SELAMMM BEN GELDİM, özlendik mi?
Çok garip bir bölümdü. Love bıraktım sonunda ama kaos alt yazısını bırakarak :)
iyi okumalar.
Sehun sabah okula normal saatinde gelmişti. Her zaman ders zilinden yirmi dakika önce gelmeye özen gösterir ve Jungkook ile vakit geçirmek için bu zamanı iyi değerlendirirdi. Özellikle Taehyung'un okulda olmaması onun da işine geliyordu. Daha rahat ve rakipsiz hissediyordu.
Ve Jungkook'a bu sabah sıcak çikolatalı poğaçalardan almıştı. Ona sıcak sıcak vermek istiyordu. Ancak okulunun daha birinci basamağında kapıda gördüğü kişi ona kaş göz yapmaya başlayınca tedirgin olamadan edemedi. Gözleri etrafı taradı. Son zamanlar da Yoongi dibinden ayrılmıyor ve o sinsi gözlerini suçlayıcı bir şekilde dikerek bakıyordu.
Şu anda onu yanına çağıran kişinin arkasından yavaşça ilerlerken dikkat çekmemek için uğraşıyordu. Jimin'in de aynı hassasiyetle yürüdüğü aşikardı. Tenha olan koridorlardan geçerek fen sınıfına girdiğinde ellerini göğsüne dolayarak içeriye Sehun'un girmesini ve kapatmasını bekledi.
Sehun kapıyı kapattığı gibi önüne dönerek Jimin'e ters bir bakış yolladı. "Senin sorunun ne? Neden beni çağırıyorsun? Biri bunu görürse yanlış anlayabilir." Dediğinde, Jimin sinirle güldü. Jungkook'un nesi bu kadar özeldi onun için, ona baktığında güzel hiçbir şey bulamıyordu çünkü.
"Jungkook mu mesela?" diyordu, ismini dilinde gevelerken. "Arkasından iş çevirdiğini anlarsa bu onu üzer ve seninle konuşmayı keser. Bu da senin zayıf kalbinin acımasına sebep olur değil mi? Yok sayılan bir prens için fazla duygusalsın. Annen bu konuda daha iyi."
Sehun ona bir tepki vererek koz vermek istemediğinde, "Beni neden çağırdığına dair bir cevap duyamadım halen senden?" diyerek onunla olan konuşma süresini olabildiğince azaltmak istiyordu.
Jimin avucunda sakladığı küçük ilaç şişesini Sehun'a uzatarak, "Bunu Jungkook'a içirmeni istiyorum yarışma günü. Fenalaşacak ve yarışmaya katılamayacak. Sende tıpkı havuz günü düştüğü gibi onu kurtarır ve kahramanı olursun." Dediğinde, Sehun onun bu uç isteklerine şaşkınlıkla bakıyordu.
"Bunu yapmayacağım," diyordu. "Bu bir insanın hayatını tehlikeye sokmak demek. Sen benden ne istediğinin farkında mısın?"
"Aptal olma, onu tehlikeye sokmayacak. Kan basıncının düşmesini sağlayarak bayılmasını sağlayacak. Bu birden olmayacağı için kimse senden şüphelenmez. Merak etme o gün orada Taehyung olmayacak. Yurtdışındaki ziyareti annenin dediği gibi uzun sürecek. Yarışmaya yetişemez anlayacağın."
Jimin'in gözlerindeki kararlığa bakarken Sehun bunda kendisinde de olmasını isterdi. Ama bunu yapabileceğini sanmıyordu. Kısa süreli sessizliği, Jimin'in müdahalesiyle sonlandı. "Kendine gel. Ne istiyorsun, Jungkook ondan hoşlanmaya başladı bile. Saraydaki durumlardan sen benden daha çok bilgilisin. Yakında ikisini gerdeğe sokarak mühürlenmelerini isteyecekler. Ona kavuşacağım derken çocuklarını sevmeye başlarsın artık. Unutma. Jungkook senin kaderindi. O sana verilmiş bir sözdü. Her şeyi Taehyung'a kaptırmak istediğinden emin misin?"
Sehun, Jungkook'a aşıktı. Bu saplantılı aşkın korkusundan ne yapacağını bilemezken ders zilinin çalmasına az kalmıştı. Jimin onun almaya gönüllü olmadığı şeyi onun gömleğinin cebine soktu ve gülerek sınıftan çıktı. "Sonra bana bunun için teşekkür edersin," dediğinde, Sehun daha şimdiden çok huzursuzdu.
Ancak bu yaşadığı huzursuzluk hissi çalmaya başlayan telefondan gelen haber kadar kötü değildi. Çünkü bu haberin altında annesinin çıkacağını çok iyi biliyordu.
...
Okulun koridorlarında bomboş duvara yaslanmış ve gelen geçeni izliyordum. Beni hiçbir şeyin heyecanlandırmaması normal miydi? Kalbimde hissediyor olduğum bu manasız acı normal olabilir miydi? Neden, onu bir haftadır göremiyorum diye mi bu kadar moralim bozuktu benim. Kraliçe'nin bana yolladığı tek sert bakışla odama kaçtığımda, beni yanına artık çağırıp dersler konusunda vaazlar vermediğinden mutluydum. Hatta ve hatta onun gittiğini öğrendiğim ertesi sabah bile mutluydum. Utancımı göremeyecek diye.
Fakat bir hafta olmuştu işte.
Odasına gittiğimde onun orada olmayışı ve yerine benim orada bıraktığım eziyet dolu hatıraları anarak mutlu olduğumu anlamam, tüm bunların ne kadar yakıcı olduğunu hissedebilir miydiniz acaba? Sanmıyorum. Bu tuhaflığımı yemeden ve içmeden kesildiğimde anladım. Çok değişik, gözlerimi kapattığımda bir şekilde onu görmeye başlamam. Hızlanan kalbime elimi yaslayarak, onu orada hissediyor olmak? Bana ne oluyordu böyle?
Bu halimi kimseciklere anlatamıyordum.
Her şey bir anda evliliğimden önceki hayatıma dönmüş gibiydi. Annem saraya gelebilmişti sonunda. Onunla beş çayı içmek ben kısa süreliğine tatmin etse de onun ardından gelen yoklukla yine hüzünlü halime geri dönmüştüm.
Ve bugün ruhumu daha sıkan bir şey vardı. Korku gibi. Belki omegam benimle konuşmadığından demek istiyordum, ama onu hissederken ondan yayılan korkuyu alır gibiydim.
Ayaklarım ders zilinin çalmasıyla sürüne sürüne ilerleyerek sınıfa doğru gidiyordu. Hoseok gür sesiyle kantinden aldığı pirinç keklerini ağzına alarak konuşuyordu. "Saçlarım hiç dikkatini çekmedi mi Yoongi?" diyerek önümden geçerken onları izliyordum.
"Sen söyleyene kadar hayır," dedikten sonra gözlerini kısarak Hoseok'un saçlarına baktı Yoongi. "Taradın mı?" diye sorduğunda içimden yok artık diyordum. Nasıl siyah saçlarını sarı yaptığını anlamıyordu.
"Saçlarımı her gün tarıyorum, turşu surat!"
Ona bağırınca elindeki dosyayı masaya bıraktı ve bezginlik içinde başını salladı. "Anladık, sarıya boyamışsın da benden ne istiyorsun? Güzel olduğunu falan mı duymak istiyorsun?" dediğinde aldığı cevap yüzünden yemin ederim ki nutkum tutulmuştu. "Acaba kardeş olabilir miyiz?" dedi. Bugüne kadar hiçbir Allah'ın kulu ona laf yetiştiremezken bu adam her lafı ağzına tıkıyordu. Bu konuda gerçekten bitiş çizgisine onunla aynı anda varırdı.
Gözlerimi devirerek sırama geçtim ve onları önlerime alırken, Sehun'un neden halen gelmediğini sorguluyordum. "Sehun'u gördünüz mü?" diye sorarak Yoongi'nin omzundan dürtükledim. "Ne oldu?" derken bile biraz agresifliğim üzerimdeydi. "Zıkkımın peki oldu Yoongi. Az yavaş ye de beni duy. Sehun nerede?"
"Ne bileyim ben o soysuzu. Sabah taksiyle geldiğini gördüm. Kimle ne karıştırıyor bilemem." Dediğinde sürekli olarak kötülemesinden rahatsızlık duyuyordum. O bu zamana kadar bana hep kibar ve iyimser yaklaştı. Taehyung'un kaba davranışları için sırf kuzeni olduğundan onun adına özürler diledi. Sırf prens olduğundan biraz gizemli ve ailesi hakkında pek açık vermediğinden Yoongi ona sinirleniyor ve komplocu bir orospu çocuğu olduğunu söyleyerek yaftalıyordu.
Kayınbiraderimi ezdirmezdim kimseciklere. Zaten sikimsonik bir ruh hali içindeyim. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu.
"O iyi biri. Ona çirkin imalar yapıp durma." Diye uyardığımda, sırf gıcıklık olsun diye bana, "Peki prens hazretleri," diyerek tepki koydu. Vay be, kim prens diye itham edilmekten rahatsız olurdu ki. Ben. Beleşçiliğe karşı olup tüm beleşçilikten yararlanan ben.
Ona biraz gücüm olsa laf dalaşına girerdim de sınıfa giren yaşlı hocamıza dua etsin. Tombilik karnını okşaya okşaya girerken, tam şu anda küçük bir osuruk bıraktığından emindim. Yüzündeki muntazam tebessüm ve bir oh çekiş, gözlüklerini çekiştirişi, Bay Jongsu'da en sevdiğim iri memelerin oynayışı, sadece keyiften olabilirdi.
Sınıf romantik bir şekilde, "Günaydın hocam," dediğinde, asla işlemediği ders için getirdiği ders notlarını masasına bıraktı. İnanmıyordu koca götünü sandalyesine bıraksın ve oradaki izlerini genişletsin. "Sizi gördüm içim karardı." Diyerek yüzünü buruşturdu. Sonra benimle göz göze geldiğinde, ince etli dudakları büzüldü. "Sen hariç Jungkook evladım."
Sınıftakilerin o sırada bana nefretle bakması, bilin kimin sikinde değildi. Benim. "Eyvallah hocam." Dedim ve tüm sınıfa ebelek bir gülüşle baktım. Bu egomun diğer yarısı ve tasmasıydı. Herkes tarafından gamsız olarak tanımlanırdım. Lakabımın hakkını böylelikle çok iyi verebiliyordum.
Zaten ders işlemeye hiç hevesi olmayan hocamız, "Canlarım bugün pek iyi değilim ve ders işleyesim yok. Siz kendi halinizde takılın. Ama beni şikâyet edersiniz haftaya işlemediğimiz derslerden sınav yaparım ona göre," diyerek, her hafta tekrarlanan felsefe dersini kaynatmamıza izin veriyordu.
Herkes bundan çok memnundu. Bu yüzden sessiz ve zafer işaretlerini sıranın altından yapacak kadar merttiler.
"Bende öyle düşünmüştüm." Diyerek, orta sırada en önde oturan ve sürekli test çözen hanım alfamıza, "Sınıf başkanı yoklama al," dedi ve telefonunu açtı. Candy Crush oynama vaktiydi onun için.
Ancak ben halen sınıfın kapısına bakıyordum. Bu çocuk hiç gelmemezlik yapmazdı. Günde yirmi kez bana ne yapıyorsun diye mesaj atan çocuktu. Ses seda olmaması içime kurt düşürdü. Başına bir şey gelmesinden endişe duymaya başlarken, kapının önündeki öğrencilerin yoklaması bitmişti.
Hoseok ve Yoongi karıştırdıkları magazin dergilerindeki idolleri yermeye başlamışken, sıramın üzerinden eğilerek ikisinin tokuşturdukları kafalarının arasına sızdım.
"Sehun okulda olduğunu söyledin ama gelmedi bu çocuk." Diyerek Yoongi'nin beni teyit etmesini istercesine bakıyordum. Ama o hiç oralı değildi. "Arayacağım. Başına bir şey gelmiş olmalı." Diyerek evhamlanarak tekrardan sıraya kıçımı oturtturdum. Tabi bunu dememle benimle ilgilenmeyen Yoongi arkasına döndü. "Abartma. Belki birileri ile fingirderken ders olduğunu unutmuştur."
Olması muhtemel bir olaydı aslında. Nedense Sehun'u bir başkasıyla hayal edemiyordum bile.
Zaten buna gerek kalmadan sınıf kapısı çalınmadan bodoslama açıldığında, hocamız, "Oha," diyerek çıkıştı. Ama ben bana doğru nefes nefese gelen Sehun yüzünden panik içindeydim.
"Jungkook." Diyerek gözlerimin içine bakarken, hoca arkadan bize bağırıyordu. "Sehun bu ne terbiyesizlik." Sehun hemen kısaca hocadan özür dileyerek başını eğdi. Ama bir yandan da benim sırt çantamı eline alıp, kolumu tutuyordu. "Çok üzgünüm hocam ama çok acil bir durum var. Velilerimiz sizi daha sonra bilgilendirir."
"Ne oluyor?" diye sorarken beni aceleyle sınıftan çıkarırken, sınıftakilerin hepsi ağzı açık arkamızdan bakıyor ve ben uçarak gidiyorken ayaklarım sorduğum sorunun duyamadığı cevabından ötürü yavaşlıyordu. "Jungkook acele et."
Elimden geleni yaparak ona eşlik etmeye çalışıyordum. Ülkede iç savaş mı çıktı? Ne oluyordu lan?
"Ne olduğunu söyleyecek misin? Ne yapıyoruz? Neden kaçar gibi koşuyoruz okulun içinde?" diyor ve tam okulun kapısındayken durdu ve nasıl konuşacağını bilmez gibi yüzüme baktı. "Saraya gitmemiz gerekiyor." Dedi, içimdeki huzursuzluk on kat büyüdü.
Kapıdan dışarıya baktı ve benim de oraya bakmama sebep oldu. "Bak seni almaya geldiler bile." Dediğinde öndeki kişiler benim sürekli gördüğüm korumalarımdı ama arkasından gelen on kişiye çok yabancıydım.
Bu kadar korumada neydi böyle? Cidden de iç savaş mı çıkmıştı? "Ama neden?" diyerek bana gelen korumalara bakmaya devam ediyordum. "Taehyung," dediğinde, biliyordum. Kalbimi bin yerinden kör bıçakla ezecek o haberi alacağımı. "Taehyung, Tayland'da bir silahlı saldırıya uğramış. Saldırganlardan kaçmış, kendi korumalarıyla bağlantısı da kopmuş ve ondan haber alınamıyormuş şu anda."
Ondan sonrası hayatımda yaşıyor olduğum en karmaşık, en kaotik ve en sancılı bir bekleme süreciydi. Bir anda onun yokluğunu iliklerime kadar hissederek çaresiz hissettim. Ruhum hunharca ezilirken, sarayın duvarların altında gün doğumuna kadar Kraliçe ile onu bekledik.
Ve o zaman zarfında Kraliçe'nin ağzından duyduğum cümleler canımı daha çok yaktı. Bu olayla onunla yakınlaştığıma da inanmak istemeyeceksiniz belki ama ben Taehyung'a bir tık daha sempatik kalmış olabilirdim. Çünkü yaşanan her olay sonrasında beni annesine karşı savunuyormuş. Ve bana karşı nazik olması için uyarıyormuş. Bunu Medusa'dan beklemezdim.
Bu onun için endişelenirken daha çok üzülmeme sebep oluyordu.
Belki ben o gece odasına gitmeseydim ve birbirimizi bu denli kışkırtıyor olmasaydık, belki onu buradan uzaklaştırmak istemeyeceklerdi. O da bu haince organize edilmiş saldırıya maruz kalmayacaktı. Ya öldüyse ya kaçarken ona saldıran kişilerden birine rast geldiyse ve tutsak edildiyse. Bunları düşünce sarmalımda kafamı yastığa koyup doğru düzgün uyuyamamıştım.
Yalnız kaldığımda içli içli ağladığım ve bu birkaç gün içinde her anlamda çöktüm. Sehun sık sık beni ziyarete gelerek teselli etmeye çalıştı. Ve en son Kraliçe yanıma gelerek onun güvende olduğunu, ortalık sakinleşince Kore'ye geri döneceğini söylediğinde derin bir iç çektim. Ama onu kendi gözlerimle görmedikçe rahatlamayacaktı içim.
Lütfen onu neden bu kadar önemsediğimi sorgulamayın. Kendime itiraf edemeyecek kadar gururluydum ama ne hissettiğimi anlayacak kadar gurursuzdum.
Arkadaşlarım bugün yarışmanın günü olduğundan beni sürekli arayarak gelmemi istiyorlardı. Ama ben daha Taehyung gelmeden okula geri dönmek falan istemiyordum. Fakat Kraliçe'den sürekli Taehyung hakkında bir haber alma çabasına girmemden dolayı en son bana kızmış, o iyi merak etme, diye tersleyince kendime gelmek için tokatladım yanaklarımı.
İnsanlar benim nasılda sadık bir eş odluğuma dair söylentiler yayarken sarayın içinde, bende en son Sehun'un ısrarıyla okula gittim bu sabah. Tüm Kore medyasında Veliaht Prensin saldırıya uğradığının başlığını atmıştı. Ve benim halen okula dönmeyişimden dolayı öldüğüne dair söylenti yayılıyordu, bunun önünü kesmem için Ana Kraliçe'den de uyarı alınca, bok gibi bir ruh haliyle okula döndüm.
Kaç hafta boyunca kafa patlatıp emek verdiğimiz şey için düzenlenen yarış için hiç heyecan duyamıyordum. Halbuki bu yarışmayı kazanıp Medusa'nın gözüne sokacak ve böbürlenecektim. Ama şu an etrafta olmadığı hiç eğlencesi yoktu.
Alt tarafı saraya girdiğimden beri altı kilo daha kaybetmiştim.
Hoseok buna dikkat etmeseydi anlamayacaktım bile. Kulisin arkasında, Seokjin'e olan yavşaklığını bırakarak benimle bile ilgilenmeye başladıysa, sahiden de durumlar benim için çok kötü olmalıydı. Neyse ki Sehun bana sevdiğim poğaçalardan alıp elime vermişti. Kuru kuru gitmez diye vişneli meyve suyunu uzatırken çoktan açmıştı ve elime öyle vermişti.
"Bu kadar nazik olmana gerek yok. Ellerim var benim. Kendi meyve suyumu kendim açabilirim."
Gergin bir şekilde gülümserken, acaba üzerine çok mu gittim diye düşündüm. Çünkü lokmalarımı sayar gibi yüzüme bakıyordu. Bakışlarından rahatsız olarak arkamı döndüm ve 'Medusa'nın kırmızı tonu' adlı projemizin sahneye çağrılması için bekliyorduk.
Ancak benim her daim gözümün olduğu telefonumdan, Sangsu'dan haber gelince benim için her şey bir anda anlamını yitirdi. Sangsu bana Taehyung'un Kore'ye geldiğini ve yarım saat sonra sarayda olacağının haberini verdikten sonra nasıl da ortamı koşar adım terk ettiğimi bilmiyordum.
Sehun beni durdurmaya çalıştığında ona kızarak bensiz idare edeceklerini, hazırladığımız hikâyeyi benim yerime okuyabileceğini söyleyerek her daim beni okulun dış kapısında bekleyen korumalarıma koştum ve beni saraya götürmelerini söyledim.
Onu göreceğimin heyecanından mı bilmiyorum ama ellerimin uyuşmaya başladığını hissediyordum. Kendimi daha da halsiz hissederken kendime gelebilmek adına derin nefesler alıyor ve yolun kaç dakika sonra biteceğini hesap etmeye çalışıyordum. İlk defa yol bitemeyecekmiş gibi gelmişti. Bu yirmi dakika bana iki saat gibi gelip geçtiğinde, araçtan atladığım gibi kaldığımız binaya doğru gidiyordum.
Onu direkt olarak karşımda görmeyi umuyordum ama o muhtemelen gelmiş olsa bile annesiyle görüşüyordur diye holde bekliyor, yerimde sayarken vücudum titremeye başladı. Bana ne oluyordu böyle? Elimi duvara yaslayarak güç almaya çalışırken gözlerimin önü bulanıyordu. Fazla heyecanlanmış olmalıydım diye düşünüyordum.
Ama bu kadarının fazla bir heyecanla olduğunu sanmıyorken, Medusa'nın sekreterinin sesini duydum ilk önce. Geliyor diye düşünüyordum. Bedenimi dik tutmaya çalışırken, onu buğulu görmek bile beni gözyaşlarına boğmak üzereydi. Çünkü onu tüm benliğimle hissediyordum.
Kurdum bana; "Onu çok özledim Jungkook," diyerek ağlarken, onun o cılız sesini uzun süre duymanın şoku ve onun yorgunca bana doğru gelen uyuşuk adımlarına dayanamayarak son dalgalı adımlarımla ilerledim ve onun ne düşüneceğini umursamadan boynuna sarıldım. "Medusa, sonunda geldin," dediğimde, onun bana sarıldığını hissettim.
"Sana geldim," dedi. "Sen en doğru olandın benim için."
Bu sözleri kulağımı okşarken, bedenim onun kokusundan mı artık gözlerimin önünü göremeyerek yığılmamla mı alakaydı bilmiyordum? Sadece kollarına bayılmıştım ve o da beni kucağına alarak endişeyle beni sarıp sarmalamıştı. Çünkü hissetmiştim. Onu da kurdunu da yüreğimde hissetmiştim.
Oysa Taehyung bir gün gelecekti ve ben bizi ayırdığın bu yol ayrılımından, sana nefretle değil kalbimin tüm enkazıyla bakarak ayrılacaktım senden. Çünkü sen, seni günlerdir bekleyen bu kalbimi hiç bu denli kırmamıştın. Bana gelirken, beni kendinden götürmüştün. Bu yüzden beni suçlama, tüm olanların suçlusu sendin. Kaybolduğun günler arasında eski sevgilinle olan geçirdiğin zamanlardı. Beni bir anlık unutmak isteyen kibirli kalbindi.
....
Tam love olmaya başlayacaklar ama ilerde önlerine çıkacak engelleri saymıyorum bile :D
Ben Nicotesy, iyi geceler.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.24k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |