41. Bölüm

40. Bölüm

feu
nicotesy

Minik bir ara bölüm attım. Fici unutmayın diye. Ama yorumlarınız o kadar azaldı ki artık bu fici yazarken keyiflenemiyorum, WH'ye yazmaya başlarsam bu ficin sonu gelmez kdsahg

korkuttuğuma göre ben uyumaya kaçar, size iyi okumalar :)

 

 

Jungkook kulağını kabartan ve bununla kalmayıp ürperten Taehyung'un omuzundan geriye doğru iterken, heyecandan eli ayağı buz kesmişti. Karnının içi karıncalanmaya başladı ve ıslak soluğu utangaç bir şekilde dudaklarından döküldüğünde, neredeyse tüm gün göremediği ve gözlerinin onu aradığı gerçeğini bastırmaya çalışarak bakışlarını kaçırdı.

"Ne saçmalıyorsun, biz buraya biriyle görüşmeye geldik."

Söylediği şey konusunda ısrarcı davranarak ayağa kalktı ve neredeyse ağır elbisenin etekleri ayaklarına dolanarak sendelemesine sebep oldu. Odanın kapılarını zorlarken, "Bizi yanlışlıkla kilitlediniz, kimse yok mu orada?" Diye bağırıyor ve kapıları o terleyen avuç terleriyle vurmaya çalışıyordu.

Jungkook dün akşamdan beri bu birleşme anı için sarayın çalışanları tarafından özenlice hazırlatılmıştı ve tüm bu ummalı aurayı hiçbir cevap alamayınca dank etmeye başladı. Ve Taehyung arkasından gülüyordu. Kimse bu kapıyı açmayacaktı, en azından birlikte olana kadar.

Jungkook orada ayakta sessizce duruyordu. "Sen biliyordun ve bana çaktırmadın. Ne kadar kötüsün," diyerek arkasını döndü. Ve kanını ısıtan o bakışları üzerinde hissederken, kafasındaki on beş kiloluk ağırlığı bahane ederek küfretti. "Benim kafamdaki koca şeyin sebebi bu olmamalıydı."

"Çıkarmana yardımcı olayım istersen, zaten diğerlerini de ben yavaş yavaş üzerinden çıkarırım." Diyerek göz kırptı Taehyung. Çapkın gülüşü, Jungkook'un irkilmesine sebep oldu.

Çünkü daha önceki temasları onun için hep şakacıktan olmuşlar gibiydi. Ama şimdi durum çok ciddiydi ve kaçabileceği gibi değildi. En önemlisi Jimin'in söyledikleri... ancak Jungkook kapının önünde onları dinleyen insanların olduğunu bilseydi, hemencecik orada put kesilirdi. Ne konuşur ne de öylece pervasızca hareket etmeyi sürdürürdü.

"Var mı bende sana kendini elletecek tip," diye üzerine yürüdüğünde, Taehyung onu ürkütmeden nasıl yanaşabileceğini düşünüyordu. O ortamda neredeyse Jungkook'un içinde bastırmaya çalıştığı arzusundan daha yoğun bir arzu besliyordu. Özellikle o belindeki dövmeyi gördükten sonra. En az kurdu kadar dürüst duyguları vardı.

Ve o anda anlıyordu ki, Jungkook'a ne kadar istek dolu cümleler kursa geri tepecekti. En azından mantıklı olmayan yanları onu bu cümlelerle kandırmayı başarıyordu.

"Merak etme, sen istemedikçe sana dokunacak biri değilim," diyerek kendi kıyafetinin önünü açmaya başladı. Jungkook onun bu dengesizliği karşısında çığlık attı. Taehyung kulaklarını kapatmak zorunda kaldı.

"Sadece uyuyacağım, bu kıyafetlerimle rahatça uyuyamam." Dedi ve kenarda katlı duran elektrikli battaniyeyi sermek için bırakılan tek kişilik döşeğin üzerine serdi.

Annesinin zekasına hayran kaldı o sırada. Sırf böyle olumsuz durumlara karşılık aynı yatakta uyuyabilsinler diye tek kişilik yatak hazırlatmış ve odanın bazı yerlerine yerleştirdiği düzeneklerle odanın serinliğinden daha yoğun bir soğukluğa sahip olsun diye düzenekler hazırlamıştı.

Jungkook üzerindeki ağır elbisenin içinde ve durumun vaziyetinden ötürü daha sıcaklamaya devam ediyordu. Birazdan üşümeye başlayacaktı, haberi yoktu. Taehyung durumun farkında olduğundan kendisini çoktan soymuş ve içindeki beyaz ince uzun astarından başka bir şey kalmamıştı.

Jungkook onun o rahat tavrını görmezden gelmeye çalışarak ilk geldiğinde oturduğu minderine tekrardan oturdu. Taehyung onun kaç dakika sonra üşüdüğüne dair sesler çıkartacağını merak ediyordu.

Ama Jungkook üşümekten ziyade kafasındaki şeyden dolayı can çekişiyor ve içinden ağlamak geliyordu. Fakat onun sebebi de dalga geçtiği Ana Kraliçe'ye benzemeye başlamış olmasıydı. Ve tüm bunlarda yetmezmiş gibi üzerindeki kıyafet içini kaşındırıyordu.

Kendi kendine minnetsiz bir biçimde gurur yaparak üstündekileri çıkarmaya çalışırken bir türlü beceremiyordu ve kendi saçlarına sert lastiklerle geçirildiğinden bunu yaparken aslında kendi saçlarını çekiştiriyordu.

Gözlerinin içi bile kızarmıştı acısından. Taehyung'a baktı göz ucuyla. Kendisine kendiliğinden yardıma gelmesini umuyordu lakin gördüğü tek şey büyük bir gamsızlıktı.

Jungkook içinden saydığını sanarak, "Koca kılıklı domuz, beni burada folyolara sarmışlar, sana paketlemişler. Sen de anca o koca kıçını devirip uyu. Koca değil misin? Başka ne halta yararsın sen?" diye, sabır nefesi çekti ciğerlerine. Sonrada daha öncesinde kendisi yükselmemiş ve sinirlenmemiş gibi masumane şekilde Taehyung'a seslendi, "Medusa bana yardım eder misin?" diye.

Taehyung ise işittikleriyle köpürüyor ve bir anı bir anına tutmayan Jungkook yüzünden allak bullak oluyordu. Zaten kendisinden bir öcü gibi uzaklaşmış olması yeterince sinir bozucu değilmiş gibi, şimdi de eğer ona yardım ederse, en azından onun yakınlarında durursa ona istemediği türden yakınlaşacak diye korkuyordu.

Bu nedenle dümdüz uzandığı yerden sadece kafasını çevirerek gözlerini açtı. Mızmız ve çaresiz görünüyor olması her ne kadar sevimli duruyorsa dursun, kendisini ona kanmama konusunda tembihledi. Ant içmişti bu konuda. İlk o bana yaklaşmalıydı.

Ve bununla, "Senin de dediğin gibi, koca kıçımı devirip yatıyorum. Bu yüzden sana hiç de yardım edemem," dedi monoton sesiyle. Jungkook hafif kaşları çatıldı. Sesli düşünmüş olamam diyordu içinden. O kadar da mal değildim değil mi, diye kızıyor ama bunu kendisini izleyen gözlere bir malzeme sunmadan yapıyordu elbette ki.

Bu nedenle en sevdiği ve genel olarak tekrara vurduğu haraketlini yaptı. İnkardı tabi ki!

"Ben ne zaman sana böyle bir şey dedim," diye diklendi. Lakin Taehyung onun bu hallerine öylesine alışmıştı ki gözlerini deviremeden edemedi. "Az önce söyledin ya Jungkook," dedi bastıra bastıra. Ama Jungkook'un böyle bir yenilgiyi kabul etmeye hiç niyeti yoktu. "İftira atma bana, ben ağzımı bile açmadım. Sen rüya görmüşsün."

"Uyumuyordum Jungkook."

Taehyung farkında olmadan sesini yükselttiğinde, "Ama şimdi sen niye bana bağırıyorsun ilk gecemde," diye nazlanan Jungkook'un daha da garipsemeye başlayan bu ruh dalgalanmasını elbette ki annesinin özel otlarına bağlıyordu. Yoksa gerdek geceleri olduğunu söylediğinde Jungkook'un rengi gidip gelmiş ve korkudan bayılacağını düşünmüştü. Neyse ki sonrasında utandı da yüzüne renk gelebilmişti.

Yine de üzerindeki yorganını ayaklarıyla debelenerek atarken, "Sabır ver Tanrım sen bana, hem gösteriyor hem de ellettirmiyor," diye isyan ediyordu. Amacı reddetse de Jungkook'un içinde kasılmış olduğu kıyafetlerinden kurtarmaktı. Veya kafasındaki o koca şapkaya benzeyen saçı kafasından söküp atmaktı. Oysa bunu kibarca yapmayı değil, vahşice yapmayı dilerdi. Onun dudaklarını öperken en azından.

Bununla hayıflanıyor ve mırın kırın ediyordu.

Jungkook onun triplenmiş, şekilden şekle giren yüzüne bakarken, yine ne oluyor buna diyordu. Hayır kulak kabartıyor, dediklerinden de bir şey anlayamıyordu.

"Bir şey mi dedin bana Medusa?" diye laf attığında, Taehyung mental anlamda kendisini toplama sürecine girmişti. Jungkook'un sesi kafasındaki kavgayı bölmüş ve bu masum suratın altında nasıl katır inatlı bir omega çıkabildiğine hayret etmişti. Beni yeterince çekici mi bulmuyor, diye bir özgüven zedelenmesi dahi yaşamıştı oysa.

"Hayır, asla, katiyen sana bir şey söyleyebilir miyim ben." Diyerek gülümsemeye çalışıyordu. Oysa Jungkook'un yüzünde osurmaya çalışan bir kertenkeleye benziyordu. Bu sinsi iğrenç düşünce onu keyiflendirdi. "Aferin." Diyerek yatağın üzerinde duran kocasına göz kırptı. Tabi Taehyung ona ters ters bakınca şımarıklığı bıraktı.

Dudaklarını büzerek Taehyung'a bakıyordu ve kafası istemsiz geriye düşünce o kapadığı çenesini tekrar açmak durumunda hissetti kendisini.

"Peki... baya hassasın belli ki." Diyerek kocasını alttan alacaktı. Ama şu anda hassaslıktan biri ölecekse o da kendisiydi. Sadece gerginliğini atamıyordu ve üstündeki elli kiloluk ağırlığın altında eziliyordu. Önceliği bu şeylerden kurtulmaktı. Bu kez sinir ettiği Taehyung'a otuz iki numaralı bakışlarını attı. Sütünü isteyen yavru kedi bakışı. Tabi kimden ne gibi süt istediğine göre değişirdi bu durumlar. "Bana yardım edecek misin Taehyung?" dedi ve kocasının ismi ağzından inler gibi çıkmıştı dudaklarından.

Bu Taehyung'un kasıklarına kasıtlı olarak hedef alınmış gibi bir anlık gözlerinin içinin parlamasına sebep oldu. Sonrasında sertçe yutkunarak yanını patpatladı.

"Gel buraya başımın belası," dedi ve iç çekti. Taehyung'un bu sefer ciddi olması yetemez gibi bunu çok sahiplenici söylemesi ile aşırı kalpten hisseder oldu onun varlığını. Sürüne sürüne Taehyung'a yaklaşırken, "Tatlı belayım değil mi ama?" diyor ve Taehyung o sırada kendisine sürünen Jungkook'un nasıl göründüğü konusunda bir fikri olduğunu bilmediğinden bu kadar gamsızca bu şekilde davranıyor olmasını anlıyordu.

Çünkü şu an kışkırtılıyor ve dilini ısırırken, "Evet öylesin," diyordu.

"Tamam hemen yavşama," diye tersledi Jungkook hemen onu. Taehyung'a yüz verecek olsa hemen kendisini burada yetişkin içerikli filmlere çevirecek olaylar yaratacak sahneler dizeceğini biliyordu. Hayır sorun bunda değil, sorun daha kafası bu kadar karışıkken bile bunu yapmak istemesiydi.

En nihayetinde Taehyung'un önüne gelmiş ve sırtını ona çevirmişti. Şimdi Taehyung'un neredeyse on bilinmeyenli kombinasyonla oluşturulmuş olan bu saçın düzeneği nasıl bozacağını bilmekti. Elini örüklerinden birine attı ve asıldığında Jungkook ciyaklamaya başladı.

"Kibar olsana," dedi ve Taehyung onun canını acıtmak istemese de bunu yaparken canının acımamasının mümkün olmadığının farkındaydı. Eh, hamurunu artık iyi bildiği eşinin incinip dökülmemesi içinde, "Olursam yanlış anlarsın," diyordu. Bu Jungkook'u bir tık sakinleştirdi. Çünkü gayet de öyle anlardı. Ama kafasında bambaşka bir düşünce fısıldadı. Neden yanlış anlamamı istemiyor?

Buna oturup morarmadı tabi ki.

Acısını bastırdı da bastırdı ve o sırada aklına sızan eski sevgilisinin sözlerini düşünmeye başlayacakken, Taehyung son çekişi yapacakken, "Acıyor mu?" diye sordu seslice. Çünkü o da kafasının içinde dalgınlaşmış ve boşluğa konuşur gibi konuşmuştu. Ama Jungkook ondan daha fena bağırarak, "Yavaş olsana, çok sertsin," diyordu.

Onlar arasında bu muhabbet çok normal bir çatışmayken, kapının dışında kalan omegaların ellerini ağızlarına doğru götürüp utangaç gülüşlerini bastırmak zorunda kaldılar. Ve prense de kızmışlardı. Daha eşinin ilk gecesiydi biraz daha yavaş ve yumuşak olmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Birbirlerine baktılar ve neticelerine göre bu iş oldu diye yavaş yavaş oradan çekilmeye başladılar. Onlara göre onlar birlikte olmuşlar ve mühür vuracaklardı birbirlerine. Bu mühür anı çok özeldi ve buna her ne kadar istiyor olsalar da kulak kabartamadılar.

Oysa daha çıkış kapısından çıkamadan Veliaht Prensin büyük feryadı duyuldu. Herkes korkuyla oldukları yerlerden sıçrarken tereddüt ederek birbirlerine baktılar. Ne olmuştu orada. O konuşmanın üzerinden sadece on dakika geçmişti, o süre zarfında hemencecik alfa omegayı mühürlemiş miydi?

Ama bilmiyorlardı ki o kısa süre zarfı içinde çok şey olup bitti. Alfa omegayı değil, omega alfayı mühürlemişti.

 


.

Böyle olacağını bekleyen djchgkjds

kafamdaki şey bu değildi ama böyle daha güzel oldu bence :D

diğer bölüm görüşmek üzere

Bölüm : 06.10.2024 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...