Selamlar nasılsınız görüşmeyeli?
baya beklettim ama inanın wattye bile giremiyorum, çok yoğun bir dönemden geçiyorum ve şu anda çoktan uyumam gerekiyorken, gerek son bölüme ve panoma bırakılanlardan ötürü yeni bölüm yazdım... uzun oldu, kaptırdım kendimi püf
neyse umarım iyisinizdir ve üni sınavına girenler dilerim emeklerinin karşılığını da almışlardır.
hafta içi bir ara gelirsem atarım bir bölüm. güzel ve çok yorum yapın lütfen, moral bulmam lazım... hayat bok gibi.
iyi okumalar.
Taehyung'un Ağzından
Arsız dudaklarının ikilemine kapılmış gibiydim. O hemen yanı başımda ailesinin yanına gitmek için sabırsızca hareket halinde atmaya başlayan göğsünü eliyle bastırarak stresle dudaklarını dişiyle ısırıp bırakırken.
Kafasında ne kuruyordu bilmiyordum ama ona olan bakışlarımdan dolayı rahatsızmış gibi görünmüyordu ya da beni dikkate almayı bırakmıştı veyahut hiç dikkat etmemişti bile. O kafasını açıp içinde tamamen neyle dolup taştığını öylesine çok merak ediyorken, beklenmeyecek kadar sessizdi.
Beni fark etmesini ve uğraşmasını istiyordum.
Onun o iri gözlerinin ilgisi yokken her şey çok sıkıcıydı.
Zaten daha önce hiçbir yabancının evinde konaklamamıştım. Kaldığım oteller bile daha öncesinde konforla donatılmıştı ve kimseyi görmek zorunda değildim. Ama şimdi, Jungkook'un ilk zamanlar yanı başımda arabada oturuyorken varlığını kanıksarken yeni akrabalarımla olacak ziyaretten dolayı biraz gergin hissediyordum.
Ancak Jungkook onları çok önemsiyordu ve hiç şahit olmadığım güçlü bir aile bağı taşıyordu yüreğinde. Bunun ilgisiyle onlarla uyum içinde olmayı hedefliyordum. Beni sevmelerini istiyordum. Fakat biraz soğukkanlı görünüyordum ve bundan dolayı benden rahatsızlık hissederlerse, Jungkook'un bana bu sabah yaptıkları gibi görmezden mi geleceklerdi beni?
Lakin ben Veliaht Prens'tim. Böyle bir şeye muhakkak cüret edemeyeceklerdi.
Bu düşünce beni teskin ederken, ona dokunmak isteyen parmaklarımı kurdumun benden habersiz onun kurduyla iletişime geçmesine rağmen tepkisiz kalmasından dolayı artık bunu bir sorun olarak görerek, çekinerek dizlerinin üzerinde duran elinin üstüne dokundum. İlgi isteyen şımarık bir çocuk gibi duruyor olabilirdim fakat onun bana küçücük de olsa bir ilgisinin olmaması beni rahatsız hissettirmişti. İyi veya kötü, onun her daim dikkatini çekmek istiyordum.
Ancak ona dokununca öyle çok irkildi ki, elimi üzerinden çekmek zorunda kaldım.
"Neden sinsi sinsi dokunmaya çalışıyorsun bana," diye bağırdığında, şaşkınlıktan ağzım aralanıp kapandı. Daha dün akşam aramızda geçen o sevgili muhabbetinden sonra neden birdenbire beni böyle terslemiş olduğunu anlamış değildim. İrkilmesini normal karşılayabilirdim ancak bana olan ses tonundaki o baskın duygu her neyse, bundan hoşlanmamıştım.
Ve kendimi ona karşı suçlu hissetmeme sebep oldu. "Çok dalgınsın, dakikalardır sana bakıyorum ama beni öylesine görmezden geliyorsun ki dikkatini çekmek istemiştim sadece." Dedim ve olabildiğince sakin görünmeye çalışıyordum.
Oysa o, ona söylemiş olduklarımı dinlerken kaşlarını çattı. Ve bu sefer de sinirli gözüküyordu. Ona tamamen döndüğümden midir kendisini biraz daha kapıya yaklaştırdı, benden uzaklaşmaya çalıştı. Bu hareketlerinde anlam bulmaya çalışmak öylesine yorucuydu ki onun yanında kendimi ahmak gibi hissetmemeye çalışıyordum.
Çünkü benden kaçmak istiyordu.
Omegalar genellikle bir ilişkiye başladıklarında böyle mi olurlardı? Daha öncesinde hayatımda ilişki yaşadığım tek kişi Jimin'di ve onunla asla bu tarz problemlerimiz olmamıştı. Bana karşı daima su gibiydi ve ne hissediyorsa bana uygun bir ifadeyle açıklamaktan da hiç çekinmezdi. Bu yüzden ilişki faslı hiçbir zaman karışık ve sorunlu hissettirmiyordu.
Lakin Jungkook öyle değildi. Bir gün aramızın iyi olduğunu sanırken, diğer gün sanki aramızda dağlar varmış gibi hissettirerek beni allak bullak ediyordu. Bunu utangaçlığına yormak istiyordum ama değildi. Kesinlikle kafasında benim tahminlerimin ötesinde bir olay dönüyordu ve muhtemelen beni yine orada boğmaya çalışıyordu. Hep yapmaya çalıştığı gibi.
"Dikkatimi çekmen için bana dokunmana gerek yok. Seslensen zaten dönüp bakardım sana." Dedi ve gözlerime bakmayı kesip önüne döndüğünde, her zaman dalgalı çıkan ses tellerindeki o heyecanlı tavrını yerini bambaşka bir duygu durumu ev sahipliği yapıyordu. Tiksinti, nefret ve kırılmışlık. Adı her neyse idi.
Bu durum fena halde canımı sıkıyordu.
"Peki Jungkook, bir dahakine sana dokunmamaya çok özen gösteririm," diyerek tıpkı onun gibi bende önüme döndüğümde, onun sıcak tenine değdiği anda karıncalanan parmaklarımı olayın saçmalığıyla beni öfkelendirmesinden dolayı sıkıyordum.
O yaşadıklarımızdan sonra şu anda çok başka olmayı düşlerken ve onun en çok olmasını istediği şey olurken, bir anda bana bu şekilde tavır alıyor olması... üstelik ortada bu durumun olmasına olanak sağlayacak hiçbir geçerli sebepte yokken üstelik.
Ve işte ondan sonra kafamın içinde tüm olanları tartıp biçiyor, ona karşı farkında olmadan nereden hata yapıp yapmadığımı sorguluyordum. Bu sefer bir suçumun olmadığını bilmek, öfkemin haklılığını tetikliyordu. Onun bana davrandığı gibi soğuk davranmak istiyordum. Bu bir anlık yapacağım karşılıklı düellonun sonunda biz bunca kat ettiğimiz yolu da mahvedecekmişiz gibi hissediyordum. Bunun olmasını elbette ki istemiyordum. O Jungkook'tu, her an her şeyi yapabildiği gibi beni her şey için de pişman edebilirdi ve bende buna izin verirdim.
Çünkü duygularım hoşlantı altında gizleyemeyeceğim kadar çok kuvvetliydi.
Ama o, ondan hoşlandığımı anladığından mı benimle bu şekilde konuşmaya başlamıştı? Soğuk, mesafeli ve bir tacizciymişim gibi.
Düşüncelerim yüzünden kendimden iğreniyorken, suratımdaki ifadeyi toparlama adına yüzüme yapmacık bir tebessüm oturtmaya çalışıyordum. Çünkü evlerinin sokağına girdiğimiz anda bizi karşılayan basın ordusuyla, korumalarımız şimdiden bir kapışma, bir mücadele içindeydi.
Geldiğimiz evin avlusu küçük olacak ki dış kapıdan içeriye giremiyorduk ve bu nedenle basının gözlerinin önünde birlikte inmemiz gerekiyordu. Lakin Jungkook'un az önce bana olan davranışlarından sonra her daim basına sunduğumuz o demeci şimdi içtenlikle yapabileceğime dair tereddütlerim vardı.
Biraz çılgın olduğundan herkesin içinde bana ters davranmasından ve oluşturduğumuz imajdan sonra toplum üzerinde korkunç bir intibah yaratmasından endişe duyuyordum. Maalesef ki, ben sadece kendimden sorumlu değil, temsil ettiğim kraliyetin itibarını da düşünmek zorundaydım.
Ama halen kendimi avutmaya devam ediyordum.
Nasıl olsa bir şekilde bana bu ani iğrenç biriymişim gibi davranan tepkisinin altında bir neden yatıyor olacaktı ve ben kendimi açıkladığımda benden özür dileyecekti. Dilemeliydi! Çünkü bana böyle hissettirdiği için, hatta bana kendime bu şekilde hissettiren tek kişi olarak özür dilemeliydi.
Arabamızın etrafını saran korumalar, durağan hale gelen aracın etrafında hem beni hem de Jungkook'u koruyacak bir biçimde çember oluşturarak kapılarımızı açarken, gözüm Jungkook'un üzerindeydi ve ilk kez bilinmezlik yüzünden çıldırma eşliğinde kafamdan alevler saçmak üzereydim.
Ama şaşırtıcı şekilde, en azından birlikte yürüyerek evin bahçesinden içeriye geçelim diye beklerken, yanıma gelip parmaklarını parmaklarıma doladı ve gülümsedi. Ama gözlerindeki o gökyüzü parlaklığı bana ulaşmamıştı. Sahici değillerdi ve fanlarının ondan istediği muhteşem zafer işaretini yaparak sevimli tavşan dişlerini göstererek poz verdi. Ve benden bile daha iyi bir oyuncuya dönmesine ilk kez hayranlık duyamamıştım.
İlk defa acemi hissederken buldum kendimi onun yanında. Oysa ben burada bana bir anda yaklaştı diye tüm aklımı kaybetmişken ve sırf bana yakınlaştı diye kalbimin hükmünü de yitirirken bile çaresizce gülümsüyordum. Sahicilikten çok öteydim.
Bu sefer oyunculuğunu o sergiledi ve üst üste gelen flaş seslerinden sonra gözlerini kamaştırdı ve evinin o açık kapısından heyecanla içeriye girerken, küçük ailesi ağzı kulaklarında bizleri bekliyordu. Halbuki ben içeriye adım atıp, arkamdan korumaların getirdiğimiz hediyeleri içeriye doğru taşımaya başlarken elimizin birbirine olan uyumunu ve daha sonrasında parmaklarının benden kayıp giderek ailesinin tek tek boynuna sarılan ellerini kıskanarak izliyordum.
Anneleri o büyük kucaklaşmanın içinden çarçabuk sıyrılarak bana karşı saygıyla başını eğerek bende aynı şekilde o damat rolümün bana verdiği yetkiyle kendilerine saygıyla yaklaşırken ortamı garipsiyordum. Zaten kendimden büyük insanlara karşı saygısızlık yapacak biri değildim ancak sürekli olarak görmediğim bu resmiyetsiz görünüşler karşısında derin bir soluk alıyordum.
"Hoş geldiniz evimize prens hazretleri, bizleri gelişinizle onurlandırdığınız için teşekkür ederiz. Dilerim evimizde kaldığınız süre boyunca sizi rahat ettirebiliriz." Dediğinde her ne kadar resmiyetten hoşlanıyor olsam da "Lütfen, beni bir oğlunuz olarak görün ve öyle hitap ederek konuşun," dediğimde şaşırmış görünüyordular.
Tıpkı Jungkook gibi hızlıca yanakları kızarıyordu ve hali hazır da duran babası, bu davranışımdan dolayı fazlasıyla memnun olacak ki sırıtarak yanıma geldi ve birazdan bizzat şahit olacağım elini omzuma sertçe vurarak, "Hoş geldin oğlum," dediğinde, hem bu kadar yakın temas içinde olması hem de aileden gelen bu ağır el travmasından ötürü sırtımda beş dakika boyunca hissedeceğim bir ağrıya sebep olmuştu.
Ve karısına kaş göz yaparken bunu görmediğimi veya duymadığımı sanarak, "Bizim damat da çok iyi," diyordu. Bu çok hoşuma gitmişti ve dudaklarımı belirsiz bir hoşnutlukla kıvrılmıştı.
Yine de bu kaşla göz arasında sırtıma dokunurken canımı acıttığı gerçeğini değiştirmiyordu. Nasırlı ellerinin acımasız olduğu aşikardı. Naif gözükmemek için gülümserken bakışlarımı kaldırdığımda Jungkook bana ters ters bakıyordu. Bu bakışlar hiç hayra alamet değildi. O bakışlar Jimin'in sudan çıkardığım gecesinde bile bu kadar ürkütücü gözükmemişti gözüme.
Oysa senin kızgın gözlerin benim arzum, kırgın gözlerin ise ölümüm olurmuş Jungkook. İliklerime kadar öldüğümü hissettim, bizi kırgın gözlerinin eceline teslim etmeden hemen önceki o anda.
Ailesi bana karşı eğrelti duran daha doğrusu fazla kibar davranışlarla evinin kapısını açarak buyur ederken, tüm gözlerin üzerimde dikkatle dolanıyor olmasına bağışıklık kazanmaya çalışarak bakışımı girdiğim ev üzerinde dolaştırıyordum.
Küçük kız kardeşi gizlice benim fotoğraflarımı çekmeye çalışırken, onu yakaladığımı göstermek istercesine donuk bakışlarım onun beni çeken kamerasına direkt odaklandığında ellerinin titrediğini fark ettiğimde şuh bir kahkaha atmaktan zor kurtardım kendimi. Çok sevimliydi.
Çünkü ortamın sessizliğinde çok absürt duracaktı ve ben, eşimin daha az önce yanımdayken kaybolmasına anlam veremeyerek etrafıma bakarken, neredeyse odamın büyüklüğü kadar olan evin içinde hangi delikte olduğuna dair varsayımlar yaparken, çok geçmeden çığlık sesini duydum. Sonrasında bağrışlarını.
Tam da beni oturma odasının koltuklarına yönelterek oturmamı beklerken, panikle sesin geldiği yöne baktım panikle.
Jungkook, "Seni öldüreceğim!" diyerek kardeşine doğru koşarken, ifadesi çok ciddiydi ve elinde sallandırdığı siyah şey! Aman Tanrım... "Medusa'ya ne yaptın sen böyle?"
Gözlerimi sıkıca yumdum. Ne yani bunca zaman beni elindeki o tuttuğu iğrenç, uzun, siyah, tüyleri solmuş çirkin yılana mı benzetiyordu ve ben bunca zaman kendimi bununla özel mi hissediyordum? Ben o şey olmayacak kadar yakışıklıydım.
"Sana ona iyi bakmanı söylemiştim," derken, o sinsi gözüken kara yılanın gözlerindeki cam parlaklığındaki düğmeli gözün sökük iplerinden tutarak kardeşinin gözüne sokarak rest çekiyordu.
Ve bu kavga için fazla ciddi duruyorken, ilk defa bir kavganın merkezi olmadığından onun bu halini tepkisizce izliyorsun, sinirliyken bile seksi olduğu kanaatine varıyordum. Müthiş, her şeyi siktir edip onu öpmek istiyordum.
Neyse ki, kız kardeşi onu öpmek istediğim yüzüne bir görüş alanı sınırı getirerek önüne geçtiğinde bir adım geriledim.
"O aptal peluş için beni üzecek misin? Hem de eniştemin yanında. Senin bu aptalca takıntıların yüzünden bir deliyle evli olduğunu düşünecek şimdi."
Kardeşinin söylediklerinden sonra tüm gözler bana döndü. Ama konuşan ben değil, Jungkook'tu. "Zaten düşünüyordur," derken bana bir bakış atıp, yüzünü çevirdi.
O imalı bakışlarda neyin nesiydi öyle?
"Ne? Ben asla öyle şeyler düşünmüyorum senin için. Sen özgün bir kişiliksin." Diyordum, zaten aramız bozuktu ve beni suçladığı şeyler için en azından bunu diyebiliyordum. İçten içe onu bir deli olduğunu biliyordum ama en çok bu deliliğini seviyordum.
Fakat o benim ona olan bakışlarımın ağırlığını anlamıyor, gözüne perde inmişçesine birdenbire yapacak olduğu tartışmayı bize yönlendiriyordu.
"Yalan ağzına yuva yapmış senin." Diyor ve benim de artık sinirlenmeye başlayan bünyem göz altlarımın kızarmasına sebep oluyordu. Cidden sorunu neyse direkt olarak bana söylemeliydi!
Ama ikimizin arasındaki bu gerginliği, annesi, "Çocuklar ne güzel anlaşıyor değil mi?" diyerek kocasına yaslanıp bizi hayran hayran izleyen duruma ne tepki vereceğimi bilemeden başımı onlara çevirdim. "Bir saniye annecim," diyerek, tekrar Jungkook'a döndüm. "Jungkook öyle diyerek ne kastettin?"
"Anne dedi bana, bayılacağım şimdi." Bu ani gelen tiyatral sahnede, bunlar ailecek böylelerdi. Fazlaca tepki vermeyi seviyor, kocası onun heyecandan neredeyse yerinde zıplayacak olan bedenini zapt etmeye çalışarak, "Hayatım dramanın sırası değil. Sakin ol," diyordu.
Ve Jungkook elbette annesine değil de benden hınç almak istercesine, "Bence de anne," diyerek bakıyordu. Bana mı demek istemişti drama yapmama konusunda?
Yine de bu sorduğum sorunun havada kalmasını istemiyor, "Ben halen bir cevap bekliyorum senden," diyerek ona doğru bir adım atma gafletinde bulunuyordum.
Çünkü o da benim ona yaklaşmamla bir adım uzaklaşarak, "Bilmem..." diyor ve dilinin yanağına çarpıtarak sonunda o dilindeki zehri boşaltıyordu. "Git o kırıştırdığın insanlara söyle sen tüm bu dediklerimi. Eminim sana bir cevapları olacaklardır onların."
Düşünmekten sıcaklayan başıma elimi yaslayıp nerdeyse saçlarımı astırarak geriye ittim. "Bak ne demeye çalışıyorsun anlamıyorum. Dümdüz bir insanım ben. Daha açık konuş benimle."
"Odun olduğunu kabul ediyorsun yani? Bu da bir şey." Dedi, bana ağzının ucunda konuşurken. Beni neden bu kadar sinir etmek için uğraşıyordu. "Her neyse. Seninle konuşmak istemiyorum."
Beni orada düşüncelerimin ve sinirim sefaleti içerisinde bırakırken, "Ben özlediğim odama gitmek istiyorum. Gerçek evimde olmayı çok özlemiştim. İzninizle," diyor ve cidden de umursamaz bir hızla arkasını dönerek, artık odası olduğunu öğrendiğim koridordaki en son odanın kapısını sertçe kapatarak içine giriyordu.
Kaç saniye bakıştım, onun az öncesinde olup da artık olmadığı yere.
Üç çift gözün bakışları sırtımı ezerken, "Ya benim ne suçum var da bana böyle davranıyor?" diye soruyor ve daha da dert yakınabileceğim ve Jungkook'u en yakından tanıyan ailesini düşünerek, babasına yöneliyordu bakışlarımın odağı. "Babacığım siz söyleyin? Size babacığım diyebilir miyim?"
Ama iyi bir damat olacağım diye girdiğim hallerden dolayı Bay Jeon resmen kalp krizi geçiriyormuşçasına elini kalbine yasladı. Hızlı hızlı nefesler alarak, "B-bana ba-babacığım mı demek istiyorsun? Beni tut sevgilim, prens bana neler diyor öyle," diyerek karısının kollarına yığılıverdiğinde, dehşet içerisindeydim.
Bayan Jeon kocasının yerde baygın bir vaziyette olmasını umursamayarak beni nezaketle selamlayıp gülümsedi ve "Çok şeker birisiniz," diyerek iltifatta bulundu.
Ondan sonra kocasının kolunu çimdikleyerek yerinden kaldırmayı başardı. Bu aile, normal miydi? Yoksa anormal olan benim ailem miydi?
Şaşkınlığımı üzerimden atamadan, kız kardeşi göğsüme kadar yetişen boyuyla bana alttan bakarken hazineye bakan biri gibi parıldıyordu gözleri.
"Boş ver enişte, sen bana ismimle seslen." Derken çok rahat ve profesyonel görünüyordu. Senin dertlerin çaresi bende. Sen o sümüklüye fazla iyi davrandın. Fazla yüz verince o böyle şımarıyor. Onu kendi halinde bırak düzelir. Güven bana."
"Hiç güvenilir durmuyorsun ama." Dedim, tüm açıl yürekliliğimle. "Tüh, yakalandık."
Bu kızın çok fena olduğunu aklımın bir yerine dipnot geçtikten sonra, aralarında şu anlık en sağlıklı görünen Bayan Jeon'a baktım ve kibarca, "İzninizle ben Jungkook'un yanına gidebilir miyim?" diye sordum.
"Ay, sormayın bile lütfen. Burası sizin eviniz. İstediğiniz gibi kullanın."
"Çok teşekkür ederim."
Sanırım onlarla anlaşmak sandığımdan daha kolay ve güzel olacaktı. Eğlencelilerdi. En önemlisi, "Çok kibar biri... Jungkook onunla evlendiği için çok şanslı," diyerek arkamdan konuşuyorlarken, beni desteklemiş olmaları bu ilişkide daha da iç ısıtıcıydı elbette ki.
Ama hiç de iç açıcı olmayan şey, Jungkook'un odasının kapısındayken kapıya tereddütle bakan gözlerimdi. Beni rahatsız edeni öldürürüm. Diye yazılmış kapı süsüne bakarken, gülümsememek imkansızdı. Her şeyiyle onun mizacıydı.
Yine de... bu korkmama engel değildi elbette ki.
"Öldürülmeye hazırım sanırım. Evet, yapabilirsin Taehyung. Burada haklı olan sensin. Güven kendine. Ya beni tekrar dövmek isterse... hayır, onu öperek etkisiz hale getireceğim. Bu kesinlikle onda işe yarayan en büyük kozum."
Kendimi bu şekilde motive ettikten sonra derin bir oh çekerek ifademi toparladım ve kapıyı çalmadan açtım. Yatağına gelişi güzel uzanarak o iğrenç peluşunu boğmaya çalışırken yakalamak, yanlış bir anda geldiğimi belli ediyor olsa da durmadım ve kapıyı ardımdan kapattım.
Benim geldiğimi biliyordu. Bana gösterdiği güç gösterisine devam ediyorken, "Kapıda yazılanı okumakta sorun mu yaşıyorsun?" diye söylendi ve ondan sonra ayakta duran bana bakma tenezzülünde bulundu.
Onun bakışlarını yakaladığım anda konuştum hemen.
"Yazıyla değil ama senin ne yapmaya çalıştığını anlama konusunda sorunlar yaşıyorum. Cidden bana neden bu kadar kaba davranıyorsun? Sevgili tripi mi yiyorum?"
En son söylediğim şeyin gerçek olmasını ümit ederken, yanakları kızarmış olmasıyla sert duran ifadem darmaduman oluyordu. Hayır, sevimliliğine kanmamalıydım. Hayır, bunu yapmamalıydım!
"Ben teklifini kabul etmedim." Dediğinde, içimi eriten varsayım yok olup gittiğinde cidden asabım bozulmuştu. "Bende teklif etmedim." Diyerek geri bastım. Onu kendi silahıyla vurmayı öğrenmem zaman almış olsa da işe yaradığı bir gerçekti.
"Hödük."
"Jungkook, güzelim." Dedim, onun kendisini toparlayarak yatağın üzerinde sinirlice oturuyor olmasının çekincesiyle ona yaklaşırken. "Hassas dönemlerin mi yaklaşıyor? Eğer öyleyse, feromlarını benim yanımda özgürce salabilirsin. Bundan rahatsızlık duymam, aksine kokun beni mutlu ediyor."
"Bu saatten sonra senin yanında salacağım tek bir şey var, onu da zaten yaptım."
"Ne?" derken, aklıma gelen şeylerden dolayı elimle yüzümü kapattım. Ve elimi yüzümden çekmeme sebep olan şey, "Defol Taehyung. Sana çok kızgınım. Sonra döveceğim seni. Biraz toparlanmam lazım. O kadar dengesiz yaptın ki beni, güçten düştüm resmen," diyerek, aksine daha da güçlenen omegama bakıyor oluşumdu.
Evet, etkili alt etme metoduna geçerek onun zayıf vücudunu direkt olarak belinden yakaladığım gibi kucağıma aldım. "Tamam ben yardımcı olurum senin gücünü toparlamana." Diyerek aramızdaki gerginliği yumuşatmaya çalışıyordum.
"Bırak beni deli manyak! Bağırırım yoksa." Derken bile bağırırken, "Ne diye bağıracaksın? Evliyiz biz. Çiftler arasında normal böyle şeyler," diyerek aşırı sakin ve sessiz konuşan bendim.
Kucağımda onu sıkıca tutarken bile debelenmeyi ve kollarını nerdeyse beni boğmak için sarıp sarmalayabiliyordu.
"Kâğıt üzerinde evliyiz biz. Mühürlü değiliz. Senin de istediğin gibi... bu yüzden bana dokunma." Dedi, sesi an be an küçük hecelerce bölünüp sessizleşmeye başlarken. "Ben senin kullanıp kullanıp çöp kutuna atacağın bir peçete değilim."
Ama söylediklerinden dolayı hiçbir anlam çıkaramıyor ve "Sen yine yatmadan önce dizi falan mı izledin?" diye soruyordum. Genellikle o dizilere kendisini kaptırırdı. Pencerenin camından izlerken sahneyi akıcı bir şekilde tekrar eder, dizideki replikleri bağıra bağıra role girmişçesine söylerdi.
"Her zaman izlerim ben."
"Belli canım."
"İndir beni?"
"Hayır," dedim aksi bir şekilde. Benim asla pes etmeyeceğimi anlayarak, "Isırırım seni," dedi, gözümü korkutmaya çalıştı. Ama korkmadım. "Bundan zevk duyarım."
"Sapıksın işte." Dedi ve ensemdeki saçımı çekti. Ama beni çileden çıkaran şey, bunu devamlı olarak söyleyip durmasıydı. Bununla, "Bak bana öyle demeyi kes artık. Cidden çok canımı sıkıyor. Tacizciymişim gibi davranıyorsun," dediğimde, sinirimden dolayı ortaya çıkan kalın sesimi zapt edemiyordum.
Ve o, "Değil misin?" diyordu. Benim şu anda nasıl hissettiğimi umursamaması canımı sıkmıştı, kırmıştı. "Böyle mi düşünüyorsun cidden?" dediğimde onu kollarımdan serbest bırakarak zemin üstüne ayaklarını basmasını sağladım.
Yüzüne bakmak gelmedi o anda içimden. Çünkü konuşmak için aralanan ağzından beni daha da kıracak cümleler duyacağımı biliyordum.
"O zaman beni neden mühürlemiyorsun? Diğerlerine de mi böyle yaptın? Herkesi kendine aşık edip sonra ona bokmuş gibi davranamazsın."
Aşık? Dolaylı yoldan bir aşk itirafı almış sayılır mıydım acaba?
"Devam et," dedim, kurduğu cümlelere karşı hiçbir fikir belirtmeden. Çünkü ancak bu şekilde o kafasında her ne kuruyorsa onu bu şekilde öğreniyor olacaktım. "Başka?"
"Tzyu kim?"
Dudaklarımı ısırarak direkt olarak gözlerinin içine baktım. Ne tepki vereceğimi şaşırmıştım.
"Onunla neden o kadar yakınsın? Öpüyorsun onu yanaklarından. Tıpkı beni de öptüğünü gibi. Minik minik ve çok çok öpüyorsun hem de. Hoş sen birini de zamanında çok başka öpmüşsündür. Evlenmek isteyecek kadar. Ama şansına küs, benimle evlendin. Beni öpmek zorunda falan kaldın. Bir daha yapma o yüzden. Ben senin diğer kırıklarından biri değilim. Olmayacağım da."
Konuşurken büzülmüş dudaklarını tam şu anda hunharca öpmek ve beni kıskandığı için bu kadar delirmiş olmasına düşmeme rağmen, ona bu konuda tavrı koymam gerektiğini düşünüyordum. Yine de o minicikti. Sevimliydi ve cidden de aptaldı.
"Sen inanılmaz birisin Jungkook. Sırf kıskançlığından dolayı bana sabahtan beri korkunç hissettiriyorsun ve o kafandaki zehirli düşünceler de neydi öyle? Hadi kendimi geçtim, sen kendine nasıl yakıştırırsın bu tarz düşünceleri. Beni cidden çok şaşırttın ve üzdün. Bir özür bekliyorum."
O kadar rahattım ki karşısında, bana ters ters baktı. Sonra yine, yine bildiğim gibi davranarak dövecekmiş gibi üzerime yürüdü. "Neyi açıkladın da özür bekliyorsun lan sen benden!"
Onu durduracak cümleler, "Ablamı ve beni çirkin yakıştırmalarına boğarak, üzerime iftira atarak bana iğrenç hissettirmenden dolayı, evet bir özür bekliyorum senden."
"Ablan mı? Senden küçük görünüyor. Yalan söyleyip durma." Dedi ve bana halen inanmıyordu. Kafamı duvara sürtsem, bundan daha çok az acıtırdı.
"Pekâlâ," dedim, takım elbisemin içinden telefonumu çıkardım. Ablamın numarasını bularak görüntülü bir arama başlatırken, "Ne yapıyorsun sen? Nerden bileyim anlaşma yapmadığınızı," diyordu ve bazen, bazen nasıl ona bu kadar bağlandığımı sorgulamama sebep oluyordu.
Yine de ona bu güven kırıklığını verenin ben olduğum aklıma geliyor, "Saçmalama Jungkook, yanında arıyorum. Hangi ara ablamı arayıp, abla bir mevzu var idare eder misin diye soracağım," diyerek kendimi ona karşı anlayacağı şekilde açıklıyordum.
Bana tekrardan bir şey söylemeye hazırlanırken, ablam erkanda belirirken nerdeyse bir karabasana benziyordu. Uykusundan uyanmıştı. "Açtı," diyerek, Jungkook'a göstermek için hamlede bulunacaktım ancak panikleyip kaçıverdi yanımdan.
"Tzyu Abla," diye mecbur ablamın burnunu çeken kamera görüntüsünü, ayılamadığı uykusundan uyanması adına tekrardan seslendim.
Bu seferde sadece ağzı gözüküyordu, "Niye arıyorsun beni bu saatte mankafa, bilmiyor musun uyuyorum. Babama bir şey oldu sandım. Yoksa oldu mu?" dediğinde, benden daha iri gözleri daha da açıldı ve telefonu sonunda biraz ileri almayı başardı.
"Hey sakin ol," dedim ve Jungkook'un yüzüne bakarak konuşmaya başladım. "Hep Jungkook ile tanışmak istiyordun. Sizi tanıştırmak istedim. Seni düğünde göremediğinden kim olduğunu merak ettiğini söyledi. Ama ona, senin Afrika'da olduğunu ve orada bir köyde gönüllü doktorluk yaptığını söylememe, yakında Kore'ye döneceğini ve seninle bizzat tanışmak için yanına geleceğini söylememe rağmen merak etti seni ne yapayım."
Normalde ağzıma sıçacakken, Jungkook konu bahsi olduğundan yumuş yumuş oldu. Bana taşıdığı duygu durumunun tam zıttı, aman ne güzel.
"Yerim onu, bende onu çok merak ediyorum. Senin hakkından gelen o yüce insanla tanışmak için sabırsızlanıyorum."
Söylediklerini duymazdan gelerek, Jungkook'un kolundan tutup kendime çekmeye çalıştım. "Jungkook çok merak ediyordun gelsene," dediğimde sırıtıyordum. O da bana fısıldayarak küfrediyordu. "Sen şerefsizin."
Sonra muntazam bir oyunculukla, "Merhaba," dedi ve resmen ekrandan ablama dikkatlice baktıktan sonra ezilip büküldü. Ama ablam ayrı diyarlarda, "Agucuk bugucuk nasıl da sevimli bu, bebek gibi. Yerim senin ağzını burnunu," diye şeker komasına girdi ve onu, "Hey," diyerek kendisine getirmeye çalıştım.
Ancak o, "Taehyung çok utangaç ama bu, hani seni dövüyordu bu?" diyerek rezil rüsva ederken, "Oldu, kapatıyorum. Bay bay, sonra ararım ben seni. Çekmiyor telefon," diyerek kapatmaya çalışırken telaşla, "Yoo çekiyor," dedi ve sonra suratına kapattım. Nasıl olsa daha sonra anlatacaktım bu durumu.
Ama önceliğim yanımda duran tavşandan davranışları ve tutumu için özür diletmekti.
"Hadi," dedim gözlerinin içine bakarken. "Evet," dedi parmak uçlarında yükselirken. Bana bakmadı. En azından yaptıklarından dolayı pişmandır diye düşünerek göğsüm kabarıyor ve sabırsızlanıyordum ama o, otuz saniye sonra bana ancak, "Taehyung..." diye mırıldanıyordu.
Hızlıca, "Hıhım... adım bu," diyor, ağzının içine bakıyordum.
Ama o, "Sen ablanla benim dedikodumu mu yapıyorsun şerefsiz?" diyerek, umarım dikkat etmez diye beklediğim konunun üzerine sırf özür dilememek için atlarken derin bir iç çektim. Utandığımdan gözlerimi kaçırsam da hemen tekrardan baktım gözlerinin içine.
"Jungkook konumuz bu mu?"
"Değil mi?"
Pes ettim ve onun asla inadından vazgeçmeyişi, aramızdaki bağın bir arpa yol almamasının bıkkınlığıyla, "Değil ama umursamıyorsan, ne diyebilirim. İstediğin gibi sen çok özlediğin gerçek evinde takıl," diyerek tepkimi koyarak arkamı döndüm ve odanın kapısını gitmek için açtım.
Ama arkadan ceketimin ucunu tutarak beni durdururken, omzumun üzerinden ona baktım. "Bir şey mi diyeceksin?" dedim ve zafer yutan kalbim onun incecik sesinden döküleni pür dikkatle dinliyordu.
"Özür dilerim." Dedi ve intikam alma sırası artık bende olduğundan çok düz bir şekilde, "Özrün kabul edilmedi," dedim ve odadan çıktım tek bir hamleyle.
Birazda sen sinir ol ve pişman ol Jungkook. Çünkü bunu kendim için eğlenceli hâle gelmesi içinden elimi geleni yapacaktım.
...
Umarım okurken keyif almışsınızdır...
son dört bölüm kaldı kaosun patlamasına :D
Ben Nicotesy, iyi geceler.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.23k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |