SELAM... KİMLER YB BEKLİYORDU BAKALIM:d
Vallaha buradan kendimi tebrik etmek istiyorum, bu kadar yoğun geçen bir güne rağmen yine bölüm attım diye. Çünkü neden attım diye sorun, siz çok güzelsiniz lan :) diğer bölümdeki yorumlarınız ve ilhamlarınızı yedim bitirdim, bu bölümde tepkilerinize aşık olursam, yarın gece yine buradayım.
İyi okumalar, bölüm sonu hayatta kalmaya çalışın.
Balkonun köşesine sıvışmış bir halde duruyordum. Sanırım dumura uğradım ve kafamın karıştığını fark edebiliyordum. Bunlarla umutlandırıcı şeyler umuyorken, gururum buna ihtimal vermiyordu? Bilmiyordum. Bu şekilde davranmaya hakkım vardı, yine de... beni huzursuz eden çok daha büyük şeyler varmış gibi kıpraşıyordum yerimde.
En önemlisi Taehyung o halde nereye gitmişti?
Kıskanç ve güvensiz yanım onun Jimin'e gittiğini söylerken, kalbim onun tam tersini söylüyordu. Bu kadar olan patırtıdan sonra gitmezdi. Eğer şerefsizin evladıysa gitsin bakalım, sonra onu kaç limeye ayırıyorum anlardı o zaman.
Tamam, tamam. İyiydim. Her şey yoluna girecekti. Güzel şeyleri manifestolar mısın Jungkook? Şu an da sarayda değilsin, kampa geldin, zengin bir kamp alanı. Birazdan vahşi bir hayvan gelecek ve seni yiyecekti. O hayvan Taehyung olsa iyi olurdu. Nedense gözümün önünden ayrılmaması daha iyiydi benim için. Değil mi acaba?
Ne istediğimi bilmiyordum. Şeytan diyor ki, bir şekilde boşan bu itten. Kurtul. Bir iş kur, ama nasıl kuracağım ki? Hoş, nafaka verirlerdi bunlar bana. O parayı da çatır çatır harcar sefasını sürerdim işte. Ama bir diğer yanım vardı ki; o da diyordu ki, asla ayrılma, bu iki adiyi asla yan yana getirme. Gerekirse ikisini zehirleyip öldür, sadakatsiz alfalara ibretlik bir drama çıkar. Bazen kendi hayatının başrolü olduğunu fark etmen gerekir.
Pekâlâ sanırım bipolar olma yolunda hızla ilerliyordum ve biri bana el atmazsa daha vahim sonuçlarda kendiliğinden üreyip gelecekti. Ama birinin gelmesini isterken, siz farkında değilsiniz ama ben düşünürken zırlıyordum bu arada. İçimde umutlandırıcı halay usulü bir motivasyon konuşması bile canımı yakıyordu o derece, işte o anda başımın üzerinde bir ağırlık hissettim. Işığımı kesen.
Usulca kafamı kaldırdım. Taehyung'un geldiğini düşündüm hemencecik. Ama onun yerine Sehun vardı. Hızlı hızlı nefesler alıyor, sanırım üzgün suratı beni daha da üzüyordu. Elin oğlu bile bana bakarak can çekişiyordu yani. Ben ne zaman mutlu olacaktım? Ve bir arkadaşın omzu bana iyi gelir miydi sahiden?
Çünkü benim daha ona bakıyor olmamla onun bana sarılması bir oldu. Üzgünüm ama sarılması iyi gelmişti. Bu yüzden ona sarıldığımda, "Ağlama Jungkook, yalvarırım," dediğinde, daha çok ağladım. Ağlamaktan artık geniz etimden akan mukusun haddi hesabı yoktu, öyle bir hale gelmiştim ki onlar akmayı durdurdu ama gözlerim asla. Hani göz yaşları bir müddet sonra kururdu, benim musluklar Tanrı'dan mı geliyordu? Ey yüce rabbim, daha ağlayacak hal mi vereceksin bana?
Ona sıkıca sarıldım ve kendimi iyi hissettiğimde çekildim.
"Bu saatte buraya gelebiliyor muydun?" dedim, tabi ki merakımdan değil onunla bu olayları konuşmak istemediğimden lafı geçiştiriyordum öncesinden. Ama o aşırı romantik bir şekilde, "Konu sen olduğun sürece benim halledemeyeceğim bir şey yok," dedi.
Bu sözler kendimi garip hissetmeme sebep olduğunda kafamı çevirdim. Birazcık utandım. Her ne olursa olsun, o sözde mahkukattan olma kafa sikici ve kalp bükücü kocamın kuzeniydi, doğru hissettirmiyordu bu yaklaşımları.
Elbette ki bu yüzden bir şey söylemeyerek ilerledim ve koltuklardan birine gelişi güzel oturdum. O ise hemen yanıma. Ses çıkarmadım. Uzakları izledim. En azından kafamın içinde konuşan o deli şu anda yok gibiydi. Çünkü o deli kafam halen Taehyung'un üzerinden senaryolar kurmakla meşguldü.
"Jungkook," dediğinde, istemsiz adımı duyduğumdan kafam onun olduğu tarafa çevrildi. "Yaşadıkların için özür dilerim. Sen tüm bu yaşananları hak etmiyordun," dedi ve iç çekmeme sebep oldu. Doğru hak etmiyordum. Ben o domuza bağlanmak dışında ne günah işledim. Kendi halinde takılan biriyken, şimdi tüm ülkenin takıntısı olacak bir konumdaydım. Hem de zavallı biri olarak. Ama daha kötü bir durum daha vardı, son öğrendiğim kadarıyla. Normalde ikinci evlilik, prensin evlat sahibi olmamasından kaynaklı oluyormuş. Daha işi pişirmeden kısır damgası yedim, şaka gibi.
Şimdi de bunu kafama takacağım, aman ne güzel!
"Evet, hak etmiyorum. Bu çirkin şeylerin hiçbirini. Ben sadece kalbimi açtım ve karşılığında aldığım şeyler korkunç. Ve bana bu evlilikten kurtulamayacağımı söylüyorlar," dedim. Beni dikkatle dinliyordu, ama daha çok düşünüyor gibi havası vardı.
"Ondan gerçekten ayrılmak istiyor musun?" diye sorduğunda, kararsız bir ses tonuna hakimdim cevap verirken. "Evet, beni sevmeyen biriyle olmak istemem. Bu en başından beri yanlıştı zaten. Ama en azından aramızda saygı olur diye düşünüyordum. Buna ihtiyacım vardı. Ve o bana gerçek bir evlilik vaadini verdiğinde, ona çoktan âşık olmuştum Sehun. Meğerse onun tek gayesi beni avucunda tutmakmış. Kim bilir o fotoğraflar olmasaydı daha ne kadar aptal yerine konulacaktım."
"Haklısın," dedi, dişlerini gıcırdatırken aşırı sinirli görünüyordu. "Seni bu kadar aptal yerine koymaları, çok iğrenç." Sonra sakince gözlerimin içine baktı. "Şimdi ne olacak biliyor musun? Sarayın itibarı zedelendi diye ya onunla evlenecek ya da senden basın önünde bir açıklama yapmanı isteyecekler."
Bu ihtimal öyle mide bulandırıcıydı ki ellerimin titremeye başladığını fark edemedim. Çünkü Sehun bunu fark ederek benden daha sıcak olan parmaklarını ellerimin üzerine bıraktı. "N-ne açıklaması isteyecekler benden," diye soruyordum, güçsüz sesimle.
Ama Sehun bana bakarken, sanki karşısında dünyanın en masum yaratığı varmış gibi bakıyordu. Yaratık diyordum, çünkü ben tüm insanlığımı kaybetmiştim. Ortalığı birbirine katan kurdum ise depresyona girmişti. Hasta gibiydi ama onunla ilgilenmeyi kesinlikle reddediyordum. Beni daha önce onun kurduyla iletişime geçtiğine dair bilgilendirmediği için. Ve Taehyung'un kafasının karıştıranın kendisinin olduğunu söylemediği için... o yüzden mi benim her halimi yansıtan resimler asılıydı oralarda?
Sehun, "Kaç aydır saraydasın ve onların gerçek yüzlerini göremeyişini senin temiz kalbine veriyorum," diyor ve ben daha da sabırsızlanıyor, az yavşayarak konuş diyesim geliyordu. Tıpkı Yoongi gibi. " Evet çok saf olduğum doğrudur," dedim ve beklentiyle açılmış gözlerim ona bakarken, ellerimi sıktı. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. "Basın toplantısında, bu görüşmeden haberdar olduğunu ve ikisinin yakın arkadaş olduklarını söylemeni isteyecekler senden. Hatta Jimin'i saraya çağırıp birlikte vakit geçirdiğiniz halleri paylaşarak bu konuyu tatlıya bağlayarak piyasadan silecekler. Senin duygularının inciniyor olmasının hiçbir önemi yokmuş gibi."
Bu acınası halimi bir başkasından da duyuyor olmak daha çok yıkmıştı beni. "Bu kadar acımasız olmazlar bana karşı değil mi?" dedim bir çare. O, "Neden canı yanan tek sensin Jungkook, neden bu kadar canını yakmalarına izin veriyorsun. Sen sahipsiz değilsin ki," dedi.
"Haklısın," diye mırıldandım. "Benim bir ailem var. Gerçek bir ailem."
Ama o bu sözümün üzerine tebessüm ederek, "Bende varım," dedi ve açıkçası ellerinin üzerimde olmasının verdiği tetikleyici etkiyle ellerimi yavaşça çektim. "Doğru, arkadaşlarda aileden sayılır," dedim.
"Benim ne demek istediğimi anladın sen Jungkook," dedi bana. Anladım elbette ki, ama cevap veresim gelmiyordu bu sözlere. Hem zaten ne denilirdi ki? Bunca derdimin arasında şimdi senin bana yanık olmana mı üzüleyim Sehun, ben ne yapayım?
"Sadece bana tek bir şeyi söyle, gerçekten Taehyung ile olan evliliğini sonlandıracak mısın? Eğer öyleyse, sana bunun için bir çözüm bulabilirim."
"Yasak olduğunu söylediler, bu nasıl mümkün olacak ki?"
Yan duruşunu tamamen bana çevirdi. "Eğer bir basın toplantısında senden konuşmalarını isterlerse, kameraların önünde ondan boşanmak istediğini söyle." Dedi ve söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. "Saray ne kadar kendi başına otoriter görünse de aslında hep iç içedir. Ve sen bunu yaparak halkın tepkisini çekeceksin. Ve Sarayın en çok korktuğu şey halktan yana tavır alınmasıdır. Bunu yaparak verdiğin bu kararı uygulamak zorunda kalacaklar," dedi.
Bu fikir gözümü korkutmuştu. Bunun nasıl hissettireceği konusunda en ufak bir fikrim yokken, sessizliğimi konuşmaya devam ederek bozmaya çalıştı.
"Bu tamamen bir varsayım. Bunu belki hiç riske bile almak istemeyebilirler. Sende... Jimin'i daima hayatının bir parçası olduğunu düşünerek kendini iyi hissetmeye kodlarsın belki. Ya da Jimin vazgeçer bu saçma durumdan."
Onu susturmak adına elimi omzuna vurdum. "Bu iğrenç şeyleri söyleyip durma, adını da anma. Yeterince her şeyden midem bulanıyor zaten." Gerçekten midem bulanıyordu. Yüzümü buruşturarak ayağa kalktım, sanırım bu havanın ağırlığından kaynaklıydı. İnsan mutsuz olunca her şey çirkinleşiyordu. Oysa ben kakama bakarken bile öncesinde mutlu olan bir insandım. O kadar saçma keyfim vardı.
Kederim eksilmiyordu ki bir yenisi daha eklendi. Sehun arkamdan bana yaklaşıp sarıldı. "Ben duygularımda ciddiyim Jungkook. Eğer ondan gerçekten kurtulamazsan, seni çok uzaklara götürmeye hazırım."
Daha ne sözlerini ne de sarılışını hazmedememiştim ki, Taehyung'un sesini duydum. Saldırgan sesini. Çünkü Sehun'un sırtımdan alıp savuşturduğunda, "Onu yoldan çıkarmaktan vazgeç artık. Cidden seni öldürürüm Sehun," dediğinde, benim elimi tuttu. Bana sinirli bakışlarını atmaktan sakınmıyordu. "Her ne yaşanıyorsa yaşansın, sen halen benim eşimsin. Benim. Anladın mı?"
Ağzım açık kaldı. Şu an ona mı benzedim ben? Evliliğimize ihanet eden taraf mıydım yani? Ne münasebet!
Sehun onun tam karşısında durdu ve ikimizin birbirine sarılı duran ellerimize bakarken histeri şekilde güldü. "Senin nasıl bir eş olduğun malum, Jungkook'u sakın bununla suçlama. Ona yakın olmak isteyen benim. Senin aksine, o senin sahiplik duygusu kazanmadığın bu evliliğin arkasında daha sağlam duruyor."
Ve nedense o anda Sehun'un gözümde değeri olduğundan daha fazla artmıştı. Çünkü haklıydı. Keşke Taehyung'ta en az onun kadar dürüst olmayı başarabilseydi. Bu sözler azalmış gücümün yerine gelmesini sağladığında, elimi ondan itekledim. "Herkesi kendin gibi sandığından, bu şekilde kavgacı olman çok normal," dedim ve umutsuzlukla kafamı salladım.
Sehun'a dönerek, "İyi geceler Sehun, beni merak edip geldiğin için teşekkür ederim. Sayende daha iyiyim," dedim ve arkamı dönüp yanlarından ayrılacakken Taehyung ile göz göze geldim.
Yıkılmış görünüyordu. Üzerindeki kan kurumuştu ve elini sarmıştı. Bu hali yutkunmama sebep olacaktı. Ona bakmanın ne kadar tehlikeli olduğunu daha iyi anlıyordum şimdi. Bir tek kalbimin değil, gözlerimin de bir zaafı vardı bu adama karşı.
Zaafımdan sürüyerek odama doğru geçtim. İşte yine o boğulmuşluk his. Ve bu yaşadığım araf yakın zamanda beni cehenneme sürükleyecekti. Biliyordum. Biliyordum çünkü çok kısa bir süre sonra odamın kapısı sertçe açıldı. Arkama bakmama gerek yoktu. Taehyung yine gelmişti. Ve benden artık ne istiyordu onu da biliyordum.
"Konuşmak istiyorum," dedi, baskın bir sese sahipti. Oysa onun benimle bu şekilde konuşmaya hiç ama hiç hakkı yoktu. Sinirlerim bozularak ona doğru döndüğümde, bu halini tekrardan görmek bana yeni soruları sorma cesareti veriyordu.
Mesela bu halde aceleyle nereye gitmişti, o odadaki resimlerin sebebi ne? Beni seviyor musun gerçekten? Yoksa ailenin sana kuracağı baskıdan dolayı bu evliliğin sürmesini mi istiyordu? Ya da hiç bilmediğim bir neden mi vardı altında?
Bu sorularımla başa çıkamıyordum. Kafamda vızıldıyor ve iğnelerini batırıyorlardı usulca.
Şimdi aynı onun sesi gibi baskın çıkıyordu sesim. "Konuşmadan önce, bu haldeyken..." dediğimde, bir anda onun için endişelendiğimi belli edecek sözler söyleyeceğim diye frenledim kendimi. Daha soğuk durmaya çalışarak, "Sen neredeydin?" diye sordum. "Bu sefer dürüst ol bana Taehyung. Bu son şansın."
Karşımda yumruklarını sıkarken bakışlarını kaçırdı. Çenesi öne doğru seğirirken, "Jimin ile konuşmaya gittim," dedi ve ben gözlerimi yumdum. Ne bekliyordum ki? Hâlâ bir umut olsa gerek, bundan sonra görüşmez diye düşünüyordum.
"Şaşırtmadın bile beni." Dedim, dudaklarımı eğerek. Burnumun ucu sızlıyordu yine. Neredeyse bir an için onu affetmeyi düşündüğüme inanamıyordum. Bir an olsun, o resimlerden dolayı beni gerçekten sevmiş olabileceğine inanamıyordum. Elimde olmayan kızgınlığımla, "Zaten bir şansın yoktu Taehyung, sadece bir blöftü," dedim.
Ama o bana doğru yaklaşırken, "Bunu ikimiz için yaptım," dediğinde, elimle durmasını işaret verdim. Olduğu yerde kalmaya devam ederken, "Ona sana gerçeği söylemesi için gittim. Çünkü sana hakkımda doğru olmayan şeyler söylediğini düşündüm. Çünkü okulda bayıldığında onunlaydın," dediğinde hayretler içerisindeydim.
Evet Jimin canımı sıkacak çok şey söylemişti. Haddinden fazla özelini paylaşma gereksinimi duymuş, gelecekteki bana sizin çocuklarınızı bakmam için temennilerde bulunmuştu. Ama neden bu olayların içinde kendisinin en büyük hatalı olduğunu anlayamıyor, benim diğerlerinden çok onun için üzüldüğümü. Çünkü ona bu konuşmaları yapma hakkını kendisi veriyordu.
Tanrım cidden yok et ya beni ya da bu dünyayı. Çekecek çile değildi.
"Günahlarının bedelini bir başkasına atarak kendini aklayamazsın Taehyung." Diyerek, ona son kalan vakur gücümle sözlerimle sarsmaya çalıştım. "Beni o hale getiren Jimin değildi, sendin. Sanıyor musun ki ben o haberlerde çıkanları yeni görüyorum, hayır. Onları daha önce gördüm. Ve sordum sana, ısrarla. Onunla görüştün mü diye, ama sen bana yine de yalan söylemeyi tercih ettin. Burada hatalı olan bir başkası değil, sensin. Anla artık bunu."
Bu sözlerimin onun üzerinde şaşırtıcı bir etkisi olduğunu görebiliyordum. Çatılan kaşlarından sinirlendiğini de. Ama umurumda değildi. Cidden değildi. Ne düşündüğü şeyler ne de vereceği tepkiler.
"Çık şimdi buradan," dedim ve bu sefer bu konuda beni zehir zemberek bir kovalamaya tabi tutmadı. Jimin ile ne konuştuysa, onu sakinleştirmiş görünüyordu.
Belki de Jimin, benim onun öperek iyileştirmek istediğim yaralarından öpmüştü bu gece.
Belki öpmedi yaralarından, ama sana olan dürüstlüğüyle aklında tertemiz kalmayı başarmıştı. Çünkü artık sende biliyordun, arkandan dönen dolapları. Bu yüzden o gece daha sakindin. Jimin'in benimle konuşmaya geleceğini ve gerçekleri de benim öğreneceğimi düşündüğünden, toparlamaya çalışıyordun etrafa saçılmış yalanları ve bulmaya çalışıyordun, aramızdaki bağın kuvvetini. Ama ben her yeri cayır cayır yakıyordum... bir delile gerek kalmadan. Özür dilerim Taehyung.
Sabah olmak bilmemişti. Diken olup batmıştı yatak. Hayatımın tek atraksiyonu beni yanına çağıran Kraliçe olmuştu. Ondan bu kaos ortamı için daha erken bir konuşma beklemiyorum desem yalan olurdu. Açıkçası yüzüme nasıl bakar diye bir hayret içerisindeyken beni aşırı şaşırtmış ve samimi sayılacak şekilde benimle düzgün, ılımlı ve şefkatli konuşmaya başlamıştı.
Şayet ben dün gece Sehun ile o konuşmayı geçirmiyor olsaydım, muhakkak bu konuşma biraz olsa samimi görünürdü. Derdim ki, Kraliçe arkamda. Oğlunun ne bok olduğunu biliyor ve benim yanımda olmaya çalışıyor. Bu süreci atlatmaya yardımcı olarak toplum üzerinde bırakılan bu intibahla yaratılmış rehaveti yok etmek istiyor.
"İkimizde aynıyız Jungkook." Diye söze girdiğinde, şaşırıyor ve daha sonrasında, "Her ne kadar anlaşamıyor olsak da bir şeyi anlamanı isterim. Ben senin yanındayım. Bu evliliğe üçüncü kişinin dahil olmasına izin vermeyeceğim. Sende bu evliliğe sahip çıkmalısın," diye devam ederken, kaba bir sessizliğe bürünüyordum.
Düşünceliydim. İçtenlikle olması istemediğim bu iki yüzlü senfoninin olmaması için.
Yine de bu sahteliğe şahit olmak istercesine, "Ne yapmalıyım bunun için," diye soruyordum. Ve o da bana, ezbere alınmış gibi, karşısında bir çocuk olduğunu bilir gibi avutucu ama artık benim içten pazarlıklı cümleleri tek tek sıralıyordu.
"Bir basın toplantısı düzenlenir hemen. Sen bu ilişkinin doğru olmadığını ve eşinle mutlu olduğunu, onu da bir arkadaşınız olduğunu söylersiniz. Taehyung'un çocukluk arkadaşı sayılır zaten." Diyor, ben devam et bu yalanlara diye kafa sallayacakken, "Kardeş-" dedikleri anda, tepelerim atarak lafını kesiyordum.
Onca yaşanan şeylerden sonra bir de kardeş olduklarını ilan edeyim de tam olsun! Sikerler böyle işi. Hepinizin canı cehenneme! Sarayın rezil olması umurumda değildi. Bana bu sözleri söyletmek isterken yeterince rezillerdi.
"Tamam daha fazlasını duymama gerek yok. Yapacağım bunu."
Evet bu sözleri söylememin üzerinden daha yeni iki saat geçmişti ki, bir basın toplantısının olacağı haberi gelmişti. Hazırlanmamı ve iyi görünmemi emretmişlerdi. Pekâlâ bu isteklerini yeterince yerine getirdim. Ve ilk defa aşırı zarif ve kibar görünüyordum. Ağlamaktan gözlerimin içi gözükmezken makyaj yaparak ruhumdan bedenime taşınan bu tarumar edici zararı kapatmaya çalıştım.
Sangsu'ya bakarken tebessüm ediyor, o da bana en sonunda kafayı yedi der gibi garip garip bakıyordu. Kimse kusura bakmasın, yıkıldığımı sadece ben bileceğim. Herkes bilmese de olur. Tabi ben böyle rahtça caka satabiliyordum. Bu Taehyung'u görmeden önceydi.
Sanki anlamış gibiydi. Basının çağrıldığı binaya giderken elimi tutarak beni durdurdu. "Bunu yapmak zorunda değilsin," dedi. "Tek suçlu dediğin gibi benim. Bu yüzden bu durumu yaşayarak kendini üzmemelisin," diye eklediğinde, ona uzun zaman sonra ilk defa tebessüm ediyordum. Dudaklarım acımıştı, ama o dudaklarıma baktığında daha çok yanmıştı canım.
"Seninle yepyeni bir sayfa açabilmek için yapıyorum bunu." Dediğimde, gözlerinde parlayan o canlılık... işte o ifade var ya, beni yüz yerimden bıçakladı. "Gerçekten aramızda yeni bir sayfa açacak mısın? Sana olan sevgime inanıyor musun?"
Sadece kafa salladım. Benim dilim sadece durumu kurtarmak için yalan söylerdi. Ya da utandığımda. Ama artık önemi vardı. Bu ilişkide benim için yalanlardan başka bir şey olmadığına göre, "Gidelim," dedim ve önden yürümeye başladığımda, cesaretini toparlamış olacak ki elimi tuttu. İzin verdim buna.
Çünkü onun bana dokunması, iyi hissettiriyordu. Kalbimi acıtan da oydu, iyileştiren de. Ve ben ona bağlıydım, bunu anlamanın bu kadar geç olması benim suçum muydu? Mühürlenmiş olsaydık, ruh eşim olduğunu çoktan biliyor olacaktım? Ama bambaşka yollarla öğreniyordum.
Bize ayrılan sandalyelere geçerken, daha ilk girdiğimiz anda flaşlar yüzüme patlarken birkaç kişinin olduğunu sandığım gazeteci kitlesinin içinde birçok önemli kanalın habercileri de buradaydı. Bu beni biraz tedirgin etmeye başladığında, Taehyung ellerimi sıktı. Ve gözlerime baktı. Sanki hissetmişti içimdeki gerginliği, bana bakarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu oturana kadar sürdüğünde, iyiydim.
Çünkü ellerimiz ayrıldı.
Onun sekteri olan Bay Lee gazetecilere seslendi. Önce uyardılar, soruların sorulması yasak diye. Ama o fısıltıları yine de duyabilmiştim. O kafamın içinde dönen tiyatronun neredeyse aynılarıydı. Biraz ben suçlu, biraz da Taehyung'un ihanet ettiklerini vurgulayan cümlelerdi.
Sonuçta mikrofon önümdeydi.
Kafam karışıktı ve aşırı karasız kalmıştım. Bunu cidden yapmalı mıyım diye? Ama daha dün gece onun yanında soluğunu sevgilisinin yanında almış biriyle bu saatten sonra bir evliliği sürdürebileceğimi sanmıyordum. Yine de Taehyung'a bakma gereksinimi duyduğumda, kafası hafif eğik duruyordu. Kederli bir görüntüsü vardı. Sanki ne yapmak istediğimi biliyordu.
Oysa o an gözlerimin içine baksa, vazgeçecektim.
Ama vazgeçtiğim aşktı. Gururumu korumak isteyerek kafamı çevirdim ve beni pür dikkat kameraya alan o habercilerin yüzlerine baktım.
"B-ben boşanmak istiyorum. Bu sarayın kurallarınca mümkün olmadığı için halkın desteğini istiyorum."
Ben, bizi bitirmedim Taehyung. En dibe sürükledim. Çünkü daha aşağısı yoktu bundan sonra.
....
Her şey şimdi daha güzel olacak, hazır mısınız? Tüm olayları açıklıyor ve yanlış anlaşılmaları düzeltiyor olacağız. Sağlıklı bir ilişkileri olması için bu gerekliydi. (Dizide de buna benzer bir sahne vardı, yazmam lazımdı yani)
Merak etmeyin, araları düzelirse çok salak bir çift olacaklar dcajhdslkjş
Ben Nicotesy, bu gecede ybledim sizi iyisiniz iyi
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |