~Gökyüzü huzur verirdi insana ta ki bütün renkleri solana kadar~
"Şu göz devirme olayını ne zaman bırakacaksın?"
"Sen egonu yenene kadar bu devam ediyor."
⚔
Yaklaşık bir saat sonra gelmiştik.
Geldiğimiz yere ağzı açık bakıyordum. Burada sadece biz vardık; ıssız bir yerdi. Her yerde ağaç vardı ve hepsi çok uzundu, düşünemeyeceğiniz kadar uzun. Yerdeki mavi, pembe, sarı çiçekler burayı çok tatlı gösteriyordu. Bizimkilerin oturduğu yerin hemen karşısında masmavi, tertemiz bir göl vardı. Burası hayalimdeki yerdi. Tertemiz, mutlu, hiçbir türlü üzüntüye izin vermediğim hayalimdeki o yerdi.
"O zaman yine doğru bir seçim yapmışım," dedi yanımdaki adam göz kırparak.
Ne yani, benim için burayı mı seçmişti? Sırf benim için! Arkasından koşarak, "Hey! Bu ne demek oluyor?" dedim.
"Bir şey demek olmuyor, fındık burun. Ama sen bir şeyler çıkarmaya çalışıyorsan bilmiyorum."
Hazırladıkları yere gidip oturduk. Sadece Eylül ve eğitmeni gelmemişti. Etrafıma bakmaya başladım. Ağaçların üstündeki kuşlar çok güzel ötüyorlardı. Hemen yanımızdaki gölde yüzen balıklar. Yerdeki muazzam çiçekler burası bir harikaydı.
Eğitmeni ile gelen Eylülü görünce dikkatim dağıldı. Gözleri ile aynı renk giyinen kıza hayranlıkla bakıyordum. Göğüs dekolteli yeşil çiçekleri olan bir crop. Üstüne yeşil bir ceket ve yeşil kargo pantolon giymişti. Kafasındaki bandana onu çok tatlı gösteriyordu
Az sonra ayağa kalkıp gölün başında durdum. Yanıma gelen Eylül'ün uzattığı şeylere baktım.
"Göle taş atalım mı?" dedi sevimlice.
Elindeki taşları aldım.
"Atalım ama yenilirsen ağlamak yok. Ve yenilen kişi kazanan kişiye hediye alsın."
Gülerek başını salladı. "Tamam."
İkimiz de aynı anda taşları attık. Bu konuda iddialı olduğumu söylemiştim. İkinci ve üçüncü taşları attığımızda hepsini ben kazanmıştım.
Bağırarak, "Ben kazandım!" dedim.
Bartu yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı. "Çocuk ruhlu şeyler sizi." Elimdeki taşı alıp Bartu'ya attım.
"Kızım, salak mısın? Kafama geldi."
Omuz silktim. "İyi olmuş. Sonuçta senden almam gereken bir intikam vardı."
"Artık benim de var. Ve kafana vurarak çok iyi yapmıştım."
Elimde son kalan taşı da attım.
Kafasını tutarak, "Kaşınıyorsun ama bak," dedi.
"Gel de kaşı."
Ayağa kalkınca koşmaya başladım. Onun bir adımı benim üç adımımdı. Çok geçmeden omzumdan tuttu.
"Bartu, özür dilerim, vallahi bir daha yapmayacağım." Herkes gülmeye başladı. Komik olan bir şey göremiyordum.
"Sana güvenmiyorum," deyip sırtına attı.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yardım etsenize, ne bakıyorsunuz?" Yüzündeki gülümsemeyle bize bakan Göktuğ'a yardım et der gibi bakıyordum. Ama oturduğu yerden kalkmıyordu!
Bartu gölün kenarına gelip durdu. "Beni atmayı düşünmüyorsun değil mi?"
"Nereden bildin?" dedi gülerek.
Gözlerimi büyüttüm. "Bartu, yüzme bilmiyorum, boğulurum, bak."
"Şu kadarcık sudan mı boğulacaksın?"
"Evet. Hem o suda balık var, ben balıklardan da korkarım," diye bağırdım.
"E ne güzel işte, bize balık toplarsın."
Sırtına yumruğumu geçirdim.
"Sen cidden kaşınıyorsun." Suya atmak için yeltendi.
"Tamam, tamam, çok özür dilerim, affet beni."
"Ha şöyle," deyip yere indirdi. Bartu'dan en uzak yere oturdum. Gülerek bizi izleyenlere yargılayan bakışlar atıyordum.
"Ayıp ayıp, ben burada ölecektim."
Eylülü gülmeye devam ediyordu. Bu kadar komik olan neydi?! Bu ortama dayanamayıp ayağa kalktım.
Göktuğ, "Nereye gidiyorsun?" dedi.
"Sizden uzak bir yere," dedim sinirli bir tavırla.
Merve endişeyle yüzüme baktı. "Fazla uzaklaşma, tatlım."
Başımı tamam şeklinde sallayıp karşı tarafa doğru yürümeye başladım. Her yer birbirine benziyordu, nereye gidecektim?
Bizimkilerin olduğu yerden uzaklaşmıştım ya, bu bana yeterdi. Çalılıkların arasından gelen sesle yerimde durdum. Biri mi vardı?
Çalılıkların arasından çıkan tavşanı görünce rahatladım. Tavşanları çok severdim. Yere çömelip bana bakan tavşanı izledim. Birden olduğu gibi kaçtı, korkmuştu galiba.
Ayağa kalkacağım esnada kafama yaslanılan soğuk şeyle olduğum yere sabitlendim.Arkamda biri vardı... Ve kafama silah dayamıştı. İyi de kimdi bu? Ölmek gibi bir niyetim yoktu. O günde olduğu gibi beni tutan eğitmenimin karnına dirseğimle nasıl vurduysam, yine öyle vurmalıydım. İçimden kendime yapabileceğime dair cesaret veriyordum.
Ani bir hareketle karnına vurduğumda inleyerek geri çekildi. Bunu fırsat bilip koşmaya başladım.
Biri kolumdan tutup beni bir ağacın arkasına çekti. Tam bağıracağım sırada eliyle ağzımı kapattı, "Şşt, sessiz ol fındık burun."
Bu adamı göreceğime hiç sevinmezdim.
Elini ağzımdan çektiğinde konuşmaya başladım. "O kimdi?" Kendime engel olamadan sesim titredi.
"Sakin ol."
O yanımda olunca biraz olsun sakinleşmiştim. Sonuçta dev gibi adam biri yaklaşsa bir seksen yete serer. Sahi ya, boyu kaçtı?
"Boyun kaç?"
Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda çok yakın olduğumuzu fark ettim. Konuşurken verdiği nefesler yüzüme çarpıyordu.
"Şu anda bunu mu düşünüyorsun?"
Ağır ağır başımı salladım.
Normal insanlar böyle anlarda bu gibi şeyleri düşünmezdi ama ben pek normal biri olduğumu sanmıyordum. Fakat bu soruyu da şu anki olayı umursamadığım için sormuyordum; biraz da olsun içimdeki korkuyu ve heyecanı bastırmak için soruyordum. Korktuğum zaman saçma sorular sorardım ve amacım sadece korkumu bastırmak olurdu.
Yanımdan ayrılıp yürümeye başladı. "Deli şey."
"Ama boyunu söyle-"
"Dikkat et," diye bağırdığında arkama döndüm. Yüzüme yediğim yumrukla yere düştüm.
Keşke arkamıza dönmeseydik.
Beş maskeli adam üstümüze yürümeye başladı. Biri üstüme çıkıp tekrar yumruk attı. Kalın sesiyle, "Bizden kurtuluşun yok Asel," dedi. Bu da neydi, şaka falan mı yapıyor birisi?
Tekrar yumruk atacağı sırada Göktuğ adamı üstümden aldı. Bunu fırsat bilip ayağa kalktım.
Adamlardan biri tekme atacağı sırada ayağını tutup yere düşürdüm ve üstüne çıktım. Ard arda yumruk attım yumruklarımın sertliği onu bayıltmıştı.
"Asel!" Eylülü'nün sesini mi duymuştum Arkama baktığımda Murat ve Eylülü'nün geldiğini gördüm.
Baygın yatan adam, çevik bir hareketle silahın arkasıyla kafama vurdu. Ne ara ayılmıştı bu ya?! Attığı yumruklara karşılık veremiyordum. Etrafımdaki şeyler dönüyordu ve bulanık görüyordum! Adam o kadar sert yumruklar atıyordu ki ağzımdan ve burnumdan kan gelmeye başlamıştı.
Zoraki bir şekilde kendime gelmeye çalıştım ve vakit kaybetmeden bacaklarımı beline dolayıp çevik bir hareketle altıma aldım. Biri omzumdan tutup beni adamın üstünden çekti; bu kişi Murat'tı.
Eylülü koşarak yanıma geldi. "Asel, iyi misin?"
Etrafımı bulanık görüyordum. Çok mu yumruk yemiştim? Benden daha güçlü yumruklara sahip olan insanlar da varmış.
"Cevap versene, Asel, iyi misin?" Karşımdaki kız korkuyla beni sarsıyordu.
Zar zor konuşmaya çalıştım. "İyiyim Eylül. Sarsmayı bırak."
"Çok şükür."
Görüş şeklim düzelmişti. Yanımıza gelen Murat ve Göktuğ'u görünce güldüm.
"Niye sizin hiçbir yerinizde bir şey yok?"
Karşımdaki kız gözlerini devirdi. "Boş yapma Asel, kalk hadi." Kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Elimi acıyan başıma götürdüm. Şerefsiz, nasıl vurduysa!
Göktuğ baştan aşağı beni süzdü. "İyisin değil mi?"
"Turp gibiyim."
Ne demezsin.
Yürümeye başladığımızda Murat soran gözlerle Göktuğ'a döndü. "Onlar kimdi?"
"Kim olduklarını bilmiyorum," dedi sesi huzursuz çıkıyordu. Konuşmaya devam etti. "Ama her kimse Asel'in peşinde olmalı."
Eylülü Göktuğ'a dönerek, "Ya da Asel'i kullanmak istiyorlar," dedi.
Murat, "Daha açık konuş,"
"Bu şekilde Asel'in gözünü korkutup kendi taraflarına çekecekler ve bize karşı kullanacaklar."
Ne yani, ben ihanet eden taraf mı oluyordum?
Murat Eylülü'nün saçlarını karıştırıp, "Aferin sana," dedi.
Eylülü'nün yanakları elma gibi kızardı ama şu anda derdim o değildi. Huzursuzca konuştum. "Ya amaçları beni size karşı kullanmak değilse? Ya beni öldürmek istiyorlarsa?"
"Böyle bir şey olmayacak, olsa bile ben izin vermem," dedi Göktuğ yine o soğuk sesiyle.
Elbiseme baktım, her yeri kan içindeydi. Bugünümün böyle geçmesini istemezdim.
Pozitif ol Asel, en azından elbisemizde renk oldu.
Senin teselli ediş şeklini...
Şu an için kafamdaki tüm kötü soruları attım. Ciddi bir şekilde Göktuğ'a döndüm. "Boyunu hâlâ söylemedin."
"Şu anda nasıl bir durumun içindeyiz ve sen ne söylüyorsun?"
Göz kırptım, "Kötü düşünceleri kafandan at."
Başını olumsuz şekilde salladı, "1.92," Vay anasını! Analar neler doğuruyor. Benim annemde cüce doğurmuş. Yüzümü astım.
Göktuğ yine aklımı okuduğu için konuşmaya başladı. "O kadar kısa değilsin."
Omuz silktim,"Eylül'den bile kısayım."
"Sen olduğun gibi güzelsin."
Yürüyor mu lan bu bize?
Koskoca ajanı kendimize aşık ettik galiba.
Piknik alanına geldiğimizde hepsi bana bakıyordu. Ne olacak, sadece ben bu haldeydim. Diğerleri sanki hiç dayak yememiş gibiydi. Bartu yanıma geldi.
"Ne oldu lan sana?"
Dudaklarımı küçük bir çocuk gibi büzdüm. "Dövdüler beni."
Biz bu Bartu'nun yanında harbi çocuklaşıyoruz.
"Bir de kafama silah dayadılar."
Bartu'nun bakışları Göktuğ'a döndü. "Doğru mu söylüyor?"
Yalan söyleyecek halim yok ya!
Göktuğ başını evet şeklinde salladı.
"Kim neden yaptı?"
"Biz de bilmiyoruz." Bartu yumruklarını sıktı. "Ne demek bilmiyoruz? Koskaca ajans bir kızı koruyamadı mı?"
Sakin şampiyon.
Bartu'nun aksine Göktuğ sakin bir şekilde konuşmaya başladı. "Buraya piknik yapmaya geldik ve sadece biz varız, ajans nasıl koruyabilir?"
Aslı araya girdi. "Tamam, sakin olun. Hadi herkes otursun, bir konuşalım."
Neyi konuşacaktık?
Merve yanıma gelip yüzümü incelemeye başladı. "Önce Asel'e pansuman yapalım. Kızın her yeri yara içinde."
"Siz bir de onları görün."
Merve kolumdan tutup kilime oturttu. Sepetin içinden tendirdüyotu ve pamuğu çıkardı. Merve tendirdiyotu pamuğa dökerken konuşmaya başladı, "Siz yokken Deniz kaçmaya çalıştı," dedi.
Gözlerim Deniz'i aradı, "Boşuna arama, evine gitti; o buraya alışamadı, aslında diğerleri de alışamadı ama bu kadar belli etmiyorlar," Diyerek konuşmaya başladı Merve.
"Alışamaması normal."
"Sen alıştın ama," bu konu üzerine hiçbir şey söylemedim.
Göktuğ konuşmaya başladı. "Ben hallederim, Merve sen kalk."
"Hayır, Merve yapar, değil mi Merve?" dedim.
"Aslında ben de Aslı ile bir konu hakkında konuşuyordum yarım kaldı."
Göktuğ, "Sen konuş Aslı ile," Diyerek pamuğu Merve'nin elinden aldı.
Karşımdaki kadın oturduğu yerden kalktı. Hadi ama! Neden hiçbir zaman istediğim olmuyor?
Göktuğ yanıma oturup pamuğu patlamış olan dudağıma bastırdı. "Yine bana kaldın."
Pamuğu değdirdiği ilk an, yanma hissi ile dudağımdan küçük bir inilti kaçtı; fakat devamı gelmedi çünkü çok fazla can yakan bir şey değildi.
Tekrardan pamuğu dudağıma bastırdı. Yavaş hareketleri ile ne kadar dikkatli davrandığı barizdi. Pamuğu dudağımdan çekip biraz daha tendirdiyot ekledi. İşini o kadar özenle yapıyordu ki, onu hayranlıkla izliyordum; güneşin altında koyu kahve olan saçları parlıyordu. Pamuğu patlayan kaşıma bastırdı. O kaşıma odaklanmışken, ben onun gözlerine odaklanmıştım; insanı içine çekiyordu, kahverengi hareleri.
Pansuman bitince birşey demeden ayağa kalktı. Ardından ben de kalkıp gölün karşısına geçtim. Düşünmeye ihtiyacım vardı.
"Bizden kurtuluşun yok Asel." Kimdi bunlar? Benden ne istiyorlardı? Buraya yeni gelmişken nasıl düşmanım olabilirdi ki? Gözlerimi büyüttüm. Düşman. Tabii ya, düşmanım bana düşman olabilecek tek kişi Leyla'ydı. Çünkü onu buradan göndermiştim. Arkamı dönüp düşüncemi onlarla paylaşmak için konuşmaya başladım. "Size bir şey-"
Bartu önümde durup, "Ben senden intikamımı almamıştım, değil mi?" deyip omuzlarımdan tutup göle itti. Göle düşmeden önce yapabildiğim tek şey çığlık atmak olmuştu.
Çırpınarak hayatta kalmaya çalışıyordum. "Gerizekalı." Tekrar dibe battım. Kollarımı kullanarak suyun üstüne çıktım. "Yardım..." Ve tekrar battım.
Son duamızı edelim...
İki el bacaklarımı kavrayıp beni suyun üstüne çıkardı. Çıkaran kişinin kim olduğunu bilmeden boynuna sarıldım.
Bugün ölmelere doyamıyordum!
Boynuna sarıldığım kişinin yüzüne baktım. "Aa! Göktuğ."
"Benim senden kurtuluşum yok." Belimden tutup sudan çıkardı. Çıktığım gibi Bartu'nun üstüne yürüdüm.
"Şerefsiz misin oğlum sen? Ölecektim."
"Ama ölmedin." Gözleriyle Göktuğ'u gösterdi. "Kahramanın yine kurtardı seni." Pis pis sırıtıyordu.
"Benden günah gitti," deyip bacak arasına tekme attım.
Erkeklerin işi zor, azizim. Her bir şey yaptıklarında tekme yiyorlar.
Gölden çıkan Göktuğ'a baktım. "Teşekkürler, kalpsiz adam."
Hiçbir şey demeden yürümeye başladı. "Eve gidiyoruz Asel, böyle duramayız."
Aceleyle yerdeki çantamı aldım. Güzelim elbisemden sular akıyordu. Kıyafetlerimi kim seçtiyse güzel şeyler seçmişti!
İkimiz de sırılsıklam bir şekilde arabaya bindik. Yolculuk hiç konuşmadan geçti.
Evin önüne geldiğimizde iki tane koruma kapımın önünde duruyordu. Göktuğ hemen korumaları kapıma dikmişti açıkçası buna birşey demeyecektim çünkü çok iyi birşey yapmıştı. Bir an için
sakin bir hayatım varken nasıl böyle aksiyonlu bir hayata geçiş yapmıştım diye düşündüm.
"İyi günler," deyip arabadan indim.
Hızla evime girip odama çıktım. Bu üstümdekilerden kurtulmak istiyordum.
Hızlıca duşa girip temizlendim. Rahat bir kıyafet giyip aşağı indim. Hava kararmıştı. Bugün yaşadığım şeyleri atlatmak istiyordum, peki nasıl başaracaktım? Deli gibi korkuyordum, ölmekten, bana zarar gelmesinden korkuyordum. Böyle bir tehlikenin içindeyken kendimi koruyamazdım. O ormandayken yanımda Göktuğ olmasaydı, çoktan ölmüş olabilirdim. Bu sürekli tekrarlanıp duracak mıydı? Sürekli bir saldırıya mı uğrayacaktım? Asistanımın dediği buydu, değil mi? O kötü günler bu zamandı.
Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Tamam, sakin ol Asel, bize hiçbir şey olmayacak. Koltuğa oturup kumandayı elime aldım. Amacım bir şey izlemek değildi, evin içinde sadece ses olsun istiyordum.
Kapım çaldığında bir kaç saniye kapı ile bakıştım. Kimdi bu? Hızla kapıya gittim ve delikten baktım, Eylül gelmişti ama bu saatte ne işi vardı? Kapıyı açtığımda elindeki büyük kutuyla beni karşıladı.
Kaşlarımı çattım. "Bu da ne?"
Neşeyle, "Tavşan," dedi. "Hani suya taş atmıştık, ta ben kaybetmiştim ya, onun için." Kutuyu uzattı. "Sana hediyem."
Elindeki kutuyu aldım. Sevinmiştim, hem de çok. Buraya geldim geleli neden benim mutlu olduğum şeyler oluyordu?
"Tavşanları sevdiğimi nereden biliyorsun?"
"Göktuğ sağ olsun."
Kapının önünden çekilip içeriye davet ettim.
"Yok, ben gelemem, Murat'a gideceğim."
"Oo, bu ne hızlılık?"
"Saçmalama Asel, sadece bana bir sözü vardı."
"Tamam, sana iyi eğlenceler o zaman."
Kapıyı kapatıp koltuğun yanına gittim. Kutunun içindeki tavşan kıpırdayıp duruyordu. Kutuyu açıp içindeki tavşana baktım. Kahverengi ve beyaz tüyleri vardı. Kulakları aşırı tatlıydı. Elime alıp sevmeye başladım. Bu kitap buketinden sonra aldığım en iyi hediyeydi.
"Sana havuç getireyim mi?"
Ayağa kalkıp Amerikan mutfağa yöneldim. Dolabı açıp havuç aldım.
Dışarıdan gelen sesleri duyunca havucu tezgaha koydum. Neler oluyordu?
Kapıya ilerledim. Dışarıya çıkmalı mıydım?
Korumalar var, Asel, hiçbir şey olamaz.
Kapıyı açıp bahçeye çıktım.
"Hayatının hatasını yaptın Asel."
Duyduğum kadın sesiyle arkamı döndüm, karnıma atılan tekme ile inledim. Karşımdaki kişi beni yere itip üstüme çıktı. "Senden intikamımı çok kötü alacağım."
Ard arda yediğim yumruklar beni sersemletiyordu. Kendimi toparlayıp boynuna yapıştım, tüm gücümle sıkıyordum. Karşımdaki kişi güçsüz kalınca onun altıma alıp yumruk attım.
"Kimsin sen? Ne istiyorsun benden? Söylesene."
Son kez yumruk atıp ayağa kalktım. Avazım çıktığı kadar bağırdım. "Göktuğ." O bağrış sonum oldu. Kafama vurulan şeyle gözlerim karardı ve kendimi yerde buldum.
"Ne yapıyorsun sen? Tüm planı mahvedeceksin," derinlerden duyduğum kadın sesi tanıdık geliyordu.
Göktuğ'dan
Dışarıdan gelen seslere odaklanmayıp kaldığım resme devam ettim. Bugün Asel sandığımdan daha güzel olmuştu. Ve bunu ölümsüzleştirmeliydim. O masmavi gözlerini boyadığımda resmim tamamdı. Resimde bile çok güzeldi.
Kulaklarımda Asel'in "Göktuğ" diye bağrış sesi yankılandı. Neler oluyordu yine?
Fırçayı bırakıp kapıya koştum. Hızla bahçeden çıktım. Gördüğüm manzarayla sağlam bir küfür ettim. Tuttuğum korumalar neden baygın yatıyordu?
Aynı hızla karşımdaki eve girdim. Yerde baygın yatan kızı görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Yanına gidip nazikçe kucağıma aldım. Ben onu kendimden bile sakınırken ona bunu nasıl yapabilmişlerdi?!
Arka koltuğa baygın kızı yatırırken elimdeki kana bakıyordum. Kanatmışlardı onu, sevdiğim kızı kanatmışlardı.
⚔
Bütün ekibe haber verip hepsini gittiğim hastaneye çağırdım. Ama tek Aslı gelememişti; işi olduğunu söyleyip gelemeyeceğini belirtti. Asel'in vurulduğu gece ne işi olabilirdi?
Telefonu alıp adamlarımdan birini aradım. "Yavuz, Aslı'yı takibe al." Onayladığını anlatan mırıltılarını duyunca telefonu kapatıp karşımda yatan kıza baktım. Tüm masumiyetiyle yatıyordu.
"Artık uyan, güzelim." İçeriye giren Murat, dediğim şeyi duyunca konuşmaya başladı.
"Kim derdi Göktuğ'un bir kıza aşık olacağını."
"Kapat çeneni, Murat."
Ağzına fermuar çekip sustuğunu belli etti. Elindeki sandviçi uzattı. Asel bu haldeyken hiçbir şey yiyemezdim. "Aç değilim."
"Bir şeyler yemelisin."
"Aç değilim dedim, Murat." Sinirimi başkalarından çıkarıyordum. Bu hep yaptığım bir şeydi.
"Aşk sana yaramamış."
Ters bir bakış attığımda susup karşımdaki koltuğa oturdu. Şüphelerimden ona da bahsetmeliydim.
"Sence Asel'in vurulduğu gece Aslı'nın ne işi olabilir?" Dediğim şeyi anlamış gibi kaşlarını çattı.
"Saçmalama, Göktuğ."
"Neden olmasın, Murat?" Böyle şeyleri birçok kez yaşamıştık.
"Saçmalıyorsun. Aşkından gözün hiçbir şey görmüyor."
Sinirlenmişti; Aslı'yı böyle bir şey ile suçladığım için bana kızıyordu. Ama haklı çıkabilirdim. Sonuçta Aslı'nın birkaç açığını yakalamıştım. Ama elimde kanıt olmadığı için hiçbir etkisi olmuyordu. Ama bu sefer onu yakalayabilirdim.
"Tamam, Murat, sakin ol. Unut bu konuyu." Sadece başını tamam şeklinde salladı.
Gözlerim Asel'e kaydı. Artık uyanmalıydı çünkü bu kadar kısa sürede bile onun yokluğuna dayanamıyordum. Hele karşımda savunmasız, güçsüz bir şekilde yattığını görünce kalbim paramparça oluyordu.
Murat bu sefer işi dalgaya vermeyip konuştu. "Gözlerinden bile ne kadar aşık olduğun belli oluyor. Bu kadar mı tutuldun sen bu kıza?"
"Onun mavi gözlerine kim tutulmaz ki?"
Ağzının içinde mırıldanmaya başladı, "Aşıksın dırıırı, aşıksın dırıırı, aşıksın dırıırı, sen aşıksın arkadaş." Murat'ın ciddiyeti bu kadar sürerdi.
"Ben senin o kulak tırmalayıcı sesini duymak zorunda mıyım?" Dediklerimi duymazdan gelip hâlâ şarkı söylüyordu. Sinirle yanımdaki su şişesini alıp kafasına fırlattım.
Kafasını tutup bağırdı. "Allah belanı versin, Göktuğ. Her seferinde beni yaralıyorsun."
"Beni sinir etme o zaman."
Yüzünü buruşturdu. "Seni sinir etmeye gerek yok çünkü sen doğuştan sinirlisin."
Haklılık payı vardı.
Hışımla ayağa kalkıp odadan çıktı.
Asel'den
Gözlerimi açtığımda başımda dikilen Eylülü gördüm. Başım cidden çok ağrıyordu; elimi yorgunlukla kaldırıp başıma koydum. Eylül bir çığlık koparınca yüzümü buruşturdum.
"Uyandı."
Bu gerizekalıya biri bağırmaması gerektiğini öğretmeliydi.
Merve derin bir nefes aldı. "Allah'ım, şükürler olsun."
Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Burası neresiydi?
"Dışarı çıkın." Soğuk sesini duyduğum adama baktım. Gözlerinde anlayamadığım bir duygu vardı. Sinirliydi ama neden? Biraz da hüzün vardı o kahverengi gözlerinde. Göktuğ'u duyan herkes dışarı çıktı. Odada yalnız kalmıştık. Sandalyeyi yanıma çekti. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Kendini nasıl hissediyorsun?"
Doğruyu söylemem gerekirse berbat hissediyordum. Ama yalan iliklerime kadar işlediği için doğruyu söylemeyi tercih etmiyordum. "İyiyim."
"Yalan söylenmesinden hoşlanmam."
Gözlerimi devirdim. "Berbatım, Göktuğ, oldu mu? Bir gün içinde iki kez dövüldüm, nasıl iyi hissedeyim ki?"
Sıkıntılı bir nefes verdi. Kendini suçluyor gibiydi. Gözleri bana hiç bakmadığı gibi bakıyordu. Fakat anlamlandıramıyordum gözlerindeki o duyguyu. Ayağa kalktığında gözlerim onu takip ediyordu.
"Bu konuyla ilgili konuşmalıyız."
Başımı tamam şeklinde salladım. Kapıyı açıp dışarıdakileri çağırdı. İlk içeriye giren Bartu oldu. Direkt yanıma geldi.
"Sana bir şey oldu diye çok korktum cüce."
Bilmiş bilmiş konuştum. "Ben her zaman kendimi korurum."
Gülerek saçlarımı karıştırdı. Merve yanıma geldiğinde kalbimde tarif edemediğim bir şey oluştu. Kaşlarımı çattığımı Merve söyleyene kadar fark etmemiştim, "Bir sorun mu var tatlım? Neden bana kaşlarını çatarak bakıyorsun?"
Yüzüme hemen sahte bir gülümseme kondurdum. "Hayır, bir sorun yok. Sadece ağrım var; ağrıdan dolayı çatıldı kaşlarım."
Yüzündeki hüznü saklayamadı. "Geçmiş olsun tatlım."
Gülümseyerek geçiştirdim. Ne oluyordu bana? Herkes geçmiş olsun dileklerini ilettiğinde asıl konuya geldik. Göktuğ konuya girdi, "Bunu sana yapan kişiye dair bir şey gördün mü?"
Her şey bir bir aklıma geldi. Eylül gittikten sonra bahçeden sesler gelmişti.
Göktuğ "Asel?" Dediğinde düşüncelerimden ayrıldım. Başımı salladım. "E-evet, hatırlıyorum. Bir kadın bana 'Senden intikamımı çok kötü alacağım.' dedi." Daha sonrasında ben ayağa kalktığımda biri kafama vurdu. Konuştuğu şeyleri duyabilmiştim; yine bir kadın. 'Ne yapıyorsun sen? Her şeyi mahvedeceksin' dedi."
Ben Leyla'dan şüpheleniyordum ama o seslerden hiçbiri Leyla'ya ait değildi.
Murat ile Göktuğ aynı anda birbirine bakınca bir şeyler döndüğünü anladım.
"Neler oluyor burada?" Dedim çatık kaşlarımla.
"Sonra konuşuruz, Asel." Diyerek geçiştirdi Göktuğ.
Bartu bir şeyleri anlamaya çalışarak. "Bir düşmanın var mı?" Dedi.
"Leyla'dan şüpheleniyorum ama dün gece orada o yoktu. Ona ait bir ses yoktu." Aklımdakileri ortaya döktüm.
Murat başını olumsuz şekilde salladı. "Leyla kendi evrenine gitti. O olamaz."
Öyleyse kimdi? Benden ne istiyordu?
Göktuğ konuşmaya başladı. "Hiçbir zaman bir kişinin sesine odaklanmayın. Çünkü sesini değiştiriyor olabilir."
Bugün de bir şey öğrendik; çok şükür. Herkesten onaylayan mırıltılar çıktı.
"O zaman sen biraz dinlen tatlım." İlgili bir tavırla konuşan Merve'yi onayladım.
Herkes odadan çıkmıştı ama Göktuğ hâlâ oturduğu yerde duruyordu. Kaşlarımı çattım. "Sen neden çıkmadın?"
"Rahatsız mı oluyorsun?"
Oluyor muydum? Hiç bozuntuya vermeden konuşmaya devam ettim. "Evet, oluyorum."
Dudağının bir köşesi kıvrıldı. "O zaman hiç kalkmayacağım."
"Gıcık biri olduğunu söylemiş miydim?"
İçeriye giren kadın konuşmamızı böldü, "Yemek saatiniz geldi efendim."Elindeki tepsiyi yanımda duran sehpaya koyup odadan çıktı. Hiç vakit kaybetmeden sehpanın üzerindekini alan Göktuğ'a baktım.
Gülerek konuştum. "Ne o, çok mu acıktın?"
"Hayır, sadece hasta birine yemek yedireceğim."
"Kollarım sağlam, kendim yerim."
"Sana inatçı biri olduğumu söylemiş miydim?" Yüzümü buruşturdum. Kurtuluşum yoktu.
Çorba dolu kaşığı uzattığında itiraz etmeden içtim. Birden, "Beni öyle görünce ne hissettin?" Diye sordum. Bana bir şey olduğunda insanların nasıl bir duyguya büründüğünü merak ederdim.
"Hiçbir şey." Dedi o her zamanki soğuk tavrıyla.
Cidden hiçbir şey hissetmedi mi? "Doğru, ben olsam ben de hissetmem." Bozuntuya vermemeye çalışıyordum.
Konuyu değiştirmeye çalıştım. "Ne zaman çıkacağım bu yerden?" Hastaneleri hiç sevmezdim.
"Doktor durumunun iyi olduğunu söyledi. Yarın taburcu oluyorsun." Başımı tamam şeklinde salladım. Çorbayı bitirdikten sonra sehpaya koyup yine aynı yerine oturdu.
Gözlerim kendiliğinden kapanırken kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Sonuçta o kadar dövüldük; bir uykuyu hak ediyoruz.
Sabah gözlerimi açtığımda Göktuğ yerine Merve vardı, "Günaydın tatlım. Kahvaltı yapacaksın, hadi kalk." Canım hiçbir şey yemek istemiyordu.
Başımı olumsuz şekilde salladım. "Bir şey yemek istemiyorum; tek isteğim evime gitmek."
"Ama iyileşmen için bir şeyler yemen gerekiyor."
Yememekte ısrarcıydım. "Hayır, istemiyorum."
Sıkıntılı bir nefes verdi. "Peki o zaman burada durmanın da bir anlamı yok."
⚔
Arabaya binmeme yardımcı olan Merve'ye minnet dolu bakışlar atıyordum. Göktuğ acaba neredeydi?
"Önemli bir işi olduğunu söyleyip gitti." Dedi Merve.
"Anladım. Teşekkürler." Zihnimi okumayı bırakmalıydılar!
Eve geldiğimizde Merve güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Evin içine gözlerimi gezdirdiğimde tavşanımın burada olmadığını fark ettim, "Tavşanımı gördün mü?"
"Bir tavşanının olduğunu bile bilmiyordum. Göktuğ gelince ona sorarsın o bilir." Konuşmasını bitirdikten sonra tabağıma zeytin koyarken ona baktım; sanki benim annem gibiydi, öyle davranıyordu.
"Neden bu kadar ilgilisin?" Bunu sorduğumda yüzü asılmıştı; kötü bir şey mi söylemiştim?
Sandalyesine oturup sıkıntılı bir nefes verdi. "Ben on iki yaşımdayken annem vefat etti. O sırada da kardeşim sekiz yaşındaydı."
Boğazıma bir yumru oturmuştu.
"On iki yaşımda anne oldum; ben gittim peçete sattım, gittim sokaklarda dilendim. Ama kardeşime baktım. Peki sonra ne oldu biliyor musun, Asel?"
Başımı hayır şeklinde salladım.
"Onu öldürdüler."
Gözlerimi fal taşı gibi açtım. Öldürdüler de ne demekti? Kim öldürdü?"
Şu anda karşımda bir ruh hastası var gibi hissediyordum. Öyle bir güldü ki. İşaret parmağını dudağına götürdü. "Şşt, orası sır, Asel."
Ürkmüştüm. Yani bu yüzden bu kadar ilgiliydi. Ölen kardeşine annelik yaptığı için herkese böyle davranıyordu.
Kahvaltı yaptıktan sonra hemen odama çıktım. Üzerimi giyinip aynanın karşısına geçtim. Şu ana kadar hiç kendime bakmamıştım. Gözlerimi korkuyla açtığımda çığlık attım. Odaya dalan Merve korkmuşa benziyordu. Parmaklarımı aynanın üstünde gezdirdim. Gözlerim dolmuştu. "Merve, bu ben miyim?" Burnumda tampon vardı. Gözüm şişmiş ve morarmıştı. Elmacık kemiğimde de morluk vardı. Kafamda ise bir sargı bezi.
Merve kahkaha attığında ben hâlâ aynaya bakıyordum, "Biraz şaftın kaymış o kadar."
"Evdeki bütün aynaları kaldırmalıyız." Dedim.
"Saçmalama, Asel." Dedi gülen kadın.
Saçmalamıyordum ki. Komodinin üstündeki ilaçları alıp yanıma geldi. "Bunları iç, tatlım." Elindeki su dolu bardağı da elime tutuşturdu. "Bunları içince ağrıların geçer, bir de üstüne uyursun."
Başımı tamam şeklinde salladığımda ilaçları içtim. Şu an tek istediğim dinlenmekti. Merve odadan çıkınca hemen yatağıma sokuldum.
"Anne?"
"Anne, kitabımı bitirdim."
"Sana diyorum anne, uyansana, kitabı bitirdim, ver artık sürprizimi ver."
"Neden bu kadar beyazsın ve neden buz gibisin? Üşüdün mü? Sana örtü getireyim."
"Annen öldü, Aselcik."
Çığlık atarak uyandığımda ter içinde kalmıştım. Nefes alışverişlerim hızlıydı ve korkuyordum... Karşımda oturan adamı görünce kaşlarımı çattım. Ne işi vardı burada?
"Yine kâbus gördün." Dediğinde sesindeki hüznü anlamlandıramadım.
"Ne işin var burada?" Üşüyordum.
"Merve ateşinin olduğunu söyledi. İşi olduğu için yanında kalamadı. Benden rica edip burada kalmamı istedi."
"Ben iyiyim, gidebilirsin."
"İyi olduğundan emin misin?" Parmağıyla beni gösterdi. "Üşüdüğün için titriyorsun, sabahtan beri sayıklıyor ve ağlıyorsun. Üstelik seni uyandırmaya çalışıyorum ama uyanmıyorsun." İyi değildim ama doğruyu söyleyecek kadar aptal da değildim.
"Artık bana o gece ne olduğunu anlat." Sabrının son damlasına gelmiş gibiydi.
Başımı salladım. "Tamam."
Aşağı inip kahve yaptık ve koltuğa oturduk. Göktuğ omzumance bir pike bırakmıştı. Yağmur yağıyordu ve şimşek çakıyordu. Bu havaya aşıktım ve bunun da bir nedeni vardı.
Derin bir nefes aldım. Olanları anlatırken tekrar o günü yaşayacaktım ve bundan çok korkuyordum. "Annem bana okumam için bir kitap vermişti ve bu kitabı bitirirsem bir sürprizi olduğunu söylemişti." Gözlerinin içine baktım. "Ben o kitabı bitirdim ama annem sürprizimi vermedi, Göktuğ. Derin uykusundan uyanamadı."
13 yıl önce
Annem Hatice teyzeden şeker isteyip gel dediğinde koşarak dışarı çıkmıştım. Zengin değildik, orta gelirli de değildik. Sanırım biz fakirdik. Ama ben mutluydum çünkü yanımda annem vardı, beni seven biri vardı, neden mutlu olmayayım ki?
Hatice teyzenin kapısını çaldığımda yaşlı kadın, "Geliyorum." diye bağırdı. Kapıyı açtığında beni gördüğüne sevinmiş gibiydi. Gülücükler saçarak, "Kuzum hoş geldin." Dedi.
"Hoş buldum Hatice teyze. Annem şeker istedi." Dedim.
"Dur hemen geliyorum."
Hatice teyze kısa boylu, tombul biriydi. Kambur olduğu için onu kaplumbağaya benzetiyordum. Elindeki şeker ve bir bez bebek ile geldi. "Bu annenin şekeri, bu da senin bebeğin." Dedi, elindeki oyuncağı uzatırken. Gözlerim ışıldamıştı oyuncağı görünce. Çünkü benim hiç oyuncağım olmamıştı.
"Teşekkürler Hatice teyze." Dedim ona tüm sevgimi sunarak. Yanağından öptüm ve koşarak eve gittim. "Anne!" Diye, bağırmıştım. Annem koşarak yanıma geldi. Elimdeki bebeği uzattım. "Hatice teyze bana oyuncak verdi."
"Bir şey oldu sandım kızım." Annem elimdeki şekeri alırken konuşmaya başladı.
"Bugün benim de sana bir sürprizim var bebeğim." Gözlerimi büyüttüm. "Ne sürprizi?" Eline ince bir kitap alıp bana uzattı. "Bu kitabı bitir ve ben de sana sürprizimi vereyim." Dedi ve göz kırptı. Elindeki kitabı kapıp odama gittim. Odam dediğime bakmayın, sadece bir minder vardı. Ama ben bununla da mutluyum.
⚔
Kitabı bitirdiğimde akşam olmuştu. Babam yine sarhoş bir hâlde eve gelmişti ve annemle odalarına girmişlerdi. Kitabı bitirdiğim için koşarak odalarına gittim ve içeri girdim. Annem eski yataklarında yatıyordu ve içeride babam yoktu.
"Anne?" Uyanmamıştı.
"Anne, kitabımı bitirdim." Yine uyanmadı.
"Sana diyorum anne, uyansana. Kitabımı bitirdim, artık sürprizimi ver."
Yanına gidip kolunu dürttüm. Teni bembeyazdı ve soğuktu. Annem üşümüş müydü?
"Neden bu kadar beyazsın ve neden buz gibisin? Üşüdün mü? Sana örtü getireyim."
Arkamı döndüğümde sırıtarak bizi izleyen babamı gördüm. Gülerek, "Annen öldü, Aselcik." dedi.
Söylediği şey ile elimdeki kitap yere düştü. Annem ölmüş müydü? Ölüm denen şeyin tabiri tam olarak neydi? Sonsuzluk muydu? Yoksa hayata bir daha gelmemek miydi?
"A-ama bana sürprizi vardı."
Dudaklarını büzdü. "Ne yazık ki annen sürprizini veremeyecek çünkü sen o odada kitabını okurken annen burada can verdi."
Kaşlarımı çattım. Bağırarak konuştum, "Annem ölemez çünkü o beni yalnız bırakmaz." Koşarak annemin yanına gittim ve sarsmaya başladım. Ağlıyordum. "Anne, uyan."
Karşımdaki acımasız adam ise gülüyordu.
"Uyan anne." Öyle bir bağırmıştım ki boğazım acımıştı.
"Öldü," Diye tekrarlamıştı acı gerçeği.
Başımı olumsuz şekilde sallıyordum. "Hayır." Hızlı bir şekilde evden çıktım. Deli gibi yağmur yağıyordu ve şimşek çakıyordu. Umurumda mıydı? Hayır, değildi. Evimize en yakın olan eve geldim ve kapıyı yumruklamaya başladım.
Ağlayarak bağırıyordum. "Açın kapıyı, yalvarırım açın." Kapı açıldığında karı koca birlikte bana bakıyordu.
"Asel, neden ağlıyorsun? Ne oldu?"
"Annem ölmüş Babam annemi öldürdüğünü söylüyor. Annem uyanmıyor, yardım edin." Diye bağırdım. Dediğim şeyleri duyan çift şaşkınlıkla birbirine baktı. Sonra koşarak evimize gittiler. Hepimiz sırılsıklamdık.
Bu gece yağmurlu havayı ve şimşeği çok sevmiştim...
Bu gece o kitaptan nefret etmiştim...
Bu gece babamdan nefret etmiştim...
Bu gece benim için her şey soyutlanmıştı...
Ben bu gece annem ile ölmüştüm...
Komşular eve geldiğinde her şey için çok geç olduğunu anlamıştım. Hepsi ağlıyordu. Ya ben? Ben neden ağlayamıyordum? Bir köşeye geçmiş, bacaklarımı karnıma çekip oturmuştum, sadece olanları izliyordum. Olanları duyan bütün mahalle eve gelmişti. Mahallenin erkekleri babamı alıp sokağa çıkarmış, dövüyorlardı. Dövseler ne olacaktı? Onu döverek annemi geri getirebilecekler miydi?
Hatice teyze yanıma geldi. "Kızım?" Ses vermiyordum. Konuşacak gücüm yoktu. "Hadi Asel'im, bir şey de." Ne diyebilirdim ki?
İçeriye giren sağlık ekiplerinin elinde siyah bir torba vardı. Annemi kucaklayıp o torbanın içine koydular. Annem gidiyor muydu?..
Hatice teyze'ye baktım. Soğuk çıkan sesime engel olamadım. "Bugün küçük Asel öldü." Deyip evden çıktım.
Şimdiki zaman
Akan gözyaşlarımı elimle sildim.
"Bu kadardı."
Yumruklarını sıkan adamın çenesi seğriyordu. "Baban herifi senden özür dileyecek."
Babam mı? Ben o adamın yüzünü bile görmek istemiyorum. "Ben o adamı görmek istemiyorum." Dediğim şeyi umursamadan evden çıktı.
Arkasından bağırdım. "Eğer o adamı bulmaya gidiyorsan beni unut."
Yüzünü görmeyi bırakın, sesini duymaya bile tahammülüm yoktu.
⚔
Sabah kalktığımda eğitime gitmeyeceğim aklıma geldi. Ben ne yapacaktım evde tek başıma?
Ekiptekilerin nasıl dövüldüğünü izleyelim.
Güzel fikir.
Yataktan kalkıp dolabın yanına gittim. Halimi gördüğümde yüzümü buruşturdum. Altıma eşofman ve üstüme bir crop giyip çıktım, özenecek halim yoktu.
Eğitim alanına gitmem yirmi dakikayı bulmuştu. Çok yavaştım.
Bahçede dövüştüklerini görünce yanlarına gittim. Neden spor salonunda değillerdi?
Göktuğ'un Bartu'yu eğittiğini gördüm, anladığım kadarıyla Aslı hâlâ gelmemişti.
Geldiğimi fark eden Göktuğ bana baktı. "Neden buraya geldin? Dinlenmen gerekti."
Elimle Eylül, Bartu ve Deniz'i gösterdim. "Onların nasıl dövüldüğünü görmek istedim." Deyip Eylül ve Murat'ın karşısındaki banka oturdum.
Eylül Murat'tan yumruk yiyince yere düştü. Ağzındaki kanı tükürüp, "Bu kadar yeter." diye isyan etti.
Murat bilmiş bilmiş konuştu. "Düşmanınla dövüşürken 'Bu kadar yeter.' dediğinde seni salmayacak Eylül."
Eylül hırsla ayağa kalkıp Murat'ın yüzüne yumruk attı.
İşte bu be! Helal olsun kızım sana.
Murat sırıtarak Eylül'e döndü. "Bir kadını cesur gösteren bir özellik." diyerek Eylül'ü övdü.
"Düşüncelerimiz çok farklı."
"Nasıl yani?"
"Bence bir kadını cesur gösteren bir özellik, sevdiği adama açılmasıdır."
Ne yapmaya çalıştığını anlayınca sırıttım. Bu kız fazla akıllıydı.
Karşısındaki adamın tembelce kaşları havaya kalktı. "Peki, sende o cesaret var mı?"
Kışkırtıcı bir sesle konuşan kadın fazla çekici gözüküyordu. "Fazlasıyla var." deyip Murat'ın yakasından tutup dudaklarına yapıştı.
Elimle gözlerimi kapattım. Ayıp ama burada aile var.
Eğitime mi geliyoruz, başka bir yere mi anlayamadım.
Ellerimi gözlerimden çektiğimde üzerime eğilen adamı gördüm. Ellerini her iki tarafıma koyup etrafımı sarmıştı.
"Ne o, çok mu utandın?"
Bu adamın sesi neden bu kadar etkileyici? "Neden utanacakmışım?"
"Yanakların."
Ne olmuş yanaklarıma? Yoksa yine kızarmışlar mıydı? Ellerimi göğsüne koyup ittirdim. "Bir daha bu kadar yakınıma girme!"
Dudakları kıvrıldı. "Heyecanlanıyor musun yoksa?"
Ayağımı yere vurdum. "Ne alaka?!" Tekrar konuştum. "Eğer 'yanakların pancar gibi kızarmış' dersen, hiç çekinmeden üstüne atlarım."
Eliyle ağzına fermuar çekip, "Sustum," dedi.
Sinirle Murat ve Eylüle döndüm. "Sizde gidin başka yerde öpüşün." Arkamı dönüp hızlıca eğitim alanından çıktım. Sinirle, "Edepsizler," Diye bağırdım.
⚔
Aradan bir hafta geçmişti ve ben iyice iyileşmiştim. Eğitimlerde çok şey öğrenmiştik. Özellikle ben. Herkes buna çok şaşırırken ben seviniyordum. Sanki herşeyi önceden biliyormuş gibiydim.
Ve o gün gelmişti; ilk göreve çıkacağımız gün geldi ve çattı. Şu anda toplantı alanındaydık.
Göktuğ konuya girdi. "İlk önce bir şeyden bahsedeceğim. Deniz ve Bartu'nun eğitmenleri değişti." Bartu dehşete düşmüş gibi Göktuğ'a bakıyordu. Yazık, bu çocuğun da aşktan yana hiç şansı olmadı.
"Neden?" diye soran Bartu'nun sesi hüzünlü çıkıyordu.
"Sizi daha iyi eğitecek eğitmenler getirdik. Aslı ve Merve'de başka öğrencilere eğitim verecek." Suyundan bir yudum alan adam tekrar konuşmaya başladı. "Yarın görev için siyah gezegene gideceğiz. Diğer iki eğitmen gelsin, yapacağımız şeylerden bahsedeceğim."
"Hani onların evrenine girmeniz yasaktı?"
Sorduğum soruya Murat cevap verdi. "Onlar o kuralı çiğnedi. Ve şunu asla unutma, Asel; kurallar çiğnenmek için vardır." Haklıydı, ne diyebilirdim ki?
İçeriye giren iki kişiyi görünce bunların yeni eğitmenler olduğunu anladım. Önden giren kadına baktım; çok tatlı bir yüzü vardı, sarı saçlarını ikili örmüştü. Arkasından giren adama kaydı gözlerim.
Nefesim kesildi, ulan bu ne yakışıklılık.
Gömleğinin iki düğmesini açtığı için dövmeleri gözüküyordu. Alnını kapatan saçları nefes kesiciydi. Taktığı gözlük onu daha yakışıklı gösteriyordu. Acaba sevgilisi var mıydı?
Bakışlarımızla adamı yedik.
Gözlerinden ateş saçan Göktuğ'a baktım; çatık kaşlarını daha çok çatıyordu. Gözlerimi kısarak Göktuğ'a bakıyordum. Neden bana sinirle baktığını anlayamadım.
"O aklındaki düşünceleri çıkarmazsan, onu buradan gönderirim."
Ben de kaşlarımı çattım. "Sanane benim düşüncelerimden?" Diye diklendim. Ne düşündüğüm kimseyi ilgilendirmezdi o benim sadece eğitmenimdi.
"Asel!" diye uyardığında daha fazla mağaradan inmiş bu adam ile muhattab olmamak için sustum.
Yakışıklılığıyla göz alan adam konuşmaya başladı. "Merhaba arkadaşlar." Herkes hoş geldin dileklerini sununca konuşmaya devam etti. "Ben Aras Özer." Ay, bu adamın ismi de bir harikaydı.
Adam konuşmaya devam etti. "Yirmi altı yaşındayım ve Bartu'nun eğitmeniyim."
Yeni gelen kadın da kendini tanıtmaya başladı. "Merhaba arkadaşlar, ben de Cansu Uyanık." Bu tatlı kadın neden Göktuğ'a bakarak konuşuyordu? Ki bundan bananeydi?
"Yirmi dört yaşındayım ve Deniz'in eğitmeniyim."
Göktuğ boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Bugün akşam görevimiz başlıyor. Murat, yazdığın senaryodan bize de bahset."
Murat, ellerini önünde birleştirip konuşmaya başladı. "Çetin Öztürk ölene kadar siyah gezegenin başkanıydı. Poyraz Adanır, yani şu anki başkan. Poyraz'ın başkan olmasını sağlayan kişi Çetin. Bizim buradaki görevimiz ise şu." Yüzündeki sırıtmayla konuşmaya devam etti. "Çetin'in hiç kimsesi yokmuş, ölürken de yalnız ölmüş. İşte tam olarak biz burada devreye giriyoruz. Biz Çetin'in torunlarıyız. Kaybolmuş torunları; annemiz, babamız yok. Yıllar sonra birbirimizi bulup dedemize ulaşmaya çalıştık. Ama ne yazık ki dedemiz öldü. Poyraz, Çetin'in çocuğu gibiydi. Bu sebepten dolayı Poyraz'a yakın olup dedemizle ilgili şeyler öğreniyor gibi yapacağız ama asıl mesele Poyraz'ı öldürmek. Poyraz'ı öldürüp başa kendi adamlarımızı geçireceğiz. Ayrıca Göktuğ ve Asel gizli odaya girip Poyraz'ın galaksi evrenini yok etmek istemesine dair dosyaları alacaklar." Ağzım açık Murat'ı dinledim, o nasıl senaryoydu öyle.
Murat daha çok sırıtma şansı varmış gibi sırıttı. "Ama Asel, Çetin'in torunu değil."
Kaşlarımı çattım. "Nedenmiş o? Ben dış kapının dış mandalı mıyım?"
Parmağıyla Göktuğ'u gösterdi. "Sen Göktuğ'un sevgilisisin. Ve birbirinize deli gibi aşıksınız."
Ağzımı bir karış açtım. "Pardon? Sen Eylü ile kendini sevgili yapsana; niye beni Göktuğ ile sevgili yapıyorsun?" Gülerek bizi izleyen Göktuğ'a ters bir bakış attım. Benim bir suçum yok dercesine ellerini havaya kaldırdı.
Eylü konuşmaya başlayınca ona baktım. "Aselciğim, biz zaten sevgiliyiz; oyunda sevgili olmamıza gerek yok."
Elimi masaya vurdum. "Saçmalık! Siz bu oyunu daha iyi oynarsınız, sonuçta gerçekte de sevgilisiniz."
"Oyunbozanlık yapma, Asel." Kaşlarımı çatarak Murat'a bakıyordum.
"Allah seni bildiği gibi yapsın, gerizekalı."
"Göktuğ, öğrencin bir cezayı hak ediyor bence."
Göktuğ, her zamanki soğuk tavrından ödün vermeyerek konuşmaya devam etti. "Bu dosyada Poyraz ile ilgili bütün bilgiler var." Dosyayı benim önüme attı. "Herkes incelesin." Dosyayı alıp okumaya başladım.
Poyraz Adanır, otuz yaşında siyah gezegenin başkanı. Herhangi bir evlilik yapmamış. Ben adamı yaşlı bekliyordum ama genç çıkmıştı. Dosyayı Bartu'nun önüne attım. Göktuğ konuşmaya başladı. "Önemli bir bilgi. Galaksi gezegeni hariç, diğer gezegenlerin başkanlarını kimse bilmez. Sır gibi saklanır."
Bu torun işi çok mantıklıydı, bu sayede Poyraz'a ulaşabilmiştik.
"Ve bir şey daha," dedi Göktuğ. Konuş konuş bitmiyor. "Bizden kesinlikle DNA testi isteyecek, hiç tereddüt etmeden verin. İçerideki adamlarımız bu işi halledecek. Asistanlarınız size sahte bir kimlik verecek, o kimlikte ne yazıyorsa ona uyun. Çünkü artık siz başka birisiniz."
Ben nelere bulaştım böyle?
"Çıkabilirsiniz."
Göktuğ'a döndüm. "Bu adamı öldürmek bu kadar kolay mı olacak?"
"Hayır, Asel. Adam çok güçlü. İçimizde onların adamları bile varken, bu hiç kolay olmayacak."
Sertçe yutkundum. İçimizden birilerine bile zarar gelebilirdi yani? Dalgın bir şekilde eğitim alanından çıktım. Ya öleceğiz ya da kazanacağız...
"Asel hanım." Asistanım yanıma gelince durmak zorunda kaldım.
"Bu sizin sahte kimliğiniz, efendim." Elindeki kimliği aldım. Kadın konuşmaya devam etti. "Odanıza bıraktığımız elbiseyi bu akşam giyeceksiniz. Bizzat Göktuğ Bey seçti elbiseyi."
"Anladım, teşekkü- Ne Göktuğ mu seçti?" Kadın kulaklarını tıkadı. "Ama haddini fazla aşıyor bu adam! O kim ki bana elbise seçiyor?"
Kadın korkarak konuşmaya başladı. "Eğer elbiseyi giymezseniz, göreve gelemeyeceğinizi söyledi."
"Bir de tehdit ha? Şerefsiz, adi adam."
Ayaklarımı yere vura vura eve gittim. Odama girdiğimde yatağımın üzerindeki kutuyu alıp elbiseye baktım.
Okyanusu andıran mavi bir elbiseydi. Bileğime kadar uzanan elbisenin ince askıları vardı. Şu zamana kadar siyahtan başka bir renk giymemiştim.
Çünkü ben, annesi öldükten sonra tüm renklerini kaybeden bir kadındım.
⚔
Akşam olduğunda hemen üstümü giyindim. Hafif bir makyaj yaptım ve saçıma fön çektiğimde hazırdım. Kendimi Evden çıkmadan önce şu sahte kimliğe baktım. İsmim Ahu, yaşım yirmi beşti. Kendimden emin adımlarla evden çıktım. Dışarıda bekleyen Göktuğ'a yürüdüm.
Şu anda kesinlikle çok havalı gözüküyoruz.
Alıcı gözle Göktuğ'u süzdüm. Siyah gömleğini siyah kot pantolonunun içine katmış ve gömleğinin kollarını sıvamıştı. Koluna taktığı saat epey pahalı gözüküyordu.
Kol kasları beni benden alıyor...
Çok uyumlu bir çift olmuştuk.
"Gerçekten de yakışmış," dediğinde söylediği şeyi dışarıdan dediğini fark etmemişti.
"Evet, gerçekten de yakışmış," dedim parmağımla onu gösterirken.
Dudakları tembelce kıvrıldı. "Artık benden hoşlandığını saklamıyorsun ha?"
Kaşlarımı çattım. "Ne münasebet? Sadece kıyafetlerin yakıştığını söyledim."
"Eminim öyledir."
"Araba nerese?"
Belimden tutup kendine çekti. Ne oluyoruz ya? Kokusu burnuma değinmişti... Çok güzel kokuyordu.
"Araba yok, ışınlanacağız."
Şu ışınlanmayı kim bulduysa yerinde rahat yatamasın inşallah. Hızla gözlerimi kapattım.
"Abi, şu kıza şöyle bakacağına geldiğinizi söylesene," diyen Murat'ın sesini duyunca gözlerimi açtım. Göktuğ, Murat'a öyle bir bakış attı ki ben korktum. Hemen Göktuğ'dan ayrıldım.
Eylül'ün ağzının içinde mırıldandığı şeyi duydum. "Birbirlerine ne kadar yakıştıklarının farkında değiller."
Dediği şeyi duymazdan gelip Eylül'ü
baştan aşağı süzdüm. Yeşillere boğmuştu kendini. Bartu'nun yanına gittim. Yazık, çocuk yine yalnız kaldı.
"Bartu'm, ne yapıyorsun burada yalnız başına?"
"Hiç, sadece neden bu kadar yalnız kaldığımı düşünüyorum."
Gidip Bartu'ya sarıldım. "Kıyamam oğlum ben sana." Şerefsizim, ağlayacağım.
"Duygusallığa bağlama lan."
"Niye, oğlum ben ağlayacağım şimdi."
Bartu güldü. "Ben bu kara kaşlarımla yeni birini bulurum, merak etme."
Gülerek ayrıldım. "Haklısın, kara kaşlı çocuk."
"Hepiniz buraya gelin." Murat'ı duyunca hemen yanına gittik.
Göktuğ'u gösterdi. "Senaryoda Göktuğ: otuz yaşında ve ismi Can. Anne ve babası bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Ve Can, yani Göktuğ, ressam."
Murat beni gösterdi. "Senaryoda Asel: yirmi beş yaşında ve ismi Ahu soy ismi Akal. Anne ve babası yurtdışında yaşıyor. Ve kendisi aşçı."
"Bir dakika ya, bu doğruydu; ben aşçı olmayı istiyordum." Göktuğ bana dönüp kafamdaki soruyu cevapladı.
"Hepimizin elinin yatkın olduğu işi seçtik ki inandırıcı olsun."
Başıma salladım. "Anladım."
Murat Eylül'ü gösterdi. "Senaryoda Eylül: yirmi altı yaşında ve ismi Pınar. Pınar'ın da anne ve babası bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Ve Pınar bir kıyafet tasarımcısı."
"Neden ikisininde de anne ve babası bir trafik kazasında hayatını kaybediyor?" diye sordum merakla.
"Çünkü Çetin'in çocukları bir arabada giderken trafik kazası yapıyorlar ve hayatlarını kaybediyorlar. Bu sırada ise bütün çocuklarını bir dadıya emanet ediyorlar. Çetin kötü bir zaman geçirdiği için torunlarını yanına almıyor."
Anladım der gibi başımı salladım.
Sonra ise Bartu'yu gösterdi. "Senaryoda Bartu: yirmi yedi yaşında ve ismi Emre. Yaptığı iş boksörlük."
Hiç vakit kaybetmeden Deniz'i gösterdi. "Senaryoda Deniz: yirmi beş yaşında, ismi Toprak. Yaptığı iş gamerlik."
Hepsinin trafik kazasında ailemizi kaybettiğimizi söylediği için tekrar söylemeye tenezül etmiyordu.
Hiç haz etmediğim kıza gelmişti sıra. "Senaryoda Cansu: yirmi dört yaşında, ismi Elif. Yaptığı iş ressamlık."
Murat başka bir konuya değindi. "Gerçekte Göktuğ ile Cansu önceden bir atölyede karşılaştılar, buradan yola çıkacağız. Senaryoda Göktuğ ile Cansu bir atölyede karşılaşıyor ve kuzen olduklarını öğrenip bizi aramaya çıkıyorlar." Demek Göktuğ ve Cansu önceden tanışıyor ha?
Murat Aras'ı gösterdi. "Senaryoda Aras: yirmi yedi yaşında, ismi Ege. Yaptığı iş takı tasarlıyor."
Son olarak Murat kendini gösterdi. "Senaryoda ben: yirmi sekiz yaşındayım, ismim Burak ve ben de aşçılık yapıyorum." Tekrardan konuştu. "Senaryoda ben ve Eylül kardeşiz ve aynı iş yerinde çalışıyoruz. Kardeş olduğumuz için Göktuğ ile Elif bizi hemen buldular. Sonra ise Aras'ı buldular. Bir dövüşte Bartu'yu buluyorlar. Ardından ise Deniz bir oyun videosunda karşılarına çıkıyor. Anlaşıldı mı?"
Göktuğ konuştu. "Bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Asel hariç hepimizin soy ismi Öztürk."
Murat, "Arkadaşlar görev şöyle olacak: biz Poyraz'ı oyalarken Asel ve Göktuğ gizli odaya gidecek." Herkes onaylayan mırıltılar çıkarttı. Göktuğ yürümeye başladığında hepimiz Göktuğ'u takip ettik. Beş dakika sonra kocaman bir villanın önünde bulduk kendimizi. Göktuğ elini bana uzattı.
"Ne?" dedim, kaşlarımı havaya kaldırarak.
"Hani senaryoda birbirine deli gibi aşık olan o çiftiz ya," dedi göz kırparak.
"Bu, el ele tutuşacağımız anlamına gelmiyor."
Dediklerimi önemsemeyip elimi tuttu. Ellerimiz birbirine temas ediyor!!!
Murat sırıtarak, "Ne duruyorsunuz aşıklar, yürüsenize," dedi. Murat'a delice bakışlar atıyordum. Onu bir kaşık suda boğabilirim. Murat, bakışlarımı hiçe sayarak konuşmaya devam etti. "Evrenin en iyi çifti, ya şunların uyumuna bakın."
Göktuğ, "Murat, biraz daha konuşmaya devam edersen seni kimse elimden alamaz," dedi.
"Tamam kardeşim, sustum."
İçeriye girdiğimizde kapıda bizi Poyraz karşıladı. Adam cidden yakışıklıydı.
"Hoş geldiniz."
Hiç hoş bulmadık bence.
Herkes "hoş bulduk" deyince içeriye geçtik. Ev aşırı büyüktü. İçerisi genellikle beyaz döşenmişti. Yemek masasının arkasındaki ünitenin yanında duran büyük bebek heykelini görünce kaşlarımı çattım. Bu ne saçma şeydi!
Göktuğ kolumdan tutup kimsenin olmadığı bir yere çekti. Ne yapıyordu hiç anlam veremiyordum.
Elinde tuttuğu küçük şeye baktım. "Bu ne?"
"Zihnini okumaması için. Arkanı dön."
"Kendim takarım."
"İyi al, nasıl takılacağını iki saate kadar öğrenirsin."
Mecburen arkamı dönmek zorunda kaldım. Saçlarımı omzuma attı. Soğuk elleri tenime değince nefesim kesiliyordu. Kulağıma yaklaşıp, "Sakın orada bizi ele verecek bir şey yapma," dedi. Ben şu anda ne dediğini anlamıyordum. Çünkü konuşurken nefesini tenimde hissediyordum. "Tamam.."
Murat'ın, "Göktuğ," diye bağırdığını duyunca arkamdan çekildi.
Elbisemi düzenleyip yanlarına gittik. Poyraz denen adamın değişik bakışları üzerimdeydi. Elini uzatıp, "Merhaba küçük hanım," dedi.
Biz nereden senin küçük hanımın oluyoruz lan?
Mecburen elini tutmak zorunda kaldım. Elini sıkacağım zaman nazikçe dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı. Sanırım kusacaktım. Zoraki tebessüm ettim. Göktuğ adamı boğacak gibi bakıyordu ona ne oluyordu acaba? Göktuğ ile tokalaştıktan sonra koltuğa oturduk.
Ard arda gelen hizmetçiler tabak tabak tatlı getiriyor, masayı dolduruyorlardı. Bu kadar şeye ne gerek vardı? Başka ülkelerde ki insanlar açlık ile sınanırken burada bir grup insan göz boyamak için yiyecekleri israf ediyorlardı.
Göktuğ konuya girdi. "Hemen dedemiz hakkında bilgi edinmek istiyoruz. Mezarı nerede, evi nerede?"
Adam arkasına yaslandı. "Önce tanışalım, bu ne heyecan?"
Tanışmaya gerek yok, biz seni tanıyoruz, ahmak adam. Bana bakarak konuştu. "Evet, küçük hanım, ismin ne?"
Sanki ismimizi bilmiyor, bizim hakkımızda kesinlikle her şeyi biliyor. "Ahu." Konuyu uzatmamak amacıyla ismimi söyledim.
"Kendin gibi isminde çok güzel."
Yok, ben buna dalarım.
Göktuğ konuşmaya başladı. "Evet, benim sevgilim çok güzeldir. Ve genellikle bunu herkes dile getirir ve sonra ne olur biliyor musunuz?"
Adam kaşlarını kaldırdı. "Ne olur?"
"O kişi ölmek için bana yalvarır."
Göktuğ ve Poyraz arasında uzun bir bakışma geçmişti. Fakat bu bakışmayı Poyraz sonlandırmıştı. Adam yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi. "Konuya gelelim o zaman. Ama öncelikle sizden bir şey istiyorum. Bana DNA için saçınızdan verin. Ne de olsa size iyice güvenmem gerekir, değil mi?"
Göktuğ, "Tabii," dedi.
Yanımıza gelen adamın elinde makas vardı. Bunlar neden bu kadar aptal? Bir telini versek bile yeter. Şaka gibi ama adam elindeki makasla, ben hariç diğerlerinin saçından küçük küçük kesmişti. Göktuğ ile ikimiz hariç diğerleri koyu bir sohbete girmişti. Göktuğ ile birbirimize baktığımızda, gidelim demek istediğini anladım.
"Biz hava alıp geleceğiz, siz konuşmaya devam edin," deyince ayağa kalktım.
Onlardan uzaklaştığımda, Göktuğ kulağını tuttu. Ne oluyor yine?
"Evet, duyuyorum Murat." Etrafıma bakındım. Ne Murat'ı, burada sadece ikimiz varız.
Yanımda gülen adam konuşmaya başladı. "Kulaklık, Asel, kulaklık."
Bozuntuya vermeden konuştum, "Kulaklıkla konuştuğunu biliyorum, canım. Bir ses geldi, sanki o yüzden bakındım etrafıma."
"Sen öyle diyorsan."
Bir kapıya geldiğimizde durduk. "Burası," cebinden küçük bir anahtar çıkardı. Tam açacağı sırada çekildi.
"Geliyor," dediğinde sıçtığımızı anladım. Bu adamda iki dakika yerinde duramadı. Kolumdan tutup bir odaya girdik. Daha ne olamadan küçük bir dolabın içine girmiştik.
Ayak sesleri buraya doğru geliyordu. Hiçbir şey göremiyordum ama Göktuğ'un nefesi dudağıma değince ne kadar yakın olduğumuzu anladım. Tam konuşacağım sırada dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Sonrasında kapı açıldı. Şu anda yaşadığım şeyin şokundaydım. Kapı kapanınca ayrıldı. Ben ise olduğum yerde duruyordum. İlk defa böyle bir şey yaşıyordum. Nasıl şokta olmayayım ki?
Göktuğ dolabın kapağını açıp dışarı çıktı. Ama ben hâlâ olduğum yerde duruyordum. "Asel, gelmeyi düşünüyor musun?"
Şaşkın bir şekilde dolaptan çıktım.
Öptü, lan bizi öptü!
Karşımda duran adamın dudakları kıvrıldı. "Yanakların," deyip yine devamını getirmedi.
Yaşadığım şeyin şokunu atlatınca kaşlarımı çattım. "Elinle ağzımı kapatmak varken neden dudağıma yapışıyorsun, adi adam!"
"Canım, öyle istedi."
"Başlatma canına."
"Hoşuna gitmedi mi?"
"Hayır, gitmedi."
"Ama beden dilin öyle demiyor."
"Beden dilim önemli değil, ne dediğim önemli!" Şöyle bir gerçek vardı ki beden dili çok önemliydi.
Üzerime yürümeye başladı. O üstüme geldikçe ben de arkaya doğru gidiyordum en son gidecek yerim kalmadığı için dolaba sırtımı yasladım. Heyecandan hızla inip kalkan göğsüme engel olamıyordum. Ellerim, hatta tüm vücudum titriyordu.
Elini kalbimin üzerine koydu. "Hissediyor musun?"
"Neyi?"
"Sana her yakınlaştığımda vücudunun verdiği tepkileri. Kalbinin hızlanmasını."
"Öyle bir şey yok."
Kulağıma yaklaşıp konuştu. "Benden hoşlanıyorsun."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.87k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |