Final öncesi bölümümüze hoşgeldiniz. Keyifli okumalar🦋🤍
Mecruh: Yaralı, incinmiş kimse
Sisu: Zorluklar karşısında pes etmeyen, yıkılmayan, azimle savaşa devam eden kimse.
Duvara sırtını vererek oturan adam tek dizini kendine doğru çekmiş, elinde annesinin hobi olarak dizdiği boncuklardan yapılmış bilekliği çeviriyordu. Akik taşının sıra sıra dizildiği boncuklar Zahirin stresine, iletişimine, kendine güvenine ve zihninin berraklığına neden olmak için yan yana gelmişti zira.
En azından doğal taşların gücüne inanan annesi böyle bir şeyler saymıştı bileğine takarken. Her gün olmasa da çoğu zaman yanında gezdirmeyi severdi Zahir. Ne kadar inanmasa da annesinin taşlara olan güvenini bir noktada sevimli buluyordu. Dudağı kıvrıldı. Olayı romantizme etmek için gözlerinin akik gibi olduğunu bile söylemişti.
Gözünün önüne yüzü geldiğinde gülümsemeye benzer bir mimik oluştu dudaklarında. Sırtını yasladığı duvar içerdeki odanın banyosunu örtüyordu. Artık duyulmayan seslerle kapanmış gözlerini açabilmişti.
Ortağının yaralı bir aslan gibi iniltilerini dinlemek oldukça sarsmıştı galiba Zahiri. Gerçi yaşadıkları gün kimi sarsmazdı ki? Korhan'ın o çaresiz çırpınışı, şoku, babasına bakarken ki hissettiği acı elle tutulacak kadar somuttu. Başını iki yana salladı. İnsan mezarına toprak attığı babasını on dört yıl sonra karşısında görüp, eski halinden geriye bırakılmadığıyla yüzleşir de nasıl aklını muhafaza ederdi?
Zahir edemezdi mesela. Üstelik baba ki ne baba! Korhan'dan dinlediği babanın yası elbet yıllarca tutulurdu. Kaybı hep acıtır, bitmeyen bir yasa neden olurdu. Burnundan sesli bir nefes bıraktı. Kendini yerine koyacak oldu ama hemen vazgeçti bu histen. Empati her zaman iyi bir şey olmuyordu. En azından yorgunluktan çığlık atan zihni ve bedeni için çok can sıkıcıydı. Korhan'ın acısını dinlemek yeterince dağıtmıştı onu, daha fazlasını başka güne atsa sorun olmazdı.
Ahunun bir noktada dayanamayıp içeri girdiğini ama o banyonun kapısını açamadığını biliyordu. Zira ardındaki kapı kapanmamış, banyonun kapısında öylece kalıp, duyduğu seslerle hızla elini ağzına kapattığını görmüştü. Kayar gibi yere oturan, öylece tek elini kapıya yaslayan kıza bakıp, örtülmeyen kapıyı Zahir kapatmıştı.
İnsan birini sevince onun acısını da bire bir göğsünde yaşatıyordu galiba.
Akik bileklik bir tur daha döndü elinde. Annesi Ceyda'yı görse asıl onun gözlerine benzetirdi bu taşı. Siyaha yakın bir kahveydi elindeki tür. Tıpkı Ceyda'nın gözleri gibi.
Biraz da bu düşünceyi içinde çevirdi. Annesi Ceyda'yı görür müydü acaba? Kıza saplandığının farkındaydı, onunla inatlaştıkça o inadın üstüne çıkma arzusu uyandırıyordu kendinde. Ama tüm bu olanlar sırasında farklı da hissetmişti.
Saldırının ilk anında kendi için endişelenmek hiç aklına gelmemişti. Ellerinin altında titremekten hareket edemeyen kızın korunması çok daha öncelikliydi Zahir için. Pek kendinden başkasının önceliğini göz etmezdi. Bu sadece annesine özgü bir istisnaydı. Şimdi bir de Ceyda çıkmıştı demek ki.
Yanına yaklaşan ayak seslerini duydu ama elindeki bilekliği çevirmeyi bırakmadı. Zaten koku kimin olduğunu ele veriyordu. Bir kere elbiseyle -ki ne elbiseydi ama- görmenin dışında sürekli siyah pantolonlar, deri ceketler giyen kız, çizdiği sert imajın aksine yumuşacık vanilya gibi kokuyordu. Gerçi Ceyda, Zahirin tahminlerini hep alaşağı eden biri olmuştu. Hiç beklemediği anda, hiç beklemediği çıkışların insanı olduğunu onu ilk öpmesinden belliydi. Fuckbody teklifini hiç düşünmüyordu, Ceyda için büyük fiyaskoydu gerçekten. Zahirin öksesine kapılırken zerre anlamamıştı küçük fare.
"Kapı nöbeti mi?"
Fısıltı gibi çıkan bir sesle tıpkı kendi gibi geçip yanına oturdu. Zahirin aksine iki bacağını da uzatıp, birbirinin üzerine atmıştı.
"Sessizsin..."
Yine bir süre aralarında konuşulma olmadı. Ceyda da buna saygı duyar gibi başka bir şey söylemedi ama sonra Zahirin "düşünüyorum" diye mırıldanmasıyla başını yanındaki adama doğru çevirdi.
"Neyi?"
Ceyda elinde çevirip durduğu bilekliğe bakıyordu. Akik, Zahirin elinde ısınmış, başka bir el dokunsa hafif yakacak seviyeye ulaşmıştı nerdeyse.
"Birçok şeyi..."
Ceyda bacaklarını bağdaş yapıp iyice Zahire çevirdi yüzünü.
"O birçok şeyden birkaçını bana söylemek ister misin peki?"
Zahirden yine ses gelmedi. Ceyda elinde çevirip durduğu akik bilekliğe teklifsizce uzanıp aldı. Isısının avuçlarıyla biraz daha yaydı.
"Tibet akik taşı değil mi bu?"
Zahir ne dediğini anlamamış gibi başını kaldırıp, sorgulayan bir ifadeyle kaşlarını çattı. Ceyda ise bilekliği ışığa doğru çevirip, elinde oynattı.
"Evet, Tibet akiği. Kök çakraların için mi kullanıyorsun? Pek işe yaramamış gibi ama neyse denemeye devam. Stresine bari iyi gelse."
Zahirin yüzünde tuhaf, şaşkın bir ifade oluşmuştu.
"Nerden biliyorsun sen Tibet akiğini?"
"Lisedeyken bir arkadaşım fena kafayı bunlarla bozmuştu. Bana da pembe kuvarstan kolye vermişti. Sorunlu ergen tavırlarım, kırık kalpli bir zavallı olduğumu düşündürdü galiba ona. Nerde acaba kolye?"
Ceyda konuşulan konunun gereksizliğini önemsemeden ciddi ciddi sorusunu düşündü birkaç saniye.
"Kesin Cemil biliyordur."
Zahir ise dalga geçen bir gülümsemeyle baktı yüzüne.
"Kırık kalpli ergen? Okulun basket takımındaki oğlan yüz vermedi mi?"
Ceyda omuzlarını silkip, elindeki bilekliği incelemeye devam etti.
"Yok yahu... Okulda annesi, babası siktiri çekince dayısının baktığı beslemeler olarak bir Cemil bir ben vardık. Genel algı olarak zavallıydık işte. Sıra arkadaşımdı kolyeyi veren. Pembe ojeler süren bir kızdı, olayları dramaya çevirmeyi seviyordu belki de. Kendince bana yardım ettiğine inanıyordu, bende bozmuyordum. Yoksa onların sandığı gibi geceleri yastığımı ıslatana kadar ağlamıyordum anlayacağın."
Zahir, Ceyda'nın mimiksiz kullandığı her cümleyi filtreledi. Ayrıştırdı, başka başka kasalara konumlandırdı.
"Ne yapıyorlar şu an?"
Ceyda boş vermişlik dolu bir omuz silkiş gerçekleştirdi ilk. Sonra da nötr bir ifadeyle Zahire baktı.
"İkisi de ailesiyle mutlu, mesut yaşıyor. Bilmem, uzun zamandır pek haber aldığım söylenemez."
"Ve bu durum seni rahatsız etmiyor."
"Neden etsin?"
Zahir tek kaşını kaldırıp, baktı sadece. Ceyda da aynı şekilde karşılık verdi.
"Ben Cemile sahibim akbaba. Dayım gibi bir adamı bin tane anne babaya değişmem. Peki ya sen?"
"Ne olmuş bana?"
Ceyda dişlerini gösterip, sol yanağındaki gamzesini ortaya serecek kadar gülümsedi.
"Üstü tepemize yıktıkları zaman kanadının biri beni biri babanı örtüyordu. Bu konu hakkındaki düşüncelerini dinlemekten keyif duyarım."
Zahir ters bir bakış atıp, elindeki bilekliği çekip aldı. Sonra da eskisi gibi yüzünü karşı duvara çevirdi.
"Yalnız o taşı ilk bir gece toprağa gömmen gerekiyor. O kadar elledim, benim enerjimde geçti üstüne."
Bunu baya ciddi bir tonda söylediği için Zahir şaşkınlık kokan bir bakışla geri döndü yüzünü.
"Ne?"
"Ne demek ne? Doğal taşlar kişiye özeldir mankafa, bilmiyor musun? Senin bilekliğine elledim, bu da benim kişisel enerjim taşa bulaştı demek. Toprağın temizlemesi lazım."
Zahir kısık bir kıkırtıyla karşılık verdi.
"Annemle tanışmalısın mutlaka. Oturup sabaha kadar doğal taş analizleri yaparsınız artık."
Ceyda dudaklarını büktü.
"Düzgünce davet edersen olabilir. Çıralıyı görmek için bahane olur benim için de."
Ceyda'nın son söylediğiyle Zahirin kaşları çatıldı, gözlerinde tuhaf bir öfke ateşi yandı.
"Çıralı tabi! Annemin nerde olduğunu senden iyi kimse bilmez, hakkımda istihbaratın üst düzey değil mi?"
Ceyda hırs kokan cümlelere karşı hiç de etkilenmiş gibi değildi.
"Güzel bir bölgede yaşıyor. Yanındaki kadın birlik tarafından eğitilmiş, en iyi sağlıkçı ve hasta bakıcı. Evin etrafını görünmeden koruyan koruma ordusu üst düzey. Sürekli drone kayıtlarıyla ev izleniyor. Bahçedeki incir baya boy attı. Sonra... Hah tamam sabah altıda deniz kenarında geçirilen kırk beş dakika cildine çok iyi geliyor."
Ceyda tek düze bir sesle söylemişti bunları ama cümlenin sonunda kaşları çatılıp, Zahirin yüzüne oldukça fazla yaklaşarak göz kırptı.
"Ne oldu akbaba? Senin hakkında her şeyi bildiğimi, muhbirlik yaptığımı iddia ederken varsayım mıydı bunlar? Öyleyse hiç aklını ikileme. Tam da dediğini yapıyordum. Annenin günlük aldığı kalori miktarına kadar raporlanır, bekleyenine gönderilir."
"Böyle mi vicdanını rahatlatıyor senin başkan? Gözünü üstünden ayırmıyorum diyerek mi aklıyor kalbini."
"Niye vicdanını rahatlatsın? Adam, karısını olması gerektiği gibi koruyor ve kolluyor. Görevde olmadığı zamanlarında evine giderek, evliliğini yaşıyor."
"Öyle mi görünüyor senin pencereden bakınca?"
İkisinin de sesi kısıktı ama öfke her bir harfe bulaşmıştı. Belki daha uygun bir ortamda çok daha yüksek desibellerle yürürdü bu muhabbet ama şimdilik bununla idare ediyordu ikisi de.
"Benim penceremden ne görünüyor söyleyim mi akbaba? Patlamada babana bir şey olacak diye ödün bokuna karıştı. Bak bak benim pencereye, görüntü kalitesi çok iyidir. Geride kaldı diye kafayı yiyecektin ama siktiri boktan inadın yüzünden bunu kendine bile söyleyemiyorsun."
"Yapma ya! Sen o ara dişlerinden ses gelecek kadar titriyordun! Nasıl gördü gözlerin bunları?"
"Ben korkudan altıma da yapsam her şeyi görürüm akbaba! Babanı it gibi sevdiğini ama gururun izin vermediği için başını eğmediğini de görüyorum mesela!"
"Kes sesini!"
"Annene olanlar için bir suçlu arayan, öfkesini o kişiye yönelten, hırstan ama en çok gizli gizli sevdiği için deliren Zahiri de görüyorum!"
"Kapat çeneni dedim sana!"
"Niye? Hiç mi doğruları tek seferde yüzüne çarpan olmadı. Gerçek dünyaya gel akbaba. Baban o gece evde olsa da annen yürüyemeyecekti! Çünkü engelleyemediğimiz şeyler var bu hayatta! En azından adam geride bırakmıyor. Yıllardır karısına, çocuğuna sadık! Her bulduğu fırsatta soluğu annenin yanında alıyor. Adam Fas'ın yer altına koca bir üs kurdu ama hiç gocunmadan her ay annene o çok sevdiği levreği pişirmek için kalkıp gidiyor!"
"Kapat çeneni! Bilmediğin konular hakkında konuşma! Geride bıraktığı ailesine üç beş gün zaman ayırınca iyi baba, iyi koca olmuyor kimse! Koca üs kurmuş!"
Ceyda'nın hırslı gözlerindeki ateş büyüdü, irislerini o kadar yaktı ki sular doldu içine.
"Nasıl oluyor iyi babalar? Yanında çalıştırdığı sekreteriyle çocuğunun yatağında mı sevişir iyi babalar mesela? Hırsı galip gelip, çocuklarını düşünmeyen anneler belki de o babaların ortağını ayartır, gider iki çocuk da ortaktan yapar ha! Nasıl oluyor bu iyi aileler? Kızı uyuşturucu komasında geberirken dünyadan haberi olmadan yaşar mı bu bahsettiğimiz babalar."
Zahir şamar yemiş gibi kala kaldı bir an. Ceyda'nın sol gözünden kayan yaş çenesine ulaşamadan eli tarafından kurutulmuştu.
"Sen... Ne?"
"Kıymet bil akbaba! Elindekinin kıymetini bil biraz! İnsan fıtratı gereği hep daha iyisini ister ama daha kötüsü de var demeyi bilmez! Otuz beş yıllık evliliğine bir kere ihanet etmemiş adam şu an ölüp gitse senden geriye hiçbir şey kalmayacak! Her anını izleyen, başarınla gurur duyan, uzaktan uzağa yolunu gözleyen bir baban var! Yürüyemese de dizine başını koyduğun bir annen var!"
Ceyda iki elini yere koyup ayaklanacağı zaman Zahir bileğini tutup durdurdu.
"Nereye gidiyorsun?"
Ceyda bileğini kurtarmak için çekti ama bir pençeye takılmıştı, kurtarılması imkânsız gibiydi.
"Cemilin sesini duyacağım! Dayımı arayacağım!"
Zahir parmaklarını doladığı bileği biraz daha kendine çekip, Ceyda'yı üstüne düşmeye sürükledi.
"Çekil!"
Ceyda tek eliyle omzundan itip, uzaklaşmaya çalıştığında Zahir hiç zorlanmadan onu kucağına yerleştirmişti zaten. Diğer kolu da beline dolandığında Ceyda'nın hareket edebilmesine olanak kalmadı.
Olabilecek en dağınık şekilde toplanmış saçlarına burnunu daldırdı. Vanilya oradaydı ama bir parçada is kokuyordu. Ceyda'nın hala kurtulmak ister gibi kıpırdanmasıyla "uslu otur" diye mırıldandı. Söyledikleri üzerine yorum yapmadı. Ceyda'nın şeytanlarının vesveselerini dinleyeceği ortam burası değildi. Bir gün yatağında onu güzelce sevdikten sonra, göğsüne başını yaslatarak anlattıracaktı her şeyi. Böyle öfkeyle dinlemeyecekti kendine sakladıklarını. Elindeki akik bilekliği Ceyda'nın bileğine geçirdi.
"Ne yapıyorsun?"
"Paylaşımcı davranıyorum."
Ceyda onca sözden sonra başka şeyler duyacağı korkusuyla hızla uzaklaşmak istemişti ama Zahir beklediği gibi karşılık vermemişti. Bir anlık öfkeyle kendine ait sakladıklarını ortaya saçmış, anında pişman olmuştu. Sorgulayan cümleler beklerken Zahir çok başka bir şey için açmıştı ağzını.
"Biraz önce ne dedim akik hakkında? Toprağa gömmek..."
"Saçma sapan konuşma fare. Taşlardan önce kaç kere içine girdim çıktım, paylaşmadığım enerjin mi kaldı? Ne yapalım şimdi sikimi de mi toprağa gömelim? Üstelik sen bu kadar seviyorken!"
Ceyda geriye çekilip, gözlerini kırpıştırdı. Söylediklerini zihninde birkaç kere tekrar ettiğinde kahkahasını eliyle kapattı hemen.
"Gözünde canlandırma gebertirim seni."
Elinin sakladığı dudaklarından kıkırtısı duyuluyordu hala. Biraz önce öfkeyle bağıran o değilmiş gibi Zahirin de dudağı küçücük kıvrıldı.
"Bakıyorum senle olan içli dışlı muhabbetler hoşuna gidiyor. Özledin tabi bu kadar aksiyonda beni. Ne diyorsun bulalım mı boş bir oda? Sen seversin duvardan duvara antrenman yapmayı."
Ceyda ağzını kapattığı elini ayırıp Zahirin ağzına vurdu.
"Geri zekâlı! Pis pis konuşmaya başladın yine!"
"Niye sadece yatakta mı pis konuşmamdan zevk alıyorsun. Koridor keyif vermiyor mu?"
Ceyda başını iki yana salladı. Bir kez daha kalkmaya niyetlendi ama Zahirin belini saran sağ kolundan kurtulması pek de mümkün görünmüyordu.
"Uslu dur!"
"Bırak, Cemili aramam lazım. Kafayı yemiştir buradaki karmaşayı duyduğunda."
"Ararız birazdan. Otur az kucağımda."
Sonra Ceyda'ya bırakmadan kollarını boynuna dolamasını sağlayıp, geri belini sarmaladı. İs kokulu saçlarına da yüzünü gömdü.
"Şu cehennemden çıkınca Çıtalıya gidelim seninle."
Mırıldanması Ceyda'nın kulağına zar zor ulaştı. Emanet duran kollarını sıkılaştırıp, o da başını Zahirin omzuna yasladı. Yine rica etmiyordu ama en azından kibar bir ses tonu kullanmayı başarmıştı.
"Gidelim akbaba..."
***********************
Korhan'ın, babasının ayaklarının dibine zehrini döküşü Ahu için çok zordu. Onu kapı eşiğinde öylece dinlemek ama hiçbir şey yapamamak kör bir bıçakla yarasını deşiyormuş gibi acıtıyordu.
Ne büyük haksızlıktı bu Ahunun kalp sahibine. On yedisinde kaybettiği babasını otuz ikisine gireceği günlerde çıkarıp önüne koymuşlardı. Ama öyle bir koymuşlardı ki sevincini bile katrana bulamışlardı. Ahu ne yapsa iyi hissederdi Korhan? Ne söylese şifa olurdu yanan yüreğine?
Peki Korhan böyle acı çektikçe Ahu nasıl nefes alırdı? Alamıyordu ki... Korhan'ın acıyla çıkan sesi Ahunun soluğunun ona haram kılıyordu. Dudakları Allah'ım diye kıpırdadı. Bir yol göster ve bunu atlatmak için güç ver. Zira yürüyecek mecali kalmamış bedenleri kalkıp gitmek zorundaydı. Tarık'ın varlığından haberdar edilmesi gereken lekesiz bir kalp bekliyordu onları.
Kesilen su sesiyle yüzündeki ıslaklığı elinin üstüyle kuruladı. Ayağa kalkıp, ne yapacağını bilemez hallerde odanın içinde doğru geriledi. Çıkması lazımdı. Bu Korhan ve babasının yalnız kalması gereken noktaydı ama nefsi uzağa gidemiyordu Korhan'dan. Onu görmediği anda sanki daha fazla acı çeker endişesiyle en yakınına, bir soluk uzağına anca müsaade ediyordu ayakları. Açılan kapıyla, ardını döndü. Kapıya doğru ilerledi. İnce bir titreme geçti parmaklarından. Sadece bir an yüzünü görüp, öyle çıkacaktı. Bir saniyelik izin verdi kendine.
Korhan babasını siyah bir bornoza sıkı sıkı sarmış, yine aynı metanetle kucaklamıştı. Bir önceki seferin aksine Tarık sakınmıyor, kıvrılıp öylece pusmuyordu ama. Başı omzunda yaslıydı. Gözleri de kapalı öylece onu taşıyan Korhan'a sığınmıştı.
Korhan kapı kolunu sıkıca kavramış Ahuyla göz göze geldiğinde adımları durakladı. Üstü yer yer ıslaktı. Pantolonunun diz kapakları da buna dahildi. Saçları dağılmış, kehribar gözleri kızarmış, göz altları kopkoyu gölgelerle bezenmişti.
"Ahu Nar..."
"Ben... Sadece bakıp çıkacaktım. Yani iyi misiniz diye. Şey, bir şey lazım olursa söylersin belki diye."
Kaçamak gözleri yüzü sakallardan arındırılmış, saçları kısalmış adamda dolanıyordu.
"Ben çıkayım."
"Bekle kelebeğim."
Korhan ve Ahu nerdeyse aynı anda konuşmuştu.
"Sıcak su yordu, hali de yok zaten. Bornozunu giydirirken uyuyup kaldı öylece. Şimdi giydirmeye kalkarsam rahatsız olur belki. Örtüyü açar mısın yatağın?"
Ahu ondan istenilen herhangi bir şeye hemen sıkıca sarılmış, gözlerinde yanan küçük bir kıvılcımla hemen yatağa doğru atılmıştı. Örtüyü açıp, yastığı kabarttıktan sonra geri çekildi. Korhan da bir bebeğe gösterilen intizamla babasını yatağa yatırdı. Ahu hemen örtüyü boynuna kadar çekip örtmüştü. Sanki açık kalan yerden üşütecek korkusuyla da örtünün yanlarını sıkıştırdı. Korhan'ın dudağı kıvrıldı bu özene.
Başını kaldırıp baktığında Ahunun zaten ona baktığını gördü. Sözsüz bir çağrıyla iki kolu yana doğru açıldı. Ahu da parmaklarının üzerinde, olabildiğine hızlı onun için açılan sinesine sokuldu. Biri Ahudan Korhan'ı alacakmış gibi parmakları sıkı sıkı etine gömüldü. Korhan'ın onu kavrayan bedeninden dolayı sadece boynuna erişebiliyordu ve dudakları sürekli bulduğu azcık ten parçasını damgalayabiliyordu.
"Ne yapacağım kelebek? Bana yol göster, annem bekliyor. Ne yapacağım?"
Sesinden akan o çaresizlik Ahunun sinesini yumrukladı. Korhan her zaman her şeyi bilirdi. Yolu hep hazırdı. Bu olmazsa başka bir kestirmeyi öncesinde tasarlamış olurdu ama öyle bir durumun ortasında kalmıştı ki o bile ışık ne tarafta çözemiyordu.
Ahu elinin içine değen saçları okşadı. Boynuna yasladığı için ensesi açığa çıkmıştı, elinin sıcaklığı ensesinde dolaştı. Biliyordu artık. Korhanı alaşağı eden ağrılar burdan girmeye başlar, beynini lime lime etmek için ilk ensesine indirirdi balyozdan sancılarını.
"Biraz durulalım bitanem. Azıcık aklımızı toparlayalım. Tarık babanın tedavisi için konuşmamız lazım. Sonra da evimize gidip annemizi alalım."
"Ne diyeceğimi bilmiyorum Ahu Nar. On dört yılı bir fotoğrafa dönmesi için yalvararak geçti. Şimdi ben..."
Ahu biraz geriye çekilip çenesine dudağını bastırdı.
"O çok narin, çok kırılgan biliyorum Korhan. Su kadar berrak ama aynı zamanda su kadar da güçlü. Ona ilk gittiğimiz zamanı hatırlıyor musun?"
Geriye çekilip küçük çocukları ürkütmemek için yüzlerimize eklediğimiz gülümsemelerle Korhana baktı. Korhanın kapanıp geri açılan gözleriyle gülümsemesi biraz daha büyüdü.
"Onunla birazcık zaman geçirince inanamadım Korhan. Suhandan, senden onu dinledim. Tanıdım sandım ama hayran kaldım. Bunca kötülüğün, zorluğun üstesinden gelen kalbine, yemin ediyorum hayran kaldım. O belki de hepimizin toplamından daha güçlü. Babanı gördüğünde yaşayacağı sevinci düşünüyorum, aklımı kaybedecek gibi oluyorum. İyileşeceğiz Korhan."
Korhan, Ahunun saf inancına sığınmaktan başka bir şey yapamazdı. Zira onu her daim ayakta tutan Ahunun yıkılmayan inancıydı. Başı yatakta uyuyan babasına çevrildi. Sonra da Ahunun elini kavrayarak odanın dışına doğru yürümeye başladılar.
Babasıyla geçirdiği zaman onu parçalamıştı. Ama Ahu her zamanki gibi parçalarını toparlamasına yardım etmişti. Zayıflığından, zaafının verdiği yorgunluktan sıyrıldı. Şu an güçsüz düşmezdi. Babası bu haldeyken, onları bekleyen iki canı telaşla kapı gözlerken olmazdı.
"Ahu Nar, sen Ahinin yanına git."
Ahunun itiraz için açılan ağzına küçük bir öpücük bıraktı.
"Gidip tüm bunları konuşmam lazım kelebek. Babam bu hâle onlar yüzünden geldi, şimdi onlar düzeltecek her şeyi."
Gözleri koluna çevrildi. Zerre acı hissetmediği ama saatler önce kemiğine kadar ayrılmış koluna hırsla baktı.
"Şifanın gözlerine ne olduğunu biliyor musun Ahu Nar?"
Ahu da tıpkı Korhan gibi koluna bakıyordu.
"Seni... Beklediğim zamanlarda bir kere soracak oldum..."
"Ne söyledi?"
"Bu yük için çok yorgun olduğumu."
Korhan ağır ağır başını salladı.
Ahu ise sanki zerresinden eser kalmamış yaralarını arar gibi yüzüne dokundu.
"Tırnak izleri öylece geçebilen yaralar değildir Korhan. Ya da kolundaki kesi... Aklım almıyor, nasıl yapıyorlar bunu?"
Korhan zihninde dolaşan tilkileri hizaya sokmaya çalışırken Ahunun tedirginlikle kendine bakan gözlerine baktı.
"Öğreneceğim güzelim. O yüzden şimdi gidip Ahiyle beraber uyumanı istiyorum. Dinlen Ahu Nar. Yüzünde zerre kan yok, burdan çıktığımızda sana çok fazla ihtiyacım olacak. Bende her şeyi yoluna sokmanın çaresini arayacağım."
Ahu onaylar gibi başını salladı. Tekrar parmaklarının üzerine yükselip, bu kez de o dudağına küçük bir öpücük bıraktı.
Ahu uzaklaşırken Korhanın ona bakan gözlerindeki dinginlik yerini yanar dağ aleviyle değişmişti. Kaşları çatıldı, yorgun bedeni dikleşti. Nereye gittiğini bilmediği adımlarla ilerlemeye başladı. İlla birini görecek ve asıl görüşmesi gereken adamla yüz yüze gelecekti.
Koridordan çıkıp, geniş bir alana vardığında hazır olda bekleyen esmer, iri adamı gördü. Onu bekler gibi bir hâli vardı üstelik. Adının Zuhur olduğunu hatırlıyordu. Yanına doğru ilerlerken de Alparslan, Şifa, Kerim üçlüsü başka bir koridordan kendilerine doğru geliyordu. Sesleri Korhana kadar ulaşıyordu.
"Kızın adını Kerime koymaya ne dersin?"
"Ulan ne boş herifsin, otuz beş yaşında dediği lafa bak!"
Şifanın kıkırtısı duyuldu.
"Beynini jöleye çevirdiğinde ben olmasam ne olurdu hatırlatmamı ister misin? Sürekli götünü kurtarıyorum, çocuğun ad babası olmam lazım."
"Kerimeyle mi?"
"Oğlan yapsan böyle sıkıntılarımız olmazdı!"
Alparslanın ters bakışlarına karşı adam Şifanın boynuna kolunu dolayıp, başına da sarsacak bir öpücük bırakmıştı.
"Kız bal, senin yavru şifa buna benzerse yazıklar olsun sana. Zaten kaç aylık olmuş haber bile vermedin!"
"Kerim anlattım ya durumu. Hem sana ulaşmak çok zordu, hem olanları biliyorsun. O kadar çok uğraşacak şey verdı ki."
Kerim kolunu doladığı başı daha çok kendine çekti.
"Çocuğun adını Kerime koy affedeyim."
Şifa kendini kurtarmaya çalışırken Korhanla göz göze gelmişti. Yüzündeki gülümseme soldu. Utanç yayıldı yanaklarına. Onun duraksayan adımlarıyla yanındaki heybetli iki adam da durdu. Kerim Korhana bakarken Alparslan öne doğru ilerledi.
"Şifa, sen yatıştayken neler yapmışız anlatsın Kerim. Benim biraz işim var."
Şifa ve Kerim olduğu yerde dururken Alparslan adımlarını hızlandırdı. Korhanın karşısına geçtiğinde üstün körü bir bakış attı.
"Kıyafetlerinle mi duş alıyorsun? Değişik bir fantezi."
Korhan gözünü zift gibi kara gözlerden çekmedi.
"Babamı yıkadım."
Alparslan, dümdüz bir sesle söylenmiş iki kelimeyle ne diyeceğini bilemedi ilk önce. Onun suskunluğunu umursamayan Korhan konuştu ama.
"Başkanınıza götür beni!"
Gökay Turan da Barbarosla beraber Korhanı bekliyordu aslında. Sadece dinlenmesi, aklını toplaması için biraz zaman vermişlerdi.
"Biraz dinlenseydin oğlum."
"Dinlenecek zamanım yok benim. Annem bekliyor!"
Alparslan sıkıntılı bir nefes çekip, seslice bıraktı.
"Gel o zaman."
Onları bu yer altı karargahına indiren asansörün bulunduğu yere doğru yürüdüler. Korhan belli etmeden etrafı inceliyordu. Koridorlar solucan deliğini andırıyordu. Belli bir koordinat oluşturmak oldukça zordu. Ve neredeyse on dakika yürüyerek koridora ulaştıklarında yer altı üssünün büyüklüğünü hesaplamakta zorlanıyordu.
Asansör onları ilk girdikleri alana taşıdı. İkiside olabildiğine sessizdi. Üssün giriş katında oldukça büyük bir odada Alparslan iki kere kapıyı tıklatarak girdi.
Haberleri onlardan önce başkana ulaştığı için Barbarosla karşılıklı oturup bekliyorlardı.
Gökay Turan, Korhanı baştan aşağı inceledi. Babasıyla ilgilendiği haberi Zuhur tarafından kulağına fısıldanmıştı.
"Geçip oturun çocuklar."
Alparslan önden ilerleyip Barbarosun karşısındaki koltuğa yerleşti. Korhan ise onun için konumlandırılmış, Gökay Turanın karşısında kalan koltuğa geçip oturdu.
"Nasılsın Korhan?"
Gözü saniyelik koluna değmişti Gökay Turanın. Korhan da bunu kaçırmadı. O da koluna baktı, yüzünden de dalga geçen küçük bir gülümseme yeşerip soldu.
"İyi olduğumu biliyor olmalısınız. Elmas tozundan hazırlanmış bir kılıç kesmemiş de bir bıçağın tersi derime sürtünmüş kadar sağlıklıyım. İlacınız gerçekten şifalı!"
Buram buram alay kokuyordu cümleleri. Aptal olmadığını odadaki herkesin gözüne bir kez daha sokuyordu. Sadece beklediği tepki Gökay Turanın yüzündeki ifade değildi. Sadece anlık bu duraklattı onu. Zira adam gülümsüyor, Barbaros dedikleri adama bakıyordu. Adam en son gördüğünde ellili yaşlarda, esmer biriyken şimdi bambaşkaydı. Yüzünü bu denli değiştirmeyi basıl başardıklarını düşünürken Barbarosta takılı kalmıştı bakışları.
"Barbarosa uygulanan değişim bu üssün eseridir. Suni deriyle üç boyutlu yazılımlar sonucunda bir yüz oluşturuluyor. Yazıcıların sistemine kodlanan fotoğraflar bir kaç saat sonra birebir aynısını bize veriyor. Barbaros yüzü olmayan bir elçi ve seninde şahit olduğun şekliyle ölüm taciri Korhan. Ölüm taciri olarak verilen tek görevini bugün itibariyle sonlandırdı."
Gökay Turanın tane tane anlatımıyla gözleri bir süre daha kendine dikkatle karşılık veren adamda asılı kaldı. Sonra ise karşısındaki adama çevrildi.
"Ölüm taciri olarak verilen görev babamdı öyle mi?"
Gökay Turan başını aşağı yukarı salladı.
"Evet... Tarık alındığında yıkılan madenden cesedi çıkmadı. Uzun süre arayışlar devam etti. Onu bulamadıkça yaşadığı ihtimalini yitirmedik. Bugün ölen adamın yanından ayırmadığı, dünyadaki gözü olarak bilinen Michail için bir plan kuruldu. Barbaros yerine geçecek ölüm taciri olmak için gönüllü oldu."
Korhan olan her şeyi kafasından geçirir gibi bir kaç saniye ortada duran sehpaya gözlerini dikti.
"Bunca yıl... Nasıl bulunmaz? Adamın en yakınındaymış nasıl olmaz?"
Gökay Turan bu sorunun muhatabına baktı sadece. Barbaros dikkatle Korhanı inceliyordu.
"Uyurken bana canını emanet edecek kadar güveniyor ama tarikatının bilgilerini paylaşmayacak kadar şüpheleniyordu. Bağlı olduğu ve yönettiği tarikatına ait hiç bir bilgiyi hizmetkarıyla paylaşmadı. Paylaşamaz da. Tarıkı da Soloman değil , kardeşlik dedikleri üyelerinin üçüncü derecedeki ustaları saklıyordu. Maden projesinde kullanmak için, madenin gün yüzüne çıkmasını bekliyorlardı."
"Bu mantıklı değil. Öldüğünü düşünebilir, peşini bırakabilirdiniz. Hiç haber alamadığınızı söylüyorsunuz!"
Barbaros ağır ağır başını salladı.
"Tarikat bizi bilir Korhan. Onların hatası, bizim onları bildiğimizden haberlerinin olmayışıydı. Biz geride ne ölümüzü ne dirimizi bırakmayız. Tarıkın ölmediğine dair inancımızı diri tutan asıl şeyse ölüsünü yollamadılar. Onlar da içimize emin olamadığımız bir kurt düşürmenin peşindeydi. Öldüğünü düşünüp arayışı sonlandırabilirdik ama bu da işlerine gelmezdi. Şüphe olduğu yeri mutlaka infilak eder."
Korhan olabilecek en açık şekilde anltılan durum karşısında öylece adama baktı. İçinde ona karşı itiraf edemeyeceği de bir minnet vardı açıkcası. Babasından ümitleri kesilmiş olsa bugün böyle hazırlıklı olmazlardı. Korhanı öfke bürür, ateş sarardı ama aklını da yitirmemişti. Kızgındı bu odadaki herkese ama aynı zamanda babasının güvenle uyuduğunu şu an biliyorsa sayelerinde olduğunu göz ardı edemezdi.
Yine sesli itiraf edemeyeceği bir şey varsa o da babasının böyle bir düzende işinin ne olduğuydu. Bencilce bir yanı sadece kendi hayatını yaşasaydı nasıl olabileceklerini sorgulayıp duruyordu.
"Onu size hizmet için zorladınız mı?"
Belki burdan duyacağı her şey bundan sonraki yolunu belirleyecekti. O yüzden hiç bir sorusu filtreli olmayacaktı Korhanın. Gökay Turanın yüzüne çevirdi bu kez gözlerini.
"Hizmete zorlamak... Nasıl bir zorlama Korhan?"
"Manipülasyon!"
Gökay Turan yine gülümseyip başını iki yana salladı.
"Neredeyse dokuz yıldır avukatsın Korhan. Farklı farklı binlerce insanla mücadele ettin. Tehditler, şantajlar, sınırsız güç, sınırsız para... Tekliflerin sonu hiç olmadı. En son mesela. Muzaffer Soylu tüm şirketlerinin hukuk departmanlarını ayağının altına serdi niye kabul etmedin Korhan?"
"Hayatımı izleyerek geçirmişsiniz yıllarınızı! Nedenini benden iyi biliyorsunuzdur."
Gökay Turan başını sallayarak onayladı.
" Biz sana da seçenekler sunduk aslında. Kapına gelen, senden medet dilenenleri geri çevirebilirdin. Kendine başka bir yol çizebilir, bambaşka hayat yaşayabilirdin. Tarık, Atillaya bulduğu madeni getirdiğinde o madenin kime gösterileceğini biliyordu Korhan. Çarpık düzenle, koltuk sevdasına kapılanlara güvenmek yerine kardeşim dediği adama güvenmeyi seçti. Çünkü hiç bir şey saklı kalmıyor. Maden Tarıkın eline düştüğünde, Atillayla beraber onu inceleyip gücünü keşfettikelerinde sevinç yerine ilk korku duydu ikisi. Ben o zamanlar Birliğin önemli kollarından biri olarak Türkiye üssünde kendi başkanıma sadakatle bağlıydım. Elimizdeki numune sonuçlarında oradaydım. Bizi dünyanın süper gücüne de çevirebilecek ya da sömürülen ülkeler içine de sokabilecek madenle doğru kararı vermek zorundaydık. Baban da tam olarak bunun için bize geldi. Hiç görmemiş gibi davranabilirdi. İçinde sakladığı enerjiyi keşfettiklerinde ardlarını dönebilirlerdi. Tarıka bir yol sunulduğu doğrudur. Ama o yolda yürüme kararı tamamen ona aitti."
"Doğru karar?"
"Korhan solundaki adama bak. O Ortadoğu'nun kurdu olarak biliniyor. Dünyanın cehennemi Ortadoğu'da sözünün geçmediği aşiret yok. Öyleki Kudüs'te toplantı düzenlediğinde istisnasız davetlileri katılım gösteriyor. Katılmadıklarında başlarına geleceği biliyorlar çünkü. Elindeki gücün büyüklüğünü görüyor musun?"
Korhan, Alparslana bir bakış attı. Hiç kendinden bahsedilmiyormuş gibi öylece Gökay Turanı inceliyordu.
Konuşmasına ara veren adam devam edince başı tekrar ona döndü.
"Sağındaki adam ise batıyı elinin içinde tutan bir elçi. Onun adıyla yapılan anlaşmalara itiraz edecek baron, işadamı, karter yok. Bunun yanı sıra senin de şahit olduğun gibi bir mason kardeşliğinin içine lider olarak sızacak. Eline teslim ettiğimiz gücü hayal et."
Korhan aynı şekilde Barbarosa da bakmıştı.
"Güç öyle zehirli bir histir ki kontrol etmek isterken delirtir insanı. İhtişama kapılmak, o gücün mutlak sahibi olmak, nefsi terbiye asla kolay değildir. Birlik kimseye sebepsiz teslim etmez. Tarık da Atilla aracılığıyla bunu gördü. Bizim bir hedefimiz var! Hedefimize ulaşana kadar önümüze serilecek hiç bir gücün kudretine teslim olmayız. Babanı zorlamadık Korhan. Ama ona kendimizi en yalın şekliyle tanıttık. Biz madeni istiyoruz! Bunun sebebi ise kendi dünyevi arzularımız değil. Yüz yıllar boyunca bir kez bile topraksız kalmamış halkımızı ebediyen öyle tutma isteği. Bununla beraber zulmün arşa çıktığı bu çağı kapatıp Hüküm çağını yöneten olma arzusu. Biz gerçekten bu gücü istiyoruz!"
Korhan sesinde asla yükselme olmayan ama her kelimesi inançla sarf edilmiş cümleleri dinledi.
"Çok fazla kaybımız var evlat. Çok fazla yitirdik bu yolda canımızdan parçaları. Sabrı öğrendik, hazır olmanın önemini biliyoruz artık. Kat ettiğimiz yol yabana atılır gibi değil. Duygusal düşünemeyiz. Babanın durumu canını ne kadar yakıyor tahmin edemem sanıyorsun. Korhan bu koltuğa oturana kadar verdiğim kayıplar normal bir insanı delirtir. Alparslanın kayıpları, el kadar çocukken başladı. Barbaros hiç bir insanın dayanamayacağı ateşle sınandı. Sen! Seni izledik Korhan. Gencecik o çocuğun babasından kalanlara nasıl sahip çıktığını izledik. O çocuğun büyüyüp bir erkek oluşuna tanık olduk. Yoklukla pişen sonra da istediği maddi gücü gözü görmeyen o çocuğa en az Atilla kadar inanıyoruz biz. Elindeki gücü nefsiyle bölüşmeyeceğini biliyoruz."
Korhanın kaşları çatılmış, ne demek istediğini anlamak için öylece bakıp kalmıştı.
"Ne demek bu? Atilla Saruhanlının benimle alakası ne?"
Gökay Turan elindeki tableti vermek için ayağa kalktı. Ağır adımlarla Korhana doğru ilerledi ve hiç bir şey demeden tableti uzattı. Korhan açık pencerenin bir sosyal medyaya ait olduğunu anlamıştı.
Haftalar öncesinde kalan dava ve adı, sürekli yeni paylaşımlarla ekranı kaydırıyordu.
"Bak Korhan! İnsanların neye, ne kadar muhtaç olduğuna bir bak. Ülkenin en büyük kusuru ne şiddette olay olursa olsun ertesi gün unutmakken, sen ve davan günler öncesinde kaldı. Ama hâlâ gündemde adın var."
Korhan adına açılmış hashtaglerde üstün körü gözlerini gezdirdi.
"Bir adam çıktı ve ülkenin en güçlü ailesine kafa tuttu. Dava sürecinde kaç paraya davayı satacağı konuşulan avukatın nasıl geri adım atmadığına hayret ediyorlar. İlk önce satın alınacağın üzerineydi paylaşımlar. Sonra seni ne zaman öldürecekleri üzerine evrildi. Şimdi ise inançla seni bekliyorlar. Satın alınmayan, istikrarla amacını yürüten, adalet için kafa tutan bu adamın ülke için değerini konuşuyorlar. Geçmişte yürüttüğün davalar döküldükçe kanları coştu. O zamanlar adın fısıltıydı şimdi çığlık."
Korhan tweet'leri öylece okudu. Onun için dua eden, karakterine methiyeler dizen, adalet için kalkan kılıç diye adlandırılan her paylaşımın altında adı vardı.
Gökay Turan geçip yerine oturuduğunda Korhan başını tabletten kaldırmıştı.
"Maden projesi hayata geçmesi için çalışmalar başlayacak Korhan. Topraklarımıza zarar vermeden, sömürü güçlerini kontrol altında tutarak onu gün yüzüne çıkaracağız. Bu süreçte Alparslan doğuyu, Barbaros ise batıyı elinde tutacak. Sense Atillanın sana bıraktığı koltuğu devralacaksın. Hiç bir ambargoya yenilmeyecek, koltuk sevdasıyla gözü dönmeyecek, inandığı yolu ikilemeyecek o adam olarak ülken için çalışacaksın. Atillaya Tanrının kırbacı derdi insanlar, sana adaletin kılıcı diyorlar. Mirasına sahip çıkacaksın."
Korhanın bakışlarında bir değişim olmadı ama içi karma karışık bir hâl aldı.
Üzerine düşünmesi gereken çok şey verilmişti ona. Ama önce adı iki seferdir geçen adamla ne alakası olduğunu öğrenmek istiyordu.
"Atilla Saruhanlının bana bıraktığı yer?"
"Atilla halefi olarak senin yetiştirilmeni istedi. Her zaman altarnatif bir planın olmasına inanırdı. Biri bayrağı göndere çekemeyecekse yedekte başkası beklemeli değil mi?"
Korhanın kafası daha çok karıştı. Babasının sürekli tekrar ettiği cümleler içinden Korhan bizi kurtaracak kelimeleri zihninin duvarlarına çarptı. Konuşmanın bu noktaya geleceğini biliyordu ama Atilla Saruhanlı yoktu düşüncelerinin içinde.
"Babam... Babam da mı bunu istiyordu?"
Gökay Turanın keskin bakışları ve Barbarosun dikkatle yüzünü izlemesi sonucunda kendi sorusuna aslında cevabı da kendi içinde veriyordu.
"Atilla daha sen küçücükken bu öneriyle geldiğinde Tarık kabullenmedi. Ama sen büyüdükçe, karakterin de seninle geliştikçe Atillanın mirasının sana devredilmesini bizzat kendisi talep etti."
Korhan işte buna hayret ediyordu. Adamın sesinden bile eminlik akıyordu ama kendi için bile bu kadar net değildi şu an Korhan.
"Nasıl bu kadar emin olabilirsiniz benden? Sizin birliğinize sadık bir mürit değilim. Sizin için çalışmadım, üstelik çok da hoş karşılamadığımı açıkça ifade ettim. Bu mantıklı değil! Hiç mantıklı değil hemde!"
"Korhan sen bizim için çalışmadığını iddia ediyorsun ama bizimle aynı amaçla yürüyorsun. Yanımızda olmaman neyi değiştirir, yönümüz aynı. Biz hakkı hak edene vermek için çabalıyoruz, sen adalet için elini ateşe sokmaktan çekinmiyorsun. Senden kanımın son damlasına kadar eminim evlat. Başka biri olsa çoktan pes edip köşesine çekilecekken sen daha güçlü saldırdın. Şu an mesela! Sen sefalet içinde dik durdun, kardeş acısında kıvrandın. Bugün on dört yıldır öldü sandığın babanı gördün. Kolunu boydan boya bir kılıç biçti. Hayatın boyunca varlığından haberin dahi olmadığı oluşumlara şahit oldun. Ama bak karşımda oturuyorsun. Bana hesap soruyorsun, hakkını arıyor, yıkılmak yerine saldırı için an gözlüyorsun. Babanın da dediği gibi bu hayatta boyun eğmeyecek biri varsa Atilladan sonra o da sendin. Ve baban bunun için tekrar bize kendi ayaklarıyla geldi."
Korhan babasının böyle bir kararı nasıl verebildiğini kavrayamamıştı aslında. İlişkilerini düşündü. Ona ne kadar saygı duyduğunu, sohbetlerinde bir kez bile sözünü kesmediğini, evle ilgili değişikliklerde bile mutlaka fikrini sorduğunu hatırladı. Ve saf inançla edilen uzun cümleleri süzgeçledi. Karşısındaki adam bir konuda haklıydı. Beraber yürümüyor olmaları aynı yöne gittiklerini değiştirmiyordu.
Gökay Turan kendi içindeki seslerde boğulan adama babacan bir ifadeyle baktı. Ne çok sarsıldığını ama dışardan göstermemek için delice bir çabayla dik oturuşuna imrenerek baktı. Atillanın halefi, Tarıkın umudu gerçekten de adaletin kılıcı olarak geçecekti tarihe.
"İnsani yanın babanın sana haksızlık yaptığını düşünebilir Korhan. O seni gördü oğlum. Atillayla birbirinize olan benzerliğinizi gördü. Korhan içten içe biliyorsun! Babanın böyle ateşten gömlek için neden seni öne sürdüğünü çok iyi biliyorsun!"
Korhan geriye yaslanıp öylece karşısındaki adama baktı. Sonunda tek kaşını kaldırıp ağzını açmıştı.
"Ya kabul etmezsem? Sonuçta olanlar ortada. Atilla Saruhanlı geride iki çocuğunu bırakarak ölüp gitti. Babamdan geriye bir kabuk bıraktılar! Kabul etmezsem ne olacak başkan?"
Gökay Turan iki elini birleştirip, çenesinin altına yerleştirdi.
"Güvenle evine ulaşmanı sağlarız Korhan. Biz sınırsız sadakat, sonsuz bir iteatle bu günlere taşıdık Güneşi. Kimseye şantajla, zorlamayla vatan sevgisi vermedik. Toprak aşkı, bayrak sevdası böyle bir şey değil çünkü."
"Öylece çıkıp gidebileceğim yani?"
"Evet öylece çıkıp gideceksin. Ama ondan sonra ne yapacaksın bana bunun cevabını verebilir misin?"
Korhanın kaşları çatıldı. Gökay Turanın ise yüzünde eğlenen bir gülümseme peydah olmuştu.
"Avukatlığa devam mı edeceksin? Adaleti siz vermezseniz ben sökerek alırım mı diyeceksin? Al sana adaleti sağlamak için fırsat. Git ve ülkenden fersah fersah uzak olan adaleti sağla avukat! Git, ihtişamının gözünü boyamayacağı o koltuğa otur ve inandığın adalet için çalış. Herkesin bu dünyada bir görevi, amacı olur. Eğer karşımda oturuyorsan, sana bunları anlatıyorsak demek ki bir sebebi var! Ha yok, bu yük bana ağır gelir diyorsan iki yüzlülük yapma. Ben sana o tableti bak ne kadar da gündemde adın çalkalanıyor diye göstermedim. Ben sana insanların satın alınmayan, gözünü hırs bürümemiş, gerçek adalet için çalışan birine ne kadar ihtiyacı var gör diye gösterdim."
Korhan için oldukça ağır sözlerdi bunlar. Omuzlarına öyle bir yük bırakılıyordu ki geri çevirse özgürsün derlerdi. Ama tahmin edilmez bir tutsaklık haliyle yaşamak zorunda da kalacaktı.
"Bu yükü kaldıramazsam? Siz bir davayı değil ülkeyi, o ülkenin istikbalini konuşuyorsunuz!"
"Madeni çıkarmak meşakkatli. Öyle bir intizam istiyor ki iğneyle kuyu kazmak daha kolay olacak. Mason kardeşliğini ardımıza alacağız ama Dünyada bu maden için çok kan dökecek ülke var. Üstelik masonlar kimin elinde olduklarını bilmemeli. Alenen Türkiyeyi koruyamayız, Barbaros bizi hazır tutmak için orda olacak. Ambargolar olacak Korhan. Seni yıldırmaya, hep olduğu gibi zincir takmaya çalışacaklar. Yeri gelecek arzularını kırbaçlayacaklar. Biz madeni işlenir hale getirene kadar direnecek, boyun eğmeyecek, satın alınmayacak o adamı oturtacağız koltuğa. Sen ülkenin görünen yüzü olacaksın, bizse karanlıkta destekleyicin olarak yanında yürüyeceğiz."
"Sadakatle çalışacak, ihanet etmeyecek, güce kapılmayacak o kişi benim öyle mi?"
"Sensin!"
Korhan sonunda konuşmayı istediği noktaya taşımıştı. Geriye doğru yaslandı. Kollarını göğsünde topladı. Odaya girdiği andan beri zamanını gözlediği soru için derin bir nefes aldı. Hiç birinin beklemediği o soru için ağzını açtı.
"Şifanın gözlerine ne oldu Başkan?"
Gökay Turanın saniyelik bakışlarında bir ışık yanmıştı. Korhan cevap beklemeden devam etti.
"Ahu Narın yüzündeki hasar bir gece bile sürmeden nasıl iyileşti? Ya da daha yakın zamanlı bir soru sorayım! O kılıcın kestiği etin dikiş tutması mümkün değilken kolum nasıl bu kadar hızlı kendini toparladı?"
Alparslan rahatsızca yerinde kıpırdamıştı. Aynı rahatsız oturuş Barbarosta da kendini belli ediyordu.
"Bu durum seninle ilgili olmadığı için öğrenmenin de sana bir faydası yok Korhan!"
"Bana faydası var başkan! Babamın beynine her ne yaptılarsa üç beş cümleden başkası kalmadı benim babamda!"
"Ne demek istiyorsan açık açık konuş avukat!"
"Babamı iyileştireceksiniz! Ahu Nara, bana verdiğiniz o ilaç her ne ise babam için de kullanılacak! Ben on dört yıl boyunca yolunu gözleyen anneme bir avuç et yığını olarak vermeyeceğim babamı!"
Odada derin bir sessizlik oluştu. Alparslan dikkatle ona bakıyordu. Karısının adıyla gelen soru onu rahatsız etmişti bu belliydi ama karşı atakta bulunacak hiç bir tavır sergilememesi dikkatini çekti Korhanın. Hatta biraz daha hayalperest olsa o gözlerde eğlenen bir ifade bile yakaladığına yemin edebilirdi.
"Korhan belki de öğrenmen gereken en önemli kuralımızı sana bir kez daha hatırlatmak zorundayım. Bilmediğinden sorumlu değilsin. Ama bildiğin her şey senin de meselen haline gelir! Altından kalkamayacağın yükler için gerçekten bu kadar istekli misin?"
Korhanın kehribarlarında yanan o kararlılık zaten cevabı veriyordu karşısındaki adama.
"Babam için ne yapılması gerekiyorsa yapın! Giden zamanını veremiyorsunuz madem, kalanını hak ettiği gibi yaşayacak benim ailem!"
Gökay Turan sanki izin alır gibi ilk Alparslana sonra ise Barbarosa bakmıştı. Buna anlam veremedi Korhan. Lider olarak en üst konumdaki adamın icazet maksatlı davranışı kafasını karıştırdı.
Ve Alparslanın başını bir kez öne doğru eğişiyle şaşkınlık gözlerine de yansıdı.
"Maden projesi Birliğin tek silahı değil. Madenin sağladığı ekonomik gücün yanı sıra oldukça büyük bir Projeyi de kullanılır hâle taşıyoruz. Adanmış Ruh Projesi için yetişen iki kişiden biri Şifa diğeri ise Alparslandır."
Korhanın kafasındaki karmaşa iyice ayyuka çıkmıştı.
"Adanmış ruh Projesi? Ne anlama geliyor bu?"
"Şifa anne karnına düştüğü ilk andan beri özenle DNA zinciri işlenmiş, oldukça kıymetli bir hazinenin taşıyıcısı. Bize hastalıklar ve sağlık sıkıntılarıyla gelen ölümü yok edecek yaşam pınarı. Sonsuz yaşam veren bir devanın bekçisi Şifa. Alparslan ise Şifanın ve devanın koruyucusu."
Korhan ıslık gibi bir nefes bıraktı. İstemsiz gözleri gömleğin kapattığı koluna doğru çevrilmişti.
"Ölümsüzlü mü? Siz... Siz ne yapıyorsunuz burda?"
"Biz mutlak güç için insan oğlunun sahip olmadığı ama deli gibi arzuladığı o isteği elimizde tutuyoruz. Gerektiği zaman deva, gerektiğinde zehir olacak dünya için."
Korhan öne doğru eğilip, dirseklerini dizlerine dayadı. Ellerini başının etrafına sardığında Gökay Turanın gözleri şevkatle kısılmıştı.
"Oldukça fazla şey yaşadın Korhan. Haddinden fazla yükü aynı zamanda sırtladın. Bilmen gereken en önemli şey bahsettiğimiz proje sanıldığı gibi herkes için ödül olmayabilir."
Korhan artık çığırından çıkmış düşüncelerinin ipini bırakmıştı. Her duyduğu yeni şey güçlü bir darbe olarak çarpıyordu zihnine. Duruşunu bozmadan başını yerden kaldırıp, kpnulmaya devam eden adama çevirdi gözlerini.
"Ne demek bu?"
"Şu ana kadar Şifa yaşam pınarından iki kişiyle paylaştı devasını. Duhana sorsak bu bir lanet. Otuz dokuz yaşında saplanıp kaldı o. Halbuki şu an kırk sekiz yaşında bir adam. Bedeni yaşlanmıyor. Organları sürekli kendini yeniliyor. Hastalıklı hiç bir hücre bedeninde canlı kalamıyor. Emin ol denendi. Kanserli hücrelerin kanla temasından sonra kendilerini infilak ettiği an an kayıtlı."
Bahsedilen şey için lanet demek çok büyük haksızlıktı aslında. En azından Korhanın penceresinden bu böyleydi. Ve içindeki umut kıvılcımken koca bir ateşe döndü. Kehribarlarındaki o yorgunluk yerini parlamaya bıraktı.
"Bu nasıl mümkün olabilir? Böylesi... Bu kadar büyük bir güç... Lütuf!"
Konuşmaya bu noktada dahil olan adamla Gökay Turan Barbarosa baktı. Barbaros ise öylece çenesini ellerine yaslamış Korhanı izliyordu.
"Aynı zamanda sevdiğin herkesin yavaş yavaş yaşlanmasına tanık olmak demek. Ölümleri izlemek, senin ise geride sadece seyirci olarak beklemen anlamına geliyor."
Barbarosun sakin, duru sözleri duraksamasına neden olmuştu. Babasını oturttu bahsedilen koltuğa. İçi çekildi.
Korhan söylenilenleri düşündüğünde hak vermeden edemedi. Lütufta gizli bir ceza gibiydi. Cenneti yaşamak ama her gün cehennemi izlemek kadar acı verici olabilecek bir güçle baş etmek ne denli zor aklı kabullenemiyordu.
"Peki o zaman... Neyi amaçlıyorsunuz siz bu güçle? Bu... Bu madenden bile daha değerli. Ölümsüzlükten bahsediyorsunuz siz!"
Gökay Turan Alparslana bir bakış attı sadece. Burdan sonra kendi projeleri hakkında en yalın anlatımı sahibinin yapacağına inanıyordu. Alparslan sol bacağını diper dizinin üzerine atıp, yönünü iyice Korhana çevirdi.
"İlk önce bir silah olarak kullanılmak istendi proje Korhan. Ama dünya düzenini de ne denli bozacak ortada. Birlik amacında başarılı olduğunda devayı kullanacak. Kullanırken saf haliyle dünyanın hizmetine sunmayacak. Sen ve Ahu devadan bir parmak tatdınız. Henüz yeterince geliştirilmiş düzeyde değil. Onu dünyanın hizmetine hazırlıyoruz."
"Biz yaşamın dengesini bozmak istemiyoruz Korhan. Biz bize bahşedilen hayatın, insan gücüyle parçalanmasının önüne geçmeyi planlıyoruz."
Korhan kurumuş dudaklarını diliyle süpürüp, gözlerini kıstı. İki adamın da ne demek istediklerini anlaması için ona zaman verdiklerinin pekala farkındaydı. Sonra ise şimşek gibi aklına düşen adamla gözlerinde büyük bir kıvılcım yandı. Sanki Gökay Turan aklından geçenleri izliyormuş gibi keyifle geriye yaslandığında Alparslan da Barbarosa göz kırpmıştı.
"Sana söyledim. Atilla Saruhanlı asla ıskalamıyor. Adam tam bir ateş."
Çocuğuyla övünen bir baba gibi Barbarosa kendini övüyor olmasına gülebilirdi normal bir zamanda. Ama şu an...
"Roneld Brunner dünyanın en büyük ilaç şirketlerinini yöneticisi artık. İlaç sanayisine yeni bir düzen getireceksiniz. Ölümsüzlüğü bir insanın avuçlarına bırakmayacak kadar cimri, sağlıklı bir hayat sunarak hastalıklardan uzak ömür geçirtecek kadar bonkör... Bahsettiğiniz gücü ilaçlaştıracaksınız!"
Alparslanın odada yankılanan üç alkış sesiyle bakışları Gökay Turandan kopup Alparslana çevrildi.
"Hep böyle adam. Lafın tamamı aptala anlatılır diye boşuna demiyorlar. Toplasan yetmiş seksen yıl hayat yaşıyorsun. Onunda yarısını adını almaya korktuğun hastalıkların pençesinde kıvranarak geçiriyorsun. Dediğin gibi dünyanın, yaşamın düzenine dokunulmadan sağlıklı bir hayat. İnsan sağlığını pazar malı katagorisinden çıkaracak bir proje."
"Bu ilaç sektörünü bitirir."
"Dünya varlığını ilaç sektörüyle hayatta tutmuyor. Eksildiğinde yerine başka bir şey eklene bilir. Ama en kıymetli olanın insan hayatı olduğu her alanda bu denli vurgulanırken en önde israf edilenin de insan sağlığı olmasını istemiyoruz. En azından elimizde böyle bir güç varken."
Korhanın gözlerinde umut ateşi tekrar harlandı. Vaad edilen öylece dinlenilip, yok sayılacak bir şey değildi. Bu insan sağlığının en ucuz seviyelere çekildiği şu zaman için bir mucizeydi. Üstelik babası!"
"Peki babam... Onun için de kullanılabilir değil mi? Onu eski haline getirebilirsiniz."
Gökay Turanın düşünceli ifadesiyle bu kez Barbarosa en son Alparslana baktı.
"Babamın beyninde oldukça fazla hasar var. Konuşmasını, hafızasını, hareketlerini etkileyecek kadar büyük hasarlar. Bahsettiğiniz deva babam için tek çıkış kapısı olabilir."
"Tam olarak öyle değil Korhan. Biz devayı şu an için bir krem formunda olabilecek en seyreltilmiş haliyle Ahu ve sana denettik. Açık yaralarda işe yararlığı tartışılmaz ama bahsettiğimiz güce erişmemiz henüz aylar öncesinde mümkün oldu. Yani hasar almış bir organın, özellikle beynin tedavisinde nasıl kullanılır henüz bilmiyoruz. Bu noktada vermen gereken kararı iyi düşünmek zorundasın."
"Karar? Ne kararı bu? Onu iyileştirecek bir güç var elinizde, yapmanız gereken ortadayken neyin kararı bu?"
"Devayı saf haliyle paylaşmak demek babanın tüm hayatını etkileyecek bir karar. Baban eski haline dönebilir, vücudunda hasarlı her nokta bir kaç gün içinde kendini tamamen iyileştirecektir de. Ama sonrasını iyi düşünmek zorundasın. Baban hastalık yada yaşlılıktan ölmeyecek Korhan. Sizin sırayla yaşlanmalarınızı izleyecek. Eşini kaybedecek.. Gün gelecek sizi de yitirecek ve geride kalan olacak. Devayla bedenin bağlantısını kesmenin tek yolu başın bedenden ayrılması. Biz insan doğasına dokunmayacağız derken tam olarak bunu kastediyorduk. "
Korhanı yüzüne vurulan gerçekle kanı dondu. Şu an babasını kaybolduğu yerden bulabilir ve onu eski haline geri kavuşturabilirdi. Ama bununla beraber sevdiği herkesin birer birer gidişini izleyeceği bir hayatın içine de hapsetmesi gerekiyordu. Duhanın neden lanet olarak tanımladığını tam bu noktada anladı. Ahunun geride kalmaya dair bahsettiği cümleleri zihnine çarptı. Ölümsüzlük ödül ve büyük bir ceza arasında sıkışmış bir durumdu.
Sonsuz, sağlıklı bir yaşam verirken sevdiği herkesin yok oluşunu izleten bir lanetti de.
"Vermen gereken kararın zorluğunun farkındayız Korhan. İstersen devanın gücüne sığınabilir, istersen şu an ki teknolojinin sağladığı imkanlarla babanı tedavi altına alabiliriz."
Korhan bir süre konuşmadı. Hiç birinin yüzüne bakmadı. Düşünceler içinde kaybolmuştu. Babasının durumunu düşündükçe yaşayacağı tedavi süreci ve zorluğu gözünü korkutuyordu. Aynı zamanda ölümsüz bir hayatta tek başına kalacağı gelecek onu ürkütüyordu. Odadaki üç çift gözün dikkatle onu izlediğinin bilincinde aklının yol göstericiliğine sığındı.
Başını kaldırdığında vereceği kararı merakla bekleyen adamın gözlerine baktı.
"Beni tanıyorsunuz. Beni ben yapan en önemli özelliğimi biliyor musunuz başkan?"
Karşıdan alamadığı sesle derin bir iç çekti.
"Hiç bir zaman bana sunulan seçeneklerin arasından tercih yapmam. Mutlaka yeni bir seçenek oluşması için o şartları zorlarım!"
"Ne demek istiyorsun?"
"Bana verdiğiniz görevi düşüneceğim. Benden hemen bir karar vermemi bekleyemezsiniz. Hayatımın, ailemin hayatının nasıl bir noktaya evrileceği üzerine tüm hesaplamaları yapmam gerekiyor. Bu süreçte sizde sadece açık yaralarda işe yarayan devanızı geliştireceksiniz. Hasar almış organlar için hazırlayın. Babamı böyle bırakmayacağım. Ama ben babamı yapayalnız kalacağı bir dünyaya da hapis etmeyeceğim. Siz insan bedenini sonsuz yaşama taşıyacak bir gücü kontrol edebiliyorsanız sizden istediğim zor olmasa gerek."
Gökay Turan teklifi değerlendirir gibi gözlerini kısmıs, masa üstünde ki bayrağa bakıp kalmıştı. Olabilecek en makul anlaşma buydu zaten. Ama Korhanın sabırsızlığı onu tedirgin ediyordu.
"Krem formunda kullanılır hale taşımak altı ayımızı aldı. Birliğin Moskova üssü tamamen bunun için tüm çalışmalarını durdurdu. Bizden istediğini sana hemen veremeyebiliriz. Ya da tende açılan yaralar kadar hızlı bir iyileşme sağlamayabilir talebin."
"Anlaşılan o ki denemeden ne siz ne de ben sonucu bilemeyeceğiz."
Korhan duruşunu dikleştirip geriye yaslandı. Kollarını göğsünde toplayıp üç adamda da gözlerini sırayla gezdirdi.
"Siz bana, benim babamı verin ben de size hizmetimi..."
***********
Odadan çıkan üç adam koridorda yürürken Korhan sağa sola baktı ilk önce. Hava alması lazımdı. Ruhu boğuluyordu burda. Duvarlar üstüne üstüne geliyor, içindeki cendere aklını bulandırıyordu.
"Dışarı çıkmam lazım benim..."
Mırıltısına ilk tepki Alparslandan geldi.
"Bir şey mi oldu?"
Korhan elini ense köküne bastırıp, ağrının git gide artan şiddetini azaltmaya çalıştı. Balyoz darbeleri beynini zonklatıyor, ışık ise kör edecek kadar canını yakıyordu.
"Hava alabileceğim bir yere çıkmam lazım."
Midesi çalkalanmaya başladı. İlk olarak Ahunun yanına gitmek geldi içinden ama çok geç bir saatti ve küçük bir inançla uyumuş olmasını ümit ediyordu.
Yüzündeki kanın çekildiğini gören iki adam, ilk birbirine baktı ama sonra bir şey demeden kolundan tutarak yürümesine yardımcı oldular. Üssün içi gündüzmüş kadar aydınlıktı. Ülkesinde şu an saat sabah altıyken burda gece üçü gösteriyordu. Karmaşa yaşayan bedeni iyice yorgun düşmüştü.
"Oğlum rengin kül gibi oldu lan, bir şeyler yedin mi sen?"
Korhanla beraber ilk girdikleri cam koridordan ilerlediklerinde kapıda bekleyen korumaları da geçtiler. Serin hava yüzüne çarptığında ağrı inletecek kadar güçlenmişti.
Midesindeki çalkalanma büyüdü. Ensesindeki ısı ve beynindeki balyoz vuruşları arttı. Derin bir nefes almak için ağzını araladığında mide bulantısını kontrol edemeyecek hâle gelmişti.
Kendini hızla iki adamdan uzağa taşıyıp sağ elini duvara yasladı. Duvar dibinde bir süre boş midesindeki spazmlarla savaştı. Her bulantıyla boğazını yakan safra aynı zamanda başını kesip atma hissi uyandıran bir ağrı da veriyordu ona.
Kendine gelir gibi olduğunda geriye çekilip üç beş adım ilerledi. Bitkin bedeni bir sütunun köşesine yığıldı. Ağzındaki acı tat hâlâ durulmamış midesini zorluyordu. Yanına oturan bedeni hissetti ama başını yasladığı dizinden kaldırmamıştı.
"İyi misin lan?"
Sesi çıkmadı bir süre. Karşısında dikilen bir çift ayağın yanına yaklaşan adımları fark ettiğinde zor şer başını kaldırdı. Kerim elinde bir şişe suyla onlara yaklaşıyordu. Alparslan yanında otururken, Barbaros tam karşısında ona bakıyordu. Göz göze geldiklerinde takım elbisesinin yaka cebindeki mendili çıkarıp Korhana doğru uzattı. Onunla beraber su şişesi de eline tutuşturulmuştu.
"Ağzını çalkala ağzını, zehir yutmaktan farksızdır şimdi. Sonra bakarsın mal mal."
Alparslanın ters konuşmasına sinirli bir bakış atıp ilk şişeyi sonra mendili aldı. Tıpkı Alparslanın dediği gibi ağzını çalkalamıştı. Kerim Alparslanın karşısına bağdaş kurarak oturduğunda hiç beklemediği şekilde takım elbisesini önemsemeyen adam da aynı oturuşu gerçekleştirdi.
Korhanın sessizce bir süre kendine gelmesini beklediler. Alparslan ters ters Barbarosa bakıyordu ama.
"Çek şu gözlerini üstümden!"
Adamın dingin sesiyle Korhan ağrısı hafiflemiş başını dizinden kaldırdı.
Kime laf attığını anlamak için gözlerini çevirdiğinde Alparslanın hâlâ dik dik baktığını gördü. Barbarossa ceketini çıkarıp yanına gelişi güzel bırakmıştı.
"Ağzıma sıçtılar benim biliyorsun değil mi?"
Buram buram trip kokan bir sesle konuşmuştu.
"Biliyorum. Seninde öğrendiğin şekliyle ordaydım."
"Karımın amcası olmasan haşhaşilerle bir anlaşma yapardım senin için."
Barbarosun tek kaşı kalkmış, eğlenen bir bakış atmıştı.
"Haşhaşiler tarihe karışmadı mı?"
"Nizari İsmaililer hâlâ varlar. Bana bir kıyak geçeceklerine eminim."
Barbaros iç çekti.
"Neyseki karının amcasıyım."
Alparslanın açılan ağzı geri kapandığında Kerim kısıkça kıkırdadı.
"Yemin ederim biliyordum. Gökay Turan sesimi kestiği andan beri biliyordum var ya. Dedim ben ama. Adadan bu çocuğu bize vermezlerdi, var bu işte bir bokluk dedim."
Bu kez Barbaros Kerime kınayıcı bir bakış attı.
"Belki sesini kesmen gereken yerde sussaydın altı ay bir hücrede tıkılı kalmazdın."
Kerimle konuşan adamın lafı tekrar Alparslan tarafından kesildi.
"Kızılı üstüne salacak bir şey bulmam lazım. Bu dert beni delirtir çünkü."
"Senin için yapabileceğimden fazlasını yaptım. Bence minnet etmeyi öğrenmelisin."
"Geberiyordum!"
"Direnmek yerine kaybolmayı seçebilirdin!"
"Barbaros, Duhana diyorum ama sen daha ağır şerefsiz çıktın. Gerçi bugün şu it daha çok canımı sıktı! Hanginize kurulacağımı şaşırdım."
Cümlenin sonuna doğru Korhana oldukça ters bir bakış atmıştı. Korhan dümdüz baksada ne için bu lafları duyduğunu tahmin edebiliyordu.
"Hassas kalbin incindi diye üzülecek değilim. Eşimi öne sürdünüz. Hiç birine değilse bile sana güvendim ben! O yüzden üç beş küfür kırılgan kalbini incittiyse siktirip gidebilirsin!"
Alparslan bir kaç saniye alık alık baktı. Sonra kaşları havaya kalktıu.
"Ha sen onu diyorsun. Yok dostum ben sana başka meseleden kıl oldum. Yoksa beni dölleyenin nasıl bir şerefsiz olduğunu bilmeyen yok."
Korhan bu adamı çoğu zaman anlamıyordu. Aralarında yaşanan münakaşa yüzünden bulaştığını düşünürken derdinin ne olduğunu kavrayamadı.
"Bak kafamın içine sıçıldı. Ağrımayan yerim yok. Biraz önce konuşulanları düşünecek zerre sağlam nöron bırakmadınız bende. Abuk sabuk konuşup daha da delirtme beni."
Alparslan bir çocuk gibi omzunu eliyle şiddetli bir şekilde itti.
"Sen niye laf dinlemiyorsun?"
"Derdin ne senin?"
"Oğlum ben sana odadan çık demedim mi? Sen mal mal niye bakıyorsun?"
Korhan neden bahsettiğini gerçekten anlamamış bir hâlde kaşlarını çattı. Sonra gözü Kerime çevrildi.
"Ejder bastonluyu diyor. Hızlı öldürdü ya... Sana kuruldu tabi."
Korhan dümdüz bir ifadeyle geri Alparslana baktı. Gözlerindeki karalık daha bir yoğunlaşmıştı.
"Ne bakıyorsun? Amına koyayım, dünya yeminim cebimde kaldı. Götüne sokacağım diye söz verdim adama, beş saniyede bitti işi!"
"Sen ne çeşit bir ruh hastasısın?"
Öyle yalın bir sesle konuştu ki bir kaç saniye Barbaros da dahil hepsi Korhana kaşları kalkık baktı.
"Derdin bu mu şimdi? Adamı hemen öldürdün diye mi saçma sapan triplere giriyorsun?"
"Sen ne anlarsın? Ben bugünün hayaliyle kaç aydır kendimi zor tutuyorum farkında mısın?"
"Var onun öyle takıntıları. Söz vermişti ya kendine sözünü tutamamış gibi oldu. Bir süre kötü hisseder kendini."
"Bak seni şuraya yatırır sikerim. Alt yazım mısın lan sen benim niye tercüme edip duruyorsun?"
Kerim gömlek cebindeki sigarayı çıkarıp birini dudağına kısrtırdığında Alparslana bakarak bir dalda Barbarosa uzattı. Aralarında saçma bir bakışma yaşanırken sigara paketi bu kez Korhana ikram edilmişti. Korhanın aldığı dal Alparslanın eline geçti hızla. Korhan boynunu iki yana kütletip bir tane daha çekip çıkardı paketten.
"Adam şiddetli bir migren atağı geçirdi farkında mısın? Şu an senin hassas psikolojini düşünmese de olur diye yardımcı oluyorum."
Korhan yanmamış sigarayı parmaklarının arasına kıstırıp elinin ayasını alnının ortasına bir iki kere vurdu. Sonra beklenilmedik bir şekilde kısık bir kıkırtı duyuldu ondan. Biraz daha sesli hâle dönüşen kıkırtı kahkahaya evrildi.
Kahkahasının arasında Kerimin "adamı sonunda delirttin" diye söylenmesi duyuldu. Korhan biraz kendine geldiğinde elindeki sigara boşluğa düşmüştü.
"Benim hayatım sikilmiş adamın derdine bak! Ne yaşadığımı bile idrak edemedim ben daha! Neyin içine düştüm böyle?"
Alparslan olağan bir tavırla omuzlarını silkti.
"Bıyık burula burula kaytan, insan sikile sikile şeytan olur dostum. Gözünle gördün dünyanın düzenini. Yapacak bir şey yok, memur olup sekiz beş çalışsaydın burda olmazdın. Bazen suçu kadere atmak insanı yükten kurtarıyor."
Korhan kınayan bir bakış attı sadece. Olduğu yerden ağırca ayağa kalktı. Her hareket ağrıyı tekrar kızıştıracak gibiydi.
"Ben gidiyorum. Bir süre hiç birinizi görmek de istemiyorum."
Öylece çekip giden adamın ardından üçü öylece baktı.
"Nasıl kafayı yemedi bu çocuk?"
Kerimin, giden Korhanın ardından ettiği sözlerle yarısı bitmiş sigarayı parmak uçlarıyla söndüren Barbaros da ayaklandı.
"Üzerine gitmeyin. Derdi büyük, kendini toparlayacak zamanı yok. Daraltıp daha çok çıkmaza düşmesin."
Barbaros da öylece üssün giriş kapısına doğru ilerledi.
"Korhanın hassas psikolojisini düşüneceğine sırtımı yakarlarken nasıl izledin onu düşün pezevenk!"
Alparslan ardından bağırdığında Barbaros başını iki yana salladı. Baba olacaktı ama zerre kadar büyümüyordu. Birde doğunun tüm kontrolünü eline bırakıyorlardı. Topyekûn delirmiş olduklarının kanıtı gibi bir şeydi bu.
******************
Korhan gölge gibi peşinde dolanan adama öylesine bir bakış atarak yürümeye devam etti. Asıl üsse geçiş için asansör onu bekliyordu.
Aşağı inerken de ardında kara bir panteri andıran adam dikiliyordu. Adamda öyle bir aura vardı ki görmezden gelindiğinde gerçekten yokmuş hissi uyandırıyordu.
Aşağı indiğinde ise adımları babasının kaldığı odaya doğru ilerledi. Migren atağını kusması hafifletmişti ama elektrik hissi veren sancılar hâlâ gözüne vuran ışıkla canını yakıyordu.
Kapı kolunu indirdiğinde odada loş bir aydınlatma dikkatini çekti. Sonra yatakta kıvrılmış yatan babasının yüzüne baktı. Yatağın ucunda yatıyordu. Kıpırdasa düşecek gibiydi ama dudaklarının kıvrılmasına neden olan bir detay onu duraklattı. Yere dizilmiş yastıklar kalbindeki üşümüş hisse hoş bir sıcaklık yaymıştı.
"Ahu hanım yan taraftaki odada kardeşiyle beraber. Sağ taraftaki oda ise sizin için hazırlandı."
Adamın kısık sesiyle anlık ona bakıp, geri babasına çevirdi yüzünü. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Annesi için güçlü olması gerekiyordu ama babasını da bırakamıyordu. Tereddütlü bir adımla geriye çekilse de odadan çıkmadı.
"Oda yirmi dört saat kesintisiz kayıt altında Korhan Bey. Ben sizin istirahatiniz sırasında odanın kapısında bekleyeceğim. Her hangi bir isteğinizde beni burada bulabilirsiniz."
Adam üstü kapalı bir şekilde babasının korunmasında görevli olduğunu böyle duyurmuştu. Korhan ardındaki adama çevirdi yüzünü.
"Zuhurdu değil mi?"
Bir cevap yoktu ama kapanıp açılan gözler, soruyu yanıtlamıştı. Korhan ağır ağır başını sallayıp, dışarı çıktı.
Ahunun odası babasının odasının solunda kalıyordu. Olabilecek en sessiz hareketlerle odaya girdiğinde iki kardeşin beraber yattığını gördü. Şu an her şeyden çok Ahunun parmaklarındaki şifa iyi ederdi onu. Ama uyandırmaya da kıyamıyordu. Eli kapı koluna geri uzandığında "Korhan" diye mırıldanmasını duydu Ahunun.
Başını kaldırmış kendine bakıyordu.
"Uyumuyor muydun kelebeğim?"
Fısıltıyla konuşup, uyuyan Ahiyi gözledi. Ahu ise naif hareketlerle yataktan kalkıp, Ahinin üzerindeki örtüyü omuzlarına kadar çekti.
"Seni bekliyordum aslında. Bir an içim geçmiş."
Korhan başını soluna yatırıp, öylece yüzüne baktı. Odada çok az aydınlatma vardı. Ahu kendine yaklaşıp, bir şey demeden kollarını beline dolamıştı. Kafası göğsüne yaslandığında Korhanın da dudakları saçlarına dokundu.
"Başın ağrıyor değil mi?"
Korhanın boştaki kolları bu soruyla Ahuyu sıkıca kendine yapıştırdı.
"Sen uyutursan iyi olurum."
Ahu tekrar uyuyan kardeşini kontrol edip, elinden tutarak Korhanı odanın dışına çıkardı. Toplansa kırk dakika önce Tarıkı kontrol etmişti. Şimdi tekrar kapısına baktı.
"Şimdi baktım, uyuyor."
Ahu ağır ağır başını salladı. Onları bu odaya yerleştiren iki kişi Korhan için de diğer odanın hazırlanacağını söylemişti. O yüzden yönünü şaşırmadan oraya doğru ilerledi.
"Yastık dizmişsin yere."
Korhanın mırıltısıyla bir an duraksasa da odanın kapısını açıp içeri girmiş, peşi sıra Korhanı da çekmişti.
"Çok uçtaydı. Birden düşer Allah korusun."
Odada yalnız olsalarda ikisi de fısıltı halinde konuşuyordu.
Ahu üstün körü odada gözlerini gezdirirken refleksle ışığı açmış sonra Korhan için nasıl bir eziyet olduğunu hatırlayıp kapatmıştı. Anahtarda bulunan diğer düğme ile loş bir aydınlatma veren diğer seçeneğe geçti. Ahi ile odasında da aynı sistem vardı.
Korhan ardından gelip iki kolunu karnına sarana kadar loş odada ne nerede anlamaya çalıştı. Saçlarını tepesinde dağınık bir topuz yaptığı için ensesi ortadaydı. Korhanın ılık dudakları değdiğinde bir ürpertiyle titredi.
"Güzel kelebeğim benim."
Dudaklarını sürte sürte mırıldandı.
"Merhametini çok sevdiğimi hiç söyledim mi sana?"
Ahu karnınkaki kollara kendi ellerini sarıp, geriye doğru yasladı bedenini. Dudaklarında hoş bir tebessüm vardı.
"Bilmem... Söyledin mi?"
"Seni güzel yapanın sadece yüzün olmadığını biliyordum. Ama bugün merhametinin de bir sınırı olmadığını gördüm."
Ahu kollarında bedenini çevirip yüz yüze gelmelerini sağladı. Parmak uçları Korhanın göz kenarlarında dolaştı.
"Uyuman gerekiyor bitanem."
Korhan yüzündeki ele doğru dudaklarını çevirip koklayarak öptü.
"Ne konuştuğumuzu sormayacak mısın?"
Ahu başını iki yana sallamıştı.
"Şu an hiç bir şeyi uyuman ve birazcık olsun dinlenmenden daha çok istemiyorum. Koluna da bakamadım. Hadi gel."
Tekrar elini tutup odanın içerisine çekti. Paketli halde bırakılmış siyah tişört ve eşofmanları onları yönlendiren iki kişi aracılığıyla görmüştü. Sözsüz bir anlaşmayla paketleri kendi açtı. Öylece onu izleyen adamın bilincinde gerisin geri dönüp, gömleğini çıkardı. Kolundaki sargıda kana dair bir iz yoktu. Parmak uçları sargıya dokundu.
"Acıyor mu?"
Sesi daha çok kendi canı acıyormuş gibi çıkmıştı. Korhan ise hiç tereddüt göstermeden sargıyı açmaya başladı.
"Dur! Ne yapıyorsun?"
Ahunun tiz sesine bakmadan kolunu kavrayan sargıyı çekip aldı. Odadaki azıcık ışık her şeyi net olarak sunmasa da kılıç kesiğinin olması gereken yerinde şişliği andıran uzun, kırmızı bir çizgi görünüyordu. Ahunun parmakları korkarak çizgide dolaştı. Pütürlü hissi tenindeydi ama ayrılmış deri birbirine kavuşmuştu.
"Ama..."
Ahu yaşadığı şokla geriye çekilip hızla odanın ışığını yaktı. Korhanın çıplak üst bedeninde sadece koluna odaklanmıştı. İri, şişkin, kırmızı çizgiyi izlerken gözleri iri iri açılmıştı. Derin kesilerde haftalar sürecek bir iyileşme saatler içinde gerçekleşmişti resmen. Parmakları tekrar titreyerek uzandı. Yaranın olduğu kısımdaki sert dokuyu hissedebiliyordu. Yüzüne kullandığı krem dikkatini çekmişti. Üzerine düşünecek zamanı olmamıştı ama bu kadar hızlı canlı hücre üreten bir kremin varlığı gözden de kaçacak bir şey değildi. Ama bu kadar...
Böylesi derin, hasar bırakma oranı çok yüksek yaralanmaya etkisi dilinin tutulmasına neden olacak kadar fazlaydı.
"Aman Allahım..."
Gözleri bir saniye bile kolundan ayrılıp Korhana çevrilmedi.
"Çok derindi..."
Korhanın elini kavrayıp parmaklarını avcuyla hareket ettirdi.. Korhan neyi görmek istediğini bildiği için parmaklarını rahatlıkla oynatmıştı.
"Bütün tendonlar, sinirler zarar görmüştü. Kendi gözlerimle gördüm!"
"Onlar... Bizim tahminimizden bile güçlüler Ahu Nar. Ellerinde akıl oynattıracak bir şey var."
Korhanın duru sesine tezat, Ahunun yüzünden dehşet akıyordu. Siyah incileri irice açılmış, ne diyeceğini bilmeyen ağzı aralık kalmıştı.
Korhan diğer kolunu Ahunun boynuna sarıp çıplak göğsüne yüzünü yasladı.
"Beni uyut güzel Ahum. Kokunda dinlendir. Beraber karar vermemiz gereken çok önemli bir şey var. Aklımızı toplamamız gerekiyor."
Ahu kalbini döven bu hissin içinde öylece göz kapaklarını örttü.
Bir kaç saat yaşadıklarından kaçmaları gerekiyordu gerçekten. Gözleri kapalı olsa da parmakları okşar gibi tekrar yara çizgisinde boydan boya dolaştı. İçinin çekilmesine neden olan yaranın kapanmış olmasına içinden sürekli şükür etmekten başka bir isteği yoktu.
Korhan onu tutup yatağa sürüklemese öylece parmakları yara çizgisinde dolaşarak saatler geçirirdi.
İlk Ahunun uzanmasını sağlayan adam, her zamanki gibi göğsüne doğru başını yasladı. Ahunun kolu boynunu sarıp, kafasını kendine iyice çekmişti. Ayağı ise beline dolanmış, tüm bedenini Korhana yapıştırmıştı. Parmakları ağrının dolaştığı şakaklarını okşadı. Dudaklarının değdiği saçları öptü. Derin derin soluklar alan adam gözlerini kapatmış, dinlenirken "Korhan" diye mırıldandı. Küçük bir inleme sesi duydu.
"Tarık babayı annem için mi traş ettin?"
Şu an konuşulacak olsa bambaşka mevzular sıralanmıştı ama nedensizce Ahu aklına takılan bu sorunun cevabını istiyordu. Korhan bir kaç nefeslik bir duraklama sonrasında konuştu.
"Bilmem... Benim hatırladığım babamdan geriye hiç bir şey bırakmamışlar Ahu Nar. Belki yüzü ortaya çıkarsa."
Korhan göğsündeki başını kaldırıp Ahunun gözlerine kehribarlarını sapladı.
"Bir an bile olsun onu tanıyamazsa... Ben bunu kaldıramam Ahum. Annem onu ilk gördüğünde kim olduğunu bilsin istedim."
Ahu uzanıp sol kaşının üzerine dudaklarını yasladı.
"Gözlerimi, kulaklarımı bağlasınlar. Kırk kat kokuyla seni saklasınlar. Azıcık yakınımda öylece dur, tenine bağımlı tenim bile sen kimsin bilir. Korkma bitanem. Annem babamızı gördüğünde gerçekten kışımız bitecek. Her şeyi yoluna sokacağız."
"Gerçekten düzelecek mi kelebek? Sen söylersen inanıyorum ben artık bir şeylere."
Ahu dudaklarını alnındaki çizgi boyunca dolaştırdı.
"Düzelecek canım kehribarım. Düzelteceğiz..."
Toplansa üç saatlik bir uykudan Korhan sıçrayarak uyandı. İlk nerede olduğunu karışan aklı hatırlayamadı ama kendine sıkı sıkı sarılmış Ahuyla tüm yaşadıkları gözünün önünden bir bir geçti. Odada bulunan saat altıyı yirmi dört geçiyordu.
Dinlenmenin verdiği etkiyle baş ağrısı kaybolmuştu. Ahunun hâlâ derin uykuda olduğu düzenli nefesinden belliydi. Yavaşça bedenine dolanmış kollardan sıyrıldı. Babasının uyanmış olma ihtimali aklına düştüğünde kapıya yöneldi hemen. Korkabilirdi.
Kapıyı araladığında onu bekleyeceğini söyleyen adam dediği gibi öylece odanın önünde dikiliyordu.
Başıyla selam verir gibi hareket yaptı. Zuhur kenara çekildiğinde bir an odadan ses geliyormu diye içeriyi dinlemişti. Hâlâ uyuyor olmasını dikkate alarak sessizce süzüldü odaya.
Ama beklediği gibi babası yatakta değildi. Yatağın kenarına inmiş, Ahunun onun için bıraktığı yastıklardan birini iyice kavrayıp karnına bastırarak öne arkaya sallanıyordu.
"Baba..."
Korhanın sesiyle Tarık sıçradı ama bakmadı. Sadece hareketleri hızlandı. Korhan ağır ağır, ürkütmekten çekinerek yaklaştı.
"İyi uyudun mu baba? Ben hâlâ uyuyorsun sanmıştım."
Rahatlar umuduyla öylesine bir sohbet başlattı. Tarık kaçamak bir bakış attı ve yastığı biraz daha sıktı.
"Bir şey mi istiyorsun? Korktun mu uyanınca?"
Korhan tek dizini kırıp yanına çömeldi. Tarık bu kez daha uzun göz kontağı kurdu.
"Bir şey mi istiyorsun baba?"
Hareketleri duraksayınca Korhan anlamak ister gibi vücudunu gözleriyle taradı.
"Acıktın mı?"
Hiç bir tepki alamadı, sadece yüzüne bakıyordu öylece. Korhan bacaklarını birbirine sıkı sıkı bastırışını fark ettiğinde kaşları kalktı.
"Tuvalet... Seni banyoya götüreyim mi?"
Tarık yastığı gevşettiğinde ihtiyacının onu bunalttığına emin oldu.
"Tamam. Hadi banyoya gidelim. Şimdi seni tutacağım, korkma olur mu?"
Bir bebeği ürkütmekten korkmakla eş değerdi bu his. Her hareketi ölçülü, her hareketi mutlak bir intizamla sıralanıyordu.
İlk dokunuşlarına tezat Tarık bu kez sakınmamış, ürküp kısılmamıştı. Korhan belini koluyla sarıp ayağa kalkmasına yardım etti. Ağır adımlarla odanın banyosuna taşıdı babasını. İhtiyacını giderirken elini yüzünü yıkarken dingin bir sesle her yapacağını önceden açıklıyordu.
Babası karşılık vermese de dinlediği ve söylediklerine uyum gösterdiği için anlamasında problem olmadığını kavradı. Buna bile şükür edecek hâle gelmişti Korhan. Zarar vermeyeceğinden emin olduğu andan beri Korhana karşı refleksif sakınmaları oldukça azalmıştı.
Geri yatağa taşıdığında Zuhurdan kahvaltı istedi. Ama ne kadar ikna etmeye çalışsa da ekmekten başka hiç bir şeyi yedirmeyi başaramadı. O da miktar olarak oldukça azdı.
Kapı tıklatıldığında bal sürdüğü ekmeği tepsiye geri bıraktı. Ahu başını kapı aralığından uzattı. Yatakta gördüğü iki adama tebessümle baktı.
"Günaydın."
Yanlarına yaklaştığında Korhanın yüzündeki ifadeye baktı.
"Bir şey mi oldu Korhan? "
Hemen bakışları Tarıka çevrilmiş, açıkta bir sıkıntı arar gibi tüm vücudunu incelemeye başlamıştı.
"Bir parça ekmek yedi sadece. Hiç bir şey almıyor ağzına."
Ahu onaylar gibi başını salladı.
"Kapsamlı bir taramadan geçmesi lazım Korhan. Beslenmesi için bir diyet listesi gerekiyor. Çok zayıf, şu zamana kadar neyle beslendi bilmiyoruz da. Biran önce konuşalım, onu doğru düzgün muayene edecek bir hastaneye götürmemiz lazım. Tüm tahlilleri yapılmalı."
Korhan yavaşça tepsiyle beraber yataktan kalktı. Tarıkın ürkerek Ahuya baktığını ama hemen gözlerini kendine çevirdiğini fark etti. Odadaki masaya tepsiyi bırakırken de gözleri üzerindeydi. Dudağı kıvrıldı. Varlığına alışmış, hatırlamasa da güven hissi vermişti babasına. Yüzüne aşina olmadığı bir yabancıyı gördüğünde güvenli sığınak olarak onu görüyordu demek ki.
"Kapıdakine söyleyelim Alparslan ya da Barbaros. Her neyse işte biri gelsin. Ne yapılacağını netleştirelim."
"Evet. Annemle Suhan da meraktan delirmiştir. Ahi uyanır birazdan. Bende bir ona bakar gelirim olur mu? Gidelim hemen burdan."
Ahu tüm yaşanılanlar sırasında koruduğu metanetindeki çatlağı ilk kez hissettirdi Korhana. Gidelim derken gözleri tedirgince odanın duvarlarında gezmişti.
Uzanıp elini kavradı.
"Ahum... Hemen eve gitmeyeceğiz."
Ahunun kaşları çatıldı. Niye böyle bir şey söyledi anlamamıştı.
"Moskovada bir üsten bahsettiler. Babamın tedavisi için oraya gidilecek. Bizde kullandıkları bu ilaç... Bunun nasıl bir şey olduğuna onlar da çok hakim değiller. Babam için ilacın geliştirilmesi lazım ama öncesinde babamın aldığı zarar tesbit edilmeli."
Ahu çatlamış dudağındaki deriyi dişiyle kıstırdı. Korhanın üzerindeki tişörtten göründüğü kadarıyla kolundaki kesiğe baktı. İyileşme hızına bakılarak uyumadan önceki şişliğin hafiflediği gözden kaçacak gibi değildi.
"Ama annem. Hiç haber alamadıkça Suhan çok korkar Korhan. Nasıl yapacağız?"
Ahunun topladığı saçlarından çıkanları okşama ve düzeltme arasında bir tavırla kulaklarının ardına iteledi.
"Moskovaya geçince onları almak için ben eve gideceğim. Ne kadar sürecek tedavisi bilmiyoruz. Hemen çıkıp eve dönemeyebiliriz. Annem ve Suhandan saklamak istemiyorum babamı. Gidip ben getireceğim."
Ahu ağzını açıp kapattı. Aklındakini sorarsa Korhan yanlış anlar diye endişelenmişti.
Korhanın onun kelimelerine çoğu zaman ihtiyacı olmadığını unuttu.
"Sen ve Ahi babamın yanında olur musunuz kelebek? Benim senden başka güveneceğim kimse yok babam konusunda."
Ahu yutkunup, ağırca başını sallamıştı. Korhanın olmadığı bir yer onun için ne kadar ürkütücü şu an belli etmemesi lazımdı.
"Yanından ayrılmayacağım Korhan. Ama sen hemen gelirsin değil mi? Bir sorun çıkarmazlar bize?"
"Onlar bize artık sorun çıkaramazlar Ahu Nar. Gidiş işini hızlandıralım konuşacağız seninle."
Korhan dediği gibi Alparslanla görüşüp, babasının tedavisi için hızla harekete geçmek istediğini söyledi. Zaten onun tutumuna göre ilerleyiş yön bulacağı için hiç bir aksilik olmadan jet hazırlanmış ve Moskova üssü gelişleri için bilgilendirilmişti. Kerim geldiği gibi kimsenin ruhu duymadan kaybolmuştu. Bahadır Ataeva ise Zahir ve Ceydanın ülkeye dönüşünü aynı saatlerde ayarladı.
Zahir ve Korhan yarım saat, gözlerden uzak konuştuklarında Zahirin yüzü kül gibi olmuş bir halde Ceydanın yanına dönmüştü. Ceydanın ısrarlı bakışları sonucunda buradan defolup gitmekten başka bir şey istemediğini söyledi sadece.
Uçuş için hazırlanılırken Tarıkın sıkıntı çekmemesi öncelik listesindeydi. Bunun için de üssün sağlık ekiplerinden bir doktor yatıştırıcı bir ilaçla uçuş boyunca uyumasını kolaylaştırdı. Ahi sadece izliyor, Ahunun sözleriyle olan hiç bir şeye müdehale etmiyordu. Tek istediği Suhanla konuşmakken Ahu onları Korhanın getireceği konusunda bilgilendirmişti.
Öylece yaslanıp, gözlerini kapattığında düşündüğü tek şey Suhanın babasıyla olan durumu nasıl karşılayacağı olmuştu. Kalbinin bir yanı sevincini izlemenin keyfini düşünürken, kaybolmuş ruhu için yeni bir darbe olmasından korkuyordu.
Suhan büyük ölçüde hastalığını gerisinde bırakmıştı. Aşktan içlerinin dünyaya sığmadığı bir zamanda Ahiye utanarak dürtülerini anlatmıştı. Canının acıdığı, yalnız hissettirdiği, mutsuzluğun onu karabasan gibi boğduğu zamanlarda kontrol edemiyordu Suhan hastalığını. İçindeki buhrandan kaçmak için bir bağımlı gibi adrenalin arayışına giriyor, tüm zihnini ve bedenini örten o yasak hazzın gölgesinde kayboluyordu.
Dudağı kıvrıldı. Yüzünün kıpkırmızı olduğu, güzel badem rengi gözlerinin ondan utanarak kaçtığı bir zamanda sen yanımda olunca hiç bir kötü his bana yaklaşamıyor demişti. Korkuyla geçen sekiz ay içerisinde Ahisiz uyumamış, ondan bir an ayrılmamış, bomboş odada bile ona dokunma mesafesinden bir adım uzağa gitmemişti.
Eğer hayatlarını yoluna koymayı başarırlarsa Suhanın incinen ruhu için onu terapiye götürecekti. Daha önce hastalığı için teklif ettiğinde Suhan bu fikirden hemen kaçmıştı ama artık imkanı yoktu. Ahi onun böyle bir karmaşayı desteksiz atlatmasını asla beklemezdi. Şimdi bir de küçücük çocukken kaybettiği babasını görmek ona ne yapar bilemiyordu.
Gözleri aralandı. Korhan abisinin, Ahunun avcunda parmağını gezdirerek konuşmasını izledi bir süre. Yüzünde mimik yoktu o konuşurken ama her ne söylüyorsa Ahunun yüzü bembeyaz olmuştu. Ahu için endişelenen kalbi neyi olduğunu sormak için harekete geçecekken Korhanın avuç içine bıraktığı öpücükle rahatlayışını saniye saniye izledi. Canının diğer yarısı da artık biliyordu.
Ahi, Suhanın varlığını ne kadar seviyor, onun aldığı nefeste dünya nasıl renkleniyor artık Ahuda hissederek öğreniyordu. Suhan, bir gün biri çıkacak Ahunu paylaşırken yaşayacağın kıskançlığa kahlahalar atacağım demişti. Şu an hissettiği şey tam olarak buydu. Ama yaşadıkları Ahiyi de büyütmüştü. Yokluğunda yalnız kalan Ahuyu düşünmek öyle korkunçtu ki.
Şu an ise hem Ahu ondan başka birine böyle rahat sığınıyor diye kalbi kıskançlık ateşi büyütüyordu hem de Ahusu hak ettiği gibi seviliyor diye göğsü rahatlıyordu. Onun var olanı hiç esirgemeden sevdiklerine teslim eden Ahusu, sınırsız bir aşkın gölgesinde tam da hak ettiği şekilde kıymet görüyordu.
Başını geriye yaslayıp, tekrar gözlerini kapattı. Bebek surat belki şok olacaktı ama sonra adımlarından çalınan dansı geri Suhana dönecekti. Yüzündeki durgunluk, gözlerinde saklı hüzün kaybolacak, Ahinin aşık olduğu gülümseme tekrar filizlenecekti.
************
"Ama bu nasıl mümkün olabilir?"
Ahu karşı çarprazındaki koltukta, birbirine yaslanarak uyuyor görünen ikiliye baktı. Şifa bedeninin yarısını Alparslanın üzerine sermişti sanki. Alparslan ise gözleri kapalı karnını okşuyordu.
"Şifanın tüm DNA sistemi oya gibi işlenmiş ellerinde. Yaşam pınarının bekçisi diyor onun için."
"Yaran... Yüzümdekiler... Bir şeylerin tuhaf olduğunu anladım ama ölümsüzlük! Korhan bu nasıl mümkün olabilir?"
Korhan avuç içini dudaklarına bastırıp, derince kokusunu soludu.
"İnan bilmiyorum. Birebir deneyimlememiş olsam kabullenmem de mümkün değil Ahu Nar. Dediğim gibi onlar sandığımızdan çok daha büyük bir noktadalar. Babam için tek şansım olabilir. Ne yaptılar da tüm aklı onu terk etti bilmiyorum. Öylece bir hastanenin ona yardım edebileceğini de sanmıyorum ama onu bu halde görmek beni öldürüyor."
Ahu tekrar Şifaya bir bakış attı.
"Sadece açık yaralar için kullanmışlar diyorsun, nasıl emin oalcağız hiç bir zarar görmeden tedavi edileceğine?"
Korhan üstün körü bir bakış attı sadece. Babası jetin içerisindeki yatakta her şeyden habersiz uyuyordu. Gökay Turan, Barbaros ve Duhan ardlarında kalan koltuklarda konuşuyor ama sesleri kendilerine en fazla uğultu olarak ulaşıyordu. Alparslan ve Şifa ise dünyadan soyutlanmış, kendi içlerinde dinleniyorlardı. Gözü Ahiye döndü. Gözleri kapalı olsa da uyumadığı, her ne düşünüyorsa mimiklerinin kontrolünü yitirdiği yüzünden belliydi. Düşüncesinde olanlar onu gülümsetecek kadar iyi hissettiriyorsa Korhan buna sadece memnun olurdu.
"İlacı geliştirecekler. İlk öncelikleri babamın aldığı hasar. Nasıl bir yol izleneceği ve ilacın ona verilme şekli. Bilmiyorum... O kadar çok babamın durumu, annem, Suhan kafamı işgal ediyor ki diğer her şeyi yarım yamalak zihnimde düzene koyabiliyorum."
Ahu avucunun içinde dolaşan parmağını hipnoz olmuş gibi izlemeye devam etti.
"Peki karar vermemiz gereken o durum ne?"
Korhan bir süre konuşmadı. Öylece Ahunun eliyle oynayıp, dediği gibi düşüncelerini hizaya sokmaya çalıştı. Ahu sabırla beklerken Korhan gözlerini kapatıp açtı. Ahunun siyah incilerindeki merak, tedirginlik söylediklerini duyduğunda neye dönüşecek içi çok rahatsızdı.
"Benden babanın bıraktığı işi tamamlamamı istiyorlar Ahu Nar..."
Ahunun dizini okşayan eli durup, yüzünde buz gibi bir duraksama peydah oldu. Korhan bedenini tamamen Ahuya çevirip alnını alnına yasladı.
"Atilla Saruhanlı halefi olarak benim eğitilmemi, günü geldiğinde o görevini tamamlayamazsa benim tamamlamamı istemiş birliğinden. Babam da bu fikrini ilk değil ama sonra desteklemiş."
"Korhan..."
Ahunun sıcak nedesi dudaklarına çarptı. Adını seslerken o sesteki korku, panik buram buram da Korhana dokundu.
"Onlara kızıyorum. Çok kızıyorum Ahu Nar. Babama bakmaya dayanamıyorum. Yaşadığının sevinci bile yarım içimde. Onu bu hale getirirken yaşattıkları eziyeti düşünmeye cesaretim bile yok. Ama haklı olduklarını biliyorum."
"Korhan bu çok! Bu sana, bize çok fazla."
"Öyle... Ama haklılar. Yan yana yürümesek de yönümüz aynı. Onlar dünyaya adaletli bir yaşam için çoğuna doğru gelmeyecek şeyler yapıyor. Ben adaleti sökerek almak için bir sürü pisliğe bulanıyorum. Aynı yere yürüyorum onlarla aslında kelebek."
Ahunun titreyen eli yanağına kondu. Hep sıcak olan avuç içleri buz gibiydi.
"Sen hep çok ağır yüklerle sınanmadın mı? Sana yazık değil mi bitanem?"
"Başkanları reddetme hakkımın olduğunu söyledi."
Fısıltıdan bir tık yüksekti sesleri. Birbirlerinin dudaklarından çıktığında diğerinin dudağına çarpıyordu.
"Ama sen bunu yapamazsın değil mi?"
Ahunun kelimelerinde asla yargılama, öfke yoktu. Saf anlayış, merhamet kokuyordu her bir harf.
"Bana özgürce evime gidebileceğimi söyledi ama ondan sonra avukatlığa devam edip etmeyeceğimi sordu. İkiyüzlülük değil mi dedi?"
Korhan geriye çekilip Ahunun ipek gibi kirpiklerinin yavaşça açılmasını izledi.
"Adalet istiyorsam bunun için tüm gücü ellerime bırakacaklar Ahu Nar. Ama sensiz vereceğim bir karar değil bu. Eğer istersen çıkar gideriz. Tüm ailemizi alıp başka bir şehire, belki başka bir ülkeye yerleşiriz. Tüm hayatımızı yeniden kurarız. Buradaki her şeyden uzak, yaşadıklarımızı unutacağımız kadar uzakta oluruz."
Korhan kehribarlarındaki ateş bu fikri aslında ne çok sevdiğini Ahuya gösteriyordu. Muhtemelen kendine söyleyene kadar bu ihtimali düşünmemişti ama Ahuyla beraber Korhan için de hayal edilmesi güzel bir ihtimaldi. Ahunun dudakları kıvrıldı. Gülümsemesi bahar çiçekleri gibi açtı.
"Çok güzel olur bitanem. Hayali bile içini kıpır kıpır ediyor insanın."
Ahu bu kez diğer elini de yanağına koyup burnuyla Korhanın burnuna sataştı.
"Ama sen böyle bir adam değilsin."
Korhan Ahu gülümsemeye başladığı andan itibaren kendinin de yüzünde bir tebessüm doğduğunu fark etmemişti. Ama son sözleri o tebessümü sildi.
"Sen kaçacak, ardında adaletsizlik bırakacak o adam değilsin canım kehribarım. İlk bir kaç ay seversin bizle olan yeni hayatını."
"Ahu Nar..."
Ahu yanağını okşayan elini dudaklarının üzerine getirip Korhanı susturdu.
"Ama kurt gibi kemirir içindeki hisler seni. Çünkü adalet için hiç düşünmeden kara kara sulara dalmış bir adamsın sen. Annesi ve kardeşi için canı çıkasıya çalışmış, hakkı yenmiş insanlar için ortalığı ateşe vermiş adamsın. Çok korkutucu bir teklif bu Korhan. Senin için, ailemiz için aklım çıkacak muhtemelen. Sürekli tetikte, senin için endişeyle geçen bir hayat olacak benim adıma. Ama sen Korhan Yıldıraysın. Zorla, sökerek aldığın adaleti şimdi kendi elinde şekillendirme imkanını ardında bırakamazsın. Seni bugüne kadar ayakta tutan bu histi. Vazgeçsen senden geriye bir şey kalmayana kadar o kurtlar bitirir seni."
Ahu her bir sözcüğü inanarak söylüyordu. Ona bırakılsa Korhanın teklifi hepsinden cazip, her şeyden güzeldi. Ama Ahunun sevdiği adam da o teklifi yaşayacak kişi olamazdı. Ahu Korhanı en yalın haliyle tanımıştı. Onu en saf şekliyle görüp, öyle sevmişti. Değişmesini isteyemezdi ki. Onu var eden şeylerden kaçıp, bir yerlere sıpınmak aşık olduğu adamdan geriye hiç bir şey bırakmazdı.
"Seni öpmek istiyorum."
Ahunun biraz evvel kaybolan gülümsemesi tekrar yeşerdi.
"Kardeşimin karşısında bunu yapmayacaksın bitanem."
"Ama çok öpmek istiyorum."
"Bu kadar insanın içinde de yapmayacaksın."
"Ölecek gibi hissediyorum, öpmem lazım."
Ahu minik bir kıkırtıyla tekrar burnunu burnuna sürttü.
"Babamı kontrol edelim. Seni öpmek zorundayım anlamıyor musun?"
"İnatçı bir çocuktan farkın yok şu an."
"Hiç umurumda değil, ya gel benimle ya da Ahi seni nasıl öptüğümü izlesin."
"Gerçek bir vampir."
Korhan burnuna dudağını değdirdi.
"Ahi için hoş bir seyir olmayacak gibi."
Dudağına doğru meyillendiğinde Ahu geriye çekildi. Başını iki yana sallayan kızı umursamadan ayağa kalkıp, Ahunun da elini tuttu. Hareket ettiği an jetin içindeki tüm gözler ikisine çevrilmişti. Ahunun bileğini sıkıca kavrayıp dar koridordan ilerlerken "babama bakacağız!" diye üstün körü bir duyuruda bulundu.
Tarıkın nefes sesinin bile duyulmadığı odaya girdiklerinde Korhan yatakta uyuyan babasını kontrol etti hızla. Sonra bileğini sıkıca tuttuğu kelebeğini örttüğü akordion kapıya yasladı. Ahunun konuşmak için açılan ağzı Korhanın ılık dudakları tarafından kapatılmıştı. Sanki kaçarmış gibi elleri de sıkıca yüzünü kavradı. Parmaklarının saçlarının arasına daldığı anda baş parmağı ağzını açması için çenesine baskı uyguladı.
Korhanın şifası Ahunun teniyken aylardır uzaktı. Bedenini dilediği gibi sevemiyor, Ahu da saklı gülünü koklayamıyordu. Dişleri alt dudağını kıstırıp çekiştirdi.
"Gülümü çok özledim..."
Mırıltıyla konuşup bu kez iki dudağının arasına Ahunun üst dudağını kıstırdı. Emip, ısırdığı bir anda Ahunun boğazından kopup, Korhanın ağzında dağılan iniltiyle Korhan bedenini vücuduna yasladı.
"Nasıl bir ödülsün sen bana?"
Ağzından ayrılan dudakları çenesinden boynuna doğru ıslak yollar çizmeye devam etti.
"Seni daha ne kadar seversem doyacak gözün?"
Köprücük kemiğine dişlerini bastırdı. Acıttığı deriyi diliyle okşayarak yatıştırdı.
"Beni benden daha iyi görmeyi, tanımayı nasıl başarırsın? Karşında bu kadar çıplak nasıl kalabilirim her defasında?"
Ahunun kuş gibi çırpınan kalbinin çığırtkanı şah damarını sevdi bir sürede.
"Ne yaparsam, nasıl bir yolda yürürsem hep yanımda olacaksın! Söz ver, bir adım bile uzaklaşmadan hep benimle kalacaksın!"
Geriye çekilip Ahunun gözlerine alev almış amberlerle baktı. Lav rengi gözleri başkasına değse kül ederdi ama Ahuya dokunduğunda ateşin iyileştiren şifasını bahşediyordu.
"Başka bir ihtimal var mıydı ki?"
Hırpalanmaktan kızarmış, bir parça da şişmiş dudaklarından dökülenler Korhanın ateşine benzin dökmek gibiydi.
Tekrar dudaklarına doğru atıldı. Ne kadar öpse yetmeyecekmiş bir vahşilikle dişleri örseledikçe örseledi.
"Yok! Başka ihtimal yok! Bir nar kelebeğinin kaderi kor gibi ateşin etrafında uçmak, sonra o ateşin kendisi olmaktır."
Ahu gülümseyip tekrar parmaklarının üzerine kaldırdı kendini. Korhanın aksine naif bir buse bıraktı dudaklarına.
"Buna asla itirazım olmaz canım kehribarım."
Korhan parmaklarının dağıttığı saçlardaki tokayı çekip aldı. Siyah lastik bileğine saniyesinde geçmişti. Ne zamandır doğru düzgün sevemediği siyah saçları omuzlarından aşağı saldı.
"Tarih tekerrür etmeyecek kelebek! Tekrar kaybeden olmayacağız. O zamanlar değilmiş ama artık güçlü olan taraf biziz. Dünyaya verilmeyen adaleti hepsinin ciğerini sökerek alacağız."
Ahunun gülümsemesi şefkatliydi.
"Biz diyorsun artık. Onlarla bir alıyorsun adını ağzına."
"Atilla babamın ve kendi babamın inancına sığınıyorum. Onlar güvendiyse, tüm hayatlarını emanet edecek kadar içlerindeyse beraber yürümek zor olmayacak benim için. Üstelik manevi abin onlarla beraber."
Korhan kendi babasından için ilk kez baba sıfatını kullanıyordu. Onca sözün içerisinde nedense Ahuyu en çok etkileyen kısım burası oldu. Yüzünde ayı kıskandıracak bir gülümsemeyle baktı Korhana.
"Baba dedin..."
Korhan anlamamışlıkla kaşlarını çattı.
"Benim babama baba dedin."
Omuzlarını silkti. Kısık bir kıkırtı kaçtı dudaklarından ve hemen eliyle ağzını örterek ardlarında uyuyan adamı kontrol etti. Korhan ise tek kaşı kalkmış Ahunun sevimli suratına baktı.
"Hoşuna mı gitti?"
Ahu tekrar tek omzunu silkti.
"Yine başladı omuz silkmeler."
Ahu yine sessizce kıkırdadı.
"Hoşuma gitti. Yani öyle fark etmeden, söylemek için değilde kendiliğinden söylemiş olman..."
Korhanın boynunda olan gözleri kalkıp, göz bebeğinin içine içine baktı.
"Çok hoşuma gitti."
Korhan iki koluyla sıkıca sarıp, başını göğsüne yasladı. Öylece iki yana sallamıştı zayıf bedenini.
"Şu kalbinin güzelliğiyle nasıl başa çıkacağım ben senin? Ayağına dünyayaı sersem gülüşünün hakkını ödeyemez."
Ahu kollarını beline dolayıp, Korhanın kalp atışlarını dinledi. Sonra kısık bir kıkırtı daha çıktı dudaklarından.
"Ne oldu? Niye kuş gibi cıvıldıyorsun?"
"Züleyhayı düşünüyorum."
Korhan geriye çekilip anlamak ister gibi kaşlarını çattı.
"Züleyhayı mı?"
Ahu onaylar gibi başını salladı.
"Eğer hapse düşersek bizi ordan çıkarmanın yollarını bulması gerekecekti. Kocasına da kundakçı diyor. Şimdi senin yeni durumun onu nasıl etkiler çok merak ediyorum."
Korhan da Ahu gibi kısık bir kahlaha attı.
"Asile kundakçı mı diyor?"
Başını iki yana salladı, yüzü gözünün önüne gelmiş gülümsemesi daha da büyümüştü.
"Benim durumum değil ama senin first lady olmanla aşırı eğlenecek. Adana biraz da Züleyha Sulhanın first lady eltisini konuşsun deyişini duyar gibiyim."
Ahu kendini tutamadığı için Korhanın kolunun altına doğru yüzünü saklayıp omuzları sarsılası güldü.
"Asili aramam lazım. En son dava için İstanbul'a geçtiğimde konuştuk. Ahi ve Suhanı söylediğimde kalkıp gelecekti. Zaman istedim ama delirmiştir benden haber alamadıkça."
Ahu geriye çekildi. Gözleri parlamıştı.
"Kardeşlerimizin yaşadığını biliyorlar mı? Züleyha çok ağlamıştı benimle beraber."
"Asile söylediğimde kesin telefonu dinliyordu. Çığlığı tüm evden duyuldu bence."
Ahunun gülümsemesindeki canlılık hiç solmadı.
"Nasıl sevinmiştir? Her şeyi yoluna koyduğumuzda gidelim mi? Çocuklarını da görmek istiyorum hem."
Korhan başını yana yatırıp Ahunun masum isteğini izledi. Düşüncelerinin içerisinde dudağı sola doğru kıvrılmıştı.
"Görelim çocuklarını kelebeğim."
Korhanın kolu Ahunun omzunda babasının odasından çıktıklarında iki çift göz direkt onu buldu. Ahinin dümdüz bakışlarını anlayabiliyordu ama Alparslanın çatılmış kaşlarına mana veremedi.
Yüzüne ters ters bakmış sonra Ahunun saçlarını süzüp daha da çatmıştı kaşlarını. Şifanın kıkırdayıp, dizine vurması da duruşunu değiştirmedi. Umursamazca aynı şekilde bakışlarına karşılık vererek ilerledi. İlk Ahuyu oturtup, kendide yerine geçti.
"Niye geziyorsun uçuş sırasında sen?"
"Alparslan!"
Şifa araya girse de Korhana dik dik bakmayı kesmemişti. O da yetmezmiş gibi Ahi de gözünü dikmişti üstüne.
"Sana ne?"
"Saman ye!"
Bir an sessizlik oldu. Şifa başını çevirip kocasına baktı. Ahunun da kaşları havaya kalkmış otuz yaşında bir adamın düşmemesi gereken duruma nasıl düştüğünü hayretle izliyordu.
"Çocuk musun sen?"
"Niye gezip duruyorsun? Hadi sen geziyorsun bu kızı niye peşinden sürüklüyorsun? Türbülans falan olsa, sağını solunu çarpsa ne olacak? Mecbur tutup tutup çekiştirdiğin elini kırmak zorunda kalacağım sonra dinle Şifa hanımın veryansınlarını!"
Korhan kınayıcı bir bakış attı.
"Çocukmuşsun! Hesap verecek değilim!"
"Alparslan ayıp ama. Karışıp durma!"
Şifa kolunu çimdikleyip, onu durdurmaya çalışmasa oturduğu yerden bir tekme için ayağı yetişiyormu denemek isterdi Alparslan. Sonra kızgın bakışları Ahiye döndü.
"Adam ikizini çekip çekip götürüyor. Bostan korkuluğu musun lan sen?"
Ahi Korhana küskün bir bakış attı.
"Adam yerine koyup dinleyen mi var?"
"Dinleteceksin sözünü! Ses yalıtımı mı var lan burda? Biz niye ilanı aşkını, mıç mıç sevgi gösterini dinliyoruz bunun?"
Korhan geriye doğru yaslandı. Ahunun domatese dönmüş suratını da eliyle kavrayıp göğsüne bastırdı. Dağılmış saçlarını tarar gibi düzelttiğinde Ahunun "seni mahvedeceğim" diye inlediğini duymuştu. Dudağı keyifle kıvrıldı.
"Dinlemeseydin!"
Alparslan öne doğru atılacakken Şifa iki eliyle birden koluna yapıştı.
"Abi ayıp oluyor ama artık! Bende burdayım ya! Suhanla münasebetime ses çıkarırsan bende arıza çıkarırım artık bil yani."
Ahinin tripli tripli kendine bakması, birde surat asması nerdeyse kahkaha attıracaktı ona.
"Gelme şunun oyununa. Seni kızıştırıyor aklınca. Ha bu arada Suhanla olan münasebetine gözümün önünde olduğu sürece tabiki karşı çıkacak, karışacak değilim."
Ahinin şaşkınlıkla ağzı aralanmıştı. Korhan ise karnını çimdiklemekten mosmor etmiş elini kavrayıp, içini öptü. Başını geriye yaslayıp, gözlerini kapatmıştı.
"Uslu dur kelebek, dinlenelim biraz. Şifa kocanın gözlerini üstümüzden çeker misin? Rahatsız edici olmaya başlıyor."
Tüm bunları dingin bir ses, kapalı gözler ve zerre umursamaz bir ifadeyle söyledi. Şifanın kıkırtısı tekrar duyuldu.
"Çok tatlılar Alparslan. İnsanları gözlerinle taciz etmeyi de bırak lütfen."
Şifa Alparslanı sakinleştirirken hiç beklenilmeyen birinden hiç umulmayan kelimeler duyuldu.
"İlahi adalet tecelli ediyor miniğim. Sakinleştirip durma, bana yaptıklarını misliyle ödesin it!"
Duhan elindeki tabletten başını kaldırıp, söylemek istediklerini söylemiş ve işine geri dönmüştü.
Şifanın kıkırtısı artık kahkaha boyutuna evrildi. Gökay Turan bulutların üzerindeki manzarayı izlerken ciddi tutumunu koruması oldukça zordu. Gençken her şey nasıl güzeldi? Tüm derdi, sıkıntıyı kısa sürede olsa geride bırakıp gençlik balıyla doyum hazzına dalabiliyorlardı. Başını Korhanın olduğu tarafa çevirip iç çekti. Atilla gerçekten asla ıskalamıyordu. Başına ne gelirse gelsin yıkılmayacak o adamı birliğe bırakıp, giderken bile ardlarını toplamıştı. Serdar ve onun yaşadığı bir dünyada olsalar çocukları asla böyle büyük dertlerle uğraşmak zorunda kalmazdı. Çünkü zaten her şey rayına oturmuş, hayal edilen düzen kurulmuş olurdu.
****************
Moskova üssü görüş açısına girdiğinde pilotun uyarısıyla kapalı gözleri açıldı Korhanın. Uyumamıştı ama zihni dinlenmişti. Ahuyu kendine yapıştırıp, küçük pencereye doğru uzandı. Altlarında kalan üs bakıldığında bir ahtapotu andırıyordu. Ortada tamamı camdan büyük bir kubbe vardı. Ama sekiz kola ayrılmış kısımlar ortası gibi şeffaf değildi.
"Korhan?"
Ahu kendini çekince Korhan üzerine fazla yüklendiğini fark etti.
"Aşağı bak kelebek."
Ahu da söylenileni yaptı. Yüksekte olmaları üssün sınırlarını görmelerini kolaylaştırıyordu ama büyüklüğü dudak uçuklatacak cinstendi. Fas üssünün görünen kısmı bu kadar büyük değildi. Ama görünmeyenin de nerde başlayıp nerede bittiği belli olmuyordu.
"Üs 148 bin hektar alana kurulu. Küçük bir ilçe boyutlarında diyebiliriz. Yaşamı ve insan varlığını inceleyen her türlü araştırmamız bu üstde gerçekleşir. Donanımlı doktorlar, kimyagerler, genetik ve hücre bilimine hizmet eden tüm meslek gurupları ve aklınıza gelebilecek her türlü insana dair alanın çalışanları burda eğitilir. Üssün lideri Bars Omarova Kırgız Türkü. Hematolog olarak yetişen, üs için büyük emekler veren değerlilerimizden. On yedi yıldır Moskova üssünün liderliğini sırtlıyor. Üs onunla beraber kendini fazlasıyla geliştirdi. Öncesinde Moskova üssünün önceki liderine tıpkı Duhanın bana yaptığı gibi el ayak oluyordu."
Yaptığı açıklama Korhan, Ahu ve Ahi içindi. Diğerleri bu bilgilere zaten hakimdi. Ama Şifanın dikkatini çeken, dayısına bakmasını sağlayan detay Bars Omarovanın ilk kez liderlik öncesi yerinden bahsedilişiydi. Gökay Turanı tanıdığı günden beri hiç bir cümleyi öylesine söylemediğini bilecek kadar akıllıydı Şifa. Dayısının tabletinden ayrılmayan gözlerini yakalamak için bakışlarını üstünde tutmaya devam etti. Duhan sonunda baskıya dayanamayıp başını kaldırmıştı. Şifanın gözlerindeki soruya sadece göz kapaklarını örtüp açarak cevap verdi.
Gökay Turan görevini yapamayacak duruma geldiğinde halefi Duhan Doğru olacak ve Türkiye üssünün yönetimini sırtlanacaktı...
Üsse inildiğinde onları, Bars Omarova karşıladı. Elli yedi yaşında bir adama göre oldukça dinç bir görüntüsü vardı. Korhan Fasta yüzünü gördüğünü ama iletişim kurmadığı için kim olduğunu bilmediğini Ahuya mırıldandı.
Jetin sesi ve kalabalıklaşan ortam yüzünden Tarık iyice kucağında kısılmış, yüzünü Korhanın kolunun altına saklayarak korunmaya çalışmıştı. Yaz mevsiminde olmalarına rağmen ılık olan hava dikkate alınıp, üzerine pike sarmıştı Ahu. Alparslanın yardım teklifini reddedip babasını kucağında taşımaya devam etti.
"Başkan... Hoşgeldiniz. "
"Hoşbulduk kardeşim."
Adam çekik gözlerini sırayla hepsinde dolaştırdı. Korhan ve kucağında gri bir örtüden başka hiç bir şey görünmeyen ama ne olduğunu bildiği görüntüde durakladı.
"Yedi saattir uçuyorsunuz, ilk olarak dinlenmeniz için odalarınıza yönlendirelim sizi. Sonra uzun uzun konuşmamız gerekecek anladığım kadarıyla."
Gökay Turan ağırca başını salladı.
"Evet, çocuklar dinlensin. Biz seninle odanda görüşelim ama."
Adam saygıyla başını eğdi. Onlara refakat eden kişiler eşliğinde ilerlediler. Ahu Ahtapotun kollarından birine girdiklerini gökyüzünden görmemiş olsa anlamazdı. İstemsiz gövdenin Türkiyeyi, diğer sekiz kolunda sekiz üssü temsil edip etmediğini düşündü.
Ahinin kolunda ona destek olarak ilerledi. Bir noktada asansör kullanılmış ve odalarının bulunduğu kata ulaşmışlardı. Yanlarında sadece Şifa ve Alparslan vardı. Duhan ve Barbaros dedikleri adam Gökay Turan ve Bars Omarova ile yanlarından ayrılmıştı.
Şifa kendine yaklaştı.
"Biraz dinlenin Ahu. Yemek geririrler şimdi. Duş almak istersen odada her şey hazırdır."
Ahu, Korhanın kucağında babasıyla girdiği odaya bakıyordu.
"Biz burda ne yapacağız Şifa?"
Tedirgin bir sesle sordu soruyu. Tarık babası için endişeleniyordu. Adam küçücük bir sesten bile ölesiye korkuyorken tarama sürecinde nasıl olacağını düşünemiyordu bile.
"Gözlerim hakkındaki sorunun cevabını almışsın."
Şifanın naif sesi, rahatlatıcı gülümsemesiyle kapıya dikilmiş gözleri karşısındaki kadına çevrildi.
"Aldım ama aklım kabul etmiyor."
Şifanın tebessümü büyüdü.
"Lokman hekimin suya karışarak kaybolan sırrı bir insanın bedeninde geri insanlığa döndü Ahu. Ben, Alparslan, sen, Korhan yaratılış amacımız için çabalarken anlayacaksın."
"Yaratılış amacımız?"
"Sekiz milyar insanın içerisinde senle karşı karşıya duruyor olmamız tesadüf olamaz değil mi? Bir nedeni, bizi bir araya getiren bu sırrın bir planı olmalı."
Ahu ağır ağır başını salladı.
"Tesadüf diye bir şeyin olmadığını artık biliyorum."
Şifanın dişleri görünesi gülümsemesiyle Ahuda tebessüm etti. Eli Şifa tarafından tutulmuş, karnının sol kısmına yaslanmıştı.
"Bak o da seninle aynı fikirde."
Ahu avcunda hissettiği minik hareketle tek hecelik bir kahkaha attı. Diğer elide teklifsizce karnına yaslanmıştı.
"Kızımın teyzesi olmanı istiyordum ama kocam her zamanki gibi dikkatleri üzerinde toplamayı seviyor. Halası olacaksın artık. Orda, o karmaşanın içinde gösterdiğin metanete hayran kaldım Ahu."
Şifanın dupduru sesiyle, böyle kalbine dokunan bir cümle kurması Ahuyu şaşkınca bakmaya itti.
"Ben Michailin Barbaros olduğunu öğrenmiştim ama sen bilmiyordun. Ben ikimize de dokunamayacağından eminken sen kendini bir an bile düşünmeden feda edecek kadar yüce gönüllü bir kadınsın. Kızımın halasına benzemesini çok isterim."
Ahunun gözleri doldu. Her bir kelime ruhunu okşamak için kuruluyordu sanki. Ve inançla bir bebeğin kendi gibi olması için karşısındaki anne dilekte bulunuyordu.
"Ben... Beni kızın için layık gördüğün mertebeye teşekkür ederim. O çok güzel ve güçlü bir kız olacak. Annesi ve babası onu mükemmel yetiştirecek."
"Ve halası..."
Ahu kıkırdadı. Elinin içinde bir hareket daha hissetti ve kıkırtısı büyüdü.
"Ve anneannesi."
Alparslanın gelip Şifanın omzuna kolunu dolaması ve kaşları kalkıp, sırıtan bir ifadeyle Ahu ve Ahiye göz kırpmasıyla Şifa dirseğini sağ boşluğuna geçirdi.
"Veronicaya şöyle deyip durma. Bir gün geçtekten seni zehirleyecek."
"En büyük eğlenceme karışmasanız hayat benim için daha güzel olabilir."
Şifa gözlerini devirdi. Umutta kaldığı süreçte Veronica ile tanışmıştı. Hayatında gördüğü en tuhaf ama mükemmel kadınlardan biriydi. Alparslanın da onunla yaşlanma konusunda sürekli eğlendiğini Şifa aracılığıyla biliyordu.
"En son benim yanımda yemin etti. Bir daha yaşlısın dersen seni asit dolu bir küvete atacakmış."
Ahunun eğlenerek söylediği sözlere Ahi gözlerini iri iri açarak baktı.
"Ne dedi ve Veronica kim?"
Ahu kolunu Ahinin beline dolayıp, yaslandı.
"Beni kıskandığı için deliren kızıl kafalı bir ihtiyar."
"Kırk iki yaşında Alparslan. Abartmasan mı?"
"Bence ben daha kırk ikiyim abi. Kadın çok güzel."
"Bunların doğru olması ona söyleyeceğim anlamına gelmez. Üstelik Barbarosa verilen yeni kadroyu düşündükçe bizim kızıl ejder bastonun kapatması mı olacak? Dünden beri bunu düşünüyorum. Bir ara sormam lazım."
"Alparslan!"
Şifanın tiz çığlığıyla dişlerini göstere göstere sırıttı Alparslan.
"Barbaros konuşacak, ağzını açarken seni köpek kulübesinde yatırırım!"
Odadan çıkan Korhan dikkatlerini çektiğinde Alparslan "hiç eğlenceli değilsiniz" diye söyleniyordu.
Korhan hiç biriyle konuşma zahmetine girmeden Ahu ve Ahiyi onlar için ayrılan odaya bıraktı. Daha fazla zaman kaybetmesi mümkün değildi. Nerdeyse iki günden fazla zamandır Suhan ve annesini arayamamıştı. Onların şu an merakla delirdiğini hissedebiliyordu.
Ahi ve Ahuya babasıyla ilgili güvendiği sadece ikisi olduğunu söyleyip, hemen döneceğinin sözüyle odadan çıktı. Alparslana bir bakış atmış, onu başkana götürmesini söylemişti.
Biran önce evine gidip annesini ve kızkardeşini alması gerketiğini söyleyen adama dinlenmesini tavsiye etseler de Korhanın kaybedecek zerre zamanı yoktu. İlk olarak Umuta geçip ordan helikopterle Manisa'ya gitmesi teklif edilmişti ama annesinin ne denli korkacağı aklına gelince duraksadı.
Bars Omarovun yeni nesil, hibrit bir uçakla misafirlerini buraya ulaştırabileceği teklifi içini bir miktar rahatlatmıştı. Annesi uçaklardan korkuyordu ama şu aşamada başka şansı yoktu. Hibrit uçak daha az ürkütücü olacaktı.
Dört saatlik bir uçuş sonrasında akşam saat on biri gösterdiği süreçte Adnan Menderes havaalanına uçak iniş yaptı. Yaklaşık kırk dakikalık bir kara yolculuğu sonrasında Korhan evinin kapısına ulaşmıştı. Saat gece yarısını gösterirken ayakları titreyerek bahçe kapısını araladı.
Evine bir kez daha baktı. Bahçeyi aydınlatan küçük lambalarda dolaştı gözleri. Önceden bu eve geldiğinde bir zamanlar mutlu olduğu anları hatırlar, yaşadıklarının aklının sanrıları olmadığına ruhu ikna olurdu.
Şimdi her şey değişmişti. Onun doğup büyüdüğü ev on dört yıla sıkışmış, Korhana çektikleri azabı hatırlatır gibi dikiliyordu karşısında.
Annesinin bahçedeki sandalyeye oturup demir kapıyı izlediği anlar canlandı gözünde. Suhanın çocuk aklıyla babası için yaptığı, evin duvarlarına yapıştırdığı resimler hâlâ oradaymış gibi canını yaktı. Okuma yazmayı öğrendiğinde seni çok özledim baba yazmıştı. Babasının gökyüzünden göreceğine inanıp birde Korhana yalvararak yazısını ağaç tepesine astırmıştı. Gökyüzüne ne kadar yaklaşırsa babası yazısının güzelliğini daha çok görecekti. Korhan göremez diyemedi. Babasının hiç göremeyeceği yazıyı portakal ağacının en üst dalına bir bayrak gibi bağladı.
Bu ev artık Korhanın sığındığı limanı olmaktan çıkmıştı. Babasının yokluğunda, onun hatıralarını saklayan ev, babasının varlığıyla acılarını yüzüne çarpmıştı. Düğümlü bir boğazla eli kapıyı tıklatmak için uzandı. Duruşunu dikleştirdi. Kapıya doğru koşturan adımları duyduğunda gözleri kapanıp açılmış, derin bir nefes almıştı.
Suhan kim olduğunu bile sormadan hızla kapıyı açtı. Annesi peşinde, merakla gelene bakıyordu.
Suhanla göz göze geldiğinde yüzünde büyüyen gülümsemeye karşılık verdi. Üzerine atılan küçük bedeni sıkı sıkı sardı.
"Nerde kaldınız? Uyku uyuyamadık annemle. Of abi öldük meraktan."
Suhan geri çekildiğinde gözleri parıldayarak ardına baktı.
"Ahiyle Ahu nerde?"
Suhan hâlâ merdivenden çıkacak iki kişiyi bekliyordu.
"Korhan... Anneciğim çok şükür geldiniz. Geç oldu hadi girin yavrum."
Suhan öylece ardına bakıyordu. Onu ilk gördüğünde yüzünde açan gülümseme kaybolmuştu.
"Nerdeler? Niye yoklar?"
Sesindeki titremeyle Korhan elini kavradı hemen.
"Biz gideceğiz yanlarına su damlam."
"Niye gelmediler? Bir şey... Bir şey mi oldu? Ahiye mi bir şey oldu? Ahu mu? NİYE GELMEDİLER?"
Suhanın sona doğru yükselen sesiyle kolunu boynuna sararak kendine çekti kardeşini.
"Bir şey yok bebeğim. İyiler ikisi de. Yemin ederim iyiler. Biz gideceğiz."
"Ahi hemen geleceğim dedi. O bana söz verirse tutar. Niye gelmedi?"
"Korhan? Ne oldu annem, çocuklar niye yok? Allahım... Bişer şey mi oldu Korhan, sen niye yalnız geldin?"
"İçeri geçelim annem. Hadi konuşmamız lazım. Korkmayın ama kötü bir şey yok. Çok... Çok güzel bir şey var. Hadi su damlam, korkma yok bir şeyi. İkisi de iyi. Ahu kötü olsa ben böyle sakin olur muyum?"
Suhan araştıran gözleri, boncuk boncuk yaşlarıyla abisinden ayırmıyordu bakışlarını.
"Yok olmazsın tabi. İyiler? İyiler yoksa sakin olmazsın sen. Ama niye gelmediler? Annemle iki gündür kapının önünde bekledik sizi."
Korhan iç çekip Suhanı kendiyle beraber yürüttü. Salona girdiğinde evin dışının onu üşüttüğünü hissetmişti. Ama babasının fotoğrafının asılı olduğu salon tüm ruhunu donduracak kadar irkiltti onu. İlk kez ayakları biran önce burdan çıkmak, uzaklaşmak istedi.
Annesinin ve Suhanın tedirgin bakışlarına zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi.
"Hazırlanmanızı isteyeceğim sizden. Bir yere gitmemiz lazım."
Nurperi hiç bir şey anlamıyordu. Suhanın da karışan aklı onunla aynı durumdaydı.
"Nereye annem? Ahuyla Ahiye mi? Nerde ki onlar? Keşke gelselerdi. Ben su böreği yapmıştım. Ahi çok seviyormuş."
Korhan derince bir nefes aldı. Şu sabırsız haline babasını şimdi söylese ona ulaşana kadar çekeceği azap gözünde canlandı sanki. Ve itiraf etmek istemese de korkuyordu. Annesinin, Suhanın nasıl bir şaşkınlık, şok yaşayacağını aklı zihninde canlandıramıyordu.
"Bir... Bir sürprizimiz var bizim size. O yüzden hemen hazırlansanız olmaz mı? "
"Ama nereye gideceğiz abi?"
Korhan yine yutkundu.
"Oda sürpriz olsun su damlam. Yanınıza küçük bir çanta alın olur mu? Ne kadar kalacağımız belli değil. Lazım olabilecek ilk şeyleri alsanız yeter, ihtiyaçlarınızı ben ordada hallederim sonra."
Nurperi sırf oğlu böyle istiyor diye sorgulamamış başını sallamıştı ama Suhanın tedirgin bakışları yüzünden ayrılmıyordu.
"Abi?"
Korhan başının ardını eliyle kavrayıp, şakağına dudaklarını yasladı.
"Bana yardım et su damlam. Uçağa binmemiz gerekecek, annem korkmasın diye abine el uzat."
"Abi ne olur bir şey söyle? Kötü bir şey..."
"Kötü değil bebeğim. Yemin ederim kötü değil."
Suhan ağabeyinin çaresizlik kokan sesiyle geriye çekilip, tedirgin kehribarlarına baktı. Onu ilk kez böyle görüyordu. Bir şey söylemeden başını onaylar gibi sallayıp, odasına doğru yürüdü. Ağabeyinin dediği gibi küçük bir çanta hazırlamış, öylece eline ne gelirse düşünmeden koymuştu. Aklı sürekli Ahi diye mırldanıyor, Ahunun adını sayıklıyordu. Tek sığındığı dal ikisinden birine bir şey olmuş olsa ağabeyinin böyle sakin durmayacağıydı.
"Ama hiç bir şey söylemiyorsun Korhan. Ben merak ederim. Nasıl bekleyeyim şimdi ben?"
"Gidince kendi gözlerinle gör istiyorum."
"Ne kadar gideceğiz? Yani kaç dakika sürer?"
"Dakikadan biraz fazla. Dört saat diyelim biz ona."
"Olmaz! Vallahi billahi olmaz. Ben duramam o kadar Korhan. Azıcık kulağıma bari söyle."
Korhanın dudakları kıvrıldı. Üç güçlü öpücüğü saçlarına kondurdu. Üzerinde, giydiğinde annesine çok yakıştırdığı gömlek elbiselerden biri vardı. Eteklerine doğru küçük küçük puantiyelerin olduğu elbiseyi sanki bilirmiş gibi birde sanbahar renklerinden seçmişti. Babasının ona en yakıştırdığı renkler...
"Gitmemiz gerekiyor artık. Uçakta uyuyup, dinlenmenizi istiyorum."
Nurperinin gözleri iri iri açıldı.
"Uçak mı? Uçak olmaz Korhan. Vallahi olmaz. Korkuyorum bal oğlum, binemem ben ona."
Korhan gelmeden önce rica ettiği ilacı gömlek cebinden çıkardı.
"Bu seferlik benim için dayanacaksın annem. Gideceğimiz yer arabayla gidilemeyecek kadar uzak. Ama bizim biran evvel orda olmamız lazım. Bu ilaç seni rahatlatacak, sakinleştirecek tamam mı? Korkunu hafifletecek. Hem sandığın gibi yüksek sesli bir uçak da değil. Oğluna güveniyorsun değil mi?"
Nurperi alt dudağını kemire kemire elindeki ilaca baktı. Tedirgin gözleri ilk Korhan sonra Suhana çevrilmişti. Suhan öğrendiği bu yeni bilgiyle sadece abisine bakıyor, içini sarmaya çalışan karanlıktan hızla kaçan yolları arıyordu.
"Suhan da korkar ama Korhan. O da sevmiyor yüksek yerleri."
"O da bir tane içer o zaman annem. Geç kalıyoruz, hadi yardımcı o bana."
Suhan hiç sesini çıkarmadan mutfağa gitti ve bir bardak suyla döndü. Emine de öylece köşede neler oluğunu sakince izliyordu. Korhan evden çıkmadan önce Emineye evi emanet etmenin dışında hiç bir şey söylemedi. Araç onları tekrar havaalanına taşıdı. İlaç etkisini göstermeye başladığında Nurperinin ardı ardına ama hemen hemen hepsi birbirinin benzeri soruları yavaşladı.
Uçağa binerken yaşadığı tedirginlik Korhanın onu sakinleştiren, yatıştıran sesiyle geri çekildi. Suhan çok sessizdi. Yüzünde his namına bir şey yoktu ama başına gelebilecek olumsuzluklarda ilk dağılan olacakmış kadar naifti de. Korhan ara ara elini kavrayıp, sıkıyor, endişelenmemesi için ona güven veriyordu.
Nurperi uyudu. Suhan ise öylece gecenin karanlığında yer yüzünden minik minik parıltıların göründüğü dünyayı izledi. Korhan sadece ne diyeceğini düşünüyordu. Annesi ve kardeşi babasını görmeden nasıl cümleler kurarsa onları en az darbeyle yüzleştirir hesaplamalar içindeydi.
Sabaha karşı Moskova üssüne iniş yaptıklarında. Gündüze ılık sayılacak hava oldukça soğuk olmuştu. Korhan uçaktan inerken yeni yeni uyanan annesini kendine iyice yapıştırdı. Suhan ise pantolon kemerinden tutmuş onu takip ediyordu. Merdivenden indiği sırada aydınlatılmış alanda Ahu ve Ahiyi gördüğünde saatlerdir içini boğan sis dağıldı. Yüzündeki durgunluk silindi ve gülümseme bir akşam sefasının açılışı gibi canlandı.
Medivenden iner inmez Ahi diye bağırarak kendi için açılan kollara koştu. Ahi bedenine sıkı sıkı dolanan ve sürekli bir şey oldu sandım diye sayıklayan kızı içine sokar gibi sarmaladı.
"Burdayım bebek surat. Çok özlemişsin beni."
"Çok özledim. Öyle çok özledim ki azıcık bile uyuyamadım biliyor musun? Abimi görünce kapıda... Aklımı kaybedecektim Ahi."
"İyiyim bal surat. Korkma, hepimiz çok iyiyiz."
Ahi geri çekildiğinde yanında bekleyen Ahuya atıldı bu kez.
"Niye sizde gelmediniz? Ödüm koptu. Of Ahu, çok şükür Allahım."
"Hişttt... Yok bir şey. "
Ahu sarıldığında titrediğini hissetmişti. Elleri ısıtmak ister gibi sırtını okşayı.
"Ne kadar sıkmışsın kendini. Titriyorsun Suhan. İyiyiz güzelim. Rahatla olur mu?"
Suhan gülümsese de kontrol edemediği yaşlar yüzünden aşağı akıyordu. Ahu daralmışlık hissi geçince gelen o rahatlamanın göz yaşı olarak nasıl aktığını bilirdi. O yüzden şefkatle baktı kollarındaki kıza. Islak yüzünü eliyle kuruladı.
"Hadi bırak beni de anneme de sarılayım, bende çok özledim ikinizi."
Suhan geri çekildiğinde uykudan tam ayılamamış Nurperiye baktı.
"Ahum..."
"Annem..."
Korhanın kollarından çekip bu kez Ahu sarmaladı Nurperiyi.
"Annecim niye geldik biz buraya? Hiç sevmiyorum ben bu uçakları Ahu. Evimize gelseydiniz güzel kızım. Soğukmuş bura Ahu. Üşüdün mü annem, kolların buz gibi."
"Yok... Endişelenme iyiyim. Korktun mu uçaktan? İyi misin?"
Nurperi etrafta gözlerini dolaştırırken iyiyim diye mırıldandı. Evine gelen iki kişiyi gördüğünde yüzündeki tebessüm de büyümüştü.
Şifa tatlı tatlı gülümseyip, el sallarken Alparslan başıyla selam vermişti.
Nurperi bu kez etrafı ürkek bakılakrla taradı. İri iri adamlar vardı sağda solda.
"Bura nere Ahu? Biz hiç gelemedik buraya."
Ahu soruya cevap veremeyeceği için Korhan baktı.
"Sana su böreği yaptık Suhanla beraber. Ama yanımıza almayı unuttum Ahi."
Ahi yüzünde ölçülü bir tebessümle yaklaştı. Elini tutan Suhanı da peşi sıra çekti. Uzanıp yanağına minik bir öpücük bıraktığında Nurperi kıkırdamıştı.
"Yine yaparsın bana, bende tüm tepsiyi yerim olmaz mı?"
"Ay yapmam mı kuzum? Çok güzel yaparım hemde."
"Hadi içeri girelim annem. Üşüyeceksin sen. Üzerine hırkanı da giymedin."
"Ama sıcaktı Korhan. Burası soğukmuş."
Korhan bir yanına Ahuyu diğer yanına annesini alarak yürümeye başladı. İçinde hem tarifsiz bir heyecan hem de dilini uyuşturan bir korku vardı.
Saatler önce yürüdüğü yolu bir kez daha yürüyüp, asansörle odalarının olduğu kata geldiler. Korhan babasını bıraktığı odanın kapısına bakmış, omurgasını uyuşturan bu hissi kontrol etmek için derin nefesler almıştı. Ahunun açtığı kapıyla içeri girdiler.
"Sürpriz nerde Korhan? Hep beraber tatil mi yapacağız yoksa? Ama bura nere ben anlamadım ki. Hangi şehirdeyiz biz?"
Ahi Suhanı kendine iyice yasladı. Korhan ise kardeşi ve annesine bakıp tekrar derin bir nefes aldı.
"Türkiyede değiliz anne, Rusyadayız biz şu an."
Suhanın iri iri açılmış gözleri ve Nurperinin anlamsız bakışlarıyla duraksadı.
"Sana birini getirdim anne."
Sesi titrediğinde Ahunun eli sırtına dokundu. Ahi ise Suhanı iyice koluyla kendine yapıştırdı. Nurperi sadece oğlunun an an yaşarmaya başlayan gözlerine bakıyordu. Ne olduğunu bilmiyordu. Korhan ne için onları buraya taşıdı gecenin bir vakit zerre fikri yoktu. Ama Korhanın dolan gözleri burnunun kemiğini sızlattı. Zaten Nurperinin çocukları azıcık üzülse Nurperi saatlerce ağlardı.
"Annem. Korhanım... Ne oldu bal oğlum?"
"Çok uzun zamandır yolunu gözlediğini sana getirdim annem."
Korhanın sol gözünden kayan yaşla beraber Nurperinin iki gözü birden damladı.
"Korhan?"
"Bir fotoğrafa dönmesi için yalvarmayacaksın annem."
Odanın içinde Korhandan hariç bir ses duyuldu. Suhanın kısık hıçkırışı ve elinin ağzına kapanışıyla gözleri yanında öylece bekleyen kardeşine çevrildi. Suhanın badem gözleri iri iri açılmıştı. Başını iki yana sallıyor, feryat eder korkusuyla eli ağzını meskenliyordu.
"Mektup yazık, balonla gökyüzüne uçurmayacaksın su damlam. Ne istiyorsan artık sen söyleyeceksin."
Suhanın titremesi arttı. Sadece ağabeyine bakıyordu ama dedikleri aklını oynattıracak kadar imkansızdı.
Korhan yine annesine çevirdi yüzünü. O hâlâ sözlerindeki maksadı çözmemişti.
"Sana babamı getirdim annem."
Nurperinin gözününden bir damla daha yaş kaydı. Dudakları aralandı. Alt dudağı titredi. Zerre hareket etmiyor, nefes dahi almıyordu.
"Onu bizden çalmışlar annem. Biz bulup, sana getirdik."
Ahu tırnakları avuçlarını yaralayacak kadar sıkı yumruklarla her biz sözün ağırlığını yükleniyordu sanki. Gözleri sürekli Suhan ve annesi arasında gidiyor, kalbi dışarı çıkmak ister gibi göğsünü yumrukluyordu.
"Korhan..."
İnilti gibi adını seslendi. Başı soluna düşmüş, kandırma beni der gibi bir masumiyet örtmüştü adının harflerini.
"Ama senin bıraktığın gibi değil. Özür dilerim sana onu hatırladığın haliyle getiremedim. Affet annem."
Nurperinin dudaklarındaki titreme arttı.
"Tarık mı? Kandırma ne olur beni Tarık mı geldi?"
Suhanın hıçkırık seslerinin içine Ahunun kendini tutmaya çalıştığı iç çekişi karıştı.
"Benim Tarığım mı geldi?"
Korhanın kelimeler tükendi sanki. Yeni bir damla daha kaydı sakallarının arasına.
"Ama kandırırsan sana küserim Korhan. Sahi benim Tarığım mı geldi?"
Bir çocuk masumiyetiyle inanmak isteyen kalbi, aynı zamanda şaka olmasının korkusuyla sevinemiyordu ki. Dişleri titriyor, dışardan duyulacak kadar ses çıkarıyordu. İki eli göğsünün üzerinde toplanmış, ne yapacağını bilemeyen kalbini örtüyordu.
"Vallahi mi Korhan?"
Yaşlar çoğaldı. Oğlunun yüzünü seçemeyecek kadar yoğunlaştı. Boğazında yumru olan hıçkırık sonunda çıktı.
"Yalan söylemezsin ki... Sen bana yalan söylemezsin."
"Abi..."
Suhanın fısıltıdan farksız sesiyle Korhan zorlu bir nefesi ağzından aldı.
"Babamız yan odada su damlam."
Nurperi dermansız kaldığında geriye doğru sendeledi ama Korhan hemen kavradı bedenini. Vücuduna yapışan zayıf beden tirtir titriyordu. Ahi tutmasa Suhanın da bacakları onu taşıyacak kadar güçlü değildi.
"Götür beni Korhan. Tarık nerde? Hadi götür."
"Anne bilmen gereken bir şey var."
Nurperi geriye çekilip, sabırsız bir halde oğluna baktı.
"Sonra söyle. Tarığı göreyim ne olur? Sonra söylersin, dinlerim seni ama bir kere göreyim."
"O bizi hatırlamıyor anne. Çok hastalanmış, hiç birimizi tanımıyor."
Nurperi duraksadı. Nasıl tanımazdı? Korhan yanılıyor olmalıydı. Oğlu da tabi şaşırmıştı. Nurperi gibi onun da aklı gitmiş, kafası karışmıştı.
"Tanır. Tanımaz olur mu hiç? Sen şimdi biraz şey oldun ya. Tanır Korhan. Bir kere görsün beni hemen tanır."
"Anne çok hasta olmuş..."
Korhanın çaresiz bir feryatla ettiği cümleye Nurperi tekrar ağlayacak oldu ama başını iki yana salladı.
"Yok... Tamam ben bakarım ona. İyi ederim hemen. Tamam geldi ya. İyi ederim ne olacak? Niye gelememiş Korhan?"
Sanki yanlış bir soru sorsa kaybedecekmiş gibi eli ağzını kapattı.
Birde Korhanın gözkerindeki acı bin pişman etti sorusuna.
"Yok yok demedim bir şey. Geldi ya demedim. Hastaymış, ondandır. Ben iyi edeyim bir konuşuruz her şeyi. Gözümü ayırmam hiç üstünden. Hadi götür beni."
"Anne..."
Korhanın can çekişen sesiyle bu kez atılıp oğlunun yüzünü sevdi.
"Üzülme. Üzülme bak sen bana dünyaları verdin. Üzülme güzel yavrum, sormuyorum bir şey."
"Kıymetlim... Seni tanımazsa üzülmeyeceksin. Dediğin gibi şimdi hasta ama iyi olacak. Üzülmek yok tamam mı?"
"Allah aşkına Korhan. Beni kocama götür. Bak öleceğim şimdi ne olur beni Tarığıma götür. Ben onu iyi ederim."
Korhan ne yapacağını bilemez bir halde kardeşi ve annesine baktı öylece. Tekrar sırtına dokunan elin varlığıyla düşmüş omuzlarını dikleştirdi.
"İyileşecek. Sana söz veriyorum iyileşecek ama üzülmeyeceksin olur mu?"
Sanki üzüntüsünü görse Nurperiyi götürmeyecekmiş gibi Nurperi hemen yüzünddeki yaşları sildi. Dudakları kocaman bir gülümsemeyle iki yana ayrıldı.
"Yok üzülmem. Üzülür müyüm hiç? Tarığım geldi üzülmem ki hiç. Sende üzülme, gelmiş ya... Sonunda gelmiş başka ne isterim Allahtan?"
Korhan ağrı ağır başını salladı. Annesini sol kolunun altına alırken Suhanı da sağ koluyla çağırdı. Suhanın küçüldükçe küçülen bedenini sıkıca kavradı. Ahu ise Ahinin uzattığı eli tutmuş, peşleri sıra üçünü takip etmeye başlamıştı.
Yanlarında kalan odanın kapısına geldiğinde Korhan kulpa uzandı.
"Uyuyordur belki..."
Mırıldanır gibi kendi kendine konuştu. Kalbi ağzından çıkacakmış gibi atan Nurperi ise sadece Korhanın ona vaad ettiği cennetin düşüyle kapıya bakıyordu.
Kapıyı araladığında dün sabah olduğu gibi babası yine öne arkaya sallanır bir vaziyetteydi ama en azından yataktaydı. Açılan kapıya anlık bakmış ve hemen başını kucağına eğmişti. Suhanın hıçkırışı yükseldi. Elinin örttüğü ağzı, boğazındaki sesleri saklayamıyordu.
Nurperi ise öylece donmuş gibi yatakta oturan adama bakıyordu. Tarığın kaçamak bir bakışla tekrar kendilerine dönen suratıyla nefesi ciğerinde hapsoldu.
Yüzünde ağlamak ve kahkahalarla gülmek arasında sıkışmış bir ifade vardı.
"Yalan değil..."
Kendi kendine konuşur gibi mırıldandı. Çok zayıftı. Korhan bir an bile annesinden gözlerini ayırmadı. Göğsünde topladığı elleri iki yana düşmüş, eteklerini avuçlamıştı. Sonra ne yapacağını bilemez bir halde ağzının üstüne kapanmış yine olduğu yerde duramayı, öylece yumruk olmuşlardı.
"Yalan değil..."
"Annem..."
"Uyudum mu ki? Yalan değil..."
Çenesindeki titreme güçlendikçe Korhanın kalbi sıkıştı. Suhanın babam diye mırıldanmasıyla gözleri yine yanarak doldu.
"Benim Tarığım geldi. Çok zayıf. Hiç yemek yememiş. Tabi hasta olur hiç yememiş ki."
Nurperi iki adım attı öne doğru ama yine şaşkın bedeni neye karar vereceğini bilememiş olacak ki bir adım geriledi. Aklı, kalbi öyle bir karmaşadaydiki hiç bir organı beyninin emirlerine uymuyordu.
"Sonunda bana geldi. Hasta etmişler gönül şenliğimi. Bizden de uzakta üzülmüş hep."
Nurperi yatakta öylece sallanan adama doğru hızla ilerledi.
"Ben geldim Tarık. Bak ben geldim."
Bir anda kollarını doladığı adam çırpınıp uzaklaşmaya çalışsa da Nurperi doladığı kollarını açacak gibi değildi.
"Annem... O seni hatırlamıyor, yapma böyle korkuyor şimdi."
Nurperi Korhanın sesini duysa da umursayacak halde değildi. Kendinden uzaklaşmaya çalışan ve iniltili sesler çıkaran adama bir kez daha bakmak için geriye çekildi. Ama elleri suratını sıkıca kavramıştı. Yüzü ne kadar zayıftı. Çizgiler dolmuştu her yerine. Ama gözleri ordaydı. Nurperinin ilk gördüğünde rengini bir türlü anlayamadığı, mücevheri andıran gözleri karşısındaydı işte. Kontrolsüz bir kahkaha doldu odadakilerin kulaklarına. Yüzüne aşağı akan yaşlara inat kocaman gülümsedi.
"Benim Tarık. Nurperinim ben senin. Çok özledim Tarık."
Tarık kafasını kurtarmak ister gibi başını iki yana salladı yine.
"Hayır hayır dur ne olur. Çok özledim. Bak benim. Korhan hatırlamıyor diyor, şaşkın bizim oğlumuz Tarık. Senin beni unutacağını sanmış."
Tarık iyice kısılmıştı. Kendini kurtaramadıkça boyun eğecek gibi hareketleri yavaşladı.
"Bir kere bile... Sana yemin ederim o mezara bir kere gitmedim. Benim kalbim bilmez mi hiç? Senin olmadığın dünyada atarmı? Öldü dediler birde. Seni saklamışlar benden. Ama ben bildim, hep bildim. İnanmadılar bana Tarık. Allahım şükürler olsun. Allahım sana şükürler olsun bak bana. Bir kere bak hemen hatırlayacaksın."
Tarık tekrar ellerinden kurtulmak için Nurperiyi itmeye çalıştı. Nurperi ise uzaklaşacak korkusuyla kollarını boynuna dolayıp, kendinden kaçmaya çalışan adamı sıkıca kavradı. Tarığın debedelen hareketleri duraksadı. Nurperi bunu anladığında yüzünü görmek isteyen gözlerinin arzusuna dayanamayıp geri çekildi.
"O kadar çok şey oldu ki Tarık. Çocuklarımız kocaman oldu. Çok özledim seni. Korhan avukat oldu, söylediler dimi sana? Suhanımız büyüdü, bak ne kadar güzel. Her gün anlattım ama ne olduysa. Duydun değil mi Tarık?"
Tarık söylenilen hiç bir şeyi duymamış gibi öylece baktı. Korhan babasının durulmuş, sakinleşmiş yüzünden gözlerini ayırmıyordu.
Hiç birinin beklemediği bir şey oldu ama. Tarık kendi isteğiyle Nurperiye doğru başını uzattı. Boynuna doğru sesli iki nefes aldı sanki. Ahunun gülümseyen dudakları ve dolu dolu gözleri bu manzarayı bir sihiri izler gibi izliyordu. Koku hafizası diye mırıldandı kendi kendine. Her şeyi alsalar insandan alamayacakları tek hafızanın mucizesine tanık oldular hep beraber.
Tarık bir kez daha uzanıp Nurperinin boynunu kokladı. Kendini tehlikeden koruma refleksi durulmuş, sakinleşmiş bir halde yorgun başını omzuna bıraktı.
"Badem çiçekleri açacak..."
Mırıltıyla kendine fısıldadığı cümle ilk kez daha sesli bir halde, herk
esin duyacağı şekilde dile dökülmüştü.
Nurperi ise tam bu an içi katılırca ağlamaya, boynuna sığınmış, zayıf bedene sıkı sıkı sarılmaya başladı.
"Sen geldin... Sen sonunda bana geldin ya Tarık. Tüm kuru dallarım tekrar çiçek açacak..."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
63.8k Okunma |
7.2k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |