47. Bölüm

30. Bölüm: Aşk yaşatmaz öldürür

Emel Naz
naz_2606

Selamm. Hepinize iyi okumalar diliyorum.

Youtube kanalımız: Kitaplaraşkt1rr

whatsapp topluluğumuz: T. İ. AŞK

 

2 Hafta sonra

 

Naz'ın vurulması üzerinden iki hafta geçmişti. Bu iki hafta içinde kilo kaybı yaşamıştım ne odadan dışarıya çıkıyor ne de Göktuğ'dan başka biri ile görüşüyordum. Bazenleri yemek yemiyordum içimden gelmiyordu. Hep uyuyordum ve uykudan kâbuslarım ile uyanıyordum.

 

Bu iki hafta içinde katil ne bir mesaj atmıştı ne de bir başka kişiyi vurmuştu. Sanki bir an hayatımızdan çıkıp gitmişti. Göktuğ ve ekibi hâlâ kim olduğunu arıyorlardı ama hiçbir sonuca ulaşamıyorlardı.

 

Bu iki hafta içinde Bartu'nun da kötü olduğunu duymuştum o da hiç birşey yemiyor hatta uyku bile uyumuyormuş.

 

Naz vurulduğu gün beyni hasar almış ve komaya girmiş. İki hafta boyunca komada kaldı ve hâlâ bir değişiklik yok. Çokça kez hastaneye gidip onu iyileştirmeyi geçirdim aklımdan ama bir türlü bunu gerçekleştiremedim. Göktuğ'da zaten bu konu hakkında hiçbir şey söylemedi beni üzmek istemiyor olmalıydı.

 

Hastaneye gidip Naz'ı iyileştirmememin sebebi Naz'ın iyileşemeyeceği durumunun olması. Eğer ben özel güçlerimi kullandığım hâlde Naz komadan çıkmazsa bu onun öleceği anlamına gelir ve böyle bir şey olursa Bartu bunu kaldıramaz. Bu yüzden bunu denemeyi göze alamıyordum.

 

Yatakta ağrıyan belimin ağrısını biraz dindirmek adına doğruldum bütün vücudum uyuşuktu ne hareket ediyor ne yürüyordum bir odanın içinde banyodan yatağa mekik dokuyordum. Çokça kez Göktuğ yanıma gelip dışarıya çıkarmaya çalışmıştı ama çıkmamışım veya yanıma Eylül gelmek istemişti ama odaya sokmamıştım.

 

İki haftanın sonunda duvara bakmaktan sıkıldığım için ayaklanıp kapıya doğru yürüdüm. Odadan dışarıya çıktığımda aşağıda kimsenin olmadığını fark ettim. Merdivenlerden inip amerikan mutfağa gittim kendime bir bardak su doldurup evi gezmeye başladım ama ne Çınar ne de Göktuğ vardı.

 

Telefonumun nerede olduğunu dâhi bilmiyordum evde telefonumu aramaya başladım. Hiçbir yerde yoktu ve bu sinirlenmeme sebep olmuştu. Bardağı tezgaha koyup ne yapacağımı düşündüm. Ne telefon vardı ne de Göktuğ ile Çınar.

 

Odaya çıkıp üstümü değiştirme kararı aldım üstümü değiştirip hastaneye gidecektim. Merdivenleri zoraki çıkıp odaya girdim. Dolabı açıp mavi bir eşofman takımı aldım.

 

"Selam, Asel Kılıç görüşmeyeli uzun zaman oldu."

 

Elimdeki eşofman takımı ile donakaldım. Bu evin bir koruma kalkanı var mıydı bilmiyordum ama varsa bile yine bu Kahrolası girebilmişti. Eşofman takımını bırakıp arkama döndüm.

 

İçimde biriken öfke tüm kemiklerimi yumruklamaya başladı dışarıya çıkmak istiyordu.

 

Bir anda gelen sinirle koştum ve uçan tekme attım. Beklemediği bir anda yediği tekme onun yere düşmesine sebep olmuştu hiç beklemeden üstüne çıktım, "Geldiğin iyi oldu," Demiştim alaylı bir tavırla.

 

"Beni yenebileceğini mi sanıyorsun?"

 

"Evet," Elimi maskesine doğru götürdüm maskeyi çıkaracağım sırada biri kolunu boynuma doladı ve beni geriye çekti ellerimi boynumdaki kola doladığınmda kolun sahibi ortadan kaybolmuştu.

 

"İş birlikçilerim olduğu sürece beni yenemezsin."

 

Üzerime yürümeye başladığında kendimi hazırladım yanıma iyice yaklaştığında ayak bileğinden tutup kendime doğru çektim yere düştüğünde aceleci bir tavırla ayağa kalktım.

 

"Bende de bu güç olduğu sürece zorlanacaksınız."

 

"Önce sevdiklerini elinden alacağım," Duraksadı ve bacağımdan tutup yere düşmeme sebep oldu ben daha kendimi toparlayamadan üstüme çıktı, "Sonrada gücünü."

 

Histerik bir kahkaha attım, "İzin vermem."

 

Kahkahamı bastıracak şekilde güldü, "O kadar emin olma her bir yaralanan için günlerce yas tutuyorsun," Yüzüme yumruk attığında inledim.

 

"Seni daha öldürmeyeceğim Asel Kılıç."

 

"Beni hiçbir zaman öldüremeyeceksin ben seni öldüreceğim."

 

Çenemi kavradı, "Ölümün benim ellerimden olacak," Daha çok sıktı, "Diğerlerini öldürdüğüm gibi öldürmeyeceğim seni daha çok acı çektireceğim," Saçlarından tutup çektim, "Maynak psikopat," Kafası arkaya gittiğinde nefes alamadığını hissetim saçlarından daha çok çekerken onun eli ise boynuma kaydı ben onu ne kadar nefessiz bıraktıysam o da beni o kadar nefessiz bıraktı.

 

Vücudumdaki güç çekilmeye başladığında saçındaki ellerim kayıp yere düştü her saniye dahada çok sıkıyordu boynumu.

 

"Sıranın çabucak gelmesini istemiyorsan uslu dur Asel Kılıç."

 

"Her zaman uslu bir kız oldum," Dedim zorlukla konuşarak, "Sıra yaramaz bir kız olmada."

 

Üstümden kalkıp ortadan kayboldu. Ellerimi boynuma götürüp nefes almaya çalıştım içime çektiğim her bir nefes iğne gibi vücuduma batıyordu. Gelen öksürme hissine engel olamadım boğulacak derecede öksürmeye başladığımda kapı açıldı kimin geldiğine bile bakadım.

 

"Kahretsin seni yalnız bırakmamalıydım," Sesin sahibinin Göktuğ olduğunu anladığımda rahatlamıştım.

 

Ellerini sırtımın ve bacaklarımın altına koydu ve kucağına aldı, hemen ilerimizde ki yatağa ilerleyip vücudumu yatak ile buluşturdu. Nefes alışverişlerim yavaş yavaş düzene koyulmaya başlamıştı.

 

"Kaçtı yine," Diye kendi kendime mırıldanmaya başladım, "Çok yakınımdaydı," Elimi boynumdan çekip alnıma koydum, "Tam maskesini açacaktım."

 

"Şuan bunları düşünmenin bir anlamı yok," Elini yanağımda gezdirdi, "Sen iyisin ya o yeter."

 

"Ama görecektim kim olduğunu."

 

"Eninde sonunda kim olduğunu bulacağız güzelim."

 

"O zamana kadar çok can alacak."

 

"Almamasını engellemeye çalışacağız."

 

"Bunu hiçbir zaman engelleyemedik."

 

Bir yanıt vermedi. Düzene sokulan nefeslerim sayesinde içime derin bir nefes çektim.

 

Nefessiz kalmak çok kötü bir şeymiş, gerçi bunu kaçıncı kez deneyimliyorsak.

 

"Kriz anında bile..."

 

Lafını böldüm, "Kriz anında bile iç ses yine lak lak peşinde."

 

"Kendini rahatlatmaya çalışıyorsun."

 

"Ben değil o beni rahatlatmaya çalışıyor."

 

Gülümsedi, "Bu konu hakkında seninle tartışmayacağım."

 

"Evet, ben son derece inatçı biri olduğum için uğraşmak istemiyorsun."

 

"Seninle uğraşmak değilde, ne dersem diyeyim kabul etmeyeceğin için kendimi yormak istemiyorum."

 

Güldüm. Sol tarafıma dönüp Göktuğ'un oturduğu tarafa döndüm ve yatağa koyduğu elini tuttum, "Neredeydiniz?"

 

"Çınar ile markete gitmiştik."

 

"Çınar nerede?"

 

"Eylül ile beraber."

 

Yüzümdeki gülüşüm soldu, "Ya birşey olursa?"

 

"Olacaksa bizim yanımızda da olur fındık burun."

 

"Öyle ama içim rahat değil."

 

"Akşama gelir merak etme."

 

"Eylül nasıl?"

 

"Alışmış gibi en azından dışarıdan öyle gözüküyor."

 

"Aslında içinde çok şey barındırıyor Murat'ı görse herşeyi tekrardan yaşayacak o anı tekrardan yaşayacak," Kişi kendinden bilir işi derler ben de kendimden biliyordum, "Peki, Bartu o nasıl?"

 

"Kendine gelemedi hâlâ birgün Barlas birgün Aras kalıyor yanında hastaneden hiç ayrılmıyor."

 

"Ben aslında özel güçlerimi kullanarak Naz'ı iyileştirebilirim ama, iyileşemezse diye korkuyorum."

 

"Eğer iyileşemezse," Devamını getiremedi.

 

"Öleceği anlamına gelir. Ben bundan çok korkuyorum Göktuğ."

 

"Alıştırmalısın kendini güzelim bizim hayatımızda herşey olabilir."

 

Tuttuğum elini yavaş yavaş okşamaya başladım, "Çok güzel gösterdi bunu bize hayat."

 

"Gel bir şeyler yiyelim."

 

"Aç değilim."

 

"Kilo verdiğinin farkında mısın?"

 

"Farkındayım," Farkındayım ama hâlâ yememeye devam ediyorum.

 

Yataktan kalktı ve bana elini uzattı gülerek kafamı her iki yana salladım kalkmayacağımı anladığında üzerime eğilip kucağına aldı.

 

İki saat üzülüp sonra hayata dönen ben bu sefer dönememiştim iki hafta boyunca yataktan çıkmamıştım ve şükürler olsun ki artık kendime gelebilmiştim. Ve bir karar almıştım artık bu kadar üzülmek yoktu biri öldüğünde dâhi herşeyi kendi içimde yaşayıp o katili arayacaktım ve benim bir alışkanlığım vardı aklıma koyduğum şeyi yapardım.

 

Yüksek sandalyelere oturup Göktuğ'u izliyordum mercimek çorbası yapıyordu ve bu benim en sevdiğim çorbaydı.

 

"Katil hakkında en ufak bir bilgi dâhi bulamadınız mı?"

 

"Sadece gözlerinin yeşil olduğunu, bir kadının ona yarım ettiğini biliyoruz."

 

"Bunuda zaten biliyorduk."

 

"Ve bir bilgi daha."

 

Yerimde doğruldum heyecanlı gözlerim ile Göktuğ'a baktım.

 

"Batuhan onların elinde. Bizi yanıltmak amaçlı Batuhan'ı almışlar."

 

"Batuhan'ı bulursak..." Sözümü kesti.

 

"Bu o kadar kolay değil."

 

"Hangi biri kolay oldu ki? Bizim işimiz zoru başarmak."

 

Mercimeği ocağa koyup sandalyeye oturdu, "Bu sanki zor değil imkansız hiçbir zaman bu kişiyi bulamayacakmışız gibi geliyor."

 

Güven veren bir şekilde gülümsedim, "Bulacağız ben inanıyorum."

 

"Umarım fındık burun."

 

çorbalarımızı bir kaseye koyup tekrardan sandalyeye oturdu çobadan bir kaşık alırken konuşmaya başladım, "Çorbalarımızı içtikten sonra hastaneye gidelim mi?"

 

Kafasını ağır ağır salladı.

 

Çorbalarımızı içtikten sonra bulaşıkları makineye yerleştirip üstümüzü giyinmiştik hastaneye ışınlandığımızda Naz'ın odasının önünde oturan Bartu'yu gördüm. Hâli çok kötüydü göz altları uyumadığını gösteriyordu ayrıca fazla kilo kaybı vardı. Her zaman düzgün olan saçları dağınıktı. Yavaşça yanına ilerleyip yere çöktüm, "Bu kadar kendini kaybetme," Dedim sessizce bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinden korktum resmen kan çanağına dönmüştü.

 

"Benim yerimde olsaydın sen ne yapardın?"

 

Oralara hiç girmeyelim. Ben senden de kötü olurdum Bartu.

 

Bir an aklına birşey gelmiş gibi umutla gözlerime baktı doğrulup kollarımdan tuttu, "Sen iyileştirebilirsin onu."

 

Benden bunun isteme Bartu. Ya, iyileşmezse?

 

"Evet, bunu yapabilirim," Onu kırmamak adına yapacaktım.

 

Hızla ayağa kalktı, "Haydi kurtar onu Asel lütfen."

 

"Çok fazla umutlanma Bartu," Barlas ve Göktuğ yan yana durmuş bizi izliyorlardı.

 

"O ne demek?"

 

"Komadan çıkamayabilir."

 

"Çıkacak bana söz verdi ölmeyecek."

 

"Sen yinede herşeye kendi hazırla olur mu?" Boğazıma oturan yumruya rağmen konuşmaya çalıştım onun bu hâlini görmek beni üzmüştü.

 

Odanın kapısını açıp içeriye girdim Naz'ın da iyi bir hâlde olduğu söylenemezdi. Teni normalde de beyazdı ama daha da beyazlamıştı. Dudakları kurumuş saçları dağılmıştı.

 

Yatağının yanına geldiğimde durdum, "Umarım dediğin gibi olur Naz, umarım yaşarsın," Elimi vücuduna koydum yine her zamanki yaptığım gibi gözelerimi kapattım. Bir kaç saniye geçtikten sonra elimin altında kıpırtılar hissetmeye başladım. İşe yaramıştı...

 

Gözlerimi açtığımda Naz'ın uyandığını gördüm ışıktan rahatsız olmuş olmalı ki gözlerini kısıyordu.

 

"Asel?" Sesi kısık ve çatallı çıkıyordu bu da haftalarca konuşmamasından dolayıydı.

 

"Uyandın!" Dedim sevinçle.

 

"Uyandım mı?"

 

"Ben Bartu'yu çağırayım o çok mutlu olacaktır," Hiçbir şey demeden sevinçle odadan çıktım. Ellerimi birbirine bastırdım herkesin bakışları benim üzerimde ne diyeceğimi bekliyorlardı, "Uyandı!" Bartu gözlerini yuvarlarından çıkarmak istermiş gibi büyüttü.

 

"Sen... Sen..." Konuşmanın devamını getirmeden içeriye daldı.

 

"Uyandı!" Dedim tekrardan sevinçle. Bakışlarım herkesin üzerinde dolaşırken Barlas'da durdu değişik bakıyordu her zamanki bakışı değildi bu bıkmışlık, mutsuzluk vardı.

 

"Kahve içer misiniz?" Diye sordu Göktuğ. Hepimiz olur demiştik.

 

Göktuğ gittikten sonra Barlas'ın yanına ilerledim, "Nasılsın?"

 

"İyiyim," Demişti yüzüme gülümseyerek, "Benim işim var gelirim sonra."

 

Kaşlarımı çattım, "Benden kaçıyor musun?"

 

"Evet. "

 

"Neden?"

 

"Yanında olduğum zaman çok saçmalıyorum aşkımı gizleyemiyorum biliyorum bu seni rahatsız ediyor. Bu yüzden yanında olmamaya çalışıyorum."

 

"Seninle..." Sözümün devamını getiremeden gitti. Onunla arkadaş olmak isterdim fakat o bana aynı gözle bakamıyordu.

 

Göktuğ elinde kahvelerle geldi, "Barlas nereye gitti?"

 

Bilmiyorum dercesine omuzlarımı kaldırıp indirdim. Getirdiği kahvelerden birini aldım. Gözüm Naz'ın olduğu odaya kaydı, "Bartu çıkamadı."

 

"Normal, günlerce uyanmasını bekledi."

 

"Bir an uyanmayacak sandım. Çok korktum."

 

"Uyanacağını biliyordum o verdiği bütün sözleri tutar."

 

"Naz'ı nasıl bu kadar iyi tanıyorsun?"

 

"Murat ile olduğu gibi Naz ile de çocukluktan beri tanışıyoruz."

 

Hastanede biraz daha durmuş sonrasında eve gelmiştik.

 

"Çınar ne zaman gelecek?" Diye dayanamayıp sormuştum.

 

"Ne zaman isterse fındık burun."

 

"Güvende olduklarından emin miyiz?"

 

"Eminiz."

 

"Peki, sana güveniyorum."

 

Oturduğumuz koltuktan ayağa kalktı, "Ben duşa gireceğim."

 

Kafamı salladım. Göktuğ yukarıya çıktığında ben de elime kumandayı aldım uzun zamandır film izlemiyordum. Uzun zamandır izlemek istediğim polisiye cinayet filmini açtım. Genellikle fazla cinayet filmi veya kitabı okumazdım çünkü uyuduğum zaman rüyalarıma girerdi.

 

Film başladığında koltuğa iyice yaslanıp dizlerimi karnıma çektim.

 

İzlesen ne olur izlemesen ne olur Asel? Hayatın cinayet filmine dönmüş zaten.

 

İç sesin haklı olduğunu hissettiğimde kalbime bir huzursuzluk çöktü hiç bu bakış ile düşünmemiştim. Cinayet filmi izlemeye korkan kızın şimdi gözleri önünde insanlar ölüyordu.

 

Filmi izlerken yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başlıyordu o kadar uyumama rağmen hâlâ nasıl uykum oluyordu anlamıyordum. Doğrulup yüzüme minik minik tokat atmaya başladım uyumamalıydım. Kendimi diziye verdim.

 

Son derece çekici bir kadın vardı ve bu dedektif olmalıydı. Kendine verilen görev üzerine çalışıyordu. Bir seri katilin peşindeydi. Seri katil arkasında hiçbir iz bırakmıyordu ve bu dedektifin işini zorluyordu.

 

Fark ettiği bir iz vardı. En son katilin gittiği yer... Dedektif hiçbir şeyi düşünmeyip dışarıya çıkıp katilin en son gittiği yere gidiyordu.

 

Karanlık ve kimsenin olmadığı bir yere gelmişti son derece sessiz bu yerde ürkmüş olmalıydı. Arkasında hissettiği nefes ile donakalmıştı.

 

"İşime karışma baş belası."

 

Ben bu dedektif ile seri katili shiplemiştim. Sevgili olmalıydılar.

 

Hayâl gücüne hayranım Asel.

 

Ben de kendi hayâl gücüme hayranım iç ses. Ayrıca bu hayalimden güzel bir kitap çıkabilir.

 

Ne yapsan sen, yazar falan mı olsan?

 

Belki birgün...

 

Göktuğ merdivenlerden inmeye başladığında bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. Islak saçları ile son derece yakışıklı görünüyordu ne yapsaydım her zaman saçını falan mı ıslatsaydım ben bu adamın?

 

"Ne izliyorsun?"

 

"Polisiye."

 

Gülümsedi, "Ben izledim bunu."

 

"Gerçekten mi?"

 

"Evet."

 

"Sonu nasıl bitiyor."

 

Tek kaşını kaldırdı, "Spoi istiyor musun?" Hızla kafamı salladım, "Adam kadını öldürüyor," Diye birden söyledi.

 

Birden yüzüm düştü içimdeki heyecan söndü. Yine mi ama! Yine mi adam kadını öldürüyordu! Ben neden hep böyle filmler seçiyordum? Elime kumandayı alıp filmi durdurdum, "Tüm tadım kaçtı."

 

"Sen istedin ama," Elinde olduğunu fark etmediğim bilgisayarını masanın üzerine koydu. O yine dedektiflik yapacakken ben de kitap yazabilirdim. Ayağa kalkıp odamıza çıktım bilgisayarımı alıp ben de aşağıya indim.

 

"Sen ne yapacaksın?"

 

"Kitap yazacağım."

 

"Merak ediyorum kitabını."

 

Elimi yanağıma koydum, "Sen biliyordun değil mi kitap yazdığımı?"

 

"En başından," Diyerek güldü.

 

İşine döndüğünde ben de kitabımı yazmaya başladım. Kitabımın sonuna yaklaşıyordum hissediyordum. Benim kitabıma mutsuz son yakışırdı ama ben mutsuz sonları sevmezdim. Kitabımın sonu evli mutlu çocuklu da bitmeyecekti.

 

Nasıl bitecek o zaman Asel?

 

Hem iyi hem kötü.

 

Kadın, "Aşk nedir?" Dedi, biraz düşündükten sonra uzun bir metin yazdım.

 

"İhanet," Diye yanıtladı adam, "Aşk ihanetten ibarettir. Önce seversin aklında hep o olur, gece yatmadan önce onu düşünürsün,her zaman yanında olsun istersin sonra zamanla bu sevgin azalır. Biraz daha zaman geçtikten sonra sevmeyi bırakırsın bunun bir heves olduğunu anlarsın. Karşı tarafa ayrılmak istediğini söylersin fakat karşı taraf seni hâlâ seviyor olur en azından genellikle öyle olur... Sonra katil olursun sevdiğin kişinin katili olursun."

 

Her aşkın bir sonu olurdu ama bizim olmayacaktı. Sonumuzun gelmemesi için elimden gelen her şeyi yapacaktım.

 

Biraz daha kitap yazdıktan sonra bıraktım. Uzun bir süre gerindim her kitap yazdığımda belim ve kollarıma ağrı giriyordu uzun süre bilgisayar veya telefon başında olmak hiç sağlıklı bir şey değildi. Gerindikten sonra büyük kitaplığımızın önüne ilerledim. Göktuğ'un kitaplarının olduğu rafa ilerledim. Belki dikkatimi çeken bir kitap bulurdum.

 

Kitapları sırayla elime aldım şuana kadar dikkatimi çeken bir kitap olmamıştı. Başka bir kitap aldığımda arkadaki özetine baktım kitap dikkatimi çektiğinde Göktuğ'a döndüm.

 

Göktuğ'u tam karşımda bulduğumda küçük çaplı bir kalp krizi geçirmiştim.

 

"Bu kitabın..." Sözümü tamamlayamadan kulağıma mavi bir gül yerleştirdi.

 

Güller normalde dikkatimi çekmezdi ama bu gül dikkatimi çekmişti.

 

"Sana çok yakıştı..." Uzun uzun yüzüme baktı, "Mavi gül," Hiçbir şey demedim yine yüzünü ezberlemek istercesine izledim, kulağıma doğru eğildi, "Bence sana beyaz bir elbisede çok yakışır," Ne demek istiyordu? Sesi bir o kadar sakin, bir o kadar rahatlatıcı ve çekiciydi, "Benimle evlenir misin Asel Kılıç?"

 

"Ne?"

 

İnsan bir haber verirdi üstümüzü giyinirdik oldu mu böyle?

 

"Bütün zorlukları birlikte yenmeye, birlikte toprağa girmeye, birlikte yaşamaya var mısın?"

 

Kulağımdan ayrıldığında elinde tuttuğu yüzüğü daha yeni fark edebilmiştim. Bu çiftlerin birbirine evlenme teklifi için aldıkları normal yüzüklerden değildi.

 

Ortasında mavi bir kristal vardı her iki tarafından kıvrımlı bir şekilde iki demir uzanıyordu ve bu demirlerin yanında beyaz kristaller vardı işlemeleri fazla olan ve bir o kadarda güzel gözüken bir yüzüktü yüzüne hayran hayran bakarken, "Var mısın? Yok musun?" Diye sormuştu Göktuğ.

 

"Nasıl yokum diyebilirim ki?" Sevinçle boynuna atladım hiçbir şey demeden öylece sarılıyordum.

 

"Bütün kötü zamanlarımızda yanımızda olacağız."

 

"Öyle yapacağız."

 

Boynundan ayrıldım elimden tutup yüzüğü parmağıma taktı parmağımı bir sağa bir sola çevirerek yüzüğe bakıyordum, "Çok güzel."

 

"Sana yakışacağını düşündüm."

 

Gülümsedim.

 

"Göktuğ," Diyerek söze girdim bunu sormazsam içimde kalırdı hem Rahime ablayada söz vermiştim, "Sizde kız isteme var mı?" Kaşları belirsizlikle çatıldı, "O ne?"

 

"Şimdi erkek tarafı kızı kızın büyüklerinden ister."

 

Kaşları yavaş yavaş havalandı bu hâline gülmeden edemedim, "Rahime ablaya sözüm var yoksa direkt nihak masasına giderdik."

 

"Bakıyorum da evlenmeye çok meraklısın."

 

"Yok," Dedim hemen iç sesim susmadı.

 

Ne yoku Asel? Biz her zaman bu anı bekliyorduk!

 

Gülmeye başladı. Yüzümü buruşturdum, "Duydun mu?" Başını ağır ağır salladı.

 

"Yarın," Diyen söze daldı, "Seni istemeye gelelim o zaman."

 

"Hemen mi?"

 

"Hemen."

 

"Kim isteyecek beni?"

 

Biraz düşündü... Düşündü... Düşündü. Bir cevap veremediğin de gülmeye başladım, "Onu ben ayarlarım," Diyerek düşünmeyi bıraktı.

 

"Tamam," Dedim tatlı tatlı. Göktuğ'un telefonu çalmaya başladığında sehpaya ilerledi aramayı açtığında onu dikkatlice dinliyordum, "Efendim?" Karşı tarafı dinledi, "Gelsin," Elini alnına götürdü, "Peki bugünlük kalsın."

 

Aramayı kapattığında yanıma geldi bir yandan da telefonu ile ilgileniyordu, "Kim kalacak?" Diye meraklıca sordum ama soruma cevap vermeyip telefonu ile ilgileniyordu kaşları kavisli bir şekilde çatılmış bir şeylerin doğru gitmediğini belirten bir yüz ifadesi takınmıştı.

 

"Ne oluyor?" Dedim, bütün damarlarımda yine korku dolaşıyordu.

 

"Yarın," Dedi sıkıntılı bir şekilde, sanırım kelimeleri ağzından kerpeten ile alacaktım, "Yarın evde olamayacağım," Kaşlarım havalandı.

 

Ne yapıyoruz? Hiçbir zaman plan yapmıyoruz.

 

"Akşamda olamayacağım," Ayağımı istemsizce sallamaya başladım, "Neden?" Yanıma gelip yine saçımla oynamaya başladı, "Operasyon varmış güzelim sabah bu konu hakkında toplantı yapacağız kafamıza yatarsa akşam operasyonu gerçekleştireceğiz."

 

Tam bana evlenme teklifi etmişken bir sorun çıkmasını istemiyordum tam gerçekten birbirimize ait olmuşken ona birşey olmasını istemiyordum.

 

Ağır ağır başımı salladım endişemi ona yansıtmak istemiyordum ama bu mümkün değildi, "Tamam ben seni beklerim."

 

"İstemeyi başka bir güne alalım ama en kısa zamanda yapacağız söz veriyorum."

 

"Sorun orada değil," Diyerek göz teması kurmaya başladım, "Sana birşey olacak diye korkuyorum."

 

Güya endişeni yansıtmayacaktın.

 

Bir cevap vermedi ve bu beni daha çok endişelendirdi.

 

"Bu arada Çınar bugün Eylül de kalacak," Söylediğim şeyi cevapsız bırakıp başka bir konu açmıştı çünkü verecek bir cevabı yoktu.

 

İtiraz edemeden konuştu, "Yanında Naz ve Bartu'da var, merak etme kapıda korumalar da var."

 

İtiraz edemedim, şuan belki de daha güvendeydi, "Ben şu masayı toplayayım geliyorum. Sen çık odaya saat geç oldu," Diyerek bu konuşmayı burada bitirdi.

 

Yanağına küçük bir öpücük bırakıp yukarıya çıktım. Üstümü değiştirdikten sonra yüzüme nemlendirici sürdüm. Yatağa doğru ilerlediğimde gülümsedim. Manzara çok güzeldi.

 

Göktuğ içeriye girdiğinde bakışlarım ona kaydı. Başlığa oturup Göktuğ'u izledim t-shirt'ünü çıkartıp üstüne daha rahat bir şeyler giydi, "Manzara çok güzel değil mi?"

 

"Evet, çok güzel."

 

"Baksana şuraya," Diyerek kafamı camdan tarafa çevirdim.

 

"Bakıyorum zaten," İlk başta anlayamamıştım ama sonradan idrak edebilmiştim Göktuğ'a baktığımda içimdeki şımarık kız harekete geçti, "Benim manzaram karşımdayken niye başka yerlere bakayım?"

 

Gülümsedim, "Beni şımartıyorsun."

 

"Seni şımartmak istiyorum zaten güzelim."

 

Gelip yanıma yattı ben de başlığa yaslanmayı bırakıp Göktuğ'a sokuldum. Kolunu bedenime sararken gözlerimi kapattım.

 

Şımartılmak güzel bir his olmalıydı. Ben hiç şımartılmamıştım nasıl bir duygu nasıl bir his bilmiyordum genellikle ailer çocuklarını şımartırlardı özellikle ilk çocuklarını ama beni ne annem ne de babam şımartmıştı. Babalar kızlarnı çok sever derler kızlar da babalarını. Ben daha bugüne kadar hiç böyle bir şey yaşayamamıştım ne babam beni sevmişti ne de ben babamı. Çevremde gördüğüm herkes babasının elini tutardı babasıda kızına istediğini alırdı. Babası kızını şımartırdı...

 

Büyümüştüm sevdiğim adamı bulmuştum ve ilk anda ona sığınmıştım çünkü babasından sevgi görmeyen kızlar gördüğü ilk kişinin kanatları altına sığınırdı ve bu bazılarımız için iyi birşey değildi çünkü kandırılıyorduk. Onlardan sevgi göreceğimizi düşünüyorduk fakat yanılıyorduk.

 

Oysa ki bir kız babasından sevgi görse başka adamların sevgilerine kanıp aşık olmazlardı çünkü ilk aşkları babaları olurdu ve zaten sevgi gördüğü için başka birine ihtiyaç duymazdı.

 

Göktuğ'a daha çok sokuldum. Burnumu boyun girintisine sokup vanilya kokusunu içime çektim. Gözlerim yavaş yavaş kapandı.

 

Karşımda tanımadığım bir adam vardı ama içimde adama karşı öfke besliyordum onu öldürmek istiyordum. Elime bir taş aldığımda adama vurdum adam dengesini kaybedip yere düştü üstüne çıkıp taşla kafasına vurmaya başladım yakasından tutup binlerce kez sırtını yere çarptım kendimi kaybetmiş durumdaydım bunu neden ve ne için yaptığımı bilmiyordum ve garip bir şekilde adam da buna engel olmuyordu. Adam tamamen bilinci kaybettiğinde durdum eli yüzü her yeri kan içindeydi. Büyük bir ihtimalle ölmüş olmalıydı. Üstünden kalkıp biraz ilerledim tekrardan arkama dönüp adama baktım bir an ne olduğunu anlayamadan kafasını hareket ettirip bana baktı ve kanlı yüzü ile gülümsedi.

 

Korkuyla gözlerimi açtığımda etrafıma bakınmaya başladım nerede olduğumu anlamaya çalıştım yanımda Göktuğ'u gördüğümde içime derin bir nefes çektim. İçimde yine her zaman olan o korku oluşmuştu saklanma korkusu.

 

İçerisi karanlıktı sadece pencereden giren ay ışığı içeriyi aydınlatıyordu. Yatakta oturur pozisyona geldiğimde Göktuğ elimi sıktı elimden tuttuğunu daha yeni idrak edebilmiştim. Elimi git gide daha çok sıktığında neler olduğunu anlamaya çalıştım. Yoksa o da mı kâbus görüyordu?

 

Gözlerini olabildiğince sıkıyor dudaklarını birbirine bastırıyordu ve yüzünde endişeli bir ifade vardı, "Gitme," Diye mırıldandı, "Daha küçüksün," Dedi ardından ve bir şeyler daha mırıldanmaya başladı ama onları anlayamamıştım kâbus gördüğünü anladığımda omuzlarından tutup sarsmaya başladım, "Göktuğ," Diye mırıldandım zorlanmadan uyandığında nefes nefeseydi korku içinde bana bakıyordu.

 

"Kâbus gördün," Alnına yapışan saçlarını geriye ittim elimle yanağını okşadım.

 

"Seni uayndırdım mı?"

 

"Hayır ben uyanıktım," Okşadığım yanağına küçük bir öpücük kondurdum,"Haydi tekrardan uyuyalım "

 

Tek kâbuslar ile cebelleşen ben değildim.

 

Yastığa yatıp Göktuğ'a yanaştım daha hâlâ gördüğüm kâbusun etkisinden çıkamamıştım hâlâ içimde korunma dürtüleri vardı, "Göktuğ," Diye mırıldandım.

 

"Efendim?" Nefesi düzene girmişti.

 

"Bana sarılır mısın? Sıkıca."

 

Sarıl bana Göktuğ. Sıkıca. Hiç bırakma her zaman yanımda ol. Kâbus gördüğümde sarıp sarmala beni sarmala ki korkmayayım her zaman battaniyeye saklanmaya çalışmayayım.

 

Bu sözüm üzerine kollarını bedenime sıkıca sardı başımı kolunun üstüne koydum. Korkum yavaş yavaş azalmaya başladı. Belkide her zaman sarılacak birim olsaydı bu kadar ileriye gitmezdi korkularım. Ben de kolumu onun bedenine sardım. İkimizde korkularımızı birbirimiz ile paylaşmıştık paylaşmış ve azaltmıştık.

 

Sabah güneş ışınları ile gözlerimi açtım pencereye baktığımda perdenin kapalı olduğunu görmüştüm normalde perde açıktı yanıma baktığımda Göktuğ'un olmadığını fark ettim yataktan inip odanın içinde dolaştım sonra ise aşağıya inip tüm odalara baktım. Büyük bir ihtimalle ajansa gitmişti.

 

Telefonumu bulup Göktuğ'u aradım ama aramamı cevaplamadı. Bugün çok yoğun olmalıydı. Mesaj bölümüne girip mesaj attım.

 

Asel: Ne yapıyorsun?

 

Karnımın acıktığını hissettiğimde amerikan mutfağa ilerledim. Kendime tost yapmaya başladığımda Çınar'ın ne zaman geleceğini düşünmeye başladım.

 

Bugün evde yalnız olabilirdim ve bu hiç güvenilir değildi. Eylül'ün evine gidebilirdim ama bugün evden çıkmak istemiyordum.

 

Tostum olduğunda yüksek sandalyelerden birine oturdum ekranıma bir mesaj düştüğünde heyecanla kimden geldiğine baktım ama maalesef Göktuğ'dan değildi.

 

Eylül: Bugünde Çınar bizde kalabilir mi? Annemde onu çok sevdi.

 

Artık Eylül Galaksi evrenindeki evindeydi annesine Bartu ve Naz'ı tanıtmış olmalıydı, gerçekten Çınar orada güvendeydi

 

Eylül: Sende buraya gel.

 

Asel: Bugün evde kalacağım.

 

Eylül: Seni zorlamayacağım ne zaman istersen gel.

 

Asel: Tamam;)

 

Telefonu tezgâha koyup tostumu yemeye başladım. İçimde bir his vardı korku gibiydi ama değildi rahatsızdım. Göktuğ'un hâlâ mesajıma cevap vermemesi beni rahatsız ediyordu.

 

Tostumu bitirdikten sonra tezgahın üzerini toplayıp odamıza çıktım. İlk odayı topladım sonra ise üstümü değiştirdim. Ne zamandan beri kitap okumuyordum bu fikir ile keyfim yerine gelmişti aşağıya hızlıca inip kendime bir kitap seçtim.

 

Camın kenarına koyduğumuz salıncağın yanına gittim. Burada kitap okumak çok eğlenceli olacaktı.

 

Ben bir oturuşta kitap bitirebilen biriydim. İzin günlerimde gün boyunca kitap okurdum ama Yıldız evrenine geldim geleli fazla kitap okuyamıyordum. Zaten ihityacımda yoktu çünkü kitaplara taş çıkartacak bir hayat yaşıyordum.

 

Yaklaşık iki saattir kitap okuyordum zamanı en iyi geçirmenin yöntemi bu olmalıydı. Gözlerim bulanık görmeye başladığında kitabı yanıma koydum biraz ara vermeliydim.

 

İsteme günümde ne giyeceğimi düşünüyordum. Telefonumu alıp tekrardan salıncağa oturdum. İsteme günüm için elbise arıyordum ama hiçbiri benim tarzımda değildi.

 

Bir elbise dikkatimi çekmişti hem zarifti hemde sadeydi. Balık elbise modeliydi, maviydi.

 

Asistanımı arayıp ondan küçük bir yardım istemiştim. Elbisenin fotoğrafını atıp diktirebileceği biri var mı diye sormuştum o da olduğunu söyledi. Aklıma gelen şey ile telefonumu tekrardan elime aldım.

 

Asel: Beden ölçülerimi nasıl yapacağız?

 

Asistanım: Ben beden ölçülerinizi biliyorum Asel hanım.

 

Asel: Nasıl?

 

Asistanım: Göktuğ bey size özel bir elbise diktirmişti. Oradan biliyorum beden ölçülerinizi.

 

Asel: Göktuğ beden ölçülerimi mi biliyormuş?

 

Asistanım: Göktuğ bey sizin hakkınızda herşeyi çok iyi biliyor Asel hanım ;)

 

Aptal bir sırıtışla telefonu yanıma koydum. Hâlâ mesajıma cevap vermediğini hatırladığımda gülüşüm yüzümden silindi. Telefonumu tekrardan alıp Göktuğ'u aradım.

 

"Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor..." Aramayı sinirlice kapattım. Endişem git gide artıyordu ve saat ilerliyordu.

 

Bartu'yu aradığımda da yine aynı cevabı almıştım. İliklerime kadar korku hissettiğimde derin bir nefes aldım. Ona birşey olmayacaktı o beni yalnız bırakmazdı.

 

Telefonumdan bildirim geldiğinde heyecanla kimden geldiğine baktım yabancı bir numaradan geldiğini gördüğümde tüm bedenime titreme yayıldı korku ile mesaja tıkladım.

 

Bilinmeyen numara: Sevdiğin adam zarar görürse ne olur?

 

Asel: Zarar görmeyecek.

 

Bilinmeyen numara: Nasıl bu kadar eminsin?

 

Asel: Sen aşk nedir bilir misin?

 

Bilinmeyen numara: Bilirim.

 

Asel: Kalpsizin tekisin, sen aşık olamazsın ve katil biri sevgi besleyemez.

 

Bilinmeyen numara: Katiller aşık olamaz mı?

 

Asel: Olamaz.

 

Bilinmeyen numara: Dillere destan bir aşkım vardı sonra bir belaya bulaştım. Her güzel şeyin bir sonu vardır. Ben de böyle olmayı istemedim.

 

Asel: Her insanın içinde bir kötülük vardır amaç o kötülüğü bastırmaktır

 

Mesaj gelmediğinde telefonu kapattım. Onun hakkında bir bilgi daha kazanmıştık. Güzel bir ilişkisi vardı ama kötü bir yola girmişti. Odaya çıkıp Göktuğ'un katil hakkında aldığı notların olduğu deftere bu bilgiyi de ekledim.

 

Saat 18.25'ti ve bu zamana kadar evin içinde deli koyun gibi dolaşmıştım sanki evin içinde Göktuğ olmadığında zaman geçmiyordu. Dayanamayıp Göktuğ'a bir mesaj daha attım.

 

Asel: Operasyona mı gittin?

 

Şu saate kadar dört kez aramıştım ama telefonu kapalıydı. Git gide endişeleniyordum belkide ajansta görev yapmamış olsam bu kadar endişeye kapılmazdım ama görevlere girmiş biri olarak ne kadar tehlike altında olduklarını biliyordum ve bu daha çok beni endişeye sokuyordu.

 

Karnımın acıktığını hissettiğimde amerikan mutfağa ilerledim. Kendime sıradan birşeyler hazırlayıp atıştırdım.

 

Hâlâ Göktuğ'dan bir mesaj gelmemişti kendimi sıkıntıyla koltuğa attım. Telefonum çalmaya başladığında yattığım koltuktan hızlıca kalkıp telefonuma koştum ama arayan yine Göktuğ değildi. Eylül'ün görüntülü aramasını yanıtladım.

 

Elinde beyaz bir kedi tutan Çınar beni karşılamıştı, "Abla bak," Dedi tatlı tatlı, "Bu Eylül ablanın kedisiymiş," Kadraja sığmaya çalışan Eylül'e baktım.

 

"Ne kadar tatlıymış."

 

Çınar kediyi elinden bırakıp bana baktı, "Sen ne yapıyorsun?" Diye sordu meraklı bir şekilde, "Birşey yapmıyorum aşkım," Ciddi anlamda birşey yapmıyordum, "Göktuğ abi ne yapıyor?"

 

"O bugün evde yok."

 

Eylül ekranı kendisine çevirdi, "Sana buraya gel demiştim."

 

"Bugün evde kalmak istedim," Göktuğ'dan gelecek herhangi bir haberi bekliyorum.

 

Ya biri kapımıza gelip Göktuğ öldü derse?

 

Onun korkusunu yaşıyorum iç ses.

 

Naz'ın arkadan sesini duydum. Sesi sağlıklı çıkıyordu "Bartu'dan haber alamıyorum."

 

"Ben de Göktuğ'dan," Diye yanıtladım.

 

"Ben rahatım," Diye arkasına yaslandı Eylül.

 

"Kalbinde bir yerlerde hâlâ onun izlerini taşıyorsun biliyorum," Diye yanıtladım.

 

"Yok," Diye kısa bir cevap verdi fakat o cevabın altında bir sürü şey yatıyordu.

 

Arkadan biri Eylül'e seslendi, "Ben kapatıyorum annem çağırıyor," Daha ben birşey diyemeden telefonu suratıma kapattı. Ekranla bir kaç dakika bakıştıktan sonra telefonu koyup yukarı kata çıktım.

 

Evi keşfe çıkmak güzel bir fikirdi. Bizim odamız ve Çınar'ın odasının ortasında kalan bir oda vardı ve nasıl oluyorsa bu zamana kadar merakıma yenik düşüp o odaya girmemiştim. Odanın kulpunu indirdiğim de kilitli olduğunu anladım. Odanın kapısının açılmaması beni daha çok meraka sokmuştu. Saatime basıp odanın içine ışınlanamıştım.

 

Bu ışınlanma şeyi yüzünden de mahremiyet diye birşey kalmadı.

 

Orası öyle ama işimize yarıyor iç ses.

 

Odada dikkatimi çeken ilk şey büyük bir tablodaki resmim oldu. Ekip ile ilk pikniğe çıktığımız zaman giydiğim beyaz elbisem ile çizilmiş bir resimdi. Resme doğru ilerleyip daha dikkatli inceledim. Sonra ise odadaki başka bir tabloya baktım. Kahverengi saçları kahverengi gözleri ve beyaz bir teni vardı tablodaki kadının, bu da kimdi?

 

Göktuğ'un bu kadar iyi resim yaptığını bilmiyordum. İlerideki masanın üzerindeki kağıt dikkatimi çekti. İlerleyip üzerinde yazan şeyi okudum.

 

Saçların uçuşurdu rüzgardan.

Yanından seni seyrederdim.

Güneş yakardı, deniz yanardı...

Sen konuşurdun, dinlerdim.

 

Gülerdin...

Susardın, düşünürdün.

Benimle el-ele yürürdün...

Yol biterdi.

 

Görmezdim seni...

Zaman yıl yıl geçerdi.

Uzaktan, çok uzaklardan

Seni seyrederdim.

 

~Özdemir Asaf seni seyrederdim~

 

 

Şiiri gülümseyerek okudum. Belkide bu şiir bizi anlattığı için yazmıştı. Gözlerim tekrardan tanımadığım kadına döndü kim olduğunu merak etmiştim.

 

Odada birçok tablo vardı hatta yarım bırakılmış bir resim bile. Yarım bırakılmış resimde bir adam vardı adamın sadece kolları çizilmişti ve karşısında bir hayaleti andıracak bir kadın vardı kadına sarılıyordu. Kadın aslında yoktu.

 

Resim beni etkilediğinde yanına ilerledim. Olmayan bir kadına sarılan adam acı vericiydi. Resmi tamamlamak için öylece bırakılmış palet ve boyaları aldım. Ben de çok resim çizerdim ama bu yeteneğimi görmezden geliyordum güzel resim çizebiliyordum ama resim çizmek benlik birşey değildi.

 

Adamın kalan vücudunu çizdikten sonra üstü laciverte boyayıp küçük küçük yıldızlar ekledim. Resim tamamlandığında altına kitabımdan bir alıntı ekledim.

 

Aşk yaşatmaz öldürür.

 

Neden bunu yazdığımı sorgulamadım. Bana göre bu resimde terk edilmiş bir adam vardı ya da sevdiği kadını kaybetmiş bir adam. Her türlü acı çekiyordu ve bu acı aşk yüzündendi.

 

Resmi tamamladığımda oturduğum sandalyeden kalktım ve odadan aşağıya ışınlandım. Gözüm duvardaki saate kaydığında gözlerimi yuvarlarından çıkarcasına büyüttüm saat 21.35'ti resim çizerken zamanın ne ara geçtiğini anlamamıştım.

 

Resim çizmek kolay değildi en azından resim çizmeyi sevmeyen biri için. Yaklaşık üç saat boyunca adamın gövdesini çizmeye çalışmıştım amacım Göktuğ'un resmini tamamlamaktı. Mahvetmek istemediğimden dolayı dikkatli ve yavaş davranmıştım ama zamanın bu kadar hızlı geçeceğini düşünmemiştim. Heyecanla telefonuma koşup Göktuğ'dan gelen herhangi bir mesaj var mı diye baktım ama daha mesajımı bile görmemiş hatta iki tik değil bir tik vardı telefonu tamamen kapalı olmalıydı.

 

Kitabımı ve telefonumu yanıma alıp odamıza çıktım. Üstümdeki kıyafetlerimden kurtulup duşa girdim. Duştan çıktıktan sonra üstümü giyindim ve saçlarımı taradım. Son derece müthiş manzaralı yatağımıza ilerledim. Yoldan gelip geçen arabaları izlemeye başladım. Herkes bir koşuşturma içindeydi. Belki bazıları sevdiğine koşturuyor, bazıları partiye yetişmeye çalışıyor, bazıları ise arkasından onu yakalamaya çalışan düşüncelerinden kaçıyordu...

 

Dışarıyı izlemeyi bırakıp kitabımı aldım.

 

Gözlerim yine bulanıklaşmaya başladığında kitabı yanıma koydum saate bakmak için telefonumu aldığımda 11.39 olduğunu gördüm. Göktuğ'dan hâlâ bir mesaj yoktu. Mesaj kutusuna tekrardan girdim.

 

Asel: Neredesin?

 

Asel: Göreve mi gittin?

 

Asel: Bana neden haber vermedin?

 

Asel: Meraktan ölüyorum Göktuğ birşey yazsana.

 

Asel: Telefonunda kapalı endişeleniyorum.

 

Telefonu da alıp yataktan aşağıya atladım Göktuğ gelene kadar yarım kalan filmimi izleyecektim. Böylece zaman daha hızlı geçerdi. Koltuğa oturduktan sonra filmi açtım.

 

Aksi gibi uykum gelmeye başlamıştı uyumamalıydım Göktuğ'un geldiğini gözlerimle görmem gerekiyordu.

 

Filmin bitmesine son on beş dakika kalmıştı. Saat on ikiye gelmiş ama Göktuğ'dan hâlâ ne bir mesaj vardı ne de bir arama.

 

Film bittiğinde hâlâ ekrana bakıyordum sonu beni öyle etkilemişti ki bir iki dakikadır hareket etmiyordum. Kadın adama ihânet ediyor adam kadını öldürüyordu. Sol gözümden bir damla yaş akıp yanağımdan süzüldü.

 

Uyumamak için başka bir film daha açtım ama gözlerim isyan ediyordu arada bir uyukluyor kafam öne düşüyordu. Uyumamak için yüzümü birkaç kez tokatladım.

 

Yazardan

 

Bazı aşklar vardır çok sık rastlanılmazlar. Cidden birbirlerini severler, birbirleri için ölümü göze alırlar, hiçbir zaman birbirlerinden vazgeçmezler. Eminim ki şuan bu satırları okuyan kişilere böyle biri dek gelmedi çünkü gerçekten seven biri yok.

 

Ya da şöyle diyeyim gerçekten seven erkek yok.

 

Hayatın gerçeklerinden kaçmak için kitaplara sığınanlar, hayatın gerçeklerinden kaçmak için telefona sığınanlar, hayatın gerçeklerinden kaçmak için kitap yazanların, hayatın gerçeklerinden kaçmak için çok gülenler ya da sevdiği kişiyi unutmak için herşeyi yapanlar. Hepinize selam! Ben sizi anlıyorum kimse sizi anlamasa da kimse anlattıklarınızı dinlemesede ya da dinleyip boşver dese de ben sizi anlıyorum.

 

Gece saat 03.05 Göktuğ operasyondan gelmiş eve girmişti koltukta uyuya kalan Asel'i fark ettiğinde gülümsüyordu televizyonda farklı bir film açık kalmıştı önce kumandayı alıp filmi kapattı ardından Asel'i kucağına aldı ve odalarına çıktı Asel'i yatağa yatırdıktan sonra kaç saattir kapalı olan telefonunu açtı ve ekrana mesajlar hücum etti...

 

Asel'den gelen mesajlara tıklayıp hepsini tek tek okudu bakışları Asel'e kaydığında yüzünde istemsizce bir gülümseme oluştu birinin onu merak etmesi hoşuna gitmişti ama Asel'e bu korkuyu yaşattığı için kendine kızdı. Üstündekilerden kurtulup kendini banyoya attı. Sıcak bir duşun ardından üstüne rahat birşeyler giyip Asel'in yanına uzandı elini kafasının altına almış tatlı tatlı uyuyan kıza iç çekerek bakıyordu. İçinden ben ne yaptımda onu hakketim diye geçirdi.

 

Aslında Göktuğ çok şey yapmıştı. Bir yıl boyunca Asel'i uzaktan sevmişti, her türlü beladan başını kurtarmıştı, Asel'i koruyabilmek için kendini düşmanların eline bırakmıştı. Çok şey yapmıştı.

 

Asel'in yüzüne düşen saçları geriye attı. Elini pürüzsüz yüzünde gezdirdi çok narindi Asel onun için, elinin altında sanki bir porselen tutuyormuş gibiydi.

 

Eylül, Çınar, Naz ve Eylül'ün annesi Neslihan çoktan uykuya dalmışlardı. Çınar için çok güzel bir gün olmuştu çünkü Eylül ve Naz ona fazlasıyla ilgi gösteriyorlardı.

 

Murat Galaksi evrenindeydi oradan kendine bir ev tutmuştu ve Yıldız evreninde başka bir ajansa geçiş yapmıştı. Uyumuyordu elindeki sigarası eşliğinde dışarıya izliyordu. Kendince sebepleri vardı ama bunlardan kimseye söz edemiyordu çünkü sevdiğine zarar gelmesini istemiyordu. Göktuğ ona kızmakla haklıydı ama Murat'ta haklıydı. Murat'ın telefonu çalmaya başladığında kaşlarını belli belirsiz çattı bu saatte onu kim arıyordu?

 

Bilinmeyen bir numaradan gelen çağırıyı yanıtladı. Ses değiştirici ile konuşan kişinin sesini duyduğunda içine derin bir nefes çekti, "Aferin," Dedi gülerek karşıdaki kişi.

 

"Sal peşimi."

 

"Seninle son bir işim kaldı o da mezarına çiçek atmak."

 

"Sen ancak hayâl ku-" Sözünü tamamlayamadan telefon yüzüne kapandı.

 

Ölmekten korkmuyordu şuan gelse ve Murat'ı öldürse Murat ağzını açıp tek kelime etmezdi çünkü artık arkasında bırakacak tek bir kişisi bile yoktu. Eylül ondan nefret ediyordu ve ölümden korkmamasının sebebi de bu idi.

 

Annesini düşündü Murat acaba şuan ne yapıyordu? Ya da babası o ne yapıyordu? Murat'ın babası sandığı adam aslında babası değildi annesi evliyken başka bir adam ile aldatmıştı kocasını Murat ise bir gecelik meyvenin tohumuydu. Babası sandığı adam yani Haluk bunu öğrendiğinde annesini terk etmişti anneside bundan yararlanıp evden ayrılmıştı üstelik Murat'ı arkasında bırakar. Haluk Yıldız evrenini terk etmişti annesi ise başka bir adam ile evlenmişti Murat'ta ortada kalmıştı ama halası -aslında halası olmayan- onu yanına alıp büyütmeye başlamıştı halası onun hiçbir suçu olmadığını biliyordu ortada kalmaması için yanına almıştı. Naz ile ikisi abi kardeş gibi büyümüşlerdi.

 

Asel'den

 

Farklı bir yerdeydim evimde değildim film izlemiyordum. Bir evdeydim ama bu evi hayatımda hiç görmemiştim heryer bembeyazdı. Dolaplar, halılar, duvarlar, koltuklar, kapılar. Tanımadığım biri yanıma geldi yüzünü göremiyordum tüm vücuduna ışık vuruyordu ama yüzü karanlıkta kalıyordu.

 

"İnanmamalıydın."

 

"Neye?" Diye sordum merakla.

 

"Ona."

 

Herşey gittikçe garipleşiyordu kaşlarımı çattım. "Kime inanmamalıydım?"

 

"Ona işte."

 

Konuşmayı bırakıp arkasını dönüp gitti. Arkasından öylece bakakaldım. Kime güvenmemeliydim? O, dediği kişi kimdi?

 

Göktuğ gülümseyerek yanıma geldi, "Güzelim," Yanıma yaklaşık yanağımdan öptü.

 

"Göktuğ biri geldi bana birine güvenmememi söyledi," Dedim kafa karışıklığıyla.

 

Bir an herşey siyaha büründü. Koltuklar, duvarlar, kapılar herşey siyah oldu aydınlık hava karardı Göktuğ'un yüzündeki gülüş silindi, "Güvenmemeliydin," Dedi.

 

"Kime?" Dedim korkuyla.

 

"Bana," Belinden çıkardığı silah ile kalbimi nişan aldı ve tetiği çekti.

 

Hızlı nefeslerim eşliğinde gözlerimi araladım her yerim ter içinde kalmıştı korku bedenimi ele geçirmişti.

 

Yanımda Göktuğ'u gördüğümde irkildim ardından etrafıma bakınmaya başladım ben burada uyuya kalmamıştım muhtemelen Göktuğ geldiğinde beni yatağa taşımıştı.

 

Yatakta kıpırdanıp oturdum elimi kalbimin üzerine bastırdım. Artık her gece kâbus görmekten bıkmıştım annemin öldüğünü sandığım günden beri kâbuslar peşimi salmıyordu ve buna hiçbir şey engel olamıyordu. Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım gördüğüm kâbusun etkisinden hâlâ çıkamamıştım bazenleri gördüğüm kâbuslar aşırı saçma oluyordu ama saçma olmasına rağmen beni korkutmaya yetiriyordu bu da saçma olan kâbuslarımdan biriydi Göktuğ'a neden güvenmeyecektim? Veya Göktuğ neden beni vuracaktı?

 

Yatakta kıpırtı hissettiğimde Göktuğ'a baktım gözlerini aralamış bana bakıyordu sorarcasına, "Asel?" Dedi. Yanına uzandım, "Ne zaman geldin?"

 

"Neden uyanıksın?"

 

"Kâbus gördüm," Elini belime yerleştirdi ve beni kendine çekti. Hiçbir şey söylemeyeceğini anladığımda fazla aklıma getirmemeye çalıştığım ama deli gibi merak ettiğim soruyu sordum, "Resim odandaki kahverengi gözlü kadın kim?"

 

Gözleri kapalıydı sanki uykuya dalmaya çalışır gibiydi. Bir anlığına nefes almayı bıraktı sanki bu soru onu dumura uğrattı. Yoksa o kadın onun için farklı bir konumda mıydı? Kâbusum ya gerçekse?

 

"Ablam," Dedi birden, ay ışığı yüzüne vurduğunda daha da çekici oluyordu gecenin karanlığında parlayan kahverengileri dikkat çekiyordu.

 

"Ablan mı?" Diye sordum.

 

"Ölmeseydi nasıl olurdu diye düşündüm bunu da resme aktardım."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım, "Oda kilitliydi ama ben yine de girdim kızdın mı?"

 

"Hayır," Dedi uykulu bir ses ile.

 

Susmuştuk ikimizde ama suskunluğu Göktuğ bozmuştu, "Yarın istemeye geleceğiz seni," Kalbimin teklediğini hissettim.

 

Sabah uyandığımda yanımda yine Göktuğ'u görmemiştim. Telefonum çalmaya başladığında yataktan inip telefonumu aldım asistanım arıyordu.

 

"Efendim?"

 

"Elbiseniz hazır Asel hanım."

 

Gözlerimi büyüttüm, "Bu kadar çabuk mu?"

 

Güldü, "Evet, isteme evine elbisenizi gönderdim."

 

Şaşkınlıkla bir soru daha yönelttim, "Sen isteme olacağını nereden biliyorsun?"

 

Yine güldü, "İyi günler Asel hanım," Telefonu kapattığında bir kaç dakika olduğum yerde kaldım sonra ise üstümü değiştirdim ve hiç vakit kaybetmeden Galaksi evrenindeki evimin sokağına ışınlandım.

 

İlk önce Göktuğ'a bir mesaj gönderdim.

 

Asel: Ne yapıyorsun? Ben Rahime ablaya geldim;)

 

Sokağın ortasında düşünceler üstüme hücum etti. Kim derdi Göktuğ ile evleneceğimi? Ona o kadar sinir ve gıcık giderken bu noktalara geleceğimizi kim bilebilirdi ki?

 

Apartmana girip Rahime ablanın evine gittim kapıyı çaldığımda önde Rahime abla arkasında Eylül, Eylül'ün arkasında Naz, Naz'ın arkasında asistanım vardı Rahime ablanın önündeki Çınar'ı ise daha yeni fark edebiliyordum. Şaşkın bir şekilde gözlerim hepsinin üzerinde dolaştı.

 

İstemeye veya düğüne çok fazla kişinin gelmesini istemiyordum çünkü bir facia daha yaşanacak diye korkuyordum.

 

Rahime abla omuzumdan çekiştirip beni içeriye kattı, "Ne duruyorsun kız orada öyle?"

 

"Siz nereden biliyorsunuz ya?" Diye sordum en sonunda.

 

Eylül dudaklarını sarkıttı, "Bize söylemeyecek miydin? Aşk olsun."

 

"Ben öyle bir şey mi dedim?" Diye isyanda bulundum.

 

Naz, "Göktuğ söylemeseydi bizim haberimiz yoktu son dakika öğrendik!"

 

Arkadan tanımadığım bir ses, "Yalan söylemeyin kıza en baştan beri haberiniz var," Dedi.

 

"O kim?"

 

"Annem," Dedi Eylül gülerek.

 

İçeriye doğru ilerledim elli yaşlarında bir kadındı ama sanki daha yaşlıymış gibiydi, "Merhaba," Dedim gülümseyerek o da aynı karşılığı bana verdi.

 

"Bunlar yalan söylüyor," Dedi Naz ve Eylül'ü gösterirken, "En baştan beri haberleri var hazırlık yapıyorlardı."

 

"Ne hazırlığı?" Anladığım kadarıyla bugün şok üstüne şok yaşayacaktım.

 

Naz boğazını temizledi, "Şöyle ki bugün seni istemeye gelecekler o yüzden canım, ilk kahvaltımızı yapacağız sonra evi hazırlayacağız sonra da seni."

 

Kaşlarımı çattım, "Evi falan süslemeye gerek yok ben abartılı bir şey istemiyorum," Diye karşı çıktım.

 

"Sus kız," Dedi Rahime abla, sonra kolumdan tutup tezgahın üzerine hazırladıkları kahvaltının başına oturttu, "Bir kere isteneceksin o da adam akıllı olsun."

 

"Abla abartıya ne gerek var ama?"

 

Herkes sandalyelere oturdu, "Sen karışma Aselciğim," Dedi Eylül.

 

Çınar, "Sen şimdi Göktuğ abi ile mi evleneceksin?"

 

Elimi çeneme yasladım, "Evet aşkım," Dedim mutlu mutlu.

 

Naz sevinçle bir çığlık attı, "Valla şuan kendim evleniyormuşum gibi sevindim."

 

"Gerçek dost diye buna denir," Diye elleriyle Naz'ı gösterdi Eylül.

 

"Haydi çabucak yapalım şu kahvaltımızı daha evi hazırlayacağız," Diye araya girdi Rahime abla.

 

"Evet, haklısın," Ağzındaki lokmalar ile konuşmaya çalıştı Naz. Başımı her iki yana sallayarak ben de yemeye başladım. Abartıyı sevmezdim hatta yapılan düğünler bile bana çok saçma gelirdi.

 

Kahvaltıyı yaptıktan sonra ben bulaşıkları yıkamaya başladım Naz, Eylül ve Rahime ablada evi süslemeye başladı.

 

Yaklaşık iki saat sonra evi süslemişlerdi ve çok şükür ki abartmamışlardı. Boş duvarın önüne her iki tarafıda altın sarısına boyanmış demir konulmuş bu demir birleştirilmiş ve etrafına altın sarısı bir led sarılmıştı. Her tarafa iki tane balon konmuştu ve bu demirlerin yanına sehpa konmuştu sehpa da iki kutu vardı biri Göktuğ'un yüzüğünü koymak için biri de benim yüzüğümü koymak içindi.

 

"Haydi seni hazırlayalım," Diye kolumdan çekiştirdi Naz.

 

Burada olduğunu sonunda belli eden asistanım, "Elbise size çok yakışacak," Dedi. Kendisi hep sessiz biri olmuştu bir ortamda bile insan varlığını unutuyordu.

 

"Ne ara yaptırdın ben onu anladım," Dedim gülerek.

 

"Konu siz olunca yapamayacağım birşey yok Asel hanım."

 

Yüzümde içten bir tebessüm oluştu.

 

Ben ve Eylül Rahime ablanın odasındaydık makyajımı Eylül yapacaktı iddia ettiğine göre makyajda çok iyiydi ve bunu anneside onaylamıştı. Elbiseyi üstüme giydiğimde tam olmuştu. Beli ve baldırlarıma yapışan elbise diz kapağımın biraz üstünde bolarmaya başlıyordu. Ayakkabı konusu benim aklıma bile gelmemişti ama Eylül saolsun bana beyaz bir topuklu almıştı.

 

"Güzellik abidesi misin?" Diye sordu hayran hayran.

 

Hiçbir şey demeden aynada kendime bakmaya devam ettim. Önceki hayatımda elbise nedir bilmezsin eşofman, kot takılırdım ama şimdi öyle değildi.

 

"Ben bu elbiseye uygun bir makyaj yapacağım sana gel!" Diye kolumdan tutup beni sandalyeye oturttu.

 

Yaklaşık bir saattir falan makyajıma uğraşıyordu ve bunun daha saçı vardı göz makyajımı bitirip dudağıma ruj sürmeye başladı. Sonunda gerileyip, "Bitti," Diye bağırdı elinde küçük bir ayna ile geldi.

 

Göz pınarlarıma eyeliner sürmüş eyelinerin ucunu ise koyu mavi ve açık mavi ile bitirmişti alt kirpiklerimin altına ise yine koyu mavi ve açık mavi sürmüştü kirpiklerime fazla rimel sürmüştü neredeyse Allah katına çıkacaklardı. Dudağıma dudak rengime çok yakın bir ruj sürmüştü.

 

Hüzünlü bir şekilde aynaya baktım, "Gece kulübüne mi gidiyorum Eylül?" Diye sordum.

 

"Beğenmedin mi?"

 

"Fazla abartı."

 

"Uçarım sana buradan Asel. Kaç saat uğraştım ben o makyaja."

 

"Tamam çok güzel olmuş bebişim. Zaten ben çirkin demedim sadece bana uygun değil çok abartı."

 

"Haydi kalk kalk," Diye konuyu değiştirdi, "Daha biz hazırlanacağız. Senin saçını yapacağız."

 

Kapı açıldı ve içeriye Çınar girdi siyah bir takım elbise giydiğini gördüğümde kendimi tutamayıp güldüm, "Çok tatlısın ya."

 

"Yürüyen takım elbise," Diye Eylül'de güldü kendimi tutamayıp büyük bir kahkaha attım. Çınar Eylül'e kötü kötü bakmaya başladı, "Ablana çekecek herhâlde boyun," Diye bir kahkaha daha patlattı bu sefer sadece Çınar değil ben de sinirli bir şekilde bakıyordum Eylül'e elini ağzına kapatıp susmayı deniyordu ama bir türlü gülmesine engel olamıyordu.

 

Evdeki bütün herkes hazırlanmıştı Bartu Naz'ı arayıp beş dakikaya burada olacaklarını söylemişti kalbim küt küt atıyordu fazla heyecanlıydım.

 

Dışarıdan motor ve araba sesleri geliyordu motora sürekli ara gaz veriyorlardı dayanamayıp pencereye çıktım nerede motor orada ben.

 

Önde üç tane motor arkada da üç tane BMW vardı motorluların ellerinde meşaleler vardı buna anlam veremeyip kaşlarımı çattım.

 

"Oha böyle bir isteme olacağını bilmiyordum," Dedi Naz, cama yapışmıştı resmen.

 

"Oha," Dedim şaşkınca.

 

Bir anda korna çalmaya başladıklarında elimi ağzıma götürdüm Göktuğ bir kızın nasıl isteneceğini bilmezken yaptığı jest aşırı güzeldi yanımda video çeken Naz'da en az benim kadar şaşkındı.

 

Arabalar ve motorlar durdu kendimi tutamayıp kapıya koştum.

 

"Asel hanım düşeceksiniz," Dedi asistanım.

 

"Yok düşmem," İçimde nasıl bir heyecan varsa topuklu ile koşmaya başlamıştım. Kapıyı açıp Göktuğ'u beklemeye başladım.

 

Az sonra elinde kask çiçek ve çikolata ile gelen Göktuğ'u görünce karşısında eriyip bitmek istedim. O kask neydi öyle? Ölürdüm ölür.

 

Yok ben bayılıyorum.

 

Elindeki çikolatayı ve çiçeği bana uzattı, "Teşekkür ederim," Dedim sabit tutmaya çalıştığım sesimle. Neredeyse heyecandan çenem titremeye başlayacaktı.

 

Arkadan Derya hanım ve Bartu'da geldi.

 

Kapının önünden çekilip içeriye davet ettim. Herkes içeriye girdiğinde koltuklara oturduk az sonra kahve yapmaya kalkacaktım. Derya hanım yüzüme gülümseyerek bakıyordu ona en içten gülümsemelerimden birini gönderdim.

 

Rahime abla, "Haydi kahveleri yap sen," Dedi.

 

Öncelikle gözlerim Çınar'ı aradı sonra ise Göktuğ'un kucağında kaskı incelediğini gördüm.

 

Ben, Eylül, Naz ve asistanım amerikan mutfağa ilerledik. Ben kahve yapmaya başlarken Eylül konuşmaya başladı, "Bak şimdi sen kahveyi yapınca bir video yapacağız videoda herkes sırayla kahvenin içine tuz atacak ve tuzu ne için atacağını söyleyecek."

 

"Tuz falan atmayacağız."

 

Eylül, "Ne o kıyamadın mı?"

 

"Evet, kıyamadım."

 

Naz çok ciddi bir şekilde konuştu, "O kahveye tuz atılacak ve o video yapılacak yapılmazsa seni Göktuğ'a vermeyiz bak."

 

"Beni sizden istemeyecekler Rahime abladan isteyecekler."

 

Eylül sessizce güldü, "Rahime ablada bu videoyu çekecek zaten."

 

İsyan edercesine Eylül'e baktım.

 

Eylül, "Her türlü o video yapılacak."

 

Kahveyi yaptıktan sonra Hepiniz Rahime ablanın odasına geçtik, "Ayıp olacak ama içeridekilere."

 

Naz, "Olmaz."

 

Kahve tepsisi elimde sıraya girmiş kızlara baktım bunlarda bir gram akıl yoktu.

 

Videoyu çeken asistanım konuştu, "Başlattım."

 

En ön sıradaki Rahime abla tuzu kahveye attı, "Bu Asel'imi üzeceğin her bir gün için."

 

"Rahime abla o beni üzmeyecek," Diyerek araya girdim arkadan Naz konuştu, "Sus Asel," Çenemi kapatıp önüme döndüm.

 

Eylül gelip kahveye tuzu attı, "Bu Asel'imi bizden aldığın için."

 

Ardından Naz geldi o da tuzu kahveye attı, "Bu Asel için değil benim için Göktuğ. Küçükken beni ağlattığın her gün için," Kameranın dibine girdi, "Bu arada en çok tuz ben de vardı."

 

Asistanım videoyu bitirdiğinde Rahime abla koşa koşa içeriye gitti. Hepsinin suratına sinirli bir şekilde bakmaya başladım ardından hiçbir şey demeden içeriye gittim. Göktuğ'um canım kocam dalağını yerinden sökecekler.

 

Ne ara kocan oldu?

 

En başından beri.

 

Kahveleri herkese tuttuğumda en son Göktuğ'a verdim. Sonra ise gidip koltuğun yanına konmuş sandalyeye oturdum herkes kahvelerini içerken gözüm Göktuğ'da idi kahveden bir yudum aldı ve yüzünde hiçbir mimik oynamadı hemen gözlerim diğer kahve içenlere kaydı onlarda normalce kahvelerini içiyordu sonra tekrardan Göktuğ'a baktım normal bir kahveymiş gibi içmeye devam ediyordu. Yanımda oturan Eylül'e eğildim, "Kahveye biz tuz atmadık mı?" O da şaşkınca bana bakıyordu, "Aslında atmıştık," Derin bir nefes aldım, "Acaba kahve başka birine mi gitti?"

 

Naz araya girdi, "Yok ben çok dikkat ettim doğru kahveyi verdik Göktuğ'a."

 

Biz kendi aramızda konuşurken diğer kişiler ise nasılsınız, iyiyiz diye konuşuyorlardı.

 

Hepimiz önümüze döndük ve konuşulanları dinledik. Normal konuşmalar bittikten sonra Derya hanım asıl konuya geldi, "Efendim bizim gelme sebebimiz belli," Yerimde doğruldum. Derya hanım bodoslama konuya daldı, "Allah'ın emri... " Hepimiz devamının gelmesini beklerden Derya hanım sus pustu, "Ben yapamıyorum bu işi başka biriniz isteyin," Dediğinde gülmemek için elimi ağzıma kapattım. Konuyu Bartu hemen toparladı.

 

"Efendim buraya gelme sebebi ziyaretimiz belli," Sanki yıllardır bu anı bekler gibi konuşuyordu Bartu, "Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızınız Asel'i oğlumuz Göktuğ'a istiyoruz."

 

Rahime abla boğazını temizledi, "Gençler birbirini görmüş beğenmiş e bize de evet demek düşer," Dediğinde kalbim tekrardan şahlandı, "Verdim gitti!"

 

Eylül hızlıca ayağa kalkıp tepside ki yüzükleri getirdi, "Yüzükleri ben takacağım kurdeleyi de ben keseceğim parayıda ben alacağım," Dediğinde hepimiz güldük. Göktuğ ile ayağa kalkıp Eylül'ün yanına ilerledik Göktuğ alıcı gözler ile beni izlediğinde Eylül yüzükleri parmağımıza taktı kurdeleyi kesti. Eylül Göktuğ'a tepsiyi uzattı Göktuğ bonkör bir şekilde paraları tepsiye bıraktı.

 

"Ben de para istiyorum," Diye ikimizin arasına girdi Çınar Göktuğ gülerek Çınar'a eğildi, "Al bakalım bu da senin paran."

 

Çok heyecan verici ve mutlu bir gündü ve bu günün bitmesine az kalmıştı Naz fotoğraflarımızı çekerken Göktuğ sessizce konuştu, "Hayâl edemeyeceğim kadar güzel olmuşsun."

 

"Hayâl edemeyeceğim kadar kadar yakışıklı olmuşsun."

 

Çok korkuyordum aslında. Bu iyi gün yine kötü bir gün ile sonuçlanacak diye ödüm kopuyordu ama hiç birşey olmamıştı. En azından şimdilik olmamıştı.

Alsel'in yüzüğü

Bölüm : 04.02.2025 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...