Merhabalar; bu bölüm için yorum yapamayacağım ama yukarıdaki medyaya bakın. İlk bölümden yazdığım bir şey. Ona göre okuyun yani.
Püf. Kaos ve dram seviyorum diye dövmeyin. Akışına okuyun tamam mı?
İyi okumalar...
Fiyaskolar içinde kalakalmıştım. İmdat!
Acıyla inleyen birkaç sesin yanında benim şu anda kalp krizi geçirdiğimi sanmamın ne önemi vardı? Hoseok bayılmışsa ne olmuş, zaten uyandığında bayıldığı yerin bir mezarın üstü olduğunu görünce tekrardan bayılırdı muhtemelen. Sonuçta Yoongi saçlarının arasından sızan kan damlalarını gördüğünde kan tuttu diye bayıldıysa veya Seokjin artık deforme olmuş yüzünün kahrından dolayı bayıldıysa ne olmuş yani. Sonuçta ölmemişlerdi değil mi?
Ama ben, zavallı ben her an acı içinde şuracıkta çömelerek kalakaldım yerimde.
Annem ve babam olayı çok bilinçli ebeveynlermiş gibi ele alırken, benim korkudan feri dönmüş bir tavşan gibi kaynanamın sesine kulak kesilmem... kesinlikle arkadaşlarımı satıyor olmamla alakalı değildi. Biliyorsunuz. Bu kadar kan ve teri biz sadece Taehyung için yapıyorduk. Diğerlerini de bir adak niyetine kullandığımıza göre bence benim gidip de dönmeyen Kraliçeye bakmamda hiçbir sorun yoktu.
Zaten götü kokuşmuş bir halde zorlana zorlana, "Yardım edin," diye cızırdayan kaynanamı çamurun içinde oynayan bir domuz gibi görürken, bu durum beni daha çok dehşete düşürdü. Sen bu hallere düşecek kadın mıydın oysaki. Hemencecik ona yardım etmek için koşuyordum ki, işte o zaman başladı bizim travma.
Yeri göğü inletircesine bir ses duyuldu. Kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Eğer biri gece gece buraya gelip can sıkıntısından torpil patlatmadıysa, silah sesi duymuştum ben. Silah? Ne oluyordu burada şu anda. Bizi yakalamaya mı gelmişlerdi? Bu olamazdı. Hiç yasal değildi. Tıpkı bu saatte bizim burada olmamız gibi.
Kraliçe bana git işareti yaptı. Anlam veremeyerek elimi uzatmaya çalışırken o elindeki USB'yi ileriye doğru fırlattı. "Kaç Jungkook," dedi. Benden bunu neden istediğini bile anlamazken refleks olarak kaçmaya çalıştığımda o da yerinden kendisi kalkmış ve annemin bana karşı çığlık atışını işitmiştim.
"Jungkook kaç, bu adamlar seni soruyor!"
Ne? Neden? Şaka?
Korkarak kaçmaya başladım. Ama inanın neyden kaçtığım konusunda en ufak fikrim bile yoktu. O peşimden gelen insanların benden ne istediği konusunda da. Cidden de birileri geliyordu peşimden. Çünkü neredeyse bir tazı gibi koşmaya çalışırken, daha ikinci dakikasında bacaklarım sızladı ve ben çantada bir keklikmişim gibi sekerek koşmaya başladım. Arkamda neler oluyordu, ailem iyi miydi? Onları şu anda gerimde bırakıyor olmak ne kadar onurlu bir davranıştı?
Düşünmeye zaman yoktu. Ve bu kaçmanın sonu da. Çünkü mezarlığın sonuna gelmiştim. Beni ölümüne korkutan hayaletler ve yoğun karanlık zaten şimdi düşüp bayılmama yetecek kadar öldürücüydü. Ki çok zayıftım. Peşimden sadece biri geliyordu. Onu alt ederim sanıyordum. Lakin karşımda iri cüssesiyle duran alfa bana doğru geldiğinde ve yüzünün yarısını açığa çıkaran o görüntüyle donup kaldım. Tam ağzımı açıp kendimi müdafaa edeceğim türden cümleler sıralamak için hamlede bulunacaktım ki, elinin arkasından ortaya çıkan görüntüyle zangırdamaya başladım.
Ben hayatımda hiç silah görmemiştim bile. Ve o şey bana doğru uzanmıştı. Öleceğim diyordum, hem de mezarlıkta. Benim ölümüm bu kadar kolay olmamalıydı!
Gözlerimi sıkıca kapattım. Sonunda cennete gidiyordum. Herhalde öyle olacaktı ama adam bana, "Zorluk çıkarmayın," deyince, kapalı gözlerimden birini açtım. "Çıkarmıyorum zaten gördüğün gibi. Sadece acı çekmeyeceğim şekilde beni öldürme nezaketinde bulunmanı istiyorum," dedim. Kafası karışmıştı. Hayır ne bekliyordu, yalvarmamı mı? Ben öleceksem bile asaletimle ölürdüm, o kadar.
"Sizi öldürmeyeceğim," dediğinde, bana aniden yüklenen öz güvenli duruşun haddi hesabı yoktu o sırada. Mesela korkuyla bacaklarım bacaklarımın üzerine binmişti. Onlar çözüldü. Omuzlarım dikeldi, bakışlarım daha cesur durdu. Çenemin asaleti ise ayrı bir olaydı. "O zaman benden ne istiyorsun geri zekâlı," diye çemkirirken, adamın şoke olan yüzü ise ayrı bir güzeldi.
"Sizi bir yere götürmekle görevlendirildim ve sizin zorluk çıkaran bir tip olduğunuz söylendi."
Bütün bu tantananın sorumlusu oluyor olmak her ne kadar hoşsa, aklımı bulandıran ve bu aklı adama verenin Sehun veya annesi olduğu konusunda hemfikirlerdi.
Onların varlığı bile artık zihnimin ürpermesine sebep oluyordu. "Alla alla o her kimse, pek iyi tanıyormuş beni. Ben felaket can sıkıcı bir tipimdir. O yüzden her ne yapacaksan yap şimdi. Seninle hiçbir yere gelmeye niyetim yok benim," diye adamın yanından teğet geçip gitmekti niyetim.
İşte bana zarar vermeyeceği konusunda emin olmuş hem de bana zarar verecek olsa bunu çoktan yapardı düşüncesiyle buradan öylece elimi kolumu sallayarak sıyrılacağımı düşünmemi sağlamıştı.
Tabi her şey adamın daha da sertleşen sesiyle, "Bakın o zaman işler değişir," demesiyle bir bozguna uğramadı değil.
Ama ben, yine ben... hep bildiğiniz gibiydim.
"En fazla beni öldürebilirsin," diyordum. Belki deli deliyi gördüğünde sopasını saklar dedikleri o rivayet gerçek olurdu benim için. Onun tutkunluğunu taşıyarak, "Eh, bunda da bir problemim olmadığına göre..." diyor ve az önceki korkusuz cengâver tavrımla bunu net biçimde gösterdiğime inanıyordum. Adamın kısa süreli ne yapacağını bilememiş olması da beni rahatlatmıştı. Adamla şimdi neredeyse karşı karşıyaydık. "Pekâlâ, senin bana bunu yapmaya niyetin yok. Ben gidiyorum. Bay bay."
"Hey durun," diye arkamdan seslenirken, tabi ki ben hızlı adımlarla adamın yanından kaçmaya çalışıyordum.
Lakin öküz adam benim o minnoş serçe bacaklarımın hızını geçerek karşıma geçtiğinde, "Ananın amı ama," dedim elinde duran fıskiyeli küçük cam şişeye bakarken. Ne olacağını tahmin etmek güç değildi. "Siz istediniz," derken yüzüme sıktığıyla kısa bir süre boğulacağım sandım, "Neyi ben istedim?" diyerek cılızlaştı sesim. Ve benim çevremi saran karanlık şimdi ruhumu da sarıyordu. "Ama bu devirde bunu yapan mı var?" dedim, bu kadar boktan bir olayı da yaşamış olmaktan dolayı.
Sonrası hatırlayamayacağım kadar çok karanlık ve sis bulutuydu.
Sanki yağ tabakasından su yüzeyine çıkmaya çalışan bir hava baloncuğu gibiydim. Önce ağır sonrasında ise hafif. Nefes aldığımı hissetmeye başlarken, karanlığın beni yoran parıltısı yerini saf ışığa bırakmak üzereydi. Ve zihnim durmaksızın bana alarm veriyordu. Tehlikedesin, uyan. Ama bu duyduğum komutlar beni daha çok korkutuyor ve tamamen zinde olduğumu fark etsem de kendimi güvende bulamadığımdan gözlerimi açmaya çekiniyordum.
Ama bulunduğum yeri anlamaya da çalışıyordum. Kaçırılan insanlar genellikle rahat bir yerde yatıyor hissine de sahip olurlar mıydı acaba? Fakat ben burnumu dolduran temiz çarşafların kokusunu, kaynayan veya fokurdayan bir sıvının sesini işitebiliyordum. En tehlikeli olanı da beni izlediğini hissettiğim bir çift gözün ağırlığı.
O her kimse ise, bana bu saatten sonra Taehyung'dan başka bakan bir alfanın bakışları ölümcül hissettirecekti.
Fakat bu oyunu daha fazla sürdüremedim. Gözlerim istemsizce beni bekleyen o ışığı alabilmek için açıldılar. Sertçe yutkundum. Gözlerimle hızlıca karşımda gördüğüm odanın nereye ait olduğunu çözmeye çalışıyordum. Ama burası ancak bir stüdyo olabilirdi. Stüdyonun ortasına bırakılmış bir yatağın içindeydim. Etrafımda beni sunacak birden çok fazla ışık vardı. Kollarımı hareket ettirebiliyordum. Fakat aynı şeyleri bacaklarım için söylemek mümkün değildi.
Ve beni izleyen gözleri görmek için kafamı kaldırdım. Işığın arkasına sığınmıştı. Ve onun kim olduğunu anlamıştım. Kızıl saçlar, Sehun'un olduğunu gösteriyordu. Ona olan nefretim, ne kadar aciz olursam olayım bana şu anda kuvvet veriyordu.
"Korkak," dedim sinirle. Ayağımı çekiştirmeye çalışınca canım acıdı. "Seninle aynı hisleri paylaşmıyorum diye bana yaptıklarına bak."
"Bunu sen istedin," diyerek kendisini ortaya çıkardığında yüzündeki o ifade beni dehşete düşürdü. Gözlerinin altları çökmüştü ama bana bakan gözlerinin içindeki parıltılar, o kadar sinsi ve zevk alır gibiydi ki... bana uzun uzun bakan bakışlarını görmezden gelmeye çalışıyordum.
Ve onun şu anda tanıdığım kişiden çok uzak duran tavırları karşısında suçlanıyor olmak kanıma dokunmuştu. Hayatıma bu kadar musallat olması da öyle.
Cinlerim tepemdeydi. Ama biri beni ılımlı konuşmaya davet ettirmeliydi. Biliyorsunuz ki, ben felaketleri beraberinde getirmeye başlayan bir hayat serüvenine sahiptim. Sanki biri benim mutlu olmamam için tüm hayatıma giren insanların bir diğer çirkin yüzünü göstererek bana ders vermeye çalışıyordu. Hayır ders almayı sevsem, okuldaki derslerimi severdim. Kuracağım bağlantıyı, bu lanet olası hayatımı boka çeviren herkesin ağzına sıçayım.
Ağzımdan tükürükler saçarak bağırmaya başladım ona, çünkü çok öfkeliydim.
"Ben mi istedim? Ne saçmalıyorsun?" diyerek gözlerim çıldırmış olduğum bakışlarımı sineye çekti. Hayal kırıklığı peyda oldu üzerimde. "Ya ben sana değer verdim. Sana güvendim. Ben senin iyi bir insan olduğunu düşündüm. Ama bunların her biri senin bana gösterdiğin aldatmacalardan başka bir şey değilmiş."
Biraz daha yanıma yaklaştı. Ama o yaklaştıkça ben ondan uzaklaşmak istedim. Lakin ayaklarımdaki şeyler yüzünden yapamadım ve ellerimden birinin bağlı da olmaması beni aşırı savunmasız yapıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi sanki benden daha çok çekmiş ve dert yanmış gibi, o eski haliyle duruyordu. Ama o adam, benim tanıdığım Sehun değildi.
"Neden Jungkook... neden ben değilim de o?" dedi acizce. Sonra kirli bir kibre kapıldı dili. "Ben her daim senin yanında oldum. Seni sevdim. Senin canını yakmadım. Ama sen benim duygularımı hep görmezden geldin. Hem de onun gibi biri için. Bunu hak etmiyordum. Sen, kendini kaybettin ama ben sana doğruyu göstereceğim."
Her daim Taehyung'un yermesine tahammülüm kalmamıştı. Ona karşı bu denli kin ve öfke duymasına dayanamayarak, "Sen bu yaptıklarınla onun tırnağı bile olamazsın. Bir de canımı yakmamışım, mış da mış!" diye küçük çaplı bir ironi savaşına girdim. Kendi halimi gösterdim ona. "O zaman ben niye bu haldeyim? Senin adamların beni niye buraya zorla getirdiler. Sen onun hesabını ver bence."
Ben ondan bir cevap beklerken onun bahaneci köpekler gibi havlayan sesini işitmek zorunda kalıyordum.
"Benimle konuşmak hiç istemedin Jungkook. Benim suçum olmamasına rağmen sen beni yargıladın ve Taehyung'un başına gelenler için beni suçladın."
Sehun bu konuda halen kendisini masum sanıyor olmasına hayret ediyordum. O yaptığın şeyin, ülkeyi birbirine kattığı durumun hiç farkında değildi sanırım. Ama ona hatırlatmaktan zevk duyarak, "Çünkü ona komple teorisi kurdunuz. İftira attınız. Sırf onun yerine geçebilmek için," dedim ve yüzüm buruştu. "Beni kullandın. Benim saflığımı kullandın sen. Seni asla affetmeyeceğim."
O soğuk sesimden artık pes etmişti. Gerçek bir vazgeçişle, "Artık beni affet diye yalvarmayacağım senden," dedi ama nedense bu bir anda var olan sessizlik canımı sıktı. Çünkü arkasını dönmüştü.
İrkilmeden edemiyordum. Çünkü artık onu tanıyamıyor ve sınırlarını tahmin bile edemiyordum. Benim bu hale gelmeme bile razı gelmişti, sevdiğini söylemesine rağmen. Şimdi bana arkasını dönerek ne planladığını bilmek istiyordum.
Çekindim. Ama ona zayıflığımı belli etmemeye çalışıyordum. "Öyleyse ne istiyorsun?" diye sordum.
İşte o zaman arkasını döndü. Çenesi seğiriyor ve bana bakan yoğun gözleri çılgıncaydı. Kurdunun açığa çıkmasının dehşetini yaşıyordum. Bilakis bana daha fazla yakın durmaya çalışırken, ona dokunamayacağım, bir tane yumruk çakamayacağım kadar uzakta dururken.
"Jungkook... sadece seni bir kez olsun hissetmek istiyorum." Dediğinde iki kaşım sertçe çatıldı. Duyduklarımın gerçek olmamasını diliyordum. Lakin sözlerini özdeştiren bakışları üzerimde sürünüyordu. "O konuşurken beni ağlatacak kadar içimi eriten tatlı dudaklarını, gözlerinin içine bakmayı, belini okşamayı, saçlarına dokunmayı istiyorum."
Kalbim korkuyla hızlandı. Ellerim titriyor ve kafam buz gibi olup birden saman alevine tutuşmuş gibi cayır cayır yanmaya başlıyordu.
Gözlerimin içindeki damarlar bile çatlayacak gibi oldu bağırırken. "Sen ne saçmalıyorsun orospu çocuğu! Görmüyor musun? Kör müsün ben mühürlendim Taehyung'la." Diyordum ama o bana benden çok ama çok sakin görünecek bir şekilde, mührüme bakıyor ve orayı parçalamak ister gibi dişlerini sıkıp bırakıyordu. "Görüyorum... şimdi o dişlerin üzerine dişlerime bastırarak seni kendime sahiplenmek istiyorum."
"Bunu yaparsan seni öldürürüm."
Ve asla bunu yapamayacağımı düşünmeyin. Gerçekten bunu yaparsa öldürürdüm onu. Bu deli manyağı kazığa oturttururdum.
"Ben zaten ölüyüm." Dedi ve utanmadan söylediklerinden sonra yüzüme baktı. Oysa ben onu öldürmek ister gibi bakıyordum. "Senin bana nefretle bakan gözlerini gördükçe ölüyorum. Bunun bu kadar acı vermemesini istiyorum. O nefreti hak etmek istiyorum."
Kafayı yemişti. Düşünemiyordu. Bu haldeyken ondan kurtulmam mümkün değildi ve o bunu yapabilecekmiş gibi görünüyordu.
Titriyordum. "Sehun, kendine gel. Lütfen. Ben Taehyung'u seviyorum." Dedim ama o bana, "Artık hayatında o olmayacak," dedi soğukkanlı bir şekilde. Artık duyacağım şeylerden daha çok korkuyordum, "N-ne diyorsun," dedim.
"Bak," diyerek cebinden çıkardığı nesnenin düğmesine bastı.
Ve bir anda yan tarafımda duran yerden bir gürültü duyulunca kasılarak kafamı çevirdim sol tarafıma. Ama ekranda yansıyanla donakaldım. Artık dilimin tek bildiği şeyi, "Taehyung..." diye adı düştü.
Oradaydı. Bir odanın içinde elleri kelepçeli. Saçlarını yolmak ister gibiydi. Ne kadar zayıf ve çaresiz duruyordu. Başında biri vardı ve ara ara kameraya bakıyordu. Orada ne yaptıklarını bilmiyordum ama üniformalı adamın gerçek polis olmadığını anlayabiliyordum.
"Başında duran kişi benim adamım. Tek bir telefonumla kafasına girecek o kurşun. Onun öldüğünü izlemek ister misin?"
Ekrandan ayırmakta güçlük çekti gözlerim. Bir insana bakmıyordu artık benim gözlerim. Zıvanadan çıkmış ruh hastasına şahit oluyordum ben. "Bunu neden yapıyorsun bize?" dedim ama artık dayanamıyordu gözlerim. Kalbim acıyordu.
O ise gözyaşlarıma bakıyor, "Çünkü onunla değil, benimle mutlu olmanı istiyorum," diyordu gülümseyerek.
"Sen delirmişsin. Kafayı yemişsin. Çıkar şu ayaklarımdaki zincirleri. Seni kendi ellerimle öldüreceğim."
"Peki," dedi ve telefonunu çıkardı. Bunu yapacak mıydı? Sahiden bu kadar ileriye gidebilirdi. Çünkü tuşları çevirdikten sonra ekrandan adam telefonunu çıkardı.
"Hayır, dur. Yalvarırım, dur." Diyerek onu durdurmaya çalıştım. Tereddüt ederek bana bakıyordu. O telefonu kapatması için her şeyi yapabilirdim. Taehyung'un orada can çekişerek öldüğünü görmek istemiyordum. "N-ne istiyorsun benden," dedim korka korka.
"Sadece senin dudaklarından öpmek istiyorum," dedi ve ben uyuştum. Eğer bu tantanın sona ermesi için öpmekle geçecekse, bunu yapabilirdim. Yapmak istemiyordum. Eğer belki o kadar yakınıma gelirse, kafasına vururdum kafamla. Kalın kafalı olmam bir işe yarardı. Bir şekilde boğuşmaya çalışırdım. Evet, bu şekilde şansımı denemeliydim.
"Tamam." Dedim bu düşünceyle. Ama o, "Seni tanıyorum Jungkook... bu kadar kolay kabul etmenin bile aklında bir planın olduğunu gösterir," dediğinde, daha da çaresiz hissettim.
Ağlayarak öfkemin sınırlarını aşıyordum. "Gözümün önünde Taehyung'u öldürmekle tehdit ediyorsun psikopat." Diyordum. Fakat, "Doğru, ama senin için neler yapıyor olduğumdan umarım etkileniyorsundur," diye sırıtıyor ve beni o korkunç gülüşünün etkisinde bırakarak uzaklaşıyordu.
Vazgeçtiğini daha umamadan, o elindeki iğneyle karşıma çıkıyordu.
"Bekle, bu ne? O iğneyi bana yapmayacaksın değil mi?" dedim ama çoktan, üzerime geldi ve ben daha debelenmeden o sert elleriyle boşta kalan kolumu sıkıca tuttu. Hareket etmeme dahil izin vermedi. O iğnenin acısı, "Üzgünüm Jungkook, ama sana hiç güvenmiyorum. Bak orada senin için şifalı otlarda hazırlıyorum," diyor, ben kanıma nüfuz eden o yakıcı his yüzünden ağırlaşıyormuşum gibi hissediyordum.
İlk kolumdan başladı uyuşma. Dilime kadar hızlıca yayılmaya başladılar.
"Sen... ne... boklar çeviriyorsun?" dedim ama kirpiklerim ağır ağır bir açınıp kapandılar. "Hissedemiyorum hiçbir şey."
"Evet ama o her şeyi hissedecek." Dedi, başım ekrana doğru döndü. Taehyung'un duvara ellerini dayadığını gördüm. Yanındaki o adam gitmişti. Ve o bana bir şey yapacaktı.
Taehyung... kurtar beni, lütfen.
"Yapma. İstemiyorum. Öldür beni." Dedim ağlayarak. Dayanamıyordum. Taehyung'un orada o perişan içinde kafasını duvara vurmaya başlamasına dayanamıyordum. Hırlıyordu.
"Canından vazgeçecek kadar seviyorsun onu," dedi Sehun. Ama ona bakmak istemiyordum. Gözlerim Taehyung'a bakmaktan vazgeçemiyordum. "Tamam Jungkook. Sen kazandın." Dediğinde bir umutla döndü başım. Vazgeçmiştir diye. Ama o ikinci iğneyi yapmaya koyuldu.
"Hayır uyumak istemiyorum." Dedim dilimin son dönüşüyle. Çünkü korkarak kafamı tekrar ekrana çevirdiğimde, Taehyung'u bulanık görüyordum. Ama Sehun'un sesini boynumda hissederken, canım çok acıyordu. "Merak etme, artık uyanmak istemeyeceksin."
O parmakları saçlarıma dokundu. Hiçbir şey yapamadım. Mühür yerimden öptü. Kül oldum. Çünkü daha şimdiden Taehyung'un öfkeyle çığlık attığını duydum. "Çünkü o mührü söküp alacağım senden. Bu en büyük azabın olacak. Burada, benimleyken." Kafamı çevirdi kendisine doğru. Onu görmek istemiyordum. Gözlerim güçsüzce kapandı. Parmakları dudaklarımın üzerini törpüler gibi dokundu oraya. Artık tüm umudumu almıştı benden. "Ve ayrıca Jungkook. Kraliçenizin saklamaya çalıştığı kanıtlar burada." Açılmak istemeyen gözlerimi son kez açmaya çalıştım.
Kraliçenin elinde olan USB onun elindeydi.
"Taehyung orada çürüyecek, sen ise benim yanımda. Bence harika bir son oldu herkes için. Herkes ait olduğu yeri sonunda buldu." O tiz gülüşü, dudaklarımın üzerine kondu. "Çok güzelsin masumiyetim. İyi uykular."
Oysa ben sadece Taehyung'un çığlıklarını duydum. Bu azap hiç geçmedi benden.
Sehun... sen benden her şeyimi aldın. Benim Taehyung'u mu aldın benden. Dokunmadın belki bana. Ama ne önemi var... mührümü bozdun. Sen beni öldürdün, iyileşemeyecek yaralar bıraktın. Taehyung'un gözlerinin içine bakamayacak hale getirdin. Öyle bir hale getirdin ki beni, kendi doğacak çocuğumdan bile şüphe ettim ben. Sendendir diye korkup yok etmek istedim. Hem onu hem de kendimi.
....
Tamam biraz daha üzeceğim sizi, taekook arasında yazmak istediğim bir sahne var. İçimde kalsın istemedim.
Anlamayan olursa diye eklemek istiyorum. Yukarıda cümlede geçiyor yine de eklemek istiyorum. Sehun dokunmuyor ona. Mührü iksirle, otlarla bozuyor. Şaman getiriyor yani. Bir ficimde de bu şekil mühür bozdum. Ama bu acı veriyor. Çünkü taenin halen mührü duruyor...
Biraz acı sahne yazacağım sonra... power intikam okey 🫣 delta çocuk doğurmak kolay olmayacak yani :D
Ben Nicotesy, korkuyorum sizden.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |