33. Bölüm

32. Bölüm

feu
nicotesy

SELAM BEBİTOLARIM BEN GELDİM :d

Beş gündür yokum sanırım, düğün, ehliyet sınavım vardı öyle şeylerle uğraştım ondan platformda olamadım. Biraz kurguyla kopukluk yaşıyorum gibi hjdsgckskxj

Aşırı drama yapasım vardı bu bölüm nasıl oldu bilmiyorum ama günlük bölüm atma moduna girmek istiyorum. Bu yüzden bu bölüme yorumluk yer olmasa da yapın tamam mı, accık mutlu olayım zaten hayat pok gibi dcasjghdkj

neyse, bu bölüm tae'nin azğından da olayları ucundan yazdım okursunuz bebeklerim

iyi okumalar...

 

 

 

 

"Kim için ve ne için koşuyorsun böyle?" Diyordu sert bir üslupla. Gözlerinin karardığına an be an şahit olurken, dilini yanağına vurduruyordu. Tıpkı bir serseri gibi. "Düşündüğüm gibiyse, bu onun için hiç iyi olmaz Jungkook."

Kıvranışlara teslim olalı, belimdeki elin tutuşundan ve sözlerinin domine edici bulvarlarından bana bakan dalavere bakışların arasından her an beni kesip biçmek isteyen alfanın ateş dolu gözlerini göreceğim diye korkmadım değil.

Ve onun sorunu da ne böyleydi? Resmen kollarından çıkmak için kıvranan beni kıskıvrak parmaklarıyla kelepçelemişti

"O senin kuzenin ve yanlış anlaşıldı benim yüzümden." Diyerek sitem ediyordum ama onun bu sözlerimi umursadığını düşünmüyordum.

Neydi bunun derdi, sinirlerimi bozuyordu. Tamam sabahki davranışları, beni utandırdığı anları saymazsak çok hoştu. İçimi içten içe kıpır kıpır eden ve beni romantik komedi sayılacak bir filmin içine sürükleyecek bir senaryonun başlangıcı gibiydi. Ama şimdi böyle beni etten bir duvarla örüntü oluştururken, kokusunu üzerime izinsizce sahiplenmek adına sarıp sarmalarken bu rızasız davranışlarından dolayı gıcık olmuştum.

Hakkı yoktu. Zannımca öyleydi. Onunla asla evli olduğumu düşünmüyordum. Bizimki formalitelere gebe kalmış bir dramaydı sadece. Ve o şimdi de sanki aramızda gerçek bir şey varmışçasına bana tepkiler veriyor ve sahiplenmek isteyen omegamın aksine ben çok sinirliydim.

Bu yüzden arkadaşlarım şimdi söyleyeceklerimden dolayı aptal yerine koymayın. Kızmayın. Bence ben söylediğim her şeyde haklıydım. Bana hissettirdiği tüm siktiri boktan duygular için.

"Üzgünüm Taehyung ama onun incinip incinmemesini seninkinden daha çok önemsiyorum. Malum onun beni senden daha çok önemsediği en başından aşikardı," dediğimde yüzüne bakmayı bıraktım. Suratında oluşacak ve duyarımı kasacak hiçbir imgeyi görmek istemiyordum. Bununla vicdan azabı çekmek istemiyordum.

"Çekil şimdi önümden."

Parmaklarını bedenimden çekerken nedense bir anda boşlukta süzüldüm. Yüzüne bakmadığımdan mıdır nedir, tenimde onun için sızlanan bir uzuvum beni rahatsız ederek yüzüne bakmaya zorladı.

Gözlerinde ne gördüğümü anlatamam ama bir yenilgi gördüğüm manidar bir biçimde görünüyordu oralarda bir yerde. Yüzüne bakarken, yüzüme bakarken bir şey söylemesini mi bekliyordum bilmiyordum ama sanki o benim bir kez daha ona bir şey söylememi ister gibi duruyordu hareketsizce.

Önümden çekilmedi ama bu tutumunu sürdüreceğini dair bir şeyde söylemedi. Yüzüne daldım. Gözlerine daha çok. Bu tahminen yirmi saniyelik ritmi aralıklarla kalbimi hoplatarak gerçekleşti.

Daha sonrasında dikkatim dağıldı. Sınıfın kapısının arkasından Namjoon, "Taehyung beklemekten ağaç olmak üzereyim, biraz daha çiçeklerin fotosentezine maruz kalırsam bayılacağım," diye pıt pıt ederken, Taehyung omzunun onundan ona baktı ve kaşlarını çatarak önüne döndü ve bir adım geriye doğru adım attı.

Namjoon elinde bir demet kırmızı gül taşıyor, onun arkasından gelen Choi çelengi ıkına ıkına sınıfın içine taşırken yanımdan geçerken bana tebessüm ederek beni tebrik ediyordu. Ve tanımadığım bir iki kişi de ellerinde papatyalar ve mor menekşelerden olma uzun saksılı çiçekleri getirip sınıfın içine sokuyordu.

Şaşkındım ve sınıfın içinde olanlara maruz kalan herkesin bir kez bile olsa bu ne amınakoyayım dediklerini işitebiliyordum.

"Bunlar ne böyle?" Diyordum, sınıfta hemen masamın etrafına serilen sergi törenini izledikten sonra Taehyung'a dönerken. O ise düz sesiyle, "Yarışmayı kazanmışsın," diyordu ve çenesini birkaç kere sıktığını görebiliyordum. Bana sadece bir kere baktı ve bakışlarını kaçırdı daha sonra.

"Tebrik etmek istemiştim. Ama sanırım fazla abartmışım." Dedi ve sesindeki o ağır tını birdenbire beni incitmeye başladı. "Sana yaklaşma işini."

Bunun beni ne kadar mahcup ettiğini bilemezsiniz. Birden onun tarafından terk edilmiş gibi hissedildim. O bana arkasını dönerek, sırtını yüzüme doğru çevirirken. "Bir daha sana olan sınırımı geçmemem gerektiğini hatırlatman iyi oldu," dediğinde, neden elim onun benden uzaklaşarak giden bedenini durdurmak istercesine havaya kalktı.

Neden biranda onun peşinden gitmek isterken buldum kendimi. Oysa yarışmayı kazandığımı bile şimdi öğreniyordum. Ve o çoktan öğrenmiş, benim abartılacak sayıda sevdiğim çiçeklerden almıştı. Halbuki hep birinin bana çelenk göndermesi hayalimdi.

Taehyung sende hayallerimdesin, öyleyse seni hayallerimde de yaşadım varsayabilir miydim? Çünkü biz orada çok az kavga ediyorduk. Çok az yanlış anlıyorduk birbirimizi ve seviyorduk. Biz çok güzel seviyorduk birbirimizi.

Arkasından baktım uzunca. Etrafımda büyük bir sessizlik oluştu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Çoktan Sehun aklımdan uçup gitmişti benden. Ne oldu bilmiyor ama sanki hiç sahip olamadığım bir aşk ellerimden kayıp gitmişti. Benim haklı isyanıma rağmen.

Ne yapacağımı bilemeyerek kulağıma fısıldayarak bir şeyler söyleyen Yoongi'nin bana verdiği akla uyabilir miydim? Çok şey istemiyordum. Bana olan hatasını fark etmesini ve içten özür dilediğini bilmek istiyordum. Bu ilişkide onun bir yüzük olarak gördüğü değil, kalbine de söz verdiği biri olmak istiyordum.

Belki de bu yüzden bükülmüş dilimden çokça küfürler ve laf sokmalar çıkıyordu. Ancak bu şekilde kendimi ifade edileceğime inandırdığım için. Kim bilir.

Sadece benim ona son kez bir adım yaklaşmam ve sonrasında bu kalbimizi ezecek kıyameti başlatmam gerekiyordu.

İzninizle arkadaşlar, ben Barbie peruğumu kafamdan çıkararak düşünme inzivasına çıkacağım ve bu birkaç günü düşüncelerimle boğuşurken, ah bir de yapacak olduklarımla, siz Medusa şarlatanın dünyasına dalın.

Eğer o yılan benim hakkımda kötü şeyler söylerse şu aralar, ağzına sıçarsanız sevinirim. Öptüm, bay, kips.


Taehyung'un Ağzından.

Gözlerimin içini alaşağı eden bir baskı vardı. İğneleyici, şüpheci ve komuta verici. Her zaman, her konumda yanı başımda duran Sekreter Lee benim günlük rutinimden bahsederken, sözleri artık ezberime almış vaziyetteydim. Komuta bindirilmiş bir robot gibi.

Ama bugün içimde yer alan yangında apayrı bir huzursuzluk ve çaresiz bir bekleyiş vardı. Kaçtığım duvarlar arasından çıka gelecek olanın bekleyişi.

Bu zamana kadar bu sarayın içinde görmüş olduğum tek muamele bu değil miydi? Önlerinde saygıyla eğilmek zorunda kaldıkları bir prens. Beş yaşından beri her şey bu günlerim içinken, kafesime bu denli alışmışken neden şimdi pencereden dışarıya bakıyor ve uçan bir kuşun gökyüzünde verdiği o çırpınışı bile kıskanır hale geliyordum.

Oysa bende bu ülkenin özgürlük bekası için savaşmıyor muydum? Fikrimin dahil sorulmadığı bir evliliğe maruz kalırken, onun hakkında en ufak bir fikrim yokken bu yere sonsuza kadar lanetlendiğim düşüncesiyle içim karıncalanıyordu.

Bu yorucu baskılar, öğrenmek zorunda bırakıldığım şeyler ve çoğu zaman hayatıma mal olacak kadar çetrefilli ortamlarda ben kimdim? Kendimi arıyordum. Sakinliğin içinde sakinlik arıyordum.

Annem ve babama benzememek için. Anneme hiç anne diye seslenmezken, neden anne diye yakarmak geliyordu içimden? Özgürce dolaşmak isterken sokaklarda, neden tek sığındığım yer, en azından beni gözetleyen bir kimseler olmadan odamın içi oluyordu. Belki bu yüzden Jimin ile küçük küçük notlarla başlayan aşk hayatı beni böylesine mutlu etmeye başlamıştı?

Herkesten gizli yaşamaya çalıştığım bir yaşam, benim de sıradan ve herkesin rahatlıkla kavuşacağına inandığı bir özgürlüğe kavuşturmuştu. O beni anlardı. Susmak istediğim de susar, konuşmak istediğimde konuşurdu. Bazense sadece sarılırdı. İçten içe ne büyük yalnız duyduğumu bilir gibi.

Bundan kopup gideceğimi düşünmek hayatımın en korkunç zamanlarını beraberinde getirirken, evleneceğim kişiye karşı büyüyen ön yargılarım artıyor ve onun da bu saraya yamanmaya çalışan niteliksiz biri olarak görüyordum.

Ortak hiçbir şeyimiz olmayacağını. Bence de yoktu. Ama daha sonra onunla ortak bir şeylere sahip olmak isteyeceğimi hiç hesaba katmamıştım.

Yine de Jimin'in beni değil de kariyerini seçmesi, beni içten içe büyük bir keder dalgasına sürüklemişti. Yalnızlığa tamamen lanetlendiğimi ve hiçbir insanın gerçek sevgisi altında yaşlanamayacağımı hissettirdi bana.

Bu hisler geçmeyecek gibiydi. Ancak onunla karşı karşıya geldiğimde, yüzündeki o aptal sırıtışı, böbürlenmeyi ve ukalalığını görmek hayatım boyunca hiçbir insanın bana karşı kullanmadığı türde davranışlardı.

Bu ilk başta onunla uğraşmak istememe sebep oluyordu. Onu fazlasıyla aptal, boş beyinli, dengesiz ve zarifliğin z'sinden bile yoksun kaldığını düşündürtüyordu. Annemin onu sevmemesi daha çok ilgimi çekiyor ve sarayın içinde insanları peşinden koşmasını izlemek keyifli oluyordu.

Bana şiddet uygulayan tek insandı. Bir omega olmasına rağmen, bana kafa tutuyor ve beni sürekli öldürmek isteyen gözlerle kıpır kıpır eden ruh hastası tuhaf rollere girmeye bayılıyordu. Sanırım bendeki ciddiyetin ağırlığının hafifliğini o yaşıyordu, sorumsuzca ve toyca tavırlarıyla.

Ama istediğim bu değildi. Ona karşı sempatik kazanmak istemiyordum. Onu sevmiyordum. Sadece ele avuca sığmayan davranışlarıyla ne kadar ileriye gideceğini ve gerçekten bu saray hayatına karşı o çelimsiz hoppa karakteriyle ne kadar dayanacağını bilmek istiyordum.

Benim ezelden beri içinde bulunduğum bu hayata, onun hiçbir fikri ve bilgisi yokken nasıl ayak uyduracağını görmek istiyordum.

Bununla farkında olmadan gözlerim hep onun üzerindeydi. Bir hata yapmasını ve bununla gülmeyi bekliyordum. Bazı zamanlar üzülüyordum. Sarayın eğitmenleri annemin onlara verdiği talimatlar üzerine onu fazlasıyla hırpalıyordu.

Odamın penceresinden, perdenin arkasından onu izlerken onun oturmaktan dolayı sızlanan bacaklarına söve söve gelmesi hoşuma gidiyordu. İri gözleri olan koca bir bebek gibiydi.

Odasına geçmesini izliyor, duş aldıktan sonra müzik açıyor ve bazı zamanlar hiçbir şey umurunda değilmiş gibi odasının içinde dans ediyordu. Perdelerini çekmeyi bile akıl edemeyen aptalın teki olduğu için şükrediyordum. Yoksa bu keyifli manzaradan mahrum kalacak ve onun tüm bu salaklıklarını göremeyeceğim diye üzülecektim.

Ama bazen... o çok tehlikeli adımlar atıyordu.

Bana yaklaştığında, o gözlerinde hiçbir ifadenin bu kadar parlak olacağını tahmin edemeyeceğim yıldızlarla bakarken, içimde olan o hayranlık, mutluluğuna olan kıskançlığım büyüyor ve kaşlarım çatılırken ondan uzaklaşmak istiyordum. Ama bazı anlarda, kurdumun ona yaklaşmam için fısıldıyordu. Bu sinsi fısıltısı, ona ilk başlarda karşı gelebiliyordum. Bir yere kadar.

Bir gece yarısı, o odasında uyurken, ben yatağın başında oturmuş onun saçlarını okşarken kendime geldiğimde, bu hayatım boyunca yaşadığım en korkunç deneyimdi. Bilincimin yerinde olmayışı ve bir sapık gibi, yatağında dengesizce yatan Jungkook'u taciz ediyor olmak.

Adımın Medusa olarak kalmasını tercih ederdim. Ve bunu fark ederse başıma ne gelecekti kim bilir.

Bunu bana yapanın kurdumun çok sonra öğrendiğimde daha onunla aramızda çok da iyi değildi. Düzenimi bozma isteğimi uyandırıyor ve aslında tam ona yaklaşmak istediğimde bir aksilik yakama yapışıyordu.

Benden istediği o saygınlığı vermek istediğim o gün bile durum aynıydı. Sırtından beline uzanan o dövmeyi görmeseydim, onun gözlerinde hayal kırıklarını oluşmasına sebep olduğumdan dolayı yaşadığım huzursuz geceme rağmen rüyamda onu ıslak bir şekilde görmeyecektim. İçimde ona karşı sadece günümü farklı kılan, aykırı ve eğlenceli biri olarak varken, alışmaya başladıkça ve onun bir omega olduğuna ikna eden vücut hatlarına, gözlerimin içine bakarken içinde tutmaya çalıştığı ağız sulandırıcı libidosunu keşfetmeseydim belki işler benim için daha yolunda olurdu.

En azından onunla olan ilk öpücüğümün, onun toplum içinde olan saygınlığını geri vermek için olurken, ondan sonrasında öpmek için girişen dudaklarımda bir arzu ve istek olduğunu inkâr edemezdim. Onu öpmek ve şaşkına dönen gözlerinin üzerimde büyüleyici bir etkisinin olduğunu keşfedecek olmayacaktım.

Ondan hoşlandığıma bile emin değildim.

Eğer o silahlı saldırı gün gerçekleşmeseydi, ona olan kıvılcım hislerimi onun bir omega olmasından dolayı istemsizce yaklaşmak isteyen Alfama yoracaktım. Ve bu hissi bir şekilde içimde bastırmayı bilecektim. Çünkü böyle olması gerekiyormuş gibi geliyordu.

O hiç isteyeceğim türde bir karakter değildi. Hiçbir şeyimiz uyuşmuyordu. O saçma sapan diziler izleyerek kafasını yorarak uykuya dalarken, ilerde geçeceğim krallıklara ait makamlar için politika çalışıyor ve onun değerli zamanın bu boş şeylere harcamasına anlam veremiyordum.

Boş olduğunu biliyordum, çünkü Sekreter Lee'den izlediği diziyi bulmasını istemiştim ilk zamanlarda. Çok gürültü izliyordu ve bir keresinde çok sesli ağladığı için başına bir şey geldiği düşüncesiyle odasına dalmak istedim, ama o ebetteki izlediği diziye küfürler etmeye başlayınca kendimi frenlemek zorunda kaldım.

Aslında bu kadar gürültücü olması iyiydi. Yaşamı vaat ediyordu. Onun her şeyden habersiz karşı odamda olduğunu bilmek bir zaman sonra içimi ısıtmaya ve yurtdışındaki ziyaretlerimden sonra saraya gelirken, onu görmeyi bekliyordum.

Yine öyle bir ziyaretin içindeyken o hain saldırı düzenlenmeseydi ve kendimi sokakların arasına atarak, kamufle olup bir feribota atlayıp kaçmasaydım ne olurdu bilmiyordum. Ama bu aksiyon ciğerlerime kadar beni yaşama bağladı. Hayatta olduğumu hatırlattı.

Tam fırsatı diye düşündüm. Kaybolmak ve bulunamamak. Hiç var olmamışçasına silikleşmek. Tüm bu arzum buydu. Bir turist gibi bir şehrin sokaklarında başıboş gezmek.

İyi olduğumun haberini Kraliçe'ye haber verdikten sonra ona ne zaman döneceğimi söylememiştim. Sanırım o da biraz olsun, annem olduğunu hatırlayarak benim bu özgürlüğümü tatmama izin vermişti.

Ama bir anda sokakta yürürken, elimi tutan Jimin... ona olan güven hissim. Beni tamamlamıştı. Onunla zamanında hayal ettiğim şeyleri yapıyorduk sonunda. El ele tutuşarak, rahat yazlık elbiselerimiz ve maskelerimizle dünyayı bir yabancının sokağından geçen iki tanıdık gibi dolaşıyorduk. Jimin'i bu yüzden seviyordum. Ben sustuğumda bile beni anlayabiliyordu.

Onunla huzurlu olduğumu biliyordum.

Ta ki, Jimin'in beni öpmek için uzanan dudaklarının dudaklarımın üzerinde kurduğu baskınlıkla buna bir anda yabancı hissediyor oluşumdu. Nedense bu bana öylesine yanlış geldi ki, kendimi ondan uzaklaştırdım. Anın büyüsüne kapılmıştım, ama onun değil.

İçimde ona dair hiçbir şeyin kalmadığını hissettiğimde, gözlerimin önüne gelen sadece Jungkook'tu. Onu öpeceğimi sandığında gözlerini kapatarak, dudaklarını önlerine doğru büzüştürdüğü tatlı halleriydi.

Gülüşleriydi. O çelimsiz yumruklarıyla karnıma olan vuruşlarıydı. Kalbinin sertçe atan ritimleriydi. Benden hoşlandığını hissedebiliyordum. Ama en az sözlerinin ciddiyetsizliği kadar duygularına karşı da aynı ciddiyeti göstermediğine emindim.

O özgürlüğümü kısa süre de bile bitirmek işleyişinin tek sebebi, Jungkook'un az da olsa benim için endişelendiğini görebilmekti. Ona olan hislerimi dürüstçe söyleyemezdim. Bu da benim için çok yeniydi.

Ancak çok daha fazlasını istiyordum. Daha fazlası olduğumuz da nasıl olacağını bilmek istiyordum. Mükemmel mi olacaktır yoksa sanıldığından daha mı korkunç olacaktı bu kasvetli sarayın içi?

Fakat onu gördüğümde, bir anda içimde doluşan o evimdeyim hissini yaşadım. O benim kollarıma sarılırken, bu hayatımda yaşıyor olduğum en güzel aitlik duygusuydu. Onu kollarımda döndürerek sevmek istedim yoğun bir şekilde. Kalp atışlarını kalbimde hissettiğim de onun bana olan en doğru kişi olduğunu biliyordum artık.

Ancak onun kollarımda bayılması, sayılı sayılacak korkuyu beraberinde getirdi. Ona bir şey olacak korkusu. O her zaman inatçıydı. Her zaman güçlüydü. Gülmeyi başarırdı. Göz yaşlarını bile utanmadan akıtır yine de bunu acizlikten değil kendisine olan nefretinden yapardı muhakkak.

Onun kan şekerini düştüğünü söylediklerinde, onun başında bekledim ve ilk kez bilinçli bir şekilde o uyuyorken saçlarını okşadım. Kötü bir rüya görüyor gibiydi. Sayıklıyordu.

Adımı sayıklıyordu acıyla. Bu yüreğimi ezen en haziniydi. Onu bu hale düşürenin ben olduğunu bilmek. Ona hak ettiği tüm sevgiyi vermek istiyordum. Ama katır inatlı şey, kabusunda bile bana küfredecek bir şey buluyordu. Beni gülmeye itiyordu.

Ona yakın olmak istiyordum. Her anlamda. Onun dünyasını keşfetmek ve dünyasında bana yer verdiği yerde mutlu olmak istiyordum.

Duş alıp geldikten sonra bile onunla uğraşmak ve ona tenine duyduğum arzuyu bastırmak korkunçtu. Sarılmak istiyordum ama bunu bir anda yapamayacağımı çok iyi biliyordum. Onun kalbini kazanmak istiyordum. Bana tekrardan güvenmesini, beni koşulsuzca sevmesini.

Onun gibi birinin beni koşulsuzca sevmesini umacağımı hiç düşünmezdim. Kendimi onun yanında tamamlanmış hissedeceğimi ve o yokken aklımda bir yerlerde ne yaptığına dair senaryolar üretiyor da olamazdım.

Beni terlikle kovalamasaydı, inanıyordum ki bir şekilde şaka yoluyla bana olan duygularını söyleyebilmesi için zorlardım ama bunu yapmayacaktım. Akşına bırakmak istemiyorum ama onun beni kendinden öteye ittiği tavırlarını tamamen kendime çekebilmek istiyordum.

Odadan çıktıktan sonra kız kardeşimi aradım. Benim en yakın arkadaşım olan kardeşimdi. Onun şu anda gönüllü olarak Afrika'da yapıyor olduğu doktorluğu gıpta ediyordum. Ona hayranlık duyuyor, ablamın tüm bu aykırı davranışlarını Jungkook'a çok benzer buluyordum.

Belki Twitter hesabından bahsetmeseydi, oraya bakmak aklıma bile gelmeyecekti. Onun dünyasından ve düşüncelerinin anlık değişen duygu durumundan da haberdar olamayacaktım. Hangi çiçekleri sevdiğini bile yazmıştı. Nasıl tarzda iç çamaşırı sevdiğini de. Ebetteki sadece bu beni ilgilendiriyordu.

Onu etkilemek için çevirdiğim numaraları yutmasını istiyordum. Ama fazla patavatsızca ve şüpheliydi bana karşı. Bu beni biraz telaşlandırsa da kararlıydım. Ne olursa olsun, onun bana olan duygularına teslim olmasını sağlayacaktım.

Ve onu ikna etmenin bir yolu da onu her anlamda eşim olarak gördüğümü hissettirmek olduğunu düşünerek herkesin içinde öpmek olduğunu düşündüm. Bunu yaparken bile heyecandan avuç içlerim terledi ama o dağılmış, mahvolmuş ve şoka uğrayan yüzü benim için inanılmaz bir manzaraydı.

Yüzümde izi silinmeyen bir sırıtma ile okul koridorlarında arkadaşlarımla dolaşıyordum ve onlardan istediklerimi aldıkları için, Jungkook'un benim onu önemsediğimi ve değer verdiğimi görsün, daha da şaşırsın diye sınıfına göndermek yerine bizzat yüzüne bakarak tebrik etmek istemiştim, kazanamayacağını düşündüğüm o yarışma için. Biraz benim bu konuda baskıcı bir yaptırımım da olmuş olabilirdi. Yine de bana sinir olduğu için sabahları erkenden kaçarak okula gitmesi ve beni görmemek için verdiği çabalar karşısında verdiği çabanın taktir edilmesini istiyordum.

Bu başarısını beni görmek için ertelemişken ona daha çok fazlasını vermek istiyordum.

Ama sınıfın kapısında durmuş, Sehun'un onu o kadar uyarmama rağmen içinde beslediği umuda ve Jungkook'un bunu umursamadan ona yakın olması deli ediyordu. Sehun'u kuzenim olmasına rağmen öldürmek istiyordum. Çünkü göz koyduğu sadece tahtım değildi, eşimdi de.

Jungkook tüm bunların farkında değildi. Bunu anlatamazdım da. Bunlar kraliyetin istihbaratına karşı verilmiş gizlilik yeminiydi. Annemin beni bizzat uyarmalarıyla alakalıydı.

Ama Jungkook gözlerimin içine bakarak, canımı yakacak cümleler sıralarken neden bir anda kendimi dünyanın en aciz ve güçsüz insanı olarak hissedebilmiştim? Bir insan bana bunu hissettirebilmişti?

Kollarından sarsıp, sen benimsin, demek istiyordum. Ama bunu yapamadım. Buna hakkım yokmuş gibi hissettirdi. Ve kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oldu. Aptal gibiydim. Ona kırıldığımı bile belli edemeyecek kadar gururlu ve gururumu o an yeremeyecek kadar kibirle doldum.

Arkamı dönersem, hissettiklerimi yok sayabilirmişim gibi.

Ama hiçbiri olmadı.

Okuldan erkenden ayrıldığımda, ablamı arayarak ondan yardım istedim. Bir an önce Kore'ye dönmesini de öyle. Çünkü ben hiçbir şeyi tek başına yapamazmışım gibi düşünüyordum. Zayıf bağlı duygusal ilişkilerimden kaynaklı, ne kadar çabalarsam çabalayım ona olan samimiyetimi hissettirmeyecekmiş gibi.

Yine de bilemezdim. Çabaladığımı sanırken, Jungkook'un bu var olmak isteyen kader ilişkisinde farkında olmadan benim için daha çok çabaladığını. Bu anlar hayatımın en güzel anlarıydı.

Onunla aile olmaya başladığımı biliyor olmak.

Madem bu kadar çok sevmemi istiyordun seni, neden öyleyse sana en dipten bağlandığım bu aşk çukurunda iplerimi kestin beni tamamen gözlerindeki gökyüzünden mahrum bıraktın Jungkook. Aşk yarı yarıyaydı ve sen bendeki en değerli yarımı alıp gitmeyi teklif ettin. Niçin? Sana olan sevgimden şüphe etmeyecek kadar çok severken, niçin senin bana olan aşkından dolayı şüpheye düşürdün beni?

Şimdi affet diye yalvaran sözlerine, ihanet karıştırmış diline nasıl tekrardan kanacağım ben. Çok zor. Yine de seni her şeye rağmen çok seviyorum.

 

 

 

..

Bölüm nasıl oldu? hiç alakam yok yazdıklarımla şu anda ama diğer bölüm için güzel fikirlerim var ve işin tuhaf kısımlarını taenin azğından yazacağım, ben şimdi olayları az buçuk onun tadından da bilin diye yazdım

yani o da az fena değil, odun modun ama işini biliyor yani, özellikle jk evine gittikleri sahneyi onunda ağzından da yazacağım :D

Ben Nicotesy, iyi geceler...

Bölüm : 02.10.2024 18:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...