46. Bölüm

GÖK KUBBE & HÂVİYE

ORENDA
orenda

 

 

 

 

Zor bir bölüm ama altından kalkar gibiyiz. Keyifli okumalar🦋🤍

 

HÂVİYE: Cehennemin yedinci katı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir insan hayatı boyunca kaç farklı sınavdan geçer?

 

Bu sorunun mutlak bir cevabı var mıdır? Tüm hayatı bir sınav üzerine kurulmuş Korhan Yıldıray ya da dehşetle aralanmış gözleri iki yüz arasında gidip gelen Ahu Nar Saruhanlıda yoktu soruya cevap.

 

Adında ateşi taşıyan adam, ateşle tanıştığında ilk yanmıştı. Sonra o ateşin içinde kalmayı kabullenmiş, alışmaya çalışmıştı. Ama her şey nihayete erdiğinde o ateşin yönetilebilir olduğunu fark edip, onu yakan ateşi eğitmişti. Kendiyle bütünleştirmiş, bir parçası haline çevirmişti.

 

Onu bu kadar zor yollarda yürümeye iten şey gerçekten kaderi miydi? Yoksa o kadere yön veren koşullardan dahi habersiz oluşu muydu?

 

Korhan babasının kemikleri belli olan, zayıf yüzüne bakarken kendine tek bir şey soruyordu. Bunu hak etmek için ne yapmışlardı...

 

Dudakları tekrar "baba" diye mırıldandığında sağ ayağı da bilinçsizce öne doğru adımladı. Ama adımını havada asılı bırakan cılız boynuna dayanan incecik bir kılıcın ucuydu.

 

"Çok acelecisin avukat. Sabır konusunda birliğin hiç özen göstermemiş sana. Heyecanını anlıyorum ama babanla kaliteli bir baba oğul saati için ortadaki küçük pürüzleri kaldırmamızı beklemelisin."

 

Nefret yüklü gözleri, öne arkaya düzenli bir devinim sağlayan bedenden uzaklaşıp, hasmına döndüğünde kehribarları öfkeyle kararmıştı.

 

Ona keyifle bakan yüz, hayatta nefret ettiği her şeyin toplamından daha çok öfkeye sürüklüyordu Korhan'ı. Korkusunu yansıtmamak için iradesini sonuna kadar kullanarak tekrar bakışlarını babasına çevirdi. Kılıç tenine değmeye o kadar yakındı ki Korhan'ın omurgasından aşağı ince bir sızı olarak kayıyordu ürperti.

 

"Bana bu kadar öfkeli bakma lütfen Korhan Yıldıray. Sonuçta ben sana babanı getiren adamım. Bu umarım senin açından hak ettiği değeri görür."

 

"Elindekini uzaklaştır ondan!"

 

Korhan dudakları kıpırdayan, odaksız bakışlarını sabit bir noktada tutan babasından ayıramıyordu gözlerini. Ona ne yapmışlardı böyle, kanı düğümlendi.

 

"Bir süre böyle iletişim kuralım lütfen. Herhangi bir anlaşmazlıkta..."

 

Yarım bıraktığı cümlesinin peşinden kılıcın ucunu saniyelik boynuna değdirmiş, Tarık'ın sakınır gibi omuzlarını kaldırıp, boynunu içeri gömüşünü seyretmişti. Dehşetle tekrar öne doğru adımladı.

 

"-cık -cık -cık... Bence ben izin vermeden hareket etmek konusunda bu kadar istekli olma. Nezakete bayılırım ama karşılığını alamazsam biraz öfkelenebilirim."

 

Uyarı çok keskindi, çok gerçek ve Korhan'ın dişlerini titretecek kadar korkutucuydu. Onu bunca yıldan sonra bulmuş olmasına sevinemiyordu. Kaybetmeye yakınlığı, iliklerine kadar korku salıyordu içine.

 

Sadece bir kılıç darbesi! Minik, küçük bir hamle ve tekrar en başından bir yıkım...

 

"Ona kavuştuğun gün tekrar kaybettiğin gün olmasın lütfen. Tüm kalbimle söylüyorum ki gerçek bir baba oğul kavuşması izlemek için çok uzun zamandır bekliyorum. Bu lezzetten mahrum bırakılmayı hak etmiyorum."

 

Korhan derin bir soluk aldı. Ahunun eline yavaşça uzanan eliyle babasındaki bakışları çekildi. Ahu kararlılıkla karşısındaki adama bakıyordu. Ama avuçlarının içindeki ter, Korhan'ın tenine bulanmıştı.

 

"Ne istiyorsun?"

 

Ölçülü bir kahkaha duyuldu ilk. Sonra da kademe kademe kısılırken bir kıkırtı hissi uyandırdı kulaklarda.

 

"İşte bu yüzden sana çok hayranım. Onun kendini toparlayamayacağını düşündüğün her an bu görevi üstleniyorsun. Ve gerçekten taktir edilmeli ki aylardır bunu çok iyi başarıyorsun."

 

Ahu içindeki kaosu saklamak için nefes almayı bile kendine yasaklamıştı. Zerre zayıflığını yansıtacak tek bir kas seğirmesine izin vermedi şu an. Korhan'ın yaşadığı şokun yanı sıra Ahu da aklını yitirmediğinden emin olmaya çalışıyordu.

 

"Ne istediğini söylemedin hala!"

 

Asil ejder ailesinin son ferdi, hiç soruyu duymamışçasına başını soluna yatırıp Ahuyu baştan ayağa süzdü.

 

"Çok merak ediyorum siyah saçlı, güzel kız... Sen olmasan şu noktaya yine bir şekilde ulaşırdık ama karşımdaki adam aynı kişi olur muydu? Bu soruma cevap verecek misin?"

 

Ahu çenesini bir iki santim daha havaya dikti.

 

"Sanmıyorum!"

 

Yine bir kıkırtı sessiz ortama yayıldı.

 

"Değil mi? Bende tam öyle düşünüyorum. Kız kardeşinin kaybı onu daha sefil bir hale getirirdi değil mi?"

 

Ahu başını iki yana salladı. Gözlerini ona bakan adamdan azıcık bile çekmiyordu. Hatta bir zayıflık emaresi sayılır düşüncesiyle göz kapakları siyahlarını örtme cüreti bile göstermiyordu.

 

"Ben onun insani yanını hayatta tuttum. Eğer ben olmasaydım muhtemelen çok daha erken bir karşılaşma yaşardınız ve bu karşılaşma sonunda yaşıyor olmazdınız. Onu tanımadığınızı söylediniz, o kadar haklısınız ki! İçinde yatan yırtıcıdan zerre haberiniz yok."

 

Adamın dudakları gerildi. Ahuya ilk baktığında, güzel renkleri olan bir tabloyu izler gibi seyrediyorken şimdi bir bilmecenin ip uçlarına odaklanmış gibi düşünceliydi.

 

"Aranızdaki güven... Gerçekten muazzam. Bir erkeğin bir kadının gözünde ulaşabileceği en üst katmandasın Korhan Yıldıray. Şansın beni imrendiriyor."

 

Sonra bakışları artlarında öylece onları izleyen Alparslan ve Şifaya döndüğünde yüzündeki o düşünceli ifade hızla kırıldı. Dişleri görünesi şekilde gülümsedi.

 

"En son ikinizde bu kadar büyük bir aşk görmüştüm. Çok ilham vericisiniz."

 

Şifanın tek kaşı kalktı. Gözlerindeki kahve diğer renklere baskın gelecek kadar genişlemişti.

"Ve benim aşkımın sana ne yaptığını unuttun öyle mi? Hafızan için çok kıymetli bir şey hediye etmiştim oysaki sana! Bazı zamanlar... Canını yakıyor olmalı!"

 

Adam, Şifanın sözleriyle gerçek bir duygu yansıttı. Bu ilkti. Öfke gözlerinde alevlendi, büyüdü, yüzünü örttü. Küçük bir kız tarafından düşürüldüğü tuzak aylardır kemiklerine kadar eziyet ediyordu ona. Kırılan onuru ve hapsedildiği belirsizlik aylardır onun en azılı düşmanıydı. Hayatı boyunca hiç tatmadığı bir hissi, mağlubiyeti tattırmıştı karşısındaki kadın. Ve haklıydı! Acı bazen öyle tahammülsüzleştiriyordu ki onu, eline bir bıçak alıp acıyı bulunduğu yerden kazıma isteğini bastırmak çok zorluyordu.

 

"Evet... Güzel bir hamleydi gerçekten. Taktir etmediğimi asla düşünme ama benim satranç oyunum hep benim lehime sonuçlanır güneşin amacı. Bunu keşke daha önce bilseydin."

 

Şifa öne doğru bir adım atacakken Alparslan koluna uzanıp tuttu. Şifa hızla Alparslan'a çevirdi bakışlarını. Aralarında saniyelik bir an yaşandı ve Şifanın öfkeyle çatılmış kaşları saniye saniye düzeldi. Yüzünde mimik oynamıyordu halbuki Alparslan'ın. Uyarı namına tek bir kelime bile dökülmemişti dudaklarından ama Şifa yatışmış, attığı adımı geri çekmiş ve Ahu yaşanılanlar içinde gerçekten şuurunu yitirmediyse, gözlerinden saliselik bir şaşkınlığın geçtiğini görmüştü.

 

Şifanın geri adım atması daha çok keyiflendirdi adamı. Dudakları kıvrıldı.

 

"Kurt bugün beni gerçekten hayrete düşürüyorsun. Halbuki ilk andan kendi üssünüzün içinde bomba patlatıyor olman ne yalan söyleyeyim beni baya heyecanlandırmıştı."

 

Alparslan, Şifayı ardında kalacak şekilde çekip, önünü yarım kapatarak kara gözlerini düşmanına çevirdi.

 

"Eğer beni tanıyorsan öfkenin beni idare etmesine izin vermeyeceğimi bilirsin. Şu an dikkatimi dağıtma, kılıcını götünden soktuğumda ağzından çıkacak açıyı hesaplıyorum."

 

Adamın kıkırtısı ardında robot gibi dikilen Michailin de dudaklarının küçücük kıvrılmasına neden oldu.

 

"Espri anlayışın benim tarzım için çok kaba olsa da seviyorum kurt. Sende çok çekici duruyor."

 

"Amına kodumun yavşağı, benle her an önümde domalacak gibi konuşma sikerim belanı!"

 

Adamın kınayıcı bakışları bir iki tur üzerinde dolaşıp, geri ardında dikilen adama çevrildi.

 

"Görüyorsun Michail, onunla asla doğru iletişim kuramıyoruz. Ona ulaşmak ne kadar da zor."

 

"Gençliği ve deli akan kanı onu heyecanlı bir insana dönüştürüyor efendim. Eğitilmiş olsa mükemmel bir silah aslında."

 

Adam sanki hazine bulmuş gibi parlayan gözlerle sadık uşağına baktı.

 

"Onun bizim için savaştığını düşünsene Michail. Aman Tanrım... Senfoni gibi bir dünya için tam da istediğim silah."

 

Deli bir parıltıyla yuvasında dönen gözler Alparslan'da sabitlendi.

 

"Bu düşünceyi zihnime soktuğun için çok teşekkürler Michail. Emin ol ödüllendirileceksin."

 

"Boş yapıyorsun ihtiyar, derdini söylemedin hala. Sikko sikko konuşup kafamı ütülediğin yeter."

 

Adam umutsuzca omuzlarını silkip, Tarık'ın etrafında bir tur döndü.

 

"Hiçbiriniz muhabbet etmeyi sevmiyorsunuz. Ben burada mükemmel bir ortaklığın temellerini atıyorum ama bana hiç yardımcı olmuyorsunuz."

 

Adamın kaşları düşünceyle kıvrılmış sonra gözleri dağınıklığın içerisinde bir şey arar gibi etraftaki yıkıntıda dolaşmıştı. Dışarda uğultu vardı ama çatışmaya dair sesler gelmiyordu. Onunla beraber gelen özel eğitimli ajanlarının tüm üssü sardığını, direniş gösteren herkesi kontrol altına aldığını Borisin sakin suratından anlayabiliyordu.

 

"Zekanı babandan almışsın Korhan Yıldıray. Onun için harcadığımız zaman içerisinde bize çok az bilgi verdi. Zihniyle oynanırken direnç göstermesi sadece acısını artırdı. Halbuki en baştan bana öğrenmek istediğim her şeyi söylese üç dört kelimenin içinde sıkışıp kalmış bir beyine tutsak edilmezdi."

 

Korhan'ın gözlerinin ardı yanıyordu. Boğazında öylesi bir yumru vardı ki her tarafı dikenli tel gibi boynunu acıtıyordu. Onu konuşturmak için neler yaptıklarını düşünmek bile acıdan inlemesine neden olacaktı. Aklını ondan alacak kadar yapılan şeyleri düşünecek güç yoktu Korhan'da.

 

İradesini kontrol edip, babasını buradan çıkaracak yolları düşünmesi gerekiyordu aslında ama o şu an sadece babasına sarılmak istiyordu. Evine götürmek, herkesten sakınacağı bir kozanın içine saklamak istiyordu. Korhan hayatında ilk kez her şeyi bir kenara bırakıp, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Babasının yüzüne bakmak, mezarı başındayken bile canını bu kadar yakmamıştı. Yıllardır çektiği eziyeti düşünmek, ölüme muhtaç bırakıyordu onu.

 

"Ne... İstiyorsun!"

 

Adam ağır ağır başını salladı.

 

"İşte şimdi psikolojik olarak anlaşma yapmaya çok hazırsın avukat. Hadi güzel bir ortaklık için gerekli her emri vereyim ve siz itaatkârlarım beni memnun etmek için yerine getirin."

 

Kimseden bir konuşma beklemeden gözlerini direkt Şifaya çevirdi.

 

"Güneşin amacını istiyorum ilk. Malum yaşama olan isteğimi hepimiz çok iyi biliyorsunuz. Ve hayatım üzerine bir risk yaklaşık altı aydır beni çok stresli bir adama dönüştürdü."

 

Sözlerinin bıraktığı etkiyi görmek için gülümseyen yüzü ilk Şifa da sonra ise adının hakkını verircesine boynu kabarmış, dikelmiş, burnundan verdiği soluğun sesini duyduğu Alparslan'a çevrilmişti.

 

"Lütfen hemen öfkeyle hareket etme kurt. Önce sağlıklı bir iletişim kuralım. Ona çok kibar bir ev sahibi olacağım. Buna tüm kalbimle söz veriyorum. "

 

"Senin ölünü dirini sikeceğim onun bunun çocuğu! Daha da strateji bilmem ne her şeyin amına koyup senin ölünü dirini siktireceğim!"

 

Adam oflar gibi bir mimik sergiledi.

 

"Neyse... Sen bu yeni bilgiyi bir süre hazmetmeye çalış. Gelelim daha da heyecanlı kısma."

 

Bu kez gözleri direkt Korhan'a çevrildi.

 

"Bu güzel annenin tek başına sıkılmasını istemeyiz değil mi? Bu nedenle güzeller güzeli Ahunu da misafirim olarak yanımda götürmem gerekecek. Kurda söylediğim her şey onun içinde geçerli. Hayatlarında görebilecekleri en mükemmel ev sahibi olacağımın sözünü veriyorum."

 

Korhan'ın dişlerinden gelen gıcırtı Ahunun tüylerini ürpertti. Korhan'ı frenlemek ister gibi tırnakları etine batası avcunu sıkı sıkı kavramaya devam etti. Adamın kendi için söylediği hiçbir şey Ahuyu etkilememişti aslında. O daha çok Korhan'ın kontrolünü kaybedip, geri dönüşü olmayacak bir hata yapmasından endişeleniyordu.

 

"Olmaz! Öyle bir şey asla olmaz!"

 

Ahinin sert sesi araya girdiğinde adam kimin konuştuğunu görmek ister gibi gözlerini dolaştırdı. Şaşkın bakışları Hakanın tutmaya çalıştığı Ahinin üzerine çevrildi.

 

"Ah... Kabalığımı bağışla, nasıl olur da senin varlığını fark edemem. Halbuki buradaki en iyi referansım sensin. Sekiz ay boyunca misafirim oldun ve ben selamlaşmak için bile sana zaman ayıramadım. Umarım bu beni gözünüzde kötü bir konuma taşımaz."

 

"Kız kardeşime dokunamazsın bile!"

 

Ahi ayağındaki sızıyı zerre önemsemeden öne doğru ilerleyecekken Hakanın kolunu sertçe kavraması sonucu duraksadı. Hakanın koyu mavi gözleri Ahiyi uyarır gibi kısıldı. Dili ve dişleri arasında "sakinliğini koru" demenin ötesine geçemedi.

 

Tüm dikkatlerin o yönde olduğu bir anda Bahadırın yanına ağır ağır yaklaşan subaylardan biri etrafı tarıyordu. Alman komutanın eli tüfeğinde onu takip ettiği gözlerine aynı şekilde karşılık verdi. Bahadır askerinin gözlerine baktı. Soruyu görmüştü subay.

 

"Beş denizaltı yüzeye çıktı. Bir gemi, eğitimli askerlerini kıyıya indirdi. Etrafı sarılı bölgenin."

 

"Kayıp..."

 

"Yaralılarımız var. Öldürme maksatlı değil baskın. İstedikleri neyse almak için kışkırtmaktan kaçınıyorlar."

 

"Hava sahası?"

 

"Deniz yoluyla... Gökyüzü boş."

 

Bahadır ağırca başını salladı. Yanında dikilen Zahirin gözleri kısılı onları dinlediğini gördüğünde sadece bir bakış atmakla yetindi.

 

"Durum değerlendirmesi mi yapıyorsunuz?"

 

Dili ve dişleri arasında tıslamasına Bahadır bir tepki vermemişti.

 

"Yok mu cevabın?"

 

"Kızı güvende tut! Sormak istediğin hesaplar için biraz bekle!"

 

Bahadırın sert sesine Zahir öfkelenecek olsa da Ceyda'nın onu kendine doğru çekme çabasıyla vazgeçti. Başını sadece iki yana sallayarak tepki verdi.

 

Bahadır ise gözlerini her şey kontrolü altındaymış gibi askerlerde dolaştırdı. Subay elinde olan tüm bilgileri üs liderine aktardığında gözleri Alman komutanda duraksadı. Adam ne hakkında konuştuklarını bilir gibi sadece sırıtıyordu. Çaresiz kalışlarını konuşuyor olmak, mutlak bir keyifle izlemesini sağlıyordu.

 

"Rehin var mı?"

 

"Hayır efendim. Silahlara el konuldu. Kaçma girişimi göstermeyen kimseyi vurmayacaklarına dair söylemleri var emin olamayız ama."

 

"Kaçma yok. Üs dışında olan herkes için uyarı gönder. Üssün içine büyük hareketler sergilemeden geçsinler. Bağlantıda sıkıntı var mı?"

 

"Jamer sistemi çipleri etkilemiyor. Üs dışında bizden kimse yok. Saldırı sonrası silahlar toplanırken gövdede toplandı herkes."

 

"Yaralılar?"

 

"Gövdede müdahaleye izin verilmiş. Dediğim gibi saldırı öldürme maksatlı değil. İstediklerini alana kadar saldırmayacaklar."

 

Bahadır gözlerini açıp kapatarak onay verdi sadece. Gözü bir kılıcın ucunda, iki büklüm oturan adama çevrildi.

 

"Evet! Yeterince zaman kaybettim gibi görünüyor. Kendi evim dışında zaman geçirmekten pek de hoşlanmam."

 

Duhan öne doğru ilerledi. Alparslan'ın geride, sakin duruşluna içten içe minnet duyuyordu.

 

"Bu bir anlaşma değil! Bilgisayar orda, al ve çık buradan. Sonuçta madenin peşindesin!"

 

Adam kendine doğru ilerleyen adamın yürümesini durdurmak ister gibi hareketsiz boynunu işaret eden kılıcını tekrar kıpırdattı. Duhan uyarıyı alıp, adımlarını durdurdu.

 

"Elbette bu bir anlaşma. Ve sadece madenin bilgilerini ne yapayım ki ben? Neyse, siz erkeklerle ortak bir paydada buluşamayacağımız görünüyor. Ben zekasına hayran kaldığım iki varlıkla bu iletişimi devam ettireceğim."

 

Hepsini yok sayar gibi boştaki elini iki yana savurup Şifa ve Ahuya baktı.

 

"Ben hayatımı güvenceye almak için seni istiyorum."

 

Bu kez de Ahunun kara gözlerine çevirdi bakışlarını.

 

"Ve madeni benim için çıkarıp, benim için işleyecek, onu en değerli olduğu haliyle bana sunacak birliğini motive etme amacıyla Ahu Nar Saruhanlıyı istiyorum. Sonuçta Ahu Nar Saruhanlının iyiliği Korhan Yıldırayın da iyiliği demek."

 

Kısık bir kahkaha daha döküldü dudaklarından.

 

"Sizin şu ahlaki bağınızı hayretle izlemişimdir biliyor musunuz? Daha mantıkla yürütülen bir oluşum olsaydınız emin olun neredeyse beni yok etmeye yaklaşabilirdiniz. Neyse ki tarih boyunca duygusal varlıklar oldunuz da sizi kontrol etmek kolay oldu. Sence de çok zayıflatıcı bir durum değil mi Michail?"

 

"Sizinle bu konu hakkında çok fazla sohbetimiz oldu efendim. Bağları onları zayıf mı kılıyor yoksa güçlerine güç mü ekliyor henüz emin değilim açıkçası."

 

Ekselans bir adım ardında, elleri önünde birleşmiş ve her an hizmete hazır pozisyonda kendini bekleyen uşağına doğru başını çevirdi. Yüzünde küçümseyici bir gülümseme vardı.

 

"Sanırım bugün emin olacaksın Mihail."

 

Sonra tekrar kendine nefretle bakan yüzlerde dolaştırdı bakışlarını.

 

"Kabul edin mükemmel bir plan. Sakın bana maden bilgileri için bu kadar sabırla yıllar geçirdiğimi düşündüğünüzü söylemeyin? Ben onca zamanımı madeni işleyecek hale gelmeniz için bekleyerek geçirdim. Bunu benim için yapacak koca bir birlik varken neden kendimi yorayım ki? Size minnettarım mükemmel bir oluşumu benim için ilmek ilmek dokudunuz."

 

Hastalıklı bir eğlencenin içerisinde kendi sorularına kendi cevap verirken tekrar Korhan'a baktı.

 

"Birliğin için çok değerli bir konumdasın Korhan Yıldıray. Senin için de âşık olduğun kadın bir aşil noktası. Lütfen biran evvel madeni işlevsel hale getirt olur mu? Eşine hızlı kavuşmak için zamana hükmetmeyi bilmelisin. Sizden istediğim her şey elimde olduğunda ona kavuşmak konusunda hiçbir engeliniz kalamayacak."

 

"Öyle bir şey asla olmayacak! Ölsem bile olmayacak!"

 

Korhan'ın saf kin kokan sesi bir bağırtı olarak her yerde çınladı. Onu gülümsemeyle izleyen adamın bakışları da işte ilk o an kararıp, yüzünde tiksindirici bir kararlılıkla dikleşti.

 

"Ölmene izin vermem ki Korhan. Ben yaşamasını istersem biri yaşar ve ben ölmesini lütfedersem ölür. Kabullenmen gereken en önemli kural! Bu dünya üzerinde ben ne istersem o olur! Ben ne dilersem o gerçekleşir! Ben kime hükmetmek istersem o ayaklarımın altında ezilir. Şimdi iki misafirimi alıp -iyi niyet göstergesi olarak babanı sana bırakıp- gideceğim. Hiç kimsenin burnu kanamadan bu sorunu halledebiliriz."

 

Sonra bir şey hatırlamış gibi kaşları çatıldı. Etrafta dolaşan gözleri tekrar bilgisayara çevrildi.

 

"Ah ne kadar unutkanım. Tabi öncesinde babanızın nasıl kurduğu hakkında zerre fikrimin olmadığı sistemini aktif etmek gerekecek. Öğrendiğim kadarıyla bu güzel kızın sakin bir kalp atışına ihtiyacı var."

 

Bilgisayarı inceleyen bakışları Ahuya çevrildiğinde Ahunun soluklaşmış teninde dolaştı. Tüm anlaşmayı aslında kiminle yapması gerektiğini bulmuş gibi bir ışıltıyla gülümsedi.

 

"Sevdiğin adamın babasına bakması ama ona sarılamaması o hassas kabini incitiyor olmalı Ahu. Halbuki bu hediyeyi eşine verebilirsin. Onu babasına kavuşturabilir, o tatlı evinize götürmesi için ona imkân sunabilirsin. Emin ol iyi bir bakıma ihtiyacı var bu yaşlı adamın. İlgilenilmeye, bir doktor kontrolünden geçip, beyninin ne kadar hasar aldığının netleştirilmesine çok ihtiyacı var. Ve buradaki insanların da aldıkları nefes senin sakin kalp ritmine bağlı bunu unutma lütfen. Kardeşini güvenle buradan uzaklaştırmak için lütfen o tatlı kalbine söz geçir güzelliğim. Beni hayal kırıklığına uğratma."

 

Ahu bakışlarını Tarık'tan ayırmadan ona söylenilen her şeyi dinliyordu. Bu kadar insanın içinde yalnızmış gibi hiç kimseye tepki vermeyişi, dudaklarının sessizce kıpırdanışı, derisinin hastalıklı bir tonda sarı görünüşü genzini yakıyor, ağlamamak için direnen her kalesine bir saldırı düzenliyordu. Sonra Ahiye baktı. Korkuyla gözlerini kendinden ayırmayan, aylardır yokluğunda öldüğü kardeşinin yüzünü içer gibi izledi.

 

"Ona yaklaşmama izin ver!"

 

Ahunun keskin sesiyle adam kaşlarını havaya kaldırdı. Ahu bakışlarını zorla kardeşinden ve Tarık'tan uzaklaştırıp, adama çevirdiğinde siyahları verdiği kararla daha da koyulmuştu.

 

"Madem bir anlaşma istiyorsun, iyi niyet olarak onun iyi olup olmadığını yakından kontrol etmek istiyorum."

 

Adam bu isteği düşünüyormuş gibi başını soluna yatırıp ilk Ahuya sonra Tarık'a baktı. Umursamazca omuz silkip iç çekti.

 

"Tabiki, ben nezaket sahibi bir beyefendiyim. Böyle hoş bir hanımın ricasını geri çevirmem. Ama lütfen beni kışkırtmayın olur mu? On dört yıldır misafir ettiğim bir tanıdığı kılıcımla parçalamak istemiyorum."

 

Ahu elini çekecekken Korhan tarafından sıkı sıkı kavranmasıyla duraksadı. Korhan ona kaşları çatık bakıyordu.

 

"Seni yaklaştırmaz ama ben yanına gideyim Korhan."

 

"Ahu Nar!"

 

"Ona bir şey mi verdiler, bakmam lazım. Hadi bitanem, bırak elimi."

 

Korhan'ın hızlı hızlı atan nabzı boğazındaki deriden bile görünüyordu. Korhan ne kadar dehşet içindeyse Ahu o kadar sakindi sanki. İşte bu Korhan'ı çok daha korkutuyordu. Eli parmaklarından çekildiğinde içi üşüdü. Ahunun babasına doğru adımlamasıyla kendi de öne doğru iki adım attı.

 

"Sabırlı davranmalısın!"

 

Uyarı çok keskindi. Kendini kontrol etmek için o kadar zorlanıyordu ki yanlış bir hamlesi babasının boynundan girip öbür taraftan çıkacak bir kılıcı izletebilirdi Korhan'a.

 

Ahu ise kararlı adımlarla Tarık'ın yanına doğru ilerledi. Yüzüne çok yakın bir mesafede keskin bir kılıç yokmuş gibi Tarık'ın önünde diz çöküp, göz kontağı kurmaya çalıştı. Bakışları çok odaksızdı.

 

"Tarık baba..."

 

Naif sesi titreyerek çıktı dudaklarından. Adamla anlık göz göze geldiğinde biraz daha yaklaştı. Tarık beklediği gibi gözlerini kaçırmadı ama. Bu kez Ahunun irislerine bakarak öne arkaya sallanmaya devam etti.

 

İkizleri koru...

 

Ahu fısıltıyı duyduğunda iki dudağını birbirine sıkıca bastırdı. Elleri titreyerek yüzüne doğru uzandı. Göz bebeğinde herhangi bir maddenin etkisinde olduğunu gösteren büyüme yoktu.

 

İkizleri yaşat...

 

İkinci fısıltı burnunun direğinin sızlamasına, gözlerinin yaşarmasına neden oldu.

 

Korhan bizi kurtaracak...

 

Ahu titreyen elleriyle zayıf kollarına uzanıp, damar noktalarını kontrol etti bu kez. Teni o kadar soğuktu ki bir kadavraya dokunuyormuş gibi hissettirdi Ahuya.

 

Badem çiçekleri açacak...

 

Ahunun direnç gösteren her zerresi pes etmişlikle yıkıldı. Dik tuttuğu omuzları çöktü, boğazından kısık bir hıçkırık kaçtı. Tarık'ın ondan ayrılmamış gözlerine baktı tekrar. Ona bakan ama onu doğru düzgün görmeyen irislerinde asılı kaldı. İlk duyduğu cümleyi tekrar gözlerine bakarak kurdu Tarık.

 

İkizleri koru...

 

Ahunun eli rahatlatmak ister gibi yüzüne uzandığında irkilişi gözünden hızla kayan bir yaşa neden oldu. Eli soğuk yanaklarına dokundu. Baş parmağı göz altını okşadı. Tarık gözlerini bile kırpmıyordu. Onu biran evvel buradan çıkarmaları gerekiyordu. Kontrol altında tutmak için bir maddenin etkisinde değildi Tarık, ona yapılanların sonucunda şuursuz bırakılmıştı. Ne olursa olsun çıkarmak zorundalardı!

 

İkizleri yaşat...

 

"Buradan çıkacaksın Tarık baba, korkma lütfen eve gideceksin."

 

Korhan bizi kurtaracak.

 

"Evet... Korhan bizi kurtaracak, sen evimizde olacaksın."

 

Badem çiçekleri açacak.

 

Ahunun bir damlası daha yüzüne aşağı kaydı.

 

"Açmak için seni bekliyor. İyisin... İyi olacaksın. Annem seni bekliyor."

 

Tarık gözlerini ayırmadan onunla konuşan kıza bakmaya, öne arkaya sallanmaya ve ağzındaki dört cümleyi sırasını bile karıştırmadan tekrar etmeye devam etti. Ahu ise burnunu sertçe çekip ayağa kalktı. Ona dikkatle bakan adama gözlerini çevirdi.

 

"Onun buradan çıkmasını istiyorum. Güvenle üsten ayrıldığını görmeden öleceğimi bilsem bile o bilgisayarı açmam!"

 

Adamın sağa doğru kıvrılmış dudaklarına tiksintiyle baktı.

 

"Üzgünüm güzelliğim. Ben asla rakibime avans vermem. Ama bir söz verirsem tutarım. Siz ne kadar uyumlu olursanız ben o kadar yüceliğimi bahşederim. Sanılanın aksine buradaki herkese canlı ihtiyacım var. Hepsi bana hizmet etmek için olabildiğine sağlıklı olmalı."

 

"Ahu Nar!"

 

Korhan'ın sert sesiyle başını çevirdi.

 

"Sen ne yapıyorsun? Sen o adamla neyin anlaşmasını yapıyorsun?"

 

Sert sesi Ahuyu hiç etkilememiş gibiydi. Sırtını dönmeden geri geri adımladı. Sonra Korhan'a doğru yaklaştı. Birinin gözlerinde sükûnet, diğerininkinde ise katmerli bir öfke vardı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

 

Korhan'ın gür sesine karşılık minik bir tebessümle baktı sadece. İki adım daha yaklaştı.

 

"Ne yapmamız gerektiğini biliyorsun Korhan."

 

Korhan aklının gördüğü ama asla kabul etmediği o gerçekle irice açtı gözlerini.

 

"Sen! Sen kafayı mı yedin? Sen o adamın dediğini yapacak kadar kafayı mı yedin?"

 

"Onu buradan çıkarmamız gerekiyor."

 

Bir fısıltı gibi çıktı kelimeler dudaklarından. Korhan'ın başını iki yana şiddetle sallamasıyla bir adım daha yaklaştı.

 

"Çok zayıf. Herhangi bir ilacın etkisinde gibi görünmüyor. Ona ne yaptılarsa sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor. Teni çok soğuk ve derisi sağlıksız bir sarılık seviyesinde. Onu buradan çıkarmak zorundayız."

 

Korhan, Ahunun fısıldadığı her kelimede bir darbe yiyormuş gibi omuzlarını düşürdü. Dik duruşu kırıldı, öfkesinin yerini acı izleri kapattı. Kendini tutmak için gözlerini sakındığı adama istemsiz baktı.

 

İçindekini dökse kuyu olacaktı, dökmese dağ...

 

Korhan onu gördüğüne sevinemiyordu bile. Babasının geldiği hale bakmaya korkuyor, küçük bir çocuk gibi kaçıyordu. Sinsi bir ses "annen" diyecek oldu, başını şiddetle iki yana sallayarak kaçtı. Korhan ilk kez savaşmak yerine zihnindeki annesinin adını fısıldayan sesten kaçtı.

Ahunun kararlı bakışları daha çaresiz hissettiriyordu onu. Hayatında ilk kez tam anlamıyla yitik bir noktadaydı. Babasını kurtarmak için eşinden vazgeçmek zorunda bırakılıyordu ve o yanlış bir harekette ölecek babasının korkusuyla kimseye saldıramıyordu.

 

"Bizim için..."

 

Ahunun ikna etmeye çalışır gibi çıkan sesiyle başını iki yana salladı.

 

"Hayır... Hayır hayır! Bunu yapamam. Ne olur Ahu Nar..."

 

İncecik bir damlanın sakallarının arasına kayışını gördüğünde sol eli yüzüne uzandı. Avuç içi yanağına değdiğinde Korhan tüm her şeyi buna bağlıymış gibi iki eliyle bileğine sarılıp, dudaklarını avuç içine bastırdı.

 

"Sen yapmayacaksın ki bitanem. Buna ben karar vereceğim. Senin için, annemiz, kardeşlerimiz için."

 

Ahu bir adım daha yaklaşıp, burnu çenesine değecek kadar sokuldu. Sesi ikisi arasında bir fısıltı kadar kısıktı.

 

"Babamız için bitanem..."

 

"Yaşayamam ben! Ne olur bunu bana yapma. Sensiz yaşayamam. Başka bir yol bulalım, bana birkaç dakika ver. Başka bir çıkış bulalım ne olur?"

 

Korhan'ın ses tellerine bile acı veriyordu kurduğu cümleler. Yaşadığı hiçbir şeyi zihninde bir yere oturtamıyordu. Kalbi öyle bir korkuyla kıvranıyordu ki beyni sesini duyuramıyordu.

 

"Başka bir yol yok bitanem. Yaşayacaksın! Başka ihtimalimiz yok. Onu buradan çıkarman için başka seçeneğimiz yok. Biliyorsun Korhan!"

 

Korhan'ın kızıllığı canını yakan kehribarları acıyla kapandı. Onun aksine Ahunun siyahlarında zerre su emaresi yoktu. Ne yapılması gerektiğini görüyor ve buna direnmek yerine kabul ediyordu.

 

"Ben böyle bir şey için seçim yapamam. Neden anlamıyorsun? Ahu Nar yönsüz kalırım..."

 

Ahu şimdi diğer elini de yüzüne uzatıp, iki avcuyla kavradı suratını. Kararlı bakışları Korhan'ın içini öyle bir kavuruyordu ki nefes aldırmıyordu bu acı ona.

 

"O yüzden bu kararı ben veriyorum! Sen bir seçim yapmıyorsun seçimi senin yerine ben yapıyorum. Onu buradan çıkar Korhan! Onu evimize götür ve sonra beni almak için tüm dünyayı ateşe ver."

 

Ahudaki inanç değil miydi Korhan'a ışık tutan? Peki şu an kelebeğinin ona olan inancı niye kaldırmıyordu Korhan'ı ayağa. Bir damla daha Ahunun avuç içinde kayboldu.

 

"Sensiz ben hiçbir şey yapamam..."

 

Sesindeki çaresizlik Ahunun canını yaktı ama yüzünde bu çaresizliği yansıtan tek bir kas bile oynamadı. Dudakları minik bir tebessümle kıvrıldı.

 

"Hayır bitanem... Sen Korhan Yıldıray'sın. Benim eşim, yol gösterenim, güç verenim! Ve ne olursa olsun bir yol bulacak tek kişi sensin. O yolu bul ve gelip beni al olur mu bitanem?"

 

Ahunun yüzünden kayan eline daha sıkı yapıştı Korhan. Biri Ahuyu ondan alacakmış gibi sol kolunu başına atıp kendine çekti, sıkıca sarıldı. Yüzü Ahunun boynunun içine doğru, saklanır gibi kapandı. Ahunun eli omzundan aşağı sırtını okşayarak kaydı. Korhan'ın boynunda hıçkırışı direnmek için verdiği tüm savaşı kaybettirdi sanki. Gözlerini istila eden yaşlar kaydı. Korhan'ın sarsılan omuzlarına tırnakları geçesi şekilde sarıldı. Biliyordu Korhan...

 

Babasını buradan çıkarmanın tek yolunun adamın her sözüne itaatten geçtiğini biliyordu. Belini büken, üstüne koca koca kayalar yükleyen tam da buydu ya.

 

"Babamızı ve Ahiyi güvenle evimize ulaştır. İyi olacağım, bize zarar vermeyi göze alamaz. Şu an kontrolümüzü kaybedemeyiz Korhan. Ne olur yardım et bana."

 

Korhan geriye çekildiğinde gözlerini tamamen kızıl bir örtü sarmıştı. Bakışları her şeyin suçlusu ordaymış gibi Alparslan'a çevrildi.

 

"Lanet olsun sizinle karşılaştığım güne! Sen kız kardeşim dedin ona! Sen sessiz sessiz köşende karını elinden almasını izlemek için mi getirdin bizi? Hangi orospu çocuğunun dölüsün ki öylece izliyorsun?"

 

Alparslan'ın suratına haykırarak bağırdığı hakaretler tüm kulakları çınlatacak kadar güçlüydü. Alparslan ise tam gözünün içine bakıyordu.

 

"Sağlam bir orospu çocuğunun dölü olduğumu biliyorum avukat. Sonuçta kendi elime buladığım ilk kan, bahsettiğin dölün sahibine aitti. Şimdi kes sessini, bizi tehlikeye atacak hiçbir sikiklik yapma!"

 

"Senin ölünü dirini asıl ben sikeceğim!"

 

Korhan Alparslan'a doğru atıldığında Ahu "Korhan" diye çığlık atarak beline iki kolunu sardı. Korhan'ın ondan kurtulma çabasına karşın büyük bir dirençle Korhan'ı çekmeye çalışıyordu. Şifanın istemsiz hareketini ise Korhan'ın tepkisine azıcık bile karşılık vermeyen Alparslan durdurdu.

 

"Bırak Ahu Nar! Bu şerefsiz yüzünden getirdim ben sizi! Bu şerefsiz kendi çocuğunu, karısını gözden çıkardı, seni bırakmam!"

 

"Dur! Dur artık görmüyor musun? Her yeri sardılar dur!!! Korhan yeter!"

 

Ahu hiçbir zaman kullanmadığı sertlikte bir sesle Korhan'a bağırdı. Bu Korhan'ın, Alparslan'a uzanmak için çabalayan tüm hareketlerini durdurdu. Ahuya baktığında öfkeyle gözlerini üzerine diktiğini gördü.

 

"Yeter! Kimseye saldırman bir boka yaramayacak görmüyor musun? Dur! Babanı ve kardeşimi çıkar buradan! Çok mu mutluyum ben şu durumdan ama ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız! Sinir krizi geçiremezsin. Sen şu an Azrail gelse ölemezsin anlamıyor musun? Baban kötü durumda, onu mahvetmişler diyorum sana. Al onu ve çıkar bu cehennemden!"

 

"Ahu Nar..."

 

Fısıltı gibi adını söyleyebildi sadece. Ahunun tüm bedeni titriyordu. Öfke, çaresizlik, korku ayakta durmakta zorlanacak bir hale getirmişti onu.

 

"Ne demek gidin? Ahu ne diyorsun sen?"

 

Ahu, Korhan'ın bakışlarından kaçınıp Ahinin sesine çevirdi yüzünü.

 

"Ne olur canımın içi? Lütfen Tarık babayı alıp çıkın buradan."

 

"Ahu kafayı yedin sen! Kim kimi alıyorsa alsın ben seni bırakmam!"

 

Ahu başını iki yana salladı.

 

"Ahi sana yemin ederim zerre gücüm yok. Lütfen ikinize de yalvarıyorum daha fazla zorlaştırmayın. Görmüyor musunuz? Kapana kısıldık, siz benim gördüğümü görmüyor musunuz?"

 

Ahi etrafında gözlerini çevirdi. Onları izleyen her bir yüze, ardlarında sıralı bekleyen askerlere, yıkık dökük kapıya baktı.

 

"Seni bırakmam. Ben sen değilim Ahu. Gidişini izleyip, geride çaresiz kalamam. Bende gelirim. Lütfen bana bunu yapma."

 

Ahunun direnç kapıları kırılmış gibi omuzları çöktü. Başı önüne düşüp, siyah saçları tüm yüzünü kapatacak kadar yüzüne salındı. Gözünden akan yaşlar, içinde hıçkıra hıçkıra feryat etmek isteyen yanı kışkırtıyordu.

 

"Lütfen... Lütfen yapma bunu bana Ahu. Seninle geleyim."

 

Ahinin ona doğru attığı iki adımla Ahu geriye doğru yöneldi. Belli belirsiz bir uğultu duyuldu etrafta. Ekselansın bakışları görebilecekmiş gibi kubbeye çevrildi. Sonra sessiz bir soruyla Michaile çevrildi.

 

"Efendim dönüşte daha zahmetsiz bir yol ister diye düşündüm. Deniz yolculuğundan hoşlanmıyorsunuz. Üstelik herhangi bir saldırıya karşı hızla uzaklaşma imkânı sunacaktır bize uçağınız."

 

Ekselans ilk kendinden habersiz verilen karara kaşlarını çatacak gibi olsa da Michailin açıklamasıyla dudakları kıvrıldı.

 

"Beni benden bile daha iyi düşünüyor olman o kadar muazzam ki. "

 

Sonra bakışları tekrar Ahuya çevrildi.

 

"Hadi şu işi bitirelim Ahu gözlü kız. Bu kadar iş birliği çaban çok değerli. Eğer dilersen kardeşin de sana eşlik edebilir. Ben misafire bayılırım."

 

Ahu hırsla başını kaldırdı. Nefret yüklü gözleri ona gülümseyen adama saplandı.

 

"Bilgisayarı açacağız, sonra sen Tarık babayı Korhan'a vereceksin. Ahi benimle gelmeyecek!"

 

Umursamazca bir omuz silkiş gerçekleştirdi.

 

"Sen nasıl dilersen ben dileğini gerçekleştiririm. O zaman şu küçük pürüzü kaldıralım ortadan."

 

Ahudan ayrılan gözleri saniyelik Şifaya çevrildi. Bu kadar sessiz bekliyor olması bir miktar canını sıkıyordu açıkçası. Onu da yanında götüreceğini söylediğinde daha güçlü bir karşı koyuş arzulamıştı. Sonra gözleri kendi eseri olan karmaşada dolaştı. Dudağı küçük bir kıvrımla kıpırdadı. Güneşin amacı zeki bir kadındı. Düştükleri durumun gerçekliğini en az kendi kadar iyi görüyor olmalıydı. Ve yapacağı hoş olmayan bir tehdit, yıllardır aradıkları adamın saniyeler içinde yok olacağı riski demekti. Üstelik bu odada onu en az Michail kadar iyi tanıyan tek kişi gözlerine öylece bakan bu kadındı. Tek tek burada olan herkesin ölümünü zevkle izleteceğini biliyordu. Nihayetinde bunu bir kere yapmış ve onu yaşayan bir ölüye çevirmişti.

 

Gözlerini o çekmeden çekmeyecek kadına başıyla küçük bir reverans sergiledi. Sonra ise Bahadırın gerisinde, birbirine sinerek bekleyen mühendislere doğru baktı. Bunun Boris için bir emir niteliği taşıdığını hareket eden adamla herkes anlamıştı. Boris, üssün mühendislerinden üçüne doğrulttuğu silahıyla mühendisler elleri yukarda bilgisayara doğru ilerlediler.

 

Bilgisayarın muhafaza edildiği kutuya doğru ilerleyip onlardan istenileni yapmak için sistemi hazırladılar. Ahu Öylece ona bakan Korhan'a son bir kez daha baktı. Biraz önce sesini yükseltmiş, canını yakacak kelimeler kullanmak zorunda kalmıştı. Korhan'ın yüzünden ayrılmayan bakışlarına doğru ilerledi. Kimsenin varlığını umursamadan parmaklarının üzerine yükselip, yanaklarını iki eliyle kavradı. Dudağının kenarına birkaç saniye süren bir öpücük bıraktı.

 

"Senden uzakta olsam ne olur? Sen benim kalbimin ta kendisi değil misin?"

 

Korhan'dan hiçbir tepki alamadıkça sol gözünden bir yaş kaydı. Tekrar uzanıp aynı noktaya bir kez daha bastırdı dudaklarını.

 

"Sana dokunamasam ne olur sanki? Benim tamamım senden ibaret."

 

Korhan'ın adem elması hareket etti. Zorla gerçekleştirilen bir yutkunma eylemi için büyük bir efor sarf etti.

 

"Bana bir kerecik kelebeğim der misin bitanem?"

 

Korhan Ahunun bile anlamadığı bir hızla kollarını beline doladı. Canını yakacak bir şiddetle sarmaladı.

 

"Ölümü çiğnemeden seni benden alamazlar!"

 

Ahunun tüylerini ürpertecek bir netlikle çıkmıştı sesi. Korhan kendini öldürtmeden bırakmayacaktı onu. Gökyüzünün uğultusu yaklaştıkça ayrılık vakitleri de yaklaşıyordu. Sıkı sıkı kapandı göz kapakları.

 

"O zaman annemiz de ölür Korhan. Suhanımız, Ahimiz de ölür. Tam kavuşmuşken babamızı da kaybederiz. Ne olur bitanem, yardım et bana. Bir yolunu bulacağından o kadar eminim ki korkmuyorum Korhan. Sadece çok özleyeceğim, onun için üzülüyorum ama beni gelip alacağına inancım asla sarsılmıyor."

 

Korkmuyorum diyordu. Birde zerre tereddüt etmeden Korhan'ın gözlerine baba baka yalan söylüyordu. O zaman Korhan'ın kollarını bile sarsan bu titreme niye vardı? O zaman Ahu gözlerinin içindeki dehşet, nasıl böyle Korhan'a dokunurmuş gibi uzanıyordu.

 

Ahu Korhan'ın onu bırakmak istemeyen kollarından geriye doğru çekilip hazırlanan bilgisayar sistemine kaçamak bir bakış attı.

 

Alparslan ise ne zaman yanlarına gittiğini fark etmediği Duhanın ardına doğru Şifayı itip, kendilerine yaklaşıyordu. Korhan'ın tekrar saldırmasından korkup başını iki yana salladı. Ama Alparslan zerre çekince göstermeden gözlerini açıp kapatmıştı.

 

Korhan'ın öfkeli soluğuyla Alparslan'daki bakışlarını çevirdi.

 

"Sakin ol abim. Kalp ritmini kontrol etmen lazım. Mühendisin dediğini unutma olur mu? Sistem senin kalp ritmine göre bir frekansla harekete geçiyor."

"Sen ne diyorsun lan?"

 

Korhan'ın öfkeli söylemine umursamaz bir bakış attı. Tekrar Ahuya çevirdi yüzünü.

 

"Yapabilirsin değil mi abiciğim? Sadece sistem açılıp, babayı Korhan alana kadar sık dişini. Ahinin retina taramasından sonra Hakanın yanına gitmesini tembihle. Sözünden çıkmayacağından emin ol. Masanın ardında dur. Ön yüzünde bekleme seni hazırlarlarken."

 

Öyle bir konuşuyordu ki her şey ondan sonra düzene girecekmiş gibi bir güven yayıyordu Ahuya. Hesaplama yapar gibi bahsedilen masaya doğru gözünü çevirdi. Dikdörtgen geniş bir kutuyu andıran, çelik masanın biçimini inceledi. Patlamada Alparslan'ın kullandığı gibi bacakları olan bir yapıta değildi. Ağır ağır başını salladı. Korhan'dan güç almak ister gibi bilinçsizce kolundaki elini sıkıp çekilmişti.

 

"Ahu Nar..."

 

Korhan'ın kısık, çaresiz sesine dönmeden Ahiye bir bakış attı. Ahi ne demek istediğini anlamış gibi ağır ağır adımlarla Ahuya doğru yürümeye başladı. Ahu yarı yolda eline uzanmış, kolunun altına girip, destek olarak çekirdeğin ortasına doğru yürümeye başlamıştı. Alparslan ise gözlerini bir an bile iki kardeşten ayırmıyordu. Söylediklerini kısık sesle Ahiye aktardığını kıpırdayan dudaklarından anlayabiliyordu.

 

"Hazır ol!"

 

Dudakları bile kıpırdamadan kısık bir sesle Korhan'a seslendi. Bakan kimse onun Korhan'la konuştuğunu fark etmedi. İki adamın da gözleri Ahu ve Ahinin üzerindeyken yeni bir uyarı için derin bir nefes aldı.

 

"Babanı aldığın an savunmada ol!"

 

"Ne saçmalıyorsun?"

 

"Babanı hızlı kavra ve uzaklaş."

 

Alparslan, Şifaya bir göz attı. Duhan iri bedeniyle neredeyse tamamını gerisinde tutuyordu. Hakana doğru baktığında onun da kendini izlediğini gördü. Sadece gözünü kapatıp açarak gerekli uyarıyı yapmış oldu.

 

Mühendis ilk Ahiye seslenip retina taraması için hazırlanmış aparatı göz kapaklarına doğru yerleştirdi. Bilgisayarın üst kısmına oturtulan retina paneline doğru iki gözünde net görünebileceği açıyı vererek sistemi aktif edecek düğmeye bastı.

 

Tarama tamamlanıp, bilgisayar sistemi enerjiyi aktif ettiğinde açılması için iki dakikalık bir zaman beklemişlerdi. Mühendislerden ilk onları karşılayan ve işlemler hakkında bilgi veren adam Ahuya doğru yaklaşıp onu kısık sesle bilgilendirmeye başladı.

 

Ahu söylenilen şeyleri duyuyor ama tam manasıyla anlamıyordu aslında. O şu an deli gibi çarpan kalbini bir hizaya sokmak için gözlerini kapatmış, sakinleşmek için uğraşıyordu.

 

Şu an biriyle konuşmak istese bu babası olurdu galiba. Onun doktor olması için bir plan oluşturan babası belki de tam şu an için böyle bir gelecek tasarlamıştı. Burnundan alıp, ağzından verdiği soluğunu eğitti ilk. İnsan bedeni sırlarla gizli bir hazineydi. Keşfedildikçe keşfedilecek milyarlarca define saklardı. İnsan beyni ise o definelerle oynamaya bayılan bir sihirbazdı.

 

Doktorluğun sadece bir meslek olmadığını öğretmeye çalışılmıştı her eğitmeni. Doktorluk ona verilen görev süresini doldurup, ay başında maaşını almaktan ibaret olmazdı asla. Kendinden üstün tutma haliydi. Hayatın kıymetini bilme, değer verme, kendinden bir parçaya dönüştürme fedakarlığıydı.

 

Evladının mezarının başından kalkıp ameliyata giren doktorlar vardı dünyada. Ateşten bayılacak haldeyken kolunda serumuyla hastalarının vizitini gerçekleştirmiş hocalarını görmüştü gözleri. Ailesiyle olan özel bir günü hastane çağrısıyla bir anda bırakıp gelenlerin, ona şiddet uygulamış hastayı tedavi edenlerin hikayelerini dinlemişti. Katiller gelirdi hastaneye. Tecavüzcüler, tacizciler, hırsızlar ve akla gelemeyecek kadar suç kaydı olan insanlar...

Doktor kimliğin kim olduklarını umursamana izin vermezdi.

 

Şu an Ahu bir bilinmeze gidecek olmayı düşünemezdi mesela. Onun önceliği buradaki herkesin canlı bir şekilde tahliyesini düşünmek olmalıydı. Mezun olmamıştı. O yemini etmemiş, önlüğünü üzerine geçirmemişti. Ama fark eder miydi? Bunları nihayete erdirememek doktorluk için kurduğu hayalleri, uykusuz geceleri, yorgunluğu, hayranlığı silip atar mıydı?

 

Hayal kurma izni verdi kendine. Şu an bir ameliyat masasında olmayabilirdi. Elinde stetoskopu, koyacağı tanıları yoktu. Ama kalbinin her bir ritminde insan hayatı vardı. Sevdiklerinin canı saklıydı.

 

On dört yılını eziyetle geçirmiş bir adamı evine kavuşturacaktı Ahunun kalbindeki atışlar. Suhanı babasına, Nurperi annesini kocasına kavuşturacaktı. Dudakları kıvrıldı. Bir fotoğrafa anlatılmayacaktı o gün olan her şey. Kanlı canlı bir surete ulaşacaktı her bir kelime. Ahu ve Ahinin hiç ihtimali yokken Suhan, babasına sarılacaktı. Korhan... Korhan "aileme sahip çıkamadım baba" diye kahrolduğu günlerin cezasından azat olacaktı. Ahu bunları bir ameliyat esnasında yapmayacaktı ama bir çok hayatı kurtaracaktı.

 

Gözünün önüne getirdiği görüntüler gerçekten bir sırın altına ittiği korkuyu uzaklaştırdı. Nurperi annesinin hiç mezarına gitmediğini söylemişti Korhan. Saf kalbinin gücü Ahuyu imrendirdi. Eşine aşkı gıptayla iç çektirdi.

 

Tüm sesleri susturup daldığı hayalin içinde yakasının gevşetildiğini fark etmedi. Göğüs kafesine yapıştırılan pedlerin ılıklığı bir bahçede, kurulmuş masada oturan ailenin görüntüsünü bozamadı. Nurperinin eşine kavuştuğunda yaşayacağı sevinç öyle somuttu ki Ahunun diğer hiçbir hissi bu mutluluğu gölgeleyemedi.

 

Bir saatin tik tak sesleri Ahuya ulaşmak istese de duyularını kapattı. Yanında hareket eden bedenlerin sıcaklığı vursa da o gözleri açılmadı. Korhan girdi hayalindeki resmin içine. Babasının yanında oturan, babasına bakan gözleri açık bir tona bürünürdü muhtemelen. Çünkü Korhan'ın gözleri sadece mutluyken berraklaşırdı.

 

"Son on saniye..."

 

Kulağından içeri süzülen cümleyle kapanmış gözleri açıldı. Öyle bir boşlukta salınıyordu ki nerede olduğunu idrak edemedi ilk. Mühendisin ona bakan gözleri geri sayımla örtülüp açıldı.

5...4...3...2...1...

 

"Aktarım tamam, dosyalar işlenilebilir halde. Kopyalama bandına geçiş yapıyorum."

 

Ahu ilk açıldığında bomboş bir ekranken şu an üzerinde farklı farklı kodlarla işlenmiş dosyalara baktı. Aktarım yapıldığı iddia edilen bilgisayara çevirdi gözlerini. Yüzdelik sayaç hızla dolarken gözlerini kırpmadı. Gökyüzünü saran sesle gözünden aşağı bir yaş kaydı ama kalbinin ritmini bozmak için yemin etmiş acıyı içeri almadı.

 

Dosya aktarımı tamamlandı, Ahunun göğsüne bağlanmış pedler ağır ağır çıkarıldı. Yakası genişletilmiş tişörtünün bağrına doğru uzandı eli. Mühendisin ona kaçamak bakışlar atışıyla gözlerini adamdan çekmedi.

 

"Aktarım tamamlandı Ahu Hanım. Desteğiniz için teşekkür ederim."

Ahu ağır ağır başını salladı. Ayağa kalktığında ardından nefes sesi bile duyulmuyordu. Gözleri bir an Ahiyi aradı. Onun yanından ne zaman uzaklaştığını bilmiyordu ama Hakanın sıkıca kolunu kavrayarak yanında sabit tutuyor oluşu bir nebze içini ferahlatmıştı.

 

Yönü bu kez kendine bakan adama çevrildi.

 

"Ben üzerime düşeni yaptım. Şimdi sözünü tutmaya başla."

 

Adamın tüm dişleri görünesi şekilde ona gülümsemesi midesinde güçlü bir çalkalanmaya neden oldu.

 

"Sen gerçekten kraliçe olmak için doğmuşsun. İnan böylesi bir kaosun içinde kalbine bile yön verecek güçteysen her şeyi yapabilirsin. Seninle uzun uzun sohbet edeceğimiz günler için o kadar sabırsızım ki."

 

Ahudan bir cevap beklemeden yanından bir an bile ayrılmadığı Tarık'a çevirdi gözlerini. Kılıcı ince derisinde minicik bir kesik açacak kadar hafif dokundu. Tarık'ın yine ürperip, boynunu içeri çekme çabasıyla kısık bir kıkırtı yayıldı etrafa. Korhan'ın dişlerindeki gıcırtı Alparslan'ın sinirlerini bozuyordu artık. Göz ucuyla Ahuya yaklaşan Borise baktı. Ve Şifaya doğru ilerleyen başka bir askerle sol gözü seğirdi.

 

"Babanı almak için seri davran!"

 

Kendini hiç yormadan kazandığı zaferin tadıyla ışıldıyordu resmen hasımları.

 

"Michail... Burda işimiz bitti, hadi eve dönelim."

 

Michail bir adım gerisinde sadece gözlerini kapatıp açarak onay verdi. Ceketinin sol cebinden çıkardığı telefonla en fazla üç saniye ilgilendi ve büyük bir nizamla geri yerine yerleştirdi.

 

Alparslan kısık bir sesle "yakaladığın an uzaklaş" diye tısladı. Korhan'a uyarısını yaptığında Korhan hiç ona bakmadan gözleriyle parça parça ettiği adama doğru ilerledi. Çok eğlenceli bir an yaşadığını hissettirmek ister gibi daha büyük bir gülümseme kaplamıştı yüzünü.

 

"Gel ve onu tatlı annene götür avukat. İyi bakacağından asla şüphem yok. Bende senin eşine çok iyi bakacağım."

 

Korhan gözlerini ayırmadan yerde iki büklüm olan babasına doğru diz çöktü. Hala boynunu tehdit eden kılıç çok yakınındaydı. Zayıf kollarından birine dokunduğunda teninin soğukluğu her tarafının buz kesmesine neden oldu.

 

"Baba..."

 

Titrek, korkak bir sesle fısıldadı bunu. Ona dokunduğu için yüzüne çevrilen gözler Korhan'ı görmüyordu aslında. Bir fısıltıyla badem çiçekleri açacak diye mırıldandı. Korhan tedirgin bir hamleyle uzanıp, omzunu kavradı. Kendine doğru çektiği anda birçok şey aynı anda gerçekleşti aslında.

 

Büyük bir patlama kubbenin üstünü kaplayan güneş panellerini sarsıp, birçoğunun kırılmasıyla insanın içini ürperten sesler yaymıştı.

 

Patlama esnasında Alparslan'ın haykırarak "BARBAROS!!!" dediğini duydu kulakları. Korhan'ın "AHU NAR YERE YAT" bağırtısı çınladı kubbenin içinde.

 

Korhan babasını kendine çekip, uzaklaşa bilecekleri en uzak mesafeye doğru yuvarlanmaları esnasında kendilerine savrulan kılıç babasına değmeden uzaklaşmayı başarmışlardı. Bununla beraber keskin bir hançer, ejder kılıcını savuran adamın boynuna yaslandı.

 

Alparslan, Ahuya doğru ilerleyen Borise belinde sabit tutmak için ter döktüğü kasaturayı fırlattı. Ve Duhan Şifayı almak için onlara hamle yapan adamı iki kaşının ortasından vurarak yarı yolda etkisiz hale getirdi. Hakan Alparslan'ın hamle yapacağını gördüğü ilk an Ahinin üstüne kapanıp yerde sabitlemişti. Ahu ise kendinden bağımsız reflekslerinin verdiği bir etkiyle bir anda bilgisayarın tutulduğu masanın altına doğru çöktü. Kimse ne olduğunu net olarak anlamamıştı ama Zahir patlamanın duyulduğu ilk an kolunun altında titreyen Ceyda'yı ve babasını eliyle çekip, yere çömelmelerini sağlamıştı. Başlarını korumak ister gibi bedenini ikisinin üzerine siper ettiğinin bile farkında değildi. Büyük bir kaos, çığlık gibi duyulan silah sesleri, patlamanın sarsıcı etkisi herkese aynı anda çarpan bir ses dalgası olmuştu sanki.

 

Tüm bunların olması birkaç saniye bile sürmedi. Silahların çekilmesi ve üzerinde sabitlenmesiyle Michail onu şu ana kadar duymuş hiç kimsenin beklemediği bir kalınlıkla bağırdı.

 

"YERİNİZDE KALIN!"

 

Michail hemen hemen aynı boyda olduğu efendisinin özenle şekillendirilmiş saçlarını sol eliyle kavramış ve boğazına yedi yıl önce bir memnuniyet gösterisi olarak verilmiş hanedan mücevherleriyle süslü hançeri yaslamıştı. Silahlarını üzerine doğrultmuş, onlarla birlikte gelen özel eğitimli asil ejder ailesinin askerlerine çevirdi.

 

"Elinizdekileri bırakın!"

 

Yüzü maskeli askerlerin hiçbiri hareket etmemişti. Onun emriyle burada bulunuyorlardı ve şu an onlara emir verene adam efendilerinin boynuna bir hançer yaslıyordu.

 

"Michail?"

 

Çok tutarsız bir seslenişti. Büyük bir soru, tarifi mümkün olmayan bir şaşkınlık gizliydi. Seri bir şekilde devam eden patlamaların yanı sıra gök yüzünü delecek kadar güçlü sesler de devam ediyordu. Güçlü ıslıkları andıran geçişler, atış yapıldığı belli olan gürültülerle dolmuştu biraz evvelki sessiz üs. Saniyeler içinde çok büyük bir savaş başlamıştı sanki. Uçak seslerini örten beş güçlü patlama daha yaşandı.

 

"Sen... Sen ne yapıyorsun?"

 

Boynundaki keskin hançer derisini kesip bir damlanın boynuna aşağı akmasına neden oldu.

 

"Dediğini yapıyorum efendim. Görevim tamamlandı. Şimdi hizmetkarlarınıza silahlarını indirme emri verin!"

 

"Sen... Sen nasıl ihanet edersin? Senin tüm soyun benim aileme bağlılık yemini etti, nasıl yeminini çiğnersin?"

 

Ardındaki adamın dudağı kıvrıldı. Gözleri Alparslan'la kesişti.

 

"Senin uşağın olsaydım belki! Şimdi askerlerine emrini ver yoksa kafanın kopup kopmağında ölme ihtimalin üzerine yaptığımız sohbeti uygulamalı neticelendiririm!"

 

"Sen neden bahsediyorsun? Bana nasıl ihanet edersin?"

 

"Senin hizmetkârın on üç yıl önce Kamboçya da öldü. Onun yüzüyle senin inine girdiğim gün neyim olduğunu sormuştun. Şimdi neyim olduğunu anlıyor musun ekselans?"

 

"Bu nasıl mümkün olabilir?"

 

"Bana nasihat olarak düşmanı küçümsememi tembihledin hep. Kendini oturttuğun ilah koltuğunda kibrin gözlerini öyle bir bürüdü ki uyurken canını emanet ettiğin adamın değişimini fark edemedin. Şimdi köpeklerini sakinleştir ekselans!"

 

Boynundaki hançer biraz daha baskı uyguladı. Ellerindeki birçok ağır silahtan aynı anda ses geldiğinde hala sıkı sıkı tuttuğu kılıcını havaya doğru kaldırdı. Böylesi bir hatayı nasıl yapardı? Nasıl bu kadar büyük bir oyunu yıllardır görmez, yanı başındaki ihanetin kokusunu almazdı? Kendini Fransada bile bu kadar yenilmiş hissetmemişti. Bu onurunu yerler altına alan hareketin bedelini çok ağır ödetecekti!

 

"Durun! Hiçbiriniz kıpırdamayın!"

 

Öylece bir robotu andıran hareketleri efendilerinin emriyle tutuk bir duraksamaya itti hepsini.

 

"Şimdide silahlarını bırakmalarını emret!"

 

Kulağının ardında, hançeri sıkıca kavramış adamdan duyduğu emirle bir yutkunma gerçekleştirdi.

 

"Kimsin sen?"

 

"Her zaman o içindeki huzursuz hissin sahibi! Elçiyi bu gününe ulaştıran asıl güç sendin, elçi elinin altındaydı ama sen hiç göremedin!"

 

Öfke büyüdü. Öyle büyüdü ki her yana lav olarak saçılacak kadar güçlendi. Aptal yerine koydukları kişi dünyanın efendisiydi. Ve hepsi bunun bedelini öderken çok acı çekecekti.

 

Alparslan etrafta gözlerini çevirdi. Alman komutanın gırtlağını parçalayarak geçen kasaturasının haline baktı. Çok hızlı olmuştu bu ölüm, canını sıktı bu detay. Üstelik en sevdiği kasaturaydı, onu artık kullanmayı midesi kaldırmazdı. Sonra Duhanın ardında tutmak için debelenen karısının çığlık atar gibi adını zihnine doğru bağırmasıyla sol gözü sızıyla kısıldı. Umarım Şifa şu an yaşanılan hiçbir şeyden Alparslan'ın haberi olmadığı gerçeğini atlayıp, tüm sinirini ondan çıkarmazdı.

 

Ahu kafasını gömdüğü yerden kaldırdı, irice ve büyük bir korkuyla açtığı gözlerini etrafta dolaştırmıştı. Sonra Alparslan'a baktığında sanki bunu bekliyormuş gibi girdiği masa ardından ok gibi fırlayıp Korhan'ın bedeniyle üstünü kapattığı babasına doğru koştu.

 

"Korhan!!!"

 

Dışardaki gökyüzü atışlarının seyrelmesiyle bakışları görecekmiş gibi tavanda gezindi. Şifa yanına doğru ilerlediğinde ukala bir sırıtma yayıldı dudaklarına.

 

"Haberim olsa seni getirmezdim, biliyorsun."

 

Şifa başını iki yana sallayıp iç çekti.

 

Ahu ise Korhan'ın kendini yeni yeni kaldırıp babasını kontrol ettiğini gördüğünde yanlarına ulaşmıştı bile.

 

"Korhan! İyi misiniz? Korhan!"

 

Korhan kendine bakmıyordu bile. Korkuyla her söylediği cümleyi daha hızlı bir şekilde seslendiren babasını kontrol ediyordu. Ama Ahunun gördüğü bu değildi.

 

"Korhan kan var! Korhan yaralandın mı?"

 

Bir şok hali diye de tanımlanabilirdi ama emin olamıyordu Ahu. Korhan bakışlarını kaldırdığında Ahu tekrar "yaralanmışsın!" diye bağırdı. Sol kolunun omzundan dirsek kısmına kadar yayılan kana baktığında fark edebildi.

 

Babasını kavrayıp, yuvarlandığı zamanda kılıcın ıslık gibi savrulma sesini duymuştu ama yaralandığını hissetmemişti. Ahunun gözlerinden akan dehşete, babasına ve tüm kolunu örten kana baktı. Ahu yarayı kontrol ettiğinde yüzünün tüm rengi çekilmiş gibiydi.

 

"Aman Allah'ım! Aman Allahımmm Korhan! Yardım edin yardım edinnnnnn!!!!"

Ahunun çığlık çığlığa bağırmalarının içinde üzerindeki tişörtten büyük bir parçayı dişleriyle yırtması, kopardığı parçayı Korhan'ın kemiğine kadar açık yarasının üzerine bastırması aynı anda gerçekleşti. Ahunun ortalığı yıkar gibi attığı çığlıkla Alparslan koşarak onlara ulaştı. Ahi üzerine kapanmış Hakanı kendinden uzaklaştırıp kurtulmaya çalışıyordu. Alparslan, Ahunun kontrolsüz bir şekilde titreyen ellerle kana bulanmış tişört parçasını bastırmasına baktı ilk. Sonra Ahunun bedenini yarı yarıya çıplak bırakan tişörtle, başından hızla kendi tişörtünü çıkarmıştı.

 

"Geri çekil Ahu! Ben ilgileniyorum, sen tişörtü giy ve geri çekil. Şifa!"

 

Alparslan'ın ona seslenmesine gerek kalmadan Şifa yanlarına ulaşmıştı bile. Ahunun bir histeri krizinin ortasında gibi titremelerini görebiliyordu. Korhan diye titreyen bir fısıltıdan başkasını çıkaramıyordu. Şifa yaranın açık kısmına baktı. Korhan'ın şoka girmiş yüzünün rengi çekiliyordu. Alparslan'ın yere attığı tişörtü Ahunun kafasından geçirip kollarıyla sarılarak uzaklaştırmaya çalıştı.

 

"Ahu bakma güzelim. Yok bir şey canım, hadi gel."

 

"Çok kan kaybediyor! Abi..."

 

Alparslan tekrar yaraya ve Korhan'a baktı.

 

"Hızla uzaklaş dedim lan, kendini biçtir demedim!"

 

Korhan kolundan aşağı bir kan ırmağı yokmuş gibi Ahunun gözlerine baktı. Korkuyla gözlerinden akan damlalara, titreyen dudaklarına. "korkma" diye mırıldandı. Sonra sağında, yerde duran babasıyla ilgilenen Duhan çarptı gözlerine. Adamın üzerinden çıkardığı ceketi babasına sardığını gördü.

 

"Dokunmayın..."

 

Fısıltı gibi çıktı ilk önce sesi. Sonra ise bir kükremeyi andırır gibi "DOKUNMAYIN BABAMA!!!" diye haykırdı. Kolundaki derin kesiğin acısını hissetmiyor muydu gerçekten? Ahunun fısıltıyla tekrar adını seslenmesini duymadı. Babasına doğru bir hamle yapıp Duhanın elini uzaklaştırdı. Dehşetle iki elini başının etrafına sarmış, sınırlı alanda hareket edebildiği kadar öne arkaya sallanan babasına iki kolunu da sardı. Kan Tarık'ın sırtından aşağı yayıldı.

 

"Oğlum bir dur lan! Şu koluna bakalım, çıkaralım sizi şuradan. Adamı da korkutuyorsun, sonra geçirirsin sinir krizini."

 

Alparslan'ın güçlü sesiyle daha çok kollarını sardı babasına.

 

"Dokunmayacaksınız ona. Hiçbiriniz elinizi değdirmeyeceksiniz! Çok üşüyor Ahu Nar..."

 

Korhan'ın gözlerinde cinnet benzeri kıvılcımlar Alparslan'ı duraklattı. Ahuya baktı. Ona ulaşacak, sesini duyuracak tek kişiye gözleriyle seslendi. Şifanın sarıldığı kollarda bir kuş gibi titreyişi içini ezdi ama ne yapacağını tam olarak Alparslan da bilmiyordu.

 

"Tamam... Tamam ısıtacağız bitanem. İyileştireceğiz ama ne olur kolunu zorlama artık."

 

O sırada bir hareketlenme yaşandı. İçeri doğru hızla ilerleyen Turanları, onunla beraber Gökay Turan dahil yanlarında olmayan yedi üs liderini fark etti. Asil ejder ailesinin tüm askerleri tek tek etkisiz hale getirilip, tahliyeye saniyeler içinde başlanmıştı. Barbaros- Michail- öylece bir hançerin ucundaki canı elinde tutarken içeri girenleri izliyordu.

 

"Ahu şu adamı kendine getir, bayılıp kalacak."

 

Alparslan'ın sesiyle Ahu hızla başını sallayıp yerde sürünerek Korhan'a doğru biraz daha ilerledi. Korhan sıkıca babasını kollarıyla sarmıştı. Deli bakan gözleri Ahuya değdiğinde biraz durulur gibi oldu. Ahunun, Korhan'ın kanına bulanan elleri ona doğru uzanıp, dokundu.

 

"Korhan... Bitanem bi bak bana. Korhan hadi canımın içi bir kerecik bak."

 

Korhan, Ahunun ninniyi andıran sesiyle gözlerini kırpıp açtı. Ahu dizlerinin üstünde yükselip yaklaştı. Kollarıyla sardığı babasını haddinden fazla sıktığını anladı. Elleri, Korhan'ın sıkı birer mengeneye dönmüş kollarına dokundu. Sol koluna eksik gedik sardığı tişört parçası kanla kaplanmıştı.

 

"Korhan ne olur kollarını aç bitanem."

 

Yanlarına ne zaman geldiğini bilmediği Ahi de dizlerinin üstünde yaklaştı ikisine.

 

"Abi... Hadi babayı bırak Ahu bir baksın. Yaralanmış mı?"

 

Yatıştıran sesine karşı gözleri çevrildi Korhan'ın. Ahu kardeşine minnetle baktı. Kimse Ahinin dizlerinin titrediğini bile fark etmiyordu ama adrenalinin verdiği bir hisle gözünün kararmasının önüne geçebiliyordu. Ahunun tek başına verdiği mücadeleye kardeşi olarak en fazla bu kadarını yaparak eşlik ediyordu.

 

"Abi... Bak baba sıkışıp kaldı, hadi bırak artık. Ahu da çok korkuyor, kolun yaralanmış. Bu kız biraz daha o yaraya baksa bayılır. Ben tutacağım babayı söz veriyorum, kimse dokunmayacak."

 

"Kimse dokunmasın babama!"

 

"Tamam abi, söz veriyorum kimse dokunmayacak. Ahu bir baksın sana, kan kaybediyorsun."

 

Korhan, Ahinin ikna eden sesiyle kollarının arasında sıkışıp kalmış babasına baktı. Fark etmeden canını yakacak kadar sıkmıştı onu, kısık iniltisiyle kolları gevşedi. "Baba" diye mırıldandı. Ahi bir bebeği korkutmaktan çekinir gibi naif hareketlerle Tarık'a uzanıp, kendine doğru çekti. Adam iki eliyle kafasını sarmış, boynunu içine çekip, küçüldükçe küçülmüştü.

 

Ahu hemen Korhan'a doğru atılıp kollarını boynuna doladı. Boynuna değen kan midesini bulandırmak yerine daha sıkı sarılmasına neden olmuştu.

 

"Hadi koluna bir kere bakayım bitanem. Acıyor mu?"

 

"Ahu Nar..."

 

Korhan'ın kırık dökük sesiyle Ahunun gözlerinden yine iki damla kaydı.

 

"Geçti bitanem."

 

Kimin uzattığını bilmediği bir bez parçasını kanı durdurmak için tampon yaptı, yeni bir parçayla sabitledi. Bakışı Korhan'ın gözleriyle çarpıştığında Korhan'ın sol gözünden kayıp giden yaşla kısık bir hıçkırık kaçtı boğazının gerisinden.

 

"Babamı... Mahvetmişler Ahum..."

 

Ahu duyduğu cümlenin altında ezildi. Bu cümleyi kuran adamın otuz ikisine gelmiş bir yetişkin değil de on yedisinde bir çocuk hissi vermesi içini dağladı. İnilti gibi babasının halini dillendiren eşi, yüreğini pare pare etti. Diyecek bir şey bulamadı. Buna nasıl bir teselli cümlesi kurulur bilmiyordu Ahu. Kendinin de teselli edilmesi gerektiği bir noktada nasıl eşine destek olur aklı durmuştu.

 

"Koluna bakılması lazım. Tendonlar zarar görmüş olabilir, sinirler, bilmiyorum çok kan var. Cerrahi işlem gerekiyor."

 

"Beni tanımadı."

 

Korhan'ın sayıklar gibi sesiyle burnunu çekti.

 

"Şifa doktor lazım. Gerçek bir doktor lazım."

 

Korhan'ın ona bakan gözlerinden ayrılamıyordu. Yanlarına gelen, onları izleyen gözleri görmüyordu. Sadece Korhan'ın çaresiz kelimelerinin ruhuna açtığı yaralarla baş etmesi gerekiyordu.

 

"Korhan! Hadi kardeşim tutun bana. Kalk ne yapabiliriz bir bakalım. Ahu sen dikemez misin?"

 

Zahirin sesiyle Ahu başını kaldırıp baktı. Zahir koluna bir bakış atmış, yüzünden geçen ürpertiyle gözlerini Korhan'da sabitlemişti.

 

"Tıbbi ekipmanımız ve sağlık ekibimiz var üste. Ayağa kalkabilecek durumda mısın?"

 

Bahadırın sesi de konuşanlar arasına karıştığında Ahu beklemeden ayağa kalkıp Korhan'ın kolunda kanaması hafiflemiş sargıya göz attı. Korhan'ın gözlerindeki bu boşluk hissi Ahuyu çok korkuyordu.

 

Bahadırın yanına koşarak gelen iki iri yarı adam "üs girişi açıldı efendim, yaralılarımızı içeri alıyoruz" demişti. Ahu bunun da ne anlama geldiğini çözemedi.

 

Sonra her şey çok farklı gelişmeye başladı. Ahi Tarık'a destek olmak istiyordu ama ayağındaki ortez buna izin vermeyince Korhan donuk hareketlerle Ahunun kolundan ayrıldı. Babasına doğru yaklaşıp sanki küçük bir çocuğu kucağına alır gibi kaldırdı. Ahu yarasının azalan kanamasını çoğalttığı için kızmak istiyordu, canını yakıyorsun diye bağıracak oldu neredeyse. Asıl acının yüreğinde oluşu dilinde düğüm olup, kaldı. Korhan'ın zerre zorlanma emaresi göstermeden hareket edişiyle içi ezildi. Babalar evlatlarını kucağına almalıydı. O zaman herkesin yüzünde gülümseme olur, manzaranın tadını çıkarırdı. Evlatların takatsiz babaları kucağında tutması ise sadece can yakıyordu.

 

Gökay Turan kısa bir an durum değerlendirmesi yaptı. Sonra ise Barbaros'un rehin tutuğu adama doğru yaklaştı.

 

"Karşılaşmak için çok uzun zamandır bekliyoruz değil mi?"

 

Boynunda bir hançer yokmuş gibi olanları izleyen adam, Gökay Turanın kurduğu cümleyle hissiz bir gülümseme canlandırdı yüzünde.

 

"Kendinizi bitirdiğiniz bir gün. Bana zarar veremeyeceğinizi biliyorsunuz ama yine de pervasız hareket ediyorsunuz. Artık dünya üzerinde zerreniz kalmayacak."

 

Gökay Turan iç çeker gibi bir nefes aldı.

 

"Asil ejder ailesinin son saf kanı... Masonların ilahı! Senin için çok güzel planlarımız var. Tadını çıkarmanı sağlayacağım Soloman!"

 

Gökay Turanın son söylediğiyle ekselansın tüm sakin duruşu, kendine güveni yıkıldı. Hâlbuki öldürülmeyeceğinden o kadar emindi ki! Gözlerinde büyük bir dehşet, anlamlandırılmayacak şiddette bir karmaşa geçti.

 

"Sen... Sen nasıl?"

 

"Adını nasıl mı biliyorum? Seni doğurana bile bahşedilmeyen, ışık ayininde, doğduğun gün verilen adından nasıl haberdarım?"

 

Gökay Turan başını iki yana salladı. Yüzünde ürperten bir gülümseme büyüdü.

 

"O gün Fransa'da ölmüş olmayı dileyeceksin!"

 

Başka bir şey demeden ardını döndüğünde Korhanlara doğru ilerledi. Kucağında tuttuğu adama saniyelik bir bakış attı. Bahadırla göz göze geldiğinde ise Bahadır başını eğmişti.

 

"Üsse inelim, Korhan'ın yarası tedavi edilirken konuşulacak çok şey var bunları halledelim. "

 

Sonra Barbaros'un tuttuğu adama bir bakış attı.

 

"Duhan, vatoz tüm deniz altıları ve gemiyi etkisiz hale getirdi. Çöpleri toplamak için Fas Hükümeti yardımcı olacak. Dışarda insansız hava araçlarının vurduğu cesetlerin toparlandığından emin olun."

 

Duhan aldığı emirle hızla harekete geçti. Gökay Turan boş bakışlarla kendine bakan Korhan'a çevirdi bu kez yüzünü.

 

"Her şey istediğin gibi açıklanacak, şimdi ilk olarak sana müdahale edilsin ve baban kontrolden geçsin."

 

Korhan öylece bakıyordu. Ne sesini çıkarıyor ne beklediği gibi bağırıyor ne de hesap soruyordu. Bu tavrı Gökay Turanın ona nasıl yaklaşması gerektiğine dair ikileme düşmesine neden oluyordu. Sonra gövde olarak bahsedilen bölgeye doğru kalabalık, Bahadırın yönlendirmesiyle ilerledi. Kubbenin tam merkezinde kalan alan Alparslan'ın patlattığı kapıya oldukça yakın bir bölgedeydi. Yerde bir sarmalı andıran taban yerine küp şeklinde, en az elli metrekare büyüklüğünde bir asansör duruyordu. Ceyda'nın "Aman Allah'ım" diye mırıldandığını duydu ama Ahu hala daha önce orda olmadığına emin olduğu asansöre bakıyordu.

 

"Ne... Ne oluyor?"

 

Şifa kurumuş dudaklarını yalayarak Ahunun sırtına elini sürdü.

 

"Fas üssü yeryüzünde değil Ahu. Yer altına kurulmuş bir üs. Güneş panelleri, gerekli enerjiyi sağlamak için kuruldu. Üssün yer yüzünde kalan kısmı ise bu enerjiyi revize ederek asıl ihtiyaç duyulan kısma yani yer altına aktarım yeri. Hadi Korhan daha fazla bu şekilde dayanamaz."

Korkak adımlarla onlara yürümeleri için yol gösteren adamları takip etti. Bir yanında Korhan, diğer yanında Ahi vardı. Ahinin öbür tarafında Hakan yürümesi için ona destek oluyordu. Bindikleri asansör büyük bir odayı anımsatıyordu Ahuya. Korhan'ın ise hiçbir şeyi umursamadan, sadece kendi kucağında saklanır gibi kafasını omzuna gömmüş babasındaydı dikkati.

 

"Korhan... İyi misin?"

 

Fısıltısı Korhan'a ulaştığında boş bakışları Ahuya çevrildi. Konuşmadı ama iyi olduğunu ifade eder gibi gözlerini açıp kapatmıştı.

 

Asansör bir süre aşağı indikten sonra kapılar tekrar açıldı. Yoğun ışık Ahunun ilk bakışta gözlerini aldı. Sonra ise önünde ilerleyen adamlarla beraber yürümeye başladı. Açılan kısımda bile büyük bir koşturmaca hali vardı.

 

Ahu ilk kez üsse girdiklerinde büyük olduğunu düşündüyse yanılmıştı. Ya da orayı dünyayı gören bir göze çevirdiklerine dair bir fikri varsa tuzla buz olmuştu. Üssün büyüklüğüne göre içindeki insan sayısının azlığı ilk baktığında dikkatini çekmişti aslında ama üzerine hiç düşünmemişti. Şu an ise yer altına kurulmuş bir dünya inşa edilmiş gibiydi. Yukarda yaşanılan hiçbir şeyden etkilenmemiş insanlar vardı. Yukarda yaşanılan karmaşanın düzene sokulması için arı gibi çalıştıkları her hallerinden belliydi.

 

Gözlerini büyüklüğü etkileyici boyuttaki ekranlarda gezdirdi. Bir an baktığı ekranda kıyıya yakın, yarısı parçalanmış bir gemi gördü. Ama dikkatini çeken gemiden ziyade ona oldukça yakın mesafede duran çelik parlaklığında başka bir şeydi. Hiç böylesi bir deniz aracı görmemişti. Gemi değildi. Gözleri daha da kısıldı.

 

"Çelik vatoz..."

 

Şifanın fısıltısıyla bakışları ekrandan ayrıldı. Şifanın gülümseyerek aynı ekrana baktığını gördü.

 

"Onu ilk kez yüzeyde böyle görüyorum. Su altında olmayı seviyor."

 

"Ne?"

 

"Çok kıymetli bir silah kendi. Patlamalar onun atışlarıymış, aklıma gelmedi. Tek başına beş deniz altı ve bir gemiyi parçalamış. Kerim keyiflidir."

 

Şifanın kendi kendine konuşmasından Ahu çok da bir şey anlamıyordu açıkçası. Şifa gülümseyen ifadesini dağıtıp, Ahuya baktı.

 

"Korhan şokta Ahu, ona yardım edelim önce. Sonra ise neler olduğu hakkında gerçekten bizim de sağlam bir açıklama duymaya ihtiyacımız var."

 

Ahu kendileriyle beraber inen adamların içerisinde her şeyi başlatan, bu hallere düşmelerine neden olan şeytanı göremedi. Kaşları çatıldı.

 

"O nerde? Nereye götürdüler onu?"

 

Şifa da etrafına bakarken Alparslan'la göz göze geldi.

 

"Şu adamı kendine getirelim, icabına bakılmak için bir süre gerilim yaşayacak. Hadi Ahu ceylan, bayılacak bu vampir."

 

Korhan'ın yüzündeki renk git gide solgunlaşıyordu. Ama bunu belli etmek istemez gibi dik duruşunu azıcık bile bozmuyordu. İlk olarak tıbbi destek kanalına yönlendirdiler. Korhan babasını bırakmak istemediğinde yine Ahi ve Ahunun müdahalesi gerekmişti. Hızla yapılan küçük bir kontrolle, serum desteği sağlanmış, yaşadıklarının içinde korkuyla çarpan yüreği sakinleşsin diye hafif bir sakinleştirici verilmişti. Tarık'ın uykuya çekilen bedeninin yanından ayrılmak istemeyen Korhan ise lokal anesteziyle tedavi için hazırlanmıştı.

 

Ahunun her an yanında olduğu süreçte dikkatini çeken en önemli şey kesiğe yapılan müdahaleydi. Kesik çok derin ve büyüktü. Bir operasyonun gerçekleştirileceğine eminken temizlenen yara bir balçığı andıran, ismini sorduğunda ise cevap alamadığı bir ilaçla kaplanmıştı. Sütur atılmasını beklerken ise basit kesiklerde kullanılan yapıştırma işlemiyle yara sarılmıştı. Ahu nasıl böylesi büyük bir kesiğe böyle basit bir işlemle karşılık verildiğini çözemiyordu. Daha da kafasını karıştıran ise on iki saat içinde yaranın kapanmış olacağına dair doktorun Ahuya operasyon sonrası bilgi verişiydi.

 

Kapı kenarında onları izleyen Şifa ve Alparslan'a bakmadı. Gözünü üstlerinden ayırmayan Ahiye ise emanet bir gülümseme gönderebildi sadece. Korhan'ın solgun yüzüne, babasından ayrılmayan gözlerine karşı direnci çok düşüktü. Koluna yapılan hiçbir şeyde tepki vermemişti. Burada değil gibi sessiz ve hissizdi.

 

"Kor-Korhan... Acıyor mu canın?"

 

Korhan sedyede kıvrılmış bir halde uyuyan adamdan gözlerini çekip, Ahunun ürkek siyahlarına baktı.

 

"Korhan, bitanem... Çok acıyor mu kolun?"

 

Konuşsun diye sorulan bir soruydu. Acıyor dese Ahu ayaklarını yere vura vura canı acıyor diye ağlayacak haldeydi üstelik.

 

"Korkma..."

Sesi kırçıllı, kısık çıktı. Hiçbir zerresinde uzun uzun konuşacak mecal yoktu. Ahu, oturduğu sedyenin yanına kıvrılıp, boynuna kollarını doladığında Korhan'ın başı da omzuna düşmüş oldu. Ahunun daha fazla direnemeyen canı hıçkırıklarını bıraktı. Korhan ise sanki bu anı bekliyormuş gibi Ahunun omzunda gözünden yaşların kaymasına izin verdi. Sesi çıkmıyordu. Ağladığını gösteren tek belirti yüzüne aşağı kayan yaşlardı. Ahunun kendini mi yoksa Korhan'ı mı teselli etmeyi amaçladığı geçecek sözlerini duyuyordu sadece.

 

Ona ne yaşatılmıştı?

 

Korhan'ı birkaç saatte nasıl bir cehennem ateşi sarmıştı. Babasını görünce yaşadığı şok, Ahuyu ondan alacaklarını anladığında yaşadığı dehşet, babasının halini idrak ettiğinde hissettiği parçalanma tüketmişti onu. Öyle ki hesap soramıyordu kimseye. Neden yaptınız bunu bize diyemiyordu. Korhan babasının ona boş bakan, oğlunu tanımayan gözlerinde yitirmişti son gücünü.

 

Ahunun omzu iyi geldi ama. Kaldıramadığı yükten kaçmak isteyen aklı onu hızlı bir uykuya itti. Kolunda hızlı bir karıncalanma ve kaşıntı hissi vardı. Acıyı hissetmiyor muydu yoksa yüreğinin acısı başkasına müsaade etmeyecek kadar mı yoğundu ayrım yapamadı. Kan kaybeden vücudu bir dinginlik arayışıyla eşinin kokusunda duruldu.

 

Korhan'ın üstüne doğru yığılan bedeniyle Ahu onu daha sağlam kavradı. Korhan diye fısıldadığında Alparslan yanlarına yaklaşmıştı. Ahunun omzunda uyuya kalmış adama karşı dudaklarını bastırıp iç çekti. Kendi iri bedeninin verdiği avantajla üzerinde oturdukları sedyeye doğru uzanmasını sağladı.

 

"Bayıldı mı? Çok kan kaybetti, takviye yapmaları gerekiyordu. Şifa burada doğru düzgün hiçbir şey yapmadılar. Ne olur yardım edin onu bir hastaneye götürelim."

 

Ahunun telaşlı sesini Alparslan "Sakinleş, uykuda daha hızlı iyileşecek" diyerek böldü. Ahu yüzündeki ıslaklığı elinin içiyle kuruladı. Korhan'a baktı öylece.

 

"Dikmediler bile. Hasar alan sinirler var mı bakmadılar. Ya kolunda kalıcı hasar olursa?"

 

"Merak etme canım, kısa sürede hiç yara almamış gibi iyi olacak. Söz veriyorum yarına kadar büyük bir kısmı kapanmış göreceksin kolunu."

 

Onu delirtmeye mi çalışıyorlardı. Onunla dalga mı geçiyorlardı gerçekten? Aklını mı oynatsın diye uğraşıyorlardı?

 

"Siz! Siz ne diyorsunuz? Siz görmediniz mi onun kolunu? Niye yapıyorsunuz bunu bize? Bayıldı! Acıdan bayıldı nasıl böyle vicdansızca izleyebiliyorsunuz!"

 

Ahunun bağırtısıyla Ahi yanına doğru topallayarak ilerledi. Ahuya kolunu dolayıp, hıçkırarak ağlarken başını göğsüne gömdü.

 

"Acıdan değil..."

 

Şifanın kısık sesine Ahi gözlerinde öfkeyle karşılık verdi.

 

"İyileşme sürecini hızlandırmak için uyutuyor ilk. Açıklayacağız, yemin ederim açıklayacağız Ahu. Yüzüne kremi kullandın biliyorsun, şimdi ayrıntılı ne olduğunu söyleyemem ama kendin denedin. Tüm izler birkaç saatte gitmişti değil mi? Biliyorum çok zor ama birazcık güvenemez misin bize?"

 

Ahi söylenilen hiçbir şeye karşılık vermedi ama yüzündeki nefret yüklü izler güven konusunda onlara karşı zerresini beslemediğini açık açık bağırıyordu.

 

"Ahu biraz dinlenin şimdi. Ben ortalığı toparlamışlar mı bakmak zorundayım. Şu iti de parça parça edeceğim daha. Korhan bir iki saate uyanmış olur endişelenme."

 

Ahu, Alparslan'ın keskin sesiyle Ahinin göğsünde sadece başını sallayarak onayladı. İki kardeş, baba ve oğulu karşıda onlar için getirilen iki sandalyede izleyerek beklediler.

 

Alparslan ise üssün dışına çıkarak etraftaki karmaşayı inceliyordu. Deniz kanadında sahile yakın kısımdaki yıkıntılar için henüz bir şey yapılmamıştı ama hava atışları sonucu etrafta olan parçalanmış cesetler toplanıyordu. Yanına doğru ilerleyen adamla gözleri kısıldı. Onun ardından ise Zuhur ve Kerimi gördü. Döndüğünde yaptığı ilk şey Barbaros'un zerre kendine ait olmayan yüzüne sert bir yumruk indirmek oldu.

 

"Allah'ın belası!"

 

Barbaros çenesindeki darbeyle bir anlık sarsıntı yaşasa da başını iki yana sallayarak kısa sürede toparlandı.

 

"Liderler bekliyor."

 

"Bana diyeceğin tek şey bu mu?"

 

Barbaros omuzlarını silkti. Kendi gözlerinin aksine daha açık renkteki kahveleri kısılmıştı.

 

"Ne dememi bekliyorsun?"

 

"Adamın yanındaki köpeği olduğunu son dakka mı öğrenmem gerekiyordu?"

 

"Bir ölüm taciri görevini tamamlamadan kendini ifşa edebiliyor mu CUNTOS?"

 

Alparslan dişlerini gıcırdatıp, hırlar gibi üstüne yürüyecekken Kerim engeline takıldı bu kez.

 

"Selam sabah yok mu kardeş?"

 

Alparslan uzanmış elini iç çekerek sıktı. Erkeklere özgü selamlaşma şekliyle kafalarını birbirlerine değdirmişlerdi.

 

"Vatozunu güneşlendirmeye karar vermişsin."

 

"Çocuk sonunda gün yüzü gördü. Az hava alsın Yavuz yine park eder denizin dibine."

 

"Sen ne kadardan haberdarsın?"

 

"Kısa süre önce emir girildi vatozun beynine. Fas üssünde temizlik dediler yüzdük bizde. Ne halt olduğunu zerre bilmiyorum da şu herif bu ekselans dediğimizin hizmetçisi miymiş şimdi?"

 

"Liderler bekliyor denildi!"

 

Zuhurun sert sesiyle Alparslan'ın ve Kerimin dedikodu tonundaki brifingi yarım kalmış oldu. Dört adam tekrar üsse giriş yapıp, ana binaya geçmek için asansör sistemini devreye soktular. Sistem sadece Güneşin müritlerine damgaladığı çipler sayesinde harekete geçiyordu. Çip ise sınırlı sayıdaki müritte yer alan, dokuz üste sınırsız erişim imkanı veren özel bir haktı. Dördünden sadece Alparslan'da olan damga aracılığıyla kapanmış taban açıldı ve asansör misafirlerini almak için yukarı hareket etti. Ana üsse geçilip, liderlerin olduğu bölüme gidene kadar solucan deliği tanımına uyan bölmelerden geçtiler. Teknoloji fuarını andıran üs hiçbirinin dikkatini çekecek kadar etkili değildi artık.

 

İçeri girdiklerinde Gökay Turan ayaktaydı ama diğer sekiz lider onlar için ayrılmış yerde oturuyordu. Umay Alparslan'la anlık göz göze geldiğinde küçük bir göz kırpmanın dışında tepki vermemişti.

 

"Beni çağırmışsın başkan. Hepimizin ağzına sıçılma sebebini mi anlatacaksınız!"

 

Bilgi verilmeden operasyon yürütüldüğü için oldukça öfkeliydi. Gökay Turanın kaşları çatıldı.

 

"Had sınırını koru!"

 

"Şifanın olduğu yere saldırı düzenlendi! Hiçbir haber verilmeden operasyon yürütüyorsunuz! Had sınırını aşalı çok oldu! Birlik sizin ama Şifa benim! Onu tehlikeye attıktan sonra had bildirmeye kalkmasın kimse!!! "

 

Gökay Turanın tek kaşı kalktı.

 

"Birlik senin değil yani?"

 

"Bugünden sonra mı? Cevap hoşuna gitmez! Şifayı riske attığınız, kız kardeşim dediğim kızı riske attınız! Adamın kolunu boydan boya biçti o orospunun çıkardığı. Yukarıyı yıkmadıysam yeterince korktukları için! Şimdi neyin uyarısı bu? Bana tasma takmak mı istiyorsunuz?"

 

Gözünü tüm liderlerin üstünde dolaştırdı. Keskin gözlerine karşılık bakılıyordu ama hiçbiri ne öfkeyle ne de keyifle izliyordu onu. Kurdun isyankarlığı bilinmeyen bir şey değildi.

 

"Böyle bir şey yapılmadığını çok iyi biliyorsun! Bu önceden planlanan bir operasyon değildi. Bahadır da dahil hiçbirinin dahil olduğu bir operasyon değildi. Barbaros'tan gelen haberle hızla çıkış yapmak zorunda kaldım. Ayrıca Şifayı üsse getirme inisiyatifi sana aitti. Bu aptallığın nelere maal olacak biraz da kendin düşün!"

 

Alparslan'ın kararmış ve her an saldıracakmış gibi kabarmış boynuna baktı. Başını iki yana salladı. Onunla iletişim kurmak çok zordu. Yine de sakin olmak için gözlerini kapatıp açtı.

 

"Şifayı ya da diğer hiç kimseyi tehlikeye atmak istemezdik ama dediğim gibi planlanmış bir operasyon değildi kurt. Tarık Yıldırayı şantaj için kullanacağı bilgisi ulaştığında diğer üs liderlerini toplamak ve hızlı bir plan kurmak zorunda kaldık. Akışı bozamazdık, ilk kez Tarık Yıldıraya bu kadar yaklaşmışken tekrar almasına izin veremezdim."

 

"Yaşadığı bilgisi ne zaman elinize ulaştı? Kardeşleri aldıktan sonra mı? Çünkü onun öncesinde böyle net bir bilgi yoktu!"

 

"Hayır! Sabaha karşı Barbaros'un gönderdiği kodla emin olduk. Eğer üsse geçişinizde bir aksaklık olsa ya da şüpheye düşeceği bir hazırlık süreci başlatsak haberdar olmayacağının garantisi yoktu. Adam yıllardır hizmet eden kölesine bile güvenmiyordu. Yapılacak en doğru şeyi yaptık!"

 

Alparslan çenesi kaskatı bir halde tekrar Barbaros'a baktı ama daha fazla bir şey söylemedi. Eğer ona kızı için susması gerektiğini söylememiş olsa Barbaros olduğunu bile anlaması mümkün değildi. Bebeği hakkındaki bu bilgi Duhan, Veronica, Hakan, Barbaros ve Gökay Turan harici hiçbir liderle bile paylaşılmamıştı. Elçi olarak görev yaparken yüzünü kullanmayan adam ölüm taciri olarak verilmiş görevini de hiç beklemeyeceği bir kısımda yürütmüştü.

 

"Avukat, uykuya çekildi. Adam kendine geldiğinde ne diyeceksiniz çok merak ediyorum. Ağzına sıçtık lan! Adamın ebesini siktik el birliğiyle."

 

Gökay Turanın gözünden saniyelik bir hüzün geçse de duruşunu bozmamış, o kısa duygusal bakışı yok etmişti.

 

"Anlayacak..."

 

Alparslan sinirli bir gülümsemeyle nefesini bıraktı. Bu işte onlara bol şans diliyordu. Çünkü yapılan açıklama sırasında birliği aklayacak tek kelime duyulmayacaktı ondan.

 

Çok hızlı bir temizlik süreci gerçekleştirildi. Normal bir sivilin gözleriyle görse dehşete düşeceği parçalanmış etler toplandı. Deniz yüzeyinde bir kısmı görünen gemi ve geniz altılar ilk kıyıya çıkarıldı sonra ise Fas hükümetinin sağladığı imkanlarla ne yapılmak istenirse o yapılması izniyle bağışlandı. Burada bir kıyım gerçekleşmemiş gibi etraf düzene sokuluyordu. Kimse bir çatışma yaşandığını, İHA'ların üs etrafına yerleşmiş asil kanın koruyucularını parçaladığını gösteren hiçbir şey kalmamıştı.

 

Korhan kısık bir inilti çıkardığında gözlerini bile kırpmadan onu bekleyen Ahu ayaklandı. İki saate yakındır hiç hareket etmeden uyuyordu Korhan. Ahu bu süreçte sık sık Tarık'ı da kontrol etmiş, başlarından bir saniye bile ayrılmamıştı.

 

Korhan kendine gelmeye çalışarak gözlerini aralayacak gibi olduğunda geri kapattı. Ama sonra dehşetle aralanmış gözleri ve hızla doğrulma çabasıyla Ahu onu olduğu yerde tutmak için omuzlarına yapıştı.

 

"Korhan dur, yarana zarar vereceksin. Korhan!"

 

"Ahu Nar babam! Ahi nerde?"

 

Soruyu sorarken odada gözünü gezdirmiş, Ahiyi sandalyede ona bakarken görmüş ve sonra sedyede uyuyan babasının varlığıyla deli gibi çarpan kalbini sakinleştirmeye çalışmıştı. Ahuya baktı telaşlı gözleri.

 

"İyisiniz?"

 

Ahu elleri yüzünü okşarken ağır ağır başını salladı.

 

"İyiyiz... Hepimiz iyiyiz endişelenme. Sen nasılsın? Kolun ağrımaya mı başladı? Hemen bi tane ağrı kesici yapacağım. Canın çok mu yanıyor?"

 

Ahu sormasa hatırlamayacağı detayla kaşları çatıldı. Kolunu boydan boya saran sargıda durmuştu bakışları. Bedenini dinledi, büyük bir acı ya da ağrı aradı ama buna dair hiçbir iz yoktu. Sadece kolunda gezen karıncalar ve kaşıntı hissi vardı.

 

"Acımıyor..."

 

Bu bir durum bildirmekten çok şaşkınlık içeriyordu. Yarayı hayal meyal hatırlıyordu. Kılıcın kolunu biçtiği anda hissettiği şey büyük bir sıcaklık ve uyuşukluktu ama sonra acı güçlenmeye, canını oldukça fazla yakmaya başlamıştı. Korhan aklını yitirme eşiğinde olmasa yaranın verdiği acıyla inleyebilirdi. Sonra yitirilmiş aklının kalıntılarıyla "babam yaşıyor" diye mırıldandı. Kendi söylediğinde daha inandırıcı gelecekmiş gibi bir kez daha tekrar etti.

 

"Babam yaşıyor Ahu Nar."

 

Ahu hızla başını sallarken sarkastik bir tebessüm vardı yüzünde. Hüznün ve bir parça mutluluğun saklanmış izleriyle dudağı kıvrılmıştı.

 

"Yaşıyor bitanem..."

 

Korhan'ın amber gözleri yaşardı, akmayan, gözünün içini kaplayan bir su tabakası örttü irislerini.

 

"Ama çok canını yakmışlar..."

 

Ahunun buna verecek cevabı yoktu. Ahunun Korhan'ı teselli etmektense kendi kalbini elleriyle sökecek gücü vardı ama babasının yanan canı hakkında tek kelam konuşacak mecali yoktu. Sadece sarıldı. İşe yaramasını, hissettiği acıyı kendi içine almayı planlayan güçlü bir sarılıştan başka bir şeyi yoktu elinde. Korhan'ın sağlam koluyla kendine dolanışı ve kokusunu içine çeker gibi derin bir soluk alışıyla gözleri kapandı. "Seni de kaybedecektim, alacaklardı seni benden" diye mırıldandı. O an hissettiği korkuyu, dehşeti ifade edecek kelime yoktu. Ahuyu kaybedeceğini düşündüğü her saniye, Ahunun başka çareleri olmadığına inandırmak için her kurduğu cümle ölmeden ölümü arzulatmıştı Korhan'a.

 

Kapı tıklatıldığında hâlâ birbirlerinde sessiz teselliyi arıyorlardı. Zahirin uzanan başıyla Ahu geriye çekildi ama kolları hala Korhan'a bir parça sarılıydı. Zahir elini tuttuğu Ceyda'yla odaya girdiğinde Ahu sedyeden ayağa kalktı. Ceyda atılıp ona sarıldığında aynı samimiyetle karşılık verdi. Zahir ise hasar tespiti yapar gibi koluna bakmıştı ilk. Şu saate kadar yanına girilmesine müsaade edilmedikçe sağda solda kırdığı- ne olduğundan zerre haberi bile olmayan aletler- öfkesini beslemişti.

 

"Kardeşim..."

 

Korhan ayağa kalktığında Zahir gerçek bir kardeşin korkusuyla sarıldı.

 

"Senin yüzünden bir gün harbiden kafayı yiyeceğim."

 

Korhan'ın omzunu sıkarken gerçek bir sitem vardı sözlerinde.

 

"Bana göz kulak olma görevini layıkıyla yerine getiremiyorsun."

 

"Ya bir bıçak ya da kurşun yersin diye aklım çıkarken kılıçla kendini biçtirdin! Yaşlanma payı olarak bundan sonra karın yüzde altmışı benim."

 

Korhan'ın zerre gülecek hali yoktu ama Zahirin korkusunu örtmek için kullandığı yol işe yaramış gibi kırık bir tebessüm kondu gözlerine. Zahir bu kez sedyede hiçbir sesten etkilenmeden uyuyan adama baktı.

 

"Tarık amca... Oğlum kafayı yemeden eve gider miyiz biz acaba? Yemin ediyorum biri gelsin de uyandırsın diye bekliyorum. Korhan ne yapıyoruz şimdi, akıl ver bende esamesi yok çünkü."

 

Korhan etrafta gözlerini dolaştırıp her şeyin sebebi olarak gördüğü adamı aradı.

 

"Neredeler?"

 

Zahir kimi sorduğunu bildiği için ağzını açacakken kapı bu kez tıklanma nezaketi göstermeden açıldı. Alparslan içeri girdiğinde ayakta karşılayan adama baktı.

 

"Beni mi arıyorsun avukat? İyi adamımdır, lafın üstüne gelirim hep."

 

Zahir "çomak da deriz biz aslında" diye tısladı. Alparslan bu yoruma sinirlenmek yerine dişleri görünesi sırıtmıştı.

 

"Gelmişsin kendine. Var mı ağrı sızı?"

 

Olmayacağını bile bile sordu bu soruyu. Korhan ima yüklü bu soruyu gördü ama çıkamıyordu işin içinden. Kolunda gerçekten niye hiçbir can yakıcı his yoktu.

 

"İhtiyarlar heyeti toplandı, seni bekliyor. Acele edersen sevinirim çünkü biliyorsun şu ejder kılıçlı götle randevum var."

 

Korhan, çıplak bedenini örtecek bir şey bulabilme umuduyla etrafa bakınırken Alparslan yüzüne doğru siyah bir tişört atmıştı. Gitgide sinirlerinin üzerinde çok oynuyordu bu adam. Tek eliyle yakaladığı tişörtü giymek için hareket edecekken Ahu hemen uzanıp elinden almış, büyük bir dikkatle giydirmişti.

 

"Birazdan geleceğim kelebeğim."

 

Ahu hızla başını iki yana salladı. Onun yanından ayrılmak istemiyordu. Çocukça bir kapristen çok Korhan'ın daha fazla yara alacağı başka bir şey duymasından, kendini toparlayamamışken daha kötü olmasından korkuyordu.

 

"Ne olur bende geleyim? Lütfen..."

 

"Burada beni bekle Ahu Nar!"

 

Korhan'ın keskin sesine karşılık Ahu ne diyeceğini bilemezken Alparslan gelip kolunu Ahunun omzuna sardı.

 

"Gel güzelim, ben götürürüm seni. Geride kalıp, kafanda kurmana, paniklemene abin izin vermez."

 

Korhan'a nispet yapar gibi kurduğu cümleler Korhan'ın ters bir bakış atmasına neden oldu.

 

"Abin geride kalmana izin vermez ama neredeyse ölebileceğin bir çatışmanın ortasına atar seni Ahu Nar! Gel tabi, başka bir saldırı olursa öne sürecek adam lazım!"

 

"Korhan..."

 

Ahunun fısıltısına karşı Alparslan'ın duruşu daha da dikleşti.

 

"Bak ortalık karışık, sende kötü durumdasın diye alttan alıyorum. İmalı konuşma benle, sikerim belanı. Kimse benden ne karımı ne de kardeşimi alamazdı zaten. Bir boklar döndüğünü anladığım için ortalığı karıştırmadım."

 

"Buraya gelirken bilmiyordun yani bir boklar döndüğünü?"

 

"Lan bilsem karımı, kızımı getirir miyim? Gidelim şunların yanına, neyse dertleri anlatsınlar bak kendimi zor tutuyorum zaten."

Korhan cevap vermeden Ahunun elini kavrayıp yanına çekti. Tam adım atacakken sedyede uyuyan babasına takıldı bakışları. Ahi yanlarına yaklaştı o sırada.

 

"Abi ben buradayım. Babayı asla yalnız bırakmam tabi sakat bacağımla bir halta yarar mıyım bilmiyorum ama kimse babaya dokunamaz."

 

Korhan bunca karmaşanın içinde ne halde olduğunu soramadığı çocuğun sözleriyle üstüne bir mahcubiyet çöktü. Kim bilir o da ne kadar korkmuş, üzerine basmaması gereken ayağını nasıl zorlamıştı? Ahunun elini bırakıp Ahinin omzunu kavradı. Kendine doğru çektiğinde kaşının üstüne dudağını yasladı.

 

"O nasıl laf oğlum? Senden başkasına emanet eder miyim ben babamı? Ağrı kesici verdiler mi sana? Ayakta bekleyip daha çok zorlama kendini."

 

Ahi kendine sarılır gibi yaklaşan, birde ilgilenen adamın sırtına elini sürtüp geri çekildi.

 

"Ahu siz uyurken iğne yaptı. İyiyim ben, aklın kalmasın. Babanın yanından da ayrılmam. Gidin hadi."

 

Korhan yine Ahuya uzanıp elini kavradığında Ahu da yanlarında dikilen kardeşinin omzuna dudağını bastırıp, Korhan'la beraber yürümeye başladı. Alparslan'ın gözleri Ceyda'ya takılı kaldı. Zahir bir üs liderinin oğluydu ama bu toplantıya Ceyda'nın girmesine müsaade etmezlerdi. Ceyda sanki bu bakıştaki uyarıyı anlamış gibi hiç adım atmadı.

 

"Ben de Ahiyle kalayım. Bir ihtiyaçları olursa yardım ederim."

 

Zahirin çatılan kaşlarına bakıp, sorun çıkarmaması için başını iki yana salladı. "Doktor çağırmak gerekse çocuk bu ayağıyla mı dolaşsın? Gidin hadi" diye mırıldandı. Zahir çok da katılmak istemiyordu ama Korhan'ı bırakmasının mümkünatı yoktu. O yüzden sesini çıkarmadı. Önde Alparslan, ardında üçü ağır adımlarla ilerlediler. Oldukça uzun bir koridorda ilerlerken bir tane bile insanla karşılaşmadılar. Sanki bulundukları bölgeye sınırlı kişi girebilirmiş gibiydi. Sonunda koridor büyük bir odaya kavuştu. İçerde bir toplantı salonu havası vardı. Ahu içeri bakarken ilk önce düşman sandığı sonra ise yanındaki adamın boğazına bir hançer yaslayan adamla göz göze geldi. Bir anlık boşlukla irkildi. Korhan parmaklarını parmaklarına dolayıp, daha çok sıkınca adamdan gözlerini çekebildi.

 

Gökay Turan ayağa kalkıp kendilerine doğru ilerledi. Korhan kadar Ahu da öfke doluydu hepsine.

 

"Geçmiş olsun. İyi misiniz?"

 

Bir karşılık bekliyorsa yanılıyordu. Korhan soruya cevap verme nezaketi göstermeden masanın boş bırakılmış sandalyelerine doğru ilerleyip Ahuyla beraber oturdu. Alparslan ise kalçasını Şifanın bulunduğu sandalyenin koluna yaslamıştı. Alışmış bir refleksle başının üstüne dudağını bastırıp, geri çekildi.

 

"Hasbihali bıraksak iyi olacak başkan. Sen konuya gir, ne boklar döndü bugün burada?"

 

Asla müttefiki olmayacağını her ağzını açtığında belirtmesine gerek yoktu aslında. Gökay Turan pekâlâ bunun farkındaydı. Başını iki yana salladı. Hissiz gözlerle kendini izleyen ikiliye baktı. Sonra burada hep yer alıyormuş gibi rahatlıkla geçip tekli koltuklardan birine oturan Bahadırın oğlunu takip etti.

 

"Öncelikle bugün burada yaşanılan hiçbir şeyin daha önce planlanan bir durum olmadığını açıklamak istiyorum. Göz göre göre hiç birinizin hayatını tehlikeye atmadık."

 

Korhan'ın kalkan kaşlarına baktı. Karşılık vermeden en azından sakince dinliyor olması da olumlu yönde bir adımdı. Geçip yerine oturdu.

 

"Birliğimiz hakkında oldukça fazla bilgi verildi sana Korhan. Ama bilinmesi gereken en önemli detay sekiz üs de Türkiye üssüne bağlıdır. Türkiye üssünü aşıp, karar veremezler, büyük adımlar atamazlar. Sizi burada ağırlayan Bahadır, olacak operasyondan haberdar edilmedi."

 

"Öyle mi? Kendi içinizde de birbirinizin ardından iş çeviriyorsanız bizim yaşadıklarımızı çok da sorgulamamalıyız belki de."

 

Korhan'ın yargılayan sözlerine takılmamıştı Gökay. Onaylar gibi başını salladı.

 

"Biz yıllardır bir amaç uğruna çok kayıplar verdik. Çok çabaladık, yorulduk, başardık, kaybettik. Çok fazla gün doldurduk Korhan. Ama çok önemli bir şey öğrendik. Kimse görevi dışındakinden fazlasını bilmezse, hedefe ulaşırız. Bugün burada olanlar tam da bu sebeptendir. Babana bu kadar yaklaşmışken uzun uzun planlama yapamazdım. Tekrar onu bir koz haline getirmelerine izin veremezdim."

 

Korhan sağ elini masanın üstüne çıkarıp, elini sertçe masaya vurdu.

 

"Babamın yaşadığını biliyordunuz! Biliyordunuz ve bana söylemek için bugünü mü beklediniz?"

 

Gökay Turan odadakilerde gözlerini gezdirdi. Derin bir nefes aldı.

 

"İşte bizi karşında bu kadar mahcup duruma düşüren bu Korhan. Biz Tarık'ın yaşadığını bilmiyorduk."

 

Ahu ve Korhan'ın kaşları anlamamışlıkla çatıldı. Birbirlerine baktılar.

 

"Ne demek bu?"

 

"Madende gerçekleşen patlama sonucunda babanın cesedine ulaşamadık. Mecbur ailesi ve çevresi için bir cenaze töreni düzenlemek durumundaydık. Onu bulamadıkça aramaları derinleştirdik. Cesedine ulaşamadıkça yaşıyor olma ihtimali daha da güçlendi ama tek bir ip ucu bile yoktu. Ölüsü ya da dirisi mutlaka bulunacaktı. Peşini bırakmamız ihtimal dahilinde bile değildi. Bugüne kadar hiçbir haber alınamadı. Ama bundan on üç yıl önce bizden birine verilen görevle ulaşabiliriz diye umudumuzu kaybetmedik."

 

Gökay Turanın Barbaros'a çevrilen bakışlarıyla Korhan'da ona baktı. Adamın yüzünü ilk kez görmüştü. Ama kimden bahsedildiğini hatırlıyordu. Türkiye'de yüzüne bakmaktan çekinen, onunla iki kelime etmemek için yönünü dönen adam karşısında bambaşka bir suretle oturuyordu.

 

"Barbaros birlik için oldukça değerli biri. Babana ulaşmak için verilen görevi sabırla on üç yıldır yerine getirmeye çalışıyor. Başka bir suretle, en büyük hasmımızın hizmetine girdi."

 

"Peki nasıl bu kadar yıl bulamazsınız? Adamın en yakınındaki kişi, sizden biriydi madem onca yıl nasıl onu eve getiremezsiniz?"

 

Bu soru istediği gibi güçlü şekilde değil de büyük bir çaresizlikle çıkmıştı. On dört yıl olmuştu babasını bir toprağa gömeli. On dört yıl yitirmişlerdi.

 

"Nasıl bir güçle savaştığımızı bilmiyorsun Korhan? Barbaros görevini tamamladığına dair bilgiyi sistemime geçmemiş olsa biz hâlâ babanın ölüp ölmediğine emin değildik. Biz bir bilinmezin içinde arayışımızı bitirmedik. En yakınım dediklerine karşı bile büyük bir ustalıkla sırlarını saklayan tarikatın içinden Tarık'ı çıkarmış olmamızın ne kadar zor olduğunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum."

 

"Nasıl bir güç bu? Neyin peşindeler?"

 

Gökay Turan başını sallayıp kapı kenarında duran Zuhura bir bakış attı. Emri alan adam odadan çıktı ve birkaç dakika içinde Korhan'ın çıplak elleriyle parçalayacağı o kişiyi odaya getirdi. Elleri arkasından kelepçelenmiş ekselans, bir esirin çaresizliğinden çok misafir kadar rahattı. Onun için çekilen sandalyeye rahatça oturdu. Gözlerini direkt Korhan'a çevirdi. Yüzünde ölçülü bir tebessüm vardı.

 

"Yavşak it! Hızla bitirin şu konuşma işini! Nerde bunun kılıcı ayrıca, bir sürü söz verdik adama tutamadık?"

 

Alparslan'ın hırlayan sesiyle ekselans kısık bir kahkaha attı.

 

"Bahsettiğin kılıç Hekna Yanardağının lavları ve elmas tozunun karışımıyla oluşturmuş özel bir alaşımdır. Onunla tanışan herkes çok sonrasında verdiği hasarı hisseder."

 

Manidar bakışları Korhan'a ve kolundaki sargıya çevrildi. Dudağı keyifli kıvrımını büyüttü.

 

"Hayranlığını gerçekten hak eden, çok değerli bir cevherdir. Tıpkı benim gibi zevk sahibisin kurt."

 

Alparslan ters ters baktığında daha güçlü bir kahkaha attı ekselans. Sonra odada dolaşan gözleri Barbaros'ta (Michail) durdu.

 

"Ah... En sadık hizmetkarım da buradaymış. İnanılır gibi değil ama gerçekten benim Michailimle o kadar benziyorsun ki. Bir ihtimal o olduğunu söylemeni içten içe diliyorum açıkcası."

 

Gözlerini kısmış, bu ihtimalin üzerinde düşünüyormuş gibi başını soluna yatırmıştı. Barbaros ise ifadesiz bir suratla on üç yıl hizmetine koştuğu adama bakıyordu.

 

"Yeterince dikkatli baksan görürdün gerçeği. Kibir en büyük günah değil miydi Ekselansları?"

 

Barbaros sonuna doğru hafif bir gülümseme bahşetti. Kendi aralarında yaptıkları bir sohbete atıfta bulunuyordu. Ekselans iç çekip omuzlarını düşürdü.

 

"Anlıyorum ki benim Michailim ışığa kavuşmuş. Ne diyebilirim ki hizmetinde kusursuzdu. Gerçi bu konuda sen de oldukça iyi iş çıkardın. Bana birliğinden getirdiğin her haber çok kıymetliydi."

 

Gözleri hinlikle parlayıp, bir kahkaha attı. Gözleri Alparslan'a çevrildi.

 

"Gerçekten mükemmel iş çıkarmışsın köle. Onunla oynarken nasıl sessiz kalabildin? Gerçekten tebriki hak eden bir oluşumsunuz."

 

Alparslan sanki yeni yeni aklına geliyormuş gibi bu söylemle kaşlarını çatıp Barbaros'a baktı. Gözlerinden öfkeli bir ışık kaydı. Şifanın da hızla aldığı nefes sonrasında bilinçsizce eli omzuna gidip, alışmışlık hissiyle masaj yapar gibi ovmaya başladı.

 

"Şerefsiz Barbaros!"

 

Barbaros ise zerre etkilenmemiş bir ifadeyle Alparslan'a bakıyordu.

 

"En başından itibaren yapman gerekeni yapsaydın, seninle oynaması gerekmezdi. Bazen nerede durmamız gerektiğini bilmeliyiz kurt!"

 

Tok sesini Alparslan'a söyleyip, Şifaya özür diler gibi mahcup bir bakış attı ama. Şifa artık duyduğu hiçbir şeye şaşırmadığı için iç çekmenin ötesine geçemedi yaşadığı farkındalık sonrasında.

 

"Çok tatlısınız ama ben artık sıkıldım. Üstelik misafir ağırlamak konusunda berbatsınız. Yeterince eğlenip, zafer hissini tatdıysanız bu gösteriyi sonlandıralım."

 

Ekselansın keskin kelimeleri Gökay Turana bakarak söylenmişti. Gökay Turan ise ciddiyetinden azıcık bile kaybetmeden adamın kendine güvenini izliyordu.

 

"Burdan canlı çıkacağına gerçekten inanıyorsun..."

 

"Dalyarak, hâlâ şov peşinde."

 

Alparslanın araya girmesi iki adamın birbirine bakışlarını bölmemişti.

 

"Beni bizzat siz evime ulaştıracaksınız! Adımı biliyorsunuz, o zaman benim ölümsüzlüğüm ne denli kıymetli farkındasınızdır."

 

Gözleri arayışta gibi birinde durdu. Umay'da duraksayan gözleri bir kıkırtıyla sabit kaldı.

 

"Seni tekrar görmek için o kadar sabırsızlanıyordum ki... Umarım özlemişsindir beni."

 

Umay'dan hiç bir tepki alamayınca dudağını büzüp başını çevirdi

Tayland üssünün lideri suratına gözlerini kırpmadan bakıyordu.

 

"1992 de çok kayıp verdiniz diye biliyorum. Üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti, ne dersiniz? Yeni bir anma töreni için hazırlık yapılsın mı?"

 

Sonra bakışları Ahıska Türkü olduğu belli olan Moskova üs liderinden durdu.

 

"Ahıska katliamı hakkında konuşmak ister misiniz?"

 

Kimseden alamadığı karşılıkla tek tek yüzlerine eğlenceli bir konudan bahseder gibi gülümseyerek baktı.

 

"Balkan Türkleri hâlâ unutamıyor olanları! Doğu Türkistanda da işler hiç yolunda değilmiş duyduğum kadarıyla. Siz kimlere karşı savaştığınızın farkında mısınız? Siz kimi esir diye kelepçelediğinizin zerre kadar bilincinde değilsiniz! Biz izin verdiğimiz için bu kadar büyüdünüz. Biz desteklediğimiz için bu noktaya geldiniz!"

 

Sonra derin bir nefes aldı. Öfkeyle kararmış gözlerini kapatıp açtığında yüzündeki hiddet çekilmişti.

 

"Neden biliyor musunuz? Daha iyi hizmet edebilin diye. Sizden beklediğimiz her şeyi en olması gerektiği şekilde bize sunmanız için yolunuzda durmadık. Beni öldürmeyi planlıyorsunuz. Süleymanın ışığını? Tüm Dünya'da ki Türk soyunu kurutacak o yanlış adım..."

 

Gökay Turan'ın mimik oynamayan suratına baktı en son.

 

"Benim ölümüm sizin sonunuz. Ben ölmemek için doğdum! Ben o yüzüğün taşıyıcısı her alemin efendisi, asil kanın son bekçisiyim!"

 

Gökay Turan ağır ağır başını salladı. İç çeker bir hali vardı. Kışkırtılmak için kurulmuş her cümle içinde kıyım yaratacak nefret doğursa da diğerleri gibi sakinliğini korudu. Onları eğiten, şekil veren, sabırlı olmalarının ne denli kıymetli olduğunu gösteren çok ders çıkarmışlardı.

 

"Sen ölürsen mason kavmin diğer masa sahipleriyle birleşir bizi yok eder... Çok haklısın aslında. Sen ölürsen bir kıyım başlar dünya üzerinde. Sen ölecek misin Soloman?"

 

Gökay Turan yerinden kalkıp, adamın etrafında dolaşırken ekselans istedikleri noktaya getirdiği konuşmayla gülümsemesini büyüttü.

 

"Çok zeki bir adamsın. Seni de şu konumuna zekan taşıdı gerçekten. Kâr ve zarar hesaplamasını en iyi sen yaparsın. Bugün yaşanılanları bir seferlik görmezden geleceğim, kısa sürede madeni işleyip benim hizmetime sunarak teşekkürlerinizi kabul edeceğim."

 

Gökay Turan ondan hiç duyulmayan bir kahkaha attı. Öyle ki Barbarosun bile kaşları havaya kalkmıştı.

 

"Ben oldukça zeki bir adamım ama sen elindekini kullanıp, zekanı beslemeyecek kadar kibrine kapılmışsın."

 

Gökay turan tavana kadar uzanan iki kapıya doğru ilerledi. Kapıyı iki eliyle kavrayıp, açtığında ardındaki adamla Ahu gözlerini irice açmıştı. Korhan bile neler olduğuna dair tek bir teori üretemezdi.

 

Ronald Brunner takım elbisesinin içinde, büyük bir ciddiyetle girdi içeri. Ekselansın gözleri ise şaşkınlıkla açıldı.

 

"Sana hizmet için var olduğumuzu iddia ediyorsun! Bize hizmet ederken umarım ölümsüz ruhun çok acı çekmez."

 

"Ne demek oluyor tüm bunlar?"

 

Adam hiç beklemediği birini karşısında gördüğü için hesaplanmış hiç bir davranışını sergileyemiyordu.

 

"Müsaade ederseniz ne işim olduğunu ben söylemek isterim ekselansa."

 

Ronald Brunner'in tek düze sesiyle Ahu ve Korhan adamı gördükleri andan beri yaşadıkları şaşkınlıktan yeni yeni sıyrılmaya başladılar. Onu en son kasayı kendilerine teslim ederken görmüşlerdi. Burada ne işi olduğu hakkında zerre fikirleri yoktu.

 

"Ama sen..."

 

"Sen de mi birlik adına çalışıyorsun?"

 

Ahudan sonra Korhanın keskin sesi tüm sesleri bastırdı. Bay Brunner konuşan çifte çevirdi.

 

"Hayır çocuklar. Ben aslında onların tarafına hizmet sunan biriyim."

 

Adamın eliyle ekselansı göstermesi sonucunda Alparslanın bile ağzı aralanmış, öylece konuşan kişiye bakıyordu.

 

"Kendisi ile yakın zamanda tanışma şerefine eriştik. Atillanın bizim için verdiği emekler içinde belki de en kıymetlisi Bay Brunner'in iş birliği gizli."

 

Ahu adamdan bakışlarını ayıramıyordu. Bununla beraber Ronald Brunner de Ahuya şefkatle bakıyordu.

 

"Ben yakın zamanda birliğinizin sağladığı bir güçle masadan ayrılan Kont Patric Brunnerin birinci oğluyum. Doğduğum günden itibaren Süleymanın yüzüğü için bir araya gelmiş güçlü bir tarikatın yanında olmak için yetiştirildim."

 

Bakışları ona nefretle bakan adama döndü.

 

"Masada boşalmış koltukta yerimi almam için beklenilen gün dönümüne kısa bir süre kaldı. Kabil töreninde kutsanma ayinim gerçekleşecek. Engel olabilir misiniz? Bana kızımın yok oluşunu izlerken söylediğiniz her kelime aklımda ekselansları. Her bir harfi tam burda."

 

Ronald işaret parmağıyla şakağına dokunmuştu. Tıpkı ekselansın gözlerindeki nefret vardı bakışlarında.

 

Çaresizlik içinde kıvrandığı zamanlarda kader demişti gözlerine bakarak bu adam. Kızının seçilmiş bir ruh olduğunu, ışığa hediye ederek büyük bir fedakarlık göstermesi gerektiğini söylemişti. Kadere olan inancını korumasını, bir evlat sahibi olduktan sonra yolundan sapan kalbini artık bir düzene sokmasını tembihlemişti. Cezan bu demişti acımasızca. Baba oluşuyla yumuşayan kalbine, hizmetini bırakan ruhuna verilmiş cezaydı kızının ölümü. Çünkü baba olarak çok yumuşaktı. Baba olarak merhametli bir adamdı. Baba olmak onu amacından saptırmış, hizmetini hakkıyla yapamamıştı. Bunun karşılığında sonsuzlukta savrulan ilahi ruhu küçük bir ceza ile onu uyarmak istemişti. Tek gayesinin efendisine hizmet olduğunu unutmamak için daha çok değer verdiği kızını ışık ondan almıştı. Ronald yas için de kıvranırken kızının ölümünün ders olması kafasına çakılmıştı. Nefretini doğuran, besleyen içinde bulunduğu tarikatı yok etme isteği uyandıran o dönüm noktası kızının kaybıydı.

 

Ronald günden güne solan, yok olan kızının canı için çırpınırken yalnız bırakılmış, öz babası bile sırtını dönmüştü ona. O çaresizliğin içinde ikinci kez çıkıp gelen Derya, yanında destek için bekleyen Atilla, ekselansın tembihlediği kader kelimesine sıkı sıkı tutunma sebebiydi.

 

O günden sonra gerçekten kadere inanmıştı Ronald. Öyle bir inanmıştı ki Derya ve Atillanın onu zerre tanımadan kızı için savaşı, bir yol açmıştı ona. Zaman içerisinde Atillayı daha derinden araştırmıştı. Onun saklı amacını çözmesi bir hayli zamanını almıştı ama sonunda bulmuştu. Nefretinin karşılık bulacağı adam onu bulmak için binlerce kilometre uzaktan gelmişti Ronalda.

 

Atillaya gerçekten olduğu kişiyi anlattığında yaşadığı şoku unutamıyordu. Ona destek olmak için tüm imkanlarını seferber eden, Mason gücünü Atillanın oluşturduğu bilgisayarda kullanan kişi, zamanı gelince altı asanın birine sahip olacak o kişiydi.

 

Babasının dünyayı elinde tutan bir ilaç sanayisi vardı ama bu onun akciğer kanseri olmasının önüne geçememişti. Babası biraz daha fazla ömür için çok korkunç şeyler yapmaya niyetlenmişti ama her ayinlerinde üzerine yemin ettikleri vaad edilmiş kader, organlarının parçalanışına, onları kusarak ölüşüne engel olmamıştı.

 

Gözleri masada dikkatle ona bakan, evrenin tüm renklerini içinde saklayan gözlere değdi. Babasının ölümü onun gücüyle gerçekleşmişti. Bir teşekkür saklı selamıyla başını Şifaya karşı eğerek reverans sergiledi. Şifa ise dikkatle yüzüne bakıyordu. Aylar önce önünde, bir kan gölü içinde yatan adama çok benzemiyordu ama gözleri onu o kadar çok andırıyordu ki....

 

Atillanın dünyaya bahşedilmiş tüm teknolojik imkanları zorlayan sırrını saklamak için on sekiz yıl beklemişti Ronald. Hiç şikayet etmemiş, sabırsız davranmamış ve iki dostuna sadakatini böyle göstermişti. Ve yine Atillanın ona bıraktığı yol haritasıyla kasayı kızına teslim ettikten sonra elçiye ulaşmak için ilk kez bir çağrı yapmıştı. Onu birliğe götürecek adamla görüşmesi sonucunda ise Gökay Turanla tanışması bir olmuştu.

 

Masonların ilahi ışığa hükmetme, tüm alemlerin sahibi olma istekleri altı asadan biri kırılınca yok olmaya mahkum bırakıldı.

 

Ronald kader diye mırıldandı.

 

Sonuçta bugüne ulaşmalarını sağlayan bir kader vardı. Tıpkı yardım teklifinde bulunan birlikte olduğu gibi ayinlerinde yer aldığı tarikatı da kaderin gücüne inanırdı.

 

"Bu ihanetinin cezası, seninle beraber tüm ailenin yok edilmesi olacak!"

 

Ekselansın nefret dolu sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Bunu zerre kadar umursamayan bakışları, kendine nefretle dokunan bakışlara karşılık verdi. Tüm sırlarını düşmana satan bu adam parçalanarak her ayinde nefretle anılmalıydı.

 

"Bir ihanet? Kimin ihaneti ekselansları? Tarikatınız burda olanları bilecek mi?"

 

Ekselans ima yüklü sözlerin maksadını çözemediği için öylece bakıyordu.

 

"Biraz önce bağıra çağıra birliklerinin varlığına izin verdiğinizi söylüyordunuz. Atilla da maden projesinin saklandığı bilgisayarı sizin bana sağladığınız sınırsız güçle elde etti. Plan için de planlar vardır ekselans. Buna da kader diyelim mi?"

 

Adamın kararmış gözleri en ilahi amaca ihanet etmiş kişiden ayrılmıyordu. Gökay Turanın kendine yaklaştığını bile fark edemedi.

 

"Tarikatın çok güçlü, imkanları sınırsız. Yönettiği ülke liderleri sayısız. O yüzden bizim için tarikatını artık sen yöneteceksin!"

 

Gökay Turanın sözleri gür bir kahkaha olarak karşılık buldu.

 

"Buna gerçekten inanıyorsanız siz Türkler tahminimden daha hayalperestsiniz."

 

Gökay Turan bu sözleri umursamadan Barbarosa baktı.

 

"Ne dersin Barbaros? Hizmetkar olarak başladığın görevde efendi olarak devam edebilir misin?"

 

Bu soruyla Şifa sesli bir soluk almıştı. Ahu ve Korhan ise anlamlandıramadıkları için öylece bakıyorlardı. Meseleyi çözen tek kişi Alparslandı ve kaşları havalanmış, sırıtışı büyümüş bir ifadeyle ekselansa bakıyordu.

 

"Yemin ediyorum ödüm kopuyordu. Allah belamı versin bu adama ihtiyacımız var, öldüremeyiz dersiniz diye aklım çıktı. Siktim belanı götveren. Barbarosa da yakışır krallık. Adam idmanlı, hiç sakil durmaz."

 

Konunun ciddiyetine gerekli özen göstermeyen tek kişi herkesten kınayıcı bakışlar aldı ama keyfi o kadar yerindeydi ki zerre umursamadı yargılayan ifadeleri.

 

"Siz! Siz gerçekten benim taklitimle idare edebileceğini düşünen aptallarsınız!"

 

Gökay Turan ağzını açmadı ama buna Barbaros karşılık verdi.

 

"Yılın dört gün dönümünde, ışığın hüküm sürdüğü mabetlerde ayinlere katılamaz mıyım sizin için?"

 

Ekselansın irileşmiş gözlerine keyiften yoksun bir ciddiyetle baktı.

 

"Üstelik masanın altıncı üyesinin kutsandığı ayin bizzat benim önderliğimde gerçekleşecekken yüceler kimliğimi sorgular mı? Sizin evinizde doğmuş, büyüdüğü her ana şahit olduğunuz hizmetçinizi tanıyamamışken kimliğim sorgulanır mı?"

 

Barbaros başını iki yana salladı. Bu kez gözleri Ronald Brunner'in yüzüne çevrildi.

 

"Tüm gizli törenlerinizi bilen kişiler sayılıyken mümkün mü bu? Sayın Brunner, maden projesi ve SPIRUIS DEDİCAİD341 PROJESİNİ kontrol altına almış bir lider sorgulanır mı?"

 

Brunner başını iki yana salladı.

 

"Planladığınız gibi maden projesi hayata geçecek ekselansları. Projenin hızla yol alması için Mason Tarikatı çok özverili olacak. Sonuçta Türkleri, ona hizmet etmeye ikna etmiş bir asil kan var karşılarında. Süleymanın yüzüğüne erişecek tek efendiyi sorgulamak kimin haddi? Tarikat efendisinin verdiği kararı destekleyecek, tıpkı benim gibi."

 

Tüm planlarını öğrendikleri andan beri canı için beslediği kalelerin hepsi yıkıldı. Kendi suretiyle, kendi tarikatını yönetmek için her şeyi hazırlamışlardı. Onlara kurduğu tuzak aslında kendine kurulan bir tuzaktı. Gün dönümü ayinlerini biliyorlardı, nerede gerçekleştirildiğinden haberdarlardı, adını sesli söyleyecek kadar her bilgiye erişmişlerdi. Öyle ki yanında yıllarca bir casus taşımış, şüpheye düştüğü anlarda getirdiği bilgilerin keyfiyle onu huzursuz eden o histen uzaklaşmıştı.

 

"Yeterince konuşulduysa artık benim sıram diye düşünüyorum."

 

Alparslanın cümleleri sessizlliği kılıç gibi kesti.

 

"Korhan!"

 

Seslendiği adama baktığında ise öylece hasımlarına gözlerini diktiğini gördü.

 

"Sana laf dinletemeyiz tabi, kafayı yemezsen bana katılırsın! Zahir, Şifa ve Ahuyu burdan uzaklaştır dostum. Benim görülecek bir hesabım var."

 

Gökay Turan, Alparslana verilen söz karşılığında sesini çıkarmadı. Aylar önce öldürmemesi için bir yemin etmişti. Sonunda adamı ellerine teslim edeceğinin sözüyle bu güne kadar sabırlı olmasını sağlamışlardı. Üs liderleri tek tek ayağa kalktılar. Burdaki işleri bitmişti. Herkes konuşulacak herşeyi konuşmuş, yol haritası oluşmuştu. Onlar kendi üslerine dönüp, Türkiye üssünün gücünü daha da artıracak hizmetleri için çalışmaya devam edeceklerdi.

 

Zahir ise zaten ayağa kalkmış bekleyen Şifaya yönelmeden direkt Ahunun koluna dokundu.

 

"Biz çıkalım Ahu. Burası bizi aşar."

 

Ahu Korhana bakıyordu sadece. Onun ifadesiz suratı ise düşmanlarının üstünde sabitlenmiş, öylece duruyordu.

 

"Korhan?"

 

"Sen Zahirle, babamın yanına git Ahu Nar."

 

Ahu yine tedirgince karşılarında oturan adama baktı.

 

"Sen peki?"

 

Neler olacağını anlaması için açıklayıcı cümlelere ihtiyacı yoktu Ahunun. korhanın ise burda kalmasını yüreği istemiyordu.

 

"Geleceğim kelebeğim. Sen çık ben peşinden geleceğim."

 

Onu zorlamak, daraltmak istemiyordu. Ama Korhanın ruhuna zarar verecek başka bir şeye tanık olmasına da içi el vermiyordu. Yine de ısrar etmedi. Onun ruhunda açılan yaraların ne denli sızladığını en iyi Ahu Nar bilirken Korhana yapma diyemedi.

 

Ayağa kalkıp Zahirle dışarı çıkarken sadece sessiz bir dua mırıldandı gök yüzüne.

 

Eşinin, can yoldaşının, tek yörüngesinin kendini affetmeyeceği bir şey yapmasını istemiyordu. Çünkü Korhan bu hayatın içine doğmamıştı. Ne olursa olsun insan hayatını elleriyle alacak o kişi değildi.

 

Kapanan kapıyla Zuhurun uzattığı kılıcı elinde çevirdi Alparslan.

 

"Sana söz verirsem tuttuğumu söylediler mi?"

 

"İşler yolunda gitmezse cehennemde seni bekliyor olacağım kurt!"

 

Adam başına gelecek her şeyi biliyor ama canı için yalvarmayacak kadar büyük bir kibir taşıyordu.

 

Alparslan kılıcı bir tur daha çevirdiğinde kısık bir ıslık sesi duyuldu odada.

 

"Umarım miden hassas değildir avukat."

 

Korhan sadece izliyordu. Babasına yıllarca eziyet eden adamın gözlerinin içine bakıyordu. Tüm hayatını katleden, annesinin gözündeki yaşın sebebi adam karşısındaydı öylece.

 

Alparslanın bir anlık kendine tedirgin bakış attığını gözünün kenarıyla kaçırmadı. Kollarını göğsünde topladı. Duyduğu her şeyi hazmedecek zamanı olmamıştı. Nasıl bir hayatın içine sürüklendiklerini düşünmek için oldukça fazla zaman gerekiyordu gerçi.

 

Bir cinayete tanık olacaktı.

 

Milyonlarca insanın canıyla oyunlar oynayacağına inanarak büyümüş adam yaptıklarının pişmanlığını hiç üstlenmeyecekti. Yıllarca acısı dinmemiş katliamları bir eğlence meselesi olarak dillendirecek kadar kötü birinin ölümünü izleyecekti Korhan.

 

"Korhan çık artık!"

 

Alparslanın ona seslenmesiyle düşmanından ayırdığı gözleri ona çevrildi.

 

"Niye?"

 

Alparslanın bocaladığı, gözlerindeki tedirginlikten belliydi.

 

"Bir kameranın ardından izleyebiliyorum da yakınında duramam mı?"

 

Alparslan tartar gibi, tek gözü kısık baştan aşağı süzdü Korhanı.

 

"Senle ben farklıyız. Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun!"

 

"Biraz kan görmek hassas mideni etkiler diye endişeleniyor kurt. Benim için hazırlanmış bu son gösterinin bu kadar keyif vereceği hiç aklıma gelmezdi. Baban bazen çok çığlık atıyordu Korhan. Ben daha dirençli olduğumu düşünüyorum açıkcası."

 

Ekselansın konuşmalarının arasına giren sesiyle Alparslan iç çekti ama Korhanın durulmuş kehribarlarında güçlü bir ateş yandı. Oturduğu terden ayaklandığında Alparslan önüne geçti.

 

"Kurduğu oyuna düşme! Sik kırığı ölürken bile fitne peşinde. Oturduğun yerde kal!"

 

Korhan onu duymuyormuş gibi kendine gülerek bakan adamı izliyordu.

 

"Özellikle zihninde gizlediklerini söküp alırken attığı çığlıklar zindanlarımın duvarlarını süsleyecek."

 

"Tam bir orospu çocuğusun lan! Kes sesini, dilini koparmakla başlamayım."

 

"Sizi unutmamak için verdiği çabayı görmeliydin Korhan. Adlarınızı fısıldayışını..."

 

Korhanın solukları sıklaştı. Yüzündeki kararma Alparslanı da tetikledi.

 

"Seni ben öldüreceğim!"

 

"Lan adamın amacı bu zaten. Çık burdan Korhan!"

 

"Ama o kadar sadık bir köpek ki bak bana neleri söylememiş? Atilla Saruhanlıya bağlılığını taktir ediyorum gerçekten. Nasıl sakladı acaba? Ama hayır! Bilmiyor olmalı, bilse..."

 

Bir kahkaha yankılandı odada.

 

"Bilse beynini ateşe verdiğimde söylerdi. Çünkü size sarılmayı ne kadar özlediğini anlattı seanslarımızda. Sizi ne kadar sevdiğini, sana ne kadar güvendiğini, senin bir kurtarıcı olduğunu, sahi ona bu kadar küçük yaşta böylesi bir güveni nasıl ver..."

 

Ve bir ıslık sesi duyuldu tam o an. Alparslanın bu kadar hızlı nasıl hareket ettiğini anlayamadı Korhan. Bir an önünde dururken bir anda karşısındaki adamın yakınında dikiliyordu iri bedeni.

 

Kelepçeli olduğu sandalyeden aşağı top gibi yuvarlanan bir kafa ortaya doğru döne döne ilerledi. Başsız bir bedenden fışkıran kanlar kısacık bir sürede yerde birikinti haline dönüştü.

 

"Amına kodumun iblisi bak geberirken bile manipüle etti beni. Hızlı öldürmeyecektim lan ben seni!"

 

Alparslanın bağırtısıyla Korhan nefretle baktığı yerden gözlerini çekip, Alparslana baktı. Koluna doğru sıçramış kana tiksintiyle bakıp sonra da öfkeli zift karası gözlerini kendine çevirmişti.

 

"Çık dedim sana! Lan sen niye hiç söz dinlemiyorsun?"

 

Korhan hiç umursamayan bir tutumla hâlâ kan fışkırtan eksik bedene baktı. Babasına akla getirilse delirtecek eziyetler yapmış düşmanı bir kaç saniye içinde yok olmuştu.

 

Alparslanın söylenmelerini dinleme zahmetine girmedi. Zuhurun beklediği kapıya doğru ilerleyip yanından geçerek, çıktı.

 

Uzun koridorda ilerlerken köşede ellerini yumruk yapmış, duvara sinmiş bir halde onu bekleyen kadınla göz göze geldi. Zahirin "ikna olmuyorsunuz ikinizde" söylenmelerini duymadı bile. Ahunun can havliyle kendine koşan bedenini karşılamak için kollarını açtı. Kısa sürede vücudunu fırlatır gibi Korhanın kollarına atan Ahusuna sarıldı.

 

Korhan için Korhandan bile daha çok üzülen, hasar alacak kalbini düşünen, yeni bir yıkımda toparlanamaz korkusuyla solukları eziyet olan kelebeğine tüm her şeyini yitirmiş bir adam olarak sarıldı.

 

Tüm her şeyini yitirdiği gün bulan o adamdı Korhan...

 

Ahu dudağının değdiği her noktaya minik bir öpücük bıraktı. Her öpücüğün içine sevgisini gizledi.

 

Çok seviyorum...

 

Acı çekmen beni öldürüyor...

 

Senin almadığın nefeste boğuluyorum...

 

Senin çaresizliğinde yok oluyorum...

 

Dudağının kenarına daha güçlü bir öpücük daha bıraktı.

 

"Ahu Nar..."

 

"Ahunun her şeyi, kalbi, nefes alma sebebi."

 

Bunları söyleyen kadın onu gerisinde burakacaktı birde. Nefesim dediği adamdan uzakta yaşamaya çalışacaktı. Korhan kollarını daha da sıkıştırdı. İncecik bedenini içine sokar gibi sarmalamıştı.

 

"Beni bırakacaktın..."

 

Ahu başını gizlediği boynundan ayırıp, yüzüne bakacak kadar geri çekildi.

 

"Senin için yapabileceğim şeylerin bir sınırı yok ki Korhan."

 

Sahi yoktu değil mi? Korhan ve onun kıymet verdiği her şey için bir an bile düşünmeden kendini ortaya atacak kadar gözü karaydı Ahu. Sevdikleri için bana ne olacak demek bile aklına gelmemişti hiç.

 

"Kolun acıyacak. Niye bu kadar zorluyorsun? Ya tekrar kanarsa?"

 

Ahunun fısıltıları dudaklarına çarpıyordu.

 

"Kolum acımıyor Ahu Nar. Kaşıntı hissinden başka bir şey yok."

 

"Ama..."

 

"İnan sormak istemiyorum. Daha fazla hiç bir şey öğrenmek, yüzündeki izleri bir kaç saatte nasıl yok ettiklerini, koluma ne olduğunu azıcık bile sormak gelmiyor içimden."

 

Ahu ağır ağır başını salladı. Korhanın alnına yaslı alnıyla bir iki dakika öylece dinlendiler. Korhanın fısıltıyı andıran bir çaresizlikle "annem babamı ya tanımazsa" deyişi çalındı kulaklarına.

 

Annesinin alıştığı o heybetli adam değildi artık babası. Kemikleri sayılası bir zayıflık vardı. Saçları, sakalları tamamen kapatmıştı yüzünü. Korhanın bir eşi gözlerindeki renkler solmuş, boşluğa bakar gibi bir his uyandırıyordu insanda.

 

Ahu ikisinin arasında sıkışmış ellerinden birini yüzüne doğru kaydırıp okşadı.

 

"Babanın aldığı nefesi hisseden annen başkasının yattığı o mezara hiç gitmedi Korhan. Bir gün geleceğini düşleyen kalbi her yaşadığını anlattı ona. Tanımaz olur mu hiç? Kalp, eşini unutur mu?"

 

"Ya babam..."

 

Çaresiz bir çocuğun teselli arayan sızısı saklıydı soruda. Ahu söylese Korhan inanırdı çünkü. Ahu ne derse Korhan bir yemin sayardı. Bir tek Ahu düzeleceklerine karşı umut tohumu ekerdi kaybolmuş benliğine.

 

"Bir yolunu buluruz. Hep bulduk, sen hep buldun yine buluruz."

 

"Bulur muyuz?"

 

Ahu tekrar boynuna doladı kollarını. Üşümüş gibi ürperen tenini ısıtmak için elini sırtında omuzlarında okşayarak dolaştırdı.

 

"Bulacağız!"

 

Korhan bir süre daha öyle kaldı eşinin sarılışıyla. Sonra ise tüm karmaşa içinde tam anlayamadığı o kavuşma ihtiyacıyla Ahuyu peşi sıra sürükledi.

 

On dört yıllık bir ayrılık girmişti aralarına. On dört yıl büyük bir tufanda savrulmuş, adını bilmediği kıyılara vurmuş, tutunacak minik bir kara parçası aramıştı. Hayatının en zorlu sınavının annesi ve kız kardeşini hayatta tutmak olduğunu sanmıştı.

 

Çalışmak ve daha fazla çalışmak vardı kafasında. Başarmıştı da...

 

Babasına içten içe duymadığı sözler vermişti. Babası gitmişti Korhan bir mezar taşına onlara senin gibi sahip çıkacağım demişti. Gücü tükeneceği anlarda gökyüzüne bakmış onları senin gibi koruyacağım yeminleri etmişti. Yıkılmaya her yaklaştığı anda babasına bir yeminde daha sağlam ayağa kalkmıştı.

 

Korhanın kırbacı, kimsenin bilmediği yeminlerini babasına sıralayışında saklıydı.

 

Şimdi bir yemin daha fısıldadı. Bu kez yemini onu kendi canından bile üstün tutan kadınaydı.

 

Babasının eskisi gibi olabilmesi için her şeyi yapacaktı...

 

Korhan ve Ahu beraber çıktıkları odaya girdiklerinde Tarık uyanmış, dizlerini kendine çekmiş ve bir cenin gibi kıvrılmış halde sedyesindeydi. Ahi ise hemen yanına koyduğu sandalyede gözlerini ayırmadan adamı izliyordu.

 

Kapı aralığında bekleyen Zahiri gören Ceyda, sırtını yaslayarak beklediği duvardan ayrıldı. Zahire doğru yaklaştığında Zahir kolunu kaldırıp, çağırmıştı bile.

 

"Onunla ilgilenebileceğim bir oda varmı burda Ceyda?"

 

Korhanın tek düze sesiyle Ceyda Zahirdeki gözlerini Korhana çevirdi.

 

"Nasıl?"

 

Korhan tek dizini kırıp, sedyenin önüne çömelmişti. Onu görmeden, ona bakan gözleri izliyordu.

 

"Babamı temizleyeceğim, açdır. Doyurabileceğim, en azından ilaç kokmayan bir oda var mı burda?"

 

Ceyda gözlerini tedirgince etrafta gezdirdi.

 

"Ben... Buraya hiç gelmedim daha önce. Yani böyle bir yer olduğunu bile bilmiyordum ama öğrenirim. Bana beş dakika ver ayarlarım bir şeyler."

 

Sona doğru hızlı hızlı konuşmuştu. Sonra da Korhanın cevabını beklemeden Zahirin elini tutup odadan çıktı.

 

Dediği gibi çok kısa bir zamanda Korhan için bir oda ayarlanmıştı. Korhan kimsenin desteğini almadan babasını kucaklayıp, ona gösterilen odaya taşıdı.

Ahu gözündeki bakıştan neye ihtiyacı olduğunu anlamış gibi Ahiyi de alıp kapı ağzında beklemek koşuluyla çıktı.

 

Korhan herkesin alıştığı o dirayetle odadaki banyoya soktu ilk Tarıkı. Lavabonun üzerinde duran traş makinasına, traş bıçağına, sabuna, şampuana, havlu poşetine baktı. Traş makinasıyla daha önce sanki gelişi güzel bir makasla kesilmiş gibi duran dağınık saçlarını kısaltmaya başladı.

 

Taburesinde oturan Tarık, oturduğu anda alışkanlığı olan sallanmayı devam ettirirken traş makinasının sesini duyduğu an put kesilmişti. Gözleri sıkıca kapanmış, elleri kucağında yumruk olmuş, dudaklarını dişleriyle kıstırıp, örtmüştü.

 

Korhanın boynundaki urgan sıklaştı. Hastaymış gibi boğazını saran acı güçlendi ama duruşundaki diklik kırılmadı. Saçlarını özenle kısalttıktan sonra yüzüne dökülen saç tutamlarını eliyle narince temizledi. Sonra traş makinasının daha kısa bir ağzıyla bu kez sakallarını kısaltmaya başladı. Beyazlar karaları bastırmış, çektiği ızdırabı anlatmak için saçlarını ve sakallarını sarmıştı. Korhan ifadesiz bir suretle bu işi de büyük bir nizamla gerçekleştirdi. Yüzündeki sakallardan arınan adam artık daha çok babasına benziyordu.

 

Suyu ayarlayıp, korkmaması için ilk ayaklarına tutarak alıştırmak istemişti önce. Babasının der top olup, ayak parmaklarını saklar gibi iyice büküşüyle yanağının içinde bir yarık açtı dişleri. Suyun ona ne hatırlattığını düşünmek istemedi. Su bu kez Tarıkı on dört yılından arındırmak için değecekti tenine.

 

Köpüklediği bedenini, bir bebeğe gösterilecek özenle duruladı. Yüzüne değen sularla gözlerini sıkı sıkı kapatan adam, bir zaman sonra ürkek bir şekilde aralama cesareti göstermişti göz kapaklarını.

 

Açılan gözler kendinden bir an bile ayrılmayan kehribarlara değdi. Başından akan suyun bir etkisi yokmuş gibi öylece bir bilinmezlik hissiyle onu yıkayan Korhana baktı.

 

"Benim oğlum olacak..."

 

Mırıltısı Korhana ulaştığında Korhan ıslak zemine doğru dizlerinin üstüne çöktü. Babası fısıltıyla söylediği dört cümlenin dışında bir şey söylemişti. Daha yüksek bir sesle çıkan cümle, Korhanın güçlü duran her siperini yıktı. Tüm kalkanlarını indirdi.

 

"Baba..."

 

"Benim bir oğlum olacak..."

 

Cümle tekrarlandı, Korhanın ağzından sesli bir soluk çıktı.

 

"Seni çok özledim baba."

 

Tarıkın boş bakışları tanımıyordu ama sonuçta bakıyordu.

 

Korhanın yüzünden ayrılmadan sadece Korhanı izliyordu. Başını hissettiği sancıyı anlatamayışının verdiği bir çaresizlikle iki yana salladı. Yine o mezar başındaki on yedi yaşına dönmüştü.

 

"Seni o kadar çok özledim ki..."

 

Tarıkın zayıf dizlerine başını yasladığında hıçkırıkları güçlendi. Tüm banyoyu sarası, yaralı bir aslanın iniltilerini andırası ses duvarlara çarptı.

 

Tarıkın tepkisizce izleyişlerinin içinde, göğsündeki yangının verdiği kederle babasının dizlerinde dakikarlarca ağladı.

 

 

Korhanın yitirdiği yıllara, Tarıkın çektiği acılara, Nurperinin elemli anılarına, Suhanın babasız kalışına bir kapının ardında kıvrılmış başka bir beden eşlik ediyordu.

 

Korhan cehennemin yedinci katında geçirilmiş yıllarına saatlerce göz yaşı dedikleri irinli bir kan akıttı...

 

 

 

Bölüm : 05.02.2025 18:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...