Selam ballar, gece kuşunuz bugün de geldi:D
bu arada fic angst diye sorup durmayın lan, söylersem okuma heyecanı diye bir şey kalmaz ortalıkta dhksaskjsa
Yorum bekliyorum, yoksa yoqum, bu bir şaka değil... çünkü yorum geldiği için hergün bölüm atıyorum ve diğer bölüm bir sürü yorum okudum, teşekkür ederim.
iyi okumalar, drama queenler
...
Ağzımın içinden fırlayan cümlelerin ağırlığı ben daha sözlerimin nasıl bir derinlik bıraktığının farkında değilken, bir çırpıdaydı. Her sözümün üzerimden fırlayıp gitmesiyle çoğaldı sanki onun gözlerindeki hüsran. Ve bana bakarken bunu durdurmayı istedi belki de. Bilmiyordum. Sahi onu ne kadar tanıyordum ki? Belki de onda görüyor olduğum bu yıkılış, benim onda görmeyi istediğim şeylerdi.
Çünkü benden çok onun gözlerinde görüyordum. Bir vazgeçişi. En büyük hayal kırıklığını.
"Üzgünüm," dedi ama sesi gerçekten üzgün çıkıyordu. "Bu isteğini gerçekleştiremem. Senden, bizden bu kadar kolay vazgeçmene izin vermeyeceğim."
Ama öylesini sağ duyumu kaybetmiştim ki, o anda düşünüyor olduğum şey beni halen bu acı dolu duruma mahkûm etmeye çalıştığıydı. Beni halen bu iğrenç duruma sürükleme peşindeydi. Ve ben onu katiyen öldürmek istiyordum, sanırım sonrasında bir şifa terapisi sadece kendi ruhum için olacaktı.
"Zorundasın," diye yüklendim sesime. Onun gözlerinin dolmuş olması, benim şu anda gözlerimden acıyla dökülen yaşlar kadar gerçekçi hissettirmiyordu. Ben yüreğime sırtlanmış bu yükü kaldıramıyorken, "Beni bu iğrenç durumun içinde tutmaya hakkın yok. Sen Kim Taehyung, dileğini gerçekleştiriyorum. Senden önce ben senden kurtuluyorum," dedim.
Fakat buna katiyen karşı çıkarak, "Benim dileğim bu değil," diye bağırdığında, bir adım sarsılarak geriye düştü adımlarım. "Görmüyor musun?" dedi ve kendisini görmem için eliyle kalbinin üzerine vurarak kendisini göstermeye çalışırken. "Bu ilişkide kendisini bir tek hırpalayan sen değilsin. Evet, sana yalan söyledim. Ama bu benim gözümde bir ihanet değildi. Çünkü orada bir duygu yoktu. Sana olan duygularımın da bir adı da yoktu o âna kadar. Bırakmak zorunda kaldığım bir ilişkiydi ve gerçekten bitirdim o gün kalbimden. Aklımdan geçmedi onunla bir daha olmak... Jungkook, sen hayatıma girdin ve ben, mutlulukla tanıştım. Senin gibi birini nasıl severim ben diye sorguladım. Her şeyimizle çok farklıyız ama bu sana kapıldığımı, her daim seni görmek istediğim gerçeğini asla değiştiremezdi. Sana olan duygularımın büyüklüğünü de."
İçine düştüğüm acınası duyguları savuşturmak istiyordum. Ve sözler söyleniyor, ben sadece izliyordum. Bu sahneler benim televizyon başında izlediklerimden çok daha farklıydı. İzlemek ve yaşamak arasında kaldığımda, yüzümü buruşturdum. Ne mantığımı idrak edebiliyor ne de kalbimden geçenleri gerçekleştirebiliyordum. Bu siktiri boktan duruma gülmemek imkansızdı, yine de gülemiyordu insan.
"Bunlar çok geç kalınmış ve durumu düzeltmeye çaba gösteren sözler gibi geliyor artık kulağa Taehyung."
Ona arkamı döndüm. Anlamalıydı. Sözlerinin artık beni teskin etmediğini ve ne kadar konuşursa konuşsun sözlerinin beni avutmayacağını anlamalıydı. Ben bu gördüklerimle kahrolmuştum ama o bunu yaşarken bana yaklaşmıştı bile isteye. Duygularını anlamış olması kimin umurundaydı artık... ondan ısrarla istediğim dürüstlük neredeydi? Ve sevgilisinin o sözleri... o söylediklerinin aramızdaki sırları biliyor olması yeterince iki yüzlü görünüyordu gözlerime.
Bu iğrençliği atmak isterken üzerimden, arkamdan sarıldı. Bunu sıkı sıkıya yaparken, çehresi saçlarımın arasında dağılıyor, fısıldıyordu. "Değil, bunlar sana söylemeye cesaret edemediğim sözler. Sadece senin de kendi duygularından emin olmanı beklemiştim, ben ilk defa birine nasıl yaklaşacağımı bilemedim. Ben dürüst davranamadığım, çünkü ilk önce kendime dürüst değildim Jungkook. Lütfen inan bana."
"Artık eminsin." Dedim ve beni sıkıca tutan ellerinin üzerine parmaklarımı bıraktım. Tuttum ve çektim. Şimdi duygularımın çetrefili çatışmasıyla gözlerinin içine bakıyordum. Ve bende itiraf ediyordum. "Yine de sana karşı hissettiğim bu duygular, bu hiç başlamayan ilişkimizi toparlamaya yetmeyecek. Üzgünüm."
"Asıl ben üzgünüm Jungkook." Dedi ve vakur durmaya çalışırken bakışlarını kaldırdı. Bana işte o aklıma gelmeyen şeyi bir çırpıda söyledi. "Kraliyette boşanmanın olmadığını bilmen gerekiyordu. Bu evliliğin ömür boyu süreceğini de. Bu yüzden seninle zorla evlendiğimde neden seni hemen kabullenemediğimi ve kalbime girmene izin vermediğimi de."
Sonra benim öylece put kesmiş halime bakarak, "Saraya geldiğin ilk gün sana söylemiştim, bizim ailemizde boşanmanın olmadığını..." dedi ve ben halen aynı yerimde sayıklıyordum.
Bu beni kısa süreliğine şoka soktu. O da Jimin'in bana söylediklerinin kanımı donduracak şekilde hatırlayarak hayal etmemden ötürü. Ne demişti, kim bilir, çocuklarımıza bakmaktan mutluluk duyarsın belki... Hayal ettiğim şeylerden dolayı yüzümü yüzmek istercesine elimle sürterken bu yaşadığım bokluktan çırpınmaya çalışıyordum. Bu haksızlığı ve iğrençliği sindirmek zorunda olmak beni şimdiden gerçek bir akıl hastasına dönüştürdü.
"Ne yani, beni bu iğrenç durumun içinde yaşamamı mı istiyorsun?" diyerek, bütün hıncımı çıkarmak istediğim Taehyung'un üzerine etrafımda olan ne varsa atmaya başladım. Canının yanacak olması umurumda değildi. Çünkü burada deliren bendim. İğrenç kocamın siki sağ olsun. Bir de bakmam için bana bir sürü çocuklar mı yapacaklardı? Ben, ben bu genç yaşımda bu şeylere katlanmak zorunda mı bırakılacaktım?
Çünkü şimdiden bu hayattan tamamen yok olmak istiyordum.
"Hayır, sadece bana bir şans vermeni ve bu evliliği dürüstçe sürdürmeyi istiyorum."
Bu yüzsüzlükle çıldırıyor ve daha hırçın bir şekilde ona elime ağır gelen o süs lambasını bile fırlatıyordum. Bacağına geldiğinde kısa bir an dizinin üzerinde acıyla sektiğinde, "Defol Taehyung!" diye bağırdım. En az kendim kadar arsız bir yanını keşfederken, son kez ricacıydım. Çünkü onu ciddi anlamda yaralayacağımı hissediyordum. Bu nedenle, "Lütfen en azından beni rahat bırak. Seni ne görmek ne de sesini duymak istiyorum. Çünkü sana baktığımda sadece midem bulanıyor."
Sanırım bu sefer ciddi olduğumu anladı. Sessizce bana bakarken dudaklarını sertçe birbirine bastırmış ve araladığı çenesinden bir şeyler dökülecekmiş gibi aralanıp kapanıyordu. Sonrasında tamamen kapandı o ağzı. Ve artık ona bakmadığımda sessizce çıktı odanın içinden.
Çok daha fazlasını bilmek ve yerini telafi edilemeyecek duygular eşliğinde onun gidişinin ardından bakıyor olmak, sarsıcıydı. Nasıl da gitmesini isterken ellerim ona uzanarak sarılmayı isterdi? Bundan sahiden de kaçmam mümkün müydü? En azından bana acı veren duygularımdan.
Dağınık odanın içinde kendime bir yeni yetme duygu kazandırmışım gibi yerde oturmuş ve yüzümü kollarımla sararak gözlerime sunduğum karanlıkla sıralıyordum bir şeyler. Ve beni merak edilen aranmış tüm aramalar bir cevapsıza dönüşürken en sonunda şarjı bitmiş ve kapanmıştı.
Sangsu birkaç kez yanıma uğradı ama onu da kovaladım. Bilmiyorum, hiç olgun biri gibi davrandığımı hissedemiyordum. Tüm o yaramaz tavırlarıma rağmen ilk kez kendimi çocuk gibi hissediyordum. Çünkü ben ilk kez bir karar veriyor ve bu kararın altından kalkamıyordum. Bana acı veren bu evliliği sürdürmemek konusunda ciddiydim. Taehyung'a duyduğum güvensizlik kadar üstelik.
Kafam karışık bir halde öyle kalktım. Soğuk duş almak iyi bir fikirdi. Biliyordum ki, yarın bundan daha fazla acımayacaktı canım. Lakin ayağa kalktığımda dalgın bakışlarım pencerenin ilerisinde hızlıca giden Taehyung'u görüyordu. Yüzündeki parçalı öfkeyi daha idrak edemeden, üzerindeki beyaz gömleğine bulaşan kanı görebiliyordum. Şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırırken ona ne olduğunun merakı ile bir anlık yaşadığım o korkunç bulanım, ona ne olduğuyla ilgilenmeye başladı.
Bu merakımdan nefret ettim. Onu halen seviyordum. Yine de...
Bu kapıyı açmama ve aramızdaki holün ortasına dikelmeme engel olamadı. Onun gittiği yöne baktığımda çoktan kaybolmuştu ve yerlerdeki izlerde damla damla kanlar vardı. Başımdaki ağrı şiddetlenirken, odasının açık kapısından içeriye geçtim. Orada ne olduğunu görmek için.
Odasındaki çoğu şey yerli yerinde duruyordu ve lanetim olan o kapı yine açıktı. Ama damlayan kanların yönü oraya doğru seyir alırken, beni bu denli mahveden şeyin başlangıcı olan yere girme konusunda tereddütlerim vardı. Ama zaten her şeyi görmüştüm. Bunun artık canımı yakacağını sanmıyordum, yeterince yanıyordu çünkü.
Pekâlâ, göz yaşlarımı tazelemeye hazırdım. Odanın kapısını daha çok aralayıp içine girdiğimde, her yerde ama her yerde yepyeni fotoğraflar vardı. Ama bunun haricinde, yerlere saçılmış halde duran cam kırıkları vardı. Odanın içinde resimlerin yapışması için duran büyük cam çerçeveyi parçalamıştı. Lakin bu kırmızı ışığı kapatarak, yerini beyaz ışığı açarak aydınlattığımda olaylar benim için daha garip bir hal aldı.
Çünkü kesinlikle orada yer alan benim resimlerim olamazdı. Habersizce çekilen, gülerken, ayımı döverken, saraydaki dersten kaçarken bahçedeki halim, yemek yerken, dizi izlerken ağlayan halim, dans edişim, telefonla konuşurken, gözlerimi devirirken, dikiş yaparken, arkadaşlarımla konuşurken, yatağımda uyurken...
Tüm bunlar ne demekti şimdi?
.....
(Yazarın Ağzından)
Kadın dudaklarının arasına kıstırdığı kahvesinden keyifli bir yudum alırken, haber başlıklarına sinsi bir gülümse ile okuyor ve şu anda bıraktığı enkazın altında sarayın içinde nelerin döndüğünü öğrenmek için sabırsızlıkla bekliyordu. Çünkü her şeyin bu kadar kaotik görünmesi için elinden geleni yapıyordu. İntikamını almak için tam on senedir bunu beklemişti.
Oğlunun hak ettiği o saygınlığı geri alması için ne gerekiyorsa yapacaktı. Önce konumdan düştüğü Veliaht Prens makamını alacak daha sonrasında o çok sevdiği çocuğu. Ama halen Jungkook ile evlenmesine razı değildi. Ona çok daha iyi bir eş bulabileceğini düşünüyordu. Fakat bunu elbette düşünce olarak içinde tutmayı yeğliyordu.
Biliyordu ki oğlunu ancak bu vaatle durdurabilirdi.
Ama bu yaşanan haberlerin akışını daha uygun bir plana sadık kalarak ilerleme konusunda ısrarcıyken, oğlunun yüzündeki o izler ile kontrolden çıkan öfkesiyle erken davranmıştı. Ve ortalığı bir anda ayağa kaldırmak istemişti. Bunu yapmadan önce saray kıdemlileri ve siyasette tanışıklığı olan, ölen eşine sadık olan köklü ve güçlü siyasetçilerin desteğini aldıktan ve Ana Kraliçe'ye Sehun için tekrardan tahta geçme olasılığı için prensliğinin açıklamasını istiyordu. Bu şekilde Taehyung'u, tıpkı kocasının uğradığı suikast ile ölmesine neden olduğu kaza gibi öldürebilirdi.
İntikamını ancak böyle alabilirdi. Özellikle şimdiki Kraldan.
En çok da ona karşı beslediği duygunun yıllar boyu devam ediyor olmasına hayret ediyordu. Belki, diyordu. Beni seçseydin her şey çok daha güzel olabilirdi. Zamanında sevgililerdi. Bunlar evliliklerinden önce olan bir durumdu. Lakin ölen eşiyle evlendirilmek zorunda kaldığında, şimdiki Kralın bunu durdurmak için mücadele vermemesi ve şimdiki Kraliçe ile evlenmiş olmasaydı, içinde bu kadar nefret barındırıyor olmazdı.
Geçmişindeki o Kraliçelik unvanını istiyordu. Taehyung'un annesini alt etmek istiyordu. O yıllardır kurduğu düzeni mahvederek yaşadıklarının aynısını yaşamasını istiyordu. Bunu yapmanın tek yolu da oğlunun prenslikten düştüğünü görmek olacaktı tabi ki.
Bunu hızlandırmayı ne çok isterdi. Bunun için elinden geleni yapmaya devam edecekti, belli ki Kraliçe'nin daha şimdiden nasıl kıvrandığını hayal edebiliyor ve bu sansasyonel uydurmalar içinde tahtının ve halkın gözünde oluşturduğu intibahın nasıl da zelzeleye uğradığını gördüğünde nasıl bir hamlede bulunacağını çok merak ediyordu.
Şimdiden çalan telefonu, kendisiyle iş birliği yapan meclis üyelerinden biriydi. Kısa bir konuşma geçirdiler aralarında. Bu durumu basın önünde konuşacaklarını ve sarayı zor duruma sokacaklarını, kendilerini desteklediğini söylemişti.
Arkasının güçlü olması elini de bir hayli kuvvetli kılıyordu. Tek ihtiyacı biraz skandaldı ve bu yaratmış olduğu skandallar ise işin başlangıcıydı. Jimin'in bu yönetmiş olduğu magazinsel skandalda ebetteki payı büyüktü. O omeganın çaresiz durumundan yararlanmış ve tehdit etmişti. Kimse ama kimse ona şu an karşı gelemezmiş gibi hissediyorken, oturduğu salonun içine oğlunun aceleci ve sert adımları zemini delercesine hareket ediyorken hafifçe kaşlarını çattı.
Sehun'a bakarken hafifçe tebessüm edecekti, ancak oğlunun yüzündeki o minik öfke sertleşmiş ve tuttuğu telefon ekranını annesinin yüzüne doğru tutarken hesap soruyordu. "Bu haberi sen yaptırdın değil mi?" diyor ve kadın oğluna bu konuda elbette yalan söylemeyerek, "Evet," diyerek elindeki kahve fincanını yan sehpaya bırakıyordu.
Sehun'un kanına dokunuyordu bu rahat ve gailesiz umursamaz olan tavırları. Eğer karşısındaki kadın annesi olmasaydı, onunla konuşurken çok daha saygısız olmaktan çekinmeyecekti. Bu tarz şeylerden hiçbir zaman hoşlanan biri olmamıştı ama annesinin bu çabaladığı oyunlara kafası da ermiyordu. Hoş dönen oyunlardan ne kadar haberi vardı? Eğer Jimin'i bir keresinde evlerine geldiğini görmüş olmasaydı, onunla iş birliği içinde olduğunu da anlayamazdı ya doğrusu.
"Bu kötülüğü ona nasıl yapabilirsin?" dediğinde Sehun, bugün okulda olamadığı için büyük bir pişmanlık duyuyordu. Aslında bugün okula gitmeyişinin sebebi, Jungkook'un yüzüne nasıl bakacağını bilemediğinden ve kendisine baktığında yüzünde oluşan hafif morluk nedeniyle vicdan azabı duyacağını düşündüğündendi. Ama bu sabah yaşananlardan sonra bunun bir önemi bile kalmamıştı. Şu anda onun ne kadar kötü hissettiğini ve o sarayın içinde ne kadar kendisini yalnız olduğunu tahmin edebiliyordu. Bununla, "Onu insanların gözünde küçük düşürülmesine nasıl izin verirsin?" diyerek hesap sormaya devam ediyordu Sehun.
Kadın onun bu toy ve duygularıyla hareket eden yönünü anlayışla karşılıyordu elbette ki. Onun kendisine değil de babasına daha çok benzediğini kendisine karşı geldiğinde daha çok anlıyordu. Bu yüzden kendi tutumlarını oğluna açıklayıcı bir üslupla anlatmaya ve en çok da kendisini savunmaya çalışarak konuştuğunda, ayağa kalkmıştı.
"Pekâlâ, bu resimleri eğer o ülkenin basınında yer almasına daha önce izin verseydim durum şu ankinden çok daha farklı mı olur sanıyorsun? O resimleri yayınlatmam senin geleceğini garantilemek içindi. Benden önce kuzenine kızmalısın. Bu ilişkide hata yapan ben değilim, oydu oğlum."
Kadının sözleri sahici çıkıyor ve sanki Taehyung'un tek başına olarak gittiği ülkeye Jimin'i özellikle göndermemiş ve peşlerine adam tutmamış gibi davranıyordu. O perdelenen öpücüğün bile Jimin'in onu aniden öpmesiyle oluştuğunu ve daha sonrasında birbirlerinden uzaklaştıklarını. Ama bu durum umurunda bile değildi. O olayların nasıl olduğu ile ilgili değil, nasıl göründüğü ile ilgileniyordu. Eh bu da bir hayli işine yaramıştı sonuçta.
Lakin Sehun'un düşündüğü kuzeni değildi. Onun ne yaptığıyla ilgili hiç değildi. Jungkook'a aşıktı ve onun mutlu olmasını istiyordu. Eğer mutluluğu bulamıyorsa, memnuniyetle bu mutluluğu ona vermeye hazırdı.
Bu nedenle, "Yine de bu yaptığın affedilemez," diyerek annesini onaylanmaz bakışlarını attı ve arkasına dönerek hızlıca bu evi terk etmek için acele etmeye başladı. Annesi arkasından telaş ederek, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Çünkü bu kurduğu planı bozacak bir şeyler yapmasından endişeliydi.
"Jungkook'un yanına gideceğim. Kendisini yalnız hissetmesini istemiyorum. Ve şunu da söyleyeyim anne, insanların canını yakarak beni düşündüğünü söyleme. Bu iğrenç hissettiriyor," dedi, kendisini durduran annesinin gözlerinin içine acımsı bir hüzünle baktı.
Gerçek anne ve oğul yakınlığını daha çok isterdi. En azından aralarında bunu konuşabilecek kadar samimiyet. Annesinin bu takıntısını anlasa bile anlamak istemiyordu.
Ama annesi, "Ben sadece sana yapılan o haksızlığı düzeltmeye çalışıyorum. Babana atılan iftiralar yüzünden konumunu kaybettin. Kral olmak senin hakkın. O sarayı ve ülkeyi yöneten biri sen olmalısın. Babanı bile bile öldürdüler, bu yüzden ben ne kaybettiysem onlarda kaybedecekler," diyerek bir kez daha anlatsa da kendisini, Sehun, "Seni anlamayı reddediyorum," diyerek karşı geldi ve artık kendisinin durdurulmasına izin vermeden çıkıp gitti.
Jungkook'u görmek ve daima kendisinin yanında olacağını söylemek istiyordu.
Fakat tıpkı annesinin arkasında söylediği sözler gibi, "Ama gün gelecek ve beni anlamak zorunda kalacaksın," diye bir karma yaşayacak olduğunda, sahip olduğu bu erdemli kimliği ne kadar koruyabilecekti, işte o büyük bir muammaydı tabi.
O tarafta işler bu şekilde ilerliyorken, sarayın içi tahmin edilir bir şekilde karışmış vaziyetteydi. Kral çıkan bu skandallar ötürü sinirli, Ana Kraliçe üzgün ama Kraliçe, aralarında en sağduyulu şekilde oturan kişi oydu. Makamına çekilmiş ve düşünceli bir haldeydi. Basını kandırmanın kolay olduğunu düşünüyordu, en azından bir basın açıklaması yaparak fotoğrafta duran o şekli çocukluktan beri arkadaş 0lan bu kişilerin samimiyetine yorumlayarak kapatabileceğini umuyordu. Elbette bunu yaparken Taehyung ve Jungkook'u ekranda yan yana getirerek, evliliklerinin ne kadar iyi olduğunu göstererek yapması gerekiyordu.
Bu skandallara daha öncesinde kendisi de maruz kalmıştı.
Ve son zamanlarda oğlu üzerinden devam eden bu itibar savaşına bir yenisi daha eklenince şüphelerinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anladı. Önce prense gerçekleştirilen suikast, ticari anlaşmalarında yolsuzluk ihbarı, şimdi de evliliklerinde göstermeye çalıştıkları sadakatsizlik. Peşin sıra gelmekte olan kaotik ortamın neye zemin hazırladığının çok iyi farkındaydı. Özellikle bu olayların İngiltere'den dönen eski Kraliçe ile yani eltisiyle alakalı olduğunu.
Kendisine duyduğu kinin yıllar boyu geçmediğini ve sürekli olarak burayla olan irtibatını duymaktaydı. Bunu hafife almamıştı, lakin Kralın bu durumla ilgili bilgilendirmesine rağmen hiçbir şey yapmıyor oluşu da onun bir müddet bu konuda sessizliğe gömülmesine sebep oldu.
Saraydan kovulmadan önce söyledikleri şimdi kulağında çınlıyordu.
"Bir gün bu ülkeye geri döneceğim ve sen o zaman karşımda çaresizce yalvarıyor olacaksın."
Bu ses kulağında o günkü gibi ürpertici bir şekilde ortaya çıktığında, aynı kuvvetle kapısı çalındı. Gelmesini söylediğinde, çocukların evliliklerinin ne yönde olduğunu ve aralarında ne geçtiğini öğrenmesi için yolladığı kız, yani Sangsu yüzü kireç olmuş bir halde Kraliçe'nin karşısında duruyorken elleri titriyordu.
"Anlat," dedi Kraliçe. "Neler oluyor aralarında?"
Sangsu çekingen bir tavırla konuşmaya başladı. "Kavga ediyorlar," dedi ve nasıl söyleyeceğini bilemeyerek tereddüt ettiğinde gözlerini sıkıca yumdu. "Veliaht Prensimize kendisinden boşanmak istediğini söyledi."
Kraliçe duydukları ile gözleri açıldı. Bu korkunç söylemin sarayın içinde yayılması bile bir faciaydı onun için. Sangsu'yu oradan yolladığında, hemen hazırlanmaya başladı. Diğer hizmetlilerine şoförün hazır olmasının emrini verirken bu gece yarısı gizli ziyaretin ummalı bir şekilde görünmez olması için elinden geleni yaparken, düşünüyordu.
Çünkü geldiği yer Jimin'in evinin önüydü.
Ve evdeki yanan ışıklarına bakarken nasıl bir yol seyretmesi gerektiğini tartışıyordu kafasının içinde. Ya Jimin'i Taehyung'un eşi yapacaktı veyahut onu tamamen ekarte ederek oğlunun hali hazırda giden bu evliliğini kurtarması için büyük bir rol üstlenecekti. Bu tamamen görüşeceği ve oğluyla arasında daha öncesinde bir ilişki halinde olduğu omegayla ilgiliydi.
Sizce o omega, onların aşklarına izin mi verecekti yoksa kendisini artık sevmeyen bir adama eş olmayı kabul mü edecekti? Bu şu anlık ön görülemezken, o sırada Taehyung'un yeni öğrendiği şeyler doğrultusunda Jimin'e hesap sormak için giderken, o evin kapısını ilk kim çalmış olacaktı?
Bölümler bok yoluna gidiyormuşçasına bir his, sizce ne olacak, ne olmasını isterdiniz, azıcık ilham verin ballar bana...
yarın bölüm atmaya çalışırım ama atamazsam da gücenmeyin, yarın baya bir sıkıntılı bir gün geçireceğim çünkü
Ben Nicotesy, size biraz huzur diliyom
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |