SELAM... gece kuşunuz geldi ama nasıl geldi bir bilseniz!!
Bu bölüm öyle bir bölüm ki, hemen okuyun ama yorum da yapın. Ciddiyim bakın'' aşırı heyecanlıyım. Tepkilerinizi okumam lazım :D sonra siz bölüm sonunda kudurduğunuzla kalırsınız... ben tarafından tehdit edildiniz.
İyi okumalar, ballı itiraflar.
Ağzımdan çıkan sözlere verdiğim tepki, derin bir karmaşayken bunu gerçekten yapıp yapmadığımdan emin değildim. Çünkü sözlerimden dolayı doğan kısa süreli bir sessizliğin ardından yerini kulağımı ve gözlerimi kanatacak kadar çok flaşların patlamasına sebep oldu. Yüzümü sakınmak için elimle kapatmaya çalışırken onlardan yükselen sorular peşin sıra geliyordu.
"Veliaht Prens bu evliliğe ihanet mi etti?", "Sarayda kötü muamele mi görüyorsunuz?", "Saray, halkın değerlerini umursamıyor mu?", "Yaratmış olduğunuz bu skandal için ne düşünüyorsunuz?", "Halkı isyana mı davet ediyorsunuz?" gibi çokça sorular, benim beklediğim türden değildi. Açıkçası gerçekten neyi beklediğimi bilmiyordum. Sadece öylece boşanabilmeyi ve hayatıma en azından eskisi gibi devam edeceğimi umuyordum.
Oysa ben, farkında olmadan çok daha büyük bir skandalı sözlerimle beraberinde getiriyor olmuştum. Bu insanların barbarca, akbaba gibi duran tavırlarından dolayı korktum. Ama nedense en büyük korkum, hemen yan tarafımda duran Taehyung içindi.
Sekreter Lee, tüm bu yozlaşmış insanların kameralarını kapatmak için uyarırken bunu yapmak için diğer güvenlik ekibinden yardım almaya başladı. Tüm o insanların önünde şimdi didik didik incelenerek durmak mide bulandırıcıydı. Açıkçası buradan kaçıp gitmek istiyordum. Sanırım bu yaratmış olduğum kaosun sorumluluğunu alamıyordum.
Ve her şeye rağmen, Taehyung ayağa kalktı ve elimden tuttu. Bunu yaptığında gözlerimin içine bakmıyordu bile. "Gitmemiz gerekiyor buradan," dedi sadece. Buna çok ihtiyacım vardı. Beni kaldırıp sürüklerken sitem etmedim, aslında elimi tutup beni buradan uzaklaştırdığı için minnettardım.
Şimdi onunla eşitlenmişiz gibi hissediyordum, bu normal miydi?
Değildi. Çünkü bu yaptığımla ben daha acımasız biriydim, değil mi?
Ve elini tutarken sıktığımı, stresten dolayı titrediğimi anlayamıyordum bile. Bana bağırmasını, bunu nasıl yapabildiğimin hesabını sormasını istiyordum. Ama o sadece elimden tutuyor, ayakları acele ediyor, benim bir adım önümden giderken yüzünü göremediğim için ne düşündüğünü anlayamıyordum.
En nihayetinde beni odamın önüne getirdiğinde, ellerini parmaklarımdan tümüyle çektiğinde, durdu öylece. Sırtını izliyordum. Çünkü bundan fazlasını yapamazmışım gibiydi. Ama bu kadar suskun olması ve bana sırt çevirmiş olmasıyla, "Bir şey demeyecek misin?" diye sordum çekinerek.
Yutkunduğunu ve derin bir soluk aldığını işittim. Bana doğru yavaşça dönerken üzerimdeki baskı arttı. Heyecanımdan dolayı ellerim uyuşmaya başlarken, onun gözleriyle karşılaştığımda, Medusa diyordum içimden. Beni taşa dönüştürmek istercesine soğuk, uzak ve gizliydi.
Dudakları belli belirsiz kıpırdadı. Daha çok bakışlarıyla beni yokladı. Onun bana susarak bakıyor olması bile bir cevap gibiydi aslında. Yine de duymak istiyordum. Sesini duymayı, kızgınsa kızgınlığını, hüzünlüyse de hüznünü hissetmek istiyordum. Böyle suçluymuşum gibi değil. Her şeyi ben yapmışım gibi değil.
"Söyleyecek bir şeyin kaldığını sanmıyorum," dedi ve gözleri ağırca kirpikleri tarafından kapandı, yavaşça açıldığında nemli görünüyordu. "Her şey senin istediğin gibi oldu. Bu şekilde benden ne kadar çok kurtulmak istediğini anlamış oldum. Bana bir açıklama fırsatı sunmadığını da."
Bu duygularımı feci bir şekilde ezmeye başlayan, yıkan ve sanki bir daha toparlanamaz sandığım durumu içimde tarumar edici bir yönde ilerleme kaydeden ortamın nefessizliği üzerine bocaladım kısa bir süre.
"Açıklanacak ne kaldı, her şey yeterince ortada değil miydi?" diye hesap sormaya yakın cümleler kullanıyordum. "Daha ne kadar bu küçük düşürücü duruma maruz kalmak zorunda kalacaktım."
Bana olan yaklaşımları, kendimi suçlamama sebep olacak türdendi. "Jungkook çok büyük bir hata yaptın ve bunun farkında bile değilsin değil mi?" diyordu ve ben, sadece saray için belli zaman konuşulacak bir olayın bu kadar göze batacağını hiç sanmıyordum.
Çünkü bunu yapmak için gerekçem vardı ve haklıydım. Onun sorumluluk alamadığı şeylerden kurtarmıştım. Evet öyle yapmıştım. Öyleyse bu neden bu kadar acı verici geliyordu?
Ve az önce yaptığım şeylerden dolayı böyle konuştuğunu sanarak, "Boşanmak istediğimi halkın önünde dile getirdiğimden dolayı mı diyorsun bana?" diye soruyordum ve gözlerinden ruhumu ele geçiren o derin bakışlar daha da ağırlaşıyordu. Ruhumu ruhuna çekecekmiş gibi hissediyordum.
Kalbimin üzerine binen bir kalp ağrısı gibiydi. Benim hissettiklerimden çok daha farklı. Araya sızmışlar gibi.
"Bunu yapacağını hissettim ve seni engellemek istemedim. Belki de en az senin kadar hayal kırıklığı yaşamam gerekiyordu." Kaşları çatılırken, sesi uzaklardan gelir gibiydi. Göğsü kabarıp titredi ve nedense histeri bir şekilde gözlerim dolmaya başladı. Çünkü gerçekten şimdi onunla vedalaştığımızı hissediyordum. "Sen Jungkook, benim başlaması için çaba veriyor olduğum hikâyeyi sonlandırdın." Yüzünde bundan dolayı oluşmuş yamuk bir tebessüm. Manidardı. "Ve bunun bedeli senden değil, benden sorulacak. Açıkçası artık umurumda değil. Aşkı kaybettim. Şimdi bunu saygıyla karşılıyorum. Çünkü seni gerçekten seviyorum."
O kadar samimi hissettim ki bu sözleri, bir anda gözlerimin önünde kim olduğumuzu ve neden burada olduğumuzu unutmuş gibiydim. Dünyayı ondan ve kendimden ibaretmiş görmeye başlıyordum. Ve kendimi durdurmak zorunda kaldım. Çünkü ona sarıldığımda her şey yoluna girecek ve ben içimde bu yükü yok edebilecekmişim gibi hissediyordum.
Ama o, benden daha cesur yaklaşırken kaçmadım. Kaçamadım. Nedense ne yapacağını merak ediyordum. Bana ne yapmak istediğini?
Benden daha akıllı ve zeki olmanın laneti yaşadım bugün Taehyung. Çünkü... neler olacağını biliyordun, biliyordun ama bana söylemedin. Bu yüzden bana farkında olmadan ilk sen veda ettin. Bu çok acımasızca değil miydi? Ah, her şeyi biliyor olsaydım yemin ederim bu yaktığım tüm gemileri sana geri dönmek için yeniden yaratırdım. Yine de seni o kaybolduğun çukurdan kendi ellerimle kazıyarak çıkaracağım ve seni ne kadar çok sevdiğimi bu kez öperek söyleyecektim.
Adım attı, dumura uğrayan gözlerimin içi yandı. Bir adım daha attı ve kıyametin son çalan ıslığı, dudaklarımın üzerinde uzun bir ömür dilercesine yaslandı. Terlemiş gözlerimden, onun gözlerinden esen yağmurlarına karıştı. Kışa dönenen bir bahar vardı. O dudaklarımın çorağına sevgi tohumu eklercesine öperken. Beni kendimden ederken.
Gözlerim usulca kapandı ve onun dudaklarımdan tünemiş dudaklarının iziyle açıldılar. Neden nefret ettiğimi sandığım adamın, laneti olan, kirlenen o dudaklarımı sahiplenmek istiyordum. Hem sevindiriyor hem de acıtıyordu.
Çünkü o dudakların bana sunduğu öpücükten kısa bir süre sonra, gözlerimin içine baktığında o yakınlıkta, "Artık acı çekmeyeceksin," dedi. "Bu seni üzdüğüm zamanlar için yapabileceğim tek şey."
Sözlerinden hiçbir anlam çıkaramıyordum. Kafam karışmıştı ve sadece bu bitmesi gereken ilişkiyi sonlandırmak istedim diye, çok ama çok daha vahim bir duruma gebe kalmışım gibi allak bullak oluyordum.
"Hoşça kal," dedi ve ben, öylece kalakaldım yerimde.
Bu bir veda mıydı? Ama nasıl?
O gittikten sonra her şey tepetaklak oldu. Odanın içinde oradan buraya volta atarken, şu içine sıkıştığım durum sonrasında dışarıda olanları merak ediyordum. Sözlerimin nelere yol açtığını. Çünkü bu saraydaki sessizlik tamamen kıyamet öncesi sessizliğe sebep oluyordu. Çünkü her saatte bir beni kontrol etmeye gelen Sangsu yoktu. Taehyung'u hiç görmedim ve Kraliçe'de beni daha öldürmeye gelmemişti.
Tanrım, sanki dünyadaki ben hariç herkes ölmüş gibiydi.
İşin garip tarafı telefonumda ortalıkta yoktu. Sangsu'yu görmek için bakındığım binanın içi de. Diğer çalışanlar ise yüzlerime bakmıyor, bahçeye çıkmak istediğimi söylediklerinde ise bunun yasak olduğunu söylediler. Açıkçası şu anda herkesin benden nefret ettiğine inanıyordum.
Bu belirsizliğimle tekrardan tüm yaşananları gözden geçiriyor ve akla avuca sığmayan belirsiz yeni şeylerle kendimi boğmak istiyordum. Birinin bana neler olduğunu söylemesi için her şeyi yapabilirdim. En azından Sangsu'yu bir yakalayabilsem, her şeyi öğrenmiş olurdum. O niye gelmiyordu? Artık boşanmama izin vereceklerini düşünürken, niye beni halen bu saraydan kovalamadıklarını da merak ediyordum.
Bu merakımın sonuçları tam olarak ertesi gününe kaldığında, koltuğa başımı yaslamış zemin üstünde uyuya kalmıştım. Doğan güneşin verdiği rahatsız edici hissiyle uyandığımda, kendimi bulduğum bu yerde meğerse her şey gerçekmiş. Her şeyin tamamen bir rüyadan ibaret olmasını ne çok isterdim.
O kadar boktan bir haldeydim ki, vücudumdaki tüm kemikler sızlıyordu. İçten çürümeye başlamıştım. Bu sefer biriyle karşılaşmak istiyordum. Dünden kalan kıyafetlerimle birlikte, her şeye rağmen Taehyung'un odasına girerken orayı boş görmek tamamen bir hayal kırıklığıydı. Sabahın ilk ışıkları vardı daha. Ve yatağı hiç kırışmamıştı bile. Demek ki hiç buraya gelmemişti bile. Belki de ona gitmiştir. Ama nedense ona gideceğini sanmıyordum.
Bilmiyorum, dün söyledikleri o kadar kafa karıştırıcıydı ki.
Orada eli boş dönerek odama tekrar girdim. Ama kendi kendime de konuşuyor ve içimdeki vicdan azabını susturmaya çalışıyordum. Bunu istiyordum işte, oldu. Neden halen onu merak ediyorsun, özlüyorsun? Boşanmana izin verecekler, o da sevgilisiyle rahatça evlenebilecek. Evet, bu sözlerim bile beni kahretti ve biraz daha ağladım. Çünkü bundan fazlasını yapamaz haldeydim.
O uzun bekleyişlerimin sonunda birilerin geldiğini duyduğumda hemen yatağımın içinde dağılmış halde duran bedenimi toparladım. Kimin geldiğini bilmesem de sonunda neler olduğunu bileceğim için az da olsa canlanabilmiştim.
Ama gelen kişi Sangsu olmasına rağmen içim hiç rahat değildi. Beti benzi atmış, kireç gibi duran suratıyla karşımda saygıyla eğildi. Ona kaşlarımı çatarak bakarken, "Ziyaretçiniz var efendim," dedi. Ben gelen kişiyi ailemden biri sanırken, bunun merakından çok olayları öğrenme gayesiyle ayağa fırladım.
"Sangsu, neler oluyor?" dedim, çünkü o benim için bana hizmet biri olmaktan çok daha öte biriydi ve bana dürüst olacağını düşünüyordum. Ama sessiz kalması o kadar rahatsız ediciydi ki, konuşmaya istekli olmayan halini tekrar sözlerimle dürtüklemek zorunda kaldım. "Bir şeyler oluyor, bunu sana bakarak bile söyleyebilirim. Lütfen dürüst ol bana. Sende bir omegasın. Ben doğru olanı yaptım. O haberleri sende gördün. Ben onunla bir mevki uğruna evlenmedim. Bir ömür beni sevmeyen birinin yanında yaşlanmak istemedim."
Gözleri dolarak bana baktı. "Sizi kınamıyorum efendim, sadece," dedi ve tereddüt ederek duraksadı. Sonra daha dikkatli konuşmaya çalıştı. "Ama yanıldığınız çok şey var, Veliaht Prens sizi seviyordu. Kaç kere sizi gizli gizli izlerken yakaladım onu. Sizin hakkınızda hep bana bilgiler vermemi istedi kendisi. Önemsemeyen biri bunları yapmazdı. Hoş şu an daha karmaşık olaylar var."
Kalbimin ortasına ağırlık çöktü tekrardan. Tüm bunları yapmış mıydın Taehyung? O zaman bana neden yalan söyledin, sana kızarım diye mi? Ama sana kızardım sonra bana göstermiş olduğun yakınlığınla beni sevdiğine inanırdım ki? Yine de öptün. Sözlerinden doğan yalanlarından çok daha acımasızdı tüm bunlar. Çünkü kalbini onun arzuyla kabarmasına izin vermiştin. Senin için burada bekleyerek mahvettiğin varlığımı hiç umursamadan. Oysa ben sana hiç böyle bir haksızlık da yapmadım. Bu yüzden affedemiyordum seni ben.
Bu karma içinde boğazım düğümlenirken, "Bunu bana neden hiç söylemedin," diye söylendim. Kafamın içi yanıyordu ve elimi kafamın üzerine yaslanırken, orayı serinletmek istiyordum. O bana, "Veliaht Prensin emirlerine karşı gelemem ki ben," diyordu, hafif savunmacı bir tavırla.
Şimdi bunları öğrenmenin bana ne faydası olacaktı ki?
"Karmaşık olaylar var dedin," dedim ona tekrar dönerek baktığımda. "Söylediğim şeylerden sonra ne oldu?"
Bu yine onu sıkıntıya soktu. "Halk sizin için yürüyüş düzenlemeye başladı ve Veliaht Prensin, Prenslikten düşürülmesi isteniliyor. Bay Sehun'un gece Kral tarafından bizzat Prens olduğu ilan edildi. İnsanlar bunu duyduktan sonra eski olaylar gündeme geldi ve ortalık karıştı. Sarayın üzerinde büyük bir baskı var. Bilhassa açıklamanızdan dolayı oluşan ihanet durumuna yönelen haberler karşısında. Ne olacağını bilmiyorum ama hiç iyi şeyler olacakmış gibi gelmiyor. Kraliçe durumu düzeltmek için saraydan ayrıldı."
Ağzım açık dinliyordum. Bu isteğim, Taehyung'un Kral olmasına engel mi olacaktı?
"T-taehyung nerede?" diye soruyordum ve onun ne halde olduğunu tahmin bile edemiyordum. "Bilmiyoruz ki, bu da ayrı bir şey zaten. Prensimiz dün ki basın toplantısından beridir kayıp."
Tüm bu olanların suçlusu ben miydim şimdi? Benim boşanmak istediğimi söylediğim açıklamalarım mıydı? Kafayı yemek üzereydim ve Sangsu daha da tedirgin olmaya başlarken bana bir tane daha felaketi söylemek için ağzını araladı.
"Ve sizi ziyarete gelen kişi, o fotoğraftaki omega. Daha öncesinde saraya gelmişti ama bu prensin arkadaşı olduğundandı ama sizinle acilen konuşmasını gerektiğini söylediğinde, bizde Ana Kraliçe'ye sorduk ve eğer siz isterseniz görüşebileceğinizi söyledi."
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de buraya gelmişti öyle mi? Bunun hiç utanması yok muydu? İstediği oluyordu, daha benden ne istiyordu artık. Sanırım içimdeki çirkeflik beni ele geçirdiğinde, şimdi ona yapamadığımı yapmak ve tüm ağzıma geleni söylemek istiyordum.
Bütün öfkemi ona kusmak istiyordum.
Sinirle öne atılırken, "Götür," diyordum. "Beni derhal onun yanına götür."
Sangsu tepkilerimden irkilerek neredeyse koşar adımlarla eteklerini tuta tuta önümden yürümeye başlarken, ben içimden kavga etmeye başlamıştım. Benden ne istiyordu? Daha benden ne yapmayı istiyorlardı anlamış değildim.
Ama anlayacaktım sonunda.
Çünkü misafir odasının önüne geldiğimde, Sangsu'ya bizi yalnız bırakmasını söylemiştim. Kendim kapıyı açmış ve onun kibar bir şekilde oturuyor olmasından rahatsızlık duyarak gözlerimi devirmiş ve hesap sorarcasına karşısına dikilmiştim. "Ne yüzle geldin buraya? Ondan boşanacağımı söyledim diye tebrik mi edeceksin? Teşekkür mü edeceksin onunla seni kavuşturuyorum diye."
Yüzümdeki alaycı gülümseme, "Hayır, bunun için burada değilim. Sana gerçekleri anlatmaya geldim. Aslında daha önce gelecektim ama sen her şeyi çoktan mahvettin," demesiyle soldu. Ama onu sadece görüyor olmak bile sinirimin had safhada olmasına yeterdi. "Ne saçmalıyorsun, bu da yeni bir taktik mi? Kimse yok, kendin olabilirsin."
Ama halen bana iki yüzlü sayılacak bir kibirle, "Ben kendimdeyim zaten. Kendinde olmayan sensin. Bu kadar aptal ve ahmak biri olmasaydın," diyor, üzerine yürümek isteyen adımlarım ivme kazanarak önünde durduğunda, "Sen buraya bana hakaret etmeye mi geldin?" diyor ve yumruklarımı sıkıyordum. "Cidden seni şuracıkta öldürürüm. Sabrım kalmadı artık sana ve yaptıklarına."
Ben burada karşısında sinirden kudururken, o bana gözlerini deviriyordu. "Taehyung sende cidden ne buldu böyle," diyor, ona bön bön bakmama sebep oluyordu. "Böyle konuşmaya devam mı edeceksin?"
Sonunda ne kadar sinir bozucu bir insan olduğunu kendisi de keşfetmiş olacak ki, oturuşunu düzeltti. "Sakince otur önce," dedi. "Çünkü bir daha beni görmeyeceksin zaten. O pençeleri bu yüzden öldür. Buraya seninle kavga etmeye değil, Taehyung'a karşı söz verdiğim gibi sana gerçekleri anlatmaya geldim."
"Gerçekler?" dedim sorgularcasına, çünkü daha bilmediğim ne vardı bu aşağılık insanın kafasının içinde.
"Evet." Dedi ve gerildiğini hissettim. "O fotoğrafların perde arkasında dönen olayları anlatacağım sana." Bu konudan bahsetmesiyle bakışları yoğunlaştı. Kısa bir an uzaklara bakar gibi oldu. Sonra yüzüme baktı. "Taehyung sandığın gibi bana karşı duyguları yoktu Jungkook. O beni değil, seni sevdi. Biz onunla iki yakın arkadaşın sevgisine sahiptik. En azından o seninleyken bana olan duygularının bu olduğunu anladı en azından."
"Bu da yeni taktiğiniz mi? Boşanma olmasın diye."
O kadar samimiyetsizce geliyordu ki, onu görmeseydim daha iyi olacağıma inanıyordum. Çünkü onun menfaati dışında bir şey yapabileceğini sanmıyordum. Tek istediği Taehyung'u elde etmekti, bunu da yapıyordu. Şimdiki amacı neydi kim bilir.
"Konu boşanmanız değil Jungkook." Dedi ve küçümseyerek, "Konu sen bile değilsin. Taehyung'u," dedi. "Onun hiçbir zayıflığı ve hatası yoktu. O kusursuzdu. Ama seninle evlendi ve sen onun en büyük kusurusun. Onu seninle mahvettiler ve sende buna izin verdin. Bunda benim de payım var. Ona olan aşkımın peşinden koşmak istedim. Kariyerim benim için daha önemliydi ve onunla evlenseydim tüm tutkum elimden alınacağını hissettim. Çünkü saray, her şeyine karışıyordu. Ne yiyeceğine kadar. Sanırım bu sorumluluk beni korkuttu ve Taehyung seninle evlenmek zorunda kaldı."
Durmuş bu konuşmayı dinlediğime inanamıyordum. "Senin ona duyduğun aşkı mı dinleyeceğim ben?" diyerek ayağa kalkıp gidiyordum ki, kolumdan tuttu ve durdurdu beni. "Gerçekten sinir bozucu birisin." Dedi ve elimi ondan midem bulanıyormuş gibi silkeleyip bıraktım. "Hayır, bir tek sana öyleyim."
"Bunu senin kuyruk acına veriyorum." Tam soktuğu lafa ciddi bir şekilde karşılık verecektim ki, "Her neyse. Taehyung'un bir suçu yoktu. O kafa dağıtmak için kaçtı. Bende onun nerede olduğunu öğrendim ve peşinden gittim. Ve o bizim son günümüzdü," diye devam edince, elimde olmadan ona, "Ve öpüştünüz?" dedim, bakışlarımı kaçırarak. Sanırım bunu düşünmek bile daima benim irrite edecekti her şeyden.
"Ben öptüm onu." Diye düzeltti beni. Birden ilgimi çeken bir konuşmanın içine sürüklendim. Çünkü o bana, "O bundan rahatsız oldu. Bana senden hoşlandığını ve hayatının geri kalanı onunla yaşamaktan, bir daha görüşmemiz gerektiğini söyledi. Bu beni mahvetti..." diyerek bastırmaya çalıştığı titrek sesini yutkunarak bastırmaya çalışıyordu.
Bu hali çok kafa karıştırıcıydı. İtiraf ediyor şeylerde öyle. "Bunlar doğruysa, diğer zamanlarda bana söylediğin sözlerde neyin nesiydi? Sen ne anlatıyorsun bana Jimin?" dedim, çünkü eğer bunlar doğruysa ben her şeyi mahvetmemiş miydim?
"Yapmak zorundaydım. Yoksa annem iflas edecekti." Diye kendini açıklarken, sözlerini işitsemde içimdeki yaşadığım o buhranlı hal nedeniyle aklımı kaybediyor gibiydim. "Bunu yapmaya zorlandım. Sizin ilişkinizin skandal yaratması gerekiyordu. O fotoğraflardan haberim vardı. Taehyung'u bu duruma sokmayı hiç istemezdim. O bu kadar acı çekmeyi hak etmiyordu. Bende öyle. Onu teselli etmek zorunda kalmamalıydım anlıyor musun? Senin aşkından ağlayan sevdiğim adamı benim teselli etmeye hakkım yoktu."
Ama halen inanamadığım şeyin şokundaydım. "Taehyung, beni mi seviyor?" diyordum, inanamazken. Bunu tekrar etmem Jimin'in hoşuna gitmemiş olacak ki, "Keşke sevmeseydi," diyordu, yüzünü çeviriyordu. Benim içimde yer yerinden oynuyor, üzerimdeki ölü topraktan silkelenmek istiyordum.
Bunlar yüzünden ortaya çıkan olaylar yüzünden her şey birbirine girmişti. Ve her şey bir oyunun eseri miydi?
Gözlerimdeki o yorgunluk, merak ve öfke arasında gidip geldi. "Tüm bunları niçin anlatıyorsun ve kim seni zorluyordu?" dedim. İşte bunu sormamla içine çöktü ruhu. Ama yine de beni yanıtladı. "Sehun'un annesi." Dedi ve benim başımın üzerinden kaynar sular döküldü sanki.
"Ne? Sehun tüm bunları biliyor muydu?" diyordum. İçten içe bunun olmamasını çok istiyordum. Olmamalıydı. Ben ona güvenmiştim ve o güvenle dün ben basının önünde Taehyung'tan boşanmak istediğimi söyledim. Halkın tepkisini sarayın üzerine çektim. Âşık olduğum kişiden nefret ettim. Bu kadarını yapmış olamazdı. Üstelik Taehyung için yanında ağlarken.
Ama yapmıştı. Jimin, "Evet. Yakındaki insanları iyi seçmelisin Jungkook. Herkesin her dediğine de inanmamayı da öğrenmelisin," dediğinde, gerçek onun dediği gibi bir aptaldım ben.
O kadar çok kapana sıkışmışım gibi hissediyordum ki, bacaklarım titremeye başlamıştı. "Ben her şeyi mahvettim." Diyordum kendi kendime.
Ama ben her şeyi değil, sadece Taehyung'u mahvetmiştim.
"Daha büyük bir sorun var Jungkook. Onlar kazanıyor. Taehyung, Veliaht Prensliğinden feragat ettiği belgeyi imzaladı çoktan. Ve gitti. Sanırım her şeyi bırakıp gitti. Onun her şeyden vazgeçme sebebi sensin. Çünkü o kadar aptalsın ki, ruh eşinin o olduğunu bile anlayamadın. Senin gözlerindeki nefreti görmek ona ağır gelmiş olmalı... ikimizde şimdi onu sonsuza denk kaybettik."
....
Nasıldı bölüm?
Bu bölüm spoi yok, sadece sizin teorileriniz var :D
Ben Nicotesy, her an her şey olabilir dikkat.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.23k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |