Huhuhu kimler burada? Okuyanlar el atsın.
Uzun tuttum, sizden de yorum görmek isterim. NE İSTEYİM BAŞKA BEN AĞAAAĞA
Bölümün bir yerinden sonra zaman atlaması var. Okuyun işte, tahammülüm kalmadı biraz daha yazmaya dkjschalıskdjşkis
İyi okumalar...
Gözlerimin önünde tüm renkler amacını yitirdi. Bir boşluk sardı etrafımı ve dumura uğradım. Her şeyi şimdi kaybettiğimi anladım. Bulduğum bu anlam öylesine çok acımasızdı ki, bir taşa dönen kalbimin üzerinden ezdi geçti, taşa dönüştüren bir adamın bakışları. Medusa benim bin bir yerimden bıçakladı. O da kendimi ona karşı acımasız ve suçlayıcı hissetmemden dolayı. İlk defa kendime çok kızdım. Yargısız infaz yaptığım için. Çünkü içten içe onun beni hiç seveceğine inanmamıştım.
Buydu benim kaçışım. Buydu benim sorunum.
Kendimi bu yarattığım kaosun içinde başrol hissediyor olmamamdı.
Boşluğa baktırdı bana o sözler. Ne demek Taehyung her şeyi bırakıp gitmişti. Veliaht Prens olmaktan vazgeçmişti. Bu kadar kolay mıydı, uğruna hiç tanımadığın biriyle evlenmeyi göze aldıktan sonra. Bu kadar ucuz, bu kadar dramatik olamazdı her şey. Bir kere Medusa'ya yakışmazdı. O oyunları severdi, yapıp aslında öyle olmadığını söylemeye bayılırdı.
Ve şimdi karşımdaki insanın sahtece dökülen gözyaşlarını izlerken hiçbir merhamet taşımıyordum içimde. Hakkı yoktu. Bu kadar derin yaralayıcı olayların sonucuna varması için uğraştığı bunca çabadan sonra öyle ağlayarak kendini rahatlatamazdı. Bir şeyler yapmalıydı. Ben sıçmıştım ama o da temizlemek zorundaydı.
Dişlerimi sıkıyordum ona bakarken. "Ne saçmalıyorsun Jimin, ne dediğinin farkında mısın sen?" diyerek onu omuzlarından kavrayarak sarstığımda tüm gücümü kullanıyordum. Onun içindeki o aşağılık kişiyi bulup çıkarmak ve tamamen ezmek istiyordum. "Taehyung bu, böyle çabuk kolay pes eder mi sanıyorsun? Hem de ona kazık saplayanlardan biri kuzeniyken." Ya da ben.
Sinir krizimin en uç noktalarına tırmanmak üzereydim, "Sırf kral olabilmek için evlendi bu adam hiç tanımadığı biriyle," diyerek okları kendime sunuyor, ondan bir cevap bulamadıkça çıldırıyordum. Ama nasıl bir cevap verebilirdi, o ne yapabilirdi? Zaten yapmıştı bu zamana kadar yapacağını.
Ama o sanki bugün niyet etmişti beni mahvetmeye ve kendimi daha da kötü hissetmeme.
"İşte bu yüzden onu mahvettiğini söylüyorum," diyor ve öfkeyle çatışık kirli dili benden kurtulduğu için düşünceli şekilde konuşuyordu. Korkuyordu. "Tüm bunların bununla sınırlı kalmayacağını da biliyorum," diye geveliyordu.
Artık daha fazla sır kaldıracak halde değildim. O şam şeytanı gibi eğilip büzülen yüzüne çemkirerek, "Bir şeyler biliyorsun sen," diyerek ona çıkıştığımda, sanırım ağzımdan saçan tükürüklerden nasibini aldı ve korkarak benden uzaklaştı. "Hayır onların ne kadar tehlikeli olduklarını biliyorum," diyor, onlar kim, diye sorguluyordum. Sehun'un annesi miydi? Yoksa artık tam olarak Sehun'un kendisi miydi?
Ve Jimin bana bakmaya devam ederek, "Ve birilerine bile isteye nasıl da zarar vereceklerini de" diyor ve sanki gözleri bir şeyleri anımsarcasına kabarıyor, irisleri büyüyordu karşımda. Aynı tepkileri yaşamaya başladım o konuşurken, "Zarar vermek, düşündüğüm türde bir şeylerden mi bahsediyorsun," diye sordum. Ciddi bir şekilde, "Evet Jungkook," dedi, tüm tüylerim diken diken oldu?
Şimdi aklıma bambaşka fikirler geliyordu. Belki Taehyung kayıp değildi, kaçırılmıştı ve çok daha fenası ile yüzleşiyordu. Tanrım, böylesine korkunç şeyler olabilir miydi? Yoksa ben yine hayal gücümün tesiri altında kafayı mı yiyordum?
Orada kafayı yemek üzereyken, Jimin, "Benden bu kadar," diyerek çantasını eline alıyordu. Bu kadar bok attıktan ve bok yoluna soktuktan sonra hayatımı, şimdi eteğindeki taşları dökmüş bir şekilde öylece buradan gitmeyi planlıyordu. Ve hayret ediyor, "Nasıl bu kadar gamsızca davranabilirsin," diyor, ama o bana öfkeyle bakıyordu.
"Sen şimdi öğrendiklerinle yıkıldın, ama ben yaşadıklarımla. Sözümü tuttum ve gidiyorum. Bundan sonrası sende, çünkü onunla halen evli olan sensin. Zaten neredeyse bütün her şey seninle ilgili değil mi? Sehun'u da avucunda tutuyorsun, merak etme senin burada yerin sağlam. Kimse seni incitmez, sen sana bulaşan insanlara üzül bence."
Beni kendiyle karıştırdı. O imalarından, kendisinden, ona dair her şeyden midem bulanıyordu artık. Son raddemdeydim ve artık dayanamayıp suratına okkalı bir tokat attım. Öyle sağlam vurdum ki neredeyse yere yapışıyordu ama dua etsin ki ona çok daha fenalarını yapmıyordum diye.
"Sen var ya," diye tükürüyordum suratına. "Benim nefretimi bile hak etmeyecek kadar ucuz bir kumaştan yapılmışsın. Seni öldürmediğime dua et, ama bu gamsız ve pişkin suratına attığım tokadı hep hatırla. Her şeyi karıştırıp masum rolü yaptığın bugünü asla unutmaman için iyi olur. Sayemde o yüzsüz suratına benden utancın bir kırmızı tonu eklendi."
Onun kendi kendine kudurmasını izlemeyecektim tabi ki. Aldığım bu karardan nasıl döneceğimi öğrenmek istiyordum. Ben bu başlattığım hatalar zinciri nasıl yok edeceğimi öğrenmek istiyordum.
Ben Taehyung'u görmek istiyordum, sadece yanındayım demek için. Seni yıkan kişi ben olsam da bana daha önce dürüst olsaydın bu kadar yıkılmayacağımızı, seninle ayrı kalmak yerine tıslak doğacak çocuklarımızı büyütmeye başlayacağımızı söylemek istiyordum. Şayet onu bulmayı başarabilseydim.
Başaramadım. Onu üç ay boyunca aramama rağmen bulamadım. Sanki vardı ama yoktu. Sahi Taehyung, hayatta mıydın? Kalbime bıraktığın acının esiri senin yokluğundan dolayı mıydı yoksa sana duyduğum özlemden dolayı mıydı? Çünkü acıtıyor, gün batımının kalbime bıraktığı o kıymık kadar çok.
Uzun sayılacak bir yakamoz gecesinden sonra tekrar başıboş sayılacak bir halde yürüyordum sokakta. Sanırım bu alıştığım özgürlük farkında olmadan beni olduğumdan daha yalnızlaştırmaya başlarken derince iç çekiyordum. Geçmişe takılan biri olmamıştım daha öncesinde ama sanki artık geçmişim dışında bir şeye daha da sahip değildim.
Eksiktim ve artık sebebini biliyordum. Bu da içimde geçmeyen o öfkeyi taşımama sebep oluyordu. Çünkü yoktu. Yüzleşmek istediğim. Ama vazgeçmişse biri artık senden, o saatten sonra yapabilecek ne kalırdı ki?
Halen o gündeydim. Jimin'in yüzüme bakarak itiraf ettiği şeylerin ardından gelen cevapsızlığındaydım. Oysa bunu önlemek ve üzerime kurulan oyunu bozmaya çalışmak için çok hevesliydim. Çünkü kimse beni bu kadar zayıf görerek incitemezdi, güvenimi kirletemezdi. Beni saf dışı göremezdi.
Pekâlâ, bunun için Kral'ın kaldığı yerin önünde üç gün boyunca aç ve susuz şekilde grev yaparak bu hatamı affetmesini istedim. Tüm sarayın benim bu halime perişan olmasına rağmen işler affedilmez noktaya gelmişti çoktan. Oğlu onun gözünde başarısız biri olmuştu. Veliaht Prensliği görevini layığına göre yapamamıştı. Ya da ben halen bu olayları tam olarak anlayamamış ve durumun söylentisini kabul etmiştim. El birliği ile ortamda dönen muhabbet hep bu yöndeydi.
Tabi ki her kararın altında yatan kumpaslar ve nedenler hiçbir zaman sanıldığı kadar duygusal değildi.
Ama inanıyordum ki Taehyung asla hile hurdaya başvuracak bir insan değildi. Devletin malını zimmetine geçirecek biri ise hiç değildi. Gündemin üst üste kanıt diye attığı o belgelerin palavralarına asla inanmadım. Yolsuzlukmuş, hadi be oradan. O Kim Taehyung'tu, doğuştan altın kaşık ile beslenmiş biriydi. Neden ihtiyacı olsun kamu ihalelerine taşınacak olan arsaların usulsüzlüğüne.
Fakat Taehyung ortada yokken, tüm o suçlamalar hayliyle onun üzerine etiket olarak yapışmıştı. Kimse artık benimle olan evliliğinin konusunu dahi açmıyordu. O bir iki gün medyayı meşgul eden, halkı galeyana getiren Saray spekülasyonları. İşte insanlar böyleydi, ilgi ömrü sadece onu alt edecek bir başka olaya kadardı.
Hiç tanımadıkları Sehun'un yaşantısını araştırıyor, onu öncelikli hale getirerek Taehyung'un gözdeliğini yerle bir ediyordu. İçim soğumuyordu o yüzden ona karşı. Ondan nefret ediyordum. Hak edip etmemesi umurumda değildi. Taehyung'u öylece ekarte edebilmek için başvurduğu yol çok adice ve bel altıydı. Benim ona olan güvenimi kullandı ve aşkı bahane etmesi, aşkın kavramını irrite ettirtirdi bana.
Boşandığımız sabahı karşıma çıkıp benden özür dilediğinde, ona attığım tokattan çok daha fazlasını hak ediyordu ya da hakaretlerimi. Yine de kendimde değildim ve artık onun hayatımda bir yerinin olmayacağını söyleyerek defetmeye çalışmak kolay olmadı. Her iki günde bir evimin olduğu sokağa geliyordu. Burada olduğunu belli etmek için de sürekli olarak bindiği aracın farlarını yakıp duruyordu kaldığım odanın penceresine doğru.
Hayır anlamıyordum, bu ısrar ve bu çaba niyeydi? Bir ay içerisinde tam beş kez arabasının camını indirmeme rağmen bunu yapmaya devam ediyordu. Taehyung beni katil etmemişti ama yakında Sehun beni kesinlikle edecekti. Buna tüm samimiyetimle inanıyordum.
Oysa o da farkındaydı. Gözleriyle görüyordu. Git gide eriyip gidiyordum. Katakulli şekilde okuldan mezun olmama rağmen, üniversiteye gitme heyecanı hiç taşımıyordum içimde. Eh, artık bir prens değildim. On dokuz yaşında, dul kalmış, nafaka parasıyla babamın sağ sola hava atarak edindiği mal varlıklarını yine yanlış iş kurma teknikleriyle tekrardan iflas ettiği durumu düzeltmek için harcamış, umutsuz bir genç haline gelmiştim. Bir de bu hale geldiğim beni tanıyan insanlar tarafından biliniyor ve vah vah ediliyordu arkamdan.
Sonuç hem fakirdim hem de aşık. Böyle çile dolu hayat mı olurdu?
Oluyormuş demek ki, sonuçta üç aydır bu durumun içinde sıkışıp kalmıştım. En zoruma gidende, Jimin şerefsizin hiçbir şey olmamış gibi bundan bir ay önce Amerika'ya gitmiş olmasıydı. Sözde Taehyung'a aşıktı, onun için hatalar yapmıştı. Palavra. Meğerse onun tek derdi de onun konumuymuş. O gittikten sonra onun da böyle kolayca çekip gitmesi ne kadar komikti şimdi...
Hep onu kendimin bulacağına inanıyordum. Bir yerlerden haberi geliyor, orada burada görülüyor diye. Ama her biri birbirinden farklı ülkeler. Ne imkânım yetiyor ne de onun sahiden de orada bahsedilen kişi olduğuna inancım. Hoş, onu anası bulamamıştı, ben nasıl bulacaktım ki?
Ve bu korkaklığını asla affetmeyecektim. Her şeyi öylece bırakıp gitmekte neyin nesiydi? Sen ikinci kalite tiyatro oyuncusu musun ki böyle şeyler yapıyorsun? Bir de kodumun alfası olacaktı. Belli ki bunun bu zamana kadar o gururlu ve kendini bilir egosu hep fasa fisoymuş. Ben bir korkağa âşık olmuştum. Bu çilekeş hayatıma bu da dipnot olarak düşülsün lütfen.
Size uzunca anlatacak çok şeyim var. Ama temelinde göz yaşlarımın yatağımı suladığı anlar şu aralar geceye sığmıştı. Ve onunla aramda oluşan bağın temelinin günden güne zayıflamasını beklerken rüyalarımda görmeye başladım. Porselen dişli büyükanneyi bile çok özlemiştim. Çünkü saraydan ayrılmadan önce bana veda etmeye gelmişti. Göz yaşlarını sakınıyordu benden, ben zaten perişandım. Ama yine de elimden geleni yaptım diyordum içimden. Demek ki ruh eşi olmamız, şu anlık böyle olduğunu ben düşünüyordum, aynı kaderi birlikte paylaşacağımız anlamına gelmiyormuş demek ki.
Buna inandığımda bitecekti içimdeki ona karşı duyduğum o büyük sevgi biliyorum.
Ama bitmeyecekti, bunu da biliyordum.
Yine beni içine saran o döngünün içine kapılma adına eve doğru yürüyordum. Sanırım uzun zamandır depresyondayım diye annem eskisi gibi bana bulaşmıyordu. Öyle bir hale geldi ki, "Ben oğlumu geri istiyorum," dedi bana. Boş boş baktım ona. Ne demek istediğini anlasam da elimde değildi. Gülemiyordum. Saatlerce TV başında otursam da kendi yaşadıklarımın gözünün önünden geçiyor, ağlanacak sahneye gülüyor, gülünecek sahnelere ağlıyordum.
Nedense bizdik onunla. Soluduğum hava bile o olmak üzereydi. Bu hem iyiydi hem de kötü. Bazen kendimi yanlış sokakta aniden buluvermem gibi. Ama bu sefer iyiydim. Duygularımı bir kâğıda yazıp yakmak kadar rahatlamıştım, kimi kandırıyorum, her daim kendimi bok gibi hissediyor ve olgunlaşıyordum. İnsanlara güvenmiyordum. Hayatı sorguluyordum. Sanırım acılar ve hayal kırıkları bir zamandan sonra sizi büyütüyordu. İyileşiyor muydunuz? Kimine göre.
Eve gitmek istemiyordum, ama birinin beni evime götürmesini isterdim. Evim, evimdi. O, her şeyim oldu ve sahiden kendimi bir evsiz gibi hissetmekten alıkoyamıyordum.
Hoseok'un evinin önüne doğru yürüyorken, en azından evdekileri görmem diye avunuyordum. Evin ses yalıtımı boktan olduğundan, annem ve babamın uyurken benim için ağladıklarını duyabiliyordum. Bu iğrenç bir histi. Odamın üst katında kendine bir yer yapmış Eun'un arkadaşlarıyla dedikodu yaparken beni savunması kadar. Kardeşim bile beni savunuyorsa, berbat bir halde olmuş olmalıydım.
Bu yüzden eve geç gitmek istiyordum. Çok uzak değildi mesafeler. Vakit de daha geç olmadığından iyiydi.
Apartmanlarının önüne geldiğimde, Yoongi'nin de burada olduğunu fark ettim. Yarı zamanlı çalışarak kendisine aldığı motosikleti kapının önündeydi. Rezalet biçimde çiçeklerle süslenmiş motoruyla her yerde dikkat çekiyordu. Onların teoriler üretmesi ve bana ümitler vermesi ne kadar olumlu bir izlenimdi tartışılır ama onları çok sevdiğimden bana iyi geliyorlardı. İkiz canavarlarımla vakit geçiriyoruz, hakaret ederek bir şeyleri yoluna koyuyoruz.
Ama bu akşam diğer akşamlardan daha farklıydı.
İç güdülerim bana oraya girmememi söylerken, tereddüt eden ayaklarım oyalanıyordu yanıp sönen dış kapının ışığı altında. Ve içimde bir garip his varken istemsizce o tanıdık, birkaç gündür izlendiğimi hissettiren bakışları etrafımda aradım hızlıca. Sokakta elinde topuyla evine gitmeye çalışan bir çocuktan fazla kimse yoktu.
Garipti. O çocuğun yavaş yavaş bana doğru gelmeye başlaması. Acaba o da mı bu apartmanda yaşıyor diye düşünürken, çocuk önümde durdu ve bana bir kâğıt verdi. Orta okula giden bir çocuktu muhtemelen ve halen saflığıma gelmiş gibi adres yazılı sandığım kâğıdı kararsızca elime alıp ikiye katlanmış halini çözene kadar aşırı sakindim.
Yolun köşesinde seni bekliyorum, Medusa.
Bu yazıyı tamı tamına üç kez seslice okudum. Basit ve kısacıklardı ancak benim için olağanüstü sihirli kelimelere sahipti. Çocuğa dönüp bunu sana kim verdi diye soracaktım ki o uyuz uyuz bana yürüyen çocuk şimdi koşarak uzaklaştı benden. Yine de şüphe içindeydim. Öylesine arınmıştım ki güven duygusundan, bunu Sehun'un yaptığını düşünüyordum. Taehyung'un telefonumda Medusa diye kayıtlı olduğunu biliyordu. Onunla evlenmem için her türlü yola başvurur diye o sokağın köşesine bakarken endişeleniyordum.
Bu kadar ileriye gitmezdi diye.
Ama o gerçekten Taehyung'sa... onu şimdi görme fırsatım varsa ve o bana gelmişse, ben nasıl burada öyle durmaya devam edecektim. Onu bu kadar seviyorken, bu ihtimali göz ardı edemiyordum.
Kumar oynar gibi hızlı hızlı adımlar atıyor, elim bir yandan da arka cebimde duran çakının üzerinde duruyordu. Evet, annem bunu bana zorla veriyordu. Ortalık bu aralar tehlikeliydi. Biz omegalar için hep bir tehlike vardı. Ben insanı çenesiyle bile öldürürdüm ama eskisi gibi gücüm yoktu ve Jimin'in söylediği tehlikeli şeyleri de görmezden gelemiyordum.
O köşeye doğru geliyor, karanlığa sığınmış, kafasındaki şapka ve yüzündeki maskesiyle kendisini gizleyen o kişiye bakarken, "Eğer bu bir oyunsa, senin ağzına sıçarım. Bu bir şaka değil," diyordum tehdit edercesine. Beni kimse onunla ilgili kandıramazdı. Onu halen deli gibi arıyorken.
Ama o beden olduğu yerde dururken, duvara yapışmış ve istifini bozmamış olması onun Sehun olabileceği konusunda beni daha da düşündürüyor, "Orospu çocuğu Sehun, yoksa sen misin?" diyordum ve merakımdan daha da bende o ışığın ardında yarattığı o kör noktaya, gölgeye sığınıyordum yavaşça.
Ama her ne kadar karanlık olursa olsun, o yüzden düşen maskenin altındaki yüz öylesine parlak bir elmastan yaratılmıştı ki, çarpık tebessümü yüreğimi aniden göğsümden dışarıya fırlatmak istercesine çarpmaya başlamıştım.
Kulaklarım uğulduyordu, "Böyle olmanı özlemişim," diyen Taehyung'un sesini işitince. "Sen," diyordum ama o şaşkınlık elimin titremesine ve ayaklarımın bir mıh gibi yere yapışmasına sebep oluyordu. "Evet, benim."
Hayretler içerisindeydim ve sadece içimde patlayan duygularım yanaklarımdan birer alev tanesi olarak dökülecekmiş gibi gözlerimin içini yakıyor, o ise bana doğru yaklaşırken o keyifli yüzü aniden korkuya ev sahipliği yapıyordu.
Kollarımdan tutarken, inanamıyordum. Bu an, yine rüyalarımın bana sunduğu bir mükafat mıydı? Birazdan süpürge sesiyle uyanacak mıydım?
"Jungkook iyi misin?" diyordu, hayalim. Benim yanaklarımdan severek tutuyor, dilimin dönmeyişinden kurtarmaya çalışır gibi, "Hey, ne oldu sana?" diyor ve yılgınlıkla uzaklaşıyordu benden elleri. "Pekâlâ özür dilerim. Sanırım beni görmek istemiyorsun halen," diyor ama ben seni sahiden görüyor muyum diye kafa yaşıyordum.
"Sen," dediğimde, benim Medusam diye çığlığı bastım içimden. O gerçekti. Tamamen iyiydi ve karşımdaydı. Ama ben değildim, kendinde bir türlü olamayan. Bana dokunmayan tenine sinir olarak, "Geri zekalı mısın? Görmek istemezsem notu alarak gelir miyim buraya?" diyordu, ama tepkim kesinlikle kafamın aşırı dopamin salgılamasından dolayı çıldırması ile alakalıydı.
Sanırım o benim bu hallerimi unutmuş ya da onun bana yapabileceklerini hiç bilmediğinden nasıl bir tepki vereceğini bilememişti bana bakarken.
Sadece kendi kendine, "Tamam kafamdaki karşılaşma hayali böyle değildi," diyor ve onu, "Haklısın," diye onayladıktan sonra onu ensesinden yakalıyordum. İşte oradaydım. Onun dudaklarını susamışçasına öperken ve o bana ilk ne yapacağını bilemeyerek karşılık vermeye çalışırken. Parmak uçlarımda yükselene kadar öptüm onu, o beni belimden sarıp kendine çekene kadar.
Şu an kendimde değildim. Her şeyi kısa bir süreliğine siktir etmiştim. Çünkü kalbimin bozuk alarmını tamir etmeye çalışıyordum onu öperken. İyileşmek için. Kokusunu öperek içime çekerken.
Nefessiz kalarak ayrıldım dudaklarından. Artık bu bir rüya değildi. Bana çektirdiği acılar gerçekti. Beni yalnız bırakıp gitmesi de öyle. Her ne kadar buna ben sebep olmuş olsam da kendini haklamak için çaba vermemesi çok acımasızcaydı. Sevgisini sözleriyle değil, yanımda durarak, bu ilişki için ciddi mücadeleler vererek yapmalıydı.
Bu yüzden onun öptükten sonra ortaya çıkan duygularım, caniceydi. Öfkeliydi. Ve onun beni kaç aydır öldü mü kaldı mı diye yas tutturacak kadar perişan hale getirmesine bedel olarak, kafamı onun yüzüne doğru sertçe vururken, burnundan çıt diye ses çıkmasıyla rahatlamıştım. "Karşılaşma böyle olmalıydı. Sen kaç aydır neredesin şerefsiz Medusa," diye cırmalıyordum onu.
Oysa o burnunu tutarak iki büklüm halde, "Jungkook, burnum. Burnumu yine kırdın," diye acıyla inlerken, beynim tüm ölü hücrelerimden arınıyordu. Sonunda onun gibi yılan olmuş ve yeni derim için kabuk atmaya başlıyordum. "Daha kafanı kıracağım ben senin. Bu yaşadıkların ne ki?" diyordum ama şimdi sayende kendimi yaşamış hissetmeye başlıyorum diyemiyordum.
Ama o sonunda burnunu tutmayı bıraktı ve kafasını geriye atıp derin bir nefes aldıktan sonra yüzüme öylesine şerefsiz bir gülüş attı ki, içimde bir şeyler kaydı. "Beni çok özlemişsin, hissettim bunu." Diyordu, dudaklarını ısırıyordu. Size daha önce söyledim, bu adam benim dayaklarıma bağışıklık kazanmış ve mazoşist olup çıkmıştı.
"Gülüyorsun bir de pişkin pişkin." Diyordum, o ıslattığım dudaklarındaki güzel gülüşüne bakarken. Ama o kalbimden gülümsetiyordu. Bunu bu kadar hızlı başarabilmesi haksızlıktı. Ya da ben çoktan hazırdım buna. "Çünkü sonunda gözlerinin içine bakabiliyorum."
O sözleriyle bakıştım birkaç saniye.
"Kaçmasaydın, çok daha önce bakardın zaten." Dedim, gerçekleri öğrendiğimde ona çoktan gitmeye ve konuşarak bazı şeyleri görmezden gelmeye çoktan hazırdım ben. Onunla yenilmeye, onunla olmaya ve onunla kazanmaya.
Ancak o da beni aynı zehirli cümlelerden vururken, "Biliyorum ama bunu yapmasaydım, seni koruyamazdım," diyordu ve ben yine bir sır perdesiyle aralıyordum onun yanında gözlerimi. Ama birinin ona, "Şu an neredeyse vatan haini konumundasın, benim seni korumam gerek," diye gerçeği hatırlatması gerekiyordu.
"Umurumda değil Jungkook, seni ben çok özledim." Dedi ve neredeyse aramızdaki tüm mesafeler yok olmuşçasına sızdı en yakınıma. Nefesi şimdi yanağımı okşarcasına dökülüyordu. Karanlığın içinde dans eder gibiydik ve o bana, "Lütfen şimdi beni iyileştir, sarılarak," diyerek fısıldarken, dizlerim bükülecekti.
Bu istek dolu, muhtaç hissettiren sözlerin ona sarılmak için çırpınan kollarımı beline dolamımı sağlarken küçücük hissettim. Onun kollarının arasında sığınmak isteyen bir küçük gibi. Bu öylesine doyuran bir muhtaçlıktı ki, uyumak istedim. Ama korkuyordum. Gözlerimi kapatırsam, yok olup gidecek diye.
Dakikalarca bunu yapmak varken, ilk o uzaklaşıyordu kollarımdan. Bundan hoşlanmamıştım. "Gidecek misin?" diyerek gözlerinin içine baktım. Hiç kavuşamadığım birine yaşayacağım bu ayrılığı tekrar kaybetmek istemiyordum. Ben onu yine kaybetmek istemiyordum.
O benim yanağımı usulca okşarken, tıpkı bir günahkâr gibi, "Gideceğiz," diyordu. O kadar kendinden emin konuşuyordu ki, söylediğine mi şaşırdım yoksa ses tonuna mu bilmiyordum. "Ha?" diyordum,
Oysa o bana ciddi ciddi bakıyor, "Benimle gelir misin Jungkook," diyordu. Yüreğimden koca bir evet kelimesi dönerken, "Hayır," dedim, çünkü... kendisiyle nereye gelmemi bekliyordu? Bu saatte, öylece, bir anda. Akıl alır gibi değildi.
"İyi o zaman," dedi ve beni akıl almaz bir noktaya taşıyordu.
Sanırım benim kaybettiğim deliliğim onu bulmuştu. Çünkü beni bacaklarımdan tutarak omzuna atarken, sanki spordan sonra omzuna atmış olduğu havlu gibi hissettim. Böyle kolay ve böyle çabuk.
"Ne yapıyorsun deli manyak," diye bağırdım, sırtını yumrukladım. "Seni kaçırıyorum kimseler görmeden."
"Bırak," dedim, ama yemin ederim, "Uslu dur, artık tahammülüm kalmadı," dediğinde, o baş aşağı salındığım beline sıkıca sarılıp, çıkık kalçalarını izlemeye başladım. "Peki Medusa." Şimdi gözlerim senin tüm iffetini kirletecekti ama umurumda değil. Senin yokluğun, başıma gelecek diğer felaketlerden daha çok acıtamazdı.
Çünkü seni hatalarımdan, hatalarından daha çok seviyorum.
...
Arkadaşlar sizi bilmem ama ben öpüşen ve dövüşen tk özledim. Mümkünse diğerlerinin de ağzına bipleyen :D
Ben Nicotesy, mühür yakındır.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |