44. Bölüm

43. Bölüm

feu
nicotesy

Huhuhu, gece kuşunuz geldi. :)

Yorumcuklarınız bol olsun, yarın gece yine gelirim öyle olursa. İyi okumalar...

Gözlerim oyalanıyordu, yüzlerde yapışıp kalan o yakınlığın görüntüleriyle. Sonrasında düşüyor, tarihin içimi en çok yakan kısmına. Oysa ben onların zaten bu denli yakın olduklarını biliyordum. Canımı yakan, o canımı en çok sızlatan aptal yerine konulmuş olmaktı. Bu his, o kadar berbattı ki, onlar belki hiçbir şey kaybetmemişlerdi ama ben, ilk aşkın bende bıraktığı o güzel hissi tümüyle kaybetmişim gibi hissettim.

Yine de insan hiç sahip olmadığı bir şeyi kaybettiğinde canı bu denli acıyor olması normal değildi?

Bende kendimi normal hissedemiyordum. O avuçlarımda bir avuç küle çevirmek istercesine eğip büktüğüm, dudaklarımın arasından fışkırmaya çalışan o tok hıçkırığımı bastırmaya çalışıyorken bunun yaparken bile ne kadar aptal olduğumu düşünüyordum. Ama bu duygularımı bastırmaya çalışmak öyle zordu ki...

Her defasında sormama rağmen, Taehyung'un bana evlendikten sonra onunla asla yakınlaşmadığını söyleyen sözlerine inanmak isteyen kendime çokça kızıyordum ağlarken. Ve neden bu resimlerin bana özel olarak bırakıldığını bile sorgulamıyordum. Gerçeği bilenler bana acımış olmalılardı.

Diğerleri gibi şeytanlaşamadığım ve duygularımı ön plana alarak karar verdiğim için pişmandım.

Yine de "Ben bu kadar mı değersizim senin için Medusa?" diye acıyarak soruyordum kafamda onun bana ilgiyle baktığı gözlerin şimdi tüm sahteliğiyle resmetmeye çalışırken. "Senin için oyalanması gereken biri... ama sen bana bir adım yaklaşmasaydın, ben zaten hiç bulaşmazdım hayatına. Neden beni bir tehdit olarak gördün ve sanki cezalandırmak ister gibi beni kendine iyice bağlayarak, yüzleşmek zorunda bıraktığın bu durum karşısında dumura uğramama sebep oldun!"

Son zamanlarda akmaya meyilli olan göz yaşlarımı silerken elime bulaşan rimelimin karartısı düşüyor ve ben daha çok ağlamak istiyordum. Nasılda her şeyi yoluna koymaya çalışırcasına kendimi ona karşı tembihlediğimi düşünerek kendime acı çektirmeye devam ediyordum. Makyaj yapmakla pek aram olmasa da onun yanında güzel durmak istediğim için nasılda süslenmeye çalıştığımı düşünüyor ve kâğıt parçalarında birbirine dolanan parmakları yırtıyordum. O birbirinin üzerine binmiş dudaklarının izlerini dahi görmek istemiyordum.

Ama biliyordum ki onun yüzüne baktığımda artık hatırlayacağım tek şey buydu.

Her baktığımda unutmak isteyeceğim de bu olacaktı.

Güçlü olmak nasıl bir duyguydu bilmiyordum fakat o resimleri ellerimin arasındaki bölük pörçük hallerinden arındırıp dolabımdaki mücevherlerimi koymak için duran kasanın içine bırakırken, bunu Taehyung'un yüzüne fırlatmak istiyordum. Ancak bu beni sevmeyen, eğlencesi haline getiren bir adamı ne kadar etkileyecekti?

Ve her defasında tüm sorunları yaratan ve bununla suçlanan biri olarak nasıl görülecektim?

Çok kırgındım ve onun da kırılmasını istiyordum. Bunun yolu beni daha da kırmaya sebep olacağını bilsem de onu kendi söylediği yalanlarıyla yüzleşmesini daha çok istiyordum.

Yüzümdeki tüm kalıntıları sildim. Çantamı alarak odamdan çıktım. Şu anda yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Bakarsam ne hissedeceğimi de. Çünkü kendimi ona bu denli kaptırmış olmamın sorumlusu yine bendim. Gerçek olmayan bir evliliğin gerçek olmasını düşleyecek kadar arsız.

Yine de beni sevmeni çok istemiştim Taehyung.

İlk defa arabaya geçmeden önce kulaklığımı taktım ve dün gece izleyemediğim dizimi açarak arabaya ilerledim. O çoktan binmiş ve beni bekliyordu. Onu umursamamak öyle zordu ki bunu yaparken. Çünkü o bakışlarının ağırlığı ondan tarafa olan kısımlarını bir ok gibi çarpıyor ve kalbim o kadar sızlıyordu ki, ağlama isteğimi yerine feri solmuş bakışlarımın almasını daha çok istedim.

Öyle odaklanmıştım ki ekrana, araba çoktan hareket ediyor ve ben dizideki karakterlerin el ele tutuştuklarında veya sarıldığında, onları görüyor, burnumu çekiyordum. Bunu son sürat yapmaya devam edecektim, şayet o kulağımdaki kulaklıkları çekmeseydi eğer.

Bunu o kadar hızlı yaptı ki, sakınmak için çaba verdiğim gözlerim aniden ona refleksle kalktı. Nasılda gülümseyerek bakıyordu, nasılda güzel bakıyordu bana... bu ifadeler onun herkese hediye ettiği türden bakışlar mıydı? Çünkü kendimi özel hissedemeyecek kadar setler kurdum, o yalancı ve düzenbazdı. Bundan öteye olamazdı. Şimdi onun gerçeğini bilirken bile bile kanmaya devam edemezdim.

Keşke yüreğimden geçen acıyı şimdide hissedebilseydin Taehyung, yoksa duydun da önemsemedin mi? Bende bıraktığın enkazı herkeste de bıraktığından mı çok duyarsız karşılanıyor ve sen her şey yolundaymış gibi bana dünyanın en parlak yıldızları gözleri sendeymiş gibi bakarak gülümsüyordun?

"Neden o dizileri izleyerek kendini üzüyorsun," diye soruyordu ve dudaklarımı ısırıyordum. Beni üzen sensin demek yerine, "Sen nerden bileceksin bu dizilerin hüzünlü olup olmadığını," diyordum. Yüzümü pencere tarafına çevirdiğimde, "Çünkü ne izlediğini merak ettiğim için sekreter Lee ile izlemeye başladık. İkimizde bunun çok saçma bir dizi olduğu konusunda hemfikiriz," dedi.

Benim nelerden hoşlandığımı anlamak için mi izlemişti yoksa bunun ne kadar saçma olduğunu söyleyebilmek için mi başlamıştı diziye? Eğer dünden beri olanlar hiç yaşanmamış olsaydı, biliyordum ki bu söyledikleriyle ayaklarım yerden kesilirdi. Onun gibi boş zaman kavramını hayatında sadece bilgiye odaklanmış birinin günlük dizilere sırf benim için baktığını düşünerek çıldırırdım.

Ama her şey gözümde sahtelikten ibaretmiş geliyordu. Bunu aklımda daima bir yankı gibi çalkalanması midemi bulandırıyordu.

Ve o aşağıya bükülen dudaklarım, "Baş karakterin iki omega arasında kalması bence çok saçma değil, çok tanıdık geliyor. Saçma bulduğun şeyler Taehyung, bazen bazı insanların yaşamı. Bunun ne kadar acı verici olduğunu anlayamazsın," dedim, kendimi bir nebze olsun anlasın diye anlatmaya çalışırken.

"Tanıdık geliyor..." diye mırıldandı ve düşünür gibi davrandı. "Bence sevdiği kişi, baş karakter için yorumluyorum, yanında mutlu olduğu kişidir Jungkook. Yani bence dizinin finali belli. O yüzden daha fazla izleyip bunun için güzel gözlerin şişmesine sebep olma."

Afallıyordum. Onun bana iltifat eden sözlerinin karşısında. Ama bilmiyordum da Taehyung, sen benimleyken mutlu muydun?

Durdum ve dudaklarına bakmaktan kaçınarak gözlerinin içine baktım. "Benim yanımda mutlu musun?" diye sordum korkarak. Vereceği cevap sanki içimdeki kader yazgısını tamamen değiştireceğine inanır gibiydim.

Ama o bana, "Ben bir arafta değilim Jungkook, beni diğer gördüğün ve düşündüğün o kefelere sokmayı bırak..." dedi ve verdiği cevap beni arafa düşürdü, sonra devam etti sözlerine. "Mutluydum şu âna kadar. En azından mutlu olduğumu hissettim ama şimdi değil. Çünkü sen ağlarken benim mutlu olmam mümkünmüş gibi durmuyor."

Ben bu sözlere aldanabilir miydim? Ancak daha kısa süre önce birinin kollarının arasında özgürce dolaşan bir adamın sözleri şimdi ne kadar gerçekti? Biz onunla gerçekten eş bile değildik. Sevgili bile olduk diyemezdim. Garipti. Karşılıksız bir karışıklıktı bu sadece.

Bunu çözmenin tek bir yolu vardı. Yollarına daldığım şerit çizgilerin rayında duran istikameti gibi, bende rotasını kaybetmiş kendimle birlikte sessizce seslendim ona. Çünkü bunu yaparak bana daima söylediği yalanı işitecek ve ona neden kanmamam gerektiğini bir kez daha söyleyecektim.

Bu gayeyle, "Taehyung, bana hiç yalan söylemedin ve söylemezsin değil mi?" dedim ve içimden fışkırmak isteyen kırgınlığı bastırmaya çalışmak öyle zor gelmişti ki. Ancak ben dilimden ne kadar sakınıyorsam söylemek istediklerimi, gözlerim o kadar çok beni apaçık belli ediyordu.

"Neden bugün bu kadar tuhaf davranıyorsun. Sanki sen, sen değilsin bugün?" diyordu ve bana yaklaşmak için uzanan bedenini soğuk çıkan sesimle bastırmaya çalışıyordum. "Ben sorumun cevabını duymak istiyorum," diyordum.

Ve o; "Hayır Jungkook... sana yalan söylemedim ve söylememde," diyordu, o kadar emince dillendirdiği şeyin altında benim gözlerimin artık solmuş perdesinin ardında onun bana söylediği yalanın resimleri aydınlanıyordu.

Bu benim için son noktaydı. Gerçeği bilerek, onu sevmeyi reddedeceğim son nokta.

"Peki." Diyerek gülümsedim. Yüzümde amansız bir çarpıklık vardı. Ve o yüzümde tuhaf bir şey yapışmış gibi dikkatle bakıyorken, nefesinin kesif bir ıslıkla yorgunca çıktığını işittim.

"Bu kadar mıydı?" dedi ve "Evet bu kadardı," dedim, beni sevdiğini sandığım canlı duygularımın yaşamı bu kadardı.

Bu duygularımın intiharlarca süslenmiş yanı, vazgeçmişliğimden geliyordu. Ve ben ağlamak istedikçe kendimi gülümserken buluyordum. Sanırım deli olduğumu artık benden tüm içtenliğimle kabulleniyordum.

Yapışıp kalan gülümsememe takılan gözleri, gözlerimden yaş düşürecek kadar güzel ve yoğun bakıyordu. Ama ben, benim daima içimi eriten o dudaklarına onun gibi bile bakamıyordum.

"Neden gülümsüyorsun?" diyordu, gülümseyerek. Omuzlarımdaki yükü savurmak istercesine silkelemeye çalıştım. "Boş ver, bana her daim dürüst davrandığı için mutluyum sadece."

Önüme döndüm ve artık ruhumun kapana kısıldığı bu alandan kaçmak istedim. Normalde her sabah şaşmaz bir şekilde onu görmek veya beni onunla görmek isteyen küçük çaplı fanlara onun yanında poz falan vermek istemiyordum. Çantamı sıkıca kavrayarak arabanın durduğu anda kapımı açtım, "İyi dersler," diyerek topuklamaya çalışırken, o da aceleyle kendi kapısını açmıştı. "Bekle, beraber gidelim." Dedi ama ben ona, "Gerek yok," diyerek arkamda bıraktım.

Bu sahteliğine devam etmeye gerek yoktu. Çünkü artık senin yanında heyecan dolu değil, sadece acı dolu hissediyordum.

Ama ondan uzaklaşan ayaklarım yine de beni taşımakta zorlanıyordu. Okulun koridorlarında yürürken öyle çok dalmıştım ki birilerine çarptıkça ve özür diledikçe, buradayım diyerek hatırlatıyordum kendime. Çünkü tek hissettiğim onunla olan yakınlaşmamızın bende yarattığı o boşluk hissiydi. Ve onun Jimin'e bir ömür bağlı kalacağına dair düşüncelerimdi.

Onun söyledikleri doğruydu demek ki. Birbirlerinin ruh eşleriydi ve belli ki Taehyung Kral olduğunda onu cariye diye saraya alacaktı, resmi nikahlı eşi olarak kalacaktım yanlarında. Bu o kadar iğrenç bir şeydi ki bunu kelimelerle açıklamak bile mümkün değildi.

Açıklayamayacağım bir diğer şeyse, arkadaşlarımın yanında kendimi gülümsemeye zorlamaktı. İlk başta üzerime gelmemişlerdi karanlık ruh halimin bana yarattığı depresif görüntümden. Fakat ne kadar zorlarsam zorlayım onların benim iyi olduğuma inandıracak o rolleri kesemiyordum.

Derslerde genellikle kaynasın diye ortalığı karıştırmama alışkın olduklarından dolayı hiç sesimi çıkarmadan oturmama, bana mutlaka ilk teneffüs aldıkları muzlu sütü içmiyor olmama, aralarındaki kavgalardan uzak durmama, derste uyuklamıyor olmama, alfalara küfretmiyor olmama... daha sayamayacağım birçok pot kırmıştım ancak bunları toparlamak için bir mücadelem de olmadı.

Açıkçası artık içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu.

Bir an önce eve, artık gözümde hapishaneden bir farkı yere gidip yatağımın içine gömülmek istiyordum. Peki bu koşullarda sürekli yanımda olacak olan Taehyung'u gördükçe ne yapacağımı da kestiremiyordum. Fakat bugün Tanrı bana acımış olacak ki o benden önce okuldan gitmek zorunda kalmıştı.

Nerede, ne yapıyor diye merak etsem de bu sefer şoförlere sormadım. Ama daha öncesinde onları bu konuda zorbaladığım için ben sormadan bana Taehyung bir tane vakfın açılışına gitmesi gerektiğini söylemişlerdi. Bu işime gelmişti, akşam yemeğinde karşılaşmayacaktım.

Tabi ben yine genellikle ailece yenilen bir yemeğin olacağını sanarak bir de Kraliçe'yi göreceğim diye moralim bozulurken, şanslıydım ki kaynanamın bana olan nefreti ele geçirmiş ve bu akşam yemekte toplanmamıştık. Bende kendimi uykuya yatırdım. Canım hiçbir şey yemek istemiyor, her şey ama her şey midemi bulandırıyordu sadece.

Ama uyuyamadım da göğsümün arası daralıyordu ve hava almak için terasa çıkmaya karar verdim. Bu yanlış bir zamanlamaya denk geldi, Taehyung'ta oradaydı. Geldiğimi fark ettiği için geri gitmeyen ayaklarım duraksadı.

"Uyuyorsun sanıyordum," dedi yorgun bir şekilde mırıldanırken. Ona doğru yaklaştığımda aramızda kilometreler varmış gibi balkonun diğer ucuna kaydım. "Kâbus gördüm," dedim sadece. Ona bakmak istedim ve kendime engel olamayarak ona çevirdim başımı, bana düşünceli bir şekilde bakıyordu. Bende o şekilde baktım. Sessizce bakıştık.

Çünkü sen odana giren bu farenin ben olduğumun farkındaydın Taehyung. Çünkü o kadar kıskanmıştım ki seni, senin için getirdiğim çorbayı masanda unutmuştum ve sende çıktığında onu hemen fark etmiş, aslında toplamak için girdiğin o odanın içindekileri yakaladığım için kendini mahcup hissediyordun. Açıklayamıyordun da. Çünkü ben sana artık sormuyordum bile. Bu da seni korkutuyordu... hissettiğin şeyler seni korkutuyordu. Ama sen benden daha şanslıydın bu konuda. Sen korkuyu beslerken ben tüm duygularımı öldürüyordum. Acı çekmekten korktuğum için.

O sessizliğin ağırlığı ikimize de ağır geldi ve ilk adımı ben attım, derin bir nefes aldım. Kuru bir dille iyi geceler diledim sana. Ama sen tıpkı dün sana yaptığımı yaparak arkamdan sarıldın bana. Gözlerimi kapatmamak ve senin kokunu çekmemek çok zor oldu o sırada. Ve sen beni özgür bıraktığında, kollarında kaskatı kesilen bana daha yumuşak bir dille iyi geceler diledin.

Ama bu gece aramızda bu yakınlığın getirdiği bir uzaklık vardı. Sende hissettin. Böyle hissettiğini hissetmiştim çünkü.

Ve diğer gün yataktan kalkmak çok zor geldiği için, beni uyandırmak için gelen ancak zaten uyanık olduğumu gören, şaşıran, varlığımı garipseyen Sangsu'yu odadan biraz halsiz olduğumu, okula gidemeyeceğimi söyleyerek kovaladım.

Yapacak bir şey yokken bile Taehyung'u canımın istediği zamanlar dövemiyorum diye yaptığım oyuncak bebeği karşıma aldım. Ve üzerine yapıştırdığım fotoğrafı değiştirerek yerine üzgün suratlı halini koyarak bir güzel dövdüm. Kısa süreli de olsa etkili bir terapiydi.

Ta ki okul çıkış saatlerinden sonra beni görmeye gelen Sehun'a kadar. Beni bugün içinde tam olarak on kere aramıştı. Ama hiçbirini açmamıştım. Kimseyle ne konuşmak ne de kendimi açıklamak istemiyordum. Ve Sangsu bana onun beni terasta beklediğini söylediğinde iç çektim. Berbat görünüyordu. Fakat sarayın içinde özellikle gündüz saatlerinde pijamamla dolaşmam mümkün olmadığı için üzerime daha düzgün bir şeyler giymek zorunda kalmıştım.

Terasta oturmuş ve ona ikram edilen kahveyi zarif ve uzaklara dalmış bir şekilde yavaşça içerken, iç çektim ve yüzümde beni daha iyi gösterecek bir gülümseme kondurarak, en çok da heyecanlı görünmeye çalışarak tam da karşısındaki koltuğa oturdum.

"Babaanneni görmeye mi gelmiştin," dedim, genellikle onu görmek için ara sıra buraya geliyordu ve onu gördükten sıra kısa da olsa bana selam verip saraydan çıkıp gidiyordu. Bu onun için zor oluyor olmalıydı, ama kendime üzülmem gerekirken şimdi buna da üzülerek kendimi iyice depresyona sokamayacaktım.

Fakat o direkt olarak kahvesini masaya bıraktı ve gözlerimin içine çekinmeden baktı. "Hayır, seni görmek için geldim." Dedi ve ne diyeceğimi bilemedim. Arkadaşımdı ama onun bana olan hisleri yalnız kaldığımızda daha cesurca ortaya çıkıyordu. "Bugün okula gelmeyince ve aramalarımı cevaplandırmayınca endişelendim senin için. Dünde ruh gibiydin zaten."

Onu açık dille arkadaş olduğumuzu kaç kere söylesem de benim için endişelenmiş olması hoştu. En azından başından beri duyguları konusunda hep net ve istikrarlıydı. Yine de ona gerçekleri söyleyemezdim. Neden bu kadar mutsuz olduğumu.

"Hastaydım birazcık, dünde onun kırgınlığı vardı üzerimde." Diye geçiştirerek kafamı çevirdim. Buna inanmıyordu, iç çekişleri bunu gösteriyordu. Yerinden kalkarak yanıma oturdu ve elimi ellerinin arasına aldı. Bunu yapınca irkildim. "Bana yalan söylemene gerek yok. Neler olduğunu biliyorum," dediğinde, irkilmem onun yerine paniğe sebep oldu.

"B-biliyor musun?" dedim çekine çekine.

Ve o ellerimi daha çok sıktı. Ama bu yanındayım der gibiydi. "Evet Jungkook," dedi ve gözleri gözlerimin içinde durmadan oyalanıyordu. Oysa ben korkudan ve bu durumun açığa çıkmasından dolayı gergindim. Köşeye sıkışmış duygularımın altında ezilirken, "Kraliçe'nin seni çok korkunç bir şekilde azarladığını biliyorum. O çok acımasız bir kadındır. Lütfen onun söyledikleriyle canını sıkma. O kendi mutsuzluğundan dolayı acısını senden çıkarıyor. Keşke seni buradaki tüm insanlardan koruyabilsem," dediğinde, bu sözler duymayı beklemediğim sözler olduğu için şaşırmıştım.

Elimi yavaşça çektim. Uzaklaşmış olmama bozulmuştu. Kaşlarını çattı. "Aranızdaki gerçek bir evlilik bile değil. Jungkook, neden kendine bu acımasızlığı yapıyorsun?" diye sorduğunda anlayamayarak ona baktım. "Bakma bana öyle," dedi. "Senin onunla evlenmeden önce gördüm. Gerçek seni. O kişi hayat doluydu. Mutluydu. Ama şimdi, ne halde olduğunun farkında bile değilsin. Gözlerine bakarken bile bana beni kurtar der gibi bakıyorsun. Buna kayıtsız kalamıyorum, özür dilerim."

Sustum. Çünkü bu sözlerin her birinin doğru olduğunun bende farkındaydım.

Omuzlarım dik tuttuğum kuvvetini kaybederek çöktü. Ve sanki o da çöken omuzlarımı kaldırmak istercesine, koluma dokundu. "Tek istediğim senin mutlu olman. Eğer Taehyung bunu senin için yapamıyorsa, ben yaparım. Her daim senin yanında olurum," dedi ve ben daha ağzımı açıp ona bir şey diyemeden Taehyung geldi ve Sehun'un omzumda duran parmaklarını sertçe tutarak itti.

"Onun her daim yanında olacak olan benim Sehun. Artık haddini aşmayı bırak eşim üzerinden."

Ve ondan sonra aralarında bir kavga başlamıştı.

Sehun bu iyi dolu tesellilerin beni sevdiğinden söylediğini bilsem de beni uçurumdan yuvarlayan nihai kararlarımın altında yatan sebeplerin arasında en çok sen vardın. Ben ki sana güvenmiş, sana sırlarımı açmıştım. Omuzunda ağlamış, Taehyung'un bende yarattığı enkazı orada yok etmeye çalışmıştım, dostça. Ama sen, en başından beri Jimin'e ve annenin bana yaptıklarına göz yummuştun. Bu yüzden seni affetmeyeceğim.

 

 

Bir iki bölüme ortalık duman altı olacak. Sigaralarınızı yakın, içmeyen de emoji bıraksın arkadaşlar.

Her iki tarafında canı çok yanacak.

Ben Nicotesy, sizi kaoslara boğmaya niyet ettim.

Bölüm : 25.10.2024 11:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...