibi gelen o anı yaşıyordu. Ailesini çatısının altına toplamış, onların neşeli sesini dinliyordu.

Ahu, Ahinin yönü bile kaymamış yastığını tekrar ve tekrar düzeltirken Korhan’la göz göze geldi. Siyah incileri bahar yeriydi. Yüzündeki tebessümün kademe kademe büyüyüşünü, kendine göz kırpışını, o kara gözlerin bir tur herkes de dolanıp minicik öpücük atışını büyük bir keyifle izledi.

“Hadi yemeklerimizi yiyelim artık. Ah Allah’ım, bilsem neler neler yapardım. Ah çok şükür Allah’ım.”

Nurperinin her cümlesinin sonunda çok şükür bitişleri vardı geldikleri andan beri. Ne söylerse söylesin, bilinçli ya da bilinçsiz mutlaka cümlesini Allaha teşekkürüyle bitiriyordu.

Korhan biliyordu…

Korhan annesinin kalbinin sızıyla sancılandığını, duyacağı şeyin korkusuyla bir kere bile kötü bir şey mi oldu diyemeyişindeki maksadı biliyordu. Şimdi korktuklarının başına gelmeyişinin şükrüydü bunlar. Ayağa kalkarken Suhanın omzunu öpmüş, Ahinin elini okşamış, Ahusuna da güzel bir gülümseme yollamıştı saniyeler içinde.

Emine hanım çocuklarına doysun diye onu salonda tutarken mutfakta uğraşıyordu. Annesiyle beraber Ahu da hemen ayaklandı. Her şeye yardım etme çabası Korhan için o kadar sevilesi görünüyordu ki.

“Otur annem, dinlen azıcık. O kadar yoldan geldin Ahum.”

“Yok annem, çok acıktık hemen hazırlayalım beraber.”

Bir kere duymadı onu tanıdığından beri şöyle cümle. Bir kerecik bile ihtiyacını dillendirmedi. Açlığını Korhan söylemese çoğu zaman unutup, öteleyecek kadar isteksizdi. Yaşanmasa kıymeti anlaşılmayacak bir şeyi daha yakaladı Korhan. Ahunun şevkle çok acıkmışlığını dillendirişi, içini sıcacık etti.

“Doğru… Ah kuzum zaten bir parmak kalmışsınız ikiniz de. Şu suratlarınızın haline bak, avuç içim kadar. “

Nurperi iki kızını süzüp, eli belinde, ondan çıkabilecek en fala azar cümlesiyle söyledi sitemini. Sonra Suhanın da peşlerine takılmasıyla Ahinin oturduğu yerden kıpırdanışını, sonra geri sakince bekleyişini takip etti. Ayağa kalkıp paçalarını düzletti. Hiçbir şey demeden Ahinin yanına doğru yürüyüp koluna uzandı.

“Gel bakalım, seni banyoya götürelim. Ağrın var mı ayağında, çok basma üzerine.”

Ahi derdinin hemen böyle anlaşılmış olmasından biraz utanacak gibi oldu. Aslında kendi gidecekti de çekinesi tutmuştu.

“Abi ben giderdim…”

Kısık bir sesle söyledi bunu. Korhan kolunu iyice kavrayıp kendine doğru aldı ağırlığını. Ahu kaşındırır diye ayağındakini çıkarmıştı.

“Ağırlığını sakın ayağına verme, ayrıca abi dediğin birinden de utanma. İhtiyacın olduğunda gözüme bak anlarım ben.”

Ahi ayağa kalkıp Korhan’ın kolunu daha sıkı kavradığında Korhan ciddi ifadesine ters küçük bir tebessümle bakmıştı Ahiye.

“Ablana şov yapıyorum, bozma beni.”

Bu söylediği Ahinin yüzündeki tüm o mahcupluğu silmişti işte. Yan bir bakış atıp Korhan’ın kolunda ağır ağır ilerlemeye başladı.

“Hiçbir anı kaçırmıyorsun maşallah abi.”

Ağır ağır ilerleyip lavaboya giderken Korhan sırıtarak baktı Ahiye. Neler söylemek isteyip söyleyemediğini o kara gözlerinden görmüyordu sanki. Ahi işini bitirip çıkana kadar kapıda bekledi. Suhan, hakkında ne anlattıysa bariz çekiniyordu çocuk ondan. Aralarında bir uzaklık, soğukluk olmasını istemiyordu Korhan. Ahunun bunu ne kadar dert edeceğini, Suhanın çok üzüleceğini biliyordu. Ahinin kendine karşı temkinli davranma halini de çok iyi anlıyordu.

“Gel bakalım aslan parçası. Seni çok ayakta tutmayalım, Ahu Nar canıma okur.”

Ahi yine ağzını açtı açtı kapattı. Nasıl davranması gerektiğini bulamamıştı hala. Salona girdiklerinde gözü duvara kaydı. Duraksamasıyla Korhan da duvardaki fotoğrafa bakmıştı. Yan yana birkaç dakika hiç sesleri çıkmadan babasını izledi ikisi de.

“Sen geldin bu eve… Sen gördün babamı…”

Korhan’a çöken farkındalıkla nasıl böyle bir detayı gözden kaçırdığını düşündü. Ahi başını çevirmedi. Gözünü fotoğraftan ayırmadı. Kaçırılmalarından bir buçuk ay önce gelmişlerdi bu eve. Finalleri bitirdikleri haftanın sonunda iki günlük de olsa Suhanın anlatıp durduğu anneyi görmek istemişti. Ahinin kafasında bir profil vardı ama karşılaştığı kadın çok daha fazlasıydı. Ama onu asıl dumura uğratan salonun duvarındaki bu fotoğraf olmuştu.

“Hani bir şey olur… Hissedersin ya abi. Yaklaşanı hissedersin ama bilemezsin ne olduğunu.”

Ahi fotoğraftan gözlerini çekip, çatık kaşlarla kendine bakan adama çevirdi yüzünü.

“Bu fotoğrafı gördüğüm an tam böyle hissettim. Dokuz yaşıma alıp götürdü bu yüz beni. Yıllardır ensemi ısıran o izlenme hissi arttı. Ama insan bilinmeyenden nasıl kolay kaçıyor sen bilirsin. Avukatsın sonuçta, binlerce insan tanımışsındır.”

Ahi, Korhan’ın gözünün içine bakıp yutkundu.

“Ben beş yaşımdan beri biliyorum abi. Bir şeyin gelip bizi yutacağını, direnemeyeceğimizi biliyorum. Her an Ahunun yanından ayrılmamamı tembihleyen anneannemin okul için Ankara ısrarında da anladım. Ahu bir gün okuldan gelirken sanki biri peşimdeymiş gibi hissediyorum dediğinde de biliyordum. Abi bizim İsviçre’deki hayatımız beş yaşında bitti ama babam ve annemin bizim için düşündükleri hiç bitmedi.”

“Suhan peki…”

“Mucizevi bir şekilde İstanbul’u tutturmasının sebebini benimle tanışmak olduğunu sanıyordu. İnan bu fotoğrafa kadar bende öyleydim. Yoksa kaç insan tercihlerinde kodu yanlış yazar, karşısında çıkan okul ismine dikkat etmez değil mi? Ne zaman ki bu eve girdim, bizim hayatımızda tesadüfün, mucizenin olmadığından emin oldum. Ama bir şey yapamıyorsan öylece beklersin. Benimki de o hesap.”

“Başınıza geleceği bekledin, Ahu Nara hiç bahsetmedin?”

“Başımıza geleceğe engel olmayacağımızı bildiğin için Ahuyu da ürkütmeden bekledim.”

Sahi öylece beklemeseydi ne yapabilirdi ki? Kime gider, kimden destek isterdi? Bu huzursuz hissi kim önemserdi ya da? Korhan başını iki yana salladı. Bunları düşünmek için gelmemişlerdi buraya.

“Ahu Nar gözüyle ikimizi de takip ediyor. Benimle iyi geçin. Suhan ayrıntısını söylemiyorum bile, kardeşimin yanında bu kadar rahat olmanın hatırı var. Diken üstünde oturma kendi evinde. Annem çocuklarının huzursuzluğunu hissettiği an kötü olur.”

Korhan dikkatle ona bakan genç çocuğa gözünün kenarıyla bir bakış daha atıp yürümesi için destekledi. Daha önce oturduğu koltuğa oturttu. Geri çekilecekken ondan beklenilmeyecek bir samimiyetle Ahinin saçlarını karıştırdı.

“Eniştenle aranı iyi tutmayı bilirsen bu dünyada cenneti yaşarsın genç, yoksa canına okurum ben senin.”

Ahinin kaşları çatılmıştı. Biraz da sinir bastı üstüne. Agresif bir tavırla yanağını kaşıdı.

“Abi anladık! Ahuyla ilişkin var, eyvallah. Ama bu enişte falan… Çünkü senin baktığın yerde bende enişten oluyorum ya! Bizim Suhanla olan ilişkimizin ömrü size göre oldukça uzun, unutmazsan sevinirim.”

Korhan geriye yaslanıp, bacak bacak üstüne attığında kaşları havaya kalkmıştı. Tam onların arasındaki nikah bağını söyleyecek oldu dilini tuttu. Bunu herkes varken, Ahu Narın gözünün içine bakarak söyleme keyfini kaçıramazdı.

Sofra hazırlanıp da masaya geçildiğinde. Nurperi sürekli konuşacak bir konu buluyordu. Anlatacak o kadar şeyi vardı ki. Mahallede düğünü olanları, kedilerin ne kadar büyüdüğünü, Emine’yle pazarda başlarına geleni, Ahunun ilk kez geldiğinde nasıl şaşırdığını…

Ahu nefes almadan ve sürekli konudan konuya atlayışını tebessümle seyrediyordu. Suhan ise gözünü annesinden ayırmıyordu hiç. İhtimalini yitirdiğine öyle inanmıştı ki sessizce izlemekten başka hiçbir şeye dahil olmuyordu neredeyse. Eski Suhanın aksine o kadar sessizdi ki…

“Bak annem senin sevdiğin gibi yoğurtlu bu kapya biber. Emine’yle pazardan aldık. Hissetmişim gibi ocakta ben közledim değil mi Emine? O küçük küçük diye dolduralım demişti aslında. Bilmişim su damlam gelecek, ondan aklıma düşmüş.”

Çatalını kavrayıp, eliyle yedirdi. Dudağının kenarına bulaşan yoğurdu da parmağıyla sildi.

“Çok güzel olmuş annecim.”

Nurperi kızındaki durgunluğu en baştan hissetmişti ama Korhan sadece biraz rahatsız demişti. İçine bir sıkıntı çöktü. Hasta mı olmuştu uzak yerlerde? Ondan mı gözündeki çiçekler hep solgundu.

“Biraz daha ye kuzum, az can gelsin yüzüne. Ahi sen bir şey ister misin annem? Azıcık yiyorsunuz ama siz, hep duruyor tabaklarınız. Bir şey isteseniz benden.”

Gözünü hepsinde dolaştırıp gerçekten de beklentiyle baktı. Anne olmak böyle bir şeydi işte. Ahu elinden uçup giden anneden de karşısında anneleri olmak için çırpınan kadından da anlıyordu artık. Sürekli vermek, kendinde olanı çocukları için feda etmek vardı fıtratlarında.

Şu tatlı bakışa kıyamayacak kadar çok seviyordu. Ayaklanıp hem kendinin hem Ahinin tabağını aldı.

“Ahi domatesli pilavı çok sever ama şimdi çekindi kesin anne. Ben ikimize de koyup geliyorum hemen. Korhan hadi bitir sana da getireyim.”

Nurperinin gönlünü görürken Korhan’a da uyarı atışını yaptı. Önünde duran tabağı bitirip hemen yenisini istemek zorundaydı artık. Netice de anneleri biraz fazla yesinler diye gözlerinin içine bakıyordu.

“Suhan içecek getireyim mi sana da canım?”

Suhan boş bardağını alıp, ayaklandı.

“Ben alırım Ahu.”

Nurperi giden kızlarının ardından bakıp, gülümsedi.

“Bak Emine, en çok benim pilavımı beğendiler.”

Yüzünde öyle bir gurur, o kadar büyük bir keyif vardı ki bakan her göz mest oluyordu.

“Öyle ahiretliğim, maşallah senin pilavın gibisini yapamıyorum ben. Bugün iyi ki sen yapmışsın.”

Kızlar gelip yerlerine oturduğunda Ahi suyuna uzanıp bir yudum aldı.

“Korhan bak şimdiden söylüyorum. Sakın geçen sefer gibi Ahuyla ben yatacağım diye söylenme bana. Ahunun bana sözü var, biz bugün kızlarımla beraber yatacağız.”

Nurperi hızlı hızlı derdini anlatırken tüm masaya yayılan bir su püskürmesi ve şiddetli bir öksürük krizi sesi yankılandı.

“Ahi!!!”

Ahi nefessiz kalmış bir halde güçlükle öksürürken Ahu dehşetle açılmış gözlerini Korhan’a çevirip hızla ayağa kalktı. Ahinin sırtına vurup, doğru nefes alması için çenesini konumlandırdı.

“Ayyyy… Ay helal çocuğum helal, yok bir şey anneciğim. Havaya bak oğlum.”

Nurperi de hemen ayaklanıp, yanına koşturmuştu bile. Suhan elinin içiyle gizlediği gülümsemesiyle bir ağabeyine bir ciğerleri can çekişen Ahiye baktı. Korhan’ın keyifle suyunu içip, Ahinin halini izlemesine ise dayanamayıp kıkırdadı.

“Tamam yok bir şey. Boğdun suyla ciğerlerini. Of Ahi aklımı alıyordun.”

Ahinin sakinleşmesiyle Ahu ağzının kenarlarını peçeteyle sildi. Ahi ise gözleri iri iri açılmış bir halde Ahuya bakıyordu.

“Ahu? Ahu ne diyor Nurperi teyze?”

Dişlerinin arasında sessizce söyleyebilmek için döktüğü ter, Korhan’ı daha keyiflendirdi. Biraz daha benzin dökmenin zararı olmayacağını düşünüp başını yana yatırdı. Gözü Ahideydi ama hitabı annesineydi.

“Olmaz anne, biliyorsun ben Ahu Narsız uyuyamam. Başım ağrıyor malum.”

“Korhan!”

Ahunun sinirli sesiyle gerçekten şaşırmış gibi ona baktı.

“Ne? Ne dedim ben şimdi? Uyuyamıyorum sensiz, bilmiyorsun sanki. Asıl sen anneme bir şey de.”

“Ama Korhan hani geldiğinizde söz vermiştiniz. Suhan da gelecek, biz anne kız hep beraber uyuyacaktık. Niye böyle yapıyorsun oğlum şimdi?”

Sanki ona kıyabilirmiş gibi bir de duygu sömürüsü yapıyordu annesi. Dişleri görünecek kadar gülümsedi.

“E ben ne olacağım anne? Nasıl uyuyacağım, bana yazık değil mi?”

Nurperi ciddi ciddi bu soruyu düşündü. Gözleri Ahu ve Korhan arasında dolaştı. Gerçekten uyuyamaz da baş ağrısı artar mı emin olmaya çalıştı. Ama nefsi de bugünü bekliyordu aylardır, öyle kolay tamam o zaman diyemezdi ki.

“Ahu… Ahu Allah aşkına ben kafayı mı yiyeyim? Bu adam beni delirtecek Ahu!”

Ahi başını çevirip, söyledikleri kadınlara ulaşmasın diye eliyle örterek Ahuya çıkışmaya başladı.

“Pislik yapıyor canımın içi. Ben halledeceğim, seni kışkırtmak için böyle konuşuyor.”

“Ahu elin adamıyla niye uyuyorsun sen? Başı ağrıyormuş! Arveles misin kızım sen, gitsin ilaç alsın?”

Ahu, Korhan’ın üstüne atlayıp boynunu sıkmıyorsa annelerinin hatırınaydı. Düştüğü duruma inanamıyordu. Kardeşine neyin açıklamasını yapacaktı şimdi? Gözlerinde ateş çıkaran bir ifadeyle Korhan’a baktı. Başı da ağır ağır sallanmıştı. Bunun hesabını illa soracaktı ona.

“Nurperi annem, Korhan sana şaka yapıyor. Tabi ki biz beraber yatacağız bu gece. Değil mi Suhan? Korhan takılıp, senle uğraşıyor. Bugün çok şakacı o biliyor musun? Sofrayı toplayalım biz artık, çay mı yapsak ki? Korhancığım sende kardeşime yardım et istersen. Ayağını çok sarkıttı ağrısı artacak!”

O siyah gözler nasıl güzel tehdit ediyordu. Şu bakışların bir alt yazısı olsa canına okuyacağım diye neon renklerle geçiş yapardı. Korhan ayağa kalkıp, masanın etrafından dolaşarak Ahiye doğru ilerledi.

“Tabi güzelim, sen yeter ki iste. Hadi tutun bana Ahi.”

Ahi ters ters bakıp, uzatılan kola uzanmayınca Korhan küskünce dudağını büktü.

“Gerek yok, ben hallederim abi. Çok sağ olasın!”

“Oğlum ben sana daha yeni eniştenden çekinme demedim mi? Mahcup mahcup bakıyor birde. Hadi sar bakalım kolunu omzuma. Kayınbiraderimi de masadan koltuğa taşıyamayacak mıyım? Aile arasında lafı olmaz böyle şeylerin, bak ikizin gönül koyacak bize.”

Ahu pes etmişlikle derin bir nefes alıp, bırakmıştı. Omuzları da düştü. Ahinin ona ters ters bakmasına ne diyecekti ki. Bilerek aralarındaki dini nikahı duyurmanın derdine düşmüştü vampir. Zaten saklama gibi bi gayesi yoktu da az kendilerine gelseler fena mı olurdu?

Her fırsatta Korhan’a öfkeli bakışlarını yollayarak masayı topladı. Yatma saati yaklaşınca da yatakları hazırlamak için Nurperiyle beraber çarşafları çıkarmak için gitti. Suhan peşlerinde sessizce dolanıyordu.

Ahu yastıklara kılıf geçirirken Nurperinin kıkır kıkır gülüşüne baktı. Kendini saklama çabası nasıl tatlıydı.

“Bana gülüyorsun yine anne.”

Nurperi kucağındaki pike takımını Suhana uzatırken artık içine saklayamadığı, tatlı kıkırtıyı bıraktı.

“Ama annem Korhan’ın yüzü geliyor hep gözümün önüne.”

Sonra irice açılmış gözleriyle Suhana baktı.

“Ay su damlam sen abini ilk gelince görecektin. Ahuya senin yatağını vereyim dedim de neler yaptı bize? Bir huysuz, bir aksi ki. Ahum da yazık yavruma utançtan bakamıyor bana. Biz Emine’yle hep o günü konuşup konuşup gülüyoruz biliyor musun?”

Suhan da Ahu bir şey der mi acaba diye saklı bir tebessümle gözüne bakıp kaçırmıştı bakışlarını.

“O zaman da mı Ahuyla uyumak için olay çıkardı?”

“Çıkarmaz mı? Burnumuzdan getirdi huysuz. Ama başı çok ağrıyormuş yavrumun Suhan. Biliyorsun başı tutunca geçmiyor da. Ama valla bugün hiç kusura bakmasın. Ben kaç aydır bekliyorum. İlaç veririz, ben papatya çayı da demlerim bir şeyciği kalmaz. Bu ne canım, kızlarımla da mı uyuyamayacağım?”

Uzun uzun konuşup, en son Korhan’a tavır alacak hale nasıl gelmişti Ahu anlamadı ama daha fazla kahkahasını tutamadı. Ahunun gülmesiyle Suhan da belki de döndüğünden beri ilk kez sesli bir kıkırtı duyurdu kulaklarına. Nurperi sanki bunu bekliyormuş gibi atılıp iki yanağını öpmüştü hemen.

“Ohh maşallah benim su kuşuma. Nasıl güzle güldün annem, içim açıldı. Hadi hazırlayalım Ahinin yatağını.”

Elinde çarşaflarla çıkıp giden kadının ardından tebessümle baktı Suhan. Sonra Ahunun ona bakan gözleriyle kesişti gözleri.

“İyiyim Ahu… Tedirgince izleyip duruyorsun ama vallahi iyiyim.”

Ahu elindeki yastığı bırakıp kollarını açıp, Suhanı çağırdı. Suhan ayaklarını sürüye sürüye gelip girmişti o kolların arasına. Kısa saçlarını okşadı.

“İyi ol lütfen. Esirgeme gülümsemeni bizden. Nurperi annem aylardır bekliyorum bugünü diyor, sana yemin ederim şu gün için saat saydım Suhan. Sana, Ahiye kavuşmak için tüketilecek son sabır damlamı bitirdim. Çok zor şeyler yaşadın ama geçti canım. Bitti artık.”

Suhan bir süre ses çıkarmadan Ahuya sarılmaya devam etti. Başı omzuna yaslı iç çekti sonra.

“Abimin sana bakışları çok güzel Ahu. Annem sana hayran. Ona anne diyorsun, öyle güzel bakıyor ki sana. Yokluğumda mahvolurdu. Bilse… Çok teşekkür ederim ailemi sarıp sarmaladığın için. Benim için endişelenme lütfen. Babam gittiğinden beri belki de ilk kez bu akşam abimin yüzünde böyle huzurlu bir ifade vardı. Sizinle beraber biz tamamlanmışız. Bu akşam en çok bunu fark ettim.”

Ahu bir süre Suhanın söylediklerini düşündü. Kendi pencerelerinden baktığı her şeyi Suhan dillendirmişti seslice.

“Önceden sadece Ahi ve bendim. Sonra sen geldin. Ama şimdi çok daha büyük bir haldeyiz. Sizin sayenizde iki kişilik olan ailem kocaman oldu Suhan. Eksik kalmış tüm yanlarımız tamamlandı. Ahi ve ben sadece kalplerimizin diğer yarısını değil annemizi de bulduk.”

Suhan geri çekilip Ahunun yanağına bir öpücük bıraktı. Odadan beraber çıktılar. Ahi için Korhan’ın pijamalarından birini çıkarmıştı Nurperi. Ahu odaya girip Ahiye yardım edecekken Korhan ve Suhan geldi yanına.

“Sen çık kelebeğim, ben hallederim.”

Suhan yatmadan Ahiyi görmek istemişti ve abisi de sanki bunu hissetmiş gibi hemen peşine takılmıştı. Ahiye uzak durmayı sevmiyordu ama biraz da abisinden çekindiği için rahat rahat yanında duramıyordu. Ahu ise pijamayla bir Ahiye bir Korhan’a baktı.

“Yardım etseydim. Ayağını çok kullandı bütün gün. Altına bir kat yastık da koyacağım.”

Korhan yan bir bakış atıp elindeki pijamaları aldı.

“Gencecik çocuğa pijamasını da kız kardeşi giydirmesin değil mi Ahu Nar? Burda aslan gibi eniştesi var malum. İkiniz de iyi geceler deyip çıksanız mı artık?”

Suhan bu kadarına şükredip yanına yaklaşmıştı Ahinin.

“Rahatsın değil mi?”

“Rahatım bebek surat, güzelce annene sarılıp uyu tamam mı?”

Suhan ağır ağır başını salladı. Bir şey söyleyecekmiş gibi ağzı açıldı ama sonra geri kapandı. Ahi sanki bunu anlamış gibi işaret parmağıyla kulağını gösterdi.

“Uyurken aldığın nefes bile burada. Adımı fısıldadığın an yanında olurum.”

Sadece kendilerinin duyacağı şekilde fısıldayarak konuşuyorlardı. Ahi alışkanlığın verdiği bir hisle avcunu sıkan Suhanın avcunu yakalayıp nabzının attığı kısma dudağını değdirip bırakmıştı.

“Yeter bu kadar iyi geceler dileği. Sabah yine aynı evin içine kalkıyoruz, bu ne askere uğurlama partisi mi?”

Ters ters Ahiye bakarken Ahi baygın bakışlarla Korhan’ı süzmüştü. Ahu ise iç çekip, ciğerlerindeki tüm nefesi bıkkınlıkla bıraktı.

“Sen insanı şiddete meyillendirirsin!”

Sonra yatakta dik dik Korhan’a bakan kardeşine doğru ilerleyip kaşının üstüne öpücük bıraktı.

“Yanına su bıraktım canımın içi. Ağrın falan olursa ama mutlaka seslen, hemen gelirim. Bir şeye ihtiyacın var mı?”

“Sağlam bir sinir sistemi çok iyi giderdi Ahu!”

Korhan’ın sırıtarak göz kırpmasıyla başını yana doğru eğip, gözlerini kapattı. Sonra mahcup mahcup kendine bakan Ahuya çevirdi bakışlarını.

“Yok güzelim, endişelenip durma. Ağrım falan da yok. Ama yine de bir şey olursa seslenirim sana, git dinlen artık. Yoruldun bütün gün koşturmaktan.”

Ahu başını sallayıp geriye bir adım atacakken “ha Ahu” diye seslendi. İki parmağıyla yaklaş der gibi bir hareket yaptı. Ahu ona doğru eğilince parmak ucuyla çenesinden boynuna aşağı inen tırnak izine hafice dokundu.

“Gözünü seveyim şu izlere krem falan bir şey sür. Gördükçe içim gidiyor. Mahvetmişsin kendini, of Ahu of.”

Söylense de ensesinden tutup tam izin üstünü öpmüştü. Birkaç çizik daha vardı ama en derini ve uzunu bu izdi.

“Tamam, Şifa verdi benim için bir şeyler. Ayrıca yok bir şeyim, düşünüp durma. İyi geceler canımın içi.”

Ahu da tıpkı Ahinin onu öptüğü gibi sol gözünün altındaki morluğa dudaklarını bastırıp geri çekildi. Ahu odadan çıkınca Korhan sonunda kendine bakan çocuğa sırıttı.

“Demek sağlam sinirler ha… Alışmayı dene kayınbirader alışmayı dene. Böyle zor olacak senin için.”

Ahi iç çekip üstündeki tişörtü çekip çıkardı. Ona hala sırıtarak bakan adama öfkeli siyahlarını dikti.

“Abi sekiz ay bi hücrede kafayı sıyırmadım ama sen sebebim olacaksın. Şurda efendi efendi saygı duymaya çalışıyorum, niye damarıma basıyorsun?”

“Kız kardeşimin niye bileğini öpüyorsun sen? Hem de benim görüş açımda!”

“Ha sen görmezken rahat rahat öperim yani?”

“O dudaklarını dikerim, sonra ikizinle aram bozuldu diye geri söker bir daha dikerim.”

Ahi hayretle gözlerini irice açtı.

“Abi sen benim kız kardeşimin peşinden ayrılmıyorsun farkında mısın?”

“Senle ben bir miyiz?”

“Farkımız neymiş?”

Korhan sırıtıp göz kırptı.

“Bu soruyu aklında tut genç, yarın kelebeğe sormanı bekleyeceğim. Farkımızı Ahu Nar söylesin.”

Korhan sanki bunu hep yapıyormuş gibi Ahinin altındaki eşofmanı dikkatle çıkarıp, pijama altını giydirdi. Ahi biraz rahatsız olmuş, biraz da utanmıştı bu durumdan. Korhan hiç durumun tuhaflığını sorgulamadan çıkardığı eşofmanı katlayıp kenarda duran sandalyenin üstüne bıraktı. Sonra elleri iki belinde odada gezdirdi gözlerini.

“Mangal seviyor muydun sen?”

Ahi adamın gerçekten manyak olduğuna emin oldu. Canı ne istiyorsa onu konuşuyor, konudan sıkılınca yine canının istediğine öylece atlıyordu.

“Hı?”

“Yarın mangal yapacağım benim kızlara. Sen ne seviyorsun?”

Ahi gözlerini kısıp baktı.

“Senin kızlar? Ahuya yaranmak için benimi tavlayacaksın şimdi de abi?”

“Oğlum ben senin ikizine nefes alsam yaranıyorum, asıl sen bana yaranmak için taktik falan geliştir. Malum Suhanla arkadaşlık kurma gibi bir isteğin var.”

Ahi işte tam keyif aldığı andaydı. Geriye doğru yaslanıp, sırıttı.

“Abi sende bunama var, yaşlanmışsın. Suhan uzun süredir sevgilim benim. Hatırlatırım telefonda bir kere erkek arkadaşı vasfıyla tanışma yaşadık senle.”

Korhan tek kaşı kalkmış, küçümseyici bir şekilde kendine sırıtan çocuğu süzdü.

“Kekelemekten konuşabildin mi ki ne tanışması? Ayrıca dudaklarına sahip çık kayınbirader! Bir dikiş atarım ikizin görmemiştir öyle estetik bir görüntü. Hadi yat zıbar, bir şey olursa da kızları sakın uyandırma, beni çağır.”

Korhan çıkıp ardından da kapıyı kapatınca Ahi iç çekip gerisin geri yatağa devrildi.

“Ahu eğer Onur dallamasına laf ettim diye bu ruh hastasını bulduysan, bana inatsa bu adam o saçlarını bu kez ben keseceğim…”

 

Korhan kapıdan çıktığı anda eğlenceli bir bakışla köşede, tırnak etini kemirerek bekleyen kelebeğe baktı. Ödü kopuyordu olmadık bir şey söyler de kendini zor durumda bırakır diye.

Göz göze geldiklerinde Korhan’ın sırıtan ifadesine inat Ahu oldukça öfkeli bir bakış atmış, başıyla sert bir şekilde banyoyu işaret ederek yürümüştü. Korhan elleri ceplerinde ardından ağır ağır ilerledi. Banyoya adım attığında ise Ahunun iki eli belinde, siyah incilerinde kıvılcımla beklemesini duraksayıp, hayranca süzdü.

“Sen var ya! Sen… Ama biliyorum bu pislikliğin nedenini! Bilerek yapıyorsun, ben delireyim diye kardeşimi bilerek kışkırtıyorsun!”

Korhan banyo kapısına sırtını yaslayıp, ellerini cebinden çıkarmadan Ahunun ona saydırmasını keyifle izledi.

“Ahi diyecek ki bu yüzü nerden buluyor? Sana da gün doğacak. Hemen yumurtlayacaksın bizim dini nikahımız var diye. Sen nasıl sülüksün sennnn… Gördün tabi çocuk şok oldu iyice aklını almanın derdindesin.”

Korhan kaşları kalkmış bir ifadeyle, bir sağa bir sola giderek söylenmeye devam edişine yine hiç karşılık vermedi.

“Ay bir de Suhana baktı diye gözünü çıkar Korhan! Sevgili onlar sevgili. Evveliyatları bizi kaça katlar biliyor musun sen? Gözüyle deşiyor kardeşimi. Hayır bu nasıl utanmazlık, çifte standart anlamadım ki? Tabi Suhan çekiniyor, yakaladın fırsatı dimi? Hemen çocuğun üstüne oyna! Yazık saygıdan bir şey de demiyor.”

Ahu hiç karşılık almadıkça kuruluyor, kuruldukça çenesine vuruyordu sitemleri. Diken üstünde oturtmuştu bütün akşam. Normalde nasıl bakıyorsa ona iki kat daha fenasıyla izlemiş, Ahiyi iyice kışkırtmıştı. Sonra sanki bir hatırlatıcıya ihtiyaç varmış gibi masa da olanlar geldi aklına. Siyah gözler bu kez iri iri açılmış bir halde Korhan’ın pişkin suratına çevrildi.

“Seni geberteceğim! O başına kazık çakayım da ağrı neymiş gör sen. Ölüyordu çocuk senin yüzünden be! Ama Nurperi anneme de aşk olsun. Ben sanki onun vampir oğlundan çekmiyormuşum gibi kendi de tuz biber ekti. Çocuk sen niye elin adamıyla uyuyorsun dedi bana ya! Ne diyeceğimi bilemedim. Ne sırıtıyorsun Korhan? Çok eğlendin, yetmedi mi?”

Korhan omuzlarını silkip, kapıdan ayırdı sırtını. Ağır ağır Ahunun üzerine doğru yürüyüp, burnunu havaya dikerek kendine çemkiren kıza üstten bir bakış attı.

“Sen niye bana canımın içi demiyorsun?”

Ahu soruyu algılayamadığı için boş boş baktı birkaç saniye.

“Herkese canımlar, anneciğimler, canımın içleri bana gelince dümdüz Korhan. Ben bilmiyor muyum adımı?”

“Ruh hastası mısın sen?”

Sesi gerçek bir hayretle boyanmıştı. O kadar şey saymıştı ve karşılık olarak bunu mu duyuyordu yani?

“Bana da diyeceksin.”

“Ne?”

“Bitanem diye… Bana da diyeceksin, sadece Ahiye değil! Valla büyük olay çıkarırım.”

“Sen… Sen ne?”

“Bir kez daha yanında Korhan de öyle asker arkadaşı gibi, nasıl Timur’a nikah kıydırdığını anlatırım. Biliyorsun abartmayı da severim, kendini de açıklayamazsın.”

Ahunun ağzı açılmış, gözleri iri iri tehdit edilişine kilitlenmişti.

“Aslında kocacığım falan de derdim de belki bu durumu sen daha özel bir şekilde yalnız anlatmak istersin diye karışmıyorum. Anlayışsızlıkla suçlarsın falan.”

“Sen gerçek bir ruh hastasısın. Yok vallahi bak. Yok yani insanın senin yanında sağlam tek bir nöronu kalmaz!”

“Gerek yok zaten kelebeğim, ben senin için de canlı tutarım nöronlarımı. Şimdi anlaştık değil mi? Özellikle o ikizinin yanında bitanem diyorsun. Çünkü ben artık gerçekten kinleneceğim.”

Ahu pes etmişlikle omuzlarını düşürüp, iç çekti.

“Manyağın tekisin sen. Anlayışsızlıkla suçlarmışım! Pişkinliğin hiç yormuyor mu seni?”

Korhan sağ kolunu Ahunun beline dolayıp, kendine sertçe çarpmasını sağladı.

“Niye yorsun, her seferinde kazandırıyor bana meseleyi. Şimdi gel bakalım, az seveyim seni. Gözün kardeşlerini, anneni gördü yüzüme bile bakmadın tüm gün.”

Ahu nasıl olsa gücünün yetmeyeceğini kabullenmiş bir tutumla ellerini omuzlarına yerleştirdi. Yine de nazlı nazlı sitem etse bir şey olmazdı. Birkaç gündür yaşadığı her şey o kadar yoğun ve ağırdı ki gerçekten birbirlerine yaklaşamamışlardı bile. Üstelik haftalarca Korhan’dan ayrı, bir kulenin içerisinde kapatılmış gibi zaman doldurmuştu.

“Utandırdın beni. Ahi öyle sorunca ne diyeceğimi bilemedim.”

“Alışsın çocuk, yara bandını birden kaldırıyorum işte. Ağzı süt kokan çocuktan da çekinerek kelebeğimi sevecek değilim ya.”

Korhan burnunu boynuna sürtüp, küçük küçük öptü. Tenindeki ince tırnak izlerinin üstünde dudakları sürtünerek ilerledi.

“Onunla aynı yaştayım biliyorsun değil mi?”

Korhan oldukça rahat bir tavırla belindeki elini kalçasına doğru kaydırıp, sıkmış üstüne de boynunu öpen dudağı göğsüne doğru uzanıp sutyenin üzerinden ısırmıştı.

“Ayyy…”

“Hişttt… Sessiz ol, ikizin yanlış anlayacak. Senle o bir mi? Ben senin ne kadar…”

Cümlesini yarım bırakıp tişörtün açık bıraktığı kısımdan burnunu iki göğsünün arasına sürttü.

“Büyük olduğunu bire bir deneyimledim. Kollarını boynuma dola hadi, boş boş duruyorsun.”

Ahu denileni yapıp kollarını doladığında Korhan kalçasından destekleyip kucağına kaldırıp, kalçasını lavabo kenarına yasladı. Dudağının değdiği her santime öpücük bıraktı.

“Kokun bile daha yoğun. Mutlu olunca bir başka güzelleşiyormuş benim kelebeğim.”

Mırıl mırıl boynunda konuştukça Ahunun içi gıdıklanır gibi bir hisle doldu. Karnını istemsiz içine çektiğinde Korhan’ın bedenini kendine bastırdığını hissedip, küçük bir inleme kaydı boğazından.

“Gözleri Ahu, teni kar, içi kor…”

Korhan hem konuşup hem de şu anın tadını dumanlı bir akılla çıkarıyordu. Onunla beraber Ahuyu da bir sis bulutunun içine çekiyordu.

“Nasıl güzel, nasıl büyülü…”

“Korhan…”

Korhan geriye çekilip lav rengini almış gözlerle Ahusuna baktı.

“Anlaşamadık mı biz senle kelebek? Bitanem diyeceksin, unutan dudaklarına herkesin içinde bir hatırlatıcı mı lazım?”

Ahu gülümseyip parmak uçlarıyla dudağına küçük bir tokat attı Korhan’ın.

“Ben sana kızacaktım, hep böyle yapıyorsun.”

“Sen ille annemle yatacağım demesen ben seni kızdırırdım bütün gece. Sonra soğuturdum. Belki bir kez daha ısınmak isterdin, yakardım… Ama şansına küs kelebek. Kocan dururken anneni ve kız kardeşini seçtin.”

Korhan’ın imalarına dişleri görünecek kadar gülümsedi. Omuzlarını silkip cilveli cilveli bedeninin Korhan’a sürttü.

“Ben annemin göğsünde uyurken yalnız yatacağın için deliriyorsun değil mi? Yaz ortasında üşürsün de sen şimdi. E baş ağrıların falan da var. Ah ayağım da yok ki tutasın. Yazık benim vampirime.”

Ahu dudağını büzecekken iki diş dudaklarını kıstırmış, sızlatacak kadar da sıkıştırmıştı. Acılı bir inleyişten fazlası çıkamadı dişler tarafından ısırılan dudaklarından. Korhan ısırdığı alt ve üst dudağına ağır ağır dilini sürtüp, emerek acısını aldı. Sonra özlediği tadı iliklerine kadar hissetme tutkusuyla dilini Ahunun ağzının içine kaydırdı. Eli ensesine kayıp, başını sabit tutarken ağzı biraz daha vahşileşti.

Üstlerindeki yüklerden azat olunca tenlerindeki tutku bile başka bir renge boyanmıştı. Korhan günlerin sayısını unuttuğu kadar uzak bir zaman diliminde Ahusundan uzak kalmış, şimdi de keyfini sürecekken annesinin ambargosuyla uğraşıyordu.

“Hiç kimse de anlayış yok…”

Alt dudağını dişleriyle çekiştirip bıraktı. Çenesini ıslak bir öpücükle kutsarken hala söylenmeye devam ediyordu.

“Annem bile oğluna acımıyor.”

Kulağının ardına doğru ıslak dudakları küçük küçük emerek ilerledi.

“İki adım ötemde uyuyacaksın, ben ne olacağım karım bile düşünmüyor…”

Ahu boynunu iyice geriye yatırıp, Korhan’a daha fazla alan sağlamıştı.

“Bebek gibisin.”

“Sende bu bebeğin memesini vermeyen gaddar bir kelebek…”

“Ailemizin olduğu yerde seninle sevişeceğimi düşünmedin değil mi?”

“Gayet de düşündüm. Senin bir şey yapmana gerek bile kalmadan ben ilgilenirdim tüm konuyla.”

Ahu kıkırdayıp tekrar göğsüne doğru hareket eden ve bacaklarının arsındaki sertlik git gide büyüyen adamın kafasını iki eliyle kavrayıp kendinden uzaklaştırdı.

“Uslu dur.”

Korhan kendini bir kez daha itti.

“Uslu falan durmak istemiyorum ben. Annemi uyutup, yanıma gelmeni istiyorum.”

Ahu yine tek omzunu silkti.

“Hiç de yapamam öyle şeyler. Oh mis gibi sarılıp yatacağım.”

Korhan geriye çekilip gözlerini kısarak boydan boya süzdü Ahuyu. Sonra pantolonun sol cebindeki çıkıntı dikkatini çekince elini uzatıp küçük ilaç tüpünü aldı. Parmağının ucuna sıktığı merhemi ilk en az hasarın olduğu ize dokundurdu.

“Acıyor mu?”

Ahu merhem değer değmez hissettiği karıncalanma hissini dinledi bir süre ama acı yoktu. Sadece bir sıcaklık sarmıştı orayı.

“Yok, iyi hissettiriyor.”

Korhan başını sallayıp narince merhemi her çiziğe yedirdi.

“İhmal etmeyelim. Acıtma sakın bir daha canını.”

Ahu suçlu bir çocuk gibi başını salladı sadece.

“Acımıyor ki zaten.”

Korhan çenesinden aşağı da merhemi yedirip, Ahunun zeytin zeytin bakan gözlerinde oyalandı biraz. Kendi kehribarları keyifle ışıldıyordu.

“Acımıyor mu zaten?”

Daha Ahu bir şey diyemeden tüm banyoda yankılanan bir öpücük daha bıraktı dudaklarına.

“Çabuk kalk git Ahu Nar, yemin ediyorum hiç iyi değilim.”

Ahu sırıtıp lavabodan aşağı atladı. Sonra uzanıp Korhan gibi sesli bir öpücüğü yanağına bıraktı.

“İyi geceler bitanem, rüyanda beni gör.”

Korhan tam kendine uzanacakken de kolunun altından eğilip hızla kapıyı aralayıp kaçtı. Korhan’ın peşinden baktığını bildiği için de kuş cıvıltısı bir kahkaha yolladı ödül için. Korhan başını iki yana sallayıp gülümsemişti. “Kanatlarını sevdiğim” diye fısıldadığının bile farkında olamayacak kadar aklı ve kalbi pusluydu.

Nurperi, Suhanın pijamasını kendi giydirdiğinde örülmüş saçlarını parmaklarıyla açtı.

“Nasıl güzel olmuş benim yavrum, bebekliğine dönmüş yüzü.”

Örgü yüzünden dalgalanmış saçlarını parmaklarıyla tarayıp, düzenledi.

“Nasıl yakışmış örgüleri. Suhan hatırlıyor musun ben de hep böyle yapardım.”

Suhan badem gözlerini annesinin yüzünden ayrılmadan öylece izliyordu. Annesiyle göz göze gelince Nurperi hissetmiş gibi kendine çekip, göğsüne bastırdı başını.

“Ahu ördü…”

Sonunda da burnunu çekmişti. Annesine bakmak ona ağlama hissi veriyordu. Nurperi saçlarını öpüp, daha sıkı doladı kollarını.

“Her şeyi nasıl güzel yapıyor değil mi Suhan? Allah’ım nazardan koru çocuklarımı. Bize geldiğinde bir güzel salata yapmıştı ki, domatesten gül bile yapıyor.”

“Ben sana Ahinin ikizini çok seveceksin demiştim ama değil mi?”

“Ah Suhan… Sevilmez mi? Nasıl sevilir hem de. Korhan’ımın şifası oldu yavrum. Senin hasretinle yolunu gözlediğim bi an çaldılar ki kapımı su damlam... Benim de şifam oldu. Söz verdi sonra. Suhan da gelsin yine geleceğiz dedi, bak hepinizi derleyip toplayıp getirdi bana.”

Suhan gözleri kapalı annesinin neşeli sesini dinliyordu. Şu duydukları Ahuya olan sevgisini sanki azmış gibi bin kat daha çoğaltıyordu. En çok mahvolacak annesi için göz yaşı dökmüşken, ağabeyi ve Ahu korkulu kabusundan çekip almıştı onu. Ahinin kollarında benim fotoğrafımı da astı duvara, çağırıyor beni, çok ağlıyor diye saatlerce göz yaşı dökerdi. Bunların hiçbirinin olmamış olması yüreğindeki en ağır kayadan kurtarmıştı Suhanı. O çaresizliğin içinde Ahi sarıp sarmalarken geri de kalanlarına Ahu kol kanat germişti. Ağabeyinin yemek masasında, babasının koltuğunda onları nasıl izlediği aklına geldikçe tüm karanlık çekiliyordu ruhundan.

“Ama sen sakın bir daha gitme bebeğim. Orası kötü bir yermiş.”

“Anne…”

“Benim kızımın gözleri solmuş, gitme sakın. İstemem ben öyle okullar, yavrumun gülüşünü almış ölsem istemem.”

Suhan kollarını daha bir sıktı. Canına sokmak ister gibi sarıldı annesine.

“Asla gitmem. Sizden bir daha ayrılamam ki ben.”

Kapı tıklatıldığında ikisinin başı da oraya çevrildi. Ahu içeri adım attığında çekingen bir bakış atmıştı ikisine. Özel konuşup konuşmadıkları için tereddütlüydü.

“Ay annem gel gel. Ben de dedim o huysuz yakaladı kesin kızı diye. Oh kurtulmuş elinden.”

Ahu gülümseyip açık kapıyı kapattı.

“Hala söyleniyordu ardımdan.”

Nurperi kıkırdayınca Suhan da gülümsedi. Ahu, Suhanın hafif kızarmış gözlerini gördüğünde biraz önce anne kızın duygusal bir anına denk geldiğini fark etmişti. Ama Nurperi gibi Ahu da Suhanın solgun gözlerini gördükçe huzursuz oluyordu. Sırf dikkati dağılsın diye Nurperi annesinin yanında yapmayacağı bir şey yaptı.

“Sen bana ağabeyini hiç böyle anlatmamıştın Suhan. Çocuk gibi, istediği olmayınca o kadar huysuz oluyor ki.”

Nurperi yine kıkırdadı.

“Kaptım ya Ahusunu, nasıl söyleniyordur o şimdi. Ama oh olsun, önceki geldiğinde neler yaptı kızıma?”

Nurperi muzip bir ifadeyle Ahuya bakıp sonra Suhanın yüzüne doğru eğildi.

“Mutfakta ben yakaladım Korhan’la Ahuyu.”

Ahunun gözleri irice açıldı. Şimdi niye bu konu açılmıştı ki? Birde yaramaz çocuklar gibi kıkırdıyordu. Suhan anlamadığı için merakla ikisine baktı.

“Nasıl yakaladın?”

Nurperi, anne gibi değil de aralarındaki en yaramaz kız arkadaş gibi Suhana daha çok sokuldu.

“Öpüşürken…”

“Nurperi anne!”

Ahu gerçekten bunu dediğine inanamıyordu. Suhan da inanamamış olacak ki kendine irice açılmış gözlerle baktı. Sonra teyit etmek ister gibi annesine geri döndü.

“Vallahi mi?”

“Vallahi Suhan vallahi. Ahu kıpkırmızı oldu da onun yüzü ısınmadı bile biliyor musun? Birde bıraktı kızı yanımda, çıktı gitti. Hiç utamadı.”

“Abimin aşık halleri çok tuhafmış…”

Suhan bunu mırıltıyla söyledi. Gerçekten onu hiç böyle görmemişti.

“Daha bu ne ki? Ahu yanına oturmadı diye bana şikâyet bile etti. Ahu utandı diye ben çok gülemedim ama sonra Emine’yle konuşup konuşup gülüştük.”

“Anne ama ya…”

Nurperi bir bir yaramazlıklarını sayıp, çok eğleniyordu şu andan. Ahu ise yüzünde bir alev topuyla öylece izliyordu. Annesi ayrı oğlu apayrı onun aklıyla oynamayı seviyorlardı.

“Ahiden kıskanıyor bence biliyor musun? Daha demin Ahiyi öptü Ahu, nasıl baktı görmeliydin.”

Suhanın da annesinden kalır bir yanı asla yoktu.

“Kediyi de kıskandı ki. Ahu kucağına alıyor diye söylenip durdu.”

“Ben buradayım duyuyorum sizi, biliyorsunuz dimi?”

Ahu yüzüne baka baka dedikodusunu yapan anne kıza diyecek başka bir şey bulamamıştı. Suhan ve Nurperi aynı anda omuzlarını kaldırıp indirince Ahu ciddi durma çabasını yitirip kıkırdadı. Şu an o kadar benziyorlardı ki birbirlerine.

“Ahu, abim ne zaman âşık oldu sana söyledi mi?”

Ahu gözleriyle annesini işaret edip, sus der gibi başını salladı. Ama anne olarak gördükleri ve yanında daha usturuplu davranmaya çalıştıkları kadın kendilerinden daha çocuktu.

“Evet evet hadi söyle Ahu. Oğlum dedi ama değil mi? O demiştir o… Babası gibi tez canlının teki. Duramamıştır hiç.”

Tam olarak böyle olmuştu ama Ahu ayrıntıları anlatacak kadar rahat bir karakter değildi. İkisine gülümseyerek bakmış ama cevap vermemişti.

“Bak öyle olmuş, bildim ben. Zaten burada da hiç rahat bırakmadı kızı, orda da bırakmamıştır.”

Ahu yatağın üzerine kendi için ayrılmış pijama takımını alıp, odanın içindeki banyoya ilerledi. Hala ardından konuşuyorlardı. Korhan yetmez gibi Yıldırayların kadınları da filtresiz konuşma meziyetine sahipti.

Geri döndüğünde, pikenin altına girmiş Nurperi ve Suhana baktı. Nurperi hemen sol kolunu açıp, diğer yanına çağırmıştı. Ortada yatıp, iki kızına da eşit uzaklıkta kalacaktı. Ahu bir an duraksayıp kaldı. En son beş yaşında bir annenin göğsünde uykuya dalmıştı. Sonra bir daha hiç nasip olmamıştı bu his. Çok hatırlamıyordu o anları ama huzurun tadını dilinde hissediyordu. Nerden peydah olduğunu bilmediği bir heyecan sardı içini. Ayaklarını sürüye sürüye ilerleyip yatağa girdiğinde, Nurperinin açık koluna denk gelmişti başı. Bir el saçlarını okşadı. O el kendine daha da bastırdı. Hanımeli gibi koku ciğerlerine dolup, yanağını bir sıcaklık sardı. İnce, narin bir parmak tüy gibi dokunuşlarla kendi ellerinin verdiği hasarı okşadı.

“Nazar değmiş benim yavruma.”

Sormamıştı hiç. Bu halin ne dememişti. Sana ne oldu da yüzünde izler var diye cevap veremeyeceği bir halin içine sokamamıştı ama şimdi okşayarak iyileştiriyordu. Ahunun kolu Nurperinin beline dolanınca bir başka el de kendine doğru sarılmıştı. Suhanın kolunu kendi kolunda hissedince kapalı gözleri açıldı. Suhanın kendine bakan badem gözleri dolu doluydu. En başından dirayetli durup, göz yaşını içinde tutan Ahunun siyahları gibi damlamıyordu ama ıslaklık irislerini sarmıştı.

Hiç konuşmadılar. Nurperi ikisinin de saçlarını okşayarak tavana baktı. Suhan, Ahunun ona bakan siyahlarından uzaklaşmadı. Güvenin verdiği o hisle ilk Suhanın gözleri kapandı. Sonra uyku Ahuyu çekti içine. Nurperi hala yüzünde dingin bir tebessümle tavanı seyrediyordu. Sonra ağırca örtüldü gözleri. Gecenin içine bırakılan tek bir fısıltı kaldı geriye.

“Sözümü tuttum Tarık. Ben güzel anne oldum yokluğunda…”

 

 

 

Ertesi gün ilk uyanan Korhan oldu. Gidip fırından ekmek almadan önce sessizce annesinin odasına girdi. Annesi Ahuyu soluna, Suhanı sağına almış, kollarını da ikisine sarmış bir halde uyuyordu. Bütün gece hiç yönlerini bile değiştirmedikleri o kadar belliydi ki. Suhan gibi Ahu da sarılmıştı annesine. Zerre ses çıkarmadan Suhanın olduğu tarafa doğru ilerleyip, karmaşık bir hal almış saçlarına doğru eğildi. Gözleri kapalı kokusunu içine çekip, tişörtünün üzerinden omzuna küçük bir buse kondurdu. “Bebeğim benim” diye fısıldadı. Sonra uyanmalarından endişe ederek yüzlerini kontrol edip bu kez Ahuya doğru yaklaştırdı yüzünü. Şaşırtıcı bir şekilde yüündeki izler çok hızlı bir iyileşme göstermişti. Çenesine aşağı inen iz bile hafif bir kızartı şeklindeydi.Korhan kaşları çatılı yüzünü izlerken Ahunun gözleri tam o an aralandı. Korhan, korkacak sanıp endişelenirken Ahu küçük bir tebessümle ona bakmıştı.

“Uyu kelebeğim, erken daha.”

Fısıltısı çok kısıktı. Ahu gözlerini geri kapattığında kaşının üzerinde Korhan’ın sıcak dudaklarını hissetti. Gülümsemesi büyüyüp uykuya geri sürüklendi.

Korhan sessizce evden çıkıp, sıcak ekmek ve simitleri alıp geldi. Sonra kahvaltıyı hazırlama işine girişmeyi düşündüğü anda Emine hanımın mutfağa girdiğini gördü.

“Günaydın Emine Hanım.”

“Günaydın oğlum, mis gibi sıcak ekmek kokmuş. Çayı da koymuşsun maşallah.”

“Benimkiler uyanmadan kahvaltı hazırlayasım geldi.”

Emine güzel bir tebessümle bakıp dolaba doğru ilerledi.

“Hadi hazırlayalım seninkilere güzel bi kahvaltı…”

İkisi de sessizce hareket ederek ne yapabiliyorlarsa tezgâha sıralamışlardı.

“Ahi geldiğinde sevdiği bir şey dikkatini çekmiş miydi Emine Hanım.”

“Öyle şunu çok severim demediydi de bize sucuklu yumurta yaptıydı sağ olsun. Kendi de seviyordur herhalde.”

Korhan başını sallayıp, dolaptan aldığı sucuğu dilimleyemeye başladı. O anda esneye esneye üç kişi girdi içeri. Üçü de tam olarak ayılamamış gibiydi. Nurperi mutfak masasındaki yiyeceklere bakıp gülümsedi.

“Annesinin güzel yavrusu, ne yaptınız siz böyle? Emine keşke seslenseydin, beraber yapardık.”

Korhan sucuklara yumurtasını kırıp annesine göz kırptı.

“Ben bir şey yapmadım ki ahiretliğim, hep oğlunun marifeti. Hanımına, kardeşlerine, annesine şöyle güzel bir sofra donatası varmış ki erkenden kalkıp bir de sıcak ekmek almış.”

Ahudan için hanım sıfatı Suhanı güldürdü. Ahu da tam olarak buna güldüğünü bildiği için dirseğiyle Suhanı dürttü. Korhan kızarmış yanaklarına bakıp daha bir sırıttı.

“Gel bakalım hanımım, Ahi yumurtasını çok mu az mı pişmiş seviyor göz at tavaya.”

Adını duymuş gibi mutfağa topallayarak giren çocuk hepsinde gözünü gezdirdi. Ahu hemen ona doğru atılıp, kolunun altına girmişti.

“Ahi! Niye kalktın tek başına ayağa? Gel şöyle otur gel. Çok yükünü verme, çatlaklar derin.”

“Tamam yok bir şeyim, panikleme hemen. Günaydın bu arada.”

Ahu kaşları çatık ayağına baktı. En azından ortezi takmıştı.

“Günaydın oğlum. Ah çocuğum, tüh ne yapsak ki? Korhan ilikli kemik alsak da kaynatsak. Nasıl hızlı iyileştirsek ki?”

Nurperinin endişeli ifadesine inat Korhan dalga geçer gibi Ahiye bakıp, sucuklu yumurta tavasını masanın ortasına bıraktı.

“Saatlerce kaynatacağım diye bütün ev kokar anne. Ben sevmiyorum o kokuyu.”

Ahi dümdüz Korhan’a baksa da Korhan bulaşacak bir şey bulduğu için gayet keyifli bir ifadeyle geçip tam karşısına oturmuştu yuvarlak masada. Nurperi ise söylediklerinin utancını üstlenen olmuştu. Mahcup gözleri Ahiye değip kaçtı. Sonra Korhan’a kaşları çatık baktı.

“Öyle denilir mi annem? Çok ayıp, çocuğun ayağı ne halde sen ne diyorsun? Hem ben bahçede küçük tüpte kaynatırım, belki Ahi de sevmiyordur kokusunu.”

Sonra tadını da sevmeme ihtimali aklına düşüp iri gözlerle Ahiye baktı.

“Ben çorbalarına katarım hep oğlum, hiç tadı da gelmez sana. Ama içmen lazım annem, kemiklerinin güçlenmesi lazım. Sen de zaten zayıflamışsın. Ne oldu böyle hepinize kuş kadarsınız? Tamam mı yavrum?”

Ahi karşısında kendine bulaşmaktan haz aldığı her halinden belli adama bir bakış atıp Nurperiye karşı kocaman gülümsedi.

“Ben, sen ne yapsan severim Nurperi teyzem. Sen pişir, ne kadar diyorsan o kadar içerim.”

Nurperi aldığı cevapla keyiflenmişti. Onun aksine Korhan gözlerini kısmış, Ahiyi süzüyordu. Annesinin Ahiye yaklaşıp bir de başının üstünü öpüp maşallah çekmesini aynı ifadeyle seyretti. Ahi ona bakıp sırıtmıştı. Sinsi diye hareket etti dudakları. Ahinin sırıtması büyüdü.

Kahvaltıyı yapmaları, toparlanmaları, Ahunun pişirdiği kahveleri içip, sohbet etmeleri derken öğlen saatlerine kadar oyalandılar. Korhan mangal için alışveriş yapacağını söyleyip çıkarken en az beş kere annesi ilikli kemik hatırlatıcısı geçmişti. Her seferinde de Ahi sırıtarak gözünün içine bakmıştı.

Bahçedeki çardağa Ahiyi oturttular. Korhan mangalı yakıp etlerini hazırlamaya başladı. Ahu ise mangalın yanına yapabileceği her meze için Suhanla beraber mutfakta zaman geçirdi.

Korhan’a közleyeceği sebzeleri getirip bakışlarını ateşte gezdirdi.

“Ne zaman başlarsın…”

Korhan’ın kalkan kaşıyla dün geceki uyarısı düştü hatırına. Sonra kendi kendine kıkırdayıp bitanem diye bitirdi cümlesini. Korhan bir kez daha karıştırdı ateşi.

“Birazdan kelebeğim. Çok mu acıktın güzelim?”

Yüzüne düşmüş siyah saç tutamını yakalayıp kokladı. Ucuna öpücük dizdi.

“Ahu!!!”

Ahunun gülen yüzü kendine seslenen kardeşiyle o yöne döndü.

“Ahu bir baksana, ayağımı acıttım ben.”

“Dur! Dur kıpırdama geliyorum hemen. Naptın, ters bir hareket mi yaptın? Kıpırdama Ahi!”

Ahu koşturan adımlarla çardağa ulaşıp Ahinin çatlak ayağının altına yerleştirdiği minderi kontrol etti. Seslerini duyan Suhan elindeki su şişesini merdiven başına bırakıp çardağa doğru koşmuştu.

“Ahi! Bir şey mi oldu? Ahi iyi misin?”

Suhanın endişeli yüzüyle Ahi kırıştırıp durduğu suratını düzeltti.

“Yok bir şeyim, biraz acıttım. Sorun yok. Bu şey sıktı sanki.”

Ahu tekrar baktı. Ortezi gevşetip, rahatlaması için çıkardı.

“Sakın üstüne basma bu olmadan. İyi misin şimdi?”

Korhan ise gözleri kısılı izliyordu olan biteni. Numara yaptığına o kadar emindi ki.

“Ahu Nar! Bir baksana hepsi mi közlenecek bunların?”

Korhan seslenince Ahunun kafası o yöne çevrildi. Korhan Ahuya değil direkt Ahinin gözlerinin içine bakıyor. Ne yaptığını biliyorum diyordu sanki . Ahi sırıtıp, göz kırptı tıpkı dün Korhan’ın ona yaptığı gibi.

“Tamam birazdan bakacağım… Bitanem…”

Ahinin gülen ifadesi anında çatılıp Ahuya dehşetle baktı. Ahu omuzlarını kaldırıp indirdi.

“Seni kıskanıyor, lütfen bir şey deme şu an inan uğraşamam.”

“Beni kıskandığını anlamak hiç zor olmadı inanır mısın?”

“Ahi geçti mi acısı?”

Suhan bambaşka bir yerdeydi hala. Ağabeyinin ve Ahinin arasında geçen soğuk savaşa yoğunlaşamayacak kadar Ahinin acıyan bacağını dert etmişti. Ahi masum yüzüne bakıp tekrar gülümsedi. Sonra Korhan’a bir bakış atıp Suhanı çağırdı yanına.

“Diz kapağımı ağrıtıyor bu sargı. Ondan oldu sanırım.”

“Masaj yapayım mı azıcık? Hareket ettiremiyorsun ya belki ondandır. Hı?”

Ahinin istediği tek gözü Allah’ı bol bol veriyordu nasıl olsa. Sırıtması büyüdü.

“O kadar iyi olur ki bebek surat. Ben biraz ovdum aslında da yapamadım, daha çok acıttım sanki. Senin elin değse hiç ağrı, sancı kalmaz.”

Suhan hemen başını onaylar gibi sallayıp, parmak uçlarıyla dizini ovmaya başladı. Birde oluyor mu diye Ahinin yüzünde acı izi arıyordu. Ahi başını yana yatırıp gülümsedi.

“Nasıl iyi geldi biliyor musun güzelim?”

“Çok sıkarsam söyle olur mu? Bir kez daha mı doktor görse ki?”

“Yok yok merak etme sen böyle masaj yapsan hemen iyileşir.”

Ahu başını iki yana sallayıp çardaktan çıktı. Korhan’a doğru ilerlerken gülmesini saklayamıyordu.

“İkiniz de çocuksunuz farkındasınız değil mi?”

Korhan sinirle çatılmış kaşlarla hala dizini Suhana ovalatan çocuğa bakıyordu.

“O kız kardeşime ne yaptırıyor öyle?”

“Bir zamanlar onun kız kardeşi de senin ağrıyan başına yapmıştı. Ne yaptığını iyi biliyorsundur sen. Ayrıca oradaki tüm sebzeleri közle Korhan, üç patlıcanın neyini soruyorsun?”

“Korhan mı dedin sen?”

Korhan ürperten bir sakinlikle kendine dönüp, sormuştu sorusunu. Ahuya doğru uzanacakken Ahu çığlık atıp kaçtı. Eve doğru koşarken kıkırdıyordu. Korhan haline gülümseyip tekrar çardağa baktı. Köle gibi kardeşini çalıştırıyordu birde.”

“Suhan!”

Sesi istediğinden sert çıktı. Ona doğru bakarken yüzüne zoraki bir gülümseme kondurdu.

“Gel yelpazeyi sen salla bebeğim, çok severdin sen.”

Suhan tekrar Ahiye bakıp abisine doğru başını iki yana salladı.

“Şimdi olmaz abi, Ahinin ayağı ağrımış. Ben onla ilgilensem daha iyi olur.”

Korhan aldığı cevapla iyice bilenmişti. Elindeki plastik yelpazeyi sert hareketlerle ateşe doğru salladı.

“İlla kırdıracaklar bana o ayağı.”

Önündeki işle ilgilenirken bu kez Ahu etleri getirmişti. Nurperi kucağında kedilerle çardağa oturup Suhan ve Ahiyle sohbet ediyor, kahkaha atıyordu. Ahu Korhan’a yaklaşıp, közlenmiş sebzeleri aldı.

“Gel az benle ilgilen, yoksa bu ikizin elimde kalacak!”

Aksi bir çocuktan zerre farkı yoktu şu an. Ahu gülümseyip yanına yaklaştı iyice. Tele etleri dizen Korhan’a bulaşmaya başladı.

“Tahtın mı sallandı bitanem? Senden daha çok ilgi toplayan biri mi var burada?”

“Kızı hapsetti, yanıma göndermiyor!”

“Allah Allah ne kadar da tanıdık.”

Korhan alenen onla dalga gecen kıza ters bir bakış attı.

“Ahu!”

Ahinin sesi tekrar aralarına düştü. Ahu iç çekmişti ama Korhan’ın bakışları resmen ateş sızdırıyordu.

“Ahu bir baksana!”

“Bak elimde kalacak kelebek.”

“Şiitttt! Kardeşim o benim. Bakıp geliyorum hemen, sende gözünü ayırma ateşten yakacaksın Korhan.”

Ahu ardını dönüp çardağa ilerledi. Kendine gerçekten berbat bir oyunculukla mahcup bakan kardeşine baktı.

“Ne oldu canımın içi?”

“Bizde sorduk annem, söylemiyor bize. Senden isteyecekmiş.”

“Mutlaka öyledir annem. Söyle canımın içi, ne istiyorsun?”

“Bana bir ağrı kesici mi versen ki Ahu? Arttı sanki ağrım.”

“Ama nasıl? Geçti dedin Ahi. Söylesene bana, getiririm ben hemen. Çok mu ağrıyor, hadi inat etme doktora gidelim.”

Suhan yerinden fırlayıp, telaşlı telaşlı konuşunca elinden tutup geri yanına oturttu Ahi.

“Endişelenme hemen, o kadar çok değil. Ahu şimdi bana en iyi gelen ağrı kesiciyi verir hiçbir şeyim kalmaz.”

Ahu alt dudağını dişleriyle kıstırmış, gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp açarak iç çekmişti.

“Getiririm şimdi canımın içi. Otur sen Suhancığım, onun derdi benle.”

Ahu içeri doğru ilerlerken Ahi peşinden sırıtarak bakmaya devam etti. Korhan ise maşaya kıstırdığı bir parça etle yanlarına doğru ağır adımlarla ilerledi.

“Nasıl oldun Ahi? Bugün sıkıntın büyük gibi!”

Ahi omuzlarını silkti.

“Yok abi iyiyim çok şükür. Sevgilim dizimi ovalıyor, ikizim ne dersem koşturarak yapıyor, e Nurperi teyzem desen gözümün içine bakıyor benden iyisi yok çok şükür.”

“Ohh ohh iyi ol tabi çocuğum. Biz el birliğiyle hemen iyileştireceğiz seni.”

Annesine karşı başını iki yana sallayan Korhan gözünün kenarıyla Suhanın kızarmış yüzüne baktı.

“Dur bende elimle besleyeyim kayınbiraderimi. Yemekten iyi anlıyormuşsun, bak bakalım tadına tuzuna.”

Maşada kısılı etten bir parça koparıp tıkar gibi Ahinin ağzına itmişti. Küçük bir parçayı Suhana ve annesine uzatırken bakışlarını çekmedi ama Ahiden. Ahi ise keyifle ağzına tepilen eti çiğnedi.

“Az kuru gibi, biraz da kekiği eksik ama tuzu yerinde abi. Bir dahaki sefere ben yaparım merak etme sen. Dediğin gibi yemek de üstüme tanımam.”

“Ne yaptığını görüyorum çocuk!”

“Gör diye yapıyorum abi. Anladık sen tüm sokak dümenlerini iyi çeviriyorsun da biz de elimizde süt beklemiyoruz.”

Korhan maşada kalan küçük parçayı da Ahinin ağzına tıkıp başını görüşeceğiz der gibi salladı. Ahu elinde bir bardak su ve ilaçla yanlarına yaklaştığında bahçe kapısında Emine Hanım ve iki kadının sohbet ettiğini görmüştü Korhan. Tam o anda kadınlardan biri “gözün aydın Nurperi çocukların gelmiş” diye seslendi. Korhan Ahunun yanına doğru kayıp, annesinin önünü açtı. Nurperi de ayaklanıp kadınlara doğru ilerledi. Kapıdan giren kadınlar ilk annesine sarılmış sonra kendilerini süzmüştü.

“Çok sağ olasın komşum, geldi ya yavrularım.”

“Maşallah maşallah pek sevindik şimdi Emine söyleyince. Kaç zamandır yol gözlüyordun.”

Konuşan kadın ayakta kendilerine bakan Korhan’ı ve yanındaki kızı süzdü. Beğenen bakışları iki tur gezindi Ahunun üstünde.

“Hanım kızımız Suhanın arkadaşı herhalde?”

Mahalle kültürünün içinde olunca birinin hayatındaki küçücük bir değişiklik de dikkat çekiyordu böyle. Hemen hemen annesiyle yaşıt kadınların gözleri parıl parıl parlayarak hepsinde dolaşıyordu. Korhan sırıtıp, Ahunun omzuna kolunu doladı. Annesi de sanki bu anı bekliyormuş gibi keyifle yüzünü komşusuna çevirdi.

“Suhanımın arkadaşı tabi de ama asıl Korhan’ımın yareni.”

Bu havadis işte uzun bir süre yetecek enerjiyi vermişti iki kadına. Yüzlerinde kocaman bir gülümseme şimdi tüm hücrelerini görmek ister gibi bir dikkatle süzdüler Ahuyu. Böyle bakılmak kimi olsa yerinde rahatsızca kıpırdatırdı. Ahu da ne yapacağını bilemediğinde Korhan başının üstüne bir öpücük bırakıp kısık bir kahkaha attı.

“Amannn…. Çok sevindik Nurperi. Maşallah gelinin ne güzelmiş, çok yakışmışsınız Korhan oğlum. Allah tamamına erdirsin. Aman aman çok tuttuk biz sizi, otur sen Nurperi gelininle çocuklarınla.”

“Otursaydınız komşum, biz de yemek yiyecektik tam. Beraber yerdik ne güzel.”

Kadın uzanıp kolunu okşar gibi aşağı yukarı sıraladı.

“Geliriz yine Nurperi, otur çocuklarınla. Maşallah maşallah, keyfini çıkar. Allah nazardan saklasın pek güzeller pek.”

İki kadın keyifle vedalaşıp çıktılar bahçeden. Nurperi de kendine bakan çocuklarına gülümseyip bir de gerçekten dert ediyormuş gibi bir oyunculukla “tüh şimdi tüm mahalleye Nurperinin gelini var diyecekler, görüyor musun şimdi olanı?” diye hayıflanmıştı. Ahu haline kıkırdarken Suhan da ona katıldı.

Korhan sanki tüm fırsatlar bir anda önüne serilmiş gibi kısa bir kahkaha atıp ardında onlara dik dik bakan Ahiye göz kırptı.

“E haklılar annem. Söylesinler ne olacak ki? Zaten yakında Ahinin ayağı iyileşmiş olur biz de resmi nikah işini de halletmiş oluruz. Böyle olmuyor artık.”

Ahunun irice açılmış gözleri, Suhanın şaşkın bakışları ve Nurperinin kocaman bir gülümsemesi birkaç dakika sessizlik için de asılı kaldı. Sonunda kendine ilk gelen Ahi oldu.

“Böyle derken abi? Ne olmuyor tam olarak?”

“Korhan! Korhan lütfen…”

Ahu fısıltıyla ona sarılan, sıkıca da kendini tutan kolunun iç tarafına bir çimdik attı.

“E oğlum dini nikah var resmi nikâh yok. Hiç doğru bulmuyorum hiç, biran evvel halletmemiz lazım resmi nikahı da.”

Ahu gözlerini kapatıp, deve kuşu gibi Ahinin ona saplanıp kalan bakışlarından kaçmaya çalıştı. Korhan ise bayram çocuğu gibi sırıtıyordu.

“Benim oyun çevirdiğim sokaklarda sana bir tek süt içmek düşer genç. Düğünde takımını enişten ısmarlayacak ama merak etme…”

Bölüm : 12.12.2024 13:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...