45. Bölüm

44. Bölüm

feu
nicotesy

Selam... bu saatte yazı yazıp attığıma inanamıyorum. Uykusuzluktan bayılcam, her gün yb atma adetimi bırakıyorum arkadaşlar, ben uyumaya kaçar...

Size iyi okumalar.

 

 

"Onun her daim yanında olacak olan benim Sehun. Artık haddini aşmayı bırak eşim üzerinden."

Dehşete düşerek ayağa kalktım. Taehyung'un yüzünde korkunç bir öfke açığa çıkmıştı. Bazen bazı zamanlarda seğiren boynundaki o damar o kadar belliydi ki, onu bu halinden dolayı gözlerimi ondan alamadığımdan Sehun'un da en az onun kadar sinirli bir şekilde ayağa fırladığını fark edememiştim.

"Eş mi?" dedi Sehun, dalga geçer gibiydi ama suratına baktığımda bu sözden dolayı midesi bulanmıştı. Fakat tüm bu duygu durumunu yüzüne taşırken tek bir amacı vardı. O da Taehyung'u daha da sinirlendirmekti. "Güldürme beni Taehyung, sen onu asla hak etmiyorsun."

Ve o andan sonra ikisi karşı karşıya geldiler. İkisinin de gözleri beni görmüyordu. Taehyung'un gözlerinin rengi o kadar koyulaşmıştı ki, beni sevmeyen o alfa ortaya hortlayacaktı diye kısa süre korktum. Nedense Sehun ona nazaran daha sakin ve sinirlerini kontrol edebiliyormuş gibi duruyordu.

Bir saniye bu kavga benim için miydi? Taehyung ağzıma sıçtıktan sonra şimdi bana burada Sehun'a duyduğun kıskançlıkla caka satamazdın.

"Onu sen mi hak ediyorsun," diyen Taehyung, Sehun'un omzundan itti. Ağzımdan küçük çaplı şokla birleşen bir çığlık koptu. Aralarına girmek için bir hamlede bulunacaktım, son zamanlarda ayarsızlığıyla ve her boka karışıp sonra beni bu hallere sokan kurdumun sonunda gıkını çıkardı.

Bırak onları Jungkook, ikisi de bizi sadece üzüyorlar. Onlar bizim için değil, geçmişlerinden gelen davalarından bu denli kavga ediyorlar.

Aldığım bu vesveseyle olduğum yerde durdum. Ama olayların git gide çirkinleşmeye başlaması durumu idrak etmemi sağlıyordu. Beni öyle siktiri boktan bir durumun içine sürüklemiştiler ki, genellikle ortamdaki en çirkef olan ben bile onların yanında daha usturuplu durabiliyordum.

Ama beni daha çok şaşırtmaya devam eden kişi Sehun'du. Bana bile böylesine cesurca sözler söylememişken, az önce Taehyung'un kendisini omuzlarından ittiği gibi o da onu itti ve "Evet, ona senden çok daha iyi davranacağımı ve seveceğimi biliyorum," diyordu. Taehyung onun şiddetinden sarsılmış gibi durmuyordu, lakin açığa çıkan öfkeli sert feromlardan ötürü mühürlü olmadığımdan dolayı etkilenmeye başlayan bendim. Özellikle Sehun'un çok sert kokan nane kokusu yüzünden boğazım yanmaya başladı. "Çünkü sen onu koruyamıyorsun ve inan bana Taehyung, onunla evlenmek benim kaderimdi, senin değil."

Bu sözler Taehyung'un çıldırtan son damla olmuştu. Onu durdurmayı istedim ama ciğerlerimi yakan kokular yüzünden elimle ağzımı kapattım. Ama Taehyung ileriye doğru adım attı ve sıktığı yumruğunu Sehun'un yüzüne vurduğunda, korkuyla yerimden sıçradım. "Seni daha önce uyardım, sınırı aşmamanı söyledim." Dedi ve bir kez daha öfkesine yenik düşerek aynı yere bir kez daha vurdu.

Sehun sarsıntıyla yere düştü. Dudağının kenarı kanıyor, "Busun sen, ailenin daha önce bize yaptığı gibi davranmaktan çekinmiyorsun..." diyordu, kuzenine olan o bilenmiş öfkeyi görürken ellerim titredi ve ona yardım etmek için uzandığımda, Taehyung benim ona dokunmak isteyen elime uzanarak beni arkasına doğru çekti.

O kadar sert sıkıyordu ki, "Defol Sehun buradan, bir daha Jungkook'un yanında görmeyeceğim seni," derken canımı yaktığının farkında bile değildi. Aralarında bir çöpmüşüm gibi savrulmaya dayanamayarak, "Buna sen karar veremezsin," diye sesimi çıkarırken, bütün ele avuca sığmayan duygularımın fırlama coşkusunu yaşıyordum. "Bırak beni Taehyung," diyerek kolumu çekiştirdim.

Kendimi onun sınırlarından kurtardıktan sonra hemen Sehun'un yanına geçerek hızlıca yüzünü kontrol ettim. Yanağındaki kızarıklık yakında oranın çok fena moraracağının haberini veriyor olsa da kanamış dudağından akan görüntü onu daha perişan gösteriyordu. Hobi olarak boks maçı izleyen biri olarak bu durumdan rahatsız olmuştum fazlasıyla. Bu midemi ayağa kaldırmıştı.

Ve Taehyung'un tekrar ona zarar vereceğini hissettim, dudaklarının arasından hırıltılı sesler çıkıyordu. Onun bu şiddet yanlı gereksiz davranışına sinir olarak bakışlarımı ona kaldırdığımda, gözlerinde nemli bir aura vardı. İkimize bakarken büyük bir nefret duygusunu taşıyordu.

Ama ona o kadar tezat duran bir duyguyla, kırılgan bir şekilde, "Cidden mi?" diyordu.

Sehun o sırada kendisini toparlayarak ayağa kalktı ve yanımda dikeldi. İkimize tekrar bakarak, "Böyle mi olmasını istiyorsun," dedi, ima ettiği şeyin ne olduğunun farkındalığıyla saçlarımı sertçe geriye attım. Ben sen değildim Taehyung. Ben en azından içimden gelen o duygulara sahip çıkan biriydim.

Keşke ikisini bir güzel ben dövebiliyor olsaydım.

Yanı başımda duran Sehun'dan uzaklaşarak bana o çirkin imaları yapacak kadar kıskançlığa mı yoksa düşsel çıkarlarına tezat düşen davranışlarına sinir mi oldu bilmem ama, ben artık ondan benim için var olacak sevgi umutlarını bıraktığımdan üzerine doğru yürüdüm. Gözlerimdeki o kini, nefreti, bıkkınlığımı ve en çok da ağır kırgınlığımı ona gösterirken sesim yüksek sesle konuşurken titriyordu.

"Ben artık hiçbir şey olsun istemiyorum." Dedim, dişlerimi sıkıp bıraktım. Yorgun omuzlarım düştü. "Çok sıkıldım bu durumdan. Cidden çok bunaldım." Dediğimde ellerim titriyordu. "Yeter, ben sizin oyuncağınız falan değilim. Beni oradan oraya çekiştiremezsiniz. Kafamı karıştıramazsınız," diyerek onların artık bu saatten sonra ne bok yedikleri umurumda değilmiş gibi yanlarından ayrılıyordum.

Ama arkamdan ikisi aynı anda, "Jungkook," diyerek seslendiklerinde, siktiğim orta parmağımı onlara kaldırmamak için zor tuttum kendimi. Onun yerine odamın kapısını açtım ve oradan bağırarak, "Beni rahat bırakın," dedim ve kapıyı yüzlerine sertçe çarptım.

Hıncımı bir yerden çıkarma isteğiyle dolup taşarken, yine tüm sinirimi Taehyung için yaptığım oyuncaktan çıkardım. Ama nasıl hırpaladıysam sonunda dikişleri patladı ve içindeki pamuklar en son havada uçuşarak yere düşüyordu.

Ne çok bendi. Toz pembe odamın içinde toz bezi kadar değersiz bırakılmıştım işte.

Ama bugün için çilem bitti sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Bir kere hayata karşı duygusal açıklığımı ortaya koymuş, gözlerimi zırlama moduna sürekli almıştım. İnanın elimde olan değildi. Çünkü artık duygularımın bilincindeydim. Bilmiyor gibi yapmak bu zamana kadar bana iyi dayanak olmuştu. Lakin dayanaklarım tek tek yıkılıyordu, özellikle bitmeyen bugün üzerinden.

Sangsu yemek saatinden sonra odama geldiğinde odanın halini görünce panikledi ama benim on tek kelime edersen ölürsün bakışımdan sonra nutku tutulmuş ve meraklı geveze ağzını bu sefer açamamıştı.

Ayakları birbirine dolanarak yatağında ortasında öyle bomboş oturan bana yaklaşırken, "Şey efendim," diye geveliyordu ağzından bir şeyler. Gözlerimi devirdim. Zaten bok gibiydim. Her şeyden nefret ediyordum. Dengesiz hissediyor, birini öldürmek ve şifa vermek arasında gidip geliyordum. En iyisi ben bu sarayı yakıp namusumla hapishane köşelerinde çürüyüp gideyim. Ne bileyim orada ağa falan olurum. Burada tam olarak ne olduğumuz belli değildi çünkü.

Ama kendimi toparlamak zorundaydım. Hızlıca soğuk bir duşa girdim ve hiç istemediğim halde üzerime düzgün bir şeyler giydim. Depresyon pijamalarımın yokluğundan dolayı istemsiz bu sarayın adabıyla davranmak zorunda hissediyordum.

Bir de bu yetmezmiş gibi Sangsu ile Ana Kraliçenin konağına giderken tüm çalışanlar bana bakıyor sonra yalandan eğilip saygı gösteriyordu. Normalde uğraşırdım. Ama umurumda değildi ne düşündükleri. Şu an o sevgili prenslerine karşı öylesine öfke doluydum ki, gurunun kırılmasını umursamıyordum.

Ve kırdığım gururun vasfı da tam olarak çay odasının kapısında beklerken, geldiğimi görerek bana baktığında hemen yüzümü çevirdim ve içeriye girmeyi bekledim yanında sessizce.

Girdiğimizde, Majesteleri yerinde oturuyor ve yanındaki hizmetlisi bekliyordu. "Gelin çocuklar, sizi uzun zamandır yan yana göremiyordum," diye gülümserken, artık geleceğimden daha parlak duran porselen dişlerini bile acı çekerek bakıyordum. Ama insan bu kadını görünce, bir ayağı çukurda zaten boşa surat asıp kadının kalan ömrünü de ben yemeyim diyesi geliyordu.

O yüzden efendi bir şekilde yerime oturdum. Taehyung tam karşımda oturdu ve kızın sıcak çay doldurmasını izlerken ortamda garip bir sessizlik vardı. Olmamasını yeğlerdim, olduğu anda kafamda bana ait olmasını istemediğim can acıtıcı senaryolar dönüyor, yan karakter olarak bulduğum filmde intihar ediyordum sonunda.

Ana Kraliçe, nerden bulduğu konusunda en ufak fikrimin olmadığı neşesiyle, "Gençlik güzel bir şey olmalı. Sürekli olarak meşgulsünüz," diyor, bir bana ve bir de torununa bakıyordu. Eminim ki ikimizde de gençliğe dair umut var eden yaşam enerjisi yoktu.

Taehyung, "Öyle Majesteleri," diye onu onayladığında sessizce durmuş önümdeki çayın üzerinde yüzen melisa yaprağının gailesiz dibe çöküşünü izliyordum.

Tabi nasıl daldıysam, "Jungkook, çok keyifsizsin bugün," diyen babaannenin bana dudak büzerek izlediğini görememiştim. Aynı şekilde Taehyung'da kirpiklerin altından durmuş beni izliyordu.

Hayır senin bana bakmaya hakkın yoktu bile!

"Sarayın içinde durmadan konuşulan biri olduğumdan biraz depresyondayım efendim. Bir de eşim tarafından mutlu edilmiyorum," dediğimde, tam karşımda duran Taehyung'un beni izleyen gözlerine ters ters baktım. Ama o benim sözlerimden dolayı sertçe yutkunuyor, hiçbir şeyden haberi olmayan Ana Kraliçe, "Ne," diye ciyaklıyordu. Aslında bunu çok kibar yaptı, ben sadece yaşadığım her sesi bu saatten sonra aşırı bir tepki olarak büyütme kararındaydım.

Taehyung'tan gözlerimi alamadığımdan, çünkü çattığı kaşları onu az da olsa bir takım harekete geçirdiğimi düşündürtüyordu. Ben tabi orada Taehyung'u öldürme planları yaparken, "Şey son olan talihsiz olayları duydum. Ama duyduğumda çok sevindim. Keşke tam olarak yapabilmiş olsaydın, Veliaht prensimizi kıvrandığını görmek güzel olurdu," diyen babaanneye döndüm. Çünkü burada bence en çok destekleyen kişi oydu. Onunla anlamsız bir şekilde iyimser bir bağımızın olduğunu düşünüyordum.

Bu nedenle, tebessüm ettim ona bakarken.

Ama Taehyung, "Merak etmeyin, acı içinde kıvranıyorum zaten," dediğinden, hızla odak noktam tekrar o olmuştu. Dilimi yanağımda sertçe bastırdıktan sonra, "Sen de kıvranıyorsan..." dedim, sonra alayla büktüm ağzımı. "Ama sen anca kıvırırsın, o da işine gelenleri."

Böyle konuşmamdan dolayı sinirlenerek, "Bir şey söylemek istiyorsan bana, açık konuş," dedi. Ama benim rövanşım karşılıklı olduğundan aynı sinirle, "Ben bu saatten sonra seninle konuşmak istemiyorum. Sen daha fazla konuşarak gözümde alçalma yeter."

"Jungkook," diyerek o karanlık gözleri parladığında, şeker hastası olan kadın ayılıp bayılır gibi davranarak, "Çocuklar, kavga etmeyin," deyince, utandım. Hemen başımı eğerek, "Haklısınız, özür dilerim," dedim ve aynı şekilde, "Özür dilerim Majesteleri," diyerek eğdi başını Taehyung.

Bizim uslu durmamızın sonunda başladı ölen eşiyle olan kavgaları. İnanın bir turşudan dolayı kavga ettiği eşinin yasını tutmasını çok doğal buluyordum. O da ben gibi kafasının üstündeki boynuzları sivriltmeye çalışsaydı, eminim çoktan mezarı boyladı diye bazı günler kendisine parti düzenlerdi. Millette şans gani gani, ama bize gelince anca avucunu yala.

Her neyse.

Oturmaktan dolayı ayaklarım uyuşuk şekilde çıktığımda kapıda Sangsu beni beklemiyordu. Bu duruma canım biraz sıkılmış olsa da bozuntuya vermeden hızlıca arkamdan çıkan Taehyung'tan bir an önce daha uzak bir yere gidebilmek için acele ediyordum.

Ondan kaçmamı çocukça bulabilirsiniz. Ama ben sadece kendimden kaçmaya çalışıyordum. Çünkü ona baktıkça içimdeki aşkı görüyordum sonra o yüksek dozdaki mutluluğumu benden çalan resimlerin eşkâllerini.

Fakat Taehyung daha ondan tam olarak kaçamadan hızlandırdığı ayaklarıyla beni ana koridorlardan elimi tutarak çekiştirdi ve dar koridorlara sürükleyerek karanlığa doğru düşen duvara yasladığında, "Bırak elimi," diyerek onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum.

Ama başarısızdım. O elimin her iki yanından tutarak başımın yanlarına sabitlerken, küçük harflerle çıkardığı sessizlik yüzümün üstüydü. "Neden birdenbire benden bu kadar uzaklaştın, bana bu kadar kötü davranıyorsun?" diye sorarken, aciz tellerindeki çaresizliği duymamazlıktan gelmiştim.

Çünkü yüzüne bakamıyordum. Çok yakın duruyordu. Beni her an öpeceklermiş gibi. Muhtemelen bunu yaparsa, dudağını yarmayı bu sefer tüm içtenliğimle yapıyor olacaktım.

"Kimseye hak ettiğinden fazla davranmadım."

Üzerimden bir kez daha atmaya çalıştım. Başarısızdı hamlelerim onun gücünün karşısında. "Bu yüzden mi bugün senin ellerine dokunmasına izin verdin," dedi, güldüm. Bu aniden boşluğumdan yararlanarak, sinirim hava verdiği bir anda çıkmıştı. Benim elime dokundular ama senin ise içinden geçmişler, bir de bunun hesabını soruyordu.

"Çok komik birisin Taehyung." Dedim ve gülüşüm yavaşça soğudu dudaklarımda. "Ama inan bana ben artık gülemiyorum. Bu yüzden beni güldürmeye çalışma."

Göğsünde artan nefesi boynuma çarpıyordu. "Hep adımı söylüyorsun artık," dedi ve iç çekti. Sanki o heybeti küçülmüştü. "Odanın içini gördün, ondan dolayı bana böyle davranıyorsun?" dediğinde, bunun beni utandırmadığını fark ettim.

"Orayı gördüğümdeki duygularımdan çok daha fazlasını taşıyorum içimde." Derken tüm kırgınlıklarım gözlerimin içine bir kıymık gibi batmaya başlamışlardı. "Çünkü sen bir yalancısın."

"Sana yalan söylemedim."

Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyordu karşımda. İşte bu yüzden o fotoğrafları yüzüne vurmak çok manasız gelmişti.

Tüm yılgınlığımla, "Biliyor musun? Boş ver. Cidden boş ver," dedim, onu ittim üzerimden ve arkamdan beni yine takip ederek gelmemesi için neredeyse koşarak uzaklaştım oradan. Keşke şu anda yaşıyor olduğum bu ortamdan da kaçabilmem de mümkün olmuş olsaydı.

Çünkü yine uyku ilacı içerek uyuyakalmak zorunda kalmıştım. Annem bu hallerimi görseydi, yine de evlendiğim için mutlu olmaya devam eder miydi acaba? Sanmıyorum.

Artık günlük rutinim haline gelen bu süreçte yine sabah oldu. Sangsu'nun bu kez beni yataktan kaldırmadan önce kalkmış olmam iyiydi. Çünkü ona arabayı hazır etmesi gerektiğini, okula erken gitmek zorunda olduğumun bahanesini sundum. Ve işe yaradı.

Ama dün akşamın gerginliklerini hatırlayamıyordum bile. Onlar tümüyle, kendilerini takip eden şeylerin gölgesinde kalmıştı ve hiçbir zaman ulaşmak istemeyeceğim bir zaman dilimine aitti sanki. Kafamın içi bomboştu. Lakin kalbim, o sürekli bir hançer varmışçasına kasılıp duruyordu göğsümün arasında.

Sınıfta tek başıma oturuyor ve içimdeki bu sıkıntıyı birine en azından anlatarak rahatlamayı umuyordum. Bunun içinde bizimkilerden ilk kim gelirse onunla konuşacaktım. Ancak sınıfın yarısı gelmişti amma velekin bizim üçlüden daha hiçbiri gelmemişti. Belki Sehun yüzü o halde diye okula gelmek istememiştir. Fakat sevgili avında olan diğer ikisine ne olmuştu?

Sonunda yarı uykulu gözlerle içeriye giren Yoongi'yi görünce hemen sıramdan kalktım ve o daha sırasına kadar gelmeden onun kolundan tutarak, "Yoongi seninle konuşmaya ihtiyacım var," diyerek çekiştirmeye başladım. Kendine yeni gelir gibi olduğundan benden daha hızlı adımlar atarak koridora çıktı. Hemen yüzüme bakarak, "Bende iki gündür bunu demeni bekliyorum. Çabuk dökül," diyerek hevesle konuşurken ben etrafıma bakıyordum.

Çok kalabalıktı ve insanlar bize çaktırmadan bakıyorlardı.

"Burada olmaz. Kimsenin bizi duyamayacağı bir yere gitmemiz gerekiyor."

O da ben gibi etrafa baktıktan sonra sessizce, "Jungkook sarayın içinde birini mi öldürdün sonunda, yani umarım öyle değildir, benden cesedi nasıl yok edeceğimizi sormak için tenhalara gitmeyi teklif ediyorsun?" diye sorduğunda ciddi bir şekilde, artık tansiyonum yavaş yavaş düşmeye başlıyordu.

"Keşke Yoongi." Derken ağzımdan çıkan sese bile hayret ettim. Bu kadar yorgun çıkmış olması, iyi değildi. "Emin ol o konularda daha soğukkanlı biriyim. Ama bu içimdeki şey bambaşka bir şey. Beni öldürüyor."

"Tamam konu enişteyle ilgili," dedi hızlıca, koluna çimdik attım. Haddinden fazla yüksek sesle konuştuğunu düşündüm çünkü. Ama o umursamadan, bu sefer daha dikkatli konuşarak, "Tamam bu cepte, başka ne var," dediğinde, ağzımın ucunda, "Bir de onunla ilgili işte," dedim.

Hemen anlayarak, "Exle ilgili yani," dedi ve tüylerim ürperdi.

"Sus," diye uyardım onu. O da "Tamam, tamam," dedi ve şöyle etrafa heyecanla göz attı. "Yangın merdivenine çıkalım," dedi ve oraya kadar tüm yılgınlığımla gitmeye başladık.

Yangın merdivenini kontrol ettikten sonra kapısını kapattı. Ama telefonundan birkaç mesaj bildirim sesi düşünce, kıçımı dayadığım betonun üzerinden kafamı kaldırarak baktım. Başım felaket ağrımaya başladı. Sanırım üç gündür doğru düzgün bir şey yemediğim için bu hale gelmiştim. Ama mide bulantım geçmiyordu. İçtiğim su bile midemi bulandırıyordu.

Bundan dolayı sanırsam seslere olan tahammülüm çok fazla azalmıştı. "Şu bildirimleri sessize al. Zaten kafam duman altı olmuş. Toparlayamıyorum. Ağlamaktan beynimin içi sümükle doldu," diyerek göz kapaklarıma parmaklarımla baskı uygulamaya başladım.

Yanıma oturdu. "Hiç anlaşılmıyor biliyor musun?" dediğinde, derin bir iç çektim. Temiz hava sanırsam çarptı. Çünkü tekrar ağlamak istiyordum. Ve Yoongi'ye bakarken, "Yoongi çok kötüyüm ben," diyordum ve sesim çatlıyordu. "Âşık oldum, hem de yılanın birine. Zehri içimi yakıyor, kalbimi bir avuç küle çeviriyor. Çok çaresiz hissediyorum."

O her şeyden o kadar habersizdi ki, "Canım aşk güzel bir şey aslında, sende ters tepki yapıyor sadece," diyerek bana aşkı savunuyordu.

O sandığı aşka büyük bir yanılgı ekleyecektim birazdan. Haberi yoktu.

"Öyle mi dersin?" dedim ve benim konuştukça yanaklarımdan düşenleri görünce hangisine daha çok delirdi anlayamadım. Çünkü ben ona, "Ondan mı Taehyung onunla başka ülkelerde gezebiliyor, el ele tutuşabiliyor ve onun kendisini öpmesine izin veriyor. Sonra da bana geliyor, aynı şeyleri bana yapmaya çalışıyor. İnan bana bunu yaparken hiç yüzü kızarmıyor. Aşk böyle mi sence Yoongi?"

"Çüş," diyerek ayağa fırladığında yanaklarımı silmeye çalıştım hızlıca. "En çok da zoruma giden, ona sürekli onunla görüştüğünü ima ettiğimde beni deliymişim gibi davranması. Kafamdan uyduruyormuşum ben. Asla ihanet etmezmiş o. Yalan söylemezmiş... yalancı. Silahlı saldırıya uğradı diye ben aklımı kaçırdım, günlerce onu bekledim. Ama o, kurtulduğu gibi onunla gezdi ve o kadar mutluydu ki... onunla çok mutlu." Onunla mutlu olması mıydı beni bu kadar üzmesi? Ona yetememiş olmak, ona layık olamamak... neden bu durumda bile kendisini kötü hisseden bendim ki. "Benim onun yüzünden ne hale geleceğim umurunda olmayacak kadar mutlu onunla."

Sildiklerimin üzerine yeni yaşlar düşerken, "Tam bir şerefsiz. At kılıklı adi," diye sinirlenen Yoongi yumruk yaptığı elini ağzına götürüp dişlerini sıktı. Sakinleşmeye çalışıyordu. "Çok sinir oldum. Ah! O ikisinin mezarını ben kazmak istiyorum."

Tekrar göz yaşlarımı sildim ve durdu bana baktı. İşte o zaman, "Bekle ben böyle diyerek sana hiç yardımcı olmuyorum ki," dedi ve o beni dövmek için zaman zaman kullandığı elleri şimdi yüzümü severcesine yaşlarımdan arındırmaya çalışıyordu. "Tamam ağlama ama, bende ağlarım geri zekâlı. Bilmiyor musun ben ağlayınca çok çirkin oluyorum," diyor, dolan gözlerini gömleğine sürerek kurulamaya çalışıyordu.

Onu o halde görünce biraz daha ağlamaya devam ettim. "Ama durduramıyorum," derken, "Canım benim, yerim seni lan. Sen neler çekiyorsun böyle, bende sen şey yapmadın diye depresyona girdin sanıyordum," diyor ve aklıma getirdiği şeyle, "İyi ki de girememişim," diyordum.

İki mal gibi göz yaşlarımızı sildikten sonra, "Sen nasıl öğrendin bunu," diye sordu, "Fotoğraflar odama bırakılmıştı," dedim kayıtsızca. Buna çok şaşırmıştı. "Hassiktir bir de fotoğraflı kanıt!" diyordu, sanırım kulaktan dolma şeyler olduğunu düşünmüştü söylediklerimi.

Bu boktan durumun içinden çıkamıyordum. Ama Yoongi'yi de çok iyi tanıdığım için, "Şu anlık bunu kimse bilmesin," diyordum. Çünkü Taehyung'u gördüğü anda ümüğünü sıkacağını çok iyi biliyordum.

"Ne yapacaksın peki," dedi ama bende ondan medet umduğumdan derdimi anlatmıştım. "Bilmiyorum, çıkış bulamıyorum." Dedim ve artık bu durumla yüzleşmem gerektiğine karar vermiştim. "Ama bunu Taehyung'un yüzüne vuracağım akşam. Yüzleşeceğim onunla."

Bu kararımı destekledi. Bir şeyler söyleyecekti ama o bildirim sesleri o kadar fazla gelmeye başladı ki, uzun bir melodi gibi çıkıyordu. "Bir saniye, çok önemli bir şey oldu herhalde." Diyerek pantolonun arkasından telefonunu eline alarak, "İç savaş çıktı herhalde. Bu kadar bildirim sesi hayra alamet değil," diyerek, gelen bildirimleri kontrol etmeye başladı.

Dünyanın iç savaşı beni ilgilendirmiyordu şu anda. Bence ben yeterince büyük savaşlar veriyordum.

Ama Yoongi, "Jungkook," diyerek daldığım iç sesimle olan kavgamı kesmeme sebep olurken yüzü kireç gibiydi. Gözleri fal taşı gibi açılmışlardı. Sesi titreyerek çıkıyordu ağzından.

"Sanırım akşamı beklemene gerek kalmadı. Tüm haber sitelerinde ve sayfalarında ikisinin birlikte oldukları fotoğraflar var... hem de samimi bir şekilde."

Tüm yalanlar açığa çıkmıştı, ama ben bu enkazdan nasıl sağ çıkacaktım?

 

....

Gelecek bölüm bir sahne olacak, jk üzümlü kekim...

Ben Nicotesy, uyucam bb

Bölüm : 25.10.2024 11:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...