46. Bölüm

45. Bölüm

feu
nicotesy

 

Selam bebeklerim, özlendik mi?

 

Bölüm sinir bozucu şeyler içerir dikkat. Ve güzel yorumlar alırsam, sabah bir yb atarım.

 

Öpüldünüz, iyi okumalar...

 

"Sanırım akşamı beklemene gerek kalmadı. Tüm haber sitelerinde ve sayfalarında ikisinin birlikte oldukları fotoğraflar var... hem de samimi bir şekilde."

 

Tüm dünyamın başına yıkıldığını hissederken, iki göğsümün arasında bana nefes aldırmayan o ıslaklık boğazımdan büyük bir inilti olarak çıkarken, utanarak elimi ağzıma götürerek bastırdım. Bu inilti o kadar yüksekti ki, göğsümü yumruklamak istedim. Orada bir şeyler oluyordu, zaten ne olduysa orada olmaya başlıyordu.

 

"Yoongi," dedim can havliyle. Şimdi tüm iyi niyetli öfkem tuz buz olmuştu. Titriyordum ve gözlerimin önünde renkler çarpışırken gözlerimi tüm bu olağan şeylere yummak bir çözümmüş gibi geliyordu. Ama yapamıyordum. Çünkü bende görmek istiyordum. Tüm okulla, tüm ülkeyle ve artık bu dünya ile görmek zorunda kalacağım gerçeğimi.

 

Yoongi benim iki büklüm kalmış halimden korkarak bana uzandığında benim yapmaya çalıştığım şey elindeki telefonu alarak oradakileri görmekti.

 

Onların artık insanların gözlerinde nasıl göründüğünü bilmekti.

 

Ve en nihayetinde bana ulaşan fotoğraflardan biri oradaydı. İkisinin el ele tutuştukları ve gülüşüyor oldukları. Birçok açıdan çekilmiş fotoğrafın üzerindeki haber başlığını okurken kanım dondu.

 

"Güney Kore'nin genç Veliaht Prensi olan Kim Taehyung'un *** ülkesinde yanında gizemli biri ile görüldü. Yılın başında evlenen Prens, yakında ülkenin başındaki Krallığa geçmesi beklenirken sanırım önceliğini yeni aşka bıraktı. Prensin el ele görüntülendiği kişi kim? Bu bir ihanet mi yoksa Prens ikinci evliliğini yapmayı mı planlıyor? Saraydan bu skandal ve facia yaratan görüntüler için açıklama bekleniyor..."

 

Bu durumdan utanılması gereken kişi ben miydim? Bunu gerçekten de hak etmiş miydim? Ve tüm bunları yok sayarak gidebilmek mümkün müydü?

 

Hiçbir şey düşünemiyordum. Sadece düşünemeyecek kadar vücudumdaki uzuvlarımı kaybetmiştim.

 

"Jungkook iyi görünmüyorsun? Lütfen derin nefesler alarak sakinleşmeye çalış," diye sakinleştirmek istercesine bana sarılan Yoongi'ye hiçbir tepki veremiyordum. Bildiğim bir şeydi, ilk kez sarsılmıyordum ama şimdi herkesin bildiği bir şeyi bilmek bana neye mahal olacaktı? Çünkü... herkes beni kınayacaktı. Omega olduğum için. Eşime sahip çıkamadığım için. Ama zaten birinin gönlünde hiç var olmamışsam bunun suçlusu ben olmamalıydım değil mi?

 

"G-gitmek istiyorum," diyebildim. "Nefes almak istiyorum, boğuluyorum."

 

"Tamam bebeğim, hemen götüreceğim ben seni. Ama çoktan herkes gördü bizi." Diyerek farkında olmadan evhamımı körüklüyor, çözümsüz zihninde bir şeyler mırıldanıyordu. "Nasıl çıkacağız buradan?"

 

Cevap veremedim ona. Çaresiz gözlerim yetiyordu bir cevap olarak. Benim sırtımı duvara yaslarken koşarak merdivenlerden iniyor, ekşimiş midemi tutarken birazdan kusacakmış gibi hissediyordum. Keşke tüm bu mide bulandırıcı olayları bir çırpıda tükürüp atmam mümkün olmuş olsaydı.

 

Ama Yoongi tekrar bana doğru aceleyle gelirken, "Kapı kilitli, belki oradan seni götürmek daha kolay olur diye düşündüm. Ama daha ders başlamadığı için öğrencilerin çoğu dışarda. Ne yapacağız Jungkook, kimse bu haberden sonra seni görmeden rahat bırakmaz. Kaos çıktı ya, bunu kendi gözleriyle görmek isterler."

 

"Bununla yüzleşmek zorundayım." Dedim, lakin bu sözleri söylerken bile ölümüne dehşete düşmüş haldeydim. Nasıl böylesine aciz bir kişiliğe dönüştüğümün ben bile farkında değildim. Oysa ben, ben kimseyi umursamazdım. Sözler canımı yakmazdı. Zaten canımı yakan o diğer insanların diyecek olduğu sözlerde değildi.

 

Canımı yakan, canımı yakmasına izin verdiğim Taehyung'tu. Ona kalbimi açtım. Yakınlaştım, beni kendisine çekti ve güvenerek sığındığım elleri şimdi bir başkasının elinden tutarak beni geriye doğru savurmasına sebep olmuştu.

 

Bu yüzden kendimi affedemiyordum.

 

"Jungkook bu senin hatan değil. Sen utanılacak bir şey yapmadın." Diyen Yoongi'nin sözlerini işitiyor olsam da yüreğime işlemiyordu. Çünkü benim hatamdı, onun bir başkasını sevdiğini bilmeme rağmen beni seveceğini umuyor olmamdı.

 

Fakat bunu şu anda gururuma yediremeyerek haldeydim, derin bir nefes aldım. Ama işe yaramadı, halen boğuluyor gibiydim. O küçük baş dönmemi toparladığımda kapıyı açtım. Çünkü kaçamazdım. Kaçmamda bana bir şey kazandırmayacaktı. Ve işte daha o ilk anda elinde telefonuyla duran, bir ekrana bakan ve daha sonrasında bana bakan kızın yargılayıcı, meraklı bakışlarını gördüm.

 

Bu ilk ilgi gerisini bir çığ gibi örmeye başlarken, sınıfa gitmek ve çantamı alarak siktir olup gitmek istiyordum bir an önce. Mümkünse bu gideceğin yerin sarayın dışında bir yer olmasını diliyordum. Cinayet mahallime dönmek istemiyordum. Artık Taehyung'u görmek istemiyordum. Benden sonraki eşiyle mutluluklar dilemeyecektim tabi ki, beter olsunlar ve bir ömür mutsuzluğa mahkûm olsunlar.

 

Evet, bu ömür törpüsüyle kurduğum temennilerin üzerini daha on adımda tek tek yutmak zorunda kalmıştım. Beni görenler garipçe bakıyor ya da bir yere kaçışıp daha da yığın bir halde beni takip eder gibi etrafıma doluşuyorlardı.

 

Bu insanları gözümü kapatarak yarmak mümkün olmayacaktı. Hoseok ve Yoongi önlerindeki kişileri kavga ederek benden uzaklaştırmaya çalışırken, Seokjin'de o itekleme seansına eşlik etti. En azından bu okulda beni gerçekten seven ve koruyan kişilerde vardı? Peki Taehyung, o neredeydi? Beni bu kepazeliğin içine attıktan sonra duyduğu gibi yanımda olmalıydı değil mi? En azından şöyle başlamalıydı cümleye, göründüğü gibi değil. Tıpkı patolojik yalancılar gibi.

 

Fakat karşımda beliren kişi, sanırsam herkesten daha patolojik yalancı biri olma yolunda ilerleyen kişilerden biriydi.

 

Fotoğraftaki kişinin kendisinin olduğunu tüm okul tarafından biliniyor olmasına rağmen kalabalığın ardından uzlaşmalı bir şekilde bana doğru geliyorken, insanlar olası bu kavga için ona büyük bir zevkle ama yüzlerindeki o küçümseyici ikinci kişi olma kişiliğine kınayarak yol veriyordu.

 

Çünkü tam karşımda durduğunda, aşırı soğukkanlı duruyor ve sanki normal bir konuşmaya davet eder gibi sakinliğini koruyarak, bana, "Konuşabilir miyiz?" diye soruyordu. Bu konuşmanın içinden hızlıca sıyrılmak istiyordum. Az çok beni nasıl bir spekülasyonun içine sürüklediğinin de farkındaydım.

 

Şimdi herkesin içinde ve genelinin işittiği bu sözcükler karşısında nasıl bir tepki vermeliyim diye sakince durmaya çalıştım. Zaten pek ayakta durmaya takatim kalmamıştı. Yine de bu örseleyici güruh bakışlara istinaden, en azından Jimin'in benden bir özür dilemesini umuyordum. Pekâlâ kendisi bu durumdan pek rahatsızmış gibi durmuyordu. Ona kafa sallayarak onayladım.

 

O önden giderken, ben onun takip ediyordum. Bir ara Yoongi elime dokundu ve ne yapıyorsun der gibi baktığında, omuz silkeledim ona. Çünkü artık bıkmıştım ve daha ne olabilir diyordum... daha ne olacaktı diyemiyordum.

 

Sadece uyum sağlıyordum. O kınadığın sarışınlardan biri oluyordum. Sanırım bir şekilde bu filmin sonunu görmekti niyetim. İkimizi okulun balkonlarından birine sürükledi ve ardından kapıyı kapattı. Konuşmalarımızın duyulmaması için. Ama cama kadar yapışanların arasında arkadaşlarım da vardı ve sanırım bir kavga çıkarsa, şiddet türünden, Jimin'in saçını başını yolmak için hazır haldelerdi.

 

Ama Jimin beni şaşırtacak derecede sıcak bir sesle, "Olanlar için üzgünüm," dediğinde, göstermiş olduğu mahcup tavrından bir anda kendimi çok kötü hissetmeye başladım. "Bu kadarını hak etmiyordun." Söyledikleri beni nedense daha çok incitti. Ve onun daha önce tanışmamış, en azından bana göstermiş olduğu tavrına şahit olmasaydım, kıskanırdım.

 

Halen kıskanmaya devam ediyordum. Çünkü Taehyung'un sevdiği kişiydi o. O onun bu zarif duran tavırlarına âşık olmuş olmalıydı. Benim gibi şiddet yanlısı, daima kendisine hakaretler sıralayan ve utandıran kişiye karşı pek beklentisi olmamasını şaşmamak gerekiyordu.

 

Bu kötücül, kendimi kınayan düşünceler etrafında o çevremi saran bakışların kıskaçları arasında kendimi daha kötü hissettiğimde, "Ama sana daha önce söyledim. Seni bu konuda uyardım da" diyerek iç çekti. En az bu haberler karşısında kendisi de sarsılmış gibi davranıyor ve ellerini nereye koyacağını bilmiyordu.

 

"Ben," dedim ama daha ne diyeceğimi bilemeden, cümlelerimi tamamlayamadan bana, "Beni sevdiğini söylemeliydi sana," dedi ve o gözleri öyle çok farklı bakıyorlardı ki bana. Sanki acır gibi. "Söyleseydi o zaman seni nasıl kontrol altına alabilirdi. Nasıl biri olduğunun eminim sende farkındasın."

 

Bu acıyan bakışlar altında ellerim titremeye başladı. Aralarında benim adıma geçen o çirkin şeyleri hiç duymayı istemiyordum. Bunu daha fazla kaldırabileceğimi de. Fakat susmuyordu o, benim gözlerim o konuştukça dolmaya başlarken, sanki açık verdiğim kalbimin boşluğuna sözleriyle tükürüyordu. Çünkü yüreğimde bu denli çirkin şeyler, o konuştukça var olabilirdiler.

 

"Ama bu senin elinde olan bir şey değil. Gerçeği biliyorum. Onunla evlenmek zorunda kaldığını." Söyledikleri aramızda kalması gereken bir sırken, şimdi onun sevgilisinden duyuyor olmak güçsüz yumruklarımın gevşemesine sebep oldu. "Herkesi gerçek bir evliliğinizin olduğuna ikna etmeniz gerektiğini biliyorum. Ben zaten her daim Taehyung'un beni sevdiğini biliyordum." Bunu söylerken dudaklarında beliren hafif tebessümle, gözlerimin önü bir an kararır gibi oldu. "Ama sen bilmiyordun gerçeği, gerçeğimizi... bu yüzden sana geldim ve ben söyledim. Çünkü sen ona kendini çoktan kaptırtmıştın. Acı çekmeni önlemeye çalıştım, sanırım çok geç. Bir iyilik yapmak için çok geç kaldım."

 

Ondan sonra benim o dumura uğramama rağmen, şakaklarımdan soluğumun soğukluğu yalayıp geçerken ilk önce omuzlarım düştü. Ve etrafında olup biteni takip edemeyeceğim kadar sulandı etraf. Göz yaşlarımdan ilk yaş düştüğünde, o bana, "Üzülme, onunla evlendiğimde, senin tüm maddi imkanlarının el üstünde tutulması için tüm gerekeni yapacağım," dedi ve son söyledikleri ile dimdik kalktı bakışlarım ona. "Kim bilir, çocuklarımıza bakmaktan mutluluk duyarsın belki."

 

"Sus artık. Kes," diyerek konuştuğumda, titreyen sesim en büyük lanetimdi. Onu durdurmak istiyordum. "Pes doğrusu." Diye seslenen, "Diretecek misin? Seni hiç sevmemiş biriyle devam mı etmek istiyorsun cidden de?" diye devam eden sözlerini bastırmak istiyordum ve daha bir şeyler söylemeye devam ederken bir cevap verebilmeyi umuyordum.

 

Ama yapamıyordum. Yapmak güçleşiyordu. En sevdiğim hayatın yaşam dolu renkleri bana bir anda griye çevirip karanlığa doğru iterken, kalbimin ilk ve son sahibinin sesi işgal ediyordu zihnimi. "Jungkook," diyor ve ben onun son damla kokusunu neredeyse kollarında hissederken, hissizleşiyordum.

 

Eğer kendimde olsaydım o anda, eminim hiçbir kuvvet beni o anda beni seni kollarında olmaya zorlayamazdı Taehyung. Yine de... seni her sözün altında kalmama rağmen çok seviyordum, bu benim hayatımda ciddiye aldığım tek şeydi. Seni seviyor olmak.

 

Soluk ışıklar açmaya zorlandığım gözlerimin önünü titretirken, halen boğulur gibiydim. Ve daha gözlerimi o yaşam diye bel bağladığım kokunun acısına açamadan, onun burada olduğunu bildiğimden dolayı olabildiğince geç olsa da direndim. Onu görmemek için.

 

Ama bu sandığım kadar mümkün olmadı. Çünkü beni ele veren aptal uyuyor olma numarası değildi, artık zapt edemediğim göz yaşlarımdı. Bu gözyaşlarımı bir yasa çeviren kurdumun ağlak sesi de dahildi. Benden özür diliyordu. Benim suçum, diyordu. Onu sevmeni istedim, çünkü kurdu beni seviyor Jungkook.

 

Bu bedenin sahibi bendim. Kurdum değil. Her ne kadar benim duygularımın çoğunluğunda bir yönlendirme payı olsa da. Bu yüzden artık onu dinlemeyeceğimi ve affetmeyeceğimi söyledim. Çünkü bana itiraf etti. Bazı zamanlarda ben uyuyorken konuştuğunu ve Taehyung'un da bundan haberi olmadığını. İşte bununla kafamdaki bazı sorunların cevabı böylece ortaya çıkmıştı.

 

O beni sevmemişti. Kurdunun ilgisi kafasını karıştırmış ve bana yakın durmak istemişti.

 

Bu çok adiceydi, çünkü benim duygularım kurdumdan bağımsız gelişmişti.

 

Ve bu mutlak idrak gözlerimin titremesine sebep oldu. Çünkü gözlerimin üstüne batan o ağırlığı hissediyordum. Taehyung'un yanı başımda durmasını, o cılız soluğundan dökülen düşüncelerini. Ama merak etmesin, bu ilişkiyi yokuşa sürecek değildim. Bir seçim yaptıracak da değildim. Ben kimsenin yedeği değildim.

 

Kıstırdığım gururumla gözlerimi açtığımda onun gözlerini görmek istememiştim. Ama o benimkileri gördüğü gibi parlak bir umutla açılarak, "Daha iyi misin?" diye sorarken, "Sen hayatımda yokken hep çok daha iyi günlere sahiptim ben," diyordum, ama bu sözlerim ona laf sokmak için değildi. Bu tamamen öyle olduğundan böyle çıkmıştı.

 

Ve fena nefret duygusuyla bütünleşiyor, "Seni görmek istemiyorum, beni bu hale getirdikten sonra şimdi yanı başımda duruyorsun diye sana teşekkür etmeyeceğim," diyerek, ne kadar zamandır bu halde baygın durduğumu bilmeden yataktan sırtımı ayırmaya çalışıyordum. Ama kolumdaki bandajı yeni görüyor ve kenarda duran bitmiş seruma bakarken, kendime üzülüyordum.

 

Ben fakirken bile bu kadar büyük serum yememiştim. Şimdi köpek gibi zengin bir ailenin içine düştüm ama hastalıktan beni deli manyak yaptılar.

 

"Böyle bir beklentim yok," dedi. Ama o özgüvensiz duruşunda gördüğüm çaresizliğin beni etkilemesine izin vermedim. "Hakkında yok majesteleri. Senin benden bu saatten sonra hiçbir beklentin olmamalı."

 

"Jungkook," dediğinde, kendi ismime büyük bir tiksinti duydum. Çünkü bunu söylediğinde, Jimin'i de öpmüş olduğu o dudakları gördüm. Bu tüm benliğimi tarumar ederken, "Alma adını ağzıma. Benimle mümkünse hiç konuşma," diyerek tersledim onu.

 

Gözlerim bu dört duvar arasında onun sesini duyamayacağım bir yer arıyordu. Lakin o, benim bir çırpınışla kalkmaya çalıştığım yatağın diğer tarafına gelerek önüme geçiyordu. "Özür dilerim." Diyordu. Pişman dolu gözleri artık yüreğime su serpmiyor, aksine inkâr etme isteğiyle dolup taştığım bu hayatın gerçek olduğunu bir kez daha yüzüme vuruyordu.

 

"Söylediğin hangi yalanlar için özür diliyorsun benden." Dedim ve ayağa kalktım. Alaycı yüzümden, "Üzgünüm majesteleri, ben yüce gönüllü biri değilim," diyen sözlerimi işittikçe yüzüme bakamıyor olması beni daha çok sinir ediyordu. "Özürlerinizi sevgilinize saklayın. Hatta şimdi gidin ve onu tesellilere boğun," diyor ve bastıra bastıra konuşuyor, söylediklerimin tam tersi davranarak çelimsiz yumruklarımı onun göğsüne vuruyordum konuşmaya devam ettikçe. "Eminim basında yer alan görüntüsünden dolayı sizin ona sunacağınız ilgiyi sabırsızlıkla bekliyordur. Gidin ona, hem de hemen. Bu zamana kadar rahatça görüşüyordunuz zaten onunla. Öyleyse gidin... gitsene! Biricik sevgilinin yanına git."

 

Ona vuran kollarımı tuttu. "Kendine gel artık," dedi gözlerimin içine bakarak.

 

Sanki her şey mide bulandırıcı şekilde acı vermiyormuş gibi, onunla göze göz, dişe diş bir halde duruyor ve kollarımı kendimi silkeleyerek kurtarıyordum. "Kendimdeyim. Beni kendime getirdin." Diyordum ve o yüzümü savuran, yakan göz yaşımı siliyordum elimin tersiyle. Beni bu denli ağlak bir mahlukata çevirdiği için ayrı bir nefret doluydum. "Sen beni ne hale getirdin. Tiksiniyorum senden, en çok da kendimden."

 

Karşımda şimdi ezilip büzülmesi ve utanıyor olması umurumda değildi. Madem her şey ortaya çıkmıştı. İçimdekileri dökmek istiyordum. Hiç önemsemediği bu varlığımı nasılda mahvettiğini anlamalı, vicdanı az da olsa varsa vicdan azabı çeksin istiyordum.

 

Ama ben tamamen sadece isyan ediyordum.

 

"Sana bir an olsun inandım. Sözlerine inandım. Çünkü her defasında sordum ama sen benim gözlerimin içine baka baka... ya utanmadan gözlerimin içine bakarak yalan söyledin." Dedim bağıra bağıra. Sonra sesim kısıldı. Ağzımdan çıkanlarla yaşanmışlıklar parçalandı gözlerimin önünde. "Öptün," dedim, o öpücükler yüzünden uyuyamadığım geceleri hatırlarken. Artık benim gördüğüm karşımdaki adam değildi, çünkü o sadece yalancının biriydi.

 

Ama benim kalbimi ele geçiren adam, "Bu evliliğin gerçek olmasını istediğini söyledin," diye sitem ettiğim kişiydi. Zamanında bana bu sözleri söylemiş adamdı. Kalbimi bu denli inciten biri değil. Beni aptal yerine koyan onu tanımıyordum. Beni böylesine küçük düşüren ve sadakatsizlik yapan birini hiç tanımak istemezdim.

 

"Söylesene hiç mi acımadın mı beni kendine bağlarken," dedim ve tekrar başım döner gibi olduğunda, nefes almak için elim boğazıma gitti. Karşısında daha fazla kendimi kaybetmek istemediğimden kendimi durdurmaya çalışıyordum. Fakat bunu ne kadar başarılı gerçekleştirdiğim meçhuldü.

 

Tahammülüm ne kadar kalmıştı? Bu konuşmanın sonu bizi nereye götürecekti ve ben artık ne yapacaktım? Böylesine derin açılmış yaralar zamanla kapanabilir miydi hiç?

 

Veyahut onun neredeyse eğilip bükülmüş çaresiz sesinden dökülenler beni ne kadar kendine inanır kılabilirdi?

 

"Yemin ederim Jungkook, aramızda sandığın gibi bir şey yaşanmadı. Ben sadece kafamı dağıtmak istemiştim. Kaçtım her şeyden. Sonra o beni buldu."

 

Bunca felaketin üzerine söylenecek sözler miydi? Bunların beni avutacağına veya duyduğum gibi boynuna sarılacağım türden miydiler?

 

Sadece her biri sinir bozucu bir dizi saçmalıklardan ibaretti.

 

"Sende ne yaptın, eskileri mi yad etmek istedin onunla karşılaşınca?"

 

"Hayır, ya da evet." Dediğinde, kafasının karışık görünüyor olması bile yetmişti bana. "Sadece onunlayken yapmak istediklerimizi yapmak istemiştim. İki yakın arkadaşın yapacağı türden bir seyahatten öteye hiçbir şey yaşanmadı aramızda," dedi ve acı bir tebessüm oturdu dudaklarıma. Oysa basına sızan en masum görüntülerdi. Ve benim tek düşündüğüm beni bu durumda bile kandırmaya çalışıyor olmasıydı.

 

"Evliliğimiz boyunca sadece o zaman görüştüm onunla. Ama bu yanlış hissettirdi. Çünkü onunlayken aklıma gelen sadece sendin," dedi ve kefesi tartılmış yaşanmışlıklar o kadar sinirlerimi altüst etti ki, tıpkı bir refleks gibi yüzüne tokat attım. Bunu çoktan yapmalıydım. "Sakın, sakın böyle şeyler söyleyerek çirkinleşme daha fazla gözümde."

 

Yüzü diğer tarafta öylece durdu. Artık hiçbir korkum ve kaybedecek bir şeyim yoktu. Ben zaten dipten geliyordum. Ben zaten saf mutluktan geliyordum. Bendeki tüm mutluluğumu aldılar. İki yüzlü davranışlarla bunları başardılar.

 

Bu tokadın onu durduracağını sandığımda, yanağındaki kızarıklığıyla döndüğünde gözlerinden sicim sicim yaşlar akıyordu. "Jungkook, ben o gün seni sevdiğimi anladım. Bu gerçeğin ta kendisi. Ben seni seviyorum. Sadece seni düşünüyorum, seninle bir geleceğimiz olsun istiyorum. Sadece seni var ediyorum kalbimde. Bunu yapma, beni kendinden uzaklaştırma. Nefret ederek bakma bana... lütfen."

 

O gözyaşlarını durdurmak istedim. Bu halde bile onun acı çekmesi beni dehşet verici şekilde rahatsız etti. Sanki onun yaşları ateştendi ve yüreğimin üzerine damlıyor, benim acıyla çığlık atmama sebep oluyordu. Bana bu halde bile üzmeye, mahvetmeye hakkı yoktu. Beni böyle yok etmeye hem de hiç.

 

"Sen, sandığımdan çok daha kötü birisin Taehyung." Derken kalbim deli gibi çarpıyor ve toy hıçkırıklarım göz yaşlarımla bütün oluyordu. Bunu bastırmak çok güçtü. "Bana bu hissettirdiklerini, yaşattıklarını asla unutmayacağım. Affetmeyeceğim seni."

 

Beni bırakmak istemiyormuş gibi artık teninde bana huzur yok diyeceğim türden bir sancıyla elimi tuttuğunda, gözlerinin ıslak yoğunluğuyla bakarken ilk kez itiraf ettiği şeyler karşısında tüm bedenim zangırdıyordu.

 

"Seni tüm kalbimle seviyorum."

 

Aldığım bu itiraf tamamen gerçek gibi hissettiriyordu. Ama ben onun ağzından çıkan her sözün güvensizliği altında yapamazdım. Ona teslim olamaz veya sevmeye devam edemezdim. Kendime artık bunu yapamazdım. Bu yüzden onun sözlerine karşılık diyebileceğim tek şey bunlardı.

 

"Ben ise sadece senden boşanmak istiyorum."

 

Zehir yüreğimden aktığında hayatın diğer yüzüyle ancak seni kaybediyor oluşumla anladım. Sen hariç herkese inanarak. Kraliyette boşanmanın olmadığını öğrenmeme rağmen boşanmak için çabalamamla. Bu senin canını yaktı. Ama daha fazla canım yanmasın diye siper ettiğinde kendini, bunu bu zamana kadar kendini yetiştirerek adadığın Veliaht Prens konumundan vazgeçmek zorunda kalarak gerçekleşeceğini bilemezdim Taehyung. Özür dilerim.

....

 

 

İşte entrikalar bu bölümlerden sonra geliyor, taekook için bir hayli karmaşık ve duygusal olacak.

 

Diğer bölüm görüşmek üzere.

 

Ben Nicotesy, diğer bölümü yazmaya gidiyorum bb

Bölüm : 25.10.2024 11:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...