Selam...
Lafı uzatmıyorum, iyi okumalar. :)
"Benden uzaklaşmaya nasıl cüret edersin." Diyen alfa beni öldürmek istiyordu.
Alfanın ketum ve sert duran gözleri karşısında, geriye doğru adımlar atıyordum. Titrek dizlerimin onun boyunduruğunun altına girmek istemesi ve benim kendisinden kaçacak bir alan isteyişim, içimde sızlanan ve korkuyla saklanan omegama karşın kendimi onun önünde tamamen savunmasız hissettim.
Kıskıvrak kaçtıkça onun koyu kırmızı gözlerinde yoğun bir öfke hissediyordum. Ve kurdunun neden bu kadar kontrolsüzce açığa çıktığını anlamayarak, "Uzaklaş benden Alfa, ben senin düşmanın değilim," dedim korkumun bana verdiği can havliyle. Daha önce hiçbir alfanın karşımda kendisini bu denli açık ve şiddetli bir öfkeyle belli ettiğini görmediğimden dolayı daha fazla korkmuştum.
Bu yüzden de nasıl davranılacağını bilmediğim gibi, ağzından çıkanlarının ne kadar doğru olduğu da şaibeliydi benim için.
"Sen benimsin," dedi, bir saniye canım da ne hakla senin oldum ben şimdi?
Beni sahiplenmeyen senken bu tavılar da neyin nesi? Üstelik aramızda bir mühür söz konusu bile yokken bu niye beni malıymışım gibi sahiplenmeye kalkmıştı bu alfa? Bunu bana açıklayacak tek bir kişi vardı, son zamanlarda simlerini üzerinden silkeleyen kederli omegam.
Orospu bak bir hele, saklanma orada. Ne boklar yedin de bu alfa Medusa'nın içinden çıktı böyle?
Bilmiyorum Jungkook. Gerçekten beni kırmasına rağmen neden böyle yaptığını bilmiyorum. Uzaklaş ondan. O beni sadece incitiyor. Konuşmak istemiyorum onunla. Beni çok ağlattı.
Benim omegamı bile bu denli inciten denyo Alfa'ya şimdi ben çok korksam da karşılık vermez miydim? Tabi ki verirdim. Madem ben ona aitim, öyle bir şey daha benim için söz konusu bile olamazdı- milletin şapır şapır yiyor olduğu kalbinin kırıntısına kalmamıştım ben- ilk önce bedeninde yer aldığı şerefsiz prens hazretlerine idrak ettirsin bu durumu. Çok sinirlendim. Şaka yapmıyorum. Benim içimdeki fücur omega bile ondan uzaklaşmak istiyorsa bu denli, kesin bu şeytan yine ben hiç farkında değilken bir şeyler yapmış olmalıydı. Sadece beni değil, içimdeki masum bebeğimi de üzmüştü bir şekilde.
Her uyuduğumda yanıma gelerek omegamla konuşan ve kendisine bağlayan, bunu Medusa'nın hatırlamasına bile izin vermeyen ve benim zaten rüyalarımda atlı prens koşturadurduğumdan kafamın güzel oluşu, bazı şeylerin çoktan olup bitmiş olmasıyla artık elimden bir şeyin gelmeyeceğini ben nerden bilebilirdim ki? Birbirlerini çoktan keşfettiklerini ama bizim birer inatçı keçi olduğumuzdan bize belli etmeyişini söyleyin ben nereden bilebilirdim ki? Üstelik etrafımda dönen bu kadar dolaplar varken!
Bakın bende arada dengeler ters işliyor olabilirdi ama iş benim gururuma kadar budanıyorsa kimse kusura bakmasın, ben yapacağımdan geri kalamazdım. En az sahibi kadar ego sıçan alfaya, "Hadi be, ne zaman senin oldum ben? Hiç hatırlamıyorum Alfacık," derken, yüzümde kasıntı bir gülüş vardı. Fakat ben sahtekarca gülümserken bile güzeldim. Bu detayı atlamayalım.
Sizce o kadar güzel gülümsemiş olmasaydım, bu kodumun alfası bana ecel terleri döktürecek kadar hızlı adımlarla bana doğru gelmeye başlarken, "Seni mühürleyeceğim," der miydi? Derdi ve bende onunla sınıfın içinde bir koşuşturma başlatarak, "Rüyanda mühürlersin beni," diye baş kaldırır ve bunu vasfına yediremeyen alfanın kollarının arasında kendimi bulur muydum? Evet bulurdum, buldum da.
O kırmızı gözleriyle benim gözlerimin içine baktı uzunca. O kaşlarının çatıklığından tam anlının ortasına bakıyor, onun dudaklarını aralayarak boynuma doğru uzanmasıyla çığlık atarak güçsüz yumruklarımı göğsüne saplamaya çalışıyordum. "İstemiyorum." Dedim, çünkü ben bu şekilde onunla mühürlenmek istemiyordum. Onun alfası ona izin vermediği sürece hatırlamayacağı şeyi, kendine geldiğinde gördüğünde pişmanlık duyacak ve benim minnak kalbim bu boku kaldıracak güçte değildi. Bir kez daha suçlanmak, birinin kaderine zorla yazılmış alın yazısı olmak istemiyordum.
Ama onun şarlatan Alfası, "İstiyorsun. Seni mühürlemedim diye başka alfalarla takılabilmek için benden kaçıyorsun, sana dokunmalarına izin veriyorsun. Bunun beni ne kadar öfkelendirdiğini biliyorsun," dediğinde, en az sahibi kadar yalan dolan alfaya ters ters baktım. Biz bu mahlukatla anlaşamıyorduk. "O işler tam olarak öyle olmadı Alfa kişisi. Rica etsem beni Taehyung'a bir bağlar mısınız? Biraz medeniyete ihtiyacım var."
Sanki küfrettim. Gözlerinin an be an kırmızının en koyu halkalarına seyir aldı ve lanet kokusu artık huzur vermiyordu. Ruhumu sıkıyordu.
"Benim omegam nerede?" Diye kükrediğinde, Taehyung'un ağzında bir tane bile dolgusunun olmadığını görmüş oldum.
Konu dışı olacak ama illa belli etmek isterim. Zengin olup hem yakışıklı hem de güzel olanların canı cehenneme.
"Yandı, bitti ve kül oldu." Dedim dişlerimi sıkarak. Ben içimdeki nazik omegayı bu ayıya nasıl teslim ederdim. Çiğ çiğ yerdi benimkini. Bu alfa çok acımasız ve sertti. Varsa başka yönü, göremiyordum. Bakınız, alfasından da nefret etmeye başladım. Beni duymuyordu anlaşılan. Bu yüzden tane tane dedim ki, "Onu senden sakladım. Mühürleyemeyeceksin bizi. Çünkü bunu sen istiyorsun Alfa, Taehyung değil," dediğimde, sesi çatallaştı. Ödüm bokuma karıştı. İçinde bir güç mücadelesi veriyordu ve burada kazara dünyaya merhaba dediği deliğe girmek üzere olan bendim.
"Hayır, ikimizde istiyoruz bunu." Dedi ve birdenbire ısınacağım o sözleri ekledi. "O sadece biraz salak."
"Yine de" dedim ve boşluğuma gelen ayak üstü Medusa'yı kötüleme olayımızdan sonra bir hamleyle boynuma tekrar sokulunca, "Çek o dişlerini üzerimden," diyerek dişlerimi kolunu ısırmak için kullanmaya başladım. Ellerim bu çelikten olan et parçasını yıkmaya çalışırken son gücünü veriyor ve ondan bir saniye de olsa kurtulmanın verdiği ve yarattığı alanla, "Siktim seni," diyerek bağırdım ve elime ilk gelen sandalyeyi sırtından yüzüne doğru fırlatarak vurdum.
Küçük bir rahatlamayla, sıçtığını anladığın o his.
Ve sonrası bende de yok. Karmaşık ve kaos doluydu. Dizlerim zayıflayarak zemin üstüne düşerken, Medusa başını tutuyor ve sendeleyerek yere düşerken dehşete düşüyordum. Orospu çocuğu, ona vuracağım zaman mı Taehyung'u serbest bırakmıştı içinden? Resmen bedenindeki acıyı hissetmesi için yapmıştı bunu. Nasıl kindar bir adiydi bu!
Lan ben Veliaht Prens'in kafasını yarmıştım? İmdat!
Feromlarını salmayı bıraktığından artık gevşek kaslarım kendisini daha hızlı toparladı ve bir çeviklikle zemin üstünde yürüyerek ona yaklaştığında, Taehyung yerde baygın yatıyordu ve başının arkası kanıyordu. Gözlerinin kapalı olduğunu görünce, benim gözlerimin önüne de bir siyah perde inip kalktı.
"Taehyung iyi misin?" dedim korkarak. Gözlerim şokun etkisiyle cam batmış gibi acırken, yüreğim ağzımdaydı ve o halen baygındı. Omuzlarını sarsmama rağmen uyanmıyordu. Sonunda başarmıştım. Öldürmek istemiştim ama meğerse benim böyle bir isteğim hiç yoktu. Benim dilimle katil olma gibi bir sevdam varmış sadece.
Şu anda aklı başında birilerine ihtiyacım vardı. Çünkü benimki çevrimdışıydı. Sesim boğazımda düğümlendi. Nabız işlerinden de hiç anlamadığımdan panikle yerimden sıçrayarak kalktım. Kapının önünde beni bekleyeceklerini söylemişlerdi. Bu kadar gürültüye rağmen içeriye girmediklerini düşününce, kapıyı açtığım gibi onları göremeyeceğimi sanıyor ve hazır katil olmuşken onları da öldüreyim de gerçekten de hak edilmiş bir kan bulama işi olsundu.
Ama kapıyı açıp baktığımda, Seokjin'in kollarında Hoseok baygınlaşmış bir halde duruyor, Yoongi duvara toslamış ve nefes alamıyormuş gibi davranırken Sehun koridorun sonunda koşarak elinde su şişesi ile bize doğru geliyordu. Koridor onlar dışında kimseyi ağırlamıyordu.
Çünkü Medusa'yla ruh eşi olduğumdan dolayı diğerleri kadar etki etmiyordu bana feromları. Diğerleri Allah'ına kavuşmuş haldelerdi. Sehun'da kendilerine gelsin diye su almaya gitmişti. En azından sonrasında durumu konuştuğumuzda bize öyle söylemişti. Yalandı ama o zamanlar çok inandırıcıydı.
Sehun'un o an gözüne nasıl göründüm bilmiyordum ama nasıl göründüğüm konusunda en ufak bir fikrim yokken, "Ne oldu sana? Bir şey mi yaptı sana çabuk söyle?" diyerek tam karşımda nefes nefese dururken, zor çıkmıştı ağzımdan cümleler. "O değil, ben yaptım galiba." Dedim ve elimle sınıfın içini göstermeye çalıştım. Birinin tamda kollarımın altından beni kavrayıp tutması gerekiyordu. Dehşet içindeydim çünkü. "Gözleri açılmıyor, uyanmıyor ve b-başı kanıyor."
"Ne?" dedi, en az benim kadar dehşete kapılırken. Dalga geçtiğimi sanıyordu, olma ihtimali vardı ve artık bu durum ihtimal konusu olacak şey bile değildi artık. "Sehun galiba öldürdüm onu bir baksana. Sandalyeyi kafasında kırmış olabilirim bir miktar. Ama yemin ederim isteyerek olmadı."
Sehun ondan sonra sınıfın içine koştu ve bende sonrası tamamen yoktu. Bayılmıştım.
Gözlerimi beyaz ışığa, burun deliklerimi iyodum kokusuyla aralarken aklım kırmızı alarmlar veriyordu. Taehyung'un adını sayıklayarak uyanmıştım. Ve birileri benim uyandığımı anlamış, elimi tutmuştu. Elimi tutan kişiye çevirdiğimde gözlerimi, Sangsu ağlıyordu. O ağlarken ben artık benim mezarım olacak yatağımın içinde ağlamaya başladım.
"Öldürdüm mü onu?" dedim burnumu çekerek. Sangsu bana tuhaf bir bakış attı. "Neyden bahsediyorsunuz, kimi öldürdünüz kabusunuzda?"
"Medusa'yı..." dediğimde akan burnumu koluma sürdüm. Elim acımıştı bunu yaparken. Serum vermişlerdi bana ya da iğne yapmışlardı bana. Fakat bu seferde gözlerim aynı şekilde fışkırmaya başlamıştı. "Kanıyordu." Dedim, Kraliçe'de uyandığımı öğrenip benim canlı canlı kellemi almaya gelerek eminim benden de güzel bir kan akıtacaktı.
"Veliaht Prensin yaralandığını görmek sizi rahatsız etmiş cidden de. Ona karşı ne kadar hassasınız." Dedi ve sevgiyle bükülmüş gözleri kıpır kıpırdı. "Ne kadar romantik."
"Ölmedi mi?" dedim sevinerek. Yatağımdan kalkmak için hamlede bulunurken beni durdurdu. "Kendileri iyi. Ayağı kayıp düştüğünden kafasını yaralamış. Birkaç dikiş atıldı sadece şükürler olsun ki. Siz daha korkutucuydunuz efendim. Dünden beri uyanmıyordunuz. Elem bir hastalığa tutuldunuz sandık şoktan dolayı. Çünkü tüm değerleriniz iyiydi ve bu yüzden sorunun kurdunuzdan dolayı böyle olduğunu düşündük. Düşündüğümüz gibiydi de. Kurdunuzla iletişime geçemiyorduk."
Pekâlâ bu daha önce hiç başıma gelmemişti. "Kurdumla iletişime geçilmiyor mu?" diye sorarken, içimdeki sessizlik hayrı alamet değildi. "Evet, sanırım en az sizin kadar o da şoka girmiş olmalı şahit olduklarından ötürü?"
Benim kurdum, ben kendimi bildim bileli benimleydi ve bazen beni her şeye karşı tetikleyen, destekleyen ve yoldan çıkaran vesvese fücurun tekiyken, nasıl olurda konuşmuyor şimdi derlerdi. Gözlerimi kapattım. Onu hissetmeye çalışarak seslendim ona.
Prensesim... senin için konuşmuyor diyorlar. Doğru mu? Benim dünya güzelim, neredesin? Cidden de neredesin şerefsiz, ortalığı o kadar karıştırdıktan sonra nereye kayboldun? Sen beni çıldırtacak mısın?
Normalde ona laf söylediğimde mutlaka dayanamaz ve beni tehdit ederek karşılık verirdi. Bu hiç iyi değildi. Yolunda gitmeyen şeyler vardı ve bu daha başıma ne gelecek korkusunu yenmeme hiç yardımcı olmuyordu.
Bu durumlara ilk kez tanıklık ediyordum. Korkarak ellerimi kalbimin üzerine koydum. "Bana ses vermiyor, bunu hiç yapmazdı." Dediğimde, Sangsu en azından yüreğime su serpecek şekilde konuşarak beni teskin etmeye çalışıyordu. "Dediğim gibi şoka girmiş olmalı. Doktor zamanla kendisini güvende hissettiğinde ortaya çıkacağını söyledi."
"Ama onsuz olmaz ki?" dedim, zamana tahammülü olmayan biri olarak. Ne demek benim omegam benimle artık konuşmayacaktı. Ne demek şoka girmişti? Medusa'ya zarar verdim diye mi yoksa Alfa'nın zorbalığına maruz kaldık diye mi? Hangisi daha şok edici gelmişti ona acaba?
"Belki prensin iyi olduğunu görse konuşur sizinle?"
Sangsu bana ecel telleri döktürmek niyetindeydi. İnsanın kurbanına duyduğu merak da bir başka oluyordu tabi. "O burada mı?" diye soruyor, ince tül perdeye bakarak onun taş gözlerini capcanlı görmeyi umarcasına bakıyordum. "Evet odasında istirahat ediyor. Zaten sürekli bana sizin uyanıp uyanmadığınızı soruyor."
Beni zaten sevmiyordu, şimdi ona zarar verdim diye intikam mı alacaktı? Gerçeği kimseye söylemediğine göre, demek ki bunu bizzat kendi elleriyle yapmak istiyor ve bana duyduğu nefretini kimseyle paylaşmak istemiyordu.
Korkarak Sangsu'nun gözlerinin içine baktım. Sesimin titrek tellerini yutkunarak bastırmaya çalışıyordum. "Prensler elini kana bular mı?" diye sorduğumda, beni çapraz sorguya alarak, "Siz elinizi kana bular mısınız efendim?" diye sordu.
Ama ben, "Buladım bile," diyerek dudaklarıma eziyetler ederek kanatıyordum. Beni duymadığı için şanslıydım. "Odasındaydı değil mi?" diyerek tekrar ayağa kalkar gibi oldum ve "Pekâlâ ben onu görmeye gideceğim," dediğim anda bana katiyen karşı çıktı. Sanki az önce onu görürsem omegamın şoktan çıkabileceğini o ima etmemiş gibi.
"Yeni uyandınız. İlk önce biraz atıştırın ve duş alıp dinlenin. Saat gecenin üçü. Bu saatte gitmeniz yakışık almaz." Dedi ve eteklerini düzelterek karşımda bir set kurdu bedeniyle. Ya ben bu adamla evliyim, evli! Sanki evli bir adamı yoldan çıkarmaya gidecektim, bu ne sikim bir muameleydi böyle.
"Onunla uyuduğumu gördün?" dedim, anlayabilmesi için. O da "Bunu Kraliçe sizi görmeden önceydi," diyerek, sarayın diline düşmüş fingirdemelerim ve ben isyan bayrağı çekiyorduk. "Evliyim ya hani ben bu adamla. İlerde benden çocuk istediklerinde nasıl olmasını bekliyorlar? Duvardan duvara yaslayarak mı olacak yoksa bu işler?"
Elini ağzına götürerek bana kınayıcı bakışlarını yolladı hemen. "Ne kadar da ayıp cümleler bunlar." Dedi ve benim şandeller bir tık yerinde oynadı. "Dedi daha geçenlerde sevgilisinin yanına gitmek için bana ağlayan Omega."
"O başka." Dedi keyifsizce. Çok bilmiş şekilde istifini düzeltti. "Siz prenssiniz artık. Bu sarayın kurallarına uymak zorundasınız. Kraliçe size bir tarih ayarlayıp mühürleneceğiniz günü kararlaştıracak. Ondan sonra normal eşler gibi odada istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz?"
Ama aklımda tek bir soru vardı. Sinirlerimi bozan ve cevabını duymak istemediğim bir soru.
"Bu kadar özel bir ânıya bile onlar mı karar verecek?"
"Daha neler olacak bir bilseniz." Dedi boşboğazlıkla. Bu beni biraz ürkütmedi değil. Ben bu sarayda daha nasıl bir bilinmezliğin içine çekilecektim. Siz söyleyin.
"Ne olacak mesela?" diyerek ona yaklaşarak sorduğumda, gözleri fal taşı gibi açıldılar. Kıyafetinin eteklerini tutarak, onları daha rahat depar atarak kaçmak için kullandı. "Yemek, size hemen sıcak yemek getireceğim efendim."
İçimde koca boşluk ve sessizlikle kala kaldığımda, boş duracağımı falan düşünmediniz herhalde. Fırsat bu fırsattı. Hemen kendi odamdan çıkarak Medusa'nın odasının kapısına kadar geldiğimde, beni kimsenin görmediğinden emin olmak için etrafı kolaçan ettim. İyi olduğunu söylemişti ama ben kendim içinde endişeliydim.
Ona zarar verdim diye benden intikam almasını falan istemiyordum. Malum onun benim onu düşündüğüm kadar düşünmediğini artık anlamıştım. Bu saatten sonra kendi kıçımı doğrultma derdindeydim. Şaka şaka, köpek gibi vicdan azabı çekiyor ve kim olursa olsun birine zarar verdiğim için bunun pişmanlığını ve endişesini yaşıyordum.
Kapıyı açtığımda, odasında yanan tek ışık yatağının yanındaki abajurdan yayılan ışıktı. Yüzü kapıya dönüktü, gözleri kapalıydı. Uyurken kollarının arasında küçük bir yastık vardı. Ne kadar da masum uyuyordu bu şerefsiz. İnsan gaziyken bile bu kadar huzurlu uyumazdı, ne bileyim saçları kabarırdı en azından. Bunda o da yoktu. Film yıldızı gibi, her daim saçları şekilliydi.
Belki de onu rahatsız etmeden gitmeliydim ama yapamadım. Pervane ancak karanlıkta özgür olur, fakat ışığın cazibesine de bir türlü karşı koyamazdı ya. Bu yüzden ateşin etrafında döner durur, ta ki içine düşüp yok olana kadar. Öyle ki, işte bu pervanenin zararı yalnızca kendinedir derler ya, bende o zararın peşinde miydim yoksa karanlıkta daha mı kendimi özgür hissettim, bilmiyordum.
Bir şekilde onun yatağının baş ucuna kadar gelmiştim. Kafasının arkasındaki sargıyı görmemeye çalışarak, "Senin özürlerin gibi samimiyetsiz olmayacaklar benimkiler Medusa," diyerek iç çektim. Onun ağır olan uykusuna güvenerek, içimi döküyordum aklımca. "Özür dilerim ama Alfanın beni şimdi mühürlemesine izin veremezdim. Bunu sende çok iyi biliyordun ve bu yüzden gerçeği onlara söylemedin. Belki bunu söylemeyerek benim yüzüme karşı kullanacağın bir kozunun olduğunu düşündün."
Durdum ve biraz daha izledim yüzünü. Kirpiklerinin gür tutamlarına bakarken, yanağında asılı kalmış uzun kirpiğini almak istiyordum yüzünden. Sanki, sanki şaheserliğini gölgeliyordu. İçim bulanıyordu. İçim ona dokunmak istediğimi fark etmemle bile canımı yakıyor ve kendimden nefret etmeme sebep oluyordu. Ona ne zaman bu kadar alışmaya başladığımı ve bağlandığımı sorguluyordum. Bu hikâyede yanan sadece ben olmak istemiyordum. Bir hikâyenin yancısı gibi görünmekte.
"Ben güvenmediğim biriyle eş olmak istemiyorum." Diyerek çömeldim dizlerimin üstünde. Yüzüne şimdi daha yakındım ve daha sessizdim konuşurken. Şeytana günahlarımı anlatıyordum, belki de içimdeki gizli arzularımı. Neyse ki şeytan bencildi ve kendi arzularından başka bir şeyi düşünmezdi. "Bir kalpte iki kişi yaşlanmaz Medusa ve kalbinde yaşlanacak kişi ben değilim belli ki. Doğrusu bu ikimize de acı verirdi. Canını yakarak aslında tüm acı dolu günlerinin önünü kestim. Bir ara teşekkür et bana. Tabi egondan dolayı konuşabilirsen."
Kim Taehyung'un herkesçe resmileşen o güzellik algısına kapıldığımdan mıdır nedir, böyle yanındayken onu izleyen gözlerimin onun soluk parlaklığıyla bile kısılmak istiyor ve heyecandan titrediğini bildiğim parmaklarım onun yüzündeki kirpiği alabilmek için kıvranıyordu. Neredeyse hissedemeyeceği bir yavaşlıkla onu alıp parmaklarımın arasında dağıttığımda bunu başarabildiğim için derin bir nefes aldım.
Şimdi tamamen kendisi ve kendiliğinden biçilmiş teninin pürüzsüz güzelliği vardı.
"Uyurken... nasıl bu kadar masum durabilirsin?" dedim, ona karşı büyüyen algılarımın hayretliğini yaşarken. "Gerçek değilmişsin gibi."
Odadan artık çıkmalıyım diye düşünerek ayağa kalkmayı planlarken, gözlerini açtı tek bir hamlede. Tereddüt etmeden, hızlıca, capcanlı. Gözlerimin en derinine bakarken, yakalandığımdan kalbim bodoslama yaparcasına ağzıma doğru gümlüyor ve kızarıyordum.
Kaçmalıydım, az müsaade arkadaşlar. Bu zavallıcık rezilliğiyle ve utanmazlığıyla yok olup gitmeliydi.
Kaçmaya yeltendiğimde uzanarak sol bileğimi yakaladı. Ahtapot parmaklar beni yakaladığında ciyaklamak üzereydim. Arkam ona dönüktü ve o parmaklarıyla beni olduğu yere sabitlerken, yine alfanın dışarıya fırlamasından korkmuyor değildim.
"Gitme, biraz yanımda kal."
Bunu diyen kişinin Taehyung olduğunu düşünmediğimden başımı onun gözlerini görebilmek için çevirdiğimde, koyu rengin bal kamışları kahvedendi öbeklerinde. Kendindeydi ve yanında kalmamı istiyordu. Bunu neden istiyordu? Beni diliyle haşlamak ve aşağılamak için mi?
"Kalbimi incitmek istediğin için mi kalmamı istiyorsun?" dedim saf bir hırsla. Ama o gözlerini kaçırarak bileğimdeki elini serbest bıraktı. "Aslında kalbindeki incinmişliği onarmak istediğimden yanımda biraz olsa da kalmanı istiyordum."
Benim bunun kafasına vurmam iyi olmuştu sanırım. Eh dayak cennetten çıkmaydı. Bu da ona iyi gelmiş olacak ki... şşt neyse, bu şu anda bir sır. Çünkü düşüncelerim ve onurlu gururum arasında gidip gelen savaşın sonunda ne olacağını size söylersem ya bana kızarsınız ya da başınızın tacı yaparsınız. Her hâlükârda bir boklar yaşandı o odada sizi temin ederim ki.
...
Bu bölümü istediğim yerde bitiremedim. Sövmeler diğer bölüme kaldı. Bu fici uzun bölümlerle sıkıcı hale getirmek istemiyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.23k Okunma |
658 Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |