Selam, iyi geceler...
Diğer bölümü sizden gelen yorumlara göre atacağım hızlıca, çünkü birkaçınız dışında benim yorum okuma hevesimi kırdınız be.... neyse bende sizi üzerek intikam alacağım, şaka şaka :D
İyi okumalar.
Odanın içinden yayılan kırmızı ışığın tüm duvarları sarıp sarmalaması ilk önce aklımda sadece BDSM odalarının canlı görüntülerini anımsatmış olsa da ben heyecandan midemin bulandığı odanın içinde sadece mandallara asılı duran resimlerin şaşkınlığını yaşadım. Yakınlaşmaya başlayınca ne oldukları belli olmaya başlayan görüntülerin bazıları, doğadan birkaç kareydi önce. Tüm bunları onun çektiği belliydi. Yandaki geniş masanın üzerinde duran çeşit çeşit fotoğraf makinelerini görebiliyordum. Buna en çok polaroid fotoğraf makinesini görünce anlamıştım. Zamanında harçlıklarımı biriktirerek almaya çalıştığım ama bunun benim günde sakız parası biriktirmekle alamayacağım bir makine olmasıyla hayal olarak kalan bir bilgiydi.
Bu yüzümde kısa bir tebessüme kucak açtı ve ben dudak ısırarak ve Taehyung'un her an duştan çıkabilme ihtimalini göze alarak hızlıca göz atmaya başladım. Fotoğraf makinelerini kurcalayarak zaman kaybedemezdim.
Mandallara asılı duranlara bakmadan önce, ki onlardan o kadar çok vardı ki bunları hangi ara çektiklerini merak ediyordum. Kocamın odun olmak dışında hangi ara böyle zamanlar bulup bu şekilde çektiğini ve baskılarını kendisinin yaptığını çok merak ediyordum.
Fotoğraflardan birinde ağlayan küçük bir kız çocuğu vardı, bir diğerinde onunla parkta eğlenen parlak yüzü. Hayvanları çekmişti, gün batımını ve günün doğuşunu. Sahiller, ay ışığı, ormanı ve ekranı kapatmaya çalışan birinin elini. Biraz daha dikkatli bakmaya çalıştım ama bulamadım o kişiyi. Yavaşça masanın sonundakilere varıyordum ki, makaslanmış bir sürü fotoğraflar bir kutunun içinde öyle durunca hemen elimi o yığının içine daldırdım.
Onun keskin gözlerini bir parçada buldum. Ama ondan çok daha fazlasını bulurken, kutunun en altında duran sağlam bir resim ellerimin o tuttuğum kâğıt parçasını neredeyse ellerimden düşmesine sebep olacaktı.
Ben daha önce hiç Taehyung'u bu kadar mutlu görmemiştim. Ağzı kulaklarında, dizlerine Jimin'i yatırmış ve saçlarını karıştırıyordu. Bunu öylesine keyifle yapıyordu ki, kıskandım. Ona değen parmaklarını. Onun için parlayan gülüşünü. Onunlayken yaşamış olduğu huzurunu.
Bir tek o da değildi. Gözlerim şimdi bulduğum manzara içinde bir anda bundan daha fazlasını aramak istercesine her yere hızlıca dağılıyordu. Benden önceydi, bildiğim bir şeydi. Ruhumu sıkan ve gözlerimin dolmasına sebep olan, benimle bu kadar huzurlu olacağını düşünememdir.
Ve o anda dolu gözlerim, çekmemeceleri kurcalıyordu. Daha fazlasını bulmak istiyordum. Siyah bir kutu buluyor ve ikisinin her daim yan yana olduğu yüze yakın fotoğraf buluyordum. İlk okulda yanında asık suratla duran Taehyung'un koluna yapışan o tombul yanaklarıyla ona sırıtan Jimin'i görüyordum. Bir anda ikisinin arasına girmişim gibi hissediyor ve hiçbir suçum olmadığını bile bile bu evliliğin prangaları altında eşimle hiç anımız, yaşanmışlığımız ve güzelliğe dair bir şeyler bile taşıyamadığımızı düşünüyordum.
Bu düşünce sesimin soluğumun kesilmesine sebep oldu. Elim ağzımdaydı. Burnumu çekiyordum. Neden bu kadar kırgın olduğumu sorgulamıyordum? Benden hoşlandığını söylemişti, o zaman hoşlanan biri böyle mi yapardı? Anılarını saklar mıydı? Unutmak istemediği için saklardı öyle değil mi?
Her şey allak bullakken çıktım oradan. Normalde bunu Taehyung'un yüzüne vurmayı çok isterdim. Lakin hakkım yoktu, üstelik izinsiz girmiştim ve daha yeni onurunu kırmıştım. Anılarının olduğu odasının kapısını açması... keşke tam şu anda hiçbir şey yaşanmamış gibi gelip geçip gitseydi hayatımdan. Tek düşünmek zorunda kaldığım bir dikiş makinem olacak mı diye dert yakınmak olsaydı. Çünkü ben ilk defa âşık oldum ve ilk defa böyle duygular yaşıyordum. Ve ben ilk defa duygularımı dışarıya vurmadan kendimi mantıklı olma isteğiyle zorluyordum.
Çünkü yoruldum. Ben bu belirsiz ilişkimizin samimiyetini aradıkça bulamamaktan çok yoruldum. Tek çabalayanmış gibi hissetmekten çok yoruldum.
Bu yüzden odadan hızlıca kaçmayı başardığımda, bana gözcülük yapmak için avlunun ortasında bekleyen Sangsu yüzümde her ne gördüyse paniklemiş ve peşimden gelirken onun içeriye girmesine izin vermeden kapıyı kapatıp kilitlemiştim.
Bir müddet kimseyle konuşmak istemiyordum.
.....
Depresif geçirdiğim saatlerim belli bir zaman diliminden sonra normale dönerdi genellikle. Bu sefer istediğim gibi olmamıştı. Ne bekliyordum bilmiyorum ama bir şekilde Taehyung'un beni görmeye gelmesini bekliyordum. Ama neden gelecekti ki? Neticede ben onun geçici hevesi olmalıydım, bu kadar büyük aşktan sonra benim gibi kendi dünyasında olan ve onun yaşantısında bolca eğreltisi olan birine âşık olacak değildi. Zaten hiç olamamıştı. Artık hiç olmayacaktı. Gururunu incitmiş olmamdan dolayı.
Kapım şiddetli bir şekilde çalınıyordu. Sangsu panikle bana sesleniyor, "Prensim lütfen kapıyı açın," diyordu. Onun sesi beni uyandırdığı sabah bile böyle deli dolu çıkmamıştı. Ama bir bilse üzerimden kamyon geçen ağırlığı, açtığım komik videolardan bile ağlayacak bir şeyler bulduğumu. Nerde zavallıca bir his varsa ondan kendime bir pay çıkardığımı.
Ama kendi hayatımda yeterince hatalar yaptığımı biliyorken, artık başkalarına da bela olmak istemedim. Bir ölüyü ayaklandırmaya çalışarak, kilitlediğim kapıyı açtım. Beni bir anlık gördüğünde rahatlamış sonrasında yüzümde ne gördüyse telaşla elini alıp alnıma yapıştırmıştı. "Ateşiniz de yok. Neden bu kadar kötü görünüyorsunuz? Veliaht Prens size içerde çok mu kötü davrandı?" diye ardı ardına sorular soruyordu bana.
Umutsuzca omuz silktim ona. "Onunla karşılaşmadım bile," dedim. Sessiz kaldı bir müddet. Ne düşünüyordu bilmiyorum ama madem düşünmek için gelmişti buraya, bunu beni rahatsız etmeden de yapabilirdi. Hem de kapının dışında.
"Kapıyı sadece yüzüme bakmak için mi açtırdın?"
"Üzgünüm prensim, keşke bunun için çalmış olsaydım kapınızı. Korktuğumuz başımıza geldi işte. Kraliçe sizi konağına çağırıyor acil bir şekilde," dediğinde, normalde korkudan gözlerimden saçmalar fırlamalıydı. Lakin bu duyguyu yüreğimde taşımayacak kadar kıskanmış, kırılmış ve eksilmiş gibi hissediyordum.
Ve tüm bunlar dışında zengin hayal gücüm beni daha büyük bir çıkmaza sokuyordu.
Belki de bugün hayatımda şaşılması gerekenden çok daha şeyler yapıyordum Sangsu'nun gözünde. Üzerimi değiştirmek için giysi odasına geçiyor ve usturuplu şeyleri hızlıca üzerime geçerek onun tam karşısına geçiyordum.
"Siz iyi misiniz efendim," diye soruyordu üzgün bir sesle. O sesin çok daha fazlası yüreğimdeyken, "Hissizim sadece. Merak etme sorun çıkarmayacağım artık. Endişelenme benim için," dedim ve bana bir şeyler gevelemek ister gibi ağzını açıp kapattı.
Artık ne olacaksa olsun düşüncesindeydim. Bu yüzden Kraliçe'nin konağına gitmek için de önden yürümeye başladım. Beni takip ederken çok sessizdi ya da ben onun çıkardığı sesleri duymak için fazla sağırlaşmıştım.
Neticede konağının önüne geldiğimizde saatten haberim olmasa da bir hayli geç olmasına rağmen beni çağırdığına göre, azarlayacağını biliyordum. Kendimi savunacak bir şeyde bulamadım. Kraliçe'nin kapıda bekleyen hizmetkarları içeriye haber verip beni içeriye alırlarken derin bir nefes alıp kafamı eğdim ve selam vererek içeriye geçtim.
Mahcubiyet duygusu esir almıştı bedenimin her bir yanını. Bu ruh halimle Kraliçe'nin beni dört bir yanından kurşunlayacak olan gözlerini görmeye de hiç ama hiç cesaretim yoktu.
Dizlerimin üzerinde oturdum ve dizlerimin üzerinde birbirine kavuşmuş olan parmakları sıkarak izliyordum onları. Ondan daha başka yapacak ulvi bir görevim yokmuşçasına.
"Utanıyor olmanızda bir gelişme," dedi, o buz gibi sesiyle. Aldığım nefes daha da ağırlaştı. Artık üzerimdeki baskıdan dolayı parmaklarımı bile sıkamaz olmuştum. "Çünkü saraya geldiğin ilk günden beri hiçbir gelişme gösteremediğiniz gibi, şimdide Veliaht Prensi'de kendinizle utandırdınız. Bunu nasıl yapabildiniz? Bu kadar utanmazken nasıl şimdi karşımda utanmış gibi davranıyorsunuz. Bana cevap verin!"
Titriyordum boylu boyunca. Gün boyu çeşmesi bozuk olan gözlerim yine bana ihanetini yaptı ve tutamadı kendilerini, oracıkta döküldüler yanaklarımdan aşağı. Bu kadar duygusal olmayı kabullenemiyordum. Bir şeyler ya bende eksilmişti ya da uzaklaşmıştı.
Üzerimdeki baskı, "Bir de ağlıyor musun bana cevap vermek yerine, ne büyük bir hatasın doğru. Bu evliliğe çok karşı çıktım. Ama Kralın sözünün üzerine söz söylemem mümkün olmadı. Maalesef herkes benim bundan dolayı ne kadar haklı olduğumu anladı. Seni elimden geldiğince eğitmeye ve aranızdaki bağı sağlıklı tutmaya çalıştım. Lakin karşımda daha yeni yetişkinliğe adım atmış bir omeganın pervasız davranışlarından başka bir şey göremiyorum," diye sıralanıyordu.
Yumruklarımı sıktım. Bu kadar kaba ve aşağılayıcı cümleleri duymayı hak etmiyordum. Benden mükemmel eş olmamı bekliyorlardı ancak ben o mükemmelliği arzulayacak ne kadar iyi duygular taşıyabilmiştim burası için.
"Cevap verin bana. Nasıl prensi rızasız şekilde mühürlemeye çalışırsınız, neredeyse onu öldürecektiniz," diye bir kez daha hesap sorduğunda, hiçbir cevabım yoktu. O ıslak gözlerimin arasında yüzünü seçmekte bile zorlanıyordum.
Kulaklarım uğulduyor ve beni kısa süreliğine de olsa rahatlatacak bir kokunun ihtiyacıyla kıvranıyordum. Çünkü yüreğimin orta yerinde Taehyung'un misk kokusunu düşlüyordum. En çok da buna kırılıyordum ama kurdum bana sakinleşmemi söylüyordu ve onun bile hüzün dolu olduğunu görebiliyordum. Kıskançtı. Ve benim yeterince üzülmüş olmamdan dolayı o da kuyruğunu kıstırmıştı bir köşeye, çünkü bu kadar laf yiyor olmamızda onun payı da büyüktü.
Kraliçeyi anlamak istemedim hiçbir zaman. Onların düzenlerini de. Neden bu duruma karşı çıktığını da. Lakin kraliyet evliliklerinde önemli olan aşk değildi, varisti. Ve o da bunu sonsuz bir bağ ile kenetlenerek riske atmak istemiyordu. Zamanında onun en büyük arzularından biriydi Kralı mühürlemek. Ama aynı yazgı yaşamamıza rağmen beni bu denli incittiğini asla unutmayacaktım.
Beni tekrar azarlamak için o tiksindiği yüzü değişirken, hizmetlisi aceleyle odaya daldı ancak daha konuşmaya fırsatı olmadan onun hemen arkasından Taehyung çıka geldi. Boynundaki sargıyla duruyor ve üzerindeki pijamalarıyla koşmuş gibi solukları hızlıca alıyor ve sinirli duruyordu. Özellikle benim onu görmek için kaldırdığım yüzüme bakarken.
Ama hızlıca yüzünü çevirdi ve annesine doğru eğildikten sonra, "Onu azarlamaya hakkınız yok Majesteleri," diye sesini yükselttiğinde, annesi şaşkınlıkla ona bakıyordu. Neye şaşırdığını bilmiyordum fakat kimse benim kadar şaşkın olamazdı.
Çünkü Taehyung, "Sizin beni ziyaret ettiğinizde de söylediğim gibi, mühürlenmeyi isteyen bendim. Ona yapmasını söyleyen bendim. Kızacaksanız sadece bana kızın. Bir daha eşimi bu şekilde azarlamanızı istemiyorum," dedi ve annesi ayağa kalkarken, "Kimle konuştuğunuzu unutmayın," dedi ve Taehyung ona hiç çekinmeden rest çekti. "Sizde öyle. Yakında Kral olacağım ve karşınıza alıp acımasızca canını yaktığınız kişide benim Kraliçem olacak."
Bu güç savaşın ortasında duruyordum, ne diyeceğimi bilemeden. Taehyung benim için annesine yalan söylüyordu. Bilmiyordum. Bunu sadece annesine karşı gelmek için yapıyor olamazdı değil mi?
Lakin o sert bakışmanın ardından benim elimi tutarak kaldırdığında, "Bir daha benden habersiz Kraliçe ile görüşmenize izin vermiyorum," dedi. Sesimi çıkaramadım. Zaten o da benden onaylama cümlesi beklemiyordu. Göz dağını vermeye çalıştığı kişi ben değildim. Ona ayak uydururken, onu takip ediyordum.
Ve daha yüreğimde onun huzurla güldüğü fotoğraflarının kıskançlığı geçmezken, beni sahiplendi diye umudun körpelendiği yüreğimde kor ateş yanıyordu. Parmaklarımı tutan parmaklarım yanıyordu. Şimdi ona uzak mıydım yoksa yakın mıydım anlayamıyordum? Nasıl olur da bu araf duygusu benim için gerçek olurdu. Ben dünyanın toz pembe tarafında güvendeydim.
"Taehyung," dedim ve onu durdurmak için çekiştirdim. Bana sinirli miydi yoksa içerde küçük çaplı tartışma yaşadığı annesine miydi? Bana bakan gözlerinden bir şeylerin umuduyla bakıyorken, aslında başına açtığım belalar için özür dilemek istiyordum. "Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim."
"Bunun bir önemi yok Jungkook," dedi ve buz kesen bir hava aramızdaki mesafenin içinden öylece geçti. O ıslak gözlerim tekrar ona bakarken dolmak üzereydi. Bakışlarımı kaçırdım ve ona tutunan parmaklarımı onun parmaklarından çektim usulca. "Haklısın, bir önemi olmamalı." Önemim olmamalıydı.
"Olan oldu, ben bunun için sana asla kızamam. Çünkü ne yapmaya çalıştığının farkına varsam da buna karşı gelmedim. Yasak olmasına rağmen. Yani senden çok ben hatalıydım. Daha iradeli kalmalıyım senin yanında," dedi ve son cümlesini neredeyse fısıldayarak söyledi. Ve ben söylediklerini hangi tarafa doldurmak istesem de dolmuyordu.
Tek yapabildiğim, kimseler peşimizden gelmesin diye Taehyung el ederek onların gönderdikleri bu yalnız anımızda, kaldığımız konağın ön bahçesinde onun tekrar yürümek için adım attığı sırtından sarılmaya çalışmak oldu. Deli gibi korkuyordum. İnsan hiç sahip olmadığı şeyi kaybetmekten korkar mıydı?
Ona sarıldığımda kasıldığını hissettim ve neredeyse beni kollarından çekip uzaklaştıracak diye korkarken, o, ona uzanmış kollarıma kollarını bırakarak tepki verdi. Derin nefesi sırtından göğsüme doğru çarparken, onunla böyle tam hissetmem, her şeye rağmen bu denli tam hissetmem normal miydi?
Değildi. Çünkü senin ancak ruh eşin için normaldi. O da bendim. Keşke bunu en başından anlayabilmiş olsaydım... En azından kalbimi sana tekrar açtığımda orada daha az yapışması gereken yara bantları olurdu.
"Bana kızgınsın," dedim sessizce. "Değilim," dedi sessizce.
Sustum. O da sustu. Ama onun üzgün olduğunu hissediyordum ve onun bana gerçeği söylemesini isterdim. Yoksa ben tüm bunu, o açık kapının ardında gördüğü anıları yüzünden bu hale dönüştüğünü bile varsayacaktım.
Ne bencilce kuruntularım vardı. Senin içten içe nasıl yalnızlaştığını ve dünyandaki sorunların yegâne düşüncelerini aşktan ibaret sanacak kadar bencildim. Çünkü sana ilk ben âşık oldum Taehyung. Senin dünyanda yeniydim ama sen çoktan benim dünyam olmuştun. Eğer bana da öyle gülmezsen tüm dünyam yok olacaktı. Biliyordum, bana güldüğünde böyle olduğunu anladım.
"Peki," diyerek gevşettim kollarımı. Buna izin verdiğinde gücendim ama o gücenmişliğime çok daha farklı bir duygu katmak için bırakmıştı beni. Çünkü arkasını döndü ve tebessüm ederek, yanaklarımda asılı kalan yaşlarımı temizledi. "Bu senin suçun değil Jungkook. Her ne kadar geçici mühürlenmiş olsak da kalbindeki acıyı kalbimde hissedebiliyorum. Benim için değerlisin, özel ve çok farklı birisin," dedi ve dudaklarımın üstüne artık hiçbir rıza almadan öpücük kondururken mutluydum.
Bu kısa süreliğine de olsa yüreğimdeki ağırlığı alıp gitmişti.
"Sadece biraz güçsüz ve dengesiz hissediyorum," dedi, yorgun yüzünde beni mutlu etmek ister gibi kapalı bir gülüş ortaya çıkarmaya çalışırken. Oysa ben umut dolu bakıyordum gözlerinin içine. "Benim kalbimdeki acıyı duyarak mı geldin oraya," dedim, beni onayladı.
Şimdi bununla heyecanlanan kalbimin coşkusunu da hissedebilmiş miydi?
Beni tüm gün mutsuzluğun odalarında kilitli durmama hiç haberi olmadan sebep olmuşken, birazcık ilgiyle renklenmiş sözlerinin altından nasılda açığa çıktığımı ve yüreğimin hapishanelerinden kaçtığımı hissetmiş midir? O kadar merak ediyordum ki... eğer onunla mühürlenirsem, bende onu hissedecek miydim böylesine derin derin...
Oysa buradan bile anlamalıydım. Senin benden önce anladığın gibi. Çünkü sadece ruh eşleri birbirlerinin kalplerinden geçenleri hissedebilirdi.
Onun beni hissetmesi, geçici bir süre de olsa mutlulukla karıncalanmama sebep olmuştu. Fakat onunla birbirimizden ayrılarak ayrı odalara düştüğümüzde, o çılgın yorucu gecenin ardından yenilerek kendime geldiğimi sandığımda işte duruyordu orada. Ben okul formamı giymek için banyoda kendimi güzelce hazırlamaya çalışıyor ve bundan sonra Taehyung ile çok daha iyi anlaşacağımı ve onu asla üzmeyeceğime dair kendimi tembihlemeye çalışırken.
Çünkü koltuğuma bıraktığım sırt çantamı almak için ilerlediğimde orada büyük bir zarf duruyordu. Bu az önce orada yoktu. Şaşkınlıkla etrafıma bakıyordum fakat odamın kapısı kapalıydı. Biri odaya girmiş ve bunu bırakmıştı. Zarfın üzerinde adım yazıyordu. Bu tarz şeyler ancak dizilerde olur sanıyordum, fakat saray hayatının ayak kaydırmak isteyen yönleri benim hayattan beklentilerimden ve entrika arzularımdan çok uzaktı.
Garip bir duyguyla zarfı açmaya çalışıyor fakat içinden ne çıkacak diye çok merak ettiğimden aceleci davranıyordum. Ama o kadar dengesizce davranmıştım ki açtığım zarfı yere düşürdüm ve içinden bir sürü fotoğraflar yere düştü. Birkaçı ters düşmüştü. Ama buna takılmadan çömelip fotoğrafları elime aldım.
İşte yüreğimin acıyla büküldüğünü kulaklarımla o zaman işitmiştim.
Taehyung'un Jimin ile öpüştüğü anları çekilmişti. Güldüğü, sarıldığı, el ele tutuştukları... en acısı da tüm fotoğrafların altında yazılı duran tarihti. Benim onun kaybolduğunu sanarak ağlayarak sarayda beklediğim tarihlerdi.
Beni bu kadar kırmaya, incitmeye ve kendine inandırmaya hakkın yoktu Taehyung. Bana yalan söyledin. Sen bana yalan söyledin, en başından beri. İşte bu yüzden seni affetmek öyle zordu ki benim için.
Bunun üstüne yorum yapamıyorum ama daha neler var neler...
Ben Nicotesy, sizi morladım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |