
~Yazar olsam ne işe yarar ki ikimize mutlu bir son yazamadıktan sonra~
Kafamı kaldırıp büyük pencereleri olan eve bakıyordum, gitmekte çok kararsız kalmıştım ve babamdan fikir almıştım. O ise bana şöyle demişti: "Hâl ve hareketlerin her şeyi açıklıyor, ilk göz nurum." Ve bu söz de bana her şeyi açıklamıştı, bu yüzden babama güvenip Göktuğ'un evine gelmiştim.
Siyah çelik kapının yanındaki zile bastım. Birkaç saniye sonra otomatik kapı açıldı, kapıyı itip içeriye girdim. Lüks bir evde yaşıyordu...
Beyaz kapı açıldığında Göktuğ'u gördüm. Hızlı adımlarımla yanına ilerledim, "Geleceğini biliyordum," dedi gülümseyerek. Kapıdan çekilip beni içeriye davet etti.
Evi tüm ihtişamıyla dikkatimi çekiyordu, "Evin çok güzelmiş."
"Senin kadar güzel olamaz."
Kahverengi harelerine takıldım, takılmamak mümkün değildi ki. İltifatına en içten gülümsemelerimden birini verdim, çünkü böyle bir iltifata nasıl karşılık verilirdi bilmiyordum.
Evine girdiğimde içeriyi inceledim, "Şimdi sen benim resmimi mi çizeceksin?" diye sordum. Bunun düşüncesiyle hazırlanmıştım, bu yüzden üzerime vücudumu saran okyanus mavisi bir elbise giymiştim, ayakkabı olarak beyaz stiletto tercih etmiştim, saçlarımı bukleler hâline getirip bir omzumun üstüne atmıştım. Gözlerime çok açık mavi bir far sürmüştüm.
Onun bana hitap ediş şekli gibi okyanus gözlü bir kadına yakışacak şekilde giyinmiştim.
"Bir ressam ile neden yakın olmalısın biliyor musun Asel?" diye sorduğunda düşünmeye başladım.
Sorunun cevabını bulamadığımda ise Göktuğ'a döndüm, "Neden?"
"Çünkü bir ressam ile tanıştığında, o ressam sen öldüğünde bile hiçbir şeyini unutmaz; çünkü seni çoktan hafızasına kazımış ve resme aktarmıştır."
"Peki bir yazar ile neden yakın olmalısın, biliyor musun Göktuğ?"
"Neden?" diye sordu, sanki sorunun cevabını benden duymak ister gibi.
"Çünkü yaşadığınız anıları ölümsüzleştirir," daha konuşmam bitmeden, "Nasıl?" diye sormuştu, "Hiçbir şeyi unutmamak için kağıda aktarır," kahverengi harelerine baktım, "Bir yazar ile yakın olursan," dediğimde bir adım yaklaştım, "Anında senin için güzel cümleler kurabilir... Ve en önemlisi, bize mutlu bir son yazabilirim..."
Ve Asel nereden bilebilirdi ki başka bir evrende Göktuğ ve kendisine mutlu bir son yazamadığını?
"Bize mutlu bir son yaz Asel."
Fazla yakınlaştığımızı hisseden kalbim göğüs kafesime yumruklar atmaya başladı. Etrafımda bir tur dönüp karşısında bir oyuncuymuş gibi eğildim, "O iş bende, Göktuğ Bey. Yazar Asel ikimize hemen bir mutlu son yazacak."
Romantik anların katiliydim.
Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında gülüşünden öpmek istedim.
Bir koltukta nazik bir şekilde bacak bacak üstüne atıp oturuyordum, başım pencereye çevrili manzarayı izliyordum ve yaklaşık yarım saattir böyle duruyordum çünkü Göktuğ beni çiziyordu, "Yeter yoruldum, boynum tutuldu vallahi."
"On beşinci oldu." Tam on beş kere aynı cümleyi kullanmıştım.
"Bak şimdi sen telefondan benim fotoğrafımı çek, oradan bakarak çiz beni."
Fırçayı elinden koydu ve kollarını sandalyenin her iki tarafına yasladı, bir bacağı diğerinin üzerinde rahat bir şekilde duruyordu, kafasını yana eğip bana baktığında kalbimde kelebekler uçuşuyordu, "Ne zaman söylenmeyi bırakacaksın, okyanus gözlü kadın?"
"Sen böyle bakarsan susarım," dediğimde gözlerim büyümüştü, ağzım benden habersiz neler diyordu? Başımı tekrardan pencereye çevirdim, "Yani öyle demek istemedim, ben şey, sustum, çizmeye devam edebilirsin."
"Sen istersen ben sana her saat, her dakika, her saniye böyle bakarım."
Fazla hızlı gidiyorduk, fazla hızlı gidiyorduk... Buraya sadece resmimi çizmesi için gelmiştim ama biz nikah dairesine doğru uçuyorduk.
"Ne kadar kaldı resim?" diye sordum.
Konuyu değiştirmiş olmama alttan alttan gülmüştü, "Az kaldı."
25 Aralık
Karşımdaki aynadan üzerimde zarifçe süzülen gelinliğe bakıyordum. Bugün ben evleniyordum... Bugün hem doğum günüm hem de evlilik günümdü. O günden sonra Göktuğ ile evlilik kararı almıştım. Babam benim gözümdeki aşkı görünce fazla sevgili kalmamızı istememiş, hemen nişanlanmıştık. Dört ay nişanlı kaldıktan sonra evlenme tarihimizi belirlemiştik. Göktuğ, evlenme tarihimizin benim doğduğum günüm olması için çok ısrar etmişti.
O gün beni çizdiği resmi hâlâ görememiştim. Nasıl olduğunu çok merak etsem de inatla göstermemişti. Daha zamanının olduğunu söyleyip duruyordu.
Kapı tıklatıldıktan sonra içeriye babam girmişti. İnanır mısınız, gözleri dolu doluydu. Belki de bir babada görebileceğimiz en duygusal şeylerden biriydi, "Babacığım," diyerek yanına gittim ve sarıldım. Ben de ağlamaya hazırdım çünkü babamdan ayrılmak bana çok zor geliyordu.
Yüzümü avuçları arasına alıp alnımdan öptü, "Bana bak, o adam seni üzecek olursa ilk beni arıyorsun."
"O beni üzmez."
Nereden bilebilirdi ki başka bir evrende onu öldürdüğünü.
"Erkekler evlendikten sonra değişir."
"Sen değiştin mi?"
Çapkınca gülümsedi, "Ben hariç."
"Baba," dedim kelimeleri uzatarak.
"Ben senden nasıl kopacağım meleğim?" demişti ağlamaklı bir sesle. O zaman ben de bütün ipler kopmuştu, hüngür hüngür ağlamaya başladığımda babama kızmaya başladım, "Beni ağlattın baba, Allah'tan akmayan rimel sürmüştüm. Düğün günü insan mı ağlatılırmış?" diyerek ağlıyordum.
"Kendine gel, benim ağlamamam gerekiyor." Babamın gözünden bir yaş süzüldüğünde daha içten ağlamaya başladım, "Ağlama babacığım, ben her gün size geleceğim merak etme." Babam bana sarıldı ve başıma minik öpücükler kondurdu, "Hele bir gelme, o evi başınıza yıkarım."
Gözyaşlarımı silip babama baktım, "Baba beni unutmazsın değil mi evlenince?" diye sordum.
"Alzheimer bile olsam seni unutmam."
"Öyle deme ya," başımı babamın omzuna koyarak biraz daha ağladım. Ben evimden ayrılmaya hiç hazır değildim.
Bir daha hiçbir gece babam yatağıma gelip iyi geceler öpücüğü vermeyecekti.
Bir daha hiçbir pazar kahvaltısını yapamayacaktık.
Bir daha babamla birlikte futbol izleyemeyecektik.
Bir daha hiçbir zaman babamla şarkı açıp oynayamayacaktık.
Bir daha hiçbir zaman babamla el ele tutuşup çarşıda gezemeyecektik.
"Sil o aklındaki düşünceleri," dedi babam, "Evlenmiş olsan da yaptığımız her şeyi yapmaya devam edeceğiz."
"Ederiz değil mi?"
"Ederiz tabii, ilk göz nurum."
Kapı tıklatıldığında babam alnımdan bir kez daha öptü, "Görüşürüz meleğim."
İçeriye Göktuğ girdiğinde adım atmakla atmamak arasında kalmıştı fakat babam, "Gel damat," demişti. Gelmese olurdu, çünkü babam Göktuğ'a öğüt vermeye başlayacaktı. Göktuğ içeriye girdikten sonra kapıyı kapattı. Babam Göktuğ'un karşısına geçip ellerini cebine koydu, "Bak şimdi damat," diyerek söze girdi, "Arkanda gördüğün kız var ya, ha o kız benim ilk göz nurum işte. Eğer ki onun bir teline zarar gelecek olursa, kim olursa olsun karşısında beni bulur. O kızı hiç kimsesiz sanma, çünkü ben onun kimsesiyim. Ben ona bir kere olsun sesimi yükseltmedim, çocukluğunda bile..." Haklıydı, bana ne sesini yükseltmişti ne de elini kaldırmıştı, "Yani anlayacağın, kızıma iyi bakmazsan, ben sana çok iyi bakarım."
Göktuğ'un gözleri beni bulduğunda gülümsedi, "Emanetinize çok iyi bakacağım efendim," dedi.
Babam Göktuğ'un omzuna üç kere vurdu, "Aferin," dedi ve çıktı.
Göktuğ ile yalnız kaldığımızda ne ara bu noktaya geldiğimizi düşünüyordum. Daha dün birbirimize kitapların arasında notlar bırakıyorduk... Başımı hafif sağa yatırıp baştan aşağı onu süzdüm, takım elbise ne de güzel yakışmıştı. Belki de dünyanın en yakışıklı damadıydı...
"Belki de dünyanın en güzel gelinisin," dediğinde aklımı okuduğunu falan düşündüm.
Etrafımda döndüm, "Güzel olmuş muyum?" diye sordum.
"Ben hiç buralara geleceğimizi düşünmemiştim."
"Bazen hiç bilmeden hayat, bize sürprizler yapabilir."
Başımı kaldırıp yüzüne baktım, "Sence bir çocuğumuz da olur mu?"
Alnını alnıma yasladı ve soran gözlerle, "Sence?" dedi.
"Olsun..."
"Ve senin gibi de mavi gözleri olsun."
⚔
Nikah memurunun sorduğu soruya yüksek bir sesle, "Evet!" diye bağırdım. Nikah memurunun verdiği evlilik cüzdanını aldıktan sonra ise tüm gücümle Göktuğ'un ayağına bastım. Yüzüne baktığımda ise sevimlice gülümsüyordu, yanına yaklaşıp sessiz bir şekilde, "Acımadı mı?" diye sordum.
"Acıdan kıvranıyorum, bütün gücünü benim üzerimde denedin," dediğinde gülmek üzereydim, saçlarımı savurdum, "Güçlüyümdür."
Yanıma bütün yakınlarım gelip mutluluklar dilemişti ama en çok zamanı ailem ile geçirmiştim. Sanırım onlarla bundan sonra çok sık görüşemezdim. Belki de haftada üç kez...
Artık minik kuşun yuvadan ayrılma vaktiydi...
"Abla yalvarırım gitme," gelinliğimin eteğine yapışan Çiğdem'den kurtulmaya çalışıyordum, "Birdaha seninle hiç kavga etmeyeceğim, ne olur gitme."
"Çiğdem beni bir sal ya yeter!"
"Abla ben sensiz nasıl uyuyacağım."
"Kendin uyumaya alış artık."
Ağlamaktan rimeli akmıştı, "Abla!" diye bir feryat kopardığında bir an öldüm mü diye düşünmüştüm çünkü ölsem anca bu kadar feryat kopabilirdi.
"Öcüye döndün iyice, sürdüğün tüm rimel aktı kalk! Bu gidişle evde kalacaksın."
Babam Çiğdem'in kolundan tuttuğunda sabır diliyordu, "Beş yaşındaki çocuklar gibi davranıyorsun."
"Ben gidiyorum artık," Deyip hemen arabaya bindim, onlarla görüşmememin sebebi ağlayacak olmamdı, veda etmek istemiyordum.
Şoför koltuğuna Göktuğ bindiğinde gözlerim Göktuğ'a kaydı, "Onları özleyeceğim."
"Başka bir ülkeye gitmiyoruz Asel. İstediğin zaman onları görebilirsin."
⚔
Evimize geldiğimizde Göktuğ bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Gelinliğimi bile çıkarmadan koltukta oturmuş, Göktuğ'u bekliyordum.
Elinde dikdörtgen büyük bir hediye paketi ile gelmişti. Paketi tam karşıma koyduğunda kalbim hızla atmaya başladı, "Doğum günün kutlu olsun karıcığım," dediğinde ise koltuğa bayılmak üzereydim. Bir insan karıcığım kelimesini bu kadar güzel söyleyebilir miydi?
Hızlıca ayağa kalktım, "Ne hediyesi?" dedim heyecanla.
"Kendi gözlerinle gör," Tekrardan koltuğa oturdum ve karşımdaki paketi açtım, paketin içinden çıkanla dumura uğradım. Bu oydu...
"Bu o," dedim Göktuğ'un gözlerinin içine bakarak.
Üzerimde mavi elbisem vardı... O gün yan tarafımdaki pencereye bakıyordum fakat bir yandan da Göktuğ'a söyleniyordum. Görmeyi çok istediğim ama sürekli zamanının olduğunu söylediği resim tam karşımdaydı.
"Beğendin mi?"
"Beğenmek mi? Bunu sorman bile hata, bu çok güzel."
"İçinde sen olduğun için. Senin olduğun her yer çok güzel karıcığım."
Asel nereden bilebilirdi ki başka bir evrende doğum gününde öldürüldüğünü? O nereden bilebilirdi ki başka bir evrende hiç doğum gününün kutlanmamış olduğunu çünkü bu evrende Asel'in doğum günü hep kutlandı sevgiye hiç muhtaç kalmadı hep korundu. Ama diğer evrende Asel'in doğum günü hiç kutlanmadı sevgiye hep muhtaç kaldı ve hep kendisini korumak zorunda kaldı o yüzden hep onu sevecek onun doğum gününü kutlayacak onu koruyacak birini istedi ama hayatının aşkını bulduğunu sandığı adam ise onu doğum gününde öldürdü...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.29k Okunma |
1.8k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |