40. Bölüm

39. Bölüm

feu
nicotesy

Diğer bölüm çok büyük hayal kırıklığına uğradım, nerede benim yorum yapan güzel okuyucularım. (Yapan aşkoları tenzih ediyorum)

ayağınız tekrar alışsın diye bölüm atıyorum, sanki yarın sabah 6da kalkıp işe gitmeyecekmişim gibi, neyse iyi okumalar :)

 

 

"Onu böyle mi elinde tutmaya çalışıyorsun? Özgürlüğünü kısıtlayarak, arkadaşlarının yanında onu küçük düşürerek mi? Halbuki ona gerçekten bir an için bile iyi geldiğini düşünecektim senin. Sana âşık olacağını düşünerek boşuna acı çekmişim. Keşke kapışmak için daha iyi bir rakip seçme şansım olsaydı? İnsan nefret edeceği insanı bile buna layık bulmak istiyor."

Benim sanal dünyamın en çarpık bulvarında aheste aheste bana nasihat ve kınama güden bu sorunun tabi olan kişisine, eğer ciddiye alacak olsaydım çok fazla gücenerek bakmam gerekiyorken, aksine ben bu ağızdan halen nasıl da bu kadar sınır tanımaz şekilde bana karşı laf etmeye çalışan varlığını sorguluyordum, küçümseyici bir bakışlılarımla.

Ve hep yapmayı istediğim bir biçimde üzerine yürürken, kaçınmadı ve dimdik durdu karşımda. Bu tavrını daha sonra tartıp biçecektim kafamın içinde. "Sence sen halen kendini bu ilişkinin sınırları içerisinde bir hakkın olabileceğini mi düşünüyorsun? Bu ne utanmazlık." Diye söylendim, inanın ki boğazımın içinden dışarıya çıkmak isteyen o ejderha alevini zor zapt ediyordum.

"Evet çok utanmaz görünüyor olabilirim." Dedi ve sanki bizi izleyen birileri varmış gibi tiyatral bir tavırla bu gözümde yer eden ahlaksız tavırlarını alenen gözlerimin içine bakarak dramatize etmeye başladı. "Ama ben kendimden önce onu düşünüyorum. Senin katiyen yapamadığın şeyi. Eğer Taehyung onun yaşadığı kafesin içinde beni de yanında mutsuz görseydi, inan bana bu ayrılık acısında yaşadığı hislerden daha çok kahrolurdu."

Bu dokunaklı sözlere kanmak çok basitti. Özellikle benim gibi günlük sikimsonik dizilerde geçen uzun methiyeci aşk dizilerine sevdalıysanız. Ama gerçekte hiçbir zaman bu kadar sağ duyulu kalamıyordunuz. İnsan kendi duygularının da menfaatine düşkündü ve ben karşımdaki insanın duygularına değil, beni aşağılıyor olmasına katlanamıyordum.

Omuzlarım sarsıla sarsıla güldüm, onun gül yaprağına benzeyen dudaklarında yer alan aptal övüncü mahvetmek adına. O sesli gülüşüm yavaş yavaş detone olmaya başlarken, "Deliriyorsun değil mi? Deli gibi kıskanıyorsun beni," dedim, tüm dürüstlüğümle. Çünkü köpek gibi pişmandı Taehyung'u kaybettiği için ve öyle çok farkındaydı ki Taehyung'un bana olan ilgisini. Bu düşünce kabaran göğsümün rahatlamasına sebep oldu.

Çok kısa süreliğine tabi.

O benim onun sözlerini tiye alışım ve yumuşak karnımdan vurmak istedikçe sendeleyemiyor olmamı hazmedememişti. "Canım ben onun evlenme teklifini reddettiğim için evlisin onunla. Benim sayemde onun yanında durabiliyorsun sen." Dedi ve acınası gözlerinin ardından yaşadığı ızdırabı çok kısa bir an olsa da yakalayabilmiştim.

Ama artık o da bilmeliydi. Ben Taehyung'a en başından beri âşık olan veya ilişki içerisinde olan biri değildim. Ve o da tam tersi olmuşçasına içinde biriken taşları benim üzerime doğru atıyordu.

Ona doğru elimi savururken, bir amacım yoktu. Bu bir bıkkınlıktı. Onun varlığının ara sıra hayatımın tam lezzetlenen kısımlarında çürümüş bir parça gibi damlaması ve tüm hissettiğim, zor da olsa yeniden var etmeye çalıştığım güven duvarımın sarsılmasına sebep oluyordu.

"Dursaydın, Jimin dursaydın." Diye bağırdım. Sonra kendimi kaybettiğimi fark ederek frenledim kendimi. Şimdi daha sakin ve en az onun beni suçladığı kadar suçlayıcı konuşuyordum. "Bunun suçlusu ben değilim. Senin bencilce davranmış olman benim suçum değil, bunu anla artık."

"Senin benim nelerle savaşıyor olduğum hakkında en ufak fikrin bile olamaz." Dedi ve boşluğa dalan bakışları gözlerimin içini buldu. O içindeki cesareti, tutkuyu, yoğunluğu görmek beni biraz bocalatmıştı. "Ama sana kızmıyorum. Çünkü bir avuntuyu aşk sanarak sevinç duyuyorsun." Sonra bana cidden de acıyarak baktı. Sanki dilinin altında her ne saklıyorsa, bunu bir hazine gibi korumayı başarıyordu. "Sana mutluluklar dilerim."

Arkasını döndü ve gitmek için hamlede bulundu. Ama onu olduğu yerde durduran bendim. Ona seslenmiş olmam. "O ne demekti ne demeye çalıştın az önce?" diye soruyordum. Tedirgin hissediyordum. Beni korkutacak bir cehalet içine kapılmış gibiydim ve o bana, "Biz onunla bütünleşmeyi isteyen ruh eşleriyiz, sen bizi istesen de ayrı göremeyeceksin," dediğinde, sırrı bütün eden bir karmaşa içinde bıraktığında onu tekrardan üzerimden püskürebileceğimi sanmıyordum.

Çünkü onu anladığımı, anladığım şeyin doğru olmamasını umuyordum.

Ve o gittiğinde, bende onun peşin sıra gidememiştim oradan. O koridorda boş bulduğum bir sandalyenin üzerine oturdum. Düşündüm ama tüm düşüncelerim ilk defa simden, böceklerden veya kendimle olan kavgamdan çok uzaktı. Ne düşündüğümü bile bilmeden, beni rahatsız eden korkumu düşsel olarak körüklemeye devam ediyordum.

Bu tavizsiz durumum çoktan kaçırdığım dersin sonuna kadar devam etti, ben ancak ondan sonra kendi sınıfıma geri dönebildim.

Hayliyle bir ders boyunca sınıfa adım atmayan beni gören arkadaşlarım, kafaların içinde en son beni Taehyung ile yan yana gördüklerinden çok başka şeylere yormuş olacaklar ki bir şey söylemem için ağzımın içine düşüyorlardı.

Sırf bunun için bile teneffüs saatinde sınıfta olan kişileri defetmesiyle rahatlıkla anlayabiliyordum. Ama ruh eşi kavramını söyleyen Jimin benim elimin ayağımın buz kesilmesine sebep oldu. Taehyung'un sonsuza denk kalbinin bir parçasının onda olduğunu düşlemek beni ölesiye terletiyor, çaresiz hissettiriyordu. Beni öperken aklına gelecek kişi o muydu? Yoksa ben çok bilgisizdim türlerimize karşı. İlk defa dersleri iyi dinlemediğim için kızıyordum kendime.


"Jungkook yüzün neden bu kadar solgun duruyor," diye sorguluyordu varlığımı Hoseok. Onun o endişeli yüzünü görmeme rağmen bir tepki vermek gelmiyordu içimden. "Bir şey mi oldu, söylesene?" diye ısrar ettiğinde, Yoongi beni izliyordu. Korkmuştu. Ama bende korkuyordum bu durumdan.

Âşık olduğum adamın beni asla tam olarak istese bile sevemeyeceğini düşünmek, kalbimin paramparça olmasına sebep oluyordu.

"Jungkook?" dedi Sehun ve ben derin bir nefes aldım. Böyle kafamın içinde hiç var olmayan ve doğruluğu kesin olmamakla birlikte tartıştığım şeylerde bana bir hayır sağlamıyordu. O çaresizliğim ve benden yana bir cevap bulmayı umut ettiğim, aramızda zaten bir prens olduğundan daha bilgili olacağını düşündüğüm Sehun'un gözlerine baktım.

Ona birdenbire bakmamla irkildi yine de bunu bozuntuya vermeden bir beklentiyle yüzüme baktı.

"Sehun, Biz onunla bütünleşmeyi isteyen ruh eşleriyiz, ne demek?" diye sordum ama bunu sormak neredeyse dakikalarımı almışçasına omzuma bir yük binmesine sebep oldu.

Sırtımda taşımaya mecbur hissettiğim yükten habersiz olan Yoongi, sessizliğini bozdu. Kendi üslubuyla. "Bu ne sik bir cümle. Daha edebiyat öğretmeni bu kadar romantizm dolu bir cümle kurmadı. Jungkook aşkım kim sana böyle dedi de beynini yaktı aşkım, bu kadar seküler hayat bizi yorar. Ben şimdiden yoruldum, yıldım, tükendim be."

Sanırım böyle bir şey duymayı beklemiyorlardı. Taehyung ile çok ciddi kavga ettiğimizi, benim onu öldürdüğümü ve meydanda ibretlik olarak asılacağımı falan tasarlamıştı kafasında. Bu denli dalga geçiyor olması ve ohlamasının başka ne tür sebebi olabilirdi ki?

Ama işte ben hep güldüğüm için insanlar beni mutlu sanıyordu. Umursamaz davranmaya çalışırken, aslında bana acı vermeye devam eden duygularımı bastırmaya çalışıyordum. Bu sahteci yüzümü artık taşımak zor geliyordu. Çünkü ilk defa kaybetmekten korktuğum bir şeye sahiptim. Medusa'ya... onun benim kalbime taşıdığı zehre bile alışkanlık kazanmış olmak dehşet vericiydi.

O dehşetimle, Sehun'dan benim ruh halimi aklayacak bir cevap bulmayı ümit ediyordum. "Sehun bir şey söyler misin? Aramızdaki en mantıklı cümle kurabilen sensin," dedim ısrarla. Ve o, "Kendine haksızlık etme, sen sadece mantıklı bir insan olmayı sıkıcı buluyorsun," dedi ve her durumda beni motive etmeye çalışması ciddi manada göz ardı edemeyeceğim kadar hoştu. Ve gözümde asla arkadaştan öte bir yol alamayacağını, "Beni de buluyorsun muhtemelen..." diyen sessiz mırıltısını kendine saklayamayacak kadar doygundu hisleri.

Ve buna rağmen, ilgiyle benim ona yönelttiğim soruya odaklandı.

"Bu cümleyi sana kim kurdu?" diye sordu. Dudaklarımı ısırdım. "Bir önemi var mı sence?"

Yoongi homurdanmaya başladı. Onlara hiçbir şey anlatmayışım ve her an ağlayacakmışım gibi duran hallerimden ötürü söyleniyordu. "İşkilleniyorum ben yine." Diyor ve Hoseok onun çenesini kapatması için omzuna vuruyordu.

"Var ama sen söylemek istemiyorsan elbette ki buna saygı duymak zorundayım." Dedi Sehun ve iç çekti. Sanırım içten içe olup bitenleri anlamış gibi sıkıntılı konuşuyordu. Konuşmak istemiyor gibi ama buna mecburda bırakılmış gibi. "Bu cümle, birbirini seven iki insanın kavuşamadığından dem vuruyor. Ama bu kavuşmanın kaderi olduğuna dair de bir inancı var söyleyen kişinin," dediğinde, ben, "Kader diyorsun..." diyor ve bu cümleler eninde sonunda benim düşündüğüm şeyin kapısını çalıyordu.

Ben bunu kaldıramazdım.

Bunu Taehyung'a sormalıydım. Eğer böyle bir şey varsa bunu bana daha önce söylemediği için ona çok kızmalı, tokatlamalı ve bana daha da yaklaştığı için cezalandırmalıydım.

Ben, benimle bu denli oynanmasına asla müsaade edemezdim.

O duyguların yarattığı hışımla ayağa kalktım ki, "Jungkook nereye gidiyorsun," diyen arkadaşlarımı umursamadan sınıfın kapısını açtım. Taehyung'a gitmek içindi bu hamlem, lakin, "Ups gidemiyorum sanırım," dedim, beni anlamayan korumalarımın yüzüne bakarken.

Onları bir anda okulun içinde görmek beni şaşırtmıştı. Yine birilerine bir şey olduğunu düşünürken, "Bir sorun mu var?" diye sordum. Korumaların başındaki kadın, "Kraliçe tarafından saraya bekleniyorsunuz," dedi baskın bir tavırla. Sanki daha fazla bir şey söylersem beni öldüreceklermiş gibi davranıyorlardı.

Kısacık bir an tırsmadım değil.

Ama gerçekten tırssam iyi olurmuş. Çünkü bir gün boyunca yaşadığım işkence dolu anların başka anlamı olamazdı.

....

(Yazar Ağzından)

Jungkook saraya Kraliçe adına çağrıldığından dolayı onunla görüşmeyi planladığından, bunun neden bu kadar acil olduğunu merak ediyordu. Kral öldü de herkesten saklamaya mı çalışıyorlardı diye bir teori bile üretmişti kafasında.

Ancak sarayın sınırları arasında adımları Kraliçenin kaldığı konağın yanından bile geçmiyor ve hemen yanına kadar gelen, neredeyse ağzı kulaklarında olan Sangsu onu işkillendiriyordu. Yanındaki korumaların yerini diğer sarayın nedimeleri alınca, Sangsu'yu dürttü. "Nedir bu esrarengiz tantana," diye sordu.

Sangsu kıkırdamasını bastırmaya çalışıyordu. "Yarın akşama önemli bir misafir var ama siz ondan önce bir tören gerçekleştirmeniz, ayrıca yarın için hazırlanmanız gerekiyor." Jungkook için duyduğu şeyler o kadar absürttü ki, gelen kişiyi dünya lideri olarak görüyordu. Bu kadar hummalı hazırlığın ne tür ön hazırlığı bu kadar yoğun geçerdi ki?

"Kim gelecekmiş, Rihanna mı?"

Sangsu ona garip garip baktı. "Bu bir sır, söyleyemem. Ben sadece Kraliçe benden ne isterse onu yapmakla yükümlüyüm şimdi," dedi ve Jungkook ona ters ters baktı. Normalde havada uçan sineği utanmazsa nereye konacağını söyleyecek olan kızın şimdi gizemli bir tavır alması çok garipti.

Hatta tüm saray halkı ona çok garip geliyordu. Çünkü Jungkook tüm saray tarafından izlendiğini öylesine çok derin hissediyordu ki, bu sabah hissettiği o karmaşık duygunun yerini bile neredeyse yerler esecek durumdaydı. Merakı iyiden iyiye artıyor ve köşe başındaki çalışan hizmetlilerin ona garip garip baktıktan sonra gülmeleri iyice sinir ediyordu.

Fakat çok kısa süre sonra bunu unuttu.

Özel bir odaya getirildi. Ona değişik kokulu çaylar içirmeye zorlarlarken, lezzetli yemekler yedirirlerken memnundu halinden. Ve büyü yapıldığına inandığı, ne olduğunu anlayamadığı bir dizi ayinden geçirilirken uykusu gelmeye başladı.

Daha sonra uyumaya diye, başka bir konağa getirildiğinde Sangsu'ya çok sorsa da bunun cevabını alamadı. Bu gece uğursuz bir günmüş, bu nedenle ay dolunay olamıyormuş falan filan diyerek eski rivayetlerden bir şeyler sallarken, Jungkook inanıyormuş gibi davrandı. Çünkü bunu sarayın dersinde eğitmenin tarafından anlatıldığını söyleyince, Jungkook kendi içinden muhtemelen yine gözlerim açık bir şekilde uyuya kaldım ben diye kendisini onun söylediklerine inandırdı.

O sabah her şey çok güzeldi.

Ta ki, ağda yapılmaya başlanana kadar. Neredeyse tüm hanedan onun tiz acı çığlıklarını duymuştu. Acıyla baygınlık geçirecek gibi oldu. Zaten kaçmaya çalışması da pek mümkün olamamıştı. Dört bir yanından tutulmuş ve onu ağda yapan kişi tarafından yok olmuştu. Çünkü Jungkook kıllarının ağırlığı olmadan kendisini fazlasıyla hafiflediğini hissettiği için öyle düşünüyordu.

Neyse ki ondan sonraki süreç daha iyiydi. Tüm saray halkı fısır fısırdı ve bu sessiz oyunun içinde Taehyung ve Jungkook'u işkillendirmemeye çalışıyorlardı.

Elbette Jungkook hamamda keyfi yerindeydi. Üzerine hoş kokular sürülürken, elbise giydirilirken, makyajı yapılırken. Bir tek kafasına takmak zorunda olduğu o uzun saçlardan hoşlanmamıştı. İçindeki ağır taşlar saç diplerinin acımasına sebep olmuştu.

Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi hava karardıkça gerginliği artıyordu. Bu kadar hazırlık yapmak zorunda kaldığı kişinin kim olduğunu bilmediğinden, herhangi bir hata yaparsa Kraliçe tarafından çiğ çiğ yenmekten korkuyordu.

En sonunda gelen konukla görüşecekleri dairenin yolunu tutarlarken, sarayın neredeyse tüm kıdemli çalışanları sırayla odanın etrafını sarmıştı. Dışardan neredeyse inceliği hafifçe kalın tutulmuş dairenin etrafında bu denli duruyor olmaları, bu kadar saygı gerektiren protokol karşısında dizlerinin titremesine sebep oldu. O hep nefret ettiği uzun etekleri şimdi stresten ötürü parçalayacakmış gibi hissediyordu.

"Korkuyorum," dedi Sangsu'ya. "Neden yalnız ben görüşmek zorundayım. Kraliçe bu kadar önemli biri karşısında hata yapmamdan hiç korkmuyor mu?"

Sangsu onu yüreklendirici bir şekilde gülümsedi, "Ben size güveniyorum efendim," dedi. "Eminim bu gece herkese ne kadar harika bir eş olduğunuzu göstereceksiniz."

Jungkook iç çekerek dairenin diğer kapısından içeriye girdi ve oturması için bırakılan minderin üzerine ona öğretilen adabın şekliyle otururken, bir hayli gergindi. Panikten başı uğulduyordu ve odada tek kalmış olması, odanın içinin bu kadar soğuk olması, pek fazla eşya olmaması garibine gitmişti.

Tam etrafı detaylı şekilde bakışlarıyla incelemeye koyulacaktı ki, kendi giriş yaptığı kanadın tam karşısındaki kapı açıldı. Taehyung giydiği veliaht prens üniformasıyla içeriye girdiğinde, bu özel davetliyle yalnız olmayacağına sevinmişti. Çok kısa bir süreliğine tabi.

Çünkü Taehyung'un Jungkook'u gördüğü anda, özellikle böylesine hazırlanmış bir halde masum bir biçimde gözlerinin içine bakarken anladı durumu. Ve daha arkasını dönmeden tüm kapılar sıkıca kilitlendi.

Jungkook kapıların sıkıca örtünmesinin şaşkınlığıyla, "Neler oluyor, misafir gelmeyecek mi? Neden kapıları kilitlediler üzerimize," diye etrafına alık alık bakarken, Taehyung ona bu durumu nasıl anlatacağını düşünüyordu.

Yine de her şeyi bilmeli diyerekten, "Kimse gelmeyecek," dedi. Jungkook'a doğru yürüdü ve dışarda herkesin onları pür dikkatle dinliyor olduğunu bilmek onun için bile bir tık gericiydi. Bu yüzden Jungkook'un kulağına eğilerek fısıldadı.

"Çünkü bu bizim gerdek gecemiz."

 

 

 

Diziyi izleyenler diğer bölüm ne olacağını az çok biliyordur, ben uyumaya kaçar...

Bölüm : 06.10.2024 20:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...