SELAMM... BENİ BEKLEYEN VAR MIYDI BAKALIM?
Eğlenmeniz dileğiyle, iyi okumalar...
Aynadan kendi solgun yüzümle ilk karşılaştığımda verdiğim ilk tepki, keşke biraz uyuyabilmiş olsaydım demek oldu. Dün gece yaşanan o rehavetlik olaydan sonra uyumak mümkün olmamıştı elbette ki. Abartıyorum diye düşünebilir, saçmalama Jungkook alt tarafı onunla biraz tartıştın ve terlik fırlattın ve işin sonunda o da seni ailenin yanına götüreceğini ve kocan olduğunu bastırdı. Ve ve... bu kadardı.
Ama benim uykumdan edecek kadar fantazya dolu, aklımı başımdan alacak kadar buyruk sokuşuydu. Sokuşu diyorum diye yanlış anlaşımlasın lütfen, on dakikalık bir uyku toleransında insan rüyasında neler yaşıyor ah bir bilseniz.
Her neyse.
Öncelik olarak Sangsu'nun beni ite kaka dışarıya çıkartmış olması, hazır olmadığım okul muharebesi ve sonucundan bir haber olduğum yarışmanın sonucu vardı. Telefonumun şarjı bitmişti ve onu şarj etmek nedense hiç umurumda olmadı. Bir şekilde kaybettiğimi düşünüyordum. Bensiz bir bok başaramazlar diye değil kesinlikle, yine de başaramazlardı.
Bu konuda kibirlenemeyeceğim diye çok sinirliydim de ayrıca. Ve şu anda beni bekleyen aracın kapısını açarken, içinde sürüngen bir yılanın olmaması daha da güzeldi. Onsuz gideceğimi ümit ederek, "Gitmiyor muyuz?" diye sorduğumda, "Veliaht Prens beklememizi istedi bizden," diye bir cevap aldım.
Soracaksınız şimdi bana utanmadan. Daha düne kadar onu göremiyordun diye ayılıp bayılan sen değil miydin diye? Evet bendim, ama ne demişler dün dünde kaldı, biz bugüne bakalım. Metodumuz buydu. Ancak çok şımarmasam iyi olurdu. Beni ailemin yanına götürene kadar iyi geçinmeliydim onunla.
Fakat o işler çok garip bir şekilde ilerliyordu.
Taehyung arabanın kapısını açarak, "Seni çok beklettim mi?" diye sorarak yanıma otururken, bir gariplik vardı yüzünde. Kendisine makyaj mı yapmıştı o? Ya da saçlarını biz sıradan insanların üşengeçliğinden olduğu gibi saçlarını sadece tarayıp çıkmış mıydı? O dudağındaki nemlendirici de ne öyleydi? Bir de mayhoş bir parfüm sıkmış. Ne oluyor yine buna? Yine kaç yerimden boynuzlayacaktı bu it herif benim.
Şeytan diyor ki, "Seni bekleyende kim, biz senin köleleriniz. Ricacın değil, emir kulunuz. Bu yüzden oturmuş seni bekliyoruz," de bunları ama sadece yüzüne baktım. O da garip bir şekilde kendisine bakmamdan rahatsız olarak, "Saçım kötü mü duruyor," diye soruyor, şeytana güvenerek, "Bir boklar yiyeceğim bugün der gibi duruyor Medusa, bilemedim şimdi," diyordum.
Ve ilk defa dış görünüşünden şüphe ederek telefonun ekranından kendisini kontrol etti. "Ama Twitter hesabında duştan sonra saçlarını kurutmadan kurumasını bekleyen Alfa çekiciliği, diye bir tweet atmıştın. İstediğin gibi görünmüyor mu?" diye sorduğunda, ciddi bir cevap beklerken ben şaşkınlıktan küçük dilimin geriye kaçan yerinden sokup çıkarmaya çalışıyordum.
"Sen benim Twitter hesabımı nasıl buldun?" diyerek girdiğim şok arenasından çıkmaya çalışıyordum. Ama ne mümkündü. Bu adam nasıl buldu benim o hesabımı. Orası benim günlüğümdü. "Gizliydi o hesap." Derken bile, telefonumu kurcalamış olma ihtimalini çarpıp bölüyordum kafamda.
"Bulmak kolay oldu. Bir telefonuma baktı." Dedi ve egosu ile saygın bir konuşma içine giremeyeceğimden, şarjı olmayan telefonuma lanetler ederek, "Kaldıracağım hesabımı. Onlar benim en özel düşüncelerimdi," diye söyleniyor ve hatırlamakta güçlük çektiğim rezil yazılarım için büyük bir endişe duyuyordum.
"Küfretmek bir özellik sayılmaz. Ama azgın olmak." Dediği anda bakışlarımı onun üzerine onu boğmak için diktim. "Özel sayılsa gerek senin için." Dediği anda firelerin ipçiği kopuvermişti elimden. Üstüne hücumlanarak, elim onun okul yakasında sürterken, "Sen," diyordum, çünkü resmen bizimkilerle gittiğimiz moda defilesinde, ki orası da ahım şahım bir yer değildi, Pazar yerinden halliceydi ama alfalar vardı. İçlik giyen seksi alfalar. Ben o sözleri onlara ithafen yazmıştım.
Ve bu adam tüm anılarımı deşifre ediyordu. Ne hakla?
Kocan diyenin ağzına sıçarım.
Neticede ona vurmaktan yorularak nefes nefese yerime tekrar sindiğimde bana acı bir olay daha yaşattı.
"Hesabına erişmen mümkün değil. Şifresini değiştirtirdim ve son beş yıl içinde yaşadığın tüm duyguları tek tek okuyacağım." Diyordu ama sanki yazılıya çalışması gereken bir inekmiş gibi davranıyordu. Öylesine akıcı ve öylesine savaşçı. Gailesiz bir adi olduğunu da ekleyeyim şuracığa. "Şu an sadece beş ayınkine bakabildim. Evlenmeden önce günde yüz tane tweet atma azmine hayran kaldım bu arada."
"Ne planlıyorsun yine sen?" diye söyleniyor, o ise hiç istifini bozmadan beni alabora ediyordu.
"Senin kalbini kazanmayı."
"Destur," dedim, kalbim tekledi orospu çocuğu! Böyle şeyler birdenbire söylenir miydi hiç? Ya da tepkilerim biri tarafından mı hiç siklenilmezdi. Çünkü Medusa, az önce karnını korumak için aramıza aldığı çantasının gözünden bir tane muzlu süt çıkarıp bana uzatıyordu. "Bak sana barış hediyesi veriyorum." Diyerek ellerini ellerime sürterek veriyordu. Buna dikkat ettim. Çünkü neden olmasın.
Şaşkınlığım nirvanaydı. Acaba okuması iyi mi oldu yoksa kötü mü? Bu işten kârlı çıkacakmışım gibi hissediyordum da.
"Muzlu süt çok seviyordun değil mi?" diyor ve tepkimi alabilmek için muzip bir ifadeyle bakıyordu. Üzgünüm Taehyung ama sen masum görünen şarlatanın tekisin. Ve bende senin kolayca kandırabileceğin bir çocuk değilim. Kanmak istersem kanardım ama şu an sadece niyetini anlamaktı niyetim. Ve seni bu tatlışko hallerini biraz izlemek, gözlerimin benden izinsiz aldığı bir tavırdı. İnan ki!
Ama yok, sen ilaha bana rüşvet vermek istediğinin açık bilanço kaydı gibi hesabını güderek açık ediyordun bana. "İstersen odamda bundan bir koli var. Sana her sabah kendi ellerimle bir tane de olsa verebilmeyi umuyorum."
Gardımı alarak, muzlu sütümü de fidyemden sayarak avuçlarımda sakladım. Gözlerinin içine baktım peşin bir hükümle. Sürmeli gözler ve tehlikeli sular. Ne ararsan var maşallah.
"Neden yapıyorsun tüm bunları?" dedim, saniyesinde bana cevap verdi. Hiç de dili dolanmadı. Ustalaşmış göz bükücü gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. "Dedim ya sana, kalbini kazanmak istiyorum."
Ama birinin kalbini kazanmak, özellikle bu kadar incinmesine seyirci kalındıktan sonra kolayca olabileceğini mi sanıyordu? Elimdeki sütü onun gözüne tutarak, "Böyle mi kazanacaksın kalbimi?" diye soruyordum.
"Belki değil." Dedi, en azından bundan çok daha fazlasının yapması gerektiğini bildiğine sevinmedim değil. Ama öyle seksi bir şekilde, "En azından kalbine göz diktiğimi bilmiş olacaksın," diyordu ki, zaten üstüme bir feromunu salgılayıp üzerime abansa, geberip gitmeyecekmişim gibi bir kafalar yaşayıp geliyordum. Ama ben değil, bakınız omegam kuduruktu. Bende onun masum bir piyoncuğuydum işte.
"Sana söyleyecek tek bir sözüm yok." Diyerek gelsin geri onunla tartışmayı kesip önüme bakmayı planlıyordum ki, "Olsun. Öpüşmekte bir konuşma dili, sen öyle yazmıştın attığın bir tweetinde," diyor, sinir krizinden ağlayacak hale geliyordum. Ama o benim tüm zaaflarımı böyle hunharca çözerken, benim sadece onun egosundan başka bir şey bilmemem haksızlık değil miydi? Biraz da kaslı kolları falan filan vardı ancak konumuz bu değildi tamam mı?
"Sen alçaksın." Diyerek tüm içtenliğimle saygımı beyan ettim ona. "Duydun mu beni?"
Ancak o yine beni dinlemiyordu, yazdığım şeylerden bir tane söz okuyordu. En sevdiğim 'Acıların Omegası' dizisinden hem de üstelik. "Gökyüzüm, ayın bile aydınlığa teslim olduğu zamanlar vardır. Bu kadar kendini karanlığa çekerek mahzunu oynama. Elbet senin de niyetin var, kirli oynamaya."
Bu bozuk kumanda gibi ara ara benim onun tuşlarına bastıkça, kafası estiği gibi bir tweetimi mi okuyup duracaktı?
Kendi saçlarımı köklememe son on saniye kalmıştı. "Yeter, kullandığım cümleleri bana kullanma." Diye çemkirirken bile onun çok sağ duyulu bir şekilde, umursamaz bir biçimde bana yoruyor olması her şeyiyle şaka mıydı?
"Neden," diyerek üstte çıkması. "Seni daha iyi anlamaya çalışıyorum." Diyerek bir insanı anlamak için dinlemenin gerektiğini nasıl anlatayım ben şimdi buna? Üstelik benim anlaması için hiçbir çabamda yokken.
Planları vardır mutlaka diyordum. Benden hoşlanma ihtimali seçeneklerimin arasında bile yoktu. Sarayın dalaveresi içinde büyümüş biriydi sonuçta o. Tek ihtimal verdiğim konu buydu. Haberimin dahi olmadığı bir konu üzerinden menfaate uğruyor olmalıydım muhtemelen.
Burun kıvırarak, "Bunu birdenbire yapıyor olman hiç samimi gelmiyor?" diyordum. Ve cidden samimi olduğunu hissetsem şuracıkta kollarına bayılmak tekrardan harika bir fikir olurdu. Yalan söylemeyeceğim, onun benim içimde yeşeren duygularımdan haberdar olursa diye çok korkuyordum. Bunu bana karşı kullanır diye veya duygularımı da o daha önceki gidip gelmeleriyle alaya alır diye.
Çekincelerim yüzünden onun samimiyetle kurduğu cümleler, "Üzgünüm Jungkook. Daha önce hiç kimseyi tavlamaya çalışmadım," kulağımda insancıl ve hoplatıcı olsa da ben böyleydim. Hoşlandığı çocuğun saçını çekerek ilgisini çekmeye çalışan biri.
Ve onun hassasiyetini göz ardı ederek, "Tamam en çapkın, en gözde sensin," diyordum. Ve onun umutsuzlukla, "Neden böyleyim diye suçluyorsun ki beni? Elimde olan bir şey değil bu," diyerek çırpınmasına seyirci kalmak istemiyordum. Ve artık okula yaklaşmışken kabak tadı vermeden, onun arenasından kaçarak muzlu sütümü içmek istiyordum. Belki kutusunu saklarım ya da daha sonra kafasına atarım. Kafamda nasıl sarhoş edici bir etkisinin olduğunu zamanla görecektik.
Zamanın verdiği temenniyle, "Tamam. Oldu. Ve sus artık. Kafamı karıştırmana izin vermeyeceğim," dedim ve aracın durmasıyla, yine ona hayran olan, benimkiler hayran değil beni gerçekten sevenler olduğu için askerlerim olacaktı, hayranlar ve askerler her zamanki arabanın etrafına doluştu ve ben içinden bir hışımla kaçtım.
Taehyung'u beklemek gibi bir gafım yoktu.
Ama ben okul girişinin diğer tarafındaki kapıdan indiğimden, benden sonra inse de aynı anda inmişiz gibi oldu ve "Jungkook," diyerek seslendiğinde, herkesin bize merakla bakması o anda ona arabanın içindeki gibi davranmam gerektiğini hatırlamamda yardımcı oldu.
"Efendim," diyerek arkamı döndüm ki, Medusa bileğimden tutarak beni kendine çekti. Ben daha bu ani çekişiyle hızlanan soluğumu dudaklarımdan tekerrür edememiştim ki o usulca değil, sanki bunu her gün, her dakika yapıyormuşuz gibi kafasını eğerek dudaklarımın üzerine ıslak bir öpücük bırakıp kendisini geriye çekti hızlıca. Ya onu yumruklamamdan korktu veya... o da bunu bir anda yapmak istemişti.
Ama kimse o anda onun gibi bir piç gülüşe sahip olamazdı.
"İyi dersler bebeğim," diyerek göz kırpıp sırıttı ve çantasını omuzuna atarak gururla merdivenlerden çıkarken, kim olduğu yerde mala dönüşerek kala kaldı.
"Sen bir şeytansın Medusa," diye söylendiğimde, halen ayaklarım olduğu yerde bir mıh gibi yapışıp kalmıştı. Omurgasız herif, benden omurgamı da alıp gitmişti. Ve askerlerimin çığlıkları, onun hayranlarının hayal kırıklığı yaşayan iç çekişleri varken kendimi toparlamak sandığım kadar kolay olmamıştı.
Beni o aşağılık ucuz pornonun içinden çeken ise arkadaşlarımdı. Saniyesini kaçırmadan olaylara şahit olan, mahşerin üçlüsü olan arkadaşlarım. Peh!
Bir koalisyonun içine düşmüştüm. Ama iki canlı insana karşılık iki ölü kişi vardı burada. Ben ve Sehun halen şok içinde durmuş boşluğu izliyor, sağ olsun geriye kalan kara kuru gürültüyü bizim yerimize Hoseok ve Yoongi üstleniyordu. Birazdan ortama seri dalış yapacak olan Seokjin'den bahsetmiyordum bile.
Bu grubun dedikoducu sayısı an itibariyle katlanmıştı.
Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, Yoongi benim omuzlarımdan sarsıyordu. Ama bilmiyordu ki ben içimden kavgalar ediyor, bu herif her beni öptüğünde benim beyin neden error veriyor diye olmayan beynime hesap soruyordum.
Salak mısın Cemile? Alt tarafı senin yüzden fazla insanın içinde şak diye, bir zorunluluğu yokken, kiraz dudaklarını canı çekti diye öptü. Göz hakkıdır diyerekten. Abartmasan ve şu sikimsonik paralel evrene geri mi dönsen acaba? Biraz daha öküz yutmuş gibi duracak olursan bunlar senden bir tepki almak adına omzunu çıkaracak da?
Evet beklediğim dünya inişine geçerken, Yoongi halen benim bir yaşayan olduğumu unutarak sarsmaya devam ediyor ve taramalı tüfek gibi tepkisel bir boyut taşıyordu.
"Oha, oha ve oha. Eniştem nasılda şak diye yapıştı senin dudaklarına. Nerden baksan Kral haraket... zamanında çok sövesim vardı o şıllık yüzünden seni üzdü diye. Ama doğru yolu bulmuş kulu şimdi yolundan döndürürsek ayıp olur. Günah olur. Ben en büyük ateistim. Dine karşı gelmem yani."
İnanın verdiği tepkilere gram etkileşim vermiyordum. İki kere göz kırpınca benden umudunu keserek, bir diğer şoke olan Sehun'a yöneldi. Pisicik olayı çözmüş gibi Sehun'a nispet yapıyordu.
"Sende gördün değil mi Sehun? Nasıl da kocasını öptüğünü? Arkadaşının evliliğinin yolunda gitmesi bir anda seni şoka uğratmış olmalı," dediğinde, Hoseok yüzünü dikmiş Sehun'a acıyarak bakıyordu.
"Buga girdi zavallı." Diye vah vah ederken, Yoongi, "Hangisi? Jungkook mu yoksa Sehun mu?" diyor ve tekrardan üzerime abanıyordu ki, artık onun pekte yumuşak olmayan tepkilerine kayıtsız kalamayarak kendimi bir adım geriye çektim.
Ups! Yanlış bir manevra oldu. Salak üzerime doğru çullanınca, kafası göğsüme doğru göçtü. Ama yapıştığı yeri çok sevecek ki, burnunu sürte sürte koklamaya başladı beni.
Bana hallendi korkusuyla onu üzerimden çekerken, "Ben şoka girdim ama sende kızgınlığa girdin galiba amınakodumu, çek patilerimi üzerimden artık," diyerek kafasından tutup kendimden uzaklaştırdım onu.
Ama o halen kuduz gibi kokumu içine çekiyor, "Bu üzerindeki değişik kokuda ne böyle?" diyerek yüzü şekilden şekle girerken, hemen koltuk altımı kokladım. Mis gibi kokuyordum lan ben. Tamam dün banyo edememiştim de hemen ter kokan biri de değildim ki ben.
Acaba kokuma alıştımda çürümüş balık kokumu mu alamıyordum lan ben? Aman Tanrım. Çığlık.
"Ne kokusu? Çıldırtma beni. Bebek pudrası gibi kokuyor tenim. Götünden bir şeyler uydurma. Kendi kokunla karıştırmışsındır."
Ben burada pis pis koktuğumu sanırken, Hoseok'da beni koklamak için yaklaştı ve nereden hortladığı belli olmayan Seokjin'in de arkamdan kokluyordu beni. Tövbe haşa. Uzun zamandır salım işleri yapmayı da bırakmıştım. Altıma sıçtım da haberim mi yoktu?
Seokjin, "Ben dünki zaferini kutlayan bir omega kokusu alıyorum minnoşlar, siz?" diyor, anlamayarak ikiz orospu kılıklı arkadaşlarımın yüzüne bön bön bakıyordum. Malum Sehun kaşları çatılmış, servis dışı gözüküyordu.
Sonra, Yoongi, Hoseok ve Seokjin arasında bir bakışma yaşandı. Anlayamadığım bir dil geliştirmişlerdi aralarında. Çok kıskandım ama bunu daha sonra tartışacaktım.
Çünkü embesiller beni sınıfı içinde maymuncuk oynuyormuşuz gibi bir sirk döndürüyorlardı, beni döndürerek Sehun'a yaklaştırırlarken akıllarınca bir testten geçiriyorlardı.
Sehun suratı kıpkırmızı kesildi ve eliyle ağzını burnun kapattı. Yaw ne oluyoruz? Benden hoşlanan çocuk bile tiksindi.
Meğerse olay bambaşkaydı.
Hazır mısınız geliyor bomba.
"Bana hoş geliyor da Sehun bir morardı baksanıza. Tam da düşündüğümüz gibi," dedi Yoongi keyifle. Hoseok ile tokalaştı daha sonra.
Seokjin ise, "Taehyung kokusunu bırakmış üzerinde, kim bilir nasıl bıraktı?" dedi bel altıya dem vuran bir imayla.
Hoseok kafasını kaşıyarak, "Daha önce bunu hiç yapmamıştı, demek ki aranızda bir şeyler oldu sizin. Baksana sabah öpücükleri, akşamdan sikiş feromları. Teyzoş mu olacağım ben ay!" diye ciyaklıyor ama Yoongi çok başka bir alemde tehdit sallıyordu.
Sehun'un benden uzaklaşan omzuna elini bırakıyor, "Bilirsin Jungkook benim burnum iyi koku alır. Demek ki birinin senin yanında dolaştığını hissetmiş ki uyarmak istemiş o kişiyi. Senin sahipli olduğunu anlamak istemeyen birine bunu anlaması için buram buram feromlarını salgılamış üzerine," dedi gıcık tutmuş bir sesle. "Kim acaba o kişi?"
Sonra durdu ve artık kokudan değil, sinirden gözleri kızarmış olan Sehun'u hedef aldılar. Oysa o da benim gözlerimin içine acı çeker gibi bakıyordu.
"Ah bir tahminim var." Dediğinde Yoongi, Sehun'un yüzüne baktığından direkt ortam birden gergin bir patlama alanına dönüştü.
"Siz üçünüz çok kabasınız. Bu yaftalamarınız yüzünden sizi affetmeyeceğim," diyerek sınıftan çıkarken, vicdan azabı çekiyordum.
Onu duyguları için suçlayamazdım. Bu yüzden bu muameleyi hak ettiğini düşünmüyordum. Diğerlerine kızarak baktım. "O da sizin arkadaşınız, ona böyle davranmanız çok ayıptı," diyerek arkamı döndüm ve Sehun'un peşinden gitmek için çıktım sınıftan.
Ama çıkamadım.
Taehyung'un bedenine bodoslama bir hızla dalarken, belimden kavrayarak beni kendisine yapıştırarak tutmaya devam ederken yüzü çok ciddiydi.
"Kim için ve ne için koşuyorsun böyle?" Diyordu sert bir üslupla. Gözlerinin karardığına an be an şahit olurken, dilini yanağına vurduruyordu. Tıpkı bir serseri gibi. "Düşündüğüm gibiyse, bu onun için hiç iyi olmaz Jungkook."
Kıskanç Medusa ilk zamanlar iyi hoştu da, bir zaman sonra bağımlılık yapıyordu arkadaşlar. Yani bilerek kudurtası geliyordu insanın. İntikamı manifesto etmek gibi düşünün. Sonuçlarını da tahmin etmeyin. Zararlı çıkıyoruz bir yerde her türlü. Siz okurken, ben de onunla bir şeycikler yaşarken.
...
Kurgunun akışından memnun musunuz aşklarım?
Yakında Tae'nin ağzından bir bölüm atacağım. Atalım mı?
Ben Nicotesy, iyi geceler 🌙
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.23k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |