Selam... iyi geceler. Kimler uyanık :)
Normalde spoi vermeyi severim ama vermeyeceğim... iyi okumalar aşklarım.
(Jungkook, Taehyung'un mühür yerine dişlerine saplamadan kısa bir zaman önce.)
Huylana huylana bir hal oldum. Medusa elbiselerimi çıkarma bahanesine girişirken, saç diplerimden yolunmuş tellerimi tesellilere boğarken onun sinsi eli benim belimin arkasındaki düğümü çözmek için uğraş veriyordu. Ama kürek ellerinin naif dokunuşları benim hassas belimin kıvrımımı sararken, inlemek isteyen dudaklarımı ısırdım.
Yok böyle olmayacaktı. Benim acilen kendime gelmem lazımdı. Daha hesabı sorulmamış onlarca olayım vardı ve yenice öğrendiğim kurtların ilimi hakkındaki şeyler beni tehlikeli sulara doğru götürüyordu. Ve bir kez daha eli belimi mıncıklar gibi olduğunda, "Yeter ama, habire ellemeye çalışıyorsun beni," diye söylenerek kendimi geriye çektim.
Lakin gamsız Taehyung benim belimi kavrayıp tekrar kendisine çekti. Sesi boğuk çıkıyordu. Azmıştı bu. "Uslu dur, başladığım işi tamamlamamaktan nefret ederim." Söyledikleri, sizde duysanız eminim ki bir iki saniye infilak olurdunuz. Yalan yok şimdi.
Bende öyle oldum ve gıgımı çıkaramadım. Onun baskınlığı hoşuma kaçtı, yani ara sıra laf dinleyen taraf olmaktan zarar gelmez diye düşündüm.
Ta ki ben yine bu güzel ortamın içine sıçana kadar. Biliyorsunuz, benim kafam biraz bulanıktı. Pekâlâ sadece bulanık değil, fesat, oyunbozan ve duygusal. Her güzel ânın, ki bence o arkamda duruyorken pek eğlenir gibiydi. Hayır yani, alt tarafı on beş tane sıkıca belimi germiş düğümü çözüyordun. İncecik belimi kıracak kadar sert bağlanmış iplerden arındırıyordun. Neden sürekli bu bahaneyle beni ellemeye çalıştığını ve benim sırtımı çıplak gördükten sonra daima fırsatını bulduğun andan itibaren orayla irtibata geçiyordun ki.
"Taehyung," dedim, tekrar hafif uzun tırnakları belimin üzerine tırmık atar gibi tarayıp geçerken. "Sen beni ciddi ciddi ellemeye mi çalışıyorsun?"
Elleri titremedi. Belli ki çok profesyonellerdi elleşme konusunda. Ama o ağzı yok muydu, kelimeler nasılda cızırdayarak çıkmıştı. "Yok öyle bir şey," dedi ve derin nefesi öylesine yoğun enseme yapıştı ki omzumun üzerinden ona bakmaya çalıştım. "Bence sen istiyorsun? İstiyor musun?" diye sordu hevesle gözleri açıp kısmaya çalışırken.
"İstemem," dedim, son düğümü çözdüğünü hissettikten sonra. Hemen ondan uzaklaşma gibi planım vardı. Ancak o buna katiyen izin vermedi. Arkamdan bana sıkıca sarıldı. Koala bunun yanında halt etmişti. Ama biraz bekle dimi? Ben önce üzerimdeki saçma şeylerden kurtulayım değil mi? İşte bırakmıyordu, benim de içim iyice kıyılıyordu. Yerden soğukluk geliyordu. Korkuyordum da cırcır olacağım burada diye. "Beni bırak, daha çok kaşınıyorum." Diye bahaneler uyduruyordum.
Ama işte o nereden bilecekti benim içimdeki o yangını. Onu kendimden itmeye çalışırken aslında ne çok yanımda kalmasını istediğimi. İlle de kelimelere dökmek gerekiyordu. Lakin bende bunu yapmayı reddediyordum. Çünkü halen onun tamamen bana ait olduğunu hissedemiyordum.
Ve o bu tavrımdan sıkılmaktan ziyade beni anlamaya çalışarak kollarını çekti yavaşça üzerimden. Sonrasında beni kendisine çevirdi. Gözlerimin içine öyle derin baktı ki, yemin ederim omuzumdan sıyrılan elbisemin hafifliğini bile sindirmişti o ağır bakışlarının ketumluğu.
"Neden bana karşı bu kadar soğuksun," diye sordu sessizce. Kaşlarımı çatarak bakışlarımı kaçırdım ve kollarımı kendime doladım. "Soğuk olan ben değilim, burası." Dedim, o sırtımdan ayak uçlarıma kadar gelen o esintiyle. Bunu çok garip karşıladım. Üzerimdeki kıyafetlerimden önce buranın bu kadar serin olduğunun hiç farkında bile değildim. "Neden bu kadar soğuk?" diye sorarak yüzüne baktım. Bundan hiç etkilenmemiş duran tavırlarının sebebinin alfaların bizden daha sıcak kanlı olmasıyla alakası olsa da bu işte bir tuhaflık olduğu belliydi.
Zengindiniz, sarayın içinde yaşıyordunuz ve aldığınız vergiler buraları ısıtmaya yetmiyor muydu? Hiç inandırıcı değildi.
"Hiçbir fikrim yok." Dedi hızlıca. Şüphelendim. "Nedense hiç inanasım gelmedi sana."
Ben olayı doğalgaz sorunlarına doğru döndürmüştüm ama o benden daha alıngan davranıyordu. Hayır burada senin biriyle ruh eşi olup olmadığını bile kestiremiyorum diye o dudaklarını ısıramıyorum diye kendimi yiyip bitiriyorum, ama o bana ancak benim atabileceğim bir tepkiyle hayıflanıyordu. "Sen genel olarak bana inanmıyorsun zaten." Diyordu.
"Çok doğru." Dedim aynı onun gibi hayıflanarak ama en çok kendimi haklı görerek. "Beni daima kandırdığına inanıyorum."
İşte o en başa dönmüşüz gibi duran yüz ifadesi eğrildi. "Oysa sana çok dürüsttüm ben. Özellikle sana olan duygularımı anladığımdan ve sana açıkladığımdan günden beri."
"Hangi günmüş o," derken bile aniden heyecanlandım. Onu nasıl etkilediğimi merak ediyordum. Bana karşı hisleri vardı. Benim gibi uçarı birine bu kadar arzu duyuyor olması, bilmiyorum, hak etmediğimden değildi... sadece biz çok farklıydık ve birbirimize benzeyecek gibi de hiç durmuyorduk.
O merakın hevesiyle gözlerinin içine baktım. Burnumun ucu soğuktan kızarır gibi olduğunda, yüzüme bakarken gülümseyecek gibi oldu. Oysa onun al al duran yanakları ve ısırıp bıraktığı dudaklarının bir şakası yokmuş gibiydi.
"Boş ver, beni bilerek utandırmaya çalıştığını düşünüyorum."
O anda pes ederek kaba etini tekrardan yatağın üzerine taşıdı. İşte bu canımı sıktı. Yani benimle biraz uğraşması gerekiyordu arkadaşlar. Ben öyle insanın üzerine aniden atlayan bir tip hiç olmadım ki. Dostlarımla uzun eşek oyunu oynamak dışında en azından.
Evet, sanırım bu ona yakınlaşmam için en doğru zamandı. Çünkü o sıcacık görünüyordu. Köprücük kemiklerini kaynatan o esmer teninin güzelliği bana öyle hissettirdi. Bir saniye yutkunuyorum, ondan sonra onun benden uzaklaştığı az önceki sıcaklığının üzerine oturabilirdim.
"Taehyung biz bence çoktan birbirimize karşı utanılacak şeyler yaptık." Dedim ve ellerim karıncalandı. Derin nefes almam lazımdı. Ona karşı olan davranışlarımın bilincinde olmak, özellikle onun beni ellediği ve benim bir cesaretle karşılık verdiğim anları. Ama bu sözlerle cümleye girmem iyi olmuştu. En azından bana karşı o umut vaat edici gözlerinin öbeklerinin karartısı genişlemişti. "Özellikle ben. Bir insanın eşinin yanında yapmasının hiç de hoş olmayacağı şeyler yaptım..." dedim ve burada neyi demek istediğimi bence siz anladınız sadece.
Çünkü o bunu anlamadı. Neden onunla böyle konuşmaya çalıştığımı anlamak istedi.
"Neden bir anda böyle konuşmaya başladın?" dedi şaşkınca. Bende tüm duygularımla dizlerimin üzerinde uzanarak, "Bende istiyorum, seninle olmayı. Ama..." diyerek dudaklarının üzerine fısıldadım. Çünkü şu anda o tehlikeli cümleleri kurmak, böyle bir anda, böyle düzenlenmiş bir günde, onun eski sevgilisinin adını ağzıma almak istemiyordum.
O da ona olan yakınlaşmama sebebini öylesine çok merak ediyordu ki, bir kez daha ondan uzaklaşmak için hamle yapacağımı öngörebilirmiş gibi tekrardan bir elini belime sararak kucağına doğru çekti. Ve yakın duran çehrelerimizi daha da yakınlaştırmak için diğer eliyle baş parmağı yanağımı saracak şekilde ensemden kavradı.
Gözlerimin içine bakıyor ve o ılık nefesinden taşan mayhoş edici kokusuyla beni kendine çekercesine dudaklarını neredeyse dudaklarımın ıslaklığına çarpacak şekilde fısıldıyordu. "Ama ne Jungkook?" diyor ve ben kararsızca dudaklarımı ısırıyor, yutkunarak gözlerinin içine bakıyordum. "Söyle bana güzelim, neden bana daha da yakın olmak istemediğini. Söyle ki bende bileyim aramızdaki o mesafeyi. O mesafeden bile sana nasıl ulaşacağımı."
Kalp atışlarım öyle çok hızlandı ki, bunu duymasından endişe ediyordum. O küçücük kelimelerin nasıl üzerimden geçip gittiğini ve benim asice davranışlarımı nasılda hizaya soktuğunu anlamasından korkuyordum.
Ona nasıl köpek gibi âşık olduğumu, dudakları, dudaklarımın kıyameti olacağını bilmesinden korkuyordum.
"Beni ruhundan bir parça kılabilir misin Taehyung?" diye sordum çelimsiz bir mücadeleyle. "Beni ruh eşin kılabilir misin?"
Gözlerinin artık siyah değil kırmızı olduğunu gördüğümde, "Bu benim elimde değil," diyordu o kurduyla iş birliği yapmış ses tonuyla. Ancak ne kadar kırılmıştım. Dünyayı parmağında döndürebileceğini hissettiğim bir adamdı o gözümde. Sadece elindeki imkanlarla düşündüğüm şeyler değildi bu düşünceler. Bana tam şu anda hissettirdikleriyle düşündüğüm bir yanılsamaydı muhakkak.
Lakin kurdum çoktan göğsümden çıkmak ve onun kurduyla bir olmak isterken gökyüzünde süzülerek birlikte olmak ve hırlamak istiyordu.
Bu yoğun duygular gözlerimi yaşartıyordu. Acı bir mutluluktu bu. O kadar eziyet vericiydi ki, Taehyung dudaklarının üzerine dudaklarımı bastırırken gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Dudaklarının üzerine öpücükler sıralarken bu davranışlarımın sorumluluğunu kurdumun üzerine atıyordum. Mücadele edemiyordum, çünkü Taehyung feromlarını artık yanımda yoğun bir şekilde salıyordu. Ona karşılık veriyordum.
O da aynı şekilde öperken, ağlamaya devam ediyordum. Bu duygularım yavaş yavaş daha şiddetli bir duygunun kapısını aşılıyordu. Buna engel olmak mümkün değildi. "Belki sen kılamazsın," diyordum ve ellerim titreyerek ensesini sarıyordu. Ve her şey kontrolümün dışında ilerlemeye devam ediyordu.
Öngörebiliyordum. Ne yapacağımı biliyordum ve bunun sonucunda cezalandırılacağımı da. Ama engel olamıyordum. Benim ona değil, onun bana bağımlı olmasını istiyordum. Bu kuşkularımın son bulmasını. Bu yüzden onun benim yüzümden taşan öpücüklerine, bedenimi sarıp sarmalayan iç kıydırıcı, güneylerimi titreten dokunuşlarına izin vererek bende dudaklarımı o kokusunun beni mest ettiği yere doluyordum dilimi. Ve yemin ederim, bunu tekrar yapabilmek için her şeyimi verirdim.
Sonrasında dişlerim kamaştığı yerden çıkarken, o kadar yeniydi ki bu durum. İçinde sıkıştığım benliğim kurdumun bana kurduğu zincirlerin etrafında çığlık atmama sebep oldu. Görmek istemedim olacak olanları, lakin çoktan o lezzetini tatmış dudaklarım onun beni sarhoş eden kokusunun olduğu yerini kanına sulandırmış bir biçimde ağzımın içinde eritti. Dişlerim orada asılı kalırken, Taehyung acı içinde çığlık atarak benden uzaklaşmaya çalıştı.
Dehşet içindeyken kendimi onun kucağından düşmüş bir halde zemin üstünde bulduğumda, kalbim ağzımdan çıkacakmışçasına heyecanla atıyordu. Nefeslerim hızlanırken, zihnim bulanıklaşıyor ve en son Taehyung o şokla bana baktığını görüyordum. Eli boynunda, gözlerinin kırmızılığı yoğun parlaklığındaydı. Ama o gözleri... öylesine hoştu ki, ben tam olarak karanlığın içine zayıfça yenilerek düşmeden önce.
Çünkü odaya doluşan insanların bizim bu hallerimizin karşısında gösterdikleri tavırları görmüş olsaydım, eminim yeni fobimde bu sarayın içinde olan çalışanlar olurdu. Malum bir omeganın bir alfayı mühür yerinden ısırması normal değildi, özellikle bu alfa ülkenin geleceğini inşa etmekle hükümlü bir veliaht prens ise.
......
"Ama hadi uyanın prensim, ortalığı bu kadar karıştırdıktan sonra rahatça öyle yatamazsınız. Beni duyduğunuzu biliyorum, nefes alışlarınız hızlandı. Ama hadi prensim, özür dilemeniz gerek. Ve lütfen nasıl böyle bir şey yaptığınızı cesaretini anlatın bana. Sizin gibi omegaların nesli tükendi."
Kafamın içinden mi geliyordu bu sesler yoksa Sangsu'nun sesi hep benim beynimin içinde mi böyle raks ediyordu? Her türlü onun şu anda sürekli felaket tellalı gibi uykumun en sarhoş edici, bu genellikle Taehyung'la utanmaz şeyler yapacağım anlar oluyordu, sesi hep oradan hortlamaya başlıyordu.
Nihayet omuzumdan da dürtüldüğümden, makinaya alınmış cümlelere esneyerek cevap verdim. "Ne zırvalıyorsun Sangsu, neden uyutmuyorsun beni?" diyor ve yatakta tüm kasılan kaslarımın çakralarını açmaya çalışarak geriniyordum. Sanki rüyamda Taehyung üzerime çıkmıştı ve onun ağırlığı rüyalardan gerçek dünyaya fışkırmıştı. Bu kadar rahatsız hissetmem normal değildi.
"Sizce tüm saray sizi konuşurken, sizin burada öylece uyuyor olmanız normal mi?" diyen Sangsu'nun evham dolu sesi, yarım yamalak açılan gözlerimin tam açılmasına sebep olmuştu. "Niye beni konuşuyorlar ki?"
"Ciddi misiniz?" dedi ve ben yüreğime indiği yerden yatağımdan fırlarcasına kendimi toparlayarak kalkmaya çalıştım. "O şeyler rüya değil miydi?" diye afallaya afallaya konuşuyordum.
Ve onun kafasını sallıyor olması, rüya olmadığını onaylaması, rüyalardan gerçeğe taşınan dehşet verici olayların kafamda tek tek bütünleşmesiyle titremeye başladım. Ben Taehyung'un mühür yerine dişlerimi sapladım. Resmen ben boku yedim.
"Aman Tanrım, ben ne yaptım!" diye dövünüyor ve o anki ruh halimin ne olduğunu hatırlayamadığımdan, "Yaptım yapacağımı da iyi ki yapmışımdır. Mutlaka haklıyımdır ama şimdi bunu yaptım diye bana ne olacak?" diyerek kendimi motive edip daha sonrasında başıma gelecek olanların merakıyla Sangsu'nun bana diyeceği küçücük bir umuda tutunuyordum.
"Yani efendim size ne olur bilemem de ki bence bir şey olmaz." Dedi ve kısa süreliğine huzur verici bir soluk almamı sağladı. "Sadece cesaretiniz omegalar arasında hayranlık uyandırıcı bulunur. Ama alfa takımı için utanç, Kraliçe için ise sinir krizi olarak bulunacağını düşünüyorum."
Pekâlâ alfalar umurumda değildi. Ama o götü yere yakın olan kaynanam var ya, beni kesip biçerdi. Cinayet silahına bile gerek yoktu. Gözleri yeterdi.
"Kraliçe olanıyla cehenneme devam. Öldüm, bittim ben."
Döndüm durdum etrafımda panikle. Göt korkumdan Taehyung'un nasıl hissettiğini bile sorgulayamıyordum. Sangsu beni sakinleştirmek için ellerimden tuttu. Yumuşacık bir sesle, "Korkmayın, zaten düzgün ısıramamışsın. O yüzden bayıldınız ve Veliaht Prens..." diyerek ağzını büktüğünde, tamam, şimdi göt korkum iki katına çıkmıştı. Taehyung'a isteğim dışında zarar vermek beni fena halde üzerdi.
"Ne oldu Taehyung'a? Bana çok mu kızmış." Diyebiliyordum. Çünkü ciddi bir şey olsa, bu odada gailesizce uyumama izin verileceğini hiç ama hiç sanmıyordum.
"Yani yeni uyandı kendileri." Dedi Sangsu, bu bir nebze beni mutlu etti. Ama, "Muhtemelen gururu kırılmıştır. Onun sizi mühürlemesi gerekirken, sizin onu mühürlenmeye çalışmanızdan dolayı," demesi yüzünden moralim bozulmuştu. Benim yüzümden küçük duruma düşmesini hiç istemiyordum. Onun gurur kaynağı olmayı dilerken, üst üste hata yapıyor olmak beni kendi utancımla yıkanmama sebep oldu.
Boşluğa daldı bakışlarım. "Ama önceliği vücudundaki zehri atmak olacaktır. Doktorlar ona güçlü ilaçlar hazırladılar. Yoksa bu kadar hızlı toparlanamazdı zaten. Bu yüzden onun sağlığı hakkında endişelenmeyin. Biraz istirahat ettikten sonra eskisinden daha da güçlü olacağına eminim."
"Ben Taehyung'un ölmesine mi sebep oluyordum?" diyor ve bu durum ciddi anlamda ürpermeme sebep oldu. Bunu yaparken nasıl kontrol edemedim kendimi. Nasıl bu kadar pervasız davrandım. Bencilce. Onu kendime tamamen ait olsun diye nasıl bu şeye cesaret ettim, hem de rızasız bir şekilde. Özür dilemeliydim. Bu nedenle, "Hemen gidip görmem lazım onu," diyerek odanın dışına çıkmak için harekete geçiyordum.
Ancak, "Bu pek mümkün değil efendim," diyen Sangsu yüzünden duraksamak zorunda kalıyordum. "Nedenmiş o," dedim ve o bana, "Kraliçe sizin onun yanınıza gitmenizi şimdilik yasakladı. Sanırım oğlunun sizinle evlendiğinden beri sürekli sağlıyla ilgili birtakım sorunlar yaşamaya başlamasını size yormuş olacak ki, bir müddet korumaya çalışıyor," diyerek, seri katil olma yolunda ilerlediğimin başlangıç cümlelerini apaçık söylemiş oldu.
Dolaylı yoldan Kraliçenin düşüncelerini söylemiş oldu.
"Kaynanama çok kırıldım." Derken bile yanında ne kadar da kibar olmak için çaba sarf ettiğim anlarımı yad ediyordum. Yine de benim önceliğim o değildi, Taehyung'tu. Benden nefret etmesinden çok korkuyordum. Gözlerinin içine bakmalı ve oradan neler geçtiğini anlamam gerekiyordu. "Ama Taehyung'u görmek istiyorum."
"Asmayın suratınızı lütfen. Bu geçici bir süreç nasıl olsa."
"Buna tahammül edebilirim." Diyerek acı bir gülümseme kondurdum yüzüme. "Sonuçta biraz utanıyorum bu davranışımdan ötürü." Sonrasında içimdeki vicdan azabını birine atma gayesiyle, çünkü insan bunu biraz olsun yaparak rahatlayabiliyordu, Sangus'yu hedef alarak konuşmaya başladım. "Yine de bence en büyük hata sende. Beni güle oynaya oraya hazırlayıp gönderirken çaktırmalıydın. Bende ona göre kendimi hazırlardım. Daha farklı bir geceye sahip olurduk. En azından bu facia yaşanmamış olurdu."
"Ben emir kuluyum." Diyerek boynunu büktü. "Kraliçeye karşı gelmem mümkün değil. Biliyorsunuz. Ne olur beni affedin."
Ayaklarıma kapanınca hemen onu durdurmaya çalıştım. "Tamam, tamam. Bir şekilde affederim." Diyerek kendimden çok onu teskin etmeyi başardım. Elbette bu benim, bu durumu menfaatime yormayacağım anlamına gelmezdi. "Taehyung'un durumundan beni haberdar edersen ve kimsenin anlamayacağı şekilde yanına gitmemi sağlarsan affederim seni."
Kararsız kalmıştı. Lakin ben ona rest çekerek bakıyor ve o zehir gibi duran gözleri fıldır fıldır bir şeyler düşündükten sonra nihai karara varıyordu. "Ah, bunu yapabilirim." Diyebiliyordu.
Sözünün eri bir kızdı. Ona güveneceğimi biliyor ve içimdeki ölü duyguları atmaya çalışırken, odamın içinde kulunca yatmışçasına ondan gelecek haberi bekliyordum. Bu haber akşam yemeğinin saatinden baya geçtikten sonra bana ulaştıktan sonra, tamda ondan daha sonrasında istediğim gibi sıcak bir çorba getirmişti.
Evet, erkeğimi kendi ellerimle besleyerek kendimi affettirmeyi planlıyordum.
Sangsu benim için tekrar ortalığı kontrol ediyor ve onun bana işaret vermesini bekliyordum odamdan çıkmadan önce. Verdiği işaretle öyle acele hareket etmiştim ki, elimdeki çorbanın dökülmemesi bir mucizeydi. Korku, heyecan ve garip bir huzursuzlukla Taehyung'un odasının kapısını çaldım. Ses veren olmayınca, uyuyor olabileceğini düşündüm.
Daha tam toparlanamamıştır diye düşünüyor, gözlerimin onu görme arzusunu bile bastırabilmek için odasının içine girme cesaretini gösterebiliyordum.
Ama cesaretim birazcık kırıldı. Taehyung'un kırışık çarşafları dışında bir şey görünürlerde yoktu. Odanın içinde durdum. Akan suyun sesini duymak, onun duş aldığını gösteriyordu. Pekâlâ yatağının üzerinde oturup bekleyebilirdim. Bunu yapacaktım, cidden bunu en ulvi görevmişçesine yapacak ve ondan nasıl özür dileyeceğime dair senaryoladığım olayı kafamda bir kez daha tekrar edecektim.
Ama ben sanki tüm bu düşüncelerimi o odanın kapısının açık olduğunu görünce unutmuş gibiydim. Çünkü bir keresinde girmeye çalıştığımda hemen kapısını kilitlemiş ve ben bir daha o kapının ne açık olduğunu ne de kilidini üzerinde görebilmiştim.
Fakat şimdi kapı açıktı. Kapının içerisinden loş bir kırmızı ışık yayılıyordu. Taehyung'u büyük bir sırrından ziyade, onunla ilgili bir şeyi daha bilme arzusuyla kafam karışıyordu. Evet bunu yapmamam gerekiyordu.
Yaptım. Çorba kasesini taşıdığım tepsiyi onun odasındaki masanın üzerine bırakıyor ve o hemen fark etmeden hemen içeriye göz atıp eski yerime geçmeyi planlıyordum. Bunun için acele ederek odanın kapısından sızıyor ve ilk seçmekte zorlandığım şeyler karşısında elim ağzıma gidiyordu.
Çünkü orada Taehyung'a ait bir şey yoktu. Orada, onunla ilgili şeyler vardı. Birazı toplanmış, birazı yırtılmış ve birazı da yeniden var edilmeye çalışılmıştı.
Belki de benim seninle ve senin aşkınla olan mücadelem, o kapıyı açmakla başladı. Kırmızı ışıklar altında yarattığın eserlerin gölgesinde sakladıklarınla. Ve daha sonrasında bana söylediğin o sakındığın yalanın gözlerime böylesine serilmesiyle. Çok kırgındım sana ben Taehyung, bütün saçmalıklarımı bile yapamayacak kadar kırgın ve yaşamaktan bıkacak kadar çaresizdim. Bu yüzden bizi ayırmak isteyen herkese inandım. Senin aşkın hariç her şeye inandım.
..
Bölümün sonuna geldiniz. Tatlış bölümlerimizin gişeleri kapandı ve geriye kaosların açılış
ı başlamıştır. Teşekkürler. :D
artık herkesin gerçek yüzünü görme vaktidir, teorisi olanı alalım?
Ben Nicotesy, sizi seviyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.23k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |