Gece yarısından önce yetiştim🥳 aşırı yoruldum ama. Çünkü çok uzun bir bölüm. Hayır kısaydı diye çıkıntılık yapanların bile uzun diyeceği kadar yani😁
Keyifli okuyun ama boş geçilecek bölüm değil. Hemen kaybolmayın sakın(kitappadin okuyucuları çok hayalet😔)
Kanada (Toronto)
Satranç tahtası da tıpkı taşları gibi kristaldendi. Siyahların asaleti, beyazların masumluğuyla büyüleyici bir kontrast oluşturmuştu. Temkinli hamlelerle durağan ilerleyen bir zamandaydılar.
"Sen daha cesur adımlar atardın Michail. Filin, atım için büyük bir tehditti aslında."
Michail çenesinin altında birleştirdiği iki eliyle hamlelerini planlıyordu. Majestelerinin ona sataşan sesiyle gözlerini dikkatle takip ettiği siyah taşlardan ayırdı.
"Keyifli bir gününüzdesiniz efendim."
Biraz önce tehdit altında olduğu iddia edilen at, basit bir hamleyle piyonu yedi. Sonra geriye yaslanıp havanın lezzetini solur gibi derin bir nefes aldı.
"Oldukça keyifliyim gerçekten. Seni özlüyorum Michail. Yokluğunda oldukça sıkıcı geçiyor günlerim."
Michail efendisinin biraz önce bahsettiği gibi yine risksiz bir adım attı.
"Dünya üzerinde gözünüz olarak dolaşmam gerekiyor efendim. Yoksa majesteme nasıl hizmet ederim?"
Majeste yetmişli yaşlarında bir adama oranla oldukça dinç, yaşı söylendiğinde inanılmayacak genç bir duruşa sahipti. Dudağı keyifle kıvrıldı.
"Beni memnun edecek haberlerin var demek..."
Dudağının kenarında baş parmağı ağır ağır gezdi.
"Bana siyah saçlı, ahu gözlü kızdan bahset Michail."
Uzun bir oyun olacaktı. İkisi de geriye yaslandı.
"Mutlu efendim. Gören her gözün parlayacağı bir ışık saçıyor etrafına."
Eğlenen bir gülümseme daha filizlendi. Michailden başka hiç kimsenin bu gülümsemede saklı alayı anlaması mümkün değildi.
"Onları izlemekten ne kadar keyif aldığımı biliyorsun. Bana daha fazla şey anlatmana ihtiyacım var."
Michail kenarda tek başına duran siyah piyona uzanıp parmaklarıyla çevirdi. Atını kaybetmişti. Piyonlarının yarısını da tüketmişti ve elinde sadece tek bir piyon vardı.
"Avukatın kız kardeşini yıkamış. Saçlarını kendi kesmiş. Yaralarına merhem sürmüş efendim. İkiz kardeşi ile ise... Avukat evine götürdü hepsini. Anneleri dahil hepsiyle bir bebek gibi ilgileniyor. Eminim onu daha önce hiç böyle mutlu görmemişsinizdir."
Bir kıkırtı ve yeni bir hamle...
"Hep çok merhametliydi. Hayranlık uyandırası bir şefkat var. Büyürken kardeşiyle de çok ilgilenmişti. Bazen ikiz olduklarını unutup ablası... Yok yok annesi gibi davranıyordu. Peki avukat. Ondan da bir şeyler getirdin mi bana?"
Michailin suratı utançla eğildi.
"Üzgünüm efendim. Güneş hiç olmadığı kadar etrafında. Yaklaşmak, aklının içinde saklı olanları görmek çok zor. Tahmin edilemez biri. Çoğu zaman Birliği bile hayrete düşürüyor."
Majeste karşısındaki sadık hizmetkarının çenesine ejder başlıklı bastonunun ucuyla dokunarak yukarı kaldırdı.
"Kaldır kafanı Michail. Utanman gerekmiyor. Ona yaklaşırsak bizi görürler. Bırakalım avukat bize yaklaşsın."
"Anlayamıyorum efendim. Kurt, Birliğin çıkarları için değil de kız için kardeşleri almaya bizzat kendi geldi. Avukatı bu kadar değerli kılan ne, kendi aralarında bile konuşmuyorlar. Ülke de bir yas süreci var, kaos olmalı ama gündem hala avukat ve yürüttüğü dava. İdeolojileri yürüttüğüm tezleri sürekli çökertiyor."
"Manevi bağa olması gerekenden çok daha fazla önem veriyorlar. Çok taktir ediyorum bu inançlarını."
Bir duraksama sonunda gözlerinde haylaz parıltılarla tekrar taşları izleyen Michaile baktı.
"Güneşin amacından haber ver bana Michail. Onu ne kadar özledim sana anlatamam. Hala eşsiz güzelliğini koruyor mu?"
"Kurt çok büyük bir özenle koruyor. Ona yaklaşmak mümkün değil efendim. Alabildiğim tek haber bebeğin gayet sağlıklı olduğu. Ve sorunuzun cevabı kesinlikle evet olurdu. Bebek onu olduğundan çok daha güzel kılıyor."
"O anne ve babaya ait bir mucize..."
Fil kaleyi yedi. Michail hiç kaybettiği hamle için üzgün görünmüyordu ama.
"Maden projesinde ikizlerin bu kadar büyük bir yeri olduğunu biliyor muydunuz efendim?"
Nadiren efendisine soru sorardı Michail. Majesteleri de alışık olmadığı bu tutumundan dolayı hafif bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırmıştı.
"Bilmem...Belki biliyorumdur Michail. Belki de bana da sürpriz olmuştur. Bu konu yerine bana asıl sormak istediğini söyle Michail. Senin gözlerine hüzün eken bu bakışlar beni kötü hissettiriyor."
Michail başını kaldırıp ona dikkatle bakan efendisiyle göz göze geldi.
"Bir yerde... Benim nasıl olduğunu anlayamadığım bir noktada güveninizi yitirmişim gibi hissediyorum. Bana karşı sırlarınız var. Bu... Çok acı veriyor efendim."
Asla yerine ait olmayan bir merhametle kıvrıldı bu kez dudakları.
"Baban... Babanın babası ve onun babası... Sen ve kuşaklar öncesinden tüm ailen aileme hizmet için var oldu Michail. Sense benim en değerli hizmetkarımsın. Sana böyle hissettirdiğimi hiç düşünmemiştim."
"Efendim ne söylerse gerçek olan odur."
Majesteleri sınırsız sadakatinden büyük bir tatmin duyuyordu. Merhametle gözleri kısıldı, dudakları kıvrıldı.
"Bir noktada bende senin değiştiğini hissetmiştim Michail. Ama sonra çok fazla şey gördüğünü, çok büyük bir hizmet verdiğini hatırladım. İnsan uhravi bir canlı. Değişebiliyor... Bunu kabullendim ve seni böyle sevmeye devam ettim. Sende kabullenirsin belki bu hislerini."
"Majestem benden ne isterse onu yaparım."
Aralarında tek bir kelimenin çıkmadığı bir saati daha gerilerinde bıraktılar. Masada hareket eden, eksilen, dengesi bozulan ve yeni bir denge kuran birkaç hamle gerçekleşti.
"Gözlerin her zamankinden açık olsun Michail. Kardeşlerini koz olarak aldığımızı düşünmeye devam etsinler. O iki küçük çocuğun bir yem olduğunu anlamamaları güzeldi. Asıl kozumun yıllar öncesinden hazır bir halde beklediğini bilmemeleri beni mutlu hissettiriyor. Rahatladılar. Hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri şekilde çıkacağım karşılarına."
Sonra gerçekten hissettiği mutluluğu keyifli bir hamleyle somut olarak hizmetkarına göstermek için vezirini öne sürdü.
"Masadaki tüm taşları yıktığımda büyük bir sürprizle karşılaşacaklar. O gün için sabırsızım Michail."
Michail efendisinin keyifli ifadesiyle gülümsedi. Kristal taşlara baktı ve gülümsemesi daha da büyüdü. En başından beri planlanılan her şey tam istediği konumdaydı. Belki şu an kimse farkında değildi ama Şah büyük bir yıkılışın eşiğinde, hiç beklemediği bir yerden yiyeceği darbe için açıktaydı...
MANİSA...
Bahçe kapısından çıkıp giden kadınlar sonrasında kısa bir sessizlik oldu. Gerçi o kısa sessizliğin sebebi kadınlardan ziyade Ahiyi kışkırtmaya çalışan Korhan'ın cümleleri de olabilirdi.
Ahi şaşkın bakışlarını bir Korhanda bir Ahuda dolaştırıp ağzını araladı. Sonra ne dese bilemediği için geri kapattı.
Ahu ise nabzını yoklar gibi suratını izleyen adama bakıp iç çekti. Lafa geldiğinde otuz yaşını geçmiş oluşunu dillendirirdi ama şu an annesinin vazosunu kıran bir çocuktan farkı yoktu. O karma karışık zihninden neler geçirdiğini ise Allah bilirdi.
Ne sanıyordu ki? Ahu zaten Ahiye aralarındaki tüm ilişkiyi anlatmaktan çekinmezdi. Sadece biraz kendilerine gelmeleri, yaşadıkları dehşeti unutacak zamanı onlara vermeyi planlamıştı. Ahu Korhan'la yaşadığı hiçbir şeyden pişman değildi ki saklama çabasına girsin.
Başını iki yana sallayıp Korhan'ın yanından geçerken yan bir bakış attı. Korhan öfkeli siyahlar beklerken dalga geçen, sanki bir miktar da küçümseyen bir ifade yakalamıştı o bakışlarda. Kafası karıştı. Azar yemesi gereken zamanda susan kelebek ne düşünüyor çözemedi.
"Ahim... Canımın içi gel içerde vereyim ağrı kesiciyi."
"Ahu?"
"Hadi tutun bana canım, bende sana Korhan'la aramızda olan dini nikahımızdan bahsederim. Aslında ben anlatmak istiyordum ama kendisi çok tez canlıdır. Halbuki bunu ilk benden duysan çok mutlu olurdum."
"Ha gerçekten var böyle bir şey!"
Ahi de dumura uğradığı için verdiği tepkinin neden olduğunu anlayamadı. Ahu ona Korhan'dan bahsederken çok güzel cümleler kurmuştu. Hayatında kalıcı olduğunu bilmeme gibi bir durumu yoktu. Ama bu adamın gelip gidip laf sokması aşırı sinirlerini zıplatıyordu.
"Evet var canımın içi? Kolunu omzuma sar, ayağına birden yük bindirme."
Ahu kolundan kavrayıp, bedenini iyice kendine yasladı. Ahi başını iki yana sallayıp Ahudan çektiği gözlerini şaşkın şaşkın onlara bakan Korhan'a dikmişti. Adam tetikte gibi duruyordu. Ne bekliyordu ki? Sinirlenip saldıracağını falan mı?
Ahu ve Ahi ağır adımlarla eve doğru ilerlerken Korhan iki elini beline yaslayıp hala anlamsız bakışlar atıyordu peşinden.
"Korhan?"
Annesinin kısık sesiyle başını salladı. Gözleri kapıdan giren kızın sırtındaydı.
"Sen eşim dediydin ya annem ondan mı öyle demiştin?"
Ahuyu ilk getirdiğinde meraklı annesine Ahunun kimliğinden bahsederken kız arkadaşım ya da sevgilim demek istememişti. Ahu sadece bu sıfatlara sahip biri değildi çünkü. O Korhan'ın eşiydi. Diğer yarısı, tamamlayıcısı, şifacısı, dert ortağı, yol göstereni, yoluna eşlik edeniydi.
"Henüz o zaman kıyılmamıştı nikah annem. Buradan döndükten sonra oldu."
Nurperi kınar gibi bir bakış attı oğluna.
"Ama annem olmaz öyle. Hani düğün? Sen benim kızıma gelinlik giydirmedin mi Korhan? E imza atmadınız siz! Çok ayıp Korhan vallahi çok kızdım evlatçım. Al bak mahcup oldu kız, kardeşine."
Korhan kurumuş dudağında dilini gezdirip kendisine biraz da küskün bakan annesine doğru yaklaştı. Uzanıp kendine çekecekken annesinin omzunu silkip geriye kaçışıyla gülümsemesi büyüdü.
"Gel buraya gel... Kime küsüyorsun sen? Hem ben dedim de Kelebek Hanım kardeşlerim olmadan gelinlik giymem dedi. Nasıl inatçı sen bilmiyorsun tabi."
Nurperi yine omzuyla iteklese de kolunu ona saran oğlundan kurtulamamıştı.
"Tamam da annem az daha dursaydın. İki nikah da aynı gün olurdu. Tüh! Bak çok mahcup oldu kızım. Ahi kızmaz dimi Suhan? Kızmasın... Ben konuşurum ama onla. Benim oğlum yapmıştır ne yaptıysa derim. Ah Korhan ah! Ne acelen vardı an..."
Nurperi sıra sıra konuşurken durakladı. Dudaklarını birbirine sıkıca bastırıp, kızarmış suratını ona sırıtarak bakan oğlundan saklamak ister gibi başını bahçeye doğru çevirdi. Gülmesi geliyordu. İnsan babasının da her huyunu almazdı ki canım. Ne acelesi olduğunu düşündükçe içini sıkıştıran kıkırtı kaçtı dudaklarından. Sonra da zaten arsız olan oğlu daha fala yüz bulmasın diye kolundan çıkıp "ben bi şeylere bakayım" diye bahçenin ardına doğru koşturan adımlarla yürüdü. Korhan'ın ardından attığı kahkahayla kendini tutamayıp sessizce kıkırdamıştı.
Korhan utanan birde kıpkırmızı olmuş yüzüyle koşturarak yanından kayan annesinin ardından gülerken Suhan da kendini sıkarak annesinin düştüğü duruma düşmemeye çalıştı. Korhan kendine bakıp, bakışlarını kaçıran kardeşine göz kırptı. Davet eder gibi bu kez kardeşi için açtı kolunu.
"Eee ne diyorsun bu duruma? Ahu Nar beni parçalar mı?"
Suhan kıkırdayıp abisine yaslandı. Beline kendi kolunu doladı.
"Sanmam... Onun sevdiğine kızamama gibi bir huyu var. Ama abi sende biraz şeysin yani. Kıza iki dakika versen o zaten hayatta Ahiden bir şey saklamaz. Hiç rahat bırakmıyorsun ki insanı."
Korhan elinin içiyle Suhanın tüm suratını avuçlamış birde dolgun yanaklarına sesli bir öpücük bırakmıştı.
"Kötü bir niyetim yoktu ki. Komşular merak etmiş kim olduğunu söyledim işte."
"Hiç inandırıcı değilsin. Ayrıca ben çok sevindim. Bu yakın zamanda düğün var mı demek oluyor şimdi?"
"Kelebek küsmezse niyetim o. Bu senin çiroz arıza çıkarmaz değil mi?"
Suhan başını geriye çekip, kaşlarını çattı.
"Çiroz değil Ahi! Hem sen böyle sataş ona, çıkarır arıza. Ahu da hiç kıyamaz, görürsün gününü."
"Sen şimdi abine karşı o çirozu mu savundun?"
"Ya demesene benim Ahime çiroz diye!"
Birden yükselmiş sesiyle Korhan'ın kaşları havaya kalkmış, Suhana bakıyordu. Suhanın da tıpkı annesi gibi yüzü kızarmaya başladı.
"Ahine?"
"Abi ya..."
"Ahin demek!"
"Sen Ahiyi kışkırtırken bir şey olmuyor ama. Ahu küsemez ama kesin çok kızdı sana. Trip de atar, oh valla canıma değsin."
Korhan içerde ne konuştuklarını deli gibi merak ettiği ikiliyi görecek gibi yine bakışlarını eve çevirdi.
"Küsmez küsmez. Az söyleniyor sonra yumuşuyor hemen. Üstelik yalan mı söyledik? Olanı söyledik!"
Suhan başını iki yana salladı. Abisiyle uğraşmaya onun gücü yetmezdi. Ahu düşünecekti artık. Sonra daha sevimli bir gülümseme yeşerdi dudaklarında. Ahunun dediği gibi güzel bir aile oluyorlardı. Hiç ayrılmaları gerekmeyecekti bir noktada. Hep birbirlerinin hayatlarında olacaktılar. Bu his Suhana ilaç gibi geldi. Belki ilerde minik minik bebekleri de olurdu. Sonra zaman gelir onlar da Ahi ile ağabeyi ve Ahunun yaptığı gibi eş bağıyla bağlanırlardı.
Ahu, Ahiyi yattığı odaya götürüp oturttu. Ahi dik dik yüzüne bakıyordu. Geriye çekilip, elleri belinde soluklandı.
"Ağrı kesiciye gerçekten ihtiyacın var mı yoksa Korhan'ı sinir etmek için söylediğin ağrı bir anda kayboldu mu?"
Ahi hala dik dik bakıyordu. Ahu omuzlarını kaldırıp indirdi. "Yok sanırım" diye geçip yanına oturdu. Başını da alışmışlık hissiyle Ahinin omzuna yasladı.
"Öncelikle niye sakladın, niye söylemedin konularına girmiyoruz çünkü öyle bir maksadım hiç olmadı. Sadece biraz kendine gelmeni istedim ki kendimle ilgili bu önemli şeyi canımın yarısıyla paylaşırken başka şeyler araya girmesin."
Ahi ters bakışları görülmese bile Ahunun kafasına atmaya devam ediyordu.
"Keşke bu detayı kocana da söyleseydin. Sürprizini bok etti."
Ahu kıkırdadığında Ahi biraz daha ifrit olmuştu.
"Gülme Ahu adama gıcık oluyorum!"
"Ama senin için kahvaltıda sucuklu yumurta yapmış."
"Ne?"
"Emine abla söyledi. Önceki geldiğinde Ahi ne yedi, neyi sever demiş. Emine abla da sucuklu yumurta demiş. Hemen yapmış o da."
Ahi iç çekip, kolunu Ahuya doladı. Başı hala omzundaydı. Tıpkı Ahu gibi o da bilinçsiz bir alışmışlıkla saçlarına dudağını değdirip çekti.
"Şu an kocanı bana sempatik mi göstermeye çalışıyorsun?"
"Tam olarak kocam değil ama eşin dersen sevinirim."
"Kelime oyunu yapma bana. Adama bak, zor zamanlardan faydalanıp nikah kıymış kardeşime."
"Yok yapmıyorum. Biz onunla eş bağıyla bağlandık. Resmi olarak henüz karı koca değiliz. Göründüğü üzere biti kanlanmış bile, kısa sürede o işi de halleder."
Ahiden bir süre ses çıkmadığında Ahu başını omzundan kaldırdı. Sağa hafif yatırıp, gözlerini görmek için başının önüne doğru eğildi.
"Ayrıca dini nikahı isteyen bendim. İnan o an yüzündeki şaşkınlığı görsen çok eğlenirdin."
Ahi de bu söylediğine şaşırmış olacak ki kaşları kalkıp, gözleri açıldı.
"Sen?"
"Ben... Ahi, Korhan çaresiz anda sığındığım bir liman, teselli kuyusu değil benim için. Çok çok fazlası. Sana dedim ya direnebilmem için sebepti. Çok fazla şey oldu Ahi. Yokluğunuzda yani. Sonra bizim Mardin'e gitmemiz gerekti."
O gün düştü Ahunun gözlerinin önüne. Dudaklarında güzel bir gülümseme canlandı.
"Sizin aslında yaşadığınızı öğrendiğimiz o gün..."
Tam o anı düşünürmüş gibi dalan gözleri irice açılıp, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Ahiye baktı.
"Sana yemin ediyorum... O kağıtlarda yaşadığınızı okudum ya... Ahi kabire girmişim de son soluğumu vermeden çıkmışım gibiydi. Kalbim ağzımdan çıkacaktı sanki. Elimdeki kağıtları ikinizi öpüyormuşum gibi defalarca öptüm."
Ahinin mahsunlaşan yüzüyle uzanıp yanağına bir öpücük bıraktı.
"Biz o gün bunları neden yaşıyoruz öğrendik Ahi. Bize bunları anlatan adam ise Korhan'ın da bizim de babalarımızı tanıyordu. Üstten üsten Korhan'a had bildirmek ister gibi konuştu. Dedi ki..."
Ahu başını öne eğip, o gün nasıl kızgın hissettiyse öyle bir öfkeyle doldu anlık. Başını geri kaldırdığında kaşları çatılıydı.
"Atilla kızına böyle rahat dokunduğunu görse asla müsaade etmezdi dedi. Korhan'ı, kim olarak onun elini tutuyorsun diye aşağıladı. Korhan bir şey demedikçe... Yani tam olarak ben nasıl anlatayım sana. Ona da kızdım. Nasıl susar? Madem o söylemiyor dedim ben söylerim. Eşim sonuçta. Bundan sonra kalan ömrümü geçireceğim adam."
Ahi dudağının derisini dişleriyle yolarken gözleri kısılıydı.
"Ahu tamam anlıyorum da yani ona ne? Bak verdiğin karara karşı değilim, senin isteklerine asla saygısızlık etmem de sen şimdi bu adamın gazına gelip nikah mı kıydın dışardakine?"
Ahu haylaz bir gülümsemeyle baktı kardeşine. Fiske atar gibi burnuna parmağını çarptı.
"Enişten sonuçta, dışardaki demezsen sevinirim canımın için. Ve hayır! O adamın gazına gelip böyle bir şey istemedim. O gördüğün birlik... Tuhaf gelebilir ama babama, Tarık amcaya çok bağlılarda Ahi. Adam ikisinin adını ağzına alırken gözlerinde nasıl bir bakış var tarif edemem ama çok kıymet verdiğini hissedebiliyor insan. Ayrıca nikah isteğim, adamın sözleri için değildi. Korhan içindi."
"O ne demek?"
Ahu vücudunu düzeltip, geriye doğru yaslandı. Karşısında Suhanın çalışma masası vardı. Belki de liseden kalmış kitaplar yerli yerindeydi. Hepsi de Suhanın romantik hislerini besleyecek türdendi.
"Ahi o çok başka biri. Tanıdığımız kimseye benzemiyor. Baktığında koskoca, güçlü bir adam görüyor insanlar ama ben ona baktığımda on yedisinde kapana kısılmış bir genç görüyorum."
Onu tanıdığı günden beri ne yaşadılarsa gözlerinin önünden geçiyormuş gibi kapandı gözleri.
"Babasını kaybettikten sonra annesini ve kız kardeşini korumak için deli gibi çalışmış. Çalışmış diyorum ama aklına gelebilecek her şeyi yapmış Ahi. Hak ettiğini almak için hiç beklememiş, zorla da olsa koparmış. Bir zamandan sonra buna ne kadar alıştıysa bir şey istediğinde savaşmak zorunda sanıyor kendini. Hayatındaki bir iki kişiden başka hiç kimse kolaylıkla bir şey uzatmamış. Benimle olmayı ne kadar istediğini ona her baktığımda görüyorum. Çünkü görmem için asla saklamıyor. Ama benim saldırarak alabileceği o şey olmadığımın farkında. Ahi ben onun için savaşması gereken kişi değilim ki ben o uzanmadan elini tutacak olanım."
Ahu o günü düşünüyormuş gibi gözlerini kapatmıştı. O an Korhanın sessiz kalışıyla aklına ilk gelen 'işin bittiğinde gidersin diye çok korkuyorum ama sana uzanmaktan da vazgeçemiyorum' cümleleriydi. Birazcık karşısındaki adama ama çokça Korhana kim olduğunu gösterme isteğiyle dolmuştu. Önünü arkasını düşünmemişti ve asla da pişman hissetmemişti.
"Adı Timur, kulaksız diyorlar nedense. Babalarımızı iyi tanıyor, baya baya da seviyor. Benim fark ettiğim gibi Korhan'da adamın babalarımız için değerli biri olduğunu gördü. Bir laf etse, yani sana ne, seni ne ilgilendirir dese o adama değil de babamaymış o sözler gibi susmayı seçti. Sadece babama olan saygısı yüzünden belki de hiç sesini çıkarmadı. O an hissettiğim tek şey öfke ve sahiplenme miydi bilmiyorum. Düşündüğüm tek şey o ve benim eş olduğumuzdu. Bunu biz biliyoruz ama babalarımız için önemli olan o adamın da bilmesinin yolu bir nikahtan geçiyorsa hiç sorun etmem. Herkes farklı anlamlar yüklüyor dini nikahlara. Açık söyleyim bazı kitaplarda sırf mehir miktarının çokluğunu dile getirmek için var diye düşünüyorum. Benim için ise inançların doğrultusunda, sadece eşlerin birbirine yemin etmesi. Bundan sonraki hayatını geçireceğine dair söz vermek, bağlanmak..."
Ahu tane tane ne düşünüyorsa dile getirdiğinde yine bir sessizlik çöktü aralarına. Ahu, Suhanın romantik kitaplarından gözlerini ayırıp tekrar Ahiye baktı.
"Ama gelinlik giymek için seni beklediğim doğru canımın içi. Senin olmadığın bir düğünü ne yapayım ben?"
Ahi başını iki yana salladı. Ne diyeceğini de bilememişti. Ahunun birinden eşim diye bahsedeceğini hiç düşünmediği içindi belki de bu kafa karışıklığı. Bir de konuşsun diye gözlerini aça aça suratına bakıyordu.
"Ne uzun konuşuyorsun kızım ya. Anladık, çok aşık olmuşsunuz. Allah muzaffer etsin mi deyim ne söylememi bekliyorsun?"
Ahu kıkırdayınca yine kolunun altına aldı. Kapalı kaldığı zamanlarda özlem çektiği bir çok şey vardı ama ilk sıraları hep Ahuya sarılmak alırdı.
"Ahu, adam çok gıcık be kızım."
"Deme öyle vampirime. Biraz tuhaf ama iyi anlamda tuhaf."
"Adam seni benden kıskanıyor Ahu! İkizimi! Yirmi üç yıl yiyip, içip, sıçtığım kardeşimi."
Ahu daha çok kahkaha attı.
"Dışarda hiç böyle değil biliyor musun? Ona ne oluyorsa bu bahçeden girer girmez oluyor. Ve evet çok kıskanç Ahi. Kedilere bile neler dedi, az idare edeceğiz canımın içi. Suhan kısmını unutmayalım olur mu?"
Ahi derin bir soluk almıştı. Gerçekten Suhanla olan, yılı geçmiş ilişkisine bile laf ediyordu adam. Arayı iyi tutmak lazımdı da insanın sinir hücrelerinde çok geziniyordu.
"Başa gelen çekilir diyeceğiz mecbur. Siz evlenirseniz benim de Suhanla önüm açılır belki."
"Mantıklı... En azından okulun bitirdiğinde şansını denemek için ben bahanen olurum."
Ahinin zerre kadar aklına gelmeyen bu detayla gözleri sıkıca kapandı.
"Ahu okulun!"
Geriye çekilip gözleri irice açıldı.
"Ahu bıraktım deme sakın! İnan çok kötü oluruz, sakın beni delirtecek o şeyi söyleme!"
Ahu uzanıp elini tuttuğunda yüzende büyük bir utanç gizliydi.
"Ahu hayır!"
"Korkma... Dondurdum..."
"Allah'ım çok şükür. Kafayı yiyordum iki dakikada."
"Bırakmıştım aslında..."
Utanç yüklü sesiyle başını daha çok eğdi önüne.
"Seni kaybedince... bende kayboldum Ahi. Yas denilen şey aslında çok korkunçmuş. Anneannemizi kaybettiğimizde çok üzülmüştüm. Çok ağlamıştım ama bir şekilde hayata devam etmemiz gerektiğini de biliyordum. Senin yasını kucağıma bıraktıklarında anladım ki gerçek yas çok başka bir şey. Seni elden ayaktan, yaşamaktan koparıyor. Aklımı kaçırmama bir adım kalmış meğerse o günlerde. Günlerce gelip evin karşı kenarında kalan kaldırımında oturdum. Eve giremedim Ahi. Yokluğunu görmeye dayanacak gibi değildim. Ama Korhan geldi. Okulunu donduracağız dedi. Bizi bu acıya gömenleri bulduktan sonra bitireceksin diye şart koştu."
"Ahum... Canımın içi..."
Ahinin kısık, titrek sesiyle gözlerini kaldırdı. Yaşlarla parlıyordu.
"Ben yine iyi değildim. Okul umurumda bile değildi hiç. Ama ipucu yakaladım dedi. Eğer bilmek istiyorsan dediğimi yapacaksın diye şart koştu. Bende ne derse sorgusuz itaat ettim."
Ahu burnunu çekip, gülümsediğinde Ahinin hüzünlü suratına doğru eğildi. O artık ağlamak istemiyordu. Geçmişi düşündüğünde, yaşadığı acıyı anımsadığında burnu sızlıyordu ama bunu artık istemiyordu Ahu.
"Al bak Korhan'ı sevmen için bir neden daha. Okulumu bitireceğim. Senin dediğin gibi TUS'a hazırlanacağım. Pratisyenlikle kalmayacağım yani. Ayrıca sen bu seneyi de uzattın Ahi. Lütfen bunu da biraz düşün olur mu?"
Ahi uzamış okuluna laf yerdi hep. Ahu kaldığı yerden devam etmek ister gibi yine araya sıkıştırmıştı. Gerçi araya "eşinin" sevilesi özelliklerini de sıkıştırmıştı. Adam da ne varsa artık ikizi divanesi olmuştu. Yoksa Ahudan hiç kimse için bu kadar derin sözler duymamıştı şu yaşına kadar.
"Bilerek mi uzattık Ahu? İstemeden uzadı."
Ahu kaşları kalkmış ikizine bakıyordu.
"Dördüncü sınıfı devamsızlık yüzünden uzattın Ahi. Hazırlıkta bile bu kadar zorlamadın sen."
"Canımın için zordu diyorum sana."
"Ahi sınavlardan kalmadın, okula gitmediğin için devamsızlıktan kaldın."
"Kendimi hazır hissetmiyormuşum demek ki."
"Ya da mezun olursan Suhan tek başına okulda kalır, Allah korusun kızın aklını çelerler falan değil mi canım?"
Ahi yan yan ters bakışlar atıp, kollarını geriye yaslayarak tavana baktı.
"Kız alışamadı okula. Ne yapsaydım, etrafı gezdiriyordum, çevreye, şehire alışsın diye dolaştırıyordum. Başıma kakıp durma artık."
Ahu omuzlarını silkip tıpkı Ahi gibi geriye yasladı o da bedenini.
"Valla bilmem ben. Mezun olmuş olsaydın en azından Korhan'a okulu bitti, iş falan buldu derdik daha sempatik gösterirdik seni."
Ahi kafasından geçenleri biraz eleyip dönüştürdü. Atladıkları çok önemli bir detay daha vardı üstelik.
"Böyle konuşuyoruz ama biz hangi okula gideceğiz Ahu? Öldü sanıyorduk diyorsunuz, okula dirilerek gidince milletin aklını alırız. Offf... Kayıtlara bile öldü diye geçtik, ne yapacağız biz ya?"
Ahu da Ahi söyleyene kadar hiç aklına getirmemişti bunu. Sahi onlar ne yapacaktı böyle? Tüm okul için ilginç bir durum olduğundan hepsi intiharlarını konuşmuştu. Şimdi öylece dönemezlerdi ki. Derin bir soluk alıp ayaklandı.
"Hadi kalk, bahçeye çıkalım. Korhan meraktan çatlasa umursamam da Nurperi anne tedirgin olmuştur. Okul mevzusunu da kafaya takma. Korhan kesin halledecek bir şey bulur."
Ahi uzanmış elini tutup, ayağa kalkarken yine ters ters baktı.
"Şu adamı övmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun değil mi? Nasıl bulacak acaba?"
Ahu kolunun altına girip kapıya doğru yürütürken kıkırdadı.
"Bilmem... Ama o mutlaka bulur. Hep buldu ve bence hep bulacak. Eşimi küçümseme lütfen, bak hala X'in gündeminde Korhan Yıldıray başlıkları dolaşıyor."
Ahi şaşkın şaşkın baktı.
"Öyle mi?"
"Öyle öyle... Canım vampirim sizi bulmak için kimlere kafa tuttu bilmiyorsun sen. "
"Ahu yeni gelinler gibi durup durup adamı övüyorsun. Ben sana da bi tilt olmaya başladım sanki."
Ahunun gülümseyen yüzüne kanıyordu hemen. Gözleri teninde dolaştı. Eli bir gün önce çok fazla belirginken şu an yok denecek kadar hafiflemiş tırnak izlerine dokundu.
"İyileşmişsin Ahu."
Ahu da yüzünü yıkarken fark etmişti bu durumu.
"Evet... Bende çok şaşırdım açıkçası. Şifanın verdiği kremin bu kadar etki edeceğini düşünmemiştim. İçeriğine bakacaktım ama cam küçük bir kavanozda. Neleri bir araya getirip, böyle bir hücre yenilenmesi sağlandı aşırı merak ediyorum."
Cehennemden kurtulup götürüldükleri yeri düşünür gibi kaşları çatıldı Ahinin.
"O konuyu sormaya bile korkuyorum. Ahu biz neye bulaştık Allah aşkına? Adamlar ülkenin göbeğine karargâh kurmuşlar. Kreme ne koydular zerre sorgulamıyorum. Jetlerin biri iniyor biri kalkıyor."
Ahu hiç sorma der gibi başını iki yana salladı.
"Gerçekten o konuya hiç girmeyelim, inan ben de daha idrak aşamasındayım. Hadi çıkalım bahçeye."
"Çıkalım çıkalım, kurdeşen döktü beklerken.
Ahu daha çok kahkaha atmış ve bahçede mangalla ilgilenip, kapı gözleyen Korhan'a bir bakış atarak Ahiyi daha önce oturduğu çardağa doğru yürütmüştü. Ahi oturunca bacağını yerleştirirken "Ahu Narrr..." diye beklediği o sesi duydu.
"Başladı yine!"
Ahinin surat asan tatlı yüzünü iki eliyle sıkıştırıp, sesli bir şekilde öptü.
"Ahu Narrrr! Bir bak bunlar olmadı gibi!"
"Yürü Ahu Nar'ı, doğuracak olduğu yere. Git de altı üstü ateşe tutup çekilmesi gereken et niye olmamış analiz et."
Ahinin çatık kaşlarını baş parmaklarıyla düzeltip, sırtına yastık yerleştirdi. Etrafa baktığında Nurperi annesi ve Suhan yoktu. Mutfakta olacakları geldi aklına. Sonra da başının belasına doğru ilerledi. Hiçbir şey demeden elindeki maşayı çekip aldı, kızaran köfteleri alt üst yapmaya başladı. Korhan konuşsun, bir şeyler söylesin diye bekliyordu ama Ahudan gördüğü tek tepki köftelerle uğraşmasıydı.
"Tadına baksana, Ahi köfte seviyormuş. Ama bilemedim, acı mı sanki? Dokunur mu çocuğa?"
Ahu gülmesini bastırmak için iki dudağını da sıkı sıkı kapatıp, içerden dişleriyle kıstırdı. Gerçekten bu evin bahçesinden girer girmez bambaşka bir adama dönüşüyordu. Bu halleri, yaşanılan hiçbir şey yaşanmasaydı, Korhan ailesinin güvencesinde olması gerektiği gibi büyüseydi, oluşacağı kişiyi gösteriyordu sanki.
"Tüh sucuk falan da mı alsaydım? Ben böyle et, köfte, tavuk aldım kim ne isterse diye ama ikizin sucuk da seviyormuş. Gidip alsam mı? Ne diyorsun?"
Ahu mangaldan alınması gereken tüm köfteleri aldı, çevrilmesi gerekenleri çevirdi. Sonra da konuşsun diye ona bakıp duran Korhan'a dümdüz bir yüzle baktı.
"Ahi kırmızı et seviyor, yeterli bu kadarı."
Maşayı bırakıp ardını dönüp gidecekken Korhan kolunu tuttu.
"Ahu Nar... Kelebeğim..."
Ahu derin bir nefes aldı. Gerçekten ciddi durmak o kadar zordu ki onun için.
"Kalanı yapamayacaksan ben hallederim Korhan, geçip içeri otur sen."
Korhan tuttuğu kolu kendine doğru biraz daha çekip, Ahuyla yüz yüze geldi.
"Nar kelebeğim. Güzeller güzelim küstün mü sen bana?"
"Neden?"
Çok hızlı ve çok net bir soru olduğundan Korhan duraksadı. Ne derse başına iş açmadan durumdan sıyrılır diye düşünürken aklına gelenle biraz daha sokuldu.
"Ahu Nar kadınlar seni biraz fazla süzdü. Ne bileyim ben, burada çok olur öyle şeyler. Genç, güzel bir kız görünce oğlu, akrabası bilmem neyine diye hemen planlama başlar."
Ahu iki kaşı havada, biraz da alaylı bir dudak büküşle ne anlatıyorsun sen der gibi bakıyordu.
"Öyle kimdir, necidir deyince huylandım. Kim olduğunu bilsinler de saçma sapan şunla da yakışır muhabbetine hiç girilmesin diye boş bulundum. Yoksa tabi ki Ahiye garezim falan yok. Yani niye olsun çocuğa garezim?"
"Çaptan düşüyorsun Korhan."
"Efendim?"
Ahu geriye çekilip, iki elini beline koydu.
"Çaptan diyorum, düşüyorsun. Sen eskiden çok daha sağlam yalanlar söylerdin, bu çok vasat kaldı."
Korhan kendinden uzaklaşmak için kullandığı iki adımı, kendi öne atarak tekrar kapattı.
"Ahu Nar... Tamam birden boş bulundum ama sende söylemiyorsun bir türlü. Şimdi sevgililik ayrı şey, eşlik ayrı şey. Bu çocuk dümdüz sevgilin diye mi düşünsün beni?"
"Düşünsün, ne olacak ki?"
"Olmaz öyle şey! Geçmiş karşıma Suhanla biz sizden daha eskiyiz diyor. Bu ne demek? İlişkimiz daha eski, biz daha ciddiyiz demeye getiriyor aklı sıra. Bende usulünce durumu duyurdum ki o da niyetimde ne kadar ciddiyim görsün."
"Usulünce dediğin de düğünde damatlık ikramı sanırım."
"Bizim burada gelinin kız ya da erkek kardeşine düğün kıyafeti alınır hediye diye. Örfümüzü yaşatıyorum."
Ahu nar kollarını göğsünde toplayıp, alaycı bir sırıtışla izledi Korhan'ı.
"Ne kadar da ananelerimize bağlısın. Bu özelliğinle ilk kez tanışıyorum. Halbuki ben böyle nikah falan yokken benimle birlikte olunca çok umursamadığın gibi bir izlenime kapılmıştım."
Korhan'ın uzun zamandır mahrum kaldığı birlikteliği şu an hatırlatmak doğru bir karar mıydı şimdi? Korhan'a göre asla değildi çünkü.
"Şimdi o konuya girmeyelim bence çünkü ben baya bir zamandır o birlikteliğin yakınından bile geçemediğimi hatırlıyorum."
Ahu başını iki yana sallayım "kime ne diyorsam" diye mırıldandı.
"Ben mutfağa gidiyorum Korhan. Nurperi annelere yardım edeceğim. Sende bitir artık, baya acıktık."
Ahu yine yönünü dönecek oldu üçüncü kez engellendi.
"Ahum... Güzel kelebeğim küsmedim dede öyle git bari. Ben şimdi gidip Ahinin de gönlünü alırım. Hadi bir gülümse, içim rahatlasın."
Ahu ne kadar dümdüz durmak istese de yapamıyordu. Az burnu sürtsün diye bile üç beş dakikadan fazla küsemiyordu. Kasları gerilmekten sızlayan dudaklarını gülmek için serbest bıraktı.
"O kadar pişkinsin ki... Hadi bırak beni gidip bakayım, annem de tedirgin oldu kesin senin yüzünden. Sorun olmadığını görsün de rahatlasın."
"Tamam öyleyse git de gel hadi. Ama gitmeden bir kere öpsem mi? Emin olamadım böyle."
Ahu gözünün altından onları izleyen Ahiye doğru baktı.
"Şansını zorlama vampir, kardeşimi de kışkırtma rica ediyorum. Çocuk neyi düşüneceğini şaşırdı, jetlag gibi zaten, bir de sen üstüne yeni konular ekleme lütfen."
"İyi bari, gitmeyelim kardeşinin üstüne ama en azından bitanem falan de."
Ahu dayanamayıp kıkırdadı. Korhan'ın da dudağının kenarının kıvrılmasına vesile oldu bu tatlı ses.
"Köfteler yanıyor bitanem, git pişir şunları da yanık yemeyelim."
Ardını dönüp giden kızın peşi sıra baktı. Başını iki yana sallayıp sırıtmıştı. Bu yufka yüreğini yese doymaz, içine soksa kanmazdı. Ardını dönecekken öylece çardağın arkasında kalan bodur portakal ağaçlarına bakan Ahiye tiz bir ıslık çaldı. Ahinin kendine dönen suratıyla sırıtmasını büyüttü. Çatala taktığı köfteyle beraber Ahiye doğru yürürken Ahiyi çileden çıkaran sırıtışını eksik etmemişti.
Yanına ulaştığında "Aç bakalım ağzını" deyip tüm köfteyi tek seferde tıktı.
"Acısına bak bakalım, çoksa da ses etmeden güzelce ye. Etini, ekmeğini güzel yedirelim de iyileş bir an önce. Bak eşim üzülüyor seni böyle gördükçe."
Ahi ağzındakini çiğneyip, yutana kadar sesini çıkarmadı. Bittiğinde de hala kendine sırıtarak akan adama başını iki yana sallayarak baktı.
"Abi Suhan hiç bu kadar psikopat biri olduğunu söylememişti senin ya."
Korhan geçip yanına oturduğunda, uzattığı ayağına dikkat etti.
"Sen yine de çok dillendirme koçum. Eniştene öyle şeyler dediğini duymasın ikizin, küsüyor sonra."
Ahi sinirleri bozulmuş gibi güldü. Ahu bununla nasıl baş ediyor zerre kafası basmıyordu. Sonra Korhan'dan gelen boğaz temizleme sesiyle başını kaldırdı.
"Senle uğraşıyorum diye sakın yanlış anlama Ahi. Allah biliyor Suhan kadar kardeşimsin benim. Tırnağın kırılsa dünyayı yerinden oynatırım. Laf sokup duruyorum ama abiler de kardeşleriyle uğraşamayacaksa niye abi? Yani olur ya aklından bu adamın benle zoru ne deme. Ben seninle uğraştıkça kız kardeşinin, kız kardeşimin bakışlarındaki parıltı çok keyif veriyor."
Ahi böyle bir anda hiç çekinmeden ne düşünüyorsa söylemesini asla beklemiyordu. Kalakaldı. Boğazı da düğümlendi. Ahu da içerde demişti. Onları bulmak için sosyal medyada adını gündemde tutacak neler yaptığını düşünemiyordu bile.
"Abi sen şimdi... Birden niye böyle söyledin? Ne diyeceğimi bilemedim ben."
Korhan çatlak dizinin, baldır kısmına elini atıp hafif sıktı.
"Ben senle ömrüm oldukça uğraşacağım aslanım. Ama aklına ne gelirse gelsin içimde ne büyük kıymetin var unutma. Yıllarca başka yerlerde savruluyor olmamız aile olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Çok zor amanlar geçirdik ama geçirdik Ahi. Evin erkekleri olarak bize aileyi korumak düşüyor. Kızlarımızı hak ettikleri gibi yaşatmamız lazım. Ben senin eniştenim ama ondan da önce ağabeyinim. İkizinde kıymetlim, göz bebeğim. Ahu Nar nikah mevzusunu anlatmıştır sana. Uzun uzun birde ben bahsetmeyeceğim. Ama hak ettiği gibi, beklediği gibi bir evlilikle bu işi nihayete erdirmek istiyorum. Sana takıldığım kısmı da sakın gücendirmek için söyledim sanma."
Ahi küçük bir çocuk gibi gönlünün alınışını dinliyordu sessiz sessiz. Kullandığı her bir kelimenin ne büyük anlam ifade ettiğini biliyor muydu acaba? Sakarya'daki hayatlarını düşündüğünde, oradaki evde ara ara kullanılan bir kelimeydi aile. Ama şu an ki kadar hiç gerçek hissettirmemişti.
Her bir konuşma aklına başka bir soruyu taşıyordu Ahinin. Şimdi de Sakarya'da geride kalan aile düştü. Gözleri kapandı. Ahu hiç adlarını anmamıştı. Annesi ve babası! Daha doğrusu eniştesi ve teyzesinin hiç kötülüğünü görmemişti. Eniştesi ikisine de olabilecek en sıcak şekilde babalık yapmıştı. Ama teyzesinin Ahuya olan tutumları Ahiyi hep ona karşı mesafeli olmaya iterdi. Ahudan esirgeyip, Ahinin önüne serdiği sevgiyi gördükçe teyzesinin beklediği sıcak karşılamayı Ahi ona veremezdi.
Ahu ne kadar unutacaksın diye kafasına kazımak istese de Ahi gerçek olan ailesini de onlara olan özlemini de hiç aklından çıkarmamıştı. Çocuk aklı unutacak gibi olduğunda gece yarısı yorganın altında, kendinin bile zor duyacağı sesle adlarını tekrar ederdi. Hatıralarında kalan birkaç anıyı sanki birine masal anlatır gibi kendine anlatırdı.
Onun öldü sanıldığı sekiz ayda Ahuyla olan tüm bağlarının bitip bitmediğini Ahuya soramazdı Ahi. Ama yanındaki adam her şeyi çok iyi biliyordu. Belki o sorularına cevap verirdi.
"Abi?"
"Efendim aslanım."
"Ann- yani teyzemler... Ahu hiç bahsetmedi. Şimdiye kadar ölmediğimi duyurmak için mutlaka aramış olması lazımdı. Sen hiç görüştün mü? Yani biliyor musun ne durumdalar? Teyzem mahvolmuştur."
Ahi kendine bir saniye önce keyifli bakan gözlerin an an buzdan bir hale düşümüne şahit oldu. Kaşları çatıldı. Korhan'ın yüzünü kaplayan kinin nedenini anlayamadı.
Korhan ise ismi geçen kadının Ahuyu ağlattığı, Suhan için kullandığı kirli kelimeleri hatırladı hemen. Sakarya'da utanmazca kardeşinin kaybetmişliğiyle keyiflenişini dinlemişti.
"Senin teyzen! Senin teyzen çok da iyi haber almayı hak etmiyor koçum. Ahu Narın yanında bahsetme olur mu? Çünkü kelebek adını duyduğunda yüzü düşecek, onun üzüldüğü anda da ben o kadını parçalarım!"
Ahi öfkeyle bahsedilen şeyleri kafasında bir yere oturtamadı. Anlamak ister gibi kaşları biraz daha çatıldı.
"Abi ne oldu?"
Korhan ağzına geleni saymak için araladı dudaklarını ama şimdi olmadık bir laf edip, çocuğu üzmekten de çekindi. Bunu fark eden Ahi de bileğini eliyle kavrayıp kendisinden kaçan bakışları geri üstüne çevirdi.
"Abi ne yaptı teyzem? Ahuyla mı tartıştılar?"
"Bak ailecek güzel bir yemek yiyeceğiz, hiç bu mevzuya girmeyelim benim öfkem çok hızlı ateş alır çünkü."
"Abi ne oldu dedim!"
Ahinin de sert çıkan sesiyle Korhan gelen var mı diye evin kapısına baktı.
"Ahu Nara teyzeni sorma Ahi! Sakarya'ya ait hiçbir şeyi sorma. O kadın senin ölümünü Ahunun omuzlarına yük diye bıraktı. Mezar başında ağlayan kardeşine zerre içi acımadan öylece gitti. Yetmedi içi çıka çıka ağlatacak kadar ağır laflar etti. Öyle ağırdı ki Ahi ölmesin diye ben evden çıkmazdım dedirtecek kadar vicdan azabı çektirdi. O kadın saf zehir. Suhan için söylediklerini ağzıma almıyorum yoksa gerçekten gözüm kararır, yaşayan ölüye çeviririm onu. İşimize yarar mı diye kalktık gittik Sakarya'ya, kadının tek nefreti Ahu Nara yada Suhana bile değilmiş. Kendi ikiz kardeşinden bile nefret edecek kadar leş biri. Herkesi geç insan kardeşinden nefret eder mi? Suhan için cehenneme çeviririm ben her yeri. Ahu Nar senin için canını verir. Yani anlayacağın evimizde o kadının adı geçmesin abim. Az sakinleşsin ortalık ben laf ettiği kardeşinden kalan parayı keseceğim. Bundan önceki aldıkları da sırf ikinizin uyuyacağı bir yer verdikleri için sadaka niyetine geçsin."
Ahinin dişleri sızlayacak kadar sıkılmış çenesinde gezdirdi gözlerini. Biraz önce kehribar hareleri ateş saçan o değilmiş gibi amber dinginliğiyle baktı.
Üstüne yük olsun istemezdim ama olur da merakın ağır basar kelebeğe sorarsın diye anlatıyorum sana olanları. O kadın benim kıymetlimi bir daha ağlatamaz Ahi. Adı geçmesin evimizde. Şimdi de sen duyduklarını unutup, olması gerektiği gibi beni kıskanarak geçireceksin gününü. Dedim ya evin erkeğiyiz biz, öyle iki lafla suratımızı asıp diğerlerinin de gününü zehir edemeyiz."
Ahi, söylenilen her sözden sonra Ahunun kırılan kalbini, acı çeken ruhunu düşündükçe kendi de Korhan gibi keskin bir öfkeye bulanıyordu. Ama son sözlerinden sonra gözlerini kapatıp üç beş derin nefes aldı. Adam haklıydı. Şimdi kaşı çatılsa Ahu tetikte bekliyordu. Kardeşi yokluğunda yeterince üzülmüşken varlığında da başka dertlerle boğuşmasına lüzum yoktu.
"Haklısın abi."
Sanki Korhan'ın söylediği her şeyi gözüyle görmüş gibi mezar başında, adını sayıklayarak ağlayan ikizi canlanıyordu zihninde. Tek başına ne çok canının yandığını düşündükçe göğsünde kızgın bir bıçak varmış gibi sızlıyordu. Sonra ise durup durup öpen, sarılan, ışıl ışıl gözlerle kim ne derse ona bakan canının yarısını düşünüyor, öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.
"Değmeyecek insanlar için Ahumu üzmem ben. Ne diyeyim, bana çok emek harcadı ama benim için de kıymetli olan o değil açıkçası. Ahumun canını yakan kim olursa olsun karşısında beni bulur. Ayrıca seni kıskanan ben değilim, beni kıskanan sensin. Ahu yanıma yaklaşsa beni de sev diye ayaklarını yere vurmadığın kaldı. Kaç yaşında adamsın yapma gözünü seveyim."
Korhan kısık bir kahkaha atıp, oturduğu yerden kalktı. Elini de sanki hep yapıyormuş gibi bir rahatlıkla ensesine tokat atmakta kullandı.
Bahçedekiler kendi aralarındaki meseleleri çözerken Ahu da Nurperi annesinin gönlünü ferahlatmakla için eve girmişti. Mutfağa geçtiğinde Suhanla fısır fısır konuşmalarını kapı aralığından, gülümseyerek dinledi.
"Ama annem hiç ayıp olur mu demiyor ki. Şimdi bu kız ne diyecek çocuğa? Çok ayıp böyle şeyler, denilir mi kardeşe?"
"Ahu, abimin huyunu anlatır anneciğim. Hem dedim ya Ahi hiç kıyamaz ikizine. Küsmez onlar."
"Ah Korhan ah! Benden de hiç utanmıyor Suhan. Gördün değil mi bana ne dedi?"
Suhanın kıkırtısıyla Ahu da kısık kahkahasını tutamadı.
"Yine ne dedi senin oğlun annem?"
Nurperi közlenmiş patlıcanları ayıklarken Emine bulaşıkları makinaya yerleştiriyordu. Sühan da bahçeye taşımak için tabakları, bardakları tepsiye diziyordu.
Nurperi hemen elindeki işi bırakıp, gözlerini irice açarak Ahuya baktı.
"Hah gel annem. Ahi ne dedi kuzum? Kızdı mı size? Ah Korhan vallahi yaşın kaç demeden kulağını çeksem içim soğumaz. Demedi dimi annem? Gönül koymadı."
Ahu başını iki yana sallayıp yanına doğru yürüdü. Hiç yabancılık çekmeden Nurperinin yaptığı işi devam ettirmek için elini közlenmiş sebzelere uzattı.
"Anne sen bizim hiç kulağımızı çekmedin ki. Şu söylediğine kendin inanıyor musun?"
Suhanın dalga geçen sesiyle Ahu kıkırdamıştı.
"Telaşlanma annem, konuştuk Ahiyle. Şimdi bahçede, bir sıkıntı yok."
Nurperi derin bir soluk alıp, kirli elini bir an unutup göğsüne bastırmıştı. Sonra ne yaptığını fark edip o da kıkırdadı.
"Vallahi çocuk üzülecek, darılacak diye aklım çıktı anneciğim, hem Suhan Hanım hiç çekmedim ama bu sefer çekerdim Ahi bir küsseydi. Öyle pat diye denir mi annem? Bu kızı da sürekli mahcup duruma düşürüyor, vallahi kızacağım artık."
Suhan Ahuya bakıp, gözleri kısılası gülümsedi.
"Evet anneciğim, daha önce de zaten mutfakta utandırmıştı değil mi?"
Olayla hiç alakası olmayan Emine'nin bile saklı gizli gülmesiyle Ahu başını iki yana salladı.
"Anne, Emine ablaya da anlatmışsın ama."
Nazlı bir sitemdi bu. Asla da kırgınlık yoktu. Öyle takılıyor, onların eğlencesine eşlik ediyordu. Nurperi hemen başını iki yana salladı. Gözleri de irice açılmıştı.
"Yok yok! Vallahi ben öyle yapmadım. Emine dedi ki senin bu oğlun çok fena, kızı sağda solda sıkıştırmaya fırsat arıyor dedi. Ben de şey sandım."
Ahu dudaklarını birbirine bastırıp, devam etmesi için kaşlarını kaldırdı.
"Şey işte Ahu. Anlasana..."
"Neyi anlayım annem?"
"Kızım ben sizi mutfakta öpüşürken yakaladım ya... Hah işte acaba Emine de başka yerde mi yakaladı diye sandım. Öyle merak edip sorunca da tabi söylemiş oldum."
Ahu başını iki yana sallayıp, gülümseyince kırılmadığını gören Nurperi de rahatladı. Emine'nin daha keyifli kahkahasıyla aynı onun gibi Nurperi de güldü.
"İlahi ahiretliğim... Ama doğru kızım. Bile isteye anlatmadı. Ben öyle takılacak olunca kadıncağız sen nerde bastın diye dehşete kapıldı. Daha ben bir yerde basmadım diyemeden Korhan'a kızmaya başladı. Ben orda öğrenmiş gibi oldum. Allah muhabbetinizi artırsın, her şey gençken pek güzel. Pek yakışıyorsunuz pek."
"Teşekkürler Emine abla. Annem, sen de gerilme lütfen. Ahi de Korhan da gayet iyi anlaşıyorlar, birbirlerine şaka yapmayı seviyorlar diyelim biz ona. Ben durumu da açıkladım, gönül koymadı hiç."
Sonra durup durup haliyle dalga geçer gibi gülen Suhana göz kırptı.
"Hatta Suhanla olan ilişkisini daha ciddi bir boyuta taşımak isterlerse bir fırsat olarak değerlendirecek bu durumu. Bir bakıma Korhan eline koz verdi Ahinin."
Suhanın kademe kademe kızarmaya başlayan yüzüne, utandığı için kaçan gözlerine bakıp kıkırdadı. Nurperi de tıpkı Ahu gibi adı geçer geçemez Suhana bakmıştı.
"Şey... Ben bunları götüreyim. Hazır olmuştur zaten artık."
Elindeki tepsiyi kapıp, kaçar gibi giden kızın peşinden üçü de kahkaha attı. Mutfakta ki işleri bitip bahçeye çıkarken Ahu ve Suhan kapıda karşılaştı. Suhan geçip gidecekken Ahu diye mırıldandı. Ahu elindeki salatayla konuşmasını bekler gibi kaşlarını kaldırmıştı.
"Ahi... Şey... Gerçekten öyle mi dedi?"
Ahunun kıkırtısıyla yanaklarındaki yanma daha çok artmıştı.
"Öyle dedi su kuşu Suhan. Madem o benim ikizime nikah kıyıyor bende kız kardeşiyle evlenmek istediğimde ağzını açamaz diye de önden kesin tavrını koydu."
Suhanın gülmek isteyen dudaklarını sızım sızım sızlıyordu. Kısık sesiyle "şapşal..." diye mırıldandı. Mutfakta kalanları almak için içeri doğru, kalbinde açan çiçek buketiyle koşturdu.
Keyifli bir yemek, keyifli bir akşam geçirildi hep beraber. Korhan'ın ara ara Ahiye bulaştığı, Ahinin de daha rahat tavırlarla eşlik etmesi gözünden kaçmamıştı Ahunun. O mutfaktayken demek ki gerçekten kardeşinin gönlünü almıştı Korhan.
Gece olduğunda Korhan yine ağzını açamadan Nurperi iki kızına da el koydu. Korhan'ın itiraz etmek için açılan ağzını ben hiç doyamadım onlara deyip kapatmıştı.
Ondan sonraki iki gün de oldukça keyifli geçti. Ahunun hayal diye bahsettiği annesi ve kızlarının gezdiği, beraber sofralar kurduğu, duvarlarına uzun zamandır çarpmayan kahkahaların evin içine dolduğu anlar yaşandı.
Çayın yanına yenilecek basit bir şeyler yapmak için mutfağa geçmişti Ahu. Dümdüz kek, kat kat kesilip bir de içine bol bol çikolatalı krema koyduğu bir pasta Ahi seviyor diye pişiriliyordu. Aslında bakıldığında farklı hiçbir şey yoktu ama Ahi için de en sevilesi yaş pasta tanımı buydu.
Mutfakta, kardeşinin sevdiği pastayı Ahu hazırlarken Suhan da yanında izliyordu.
"Bak işte ben böyle kabartamıyorum bence ondan olmamıştı benim ki Ahu."
"Güzelim dümdüz kek işte."
"Ama sen pudingini hazır yapmıyorsun. O da olabilir."
Ahu tepsiden çıkarıp ikiye kestiği sonra da tekrar ortadan keserken kırılmasın diye ter döktüğü her parçaya Ahinin tekrar edip durduğu şekilde bolca kremasını döktü. Üstünü de nerdeyse çikolatası görünmeyecek şekilde Hindistan ceviziyle kaplamıştı.
"Anneannem yapıyordu bize. Bence Ahi bundan seviyor."
Dolaba yerleştirdiği sırada evin ziliyle ikisi birbirine baktı. Mutfaktan çıkıp geleni görmek için kapıya yönelirken Korhan'ın ardında duran Alparslan ve Şifayla göz göze geldiler. Alparslan Ahuya bakıp gülümsedi.
"Özledin mi abini ahu ceylan? Ne arıyorsunuz ne soruyorsunuz."
Şifa dirseğini Alparslan'ın bel boşluğuna geçirip, gülümseyerek içeri adımladı. Eli küçük bir tepeyi andıran karnını okşaya okşaya Ahuya doğru ilerledi.
"Sen bakma canım Alparslan'a. Uğraşacak konu arıyor kendine. Hamileliği zor geçiyor da kendisinin. Habersiz geldik, umarım rahatsız etmemişizdir."
Ahu ile sarılırken söylemişti bunları. Geriye çekildiğinde Ahu çok ayıp der gibi baktı.
"Ne rahatsızlığı, sizi gördüğüme çok sevindim."
Geride küçük bir gülümsemeyle ona bakan Alparslan'a doğru uzandı. Bir şey olur ya... Nedenlerini bilmezsiniz, üzerine düşünecek de çok zamanınız olmamıştır ama bir his size değerli olduğunu bağırır. Bu adamın cümlelerinin arasına sık sık soktuğu ağabey sıfatının onda çok özel bir anlam taşıdığını hissediyordu Ahu.
"Hoş geldin abi."
Alparslan'ın saniyelik Şifayla göz göze gelişi ve Şifanın tatlı gülümsemesiyle Ahuya uzandı.
"Abisinin gülü. Şu kızın karşılayışına bak bir de suratsız kocasının tavrına bak. Ne işin var burada dedi kapıyı açar açmaz."
Korhan kendini şikâyet eden adama küçümseyen bir bakış attı. Altı üstü bir yaş küçüktü Korhan'dan ama beş yaş çocuğunun dramatikliğine sahipti.
"Ve sende sanane, sana mı geldim dedin."
Korhan'ın kınayarak kurduğu cümleye göz devirdi Ahu.
"Bazen yabani olabiliyor, halledeceğiz inşallah. Geçin lütfen içeri. Şifa ayakta beklemesin daha fazla."
Alparslan ayakkabılarını çıkarıp kenara koyarken Korhan'a ifrit edici bir sırıtmayla baktı. Geride öylece kendilerine bakan kızı gördüğünde ifadesi sevimli bir şekilde değişmişti. Onu ilk gördüğü halinden çok çok iyi durumdaydı. Korhan'a bahsettiği iyileşme tam olarak buydu işte. Saf sevgide gizli şifa hiçbir ilaçta bulunamayacak kadar güçlüydü.
Salona geçtiklerinde Ahi ve Nurperi sohbet ediyordu. Emine hanım ise ortada görünmediğine göre ya bahçeye inmişti ya da odasında uyukluyordu.
"Annem misafirlerimiz var."
Nurperi hemen ayağa kalkıp gelenlere bakmıştı. Alparslan'a gülümseyip hoş geldiniz derken Şifayla da göz öze geldi. Badem gözleri irice açıldı, şaşkınlığı resmedilecek kadar büyüdü. Alparslan bu tepkinin sebebini bildiğinden sırıta sırıta bakıyordu Şifaya.
"Ayyy... Aman Allah'ım senin gözlerin gerçek mi? Ay Allah'ım maşallah maşallah nazar edeceğim şimdi. Vallahi oyuncak bebek gibi."
Şifa uzanıp elini öpmek istemişti ama Nurperi iki yanağını öpüp, sarılmayı tercih etti. Hala Şifanın gözlerine şaşkın şaşkın bakıyordu.
"Suhan ... Şey midir ki hani sen arada takıyordun mavilerinden ondan mıdır? Allah'ım nazarlardan sakla."
Şifa, Ahuyla geçirdiği zamanlarda yaptığı sohbetlerden karşısındaki kadını tanıyormuş gibiydi zaten. O zamanlar Ahu da böyle demişti. Annesinin gözlerini gördüğünde şoka gireceğini düşünüp gülümsemişti.
"Şifa ben teyzecim, çok memnun oldum. Eeee... Şey.... Ben bir ara küçük bir tedavi gördüm, ilaçların yan etkisi olarak irislerimde böyle bir durum oldu. "
Nurperinin anladım der gibi kafa sallaması ama yakından daha da dikkatli bakmasıyla dayanamayıp kıkırdadı Şifa.
"Oy kuzum ne güzel yan etkiymiş o."
Hâlâ birbirlerinin kollarına sarılır gibi durdukları için Şifanın göbeği de aradan varlığını hissettiriyordu. Nurperi daha bir sevgiyle başını eğip göbeğine baktı.
"Ay ay burada ne varmış? Emine'yi çağırayım, kesin abdesti vardır. Okusun sana yoksa vallahi nazar edeceğim."
Selamlaşma, tanışma, hâl hatır sorma derken oturmaları yarım saati buldu. Alparslan havayı koklar gibi burnunu çekip çekip durduğunda Şifa sık sık yaptığı gibi dizini sıkmıştı. "Alparslan lütfen ama ya" diye kısık sesli bir de sitem etmişti ama kocası asla bazı nezaket kurallarını kabul etmiyordu.
"Dur perim, güzel bir şey kokuyor. Canım çekti."
"Alparslan köpek gibi koklayıp durma evi! "
Şifanın dili ve dişi arasında söylenmesiyle Ahu ayağa kalkmıştı bile.
"Çay hazırlamıştık, yanına öyle atıştırmalık bir şeyler yaptık. Aslında açsan yemek hazırlasak hemen."
Şifa hiç zahmet etmeyin demek için hazırlandı ama misafirlikte kendini utandıran bir çocuğu varken bu hiç kolay değildi.
"Yok yok sen bu kokandan getir. Aslında biliyorum ben bu kokuyu da çıkaramadım. Kek mi bu?"
Ahu tepkisine gülünce Şifa da başını iki yana sallayarak ayaklandı.
"Kusura bakmayın eğitimi biraz zorluyor beni."
Korhan'ın bile bıyık altından güldüğü kahkahalar doldurdu salonu. Çaylar bardaklara dolduruldu, pastalar tabaklara servis edildi. Alparslan'ın önüne tabağını Ahu bırakırken Alparslan kare şeklinde dilimlenmiş pastaya öylece bakıp kalmıştı. Uzanıp alırken elindeki hafif titremeye Şifa kaşlarını çattı. Ahu da anlamamıştı. Tuhaf bir sessizlik çöktü odaya. Neden olduğu anlaşılmayan bir hisle herkesin gözü Alparslan'a takılmıştı.
Şifa ise karnına dalga dalga yayılan hüznün, özlemin maksadını çözmedi. "Alparslan" diye fısıldadı ama Alparslan elindeki tabağa bakıyordu öylece. Uzanıp bir çatal aldı. Gözü kapanmış öylece ağzındakini yutmuştu. Ahu da tedirgin bir halde önünden çekilmeyi akıl edememiş, başında bekler gibi kalmıştı. Alparslan'ın kapanan gözlerini, yüzünde yeşeren hafif tebessümü izledi. Şifaya baktı.
Şifanın dolu dolu gözleriyle Alparslan'ı izlediğini gördüğünde kaşları daha da çatıldı. Şifa ne olduğunu gerçekten anlamamıştı. Sadece Alparslan'dan ona yayılan, tüm hücrelerini saran özlemin, hüznün etkisiyle boğazı yanıyordu. Yine kısık bir sesle adını fısıldadı. Alparslan gözlerini açtığında daha büyük bir gülümseme vardı yüzünde. Ama zift gibi kara gözleri pusluydu.
"Annem... Kuzinede yapardı böyle. Fırın yoktu bizim, az kenarları fazla kızarırdı ama tam böyle kokardı. Parça parça keser, birde çikolata dökerdi her bir parçaya. Çikolata dedim ama süt, kakao, un gibi bir şeyleri karıştırıp, çikolata bu derdi. Renkli pasta süsleri olur ya bazen onlardan bazen de senin gibi hindistan ceviziyle kaplardı üstünü."
Dişleri görünesi gülümsedi. Başını iki yana sallayıp bir çatal daha aldı ağzına.
"Bende nerden hatırlıyorum diyorum. Eline sağlık Ahu ceylan çok güzle olmuş. Ben sonra bir tane daha alsam, kaldı mı hiç?"
Ahu ağır ağır başını salladı.
"Daha çok var... Ne kadar istersen getiririm. Hem canın isterse sonra ben sana yine yaparım abi."
Alparslan'ın gözleri ışıldadı. Ahunun ise kalbi bu gülümseyişle sızladı. Şifanın dizini okşayan eliyle dikkati dağılıp geriye çekildi. Geçip Korhan'ın da tabağını önüne bırakıp, yanına ilişti. Korhan kolunu ona dolayıp, iyice sarıldığında gözü hala karşısında oturan adamdaydı.
"Bak peri, senin o kızıla yedirmek lazım bundan. Öyle bin türlü şeyle hazırladığı pandispanyalara, yok süslere benzemez. Anne pastası bu, dümdüz kek, kendi elinle yaptığın çikolata."
Çatalındaki pasta lokmasını Şifanın ağzına tıkarken uzakta olsa bile Veronicayla uğraşmayı bırakamıyordu. Şifanın dolu dolu gözlerine inat gülümseyişiyle göz kırptı.
"Öğrenirim ben tarifini, sende artık Veronicanın pastalarını yemek zorunda kalmazsın."
Alparslan geriye yaslanıp, onları izleyen Ahuya göz kırptı.
"Hiç gerek yok perim, bak kız kardeş ne zaman istesem yapacakmış."
Kısa süreli yaşanan bir durgunluktan sonra normal sohbet seyrine döndü evin içerisi. Alparslan ara ara duvarda asılı fotoğrafa baktı. Sonra onu izleyen Korhan'la göz göze geldiğinde kapıyı işaret ederek çıkmaları gerektiğini anlatmak istedi.
Korhan sanki tam bunu bekler gibi ayaklandı hemen.
"Gel bahçeyi dolaşalım senle."
Sebepsiz gelmediklerini bildiği için an gözlüyordu. Alparslan'la beraber ayaklanıp, dışarı çıktılar. Çardağa geçene kadar da ikisi konuşmadı.
"Nedir mesele?"
"Biliyorsun avukat, yolu uzatmaya gerek var mı?"
Korhan ağır ağır başını salladı.
"Bugün mü gitmemiz lazım?"
"Yukardan çok sıkıştırıyorlar, tuttum bugüne kadar ama beklenir yanı kalmadı artık Korhan. Zaten yol uzun, sistemi açınca da bitmeyecek. Bir yerden başlamamız lazım."
Korhan anlamadığı için kaşları çatık baktı Alparslan'a.
"Ne demek yol uzun?"
"Oğlum bahsettiğimiz enerji çok güçlü. Bölgeyi öğrendik diyelim, sistemi kurmamız lazım. O madeni ha deyince çıkaramayız, Çernobil'e çevirmeyelim memleketi. Bunca yıl adamlar keyiflerinden mi beklediler? O madenin yerini bilmek yetmez, onu işleyecek donanıma da sahip olmak lazım. Şimdi şartları olabildiğine olgunlaştırdı birlik, güvenli bir alan oluşturup, kazasız belasız kullanılır enerjiye dönüştürme kısmına harcayacaklar tüm güçlerini."
Ağır ağır başını sallamakla dışında pek tepki vermedi Korhan. Sonra sanki görecekmiş gibi gözlerini etrafta dolaştırdı.
"Annemle Suhan burada kalacak. Onları şu saatten sonra tek bırakmak istemiyorum Alparslan."
"Şu an etrafını sarmış koruma çemberi de olduğu gibi kalacak ama. Korhan kimsenin senin annenle, kız kardeşinle uğraşacak zamanı kalmadı. Bize o videoyu gönderen, en başından beri madeni bul diye kırbaçlayan, tüm görüsünü senin benim üzerime dikti. Ah ulan! Ah ondan alacağım olmayacaktı var ya ta aylar önce sikecektim belasını. Orospu çocuğu, elimi kolumu bağlıyor."
Kendi kendine söylenmesinden hiçbir şey anlamıyordu Korhan.
"Ne anlatıyorsun sen şu an?"
Alparslan sanki nerde olduğunu yeni fark etmiş gibi anlık bir şaşkınlıkla baktı Korhan'a. Sonra başını iki yana salladı.
"Boş ver dostum sen beni. Gidip çocukların kasayla bağını koparalım. Sonrasına sonra bakılacak zaten."
"Sonrası yok Alparslan. Sen sağ ben selamet. Sizinle olan işim biter benim."
Alparslan dalga geçer gibi sırıtıp ayaklandı. Pantolonunun paçalarını eliyle silkeleyip, düzeltti.
"Sen bu dediğine inanıyor musun avukat?"
Korhan da kalktı ayağa. Alparslan kadar keskin ve dik bakıyordu.
"Senin birliğin beni ilgilendirmiyor Alparslan. Ortak bir amacımız vardı, çözmemize bir şey kalmadı. Onu da halledeceğiz, sonrası yok bende."
Alparslan bir adım atıp genelde hasmına gösterdiği kurt kimliğine büründü. Duruşu dikleşti, bakışları sertleşti.
"O dediğin olurdu tabi. Ama sen o babanın oğlu olmasaydın. Kayınpederin Atilla Saruhanlı olmasaydı. Salağa yatma avukat, sen zeki adamsın üstünde sakil duruyor."
Korhan dişlerini sıktı, Alparslan'a karşı öfkeyle baktı ama karşılık vermedi. İçeri girdiklerinde Alparslan tabağının yenilendiğini görüp, biraz önceki tavrından tamamen soyunarak geçip yerine oturdu. Korhan ise onu tedirginlikle izleyen Ahuya bakıp, kendi odasına doğru ilerledi. Ahu peşinden geldiğinde odasının kapısını sessizce kapattı.
"Gitmemiz mi gerekiyor Korhan?"
Korhan kollarını açıp uzandığında Ahu arasına girdi. Birkaç dakika ikisinden de ses çıkmadan birbirlerinin nefes alışlarını dinlediler.
"Gidelim, şu bilgisayar açılsın güzelim. Suhan burada annemle kalacak ama merak etme. Şu an evin etrafı oldukça güvenli. Alparslan'a kalırsa annem ve Suhanla uğraşacak kimse yokmuş. Onların en başından beri dertleri sen ve benim biliyorsun. Bitirelim artık."
Ahu ağır ağır başını salladı.
"Ahinin ayağı biraz daha iyi olsaydı keşke. Ama Şifa ve Alparslan'ı da zor durumda bırakmak istemiyorum. Buraya gelmemizi kolaylaştıran onlardı. Yoksa bilgisayarı açmadan bizi salacaklarını hiç sanmıyorum."
Korhan geriye çekilip, yüzüne düşmüş saçlarını parmaklarının ucuyla kulak arkası yaptı. Tamamen kaybolmuş tırnak izlerini görüyormuş gibi üzerlerini okşadı.
"Bende böyle düşünüyorum. Üstelik babalarımız için bunu yapmamız lazım. Kaç hayat feda oldu maden için. Onlar canlarından vazgeçecek kadar değer veriyorsa saygısızlık etmek istemiyorum Ahu Nar. Sırf ailemizin hatırına ne haliniz varsa görün demek gelmiyor içimden."
Ahu anlayışlı bir tebessümle baktı Korhan'a.
"Birbirimize yalan söyleyemeyiz bitanem, unuttun mu? Yaşadığımız her şey için öfkelisin ve inan bende de var bu öfkeden. Ama içten içe onları anladığını biliyorum. Bizden çok başka bir dünyaları var Korhan. Seni beklerken izlediklerim hiç yabana atılır şeyler değil. Amaca giden yolda feda edileni baştan kabullenmişler ve buna göre yaşamaya başlamışlar gibi. Tıpkı senin adaleti sağlamak isterken yapmak zorunda kaldıklarını hatırlatıyor yaptıkları her şey. Onlar da senin gibi sonucu doğru olsun da o sonuca giderken kirlensek olur diyorlar."
Korhan bazen hayrete düşüyordu Ahu konuştuğunda. Kendine bile söylemediği şeyleri nasıl bir bakışta çözer aklı almıyordu. Yüksek sesle dile getirmezdi ama içten içe Birliğe saygı duymaya başlamıştı. Onun dünyasında kendi çıkarlarıyla örtüşmeyen durumlar için insanlar hayatlarından vermezdi ama Birlik tüm hayatlarını amaçlarına armağan etmişlerdi. Duhan Doğruyla geçirdiği zaman zarfında bundan daha da emin oldu. Tek gayesi ülkesiydi. Tek isteği milletinin hak ettiği şekilde yaşamasıydı. Çok az insan bayrağına Duhan Doğrunun baktığı gibi bakardı. Birileri kendini feda etmeseydi bu bayrağın dalgalanışını izleyecek canımız sağ olur mu demişti. Sahi birileri kendinden vermese, kendi hayatını en geride tutmasa baktığımız her yerde dalgalanan bayrağı gösterirler miydi bize?
"Sen nasıl bir lütufsun insana?"
Ahunun dikkatle ona bakan sözleri bu tatlı iltifatla kısıldı. Gülümsemesi büyüdü.
"Beni kızdırıp, küstürmediğin zamanlarda ben de senin için böyle düşünüyorum vampir."
Korhan burnunun ucunu dişleriyle kıstırdı. Ahunun ciyaklayan sesine ise kısık bir kahkaha attı.
"Hani birbirimize yalan söylemiyorduk nar kelebeği Ahu? Senin bana kızdığın bir zaman var mı gerçekten? Küsebiliyor musun sen bana?"
"Narsist olabilir misin Korhan? Megalomanlık da var galiba, biz buna bir baktıralım."
Korhan kolunu bedenine dolayıp birbirlerine bütünüyle dokunmalarını sağladı.
"Kabul et, seni kendime öyle aşık ettim ki azıcık bile kıyamıyorsun bana."
Ahu küçümseyen bir bakış atıp iki eliyle göğsünden iterek geriye çekildi. Kaşını biri kalkmış, yüzünde de kibirli bir gülümseme yayılmıştı.
"Bunu da bensiz yattığı için annesiyle kavga eden adam söylüyor. Ne yaptın bitanem? Sabah anneme beni bırakırsa onu sütlaç yemeye götürme sözü veriyordun sanki. Anlaşabildiniz mi bari?"
Korhan ters ters baktı.
"Hayır! Emine abla daha güzel yapıyormuş, onunkini yemeye devam etse de olurmuş. Çok inat olabiliyor bazen."
Ahu kıkırdadığında Korhan'ın da dudağı sola doğru kıvrıldı.
"Hazırlanıp, çıkalım kelebeğim. Döndüğümüzde çok işimiz var daha."
Ahu ne işleri olduğunu anlamamıştı.
"İşimiz mi var?"
Korhan uzanıp sadece dudaklarıyla dokunacak kadar yüzüne yaklaştı. Olabilecek en naif buseyi dudağının köşesine kondurdu. Geri çekilmeden konuşmaya devam etti.
"Hem de çok... Yaz bitmeden kelebeğimi gelinlikle görmek istiyorum. Bembeyaz salınışını izleyeceğim."
Ahunun gözleri kapandı. Hayale dalar gibi bir his sardı içini. Sonra açılan gözlerindeki parıltı Korhan'ın kehribarlarına dokundu. Gülümsemesi büyüdü, yüzünün tamamını kapladı.
"Bunu yaşamayı... Çok isterim Korhan. Çoktan da çok isterim."
Biraz önceki busenin aksine hızlı, sert ama kısa bir öpücükle dengesini kaybetmesine neden oldu Korhan.
"Sen hazırlan bebeğim, bende Ahiyi hazırlayayım."
Evden çıkışlarında Suhanın gözlerindeki o korku Ahuyu çok etkilemişti. Kısa sürede geleceklerini defalarca fısıldadı kulağına. Bırakmak istemez gibi kolları sıkıca sarılmıştı. Döndüğünde Korhan'ın bahsettiği düğün için elbise seçmiş olmasını söyleyerek biraz gülmesine yardım etti.
Ama Suhan, Ahiye sarıldığında tutmaya çalıştığı hıçkırığıyla boğazı düğümlendi. Ahi yüzünden akan yaşı parmak uçlarıyla silmiş, yüzünde sakin bir tebessümle Suhana iyi gelebilecek her cümleyi kurmuştu. Kısa sürede yanında olacağını, onu bırakmasının mümkün olmadığını, ne kadar çok sevdiğini, bir çocuğu avutur gibi sabırla anlatmıştı. Suhan sakinlediğinde alnına dudağını değdirip öyle uzaklaşmıştı.
Korhan'la vedalaştığında ise ağabeyine olan güveninin sınırı olmadığını gösterir gibi "sen yanlarında olduğun için onlara bir şey olmayacağını biliyorum ama hızlı gelin olur mu " diye sıkı sıkı sarılmıştı. Sonuçta ağabeyi kısa sürede geleceğiz derse bunun aksinin olması mümkün değildi. Ağabeyinin onun için yapamayacağı bir şey yoktu bu dünyada.
Kısa bir süreliğine araçla stada doğru ilerlediler. Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Onları bekleyen helikoptere bindiklerinde de konuşma isteği gösteren kimse yoktu. Ahunun bir hayli zaman geçirdiği Umut, görüş açılarına girdiğinde Ahu görebildiği kadarıyla tepeden Umut'a baktı.
Ahi haklıydı. Ülkenin ortasına koskoca bir karargâh kurulmuştu. Gidilecek olan Fas Üssünün de bu kadar büyük olup olmadığını düşündü. Diğer üslerin farklı amaçlara hizmet ettiğini Şifa bir konuşmalarında ona bahsetmişti ama hiç nasıl bir yapıda olduklarına değinmemişti.
Helikopterden indiklerinde onları Duhan Doğru ve Gökay Turanın korumalığını üstlenen Zuhur karşıladı. Alparslan gözlerini etrafta gezdirdiğinde Gökay Turanı göremedi.
"Duhan?"
Yanına gidip el sıkıştığında Duhan seslenişine kayıtsız kalıp Korhan'a doğru elini uzattı.
"Hoş geldiniz Korhan. Jeti hazırda tutuyordum, istediğiniz an uçuş için biz tamamız."
Duhan, Ahu ve Ahiyle de el sıkıştığında Alparslan'ın çatılmış kaşlarına baktı sonra.
"Başkandan haberim yok Alparslan. Sabah çok erken bir saatte kendine ait bir jetle çıkış yapmış Umuttan."
"Barbaros döndü mü?"
"Hayır, kendi gerektiğinde iletişim kuracaktı bizle."
"Başkan bilgisayarın açılışını kaçırmazdı, var mı sıkıntı?"
Duhan başını iki yana salladı. Alparslan sakin duruşundan çok bir şey elde edemiyordu.
"Bana aksettirilen bir sorun yok. Plansız bir durum yaşanmış olabilir. Mutlaka Fas üssüne geçecektir. Bizim beklememize dair bir emir bırakılmadığına göre planlanan şekilde hareket edelim."
Alparslan başını salladığında Duhan onunla konuşurken kullandığı stabil ifadeden arınıp Şifaya göz kırptı.
"Sende hoş geldin miniğim. Rahat geçti mi yolculuğun?"
Şifa kollarının arasına girip, yanağını öpebilmek için başını kendine doğru eğmesini sağlamıştı. Hamileliğinden kaynaklı asılma eylemlerine ara vermesi Duhanı güldürdü.
"Çok keyifliydi dayı. Çok heyecanlıyım ayrıca, Fas üssüne hiç gitmedim."
Duhanın çatılan kaşlarıyla geriye çekildi.
"Hayır bende geleceğim!"
"Sen burada kalıyorsun Şifa! En az dört saat uçuş var. Rahatsızlanmana sebep olabilir."
"Bir şey olmayacağını sende biliyorsun dayı. Sizin gibi bende aylardır bekliyorum, bunu görmeyi hak etmiyor muyum gerçekten?"
"Göreceğin şey birkaç dosya, koordinat, yönerge! Umutta kalıyorsun Şifa!"
Şifa, Duhanın keskin tavrıyla bu kez yönünü Alparslan'a çevirdi. Gözlerinde mahsun bir bakış vardı.
"Beni burda mı bırakacaksın?"
Alparslan tam da Duhan gibi düşünüyordu aslında. Şifanın Umutta kalması onun için daha iyi olacaktı. Ama yüzüne de böyle bakarken hayır demek çok zordu.
"Seni manipüle etmeye çalışıyor!"
Duhanın tok sesiyle gözleri bir anlık Duhana çevrilse de tekrar Şifaya baktı.
"Beni en son yalnız bıraktığında ne olduğunu hatırlıyorsun değil mi?"
"Şifa!"
Dili ve dişleri arasında tısladığında. Şifa iki adım ileri doğru yürüdü.
"Sen uzakta olduğunda huzursuz hissediyorum Alparslan. Neden olduğunu biliyorsun, baş ağrılarını hâlâ istediğim gibi kontrol edemiyorum. Şimdiden gerilmeye başladım bile."
Alparslan'ın derin bir soluk bırakıp, gözlerini kapatmasıyla Duhan iç çekti.
"Gerizekalı" diye mırıldanıp Korhan'a eliyle yürümeleri için yön gösterdi. Güneşin lüks jetlerinden biri hazır bir halde misafirlerini bekliyordu. Şifa gözlerini kısıp, pilotla konuşan kişiye baktı.
"Hakan mı eşlik edecek bize?"
Atilla Saruhanlıyla olan durumunu bildikleri için Hakanı geride tutmaya çalışıyordu Duhan. Alparslanın tepkisiz bakışlarıyla iç çekti.
Hakan konuşmayı sonlandırdığında onlara doğru yaklaşanlara baktı. Hepsinde dolaşan gözleri siyah saçlı bir kızda ve avukatın desteğiyle yürüyen genç adamda biraz fazla dolaştı. Şifa onun neşeli hallerine alışıktı, sadece görevdeyken oldukça ciddi bakardı mavi gözleri. Şu an görevde kullandığı ifadesi yüzüne nakış gibi işlenmişti.
"Kurt..."
Alparslanı selamlamak için elini sıktı. Sonra da kendine bakan Korhana uzattı elini.
"Hoşgeldiniz Hakan Saraç. Uçuş sırasında size eşlik edecek ekibin başında yer alacağım. Güvenli ve kısa bir uçuş olacak."
"Korhan Yıldıray, memnun oldum."
Ahu ise karşısındaki adam kim anlamamıştı ilk. Kendisine çok tuhaf bakmıştı ve bu karnında nedensiz bir sancı oluşturmuştu. Korhana uzanan elini gördüğünde üzerindeki ve içindeki yer yer yanık lekeleriyle kaşları çatıldı. Bir anı düştü zihnine. Korhanın, babasını koruyamadıklarını Gökay Turan'ın yüzüne vurduğu sırada Duhan Doğrunun ellerini yaka yaka arabadan onları çıkaran korumadan bahsettiği bir iki cümle anımsadı. Korhandan elini çeken adam Ahiye yada kendine uzanmamıştı. Yanlarına düşen elleri iki yumruk olmuştu.
Ahu sıkılmış yumruklardan gözlerini ayırıp yüzüne baktığında mavi gözlerin onu izlediğini sonra ise ateşe değmiş gibi kaçışını bir yutkunma hissiyle seyretti.
Ahu kendine uzanmayan o eli sıkmak için öne bir adım attı. Hakan'ın gözlerine baka baka elini uzattı. Adamın isteksizliği, kasılmış çenesinden belliydi. Gözlerindeki utanç öyle baskındı ki görmemek imkansızdı.
"Ahu Nar Saruhanlı..."
Ahunun kısık sesiyle saniyelik gözlerini sıkıca kapatıp açtı Hakan. Hâlâ sıkması için havada bekleyen eli geri çeviremedi. Ahunun sıkıca kavrayan eliyle sanki minik bir titreme geçmişti güçlü avuçlarından. Sonra asla beklemediği başka bir şey yaptı kız. Annesinin bir eşi gözlerini gözlerinden ayırıp sıkıca kavradığı eline baktı, diğer eliyle baş parmağından başlayarak, yüzük parmağına doğru uzanan yanık tene dokundu.
"Teşekkür ederim."
Ahunun kısık sesi Hakan'ın boğazında yutulması güç bir düğüm oluşturdu.
"Ahu Hanım..."
Hakan'ın sesiyle Ahu elini gezdirdiği yanık izinden gözlerini çekti.
"Çok çok teşekkür ederim."
"Lütfen... Lütfen beni daha fazla ezmeyin."
Hakan'ın cam gibi parlak mavileri tüm dünyanın yükleneceği kadar büyük bir utancı sırtlıyordu sanki. Ahu başını iki yana salladı.
" Onların bir mezarı olması için yaptığınız her şeye çok minnettarım."
"Ben... Görevimi yapamadım Ahu Hanım. Sizin teşekkürleriniz yanıkları tekrar sızlatıyor."
Ahu avcunu biraz daha sıktı.
"Engel olamayacağımız hadiseler olur. Ben kinini taşımıyorum, sizde utancından arının. Sizinle tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum Hakan Bey."
Hakan'ın elini serbest bıraktığında cansız bir uzuv gibi öylece yan tarafında sallandı kolu. Hakan ağırca başını salladı.
"Annenize... Çok benziyorsunuz Ahu Hanım. Babanız görseydi hayranlık duyardı size."
Ahunun kademe kademe büyüyen gülümsemesiyle Hakan daha fazla bakamadı yüzüne. Derya Saruhanlıyı görüyor gibi bir his yayıyordu kızı. Merakla konuşmalarını izleyen genç adama baktı bu kez. Yaşı ilerledikçe o da babasına benzeyecek gibiydi. Yüz hatları babasına benziyordu ama o da kız kardeşi gibi annesinin beyaz tenini almıştı. Elini sıkıp, gerisin geri üç adım attı.
Alparslanın yönlendirmesiyle hepsinin jete yerleşmesini sağladı. İki kilometre aralıklarla dört tane f-22 Raptor'lar eşlik edecekti jete.
Hakan'ın son direktifleriyle kalkış sağlandı. Ahu sol tarafında Korhan, sağında ise Ahi olacak şekilde oturmuştu. Sık sık gözü Hakana değdiğinde adamın kasılan yüzüyle gözlerini kapattı. Korhan, Alparslanla kısık bir şekilde konuşuyordu. Şifa ise her an uyuyacak gibiydi. Başı Ahinin omzuna yaslandı.
"Ahu?"
Sesinden buram buram soru akan kardeşinin omzuna başını biraz daha yerleştirdi. Ahinin fısıltıyla adını seslenmesinden neyi soracağını anlamıştı.
"Annemi ve babamı... Patlama sonrası araçtan çıkaran koruma."
"Nasıl? Ama..."
Ahinin gözleri hızla Hakana çevrildi. Kendine dikkatle bakan adamın mavi gözlerinde aslı kaldı.
"Hişşttt... Utanıyor Ahi. Bakma lütfen uzun süre. Ellerindeki yanıklar o patlamadan kalanlar. Döndüğümüzde ailemize gidelim mi canımın içi?"
Ahu gözlerini açmadan, başını omzundan oynatmadan bir fısıltıyla söylemişti bunları. Ahi kilitlenip kalmış gibi Hakana bakarken Ahunun son sözleriyle başı omzundaki ikizine çevrildi.
"Mezarları var..."
Ahinin çatlayan sesiyle Ahu başını azıcık onaylar gibi hareket ettirdi.
"Ne kadar büyüdüğümüzü görebilecekler canımın içi. Birliğin şehitliğinde uyuyorlar."
Ahi son bir kez Hakana bakıp başını geriye yasladı. Yutkunduğunda adem elması hareket etmişti. Onları ziyaret edebilecekleri bir mezarları vardı demek. Dudağında kırık bir tebessüm yeşerdi. Anneannesine sitem ettiği bir an, mezarsız bıraktınız bizi demişti. Ölüp giden kadına karşı kalbinde büyük bir kırık oluştu. Bir mezarları vardı ama onlardan esirgenmişti demek. Bazen nasıl bu kadar duygusuz olabildiğini anlayamıyordu. Ahu tıbbı kazandığında eniştesi sevinmişti. Teyzesi tepkisizce tebrikler demişti. Ahinin ise İstanbul'daki okulu bomba gibi düştüğü için kimse Ahunun başarısına hak ettiği şekilde özen göstermemişti.
Anneannesi ise yanlış yaptığını yüzüne vurmak için açmıştı ağzını. Ahi isyanla bağırdığını hatırlıyordu. Ahu doktor olacak dediğini anımsıyordu. Sonra yüksek sesle söylenilmesi yasak o sözler çıkmıştı dudaklarından. Anneannesinin gözleri dolmuştu ama başka tepki alamamıştı.
Ahi iki mezar taşımız olsaydı demişti. İki mezar taşı, sizin Ahudan esirgediğiniz o sevincin mislini verirdi....
Ahunun uykuya daldığını hissettiği anda başı pencereye çevrildi. Yer yüzünden çok yukardalardı. Ama manzara yabana atılmayacak kadar güzeldi. Belki de gözleri izlemek istediği adama saplanıp kalmasın diye böyle kandırılıyordu.
Ahunun hareket eden başıyla omzuna doğru baktı. Korhan, avcuyla başını kavrayıp göğsüne doğru çekiyordu. Ahinin kalkan kaşlarıyla Korhan başını ne var der gibi iki yana salladı.
"Omzun ağrımıştır, hem hep aynı pozisyonda kalırsa boynu tutulur."
Ahi gülümseyip iç çekti.
"Abi Allah şifa versin hiç iyi değilsin."
Korhan iyice göğsüne yasladığı Ahunun yüzüne yayılmış saçlarını eliyle düzeltti. Kolunu da omzuna doladı.
"Yasla başını uyu sende, ablanı kıskanmayı da bırak artık."
Ahi kısık bir kahkaha attı. Adam çok şahsına münhasır bir psikopattı.
Yolculuk bitene kadar denileni yapıp oda gözlerini dinlendirmek için uyudu. Uçağın hostesi iniş için uyarı verene kadar çıt bile çıkmıyordu hiç birinden. Hostesin uyarısıyla neredeyse uçuşun ilk anlarından beri uyuyan iki kadın gözlerini açtı. Bir anlık algı kaybından sonra etrafa bakmış, göz göze gelince de gülümsemişlerdi. İkisinin de yüzünde eşlerine yaslandıkları için oluşmuş kızarıklıklar vardı.
Ahi gözlerini aşağı çevirdiğinde kaşları kalktı. Çöle kurulmuş büyük yansımalara neden olan kubbe şeklinde oldukça büyük bir yapı vardı. Denize bu kadar yakın olacağı gelmemişti aklıma. Yapının tamamı camla kaplanmış gibi yansımalar yapıyordu. Tam karşısında oturan Duhan Doğruyla göz göze geldi.
"Fas üssü bize teknolojinin tüm imkanlarını sunar. Tamamı güneş panelleriyle çevrili olduğu için bu kadar yansıma yapıyor. Enerji ihtiyaçlarını böyle sağlıyor üs."
Yapılan açıklamaya ağır ağır başını salladı.
"Denize yakınmış..."
Mırıldandığında Duhan onaylar gibi başını salladı.
"Lojistik ihtiyacını deniz yoluyla sağlarız genellikle. Şehirden oldukça uzak bir bölgeye kurulma sebebini tahmin edersiniz."
Korhan düşünür gibi kaşlarını çatmıştı.
"Türkiye'deki üs, ülkenin ortasında konumlanıyor ama."
Duhan yine başını sallayarak onayladı.
"Umut merkez konumda. Tüm üslerin yönergeleri ordan dağılır. Tam merkezde olması önemli. Ama Fas üssünün yerleşik hayata uzaklığının sebebi başka. Yeni nesil teknoloji bazen büyük radyasyonel etkiler sağlayabiliyor. Şehirde kullanılan enerjiyle tepkime göstermesi muhtemel. Üstelik burası farklı bir milletin ülkesi. Gözlerine sokmanın manası yok. Bahadır Ataevanın siyasi uzantıları bizi görünmez kılıyor."
Hava trafiğinin durak noktası için tasarlanan piste iniş yaptıklarında derin bir soluk aldı Ahu. Ayakları uyuşmuştu sanki.
"İyi misin kelebeğim?"
Gülümseyip, dağılmış saçlarını parmaklarıyla tarar gibi düzeltti.
"İyiyim... Bacaklarım uyuşmuş, dengemi koruyamadım bir an."
"Gel yaslan bana."
Korhan kolunu tutup kendine çekerken Ahu itiraz etti.
"İyiyim bitanem, Ahiye destek olur musun sen?"
Jetten çıktıklarında üsse girişleri için bir yol tasarlanmıştı. Tıpkı üs gibi tamamı panellerle çevrili, üstü kapalı, tüneli andıran bir yola doğru yürümeleri için yol gösterildi. Tam karşılarında onları bekleyenlerle Ahu gülümsedi.
"Ceyda ve Zahir burda."
"Evet... Kasa buraya getirilirken Ceydanın da eşlik etmesini istemiştim. Zahir de kuyruğu oldu malum. Peşinde geziyor."
Ahu kıkırdayıp kendine doğru gülümseyerek yürüyen kıza baktı.
"Adam çok net, istediğini biliyor ve istediğini alana kadar geri adım atmıyor. Bence çok hoş bir davranış."
Korhan yan yan Ahuya baktı.
"İstediğimi almak konusunda bende çok iyiyimdir."
Ahunun başını iki yana sallayıp, gülümsemesiyle dudağı kıvrıldı.
"Gerçekten çok kıskançsın. Ve evet o konuda senin üzerine tanımam. Koltuğa gönderiyorsun diye kavga çıkardığını nasıl unutabilirim? Yanımda yatmak için sokak kavgası yapacaktın benimle."
"O konuyu hatırlatma kelebek, zararlı çıkarsın."
Ahunun da hatırlatacak bir kaç konusu vardı ama şu an zamanı değildi. Ona doğru gelen Ceydaya uzandı.
"Yolunuzu gözlüyorum günlerdir. Ahu burası cennet. Delireceğim resmen, adamlar uzay üssü kurmuşlar. Offf!"
Ahunun boynuna sarılıp, nefes almadan konuşmaya başlamıştı.
"Yüzünün halinden belli ne kadar keyifli olduğun. İlgini çekecek çok şey var sanırım."
"Ahu adamlar bundan yirmi yıl ilerde yaşıyor. Bize resmen çöp gözüyle baktıkları ekipmanları veriyorlarmış. Akbabanın pederiyle samimeyet kuruyorum, beni buraya aldırması için taktik falan ver."
Ahu geriye çekilmeden "oğluyla evlen, Zahirin de babasıyla arasını düzelt" demiş ve kısık bir kahkaha atmıştı.
Ceyda dudağını büzdü.
"Offf! Adam kindar bir köpek. Hiç sanmıyorum."
Umutsuzlukla omuzları düşmüş kıza sadece gülümsemişti. Zahirle selamlaştığında Bahadır Ataeva, Ahinin elini sıkıyordu.
"Üssümüzde sizi ağırlamak büyük şeref. Sabırsızlıkla gelişinizi bekliyorduk."
Zahir konuşan adama yan bir bakış attı. Korhana elini uzattı.
"Hoşgeldin ortak. Ağzılarının suyu aka aka kayın pederinin bıraktığı bilgisayarı inceliyorlar. Şovun sebebi bu."
Bahadır oğluna iç çekerek bakmıştı. Ona uzanmasını hep bir şekilde savuşturuyordu Zahir.
"Sizi daha fazla ayakta tutmayalım, genç adam zorlanmasın. Biraz dinlenin, masa hazırlandı sizin için. Bu arada mühendislerimiz kasayı açılış için son hazırlıklarını tamamlar."
Bahadır, Duhanla göz göze geldi cümlesinden sonra.
"Gökay Bey, burada olacağını bildirmişti bize."
"Beklenilmeyen bir durum gerçekleşmiş olmalı. Erken saatlerde çıkış yapmış ülkeden."
Bahadırın kaşları biraz daha çatıldı. Üs liderleri kısa süre içerisinde burada olacaktı. Merkez üssün başkanının olmaması onu düşündürdü. Kısa sürede işletişim kurmayı planlayarak Korhanların dinlenip, yemek yiyebilecekleri alana doğru eşlik etti.
Yemek sonrası Bahadır Beyin yanına gelen iki kişi, bir kaç cümle kurmuş ve geri çekilmişlerdi.
Bahadır ilk Korhana baktı ama sonra bakışları yan yana oturan ikiz kardeşe dokundu.
"Sizin için de uygunsa kalkalım. Ekip, hazır bir şekilde sizi bekliyor."
Ahu ağırca başını salladı. Ahi de biran önce bitmesi için masadan destek alarak kalkmıştı bile.
Herkes çok normal söylenilenleri yerine getirirken Alparslan huzursuzdu ama. Hiç bir üs lüderi henüz Fasa iniş yapmamıştı. Gökay Turan Duhanın bıraktığı çağrılara dönmemişti. Kendinde olan huzursuzluğun bir eşini de son iki saattir Duhanda da yakalıyordu. Herkes ayaklanıp, yürürken bile isteye bir kaç adım geride kalarak Duhanı da yavaşlattı.
"Başkandan haber var mı Duhan?"
"Yok!"
"Duhan burnuma kötü kokular geliyor. Hiç biri geri dönüş yapmıyor. Bunca zaman bekledikleri bilgiye erişecekler, ortada yoklar."
"Bende hiç memnun değilim durumdan. Hızlı şu bilgisayarı açtıralım ve zaman kaybetmeden çıkalı burdan. Barbarostan da ses seda çıkmadı."
Alparslan başını sallayıp, onu gözleri kısılı bir şekilde izleyen Korhana baktı.
"Gidelim, açalım şunu."
Bahadır Ataevanın yönlendirmesiyle üssün çekirdeği diye bahsedilen kısıma kadar yürüdüler. İnanılmaz bir çalışma trafiği vardı. Ve akla gelmeyecek kadar fazla ekranla kaplıydıydı iç duvarlar. Üs hakkında bilgi veren lider, dünya üzerinde ekran giren her bölgeyi kayda alan sistemleri olduğundan bahsetmişti. Korhan nedenini sorguladığında ise şu an için olmasa da dünyanın uzay çağında kontrolü elinde tutacak teknolojik yeterliliğe hazırlık olduğunu söylemişti.
Ahunun dikkatle dinlediği şeylerden anladığı bir kaç çıkarım varsa, bu adamlar şu an için değil gelecek için birikim yapıyorlardı. Bahsedilen güce eriştikten sonra uzay istasyonları dahil kontrol edilebilecek bambaşka bir ağ planlaması vardı. İnsanlığın hizmetine sunulan internetten çok daha farklı, görüşmeleri üç boyutlu bir simülasyona çevirecek kadar ileri, kullanıcısına vereceği güç sınırsız, yepyeni bir oluşumdu.
Üssün merkesinde olduğu söylenilen çekirdeğe geldiklerinde Bahadır Ataevanın retina ve el izi onayıyla krom geniş kapı duvarın içine doğru çekilir gibi açılmıştı. Ahunun gözlerini yakan bir aydınlık vardı.
Tıpkı üssün mimarisi gibi geniş alan tam bir kubbe şeklinde tasarlanmış, tavan dahil akıp giden ekranlarla kaplanmıştı. Gözlerini yakan ışıktan korunmak ister gibi eli yüzüne uzandı. İçerde yedi kişiden oluşan bir ekip vardı. Ve geniş bir masanın üstünde babasından onlara kalan, bir valiz büyüklüğündeki bilgisayar yer alıyordu.
"İyi misin kelebeğim?"
Korhanın elini sıktığının bile farkında değildi Ahu. Sadece farklı bir dünyanın içerisine girmiş gibi etrafa odaklanmıştı. Korhanın sesiyle sıçradı. Bir kaç saniye zaman kavramını yitirmiş gibi boş boş baktı. Sonunda derin bir nefes alarak başını salladı.
"Şaşkınım... Dünyada olan biten her şeyi kayıt altına alıyorlar. Ve kim bilir bunu neyi amaçlayarak yapıyorlar. Gerçekten çok şaşkınım Korhan."
"Sadece üzerimize düşeni yapacağız ve burdan çıkıp gideceğiz. Buna odaklan Ahu Nar. Bu onların hayatı, bizim değil."
Ahu gözlerini kapatıp açarak onayladı. Yanlarına doğru ilerleyen ekiple, Korhandaki bakışlarını karşısındaki adamlara çevirdi.
"Her şey Hazır mı Kaan?"
"Hazır efendim. Bilgisayarın açılması için ilk retina onayı gerekiyor. Retina taramasını da iki kardeş de deneyeceğiz. Ona göre ritim kime ait ortaya çıkmış olacak. Retina onay verdikten sonra bilgisayar aktif olacak. Sonra ise çekirdeğe kodlanmış kalp ritmi dosyaların görünür olmasını sağlayacak. Ritim kodlanmış frekansları aktif ettiğinde güvenlik sahibinin bilgisayarla olan bağını koparabiliriz. Ama bu riske girmeyi doğru bulmuyorum."
Bahadır kaşlarını çatıp, konuşan mühendisini dikkatle dinledi.
"Peki senin tezin doğruysa..."
"Eğer düşündüğüm gibi dosyalar frekans kaybıyla erişim engeline geri dönerse ve daha kötüsü tehdit algılayıp dosyalar tamamen silinirse her şeyi mahvedebiliriz. Bu yüzden ritim sahibinden sabırla bize eşlik etmesini rica ediyorum."
"Ne demek bu?"
Korhanın keskin sesiyle konuşan mühendis gözlerini ona çevirdi.
"Hazırlanan güvenlik duvarı bizim alıştığımız bir sistemle olmadığı için bir kaç varsayım türedi. Sistem üzerine uzun uzun inceleme yaptık. İki aşamalı bir güvenlik sistemi kurulmuş. Bilgisayarın açılışı tamamen retina onayına endeksli. Bilgisayar açıldıktan sonra bize lazım olan dosyaları görünür hâle getirecek olansa kardeşlerden birine ait olan kalp ritmi. Ritim bilgisayarın merceğine yerleştirilen nanonlar tarafından tetikleyici frekans olarak algılanacak. Bir ihtimal bilgisayar ve ritmin ayrılması sonucu dosyalar da geri saklandıkları kısma çekilebilir yada tehdit algılayıp kendini yok edebilir. Bunun için kendi sistemimizi devreye sokup tüm dosyaları aktarmaktan yanayım ben. Bu işlem kısa sürmeyebilir. En iyi ihtimalle bir kaç saatimizi alacaktır."
Korhan bundan hiç hoşlanmamıştı ama yapacakta bir şey yoktu.
"Biran önce başlanılsın artık. Yeterince gerildik."
Mühendis onay bekler gibi Bahadır Ataevaya bakmış, adamın başını sallamasıyla bu kez Ceydaya çevirmişti bakışlarını. Ceyda sözsüz çağrıyla geride duruşundan vazgeçip mühendise doğru ilerledi. Bu bir kaç g0nde o kadar varşığına alışmıştı ki peşi sıra gelen Zahiri hiç sorgulamadı.
Mühendis geriye doğru çekilerek dosyaların gizlendiği bilgisayarın hemen yanına kurdukları ekipmanlarını hazır konuma taşımışlardı. Sistem aktif edildiğinde saniyelik bir ışık kaybı oluştu. Ceyda kubbeye baktı hemen. Ekip ise her bir yanlarını kaplayan ekranların bir saniye kapanıp geri dönmesiyle gözlerini etrafta dolaştırdı.
"Kaan?"
"Saniyelik enerji kaybı yaşadık efendim."
Bahadırın kaşları daha derinden çatıldı. Bunun olması mümkün değildi. Mühendis kendi bilgisayarına geri döndüğünde yaşanılan kesinti bu kez üç saniye sürdü ve ekranlar açıldığında kulakları sağır eden bir ses geniş alanı doldurdu.
Ahu refleksle iki elini kulağına örterken Korhan ne olduğunu anlamak ister gibi etrafa bakıp, Ahuya doğru uzandı.
"Ahi yanıma gel!"
Alparslanın yanında öylece ne olduğunu anlamadan bakan çocuğa keskin bir sesle komut verdi.
Çıkan ses keskin bir ıslığı andırıyor, ara ara yükselik, duyulmayacak seviyede alçalıyordu.
"Duhan!"
Duhanın eli refleksle belindeki silaha gitmiş ve hızla Şifaya yönelmişti. Alparslanın bağırtısıyla adımları koşar bir hâl aldı.
"Efendim güçlü bir sinyal kesici tarafından bloke edilmeye çalışıyoruz!"
Kaanın da oldukça sesli konuşması sonucu Bahadır Ataeva çekirdekte olan beş krom kapının açılışı için koşmaya başladı. İlk kapıya ulaştığında ne retina taraması, ne de el taraması aktifti.
"Kapılar kilitli, çökmüş! Kaan sinyal kesicileri savuşturacak ağı devreye sok!"
Önlerindeki bilgisayarda hızlı hızlı hareket eden ekip ne yapacaklarını şaşırmıştı.
"Efendim ağ ele geçirilmiş, giriş yapamıyoruz."
Onlar ne yapılabileceği üzerine telaşlı bir çalışmaya girdiğinde Alparslan, Bahadıra baktı.
"Mühimmat depolu mu?"
Bahadır başını onaylar gibi salladığında Alparslana doğru koşturup, beşinci kapının solunda kalan ekranlara uzandı.
"Alparslan!"
Korhanın da yüksek çıkan seslenişiyle, söktüğü ekranı elinden atıp Korhana baktı.
"Korhan herkesi birinci kapıya yakın topla. Bilgisayarları yere indirin masayı kendinize siper edecek şekilde devirin. Kapıyı patlatarak açmaya çalışacağım. Hızlı ol! Şifa acele et!"
Alparslan, Bahadırın beklenilmeyen koşullar için hazırda tuttuğu küçük cephaneliği gizleyen kapıya ulaşırken Korhan da zaman kaybetmeden denileni yapmaya çalışıyordu. Ahu ve Ahiyi birinci kapıya en yakın kısma doğru yürüttü. Sonra hızla alanın ortasındaki masaya doğru koştu.
Mühendislerden ikisi hâlâ sistemi aktif etmeye çalışıyordu. Beş tanesi ise masanın üzerini boşaltmakla uğraşıyordu.
Ağır çelik masayı barikat olarak kullanacakları yere taşırken olabildiğine aceleciydiler.
Alparslan yere indirdiği tüm mühümmattan beline iki silah yerleştirdi. El bombalarından üçünü kenara ayırıp kaleşnikofu omzuna astı. Bir kaç tabancayı alması için Bahadıra uzattı.
" Korhan ve Zahire ver! Masanın ardına koş başkan!"
Alanda hâlâ duyulan ıslığı andıran ses, dalga dalga şiddetlenip alçalmaya devam ediyordu. Bahadır üzerine alabildiği tüm silahları alırken Zahirin de aynı şekilde mühimmatı topladığını fark etti.
"Hızlı olun, çabuk olmamız lazım."
Alparslanın sesini çok daha güçlü güvenlik ihlal sesi bozdu. Bahadırın kaşları çatıldı.
"İzinsiz giriş var üsse! Çabuk Alparslan aç şu kapıyı! Zahir birinci kapıya koş!"
Zahirle beraber hızla masaya doğru ilerlerken Alparslan kapının ayrım bölgesine üç el bombasını koyup hızla pimlerini çekti ve bir insanın ulaşabileceği en üst düzeyde hızla masaya doğru koştu.
"Kafalarınızı sakının!"
Bağırtısıyla beraber Duhan, Şifanın üzerine kapanmıştı. Korhan ise Ahu ve Ahinin kafasını koluyla sarıp, bedeniyle örtebildiği kadar örttü. Zahir daha ne yaptığını anlamadan Ceydayı koluyla sarmış, babasının da kafasını olabildiğince eliyle örtmek için kavramıştı.
Alparslan kendini masanın öbür yanına fırlattığında güçlü bir patlama sesi, etrafa yayılan cam parçaları, yanık kokusu ve istemsiz atılan çığlıklarla bir kaç saniye tüketildi.
Patlamadan metrelerce uzaktalardı ama hepsinin üzerine patlayan ekranlardan cam parçası yağmıştı. Patlama anında içerden olmadığı çok belirgin güçlü başka bir patlama daha doldurmuştu kulaklarını.
Onları büyük bir cam yağmurundan koruyan, Alparslanın kendini masanın ardına attığı sırada sol eliyle masayı kavrayıp kendilerine doğru eğim kazandırmasıydı.
"Şifa iyi misin? Şifa!!!"
Alparslanın bağırtısına Dayısının ağırlığını aşarak cevap veremiyordu Şifa.
"Korhan! Korhan iyi misin?"
Ahu dehşete kapılmış bir sesle üzerlerine bedenini örten adamın sesini duymak için bağırdı.
"İyiyim, kaldırmayın kafanızı! Alparslan kapı açıldı mı?"
O sırada içeri doğru koşturan adımlarla Alparslan masanın üzerinden başını çevirdi. Üssün korumasında görevli askerler ellerinde ağır silahlarla içeri giriyordu. Patlamanın etkisiyle kapıda büyük bir tahribat vardı.
"Efendim üsse saldırı var. Sistem çökertildi, deniz kanadından geniş menzilli top atışı yapıldı. Tehlike sinyali veren beş denizaltı su yüzeyine çıkmış."
Bahadır masanın ardından çıktığında yüzüne sıçramış kıymık şeklindeki cam parçalarından küçük kesikler oluşmuştu.
"Hava yoluyla tahliye için harekete geçildi mi? Kurt hızla burdakileri tahliye ediyoruz! Çabuk, saldırı bölgesine, karşı ateşe başlayın. Ekibin sığınaklara inişini yönetecek beş askerini gönder. Uçuş için zaman kazandırın."
Asker aldığı emirle gerisin geri aynı hızla koşmaya başladı.
"Alparslan, sen çocukları alıp çıkar üsten. Saldırı sinyalleri bütün üslere gitmiştir. Çocukları al çık çabuk!"
Alparslan Şifayı kolundan tutup kaldırdığında başını sertçe bir kere öne doğru eğdi.
"Korhan hızlı olmalıyız, çabuk. Hakan ikizleri güvenliği senin sorumluluğunda. Alparslan sen Şifayı güvenle jete ulaştır. Bilgisayarı alıp geliyorum! Çabukkk!!!!"
Duhanın bağırtısı sonucu Alparslan hızla Şifanın kolunu kavradı. Hakan ise Ahinin bu ayakla koşamayacağını bildiğinden ona uzandı.
"Bu şekilde koşamazsın, sıkıca kavra beni!"
Ahi ne demek istediğini anlamadan Hakan onu itfaiyeci pozisyonunda omzuna attı.
"Korhanın Ahuyu kolunun altına aldığını ve koşturduğunu gördüğünde hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi.
"Zahir Ceydayı al çık! Çabuk ol!"
Zahir elleri kafasıda, korunma pozisyonunda öylece titreyen Ceydayı kavrayıp, kaldırdığında babasına bakıyordu.
"Sen?"
"Çabuk çık burdan! Destek gelene kadar saldırıyı püskürteceğim, çık Zahir!"
Zahir dişlerini kıracak kadar sıktı. Göz damarları bile belirginleşmişti.
"Sen geride mi kalacaksın?"
"Sana ne diyorsam onu yap! Çıkar kızı burdan! Anneni düşün!"
Zahir artan silah sesleriyle başını iki yana salladı. Şu an kaybedecek zamanları yoktu. Farkındaydı ama ayaklarına bir şey olmuştu.
"Çık çocuk! Çık burda ölürsen annen de evde ölür!"
Sanki bu sözler onu harekete geçirmiş gibi Ceydayı belinden kavrayıp koşmaya başladı. Ceydanın şoka girmiş gibi titremesi ve hiç ses çıkaramamasını fark edecek halde değildi.
Ahu panikten konuşamıyordu sanki. Tek düşündüğü elini sıkıca kavrayıp, koşturan el ve gözünü ayırsa kaybedecekmiş gibi bir dehşet yaşadığı kardeşiydi.
"Kor- Korhan... "
"Korkma! Korkma çıkacağız burdan."
"Dayı!!!! Alparslan dayım gelmiyor!"
Şifanın biraz da acı çekiyormuş gibi çığlık atmasıyla Alparslan hızla bedenini kavrayıp kucağına aldı.
"Gelecek. Yetişecek bize, hadi sizi çıkarmak zorundayım Şifa."
"Dayım gelmiyor!"
"Kurt A kanadında yangın var!"
Hakanın bağırtısı hepsinin sesini bastırdı. Alparslan etrafta koşturanları gördü. Bahadırın verdiği emirle üste çalışanlar sığınaklara doğru ilerletiliyordu. Ama onlar biran önce üsten çıkış yapmak zorundaydı.
"Allah kahretsin! Jete ulaşılacak en kestirme kanat hangisi?"
"Ateş yayılıyor, sistem açılmadan yangın söndürücüler devreye girmez! Biraz önceki patlamanın sebebi olabilir, E kanadına koş! Etrafından dolanmaya çalışacağız."
Alparslan, Hakan'ın sözleriyle saat yedi yönünde bir istikamet belirledi. Çıkışa elli metre kala bir anda tüm ışıklar gitmiş, alan zifiri bir karanlığa boyanmıştı.
"Korhan!"
Ahunun tiz çığlığıyla Korhan elini kendine biraz daha çekip, Ahuyu kolunun altına aldı.
"Ahi nerde? Ahiiii!!!"
"Olduğunuz yerden kıpırdamayın!"
"Ahu burdayım, korkma burdayım. "
"Tüm enerjiyi kestiler, hareket etmeyin olduğunuz bölgeden. Korhan bana yönünü anlamam için ses ver."
"Tam arkandayım. En fazla on metredir."
"Hakan, Zahir bir araya gelin. Şifayı yanınıza bırakacağım. Duhan!!!!"
Alparslan duyabilirim umuduyla bir kez daha bağırdı Duhana. Ama büyük bir kaos vardı ve birbirlerinin seslerini duymak bile çok zordu.
"Alparslan nereye gideceksin?"
Şifanın tedirgin sesiyle çenesi kasıldı.
"Çıkış kapısına ulaşacağım peri, Korhan ve Hakan'ın arasında kal. Sakın korkma. Kızımız için sakın korkma!"
Alparslan kucağındaki karısını indirip, karanlığa alışmasının verdiği avantajla Korhanın omzunu sıktı.
"Yerinizden kıpırdamayın, çıkışı kontrol edeceğim."
"Silah sesleri durdu!"
Dışardan gelen sesler gerçekten durmuştu. Üssün güvenlik ihlalini duyuran sesi ise tamamen kesilen enerjiyle son bulmuştu.
Alparslan ardını dönüp hızla E kanadına doğru koşarken bir anda enerji geri geldi ve karanlığa kısa sürede alışan gözlerine beyaz ışıklar vurdu. Eli hızla gözüne gittiğinde ardını döndü. Diğerleri de kendi gibi ortamda patlama gibi etki bırakan ışıktan gözlerini korumaya çalışıyorlardı. Sırtındaki kaleşnikofu askısından söküp her hangi bir tehdide karşı nişan almış pozisyonda bir tur etrafında döndü. Tam tehlikenin olmadığını söyleyip, onu takip etmelerini isteyecekken mermer zeminde yankılanan ayak sesleri ve çınlama hissi uyandıran alkışla çıkış yapmayı umduğu E kanadına doğru döndü. Elindeki tüfek direkt gelen sese nişan almıştı.
"Amına kodumun piçi!"
Gördüğü adamla dişlerini kırası sıktı. Parmakları tüfeği kavramaktan bembeyaz olmuştu.
Karşısındaki adam ardında korumaları, sağında ve bir adım gerisinde en sadık hizmetkârıyla kendisine gülümseyerek ilerliyordu.
"Hâlâ çok çirkin kelimelerle selamlıyorsun beni kurt. Sana nezaketi nasıl öğreteceğiz inan bilmiyorum."
"Seni kanırta kanırta sikerken bir daha konuşuruz bu mevzuyu!"
Elindeki ejder kılıcı baston niyetine kullanan adam komik bir cümle duymuş gibi kısa bir kahkaha attı.
"Beni çok eğlendiriyorsun CUNTOS."
Gözünü karma karışık görünen etrafta dolaştırdı.
"Hiç kabına sığmayan bir gençsin. Seni kilitlediğim alanda sabırla beklemek yerine gerçekten kapıyı mı patlattın?"
Adam üzerine doğru ilerlerken Korhan gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tam o anda göz göze geldiği kişi dudaklarını büzerek baktı.
"Ah... Kimlerle tanışma şerefine erişeceğim? Bugün oldukça güzel bir gün gerçekten Michail."
Michail tek tek hepsinde gözlerini gezdirdi. Koşarak onlara doğru ilerleyen Duhan ve Bahadıra baktı. Çok naif bir gülümseme şekillendi dudaklarında.
"Ne kadar keyif aldığınızı hissedebiliyorum efendim. Eski dostlarınızı özlemiş olmalısınız."
Adam görüntüsüne yakışmayan bir kıkırdamayla cevap verdi Michailin sözlerine.
"Eski dostlarım... Gerçekten öyleler değil mi Michail?"
Gözleri bu kez öfkeyle kendine bakan Şifada dolaştı. Alt dudağını ısırıp, gözleri kapanmış, yüzüne ise mest olmuş gibi bir ifade yerleşmişti.
"Aman Tanrım... Bir bebeğin ona yaptığına bak Michail. Muazzam. Gözleri daha ilgi çekici bir şekilde parlamıyor mu?"
Michail dikkatle Şifayı izleyip, ağır ağır başını salladı.
"Gerçekten eşsiz efendim. Akıl sınırlarını zorluyor."
"Senin o gözünü sikmeden çek bakışlarını karımın üzerinden! Amına kodumun yavşağı, yırtık dondan çıkar gibi çıktın yine! Bu sefer feriştahı gelse seni alamayacak elimden."
"Alparslan!"
Duhanın sert sesini duysa da Alparslan gözünü bir an bile ayırmamıştı hasmından.
"Bende kredi tükendi Duhan, başka çare arayacaksınız kendinize. O bastonu götüne sokacağım bu iblisin!"
Korhan ise sanki kendine edilmiyormuş gibi sözler, dikkatle onu izleyen adamdan bakışlarını azıcık bile çekmedi.
Zahir ardında tuttuğu Ceydayla beraber yanına doğru küçük adımlarla ilerledi. Ahi ve Hakan ise solunda kalıyordu. Hakan, Ahinin bedenini ardına çekmiş, Ahunun önüne geçecek şekilde bir adım atmıştı.
"Kurt gerçekten seni çok özledim ama ben yeni dostlar edinmek istiyorum artık. Lütfen dikkatimi dağıtma. Hayranı olduğum biriyle tanışma şerefine erişeceğim."
Bir iki adım attığında Alparslan tüfeği sağ eliyle sabitleyip, göz açıp kapama zamanında belindeki silahı kavramış ve adamın ayağından en fazla on santim sola ateş etmişti. Seken kursun bir ekrana saplandı. Düşman ise zerre etkilenmemiş bir tepkiyle çatlamış ekranı darma dağınık hale getiren kurşuna baktı.
"Beni bir kurşun öldürmez biliyorsun değil mi Kurt?"
"Seni bir kurşunla öldürecek kadar insaflı değilim orospu çocuğu!"
Adam kınar gibi başını iki yana sallayıp ilerledi.
"Çok kırıcısın. Ama bugün güzel bir gün derken sizin içinde güzel oluşunu kastetmiştim. Benimle uzlaşmaya ne dersin Alparslan? Belki hoşuna gidecek bir sürprizim vardır."
Alparslanın kaşları çatıldı. Sözlerindeki manayı çözememişti.
"Hadi ama... Biliyorsun ki şu an istesem her yeri paramparça edebilirim ama ben sizinle hoş bir anlaşma yapmak istiyorum. Biraz kibar olamaz mısın?"
"Anlaşmanı sikeyim senin!"
Alparslanın keskin sesiyle tekrar bir kahkaha attı.
"Sanırım bu kendi stilinde bizi dinleyeceğini ifade etme şekli Michail."
Michail, Alparslandan bir an bile gözlerini ayırmıyordu.
"İş konuşmak için çok vaktimiz var. Ama öncesinde uygun bir yer bulsak mı? Böyle... Kendimi istenmeyen misafir gibi hissediyorum."
Kendilerine doğru yönelen silahlarla Alparslan elindeki silahı yine aynı hızla beline yerleştirip, tüfeği nişan pozisyonuna aldı. Yüzü maskeli, oldukça iyi eğitildikleri vücutlarından belli elliden fazla asker vardı.
Aralarında geçen konuşma sürecinde koşan adımları duydu Alparslan. Ardında ateşlenmeye hazırlanan silah sesleri yankılandı. Üssün askerlerinden bir kısmı destek amaçlı gelmişti.
Alparslan hepsinin üzerinde tüfeğin namlusunu gezdirdi. Hakanın, Korhanın ve Bahadırın silahları hiç inmemişti. Ama ateş başlarsa çok açıktalardı.
"Zorluk çıkarma kurt! İlerle ve minik aileni olumsuz etkileyecek her türlü taşkınlıktan uzak dur. Üstelik bebeğin hakkında konuşamadık bile. Michail!"
Adamın uşağı kendine doğru ilerlerken Alparslan tüfeği ona çevirdi. Michail hiç ona doğrultulmuş bir tüfek yokmuş gibi ifadesizdi. Aksansız bir Türkçeyle kısa bir cümle kurdu.
"Kızını düşün kurt, mantığını yitirme."
Alparslanın zift karası gözlerinde ışık kayması gibi bir yansıma geçti. Michail gözlerini bile kırpmıyordu. Aralarında neredeyse otuz saniyelik sessiz bir bakışma geçti. Alparslan geri geri ilerlerken Michailden bakışlarını azıcık bile çekmiyordu. Adamda aynı kararlılıkla karşılık veriyordu.
"Dediklerini yapın. Silahları indirin!"
Alparslanın sesiyle Korhanın kafası hızla ona döndü.
"Ne diyorsun lan sen?"
Bağırtısından Alparslan zerre etkilenmemiş gibiydi. O hâlâ dikkatle Michaile bakıyordu.
"Korhan dediğimi yap! Karını ve kardeşini riske sokmak ister misin? Ne diyorsam tartışma benimle!"
Korhan göğsüne sıkı sıkı sarılmış Ahuya ve Hakan'ın önüne siper olduğu Ahiye baktı. Düştükleri durumun dehşeti, şoku, öfkesi mantık bırakmamıştı ki.
Bahadırın inen silahıyla, dişlerinden bir gıcırtı sesi geldi. Tehlikede olan kendi canı olsa hiç kimseye itaat etmezdi ama söz konusu olan iki kişi, riske atılacak gibi değildi.
Hakan'ın hâlâ silahı, ejder bastonunu yere sürterek iç gıdıklayan bir ses oluşturan adamdaydı.
"Hakan!"
Alparslanın bağırtısı onun da öfkeyle yanan mavilerini üstüne dikmesine neden oldu. Ne kadar bundan nefret etse de yanlarında Alparslan varsa tüm emir komuta ona aitti. Silahını indirdi.
Geri geri Alparslanın yürümesiyle ardında kalanlar da mecburen yürümeye başlamıştı. Çekirdeğe gerisin geri dönmüşlerdi.
Etrafta gözlerini gezdiren adam iç çekti.
"Demek yeni düzen sonrası dünyayı buradan takip edecektiniz."
Başını çevirip Bahadır Ataevaya baktı.
"Çok güzel bir üs kurmuşsunuz. Hayran kaldım."
Adamın gülümseyen yüzü, duvar gibi düz bakışlardan tepki alamadıkça büyüdü.
"Sisteminize sızmak, çökertmek çok zordu gerçekten. Neyse ki ilham kaynağım, kurdunuza minnettarım."
Bakışları bu kez Alparslana çevrilmişti.
"Tam beş deniz altıyı, bu konu için hazırlamak çok zordu. Üstelik o kadar kısa bir süremiz vardı ki... Sen beni hep çok yoruyorsun kurt."
"Ben burdan çıkacağım piç oğlu piç. Seni çekip çıkaran ebeye kadar kendin söveceksin."
Adam gerçekten kırılmış gibi dudak büzdü, omuzlarını düşürdü.
"Asla sağlıklı iletişim kuramıyoruz asla. O yüzden sohbet için bu kez avukatı tercih ediyorum. Büyük hayranıyım kendisinin."
Adam zerre tehdit altında hissetmiyordu kendini. Adımlarını Korhana doğru ilerletirken güzel bir karşılaşmaya ait olabilecek tebessümü vardı suratında.
"Seni o kadar merak ediyordum ki... Sana yaklaşmak ne kadar zor bilemezsin Korhan Yıldıray. Seninle dost olmak için çok heyecanlıyım. Bana aslan belgeseli izliyormuşum gibi bir his yayıyorsun."
Korhan ateş gibi yanan gözlerini adamın üzerinden ayırmıyordu.
"O zaman aslanın sürüngenle dost olmadığını da tahmin edersin. Senin bana kurabileceğin tek yakınlık, pençelerimin arasında parçalanmadan önceki anın olacak!"
Adam başını sola yatırdı. Küskün bir göz süzüşle yüzünü izledi Korhanın.
"Halbuki bu odada beni en çok sevecek kişi sendin. Peşin hükümlü davranıyorsun."
Adamın gözleri yüzünden ayrılınca bu kez Ahuya çevrildi. Şeker dükkanına girmiş bir çocuk kadar sevinçli bakışları Korhanın hırlar gibi soluk almasına neden olmuştu.
"Aman Tanrım. Siyah saçlı, Ahu gözlü kız... Fotoğraflar hiç bu kadar aldatıcı olmamıştı. Teninin kar kadar beyaz oluşu muazzam. Michail, onu tam resmeden hiç bir şey getirmemişsin bana. Büyülendim..."
Adam bir sanat eserini izler gibi Ahuya bakıyordu. Ahunun zayıflık göstermekten korkan iradesi bakışlarına öfke eklemiş, yüzüne buz kadar soğukluk yerleştirmişti.
"Birliğiniz Korhan Yıldıraya yaklaşmama müsaade etmeyecek kadar onun etrafındaydı. Onu çok tanımıyorum ama sen... Tarifi mümkün olmayan bir hazinesin."
Hakan ve Korhan Ahuyu görüşünden çıkarmak için iyice gerilerine almış, adamın bakışlarını kendine çevirmişti. Adamın kıkırtısı dişlerini gıcırdatıyordu.
"Ne kadar kıskanç olduğun biliyorum. Ama bu kadar güzel bir şeye sahipsen onu izlemek isteyen gözlere de tahammül etmelisin."
"O gözünü sikmeden bakışlarına hakim ol!"
Adam güçlü bir kahkaha attı. Şaşkın bir ifadeyle Michaile baktı.
"Kurdun onu böyle hızlı ve kötü etkilediğinden bana hiç bahsetmedin Michail. Tam bir beyefendiydi halbuki."
Michail başını sağa yatırdı. Korhana bakıyordu tıpkı efendisi gibi.
"Zor geçen sekiz ay da etkilemiş olabilir efendim. Kardeşleri için psikolojik olarak çok yıprandı."
Korhan öne doğru atılacakken kolunu Zahir tutmuştu.
"Sakin ol!"
Zahir bu durumdan kurtulabilecek zerre ışık görmüyordu. En azından kızları güvenle çıkarma fırsatı yakalayabilirler mi diye sık sık etrafta gözlerini çeviriyordu ama durum oldukça kötüydü.
"Çok sohbet edeceğiz ama öncelikle yıllardır yolunu gözlediğimiz madenin nerede olduğunu öğrenelim mi? Sabır konusunda benden iyisini bulamazsınız. Onu benim için bulup, getirmenize büyük bir teşekkürüm olacak merak etmeyin."
Alparslan "öyle bir şey olmayacak! " diye keskin bir şekilde konuştu.
Adam gülümseyen ifadesini bozmadan başını iki yana salladı.
"Üzgünüm ama bu konuda anlaşma yapacağım kişini avukat olmasını tercih ediyorum kurt. Senin aksine o mantıklı bir adam ve en mantıklı yolu izleyecek."
Bakışları tekrar Korhana çevrildi.
"Bugün en sevdiğin adam ben olacağım avukat. Sende bu yüzden ne istiyorsam yapacaksın."
"Sana asla itaat etmeyeceğim!"
Korhanın dişlerinin arasından tıslayarak konuşmasıyla adam büyük bir kahkaha attı.
"Boris!"
Geride duran maskeli koruma öne doğru ilerledi. Maskesini çıkardığında Korhanın kehribarları adama çarptı. Bu yüzü çok iyi hatırlıyordu. Kardeşlerini alırken karşılarında durmuş, tehditlerine karşı nefretle bakmıştı Korhana.
"Seni çok incitmişlerdi değil mi Boris?"
Almanyanın karakuvvetleri komutanı bir an bile Korhadan çekmedi bakışlarını.
"Sonunda kazanan olduktan sonra çok önemsediğim bir durum değildi efendim."
"Hmmm... Çok itaatkar değil mi? Sizin koz sandığınız, benim içinse minik iki yemden hiç bir farkı olmayan o iki çocuğu teslim ederken en kıymetli askerlerimden birini çok sinirlendirmiştiniz. Bende düşündüm ki..."
Gözlerini Korhandan ayırıp, nefretle ona bakan Alparslana çevirdi. Yüzünün yarısını kaplayan gülümsemeyle selam verir gibi Alparslana bir mimik yaptı.
"Kurdun incitici tavrının aksine biz nezakete bayılırız. Bu sebeple Boris daha paylaşımcı olacak."
Adam ardında dikilen askere doğru döndü.
"Lütfen senden rica ettiğim hediyeyi getirir misin Boris?"
Adam tek bir baş hareketiyle gerisin geri dönüp yürümeye başladı. Adam da bununla beraber geri Korhana bakmıştı.
"Güzel kız kardeşin nasıl Korhan Yıldıray? Onu birazcık korkutmuş olabiliriz ama..."
Korhanın tüm kontrolünü yitirmesine neden olan bir cümle oldu bu. Hızla öne doğru atılarak sert yumruğunu adamın yüzüne geçirmişti. Ve tam da ortalık o anda karıştı. Korhana müdehale eden askerler onu zaptetmek için kollarına asıldı. Ahunun "Korhan" diye bağırıp ona atılmasını ise Hakan engelledi.
"Seni paramparça edeceğim! Sana yemin ederim zerre kadar düşünmeden paramparça edeceğim!"
Adam çenesine çarpan sert yumruğun etkisini hafifletmek için eliyle ovutuşturdu. Çenesi oldukça sızlamıştı.
"Korhan sakinleş!"
Alparslanın bağırtısı onu daha da çileden çıkardı. Onu tutan iki askerin ellerinden kurtulmak için birine dirsek, diğerine tekme atmıştı. Ama bununla beraber çok daha fazlası üzerine atılıp, onu zaptetmeye çalıştı. İki koluna asılan askerler ve başını sabit tutmaya çalışan diğeriyle hareketleri kısıtlansa bile direnmeye devam ediyordu.
"Sizin suçunuz! Kapat çeneni sizin yüzünüzden burdayız!"
Nefretle Alparslana baktı. Alparslan hislerini oldukça iyi anladığı için gözlerini kapatıp açmıştı. Ama kararlı ifadesini şu an yitiremeyeceğini biliyordu. Sadece Korhanın öfkeyle yanan gözlerine baktı.
"Sakin olmaya çalış Korhan! Burdan çıktığında istersen ağzıma sıç ama şimdi sakinleş!"
"Sana güvendim ben! Sana güvendim!!!"
Alparslan kaçırdığı gözlerini nereye değdireceğini bilemeden Ahuda takılı kaldı. Kendisine öylece bakıyordu. Öfke yoktu. Yada bir hırs yoktu ama büyük bir umutsuzluk hali çökmüştü o bakışlara. Başını iki yana salladı.
"Sakinleştir..."
Dudakları hareket etse de sesi çıkmamıştı. Ahu gözlerini Alparslandan çekip Korhana çevirdi. Halleri o kadar kötüydü ki nasıl kurtulacaklarını düşünemiyordu bile. Onunla dalga geçmek isteyen bir ses eğer öleceklerse en azından geride kalan olmayacağı için onu teselli ediyordu. Sonra aynı ses, geride kalacak olan Suhan ve Nurperi annesini hatırlatıp derin bir yasa itiyordu onu. Gözleri doldu. Sonra buna müsaade etmek istemeyen gururu sıkıca kapattı gözlerini. Yüzünü Korhana çevirdiğinde ona doğru iki adım attı. Korhanın hırslı solukları ateş çıkaracak kadar güçlüydü.
"Korhan..."
Titreyen sesiyle Korhan, Ahuya baktı.
"Sana zarar verecekler... Bunu izleyemem..."
Ahunun çatlamış, korku bulanmış, çaresiz sesiyle derin bir soluk aldı.
"Korkma... Korkma sakın sizi burdan çıkaracağım."
"Ne olur? Sakinleş... Sana zarar vermelerini izletme bana."
Korhan yumruk yaptığı avuçlarının nasıl titrediğini gördü. Korkusunu daha da beyazlamış, kanı çekilmiş suratından okuyordu baktıkça.
Onu sıkıca kavramış adamları silkeler gibi kollarını oynattı.
"Bırakın! Bir şey yapmayacağım, bırakın!"
Askerler onay için gözlerini efendilerine çevirdi. Efendi, sadece gözünü kapatıp açmıştı. Bununla beraber geriye çekilen üç adamla Korhan Ahuya doğru atılıp, onu kollarının arasına aldı.
"Mantık bizi her zaman kazançlı çıkarır avukat. Lütfen bu güzel kızı daha fazla korkutma. O çok değerli."
Sonra bakışları Hakan'ın korumasında, korkuyla onlara bakan ikizine çevrildi.
"Çok değerliler... Atilla Saruhanlının gizli mücevherleri. İnanın değeriniz bana da sürpriz oldu."
Adam dudağını büzdü.
"Ben... Çok başka yerlerde zaman kaybetmişim. Babalarınız resmen beni kandırdı. Ama nereden bilebilirdim birinizin gözleri, diğerinizin kalbi dünyayı yeni bir çağa taşıyacak o madenin bilgilerini saklıyor? Düşmanımın gücü beni hep hayran bırakmıştır kendine."
"Çok konuşuyorsun sikik! Kısa kesecek misin artık?"
Alparslanın araya girmesiyle adam yönünü ona çevirdi. Tam kınayıcı bir kaç kelime söyleyecekken biraz önce emir verdiği askerinin gelişiyle gülümsemesi büyüdü.
"Tabiik kısa keseceğim. Şimdi pazarlık zamanı. Ben size bir hediye vereceğim sizse bana ne istiyorsam onu!"
Biri tok, diğeri sürüklemeyi andıran iki adım birbirine karışarak ilerliyordu. Bakışlar dimdik karşıya bakarak ilerleyen komutana değdi ama hemen yanında sürükleyerek getirdiği, çelimsiz bedene çevrildi.
Başında bir çuval vardı. Sıska bedeni neredeyse iki büklüm halde adımlarını kaldırarak atamayacak mecalsizlikteydi. Komutanın kolunu kavrayarak yürüttüğü beden bırakılır bırakılmaz yere düştü.
İki dizinin üstünde oturur pozisyona geçen bedenini, öne arkaya hızlı bir devinimle sallanmasını ne olduğunu anlamayan bir çok göz izliyordu.
Çuvalın engellediği boğuk fısıltılar vardı. Birde iki dizinin üzerine yerleşen zayıf el, tuhaf bir örüntüye başladı. İki elinde baş parmağı ilk işaret parmağından başlayarak serçe parmağına kadar ses çıkaran bir bükme eylemi yapıyordu.
Ejder kılıcını yere sürte sürte ilerledi adam. Okşar gibi çuvalın üzerinden başında elinin içini gezdirdi. Sonra dikkatle Korhana baktı.
"Ben ne istersem yapacaksın avukat. Her ne istersem..."
Çuvalı çekip çıkardığında nefes sesleri bile kesildi. Tüm kaosun ortasına sessizlik çığlığı düştü.
Korhanın gözleri bir noktada saplı kaldı. Nefesi durdu, kalbinde kıvrandırıcı bir sancı peydah oldu. Gözünün akını kızıl kızıl damarlar kapladı. Kendinin bile farkında olmadığı bir yaş sağ güzünden kaydı.
Zayıflıktan elmacık kemikleri belirginleşmişti. Kırışıklıklarla dolmuş suratını sakal kaplamış yüz, canını hiç tahmin edemeyeceği kadar çok yaktı.
Sürekli bir mırıltıyla dudakları kıpırdıyordu. Bir eşini taşıdığı gözler ise bomboş bir karanlığa bakıyordu.
Saf acı ruhunda kapanmayacak bir tahribatla patladı. Korhan Yıldıray ölmeden ölüm acısıyla kucaklaştı.
"Baba..."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
63.81k Okunma |
7.2k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |