~Her iyi sandığımız kişi gerçekten iyi miydi~
Asel'den
Bardakları bulaşık makinesine koyup odama çıktım. Kitaplığa doğru ilerledim. Elime bir kitap alıp ilk sayfasını açtım ve içindeki notu okudum. "Bu kitabı annen sana almıştı fakat baban o gün yine eve sarhoş gelmişti ve elindeki kitabı gördüğünde sebepsiz yere sinirlenip kitabı almaya çalışmıştı." Kitabın kenarı yırtıktı. Babam yırtacaktı ama son anda elinden kurtarmıştım.
Zordu, değil mi? Hayat çok zordu. Kimileri zenginliğin içinde mutsuzdu, kimileri fakirliğin içinde. Beni aşağılayan, annem yok diye dalga geçen, babam katil diye beni dışlayanlar da mutsuzdu, değil mi? Umarım mutsuzlardır çünkü onlar mutlu olmayı hak etmiyorlardı.
Şu zamana kadar babam katil diye beni dışlayan insanlardan hep uzak durmuşumdur. Onlardan hep kaçmıştım. Çünkü onlar beni hak etmiyordu.
Elimdeki kitabı yerine koyup odanın balkonuna çıktım. İçime temiz havayı çekmeye başladım. Gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Benim yaşadıklarımı kimse kaldıramazdı galiba. O yurtta yaşadıklarımı kimse kaldıramazdı.
10 yıl önce
Odanın penceresinden yine oyun oynayan, arkadaşlarıyla konuşan kişileri izliyordum. Benim hiç arkadaşım olmadığı için nasıl bir duyguydu bilmiyordum. Ama güzel bir duygu olması gerek ki hepsi gülüyordu. Şu yaşıma kadar hiç arkadaşım olmamıştı. Çünkü benim hiç güzel kıyafetim olmamıştı; hep eski kıyafetler giymiştim. Ama buna rağmen bir sokak çocuğu gibi pis değildim, çünkü annem her zaman kıyafetlerimi tertemiz yapardı. Bundan dolayı çocuklar beni aralarına almak istemezdi. Ya da anneleri çocuklarını uzaklaştırırdı. Ama şimdi arkadaş edinecektim; artık kıyafetlerim çok güzeldi ve yırtık değillerdi.
Onların yanına gidip aralarına katılmalı mıydım? Şu pencereden onları izlemeyi bırakmalı mıydım? Deneyebilirdim, aralarına girmeyi deneyebilirdim.
Yataktan kalkıp heyecanla aşağı indim. Bir arkadaşım olacaktı. Artık o pencereden onları izlemek zorunda kalmayacaktım. Bu kadar yıl sonra ilk defa bir arkadaş edinecektim. Bugün benim en mutlu olduğum gün olacaktı.
Aşağı indiğimde ilk gözüme çarpan sürekli üçlü takılan o kişi geldi. Onlara çok imreniyordum, yalnız değillerdi. Her gün pencereden birilerini izlemiyorlardı.
Yavaş adımlarla yanlarına gittim. İçim içime sığmıyordu!
Yanlarına gittiğimde oturdukları yerden bana bakmaya başladılar. Saçları uzun ve siyah olan kız, "Ne var, ne dikiliyorsun başımızda?" dedi. Sesi çok soğuk geliyordu. Söylemeli miydim, onlar ile arkadaş olmak istediğimi? Evet, söylemekten bir zarar gelmezdi. "Sizinle arkadaş olabilir miyim?" dedim çekingen bir tavırla. Kızıl saçlı kız gür bir kahkaha atmıştı. Ne oluyordu? Komik bir şey mi söylemiştim?
"Seni aramıza alacağımızı mı sanıyorsun?"
Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Evet, neden?" Neden almayacaklardı, benim onlardan neyim eksikti? Hem onlara kötü bir şey de yapmamıştım.
Kıvırcık saçlı kız baştan aşağı beni süzdü. Yüzünü buruşturup, "Babası katil olanları aramıza almıyoruz, canım," dedi.
Söylediği şeyle kaşlarımı çattım. Gözlerim yavaş yavaş dolmaya başlıyordu. Benim suçum muydu babamın katil olması? Arkamı dönüp koşarak yurda girdim. Gece buradan gidiyordum; babam katil diye beni dışlayan kişilerin bulunduğu bir yerde duramazdım. Koşarak koridordan merdivenlere yöneldim. Ama çok sevdiğim ve beni dışlamayan Kader teyze beni durdurdu.
"Hayrola kızım, ne oluyor? Niye böyle koşuyorsun?"
Burnumu çektim. Onu nasıl arkamda bırakacaktım?
"Sen niye ağlıyorsun bakalım?"
"Babam katil olduğu için beni aralarına almıyorlar."
Kadın bana hüzünlü gözlerle bakıyordu. Beni kendine çekip sarıldı. Bana bir anne gibi davranıyordu. Ama şimdi bu kadını arkamda bırakacaktım. Ayrıldığımızda cebimden küçük oyuncak kediyi çıkardım.
"Bu sende dursun, buna baktıkça beni hatırla, olur mu?"
"Olur kızım ama seni hep göreceğim zaten, buna bakmaya gerek yok. Ve sen üzülme, tamam mı kızım? Sen üzülünce benim ciğerimi söküyorlar."
Üzgünüm Kader teyze, bu gece bu yurttan kaçacağımı bilsen ne yapardın acaba?
"Tamam Kader teyze, üzülmeyeceğim."
Üzülecektim, hem de çok.
Herkes uyumuştu. Dediğimi yapacaktım, bu yurttan kaçacaktım. Zaten kimin umurunda olurdu ki? Kimse yokluğumu bile fark etmezdi.
Yavaş adımlarla aşağı inmeye başladım. Bahçeye çıktığımda bekçinin arka bahçeyi kontrol ettiğini gördüm. Olabildiğince hızlı koşarak yurttan çıktım. Özgürdüm. Beni dışlayan kişiler olmayacaktı artık. Kendi kafama göre takılabilecektim.
Bugün en mutlu günüm olacaktı hâlbuki...
Günümüz
İstemsizce gözlerimden yaşlar akıyordu. Hâlâ gözlerim kapalıydı. Gözlerimi açtığımda karşı balkondan beni izleyen Göktuğ'u gördüm. Gözyaşlarımı elimle sildim. Kaşlarımı çattım. Bu adam neden her yerde karşıma çıkıyordu? Hâlâ istifini bozmadan beni izliyordu. Yüz ifadesi değişikti, üzülmüş gibiydi. Gözleri hüzünlü bakıyordu. Sanki bir şey demek istiyormuş da diyemiyormuş gibiydi. Keşke çipi isteseydim, şimdi ne düşündüğünü anlardım.
Arkasını dönüp içeriye girdi. Hey, hiçbir şey söylemeden gidemezdi! Beni izlemekten vazgeçmeliydi.
Biraz daha temiz hava alıp içeriye girdim. Zaman neden geçmiyordu? Daha toplantıya çok vardı. Altıma kargo pantolon ve üzerime bir crop geçirip saçlarımı bağlayıp evden çıktım. Keşfettiğim o uçuruma gidecektim.
Uçuruma geldiğimde kara kaşlının uçurumun hemen ucunda oturduğunu gördüm. Ne yapıyordu orada?
"Kara kaşlı çocuk, ne yapıyorsun orada?"
Arkasını döndüğünde beni gördüğüne şaşırmış gibi bakıyordu. Ne? Oraya gelen tek o değildi, beni gördüğüne şaşırmamalıydı.
"Kara kaşlı derken?" dedi, tek kaşını kaldırarak.
"Ne? Kaşların kara değil mi?"
"İnsanlara lakap takman hiç hoş değil," dedi huysuzca.
"Sende beni sevemedin be kara kaşlı. İsmini söyle de onu kullanayım bari."
"Sana neden ismimi söyleyim?" Bu insanlar bana karşı çok ön yargılıydılar.
"İyi madem, ben sana kara kaşlı demeye devam edeyim."
"Bartu." Soğuk çıkan sesine karşılık ellerimi birbirine çaktım.
"Ben de Asel."
"Seni tanıdığıma hiç memnun olmadım Asel." Ben de bir sorun vardı galiba; kiminle tanışsam benden hoşlanmıyor, "Merak etme, ben de memnun olmadım kara kaşlı çocuk."
"Hani ismimi kullanacaktın?" Sesi sinirli çıkıyordu.
Dudaklarımı büzerek, "Gıcıklık yapmasaydın kullanmazdım," dedim.
"On yaşında bebek misin? Yaşına göre davran."
Belki çocukluğumu yaşayamadığım için böyle davranıyorumdur? Yaşım büyük olabilir ama ruhum hâlâ çocuk.
"İstediğim gibi davranırım. Buna kimse karışamaz." Sesim hiç olmadığı kadar sert çıkıyordu.
"Başımdan git Asel, şu anda seninle hiç uğraşamayacağım."
Ben seninle uğraşmaya çok meraklıyım zaten!
"Sen git, niye ben gidiyorum? Hem önce ben buldum burayı."
"Kim demiş? Önce ben geldim."
Çocuk gibi kavga mı edecektik? Ondan uzak bir yere oturdum, "Çok istiyorsan kendin git."
Derin bir nefes verdi. Cebinden sigara ve çakmak çıkardı. Bu çocuğun ne sorunu vardı? Bence efkarlıydı. Sormalı mıydım? Tabii ki de soracaktım, içimde kalamazdı.
"Bir sorun mu var?" Sesim yumuşak çıkıyordu. Eğer bu yumuşaklığıma karşı ters bir cevap verirse onu şuracıkta parçalarım.
"Anlatsam dinler misin?"
"Evet," dedim. Bir an için piskoloğa dönüşmüştüm.
"Gıcık birisin ama içimdeki ses sana güvenebileceğimi söylüyor."
"İçindeki sesine güven," deyip göz kırptım, Ayağa kalkıp yanına gittim, "Anlat bakalım."
"Leyla," deyip durdu, o da kimdi?
"O kim?"
"Kıvırcık saçlı olan kız."
"Haa, şu burnu havada olan kız."
"Ne alaka?" Onu koruyor muydu?
"Çok alaka aslında ama sen bana takılma anlatmaya devam et."
"Onunla aynı okula gidiyoruz. Daha doğrusu gidiyorduk."
Kokoşa aşık mı bu?
"Aşıksın, değil mi?" dedim merakla. Çünkü genellikle böyle olurdu.
Kaşlarını çattı. "Ne o, sende eğitmenim gibi zihnimi mi okuyorsun?"
Saçlarımı havalı bir şekilde geriye attım. "Sadece altıncı hislerim kuvvetli," Merakla sordum. "Ee, ne oldu, anlat hadi."
"Bir yıldır onu takip ediyordum."
Bu da Göktuğ gibi çıktı.
"Beni hiç fark etmedi. Onun okulunda bile okuduğumu bilmiyor. Onun için görünmez biri gibiyim. Ben ona bu denli aşıkken, onu gülerek bugünkü oğlanla konuştuğunu gördüm. Çok mutlu görünüyordu, ona alıcı gözüyle bakıyordu. O an onun kolundan tutup kendi yanıma çekmemek için çok çaba sarf ettim. O oğlana dalmamak için kendimi çok zor tuttum."
Şu sarı çocuk mu? Kız ona aşıksa haklı ama, "Ne koymuştur sana?"
Şu çeneni tutsan olmuyor, değil mi? Asel, çocuk zaten üzgün, bir de sen patavatsız patavatsız konuşuyorsun.
Hüzünle başını salladı. Elimi sırtına götürüp sıvazladım, "Neden ona açılmıyorsun? Belki seninle denemek isteyecek. Böyle takip etmeyle olmaz."
"Beni reddederse ne olacak? Bu sefer uzaktan da izleyemem."
"Cesaretlenmen gerek kara kaşlı çocuk. Ya onu önce kendine aşık edeceksin, ya da direkt açılacaksın."
"Ya da uzaktan izlemeye devam edeceğim."
"Bu böyle olmaz ama, üzülme kara kaşlı çocuk. Bir gün onunla olursun."
"Altıncı hislerin kuvvetliydi, değil mi?"
Aslında değil ama onu mutlu etmek için evet diyeceğim, "Aynen öyle. Bu yüzden güven bana," Yüzünde hafif bir gülümseme oldu. Yazık, inandı.
"Seni sevdim," deyip saçlarımı karıştırdı. Ne ara bu kadar yakın olmuştuk?
"Kendim bile inanamıyorum ama benim de sana kanım kaynadı kara kaşlı çocuk." Herkesten nefret eden ben birine kanım kaynaşmıştı. Çok değişikti.
Kolundaki saate bakıp bana döndü. Kolumdan tutup ayağa kaldırdı.
"Toplantıya on dakika var ve eğitim alanına gidiyoruz."
Hayır, olmaz!
"Ben hiçbir yere gelmiyorum, o kalpsiz adama karşı bilerek geç kalacağım."
"Hiçbirimiz seni beklemek zorunda değiliz. Hem bana arkadaş olursun, yürü."
Olmaz, hiçbir yere gitmem!
Merdivenlerden yukarıya çıkarken nefes nefese kalmıştım, buraya beş dakikada gelmiştik. Evet, gördüğünüz gibi gelmiştim.
İçeriye girdiğimizde herkes yerini almıştı. Daha başlamasına beş dakika vardı ama!
Bartu, sarı oğlanın yanına oturmuştu. Hayır, olamaz, bana kokoşun yanı kalıyordu. İstemeye istemeye yanına gittim.
Alayla bana döndü, baştan aşağı beni süzdü. "Kalitesiz kıyafetler. İğrenç bir kombin," dedi iğrenti dolu bakışlarıyla. Ne diyordu bu kız? Sözüne devam etti. "Mağazada çalışan bir kızdan ne beklersin ki zaten?" Mağazada çalıştığımı nereden biliyordu?
Kaşlarımı çattım. "En azından ben baba parası yemiyorum." Onun baba parası yediğinden adım gibi eminim.
Alayla yüzüme baktı, yüksek sesle. "En azından benim babam bir katil değil." Dedi.
Kaşlarımı yavaşça çattım. Ne demişti o? Bunu nereden öğrenmişti? Burada babamın katil olduğunu tek Göktuğ biliyordu. Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Gözlerim doluyordu. Karşımdaki kız arsızca sırıtıyordu. Etrafımda sesler duymaya başladım. Ama hepsi derinden geliyordu. Anlayamıyordum.
Hayır, bu olamazdı; herkesten sakladığım şeyi bir adam bir kıza söyleyip o kız herkese yayamazdı! Bunu yapmaya hakkı yoktu. Yavaşça Göktuğ'a döndüm. Kaşlarını çatmış Leyla'ya bakıyordu. Onun bunu herkese yayacağını bilememiş gibiydi. Ya da onu söylememesi gerektiğine dair çok uyarmıştı ama Leyla onu dinlememişti.
Ben bu adama iyi biri demiştim, değil mi? Bir günlük tanıdığım bir adama iyi demiştim. Bir kere daha herkese çabucak güvenmemem gerektiğini anlamıştım. Bundan sonra güvenmeyi bırak, insanlara yaklaşmayacaktım bile. Güvendiğim kişiler hep sırtımdan vurmuştu ve yine aynısı olmuştu. Ama burada ben suçluydum. Daha bir günlük tanıdığım bir adama güvenmiştim.
Buğulu gözlerimle herkesin bana baktığını gördüm. Göktuğ'a bakarken başımı olumsuz anlamda salladım. Kaşlarını daha çok çattı, ardından konuştu. "Bunu ona ben söylemedim."
Kim söylemişti o zaman, kuşlar mı? Bir de inkar ediyordu! Hızla sandalyeden kalktığım için sandalye yere düştü. Şerefsiz adam, onun yüzünden herkes benden nefret edecekti. Üstelik benim hiçbir suçum yokken.
Koşarak eğitim alanından çıktım. Burada durmayacaktım. Durmazdım da zaten. Bir yolunu bulup kendi evrenime gidecektim.
Kaldırıma çıkıp bir ara sokağa girdim. Evet, yine ara sokağa girmiştim.
Kolumu tutan bir elle durdum, "Ona ben söylemedim." O kalın sesi kulaklarımda yankılandı.
Sinirle arkama döndüm.
"Kim söyledi o zaman?" Sinirden ellerim titriyordu.
"Bilmiyorum. Seninle ilgili olan dosyayı okumuş olmalı."
Ağlarken gülmeye başladım, "Oradan bakılınca salak mı gözüküyorum?" Utanmadan yalan söylüyordu.
"Sizin hakkınızda birilerine bilgi vermemiz yasak Asel." Bir şeyleri açıklamaya çalışıyordu. Ama sinirden onları bile duyamıyordum.
"O zaman sen o yasağı çiğnedin." Kolumu kurtarıp yürümeye başladım, "Burada asla durmayacağım. Kendi evrenime döneceğim."
Tekrar kolumu tuttu ama bu sefer sert tutuyordu. Sinirlenmişti.
"Babanın katil olduğunu söyleyen herkesten kaçamazsın. Bunu kabullenmelisin; senin baban bir katil."
Burukça tebessüm ettim, "Bunu bana hatırlattığın için teşekkür ederim,"
Tüm hayatım boyunca dışlandım. Sokaklarda büyüdüm ben. İnsanlardan para dilenirken, kıyafetim olmadığı için yırtık şeyleri giyiyorum diye yüzünü buruşturarak bana iğrenti dolu bakış atan insanlar tarafından dışlandım. Elim yüzüm kirli diye bana bir mikropmuşum, hastalıklıymışım gibi davranan insanlar tarafından dışlandım. Yaşıtlarım gibi değilim diye, onlar gibi olamadım diye beni arkadaş olarak kabul etmeyen insanlar tarafından dışlandım. Ve en önemlisi, babam katil diye annemi öldürdü diye beni dışladılar. Ve şimdi karşımda duran güvendiğim adam da beni dışlıyordu; onlardan farklı olduğumu söylüyordu alttan alta. Üstelik benim hiçbir suçum yokken.
Yanağımdan akan yaşı elimin tersiyle sildim. Kolumu kurtarıp hızla koşmaya başladım. Arkamdan yürüyerek geliyordu. Böyle beni yakalayamazdı. Daha çok hızlandım. Koşarak sinirimi atmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Hem koşuyor, hem ağlıyordum, hem de hıçkıra hıçkıra; hak etmemiştim bu olanları. Herkesin içinde böyle rencide edilmeyi hak etmemiştim. Saçma sapan bir yere gelmiştim ve yine hiç tanımadığım insanlar yüzünden yargılanıyordum.
Nefes nefese kaldığımda olduğum yere dizlerimin üstüne düştüm. Elimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladım. Keşke şu an yanımda annem olsaydı. Beni kendine çekseydi, sarılsaydı, saçlarımı okşayıp, "Her şey geçecek güzel kızım, dayan," deseydi. Ama yoktu, annem neredeydi? Neden beni böyle bir anda yalnız bırakmıştı? Neden gelip bana sarılmıyordu?
"Neden anne?" Sesim kısık çıkıyordu.
Belimde hissettiğim ellerle elimi yüzümden çektim. Onun büyük kolları bedenimi sarmıştı.
"Her şey geçecek fındık burun."
Söylediği şeyle daha çok ağlamaya başladım. Annem yoktu, beni dışlayan, sırrımı başka birine söyleyen bir adam vardı.
Saçlarımı okşamaya başladığında büyük bedenini kendimden ayırdım.
"Senin gibi birine ihtiyacım yok, beni yalnız bırak."
"Her şeyi kanıtıyla sana sunacağım ve benden özür dileyeceksin," deyip ayağa kalktı.
Onu arkamda bırakıp koşmaya başladım.
Yarım saattir koşuyordum. Sahi, ben nereye gidiyordum? Gidecek hiçbir yerim yoktu ve buraları bilmiyordum! Olduğum yerde durup etrafıma bakındım. Kimse yoktu, sadece yıkık dökük evler vardı. Nereye gelmiştim ben? Nasıl kendi evrenime gidecektim? Taşların olmadığı bir yer bulup oturdum.
Saçlarım dağılmıştı, ağlamaktan göz altlarım şişmişti; berbat bir durumdaydım, biri beni görse korkup kaçardı. Etrafıma bakınmaya başladım, insana dair hiçbir şey yoktu. Peki, benim burada ne işim vardı? Burada kimse yokken benim burada ne işim vardı!
Yanımda telefonum vardı! Cebimden çıkarıp arama yerine girdim. Nasıl sadece bu kalpsizin numarası olabilirdi? Asistanımın numarası neden yoktu? Telefonu cebime koydum, o kalpsizi arayacağıma burada ölürüm, daha iyi.
Benimki de keçi inadı işte, ne yapayım.
1 Saat sonra
Çok sıkıldım ve çok acıktım. Niye kimse beni kurtarmaya gelmiyordu? Madem beni buraya getirmişlerdi, korumaları da lazımdı. Açlıktan öleceğim burada ve bir Allah'ın kulu gelmiyor!
2 Saat sonra
Oturmaktan kıçım acıyor.
Çok acıktım.
Susadım.
Ve sıkıldım!
Acaba şu kalpsizi aramalı mıydım? Hayır, Asel, pes edemezsin.
Burada çürüyeceğiz, gerizekalı, ne gurur yapıyorsun?
Ölsem bile onu aramam.
Ayağa kalkıp etrafı gezmeye başladım. Burada ne olmuştu? Neden her yer yıkıktı? En önemlisi, neden hiç kimse yoktu? Hayvan bile yoktu.
Hani hiç hayvan yoktu?
Arkamı döndüğümde kocaman bir köpek beni karşıladı. Şimdi sıçmıştım, hem de çok fena; bu köpek beni öldürüp kemiklerimi afiyetle yiyecekti. Hayır, olmaz, benim daha çok okuyacağım kitap vardı! Ben daha çok küçüktüm. Ölemezdim.
Korkuyla konuşmaya başladım. "Ne bakıyorsun?"
Köpek etrafına bakınmaya başladı.
"Sen ve benden başka biri mi var burada, ne etrafına bakınıyorsun?"
Sus, Asel, köpeğe iyi davran, aksi takdirde bizi afiyetle yiyebilir.
Köpek koca gövdesini farklı bir yöne çevirip yavaş yavaş yürümeye başladı. Ben de onu takip etmeye başladım. Şu anda bana deli diyorsunuzdur ama başka şansım yok; bu köpek burada yaşadığı için bildiği bir yerler vardır diye düşünüyorum.
Bu köpek ne kadar yavaş yürüyor! Arkadan bir tekme atacağım, görecek. Ama o koca gövdesine dua etsin.
Köpeğin peşine takılmakla iyi yaptım galiba. Ormanlık bir yere gelmiştik.
İleride gördüğüm insanlarla olduğum yerde kaldım. Mutluluktan ağlayacaktım; bu kadar saat sonra birilerini bulmuştum. Hem de bir köpek sayesinde.
Topluluğun yanına koşmaya başladım.
Keşke koşmasaydım, hepsi bana ellerindeki mızrakları yöneltti. Bir dakika, ne mızrak mı! Ellerinde neden mızrak var onların? Yoksa şu insanlıktan çok uzak olan kişilere mi gelmiştim? Ama öyle olsa üstünde değişik kıyafetler olmaz mıydı? Bunlar normal insan gibi giyinmişti.
Bir kadın yanıma yaklaşmaya başladı; bacaklarım titriyordu. Kadının gözleri sürekli kayıyordu, elleriyle değişik hareketler yapıyordu. Alelacele cebimden telefonu çıkardım. Ama kadın telefonu elimden kaptı.
Sonum gelmişti sanırım. Hepsi değişik değişik suratıma bakıyordu. Ve hepsi çok değişikti; hareketleri, tavırları.
Korkudan mideme ağrı girmişti; böyle ölmek istemiyordum. Yanıma iki tane kafaya sahip olan bir adam geldi. İKİ TANE KAFA MI?
Çığlık atarak arkama döndüm; koşmaya başlayacağım sırada karşıma başka bir adam çıktı. Allah'tan bunun iki kafası yoktu. Ben nereye gelmiştim böyle? Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Neden kimse beni umursayıp yanıma gelmiyordu? Burada bu değişik insanlara yem olacaktım. Karşıma çıkan adam üstüme yürümeye başladı. Geri geri gitmeye başladım. Ta ki arkamdaki ağaca çarpana kadar. Dibime girip konuşmaya başladı. Çok yakındık! Ve ben sadece titriyordum.
"Burada hiç senin gibi birini görmemiştik. Sen bizi buraya atan kişilerle yaşıyorsun, öyle değil mi?" Elini saçıma götürüp okşamaya başladı. Korkudan gözlerimi kapattım. Bugün hayatıma son verecektim sanırım.
Sesini yükselterek, "Aç o gözlerini, mavilerine aşık edip beni onlardan mahrum bırakamazsın." Ne diyordu bu? Ne aşkı, ne mahrumu?
Gözlerini açsana, gerizekalı, yoksa bunlar bizi doğrayıp yiyecek.
Gözlerimi araladım. Karşımdaki adam yüzüme olağanüstü bir şeymiş gibi bakıyordu. Buna artık seyirci kalamayacaktım. Bacak arasına tüm gücümle tekme attım. Ama hâlâ dimdik karşımda duruyordu. Bu kadar mı güçsüzdüm? Hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya başladı. Bunlar ne tür bir şeydi?
"Ne kadarda güzel gözlerin var." Elini belime attı. Ve ben aptal gibi titremekten başka bir şey yapamıyordum. İlk defa böyle bir olayla karşı karşıya kalıyordum.
"Onun gözlerine sadece ben bakabilirim."
Duyduğum yüksek sesle ve karşımdaki adamın çığlığıyla kendime geldim. Adamın eli belimden düştü ve ardından kendi. Korkuyla kendimi geriye attım.
"Hepinizi öldürmemi istemiyorsanız dağılın." Sesin geldiği yöne baktım. Göktuğ gelmişti, sonunda gelebilmişti! Koşarak yanına gittim. Bu insanlardan kurtulmak istiyordum.
"Bu zamana kadar neredeydin?" Sesim sert çıkmıştı. Bedenim hâlâ titriyordu.
"Ne o, çok mu korktun fındık burun?"
Beni sakinleştirmek için böyle konuşuyordu, değil mi? Çünkü o da korkmuşa benziyordu. "Yok, korkmadım Göktuğ bey." Dedim sinirle.
Gülerek yanıma geldi, "Bir ışınlanmaya daha hazır mısın?" Gözünü kırpıp belimden tuttu ve kendine çekti. Bu ne arkadaş, gelip giden beni kendine çekiyor! "Hazır ol." Gülerek söylediği şeyle gözlerimi kapattım.
"Çok mu meraklısın bana sarılmaya?" Kulağıma fısıldadığı şeyle gözlerimi açtım. Ne sarılmasından bahsediyor bu adam? Onun koca gövdesine kollarımı sarmıştım. Kendimi geriye attığımda herkesin bize baktığını gördüm. Burada ne işim vardı benim? Boğazımı temizleyip dağınık saçlarımı geriye attım. Şu an utancımdan ölüyordum ama belli etmemem lazımdı.
"Benim ne işim var burada?" Tek kaşımı havaya kaldırdım.
"Benden özür dileyeceksin." Göz kırpan adama kaşlarımı çattım.
"Senin benden özür dilemen gerek, o söylediğin şeylere karşılık." Sesimi yükselttim, ona sinirliydim.
"Bu konuyu yalnız konuşalım. Ve çoktan özür işini hallettim."
Gülmeye başladım. "Halletin mi? Nasıl hallettin acaba?"
"Sürprizler söylenmez, fındık burun."
Araya dünyalar güzeli olan kadın girdi. Yemin ederim bu kadın herkesi baştan çıkarırdı.
"Bu kadar yeter, şöyle oturun, her şeyi açıklayalım, olur mu?"
"Hayır, olmaz, dünyalar güzeli. Ben bu kızla aynı yerde asla bulunmam." Parmağımla gösterdiğim kız sırıtarak yüzüme bakıyordu. Tahtası eksik olmalı.
"Ne o, çok mu utandın?"
Dediği şeyle şartellerim attı. Üstüne yürümeye başladım.
"Burada utanması gereken biri varsa, o da sensin. Babam katil diye utanmam. Birazcık aklın olsaydı, babamın suçundan beni sorumlu tutmazdın." Hâlâ üstüne yürüyordum.
"Kıskanıyorsun değil mi? Zengin olamadığın için, seni seven bir baban olmadığı için çok kıskanıyorsun."
Söylediği şey ile sekiz yıl öncesine gittim.
8 Yıl önce
Beni iki yıl önce aralarına almayan kızlardan biri bu yurttan kuş olup uçmuş. Leyla, kıvırcık saçlı olan, evet, gitmiş. O muhteşem üçlü dağılmış. Çünkü Leyla'yı çok zengin bir aile evlat edinmiş.
Şimdi ise onunla karşı karşıya duruyorduk. Onun üstünde kısa bir elbise vardı. Benim üstümde yırtık kıyafetler vardı. Onun saçları tertemizdi, benimkiler kirden geçilmiyordu. Onun ayakkabısı çok pahalı bir markaydı, benimkisi çöptü. Hiç adil değildi...
Karşımda duran kız sırıtarak bana bakıyordu. "Şu haline bak Asel, acınacak haldesin."
"Acınacak halde olan sensin. Sokakta yaşayan birini paranla eziyorsun."
"Kıskanıyorsun değil mi? Zengin olamadığın için, seni seven bir baban olmadığı için çok kıskanıyorsun."
Güldüm. "Farkında mısın bilmiyorum ama o senin gerçek baban değil. Senin baban sırf annen onu terk etti diye seni arkasında bırakıp intihar etti." Normalde böyle bir şeyi kimsenin yüzüne vurmazdım ama o benim canımı çok yakmıştı.
"Aptal şey." Gözleri dolmuştu. Fazlasıyla haketmişti bunu. "Senin gibi biriyle uğraşamayacağım." Deyip lüks arabalarına bindi.
Şimdiki zaman
Gözlerim dolu doluydu. "O sensin." Dilim tutulmuştu, konuşamıyordum. Yıllar önce beni aşağılayan kız karşımda duruyordu.
"Hatırladın değil mi?"
"Hiç değişmemişsin, eskisi gibi hâlâ çok acımasızsın."
"Merak etme, sen de öylesin."
Yine araya dünyalar güzeli girdi.
"Şu anda aranızda ne var, ne dönüyor bilmiyorum ama bizim de işlerimiz var ve bu konuyu halledip gitmeliyiz."
Hâlâ öğrendiklerimin şokundayken başımı evet şeklinde salladım.
Bartu yanıma gelip kulağıma fısıldadı. "Onu nereden tanıyorsun?"
"Sonra anlatacağım, Bartu."
"Tamam. Gel şöyle otur." Yanıma bir sandalye getirdi.
Dünyalar güzeli konuşmaya başladı. "Aselciğim, senin hakkında bilgiyi eğitmenin vermedi. Leyla senin dosyanı alıp bakmış. Değil mi Leyla?"
"Evet, ben baktım."
Bir de arızaca kabul ediyor.
"Ve Leyla bunun için ceza alacak."
Ceza alacak derken? Ya o kız buradan gider ya da ben.
"Yani hâlâ burada mı duracak?"
"Aynen öyle tatlım." Kadın sevimli sevimli konuşuyordu ama şu anki sinirimle onu parçalayabilirdim.
"Ben bu kızla aynı ortamda durmam. Ya onu kendi evrenine gönderirsiniz ya da beni."
Araya Göktuğ girdi. "Böyle bir şey asla olmayacak."
Ayağa kalktım. "O zaman o kız buradan gidiyor."
"Otur yerine Asel." Karşımdaki adam oldukça sakindi.
"Yarın eğitime geldiğimde o kız burada olmayacak."
Dövmeli adam Göktuğ'a baktı ve aynen şöyle dedi: "O bizim için çok önemli, onu kaybedemeyiz."
Hangimiz çok değerliydik, bilmiyorum ama konuşulanların hiçbirini dinlemeyip eğitim alanından çıkmıştım. Yarın kimin değerli olduğu belli olacaktı. Umarım o kişi Leyla olurdu ve ben de buradan defolup giderdim.
Bir an için durup nereye düştüğümü sorguladım. Dakikalar öncesi kendimi yine olağan dışı bir yerde bulmuştum. İki tane kafaya sahip olan birini görmek bana hiç iyi gelmemişti; sanki insan değillermiş gibiydiler ama insana da benziyorlardı. Burası nasıl bir yerdi, anlam veremiyordum. Tek isteğim, kendi evrenime dönüp sıkıcı hayatıma devam etmekti.
Kendimi uçurumun kenarında bulmuştum. Ayaklarım beni buraya getirmişti. Tek huzurlu olan yere... Uçurumun kenarına oturdum. Yine düşünmeye başladım. Fakat düşüncelerimi bir ses bozdu.
"Asel?"
"Bartu, sen niye geldin buraya?" Sanırım yalnız kalmayacaktım.
"Her şeyi öğrenmek için."
"Öğreneceğin bir şey yok." Sevdiği kızın bu kadar acımasız oluşu onu bozguna uğratmış olmalıydı.
Yanıma gelip oturdu. "Öğreneceğim çok şey var Asel." Sesi kısık çıkıyordu. Tekrar konuşmaya başladı. "Onu nereden tanıyorsun? Sana ne yaptı?"
Her şeyi anlatmaktan başka bir şansım yoktu.
⚔
Olanları baştan sona anlatmıştım. Kafasında tek bir ipucu işareti bile yoktu.
Ama anlattığım şeyler ile Bartu büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. "Şu an ona karşı ne hissediyorsun Bartu?" Merakla sorduğum soruya karşılık kafasını olumsuz şekilde salladı.
"Bilmiyorum. Çok yanlış bir kişiye aşık olmuşum."
"Kalp bu, Bartu, kime aşık olacağını bilemezsin." Dedim, onu teselli etmeye çalışıyordum. "Ben şimdi evime gidip dinleneceğim, sen de dinlen," Ayağa kalktım ve evimin yolunu tuttum dinlenmeyi hak ediyordum.
⚔
Evime geldiğimde kendimi direkt duşa attım. Güzel, sıcak bir duş iyi gelirdi. Kendimi sıcak suyun altına attığımda yaşadığım tüm şeyleri unuttum. Tabii, kısa bir süreliğine.
Duştan çıktığımda üzerime günlük bir şeyler geçirip saçlarıma bir havlu doladım ve aşağı indim. Kendime kahve yapmak için mutfağa yöneldiğim sırada kapı çaldı. O kalpsiz adamın geldiğini düşünerek hızlı ve sınırlı adımlarımla kapıya yöneldim. Kapıyı sertçe açtığımda buraya ilk geldiğim günkü dev adam elinde kocaman bir buketle karşımda duruyordu. Kaşlarımı çatarak bukete baktım; iyi de bunun içinde çiçek yerine kitap vardı!
"Ben dev değilim, Asel hanım." Adamın sesi buz gibi çıkıyordu.
Dediği şeyi es geçerek elindeki buketi gösterdim. "Bunu kim aldı bana?"
"Göktuğ bey."
Sürprizi bu muydu? Kendini çoktan affedilmiş bilsin. Adamın elindeki buketi aldım; yüzümü kapatmıştı bu şey.
"Teşekkürler dev adam, sen gidebilirsin."
Kapıyı adamın yüzüne kapatıp dans ederek kitap buketimle evin içinde dolaşıyordum. Bu hayatımda aldığım en iyi hediye olmalıydı.
"Kalbini nasıl kazanacağımı çok iyi biliyorum."
Duyduğum sesle yerimde kalakaldım. Mahremiyet diye bir şey vardı ve bu adam mahremiyetin tanımını bilmiyor olmalıydı. Aklımda olsun, buna bir gün mahremiyet ne demek, onu öğreteceğim.
"Evime iznim olmadan girme!" dediğim şeyi umursamadan elimdeki buketi aldı.
"Yüzünü kapatmasın." deyip göz kırptı.
Derin bir nefes alıp koltuğa oturdum, o da hemen karşımdaki koltuğa oturup buketi yanına koydu.
Gözlerimin içine bakarak konuştu. "Aklında dönen o soruları sor."
Ne dediğini anlayamamıştım çünkü gözleri beni içine çekiyordu. Bir şey içmeden sarhoş olmak bu demekti galiba.
Gülerek konuşmaya başladı. "Birilerini sarhoş etmişim."
Dediği şeyle kendime geldim. Konuyu dağıtmak amacıyla boğazımı temizledim. "Oradaki insanlar...Onlar neydi öyle?"
Derin bir nefes aldı. "Siyah gezegen tarafından mutasyona uğradılar."
Kaşlarımı çattım. İnsanlar nasıl bu kadar acımasız olabiliyorlardı? Aynı şeyler kendilerine yapılsaydı nasıl hissederlerdi? "Neden burada yaşamak yerine orada yaşıyorlar? Onların da burada yaşaması gerekiyor. Size çok kızgınlar." Bana saldıran insanları koruyordum çünkü onların korunmaya ihtiyacı vardı. Bana kötü davranma sebepleri kendilerince doğruydu.
"Denemedik mi sanıyorsun? Onlarla yaşamayı denedik, onları dışlamadık ama olmadı. Onlar artık bizim gibi değillerdi."
Üzülüyordum, onlar için çok üzülüyordum. Hak etmemişlerdi bu olanları. Ama bu konu hakkında başka hiçbir şey dememiştim çünkü o anları daha fazla hatırlamak istemiyordum; tek istediğim şey dinlenmekti.
Gözüm saate kaydı. 07:30'u gösteriyordu; üstümde günün yorgunluğu ve halsizliği vardı. Ayağa kalkıp karşımdaki adama kapıyı gösterdim. Demek istediğim şeyi anlamış olmalı ki ayağa kalktı. Bir an için fazla mı kaba davrandığımı düşünmüştüm ama düşüncemin doğru olmadığını anlamıştım.
"Görüşmek üzere, fındık burun."
Ağzımın içinde mırıldandım. "Görüşmemek üzere."
Evden çıktığında kitap buketini alıp hemen odama çıktım. Buketi yatağıma koydum ve karşımdaki aynaya baktım. Yüzümde günün hüznü ve halsizliği vardı. Çocukluğumdan beri mutlu olamamıştım. Sevmemişti kimse beni, basamamıştı kimse beni bağrına. Kabullenememişlerdi beni. Ama ben tüm bu yaşadıklarıma rağmen dimdik ayakta durmuştum. Hayatıma yaşadığım şeylere meydan okumuştum. Kimse beni sevmemişti ama ben kendimi sevmiştim. Kimse beni kabullenmemişti ama ben kendimi kabul etmiştim. En önemlisi bu değil miydi zaten? İnsanın kendine olan sevgisi? Kendimizle barışık olamazsak bu hayatta kaybeden taraf olurduk.
Yatağın üzerindeki buketi alıp içindeki kitapları çıkarttım. Hepsini özenle kitaplığa yerleştirdim. Onları okumak için sabırsızlanıyordum.
Gözlerim bir an için karşı balkondaki adama takıldı. Elinde kahve bardağı ile oturmuş gökyüzünü izliyordu. Kafamı omzuma eğdim. Cidden yakışıklıydı, bütün erkeklere taş çıkaracak bir yakışıklılığı vardı.
Kendine gel Asel!
Dikkatimi toparlayıp dolabıma ilerledim, şort ve crop giyip ben de balkona çıktım. Amacım sadece temiz hava almaktı. Kesinlikle temiz hava almak için balkona çıkıyordum. Sandalyeye oturup karşı balkonda kahve içen adamı izlemeye başladım. Keşke ben de onu tanıyabilseydim. Göz göze geldiğimizde yakalanmış gibi hissediyordum. Gülümseyip göz kırptı. Ardından içeriye girdi.
Siz göz kırpmayın Göktuğ bey bir arkadaş eriyip bitiyormuş da.
Sadece sen eriyip bitiyorsun; iç ses aksine ben ona gıcık oluyorum.
O içeriye girdikten sonra ben de yarım saat kadar oturmuştum. Uykusuzluktan gözlerim kapanırken hemen içeriye girdim. Gözlerim saate kaydı; 08.25'i gösteriyordu. Daha saatin erken olduğunun farkındaydım ama ben her saatte uyuyabilirdim çünkü uykuya ayrı bir düşkünlüğüm vardı. Hiç düşünmeden kendimi yatağıma attım.
"Onun gözlerine sadece ben bakabilirim." Kulağımda yankılanan ses ve gözümün önüne gelen manzara ile yataktan kalktım. Göktuğ gerçekten demiş miydi bunu? O an nasıl duymamıştım? Neler oluyordu? Bu adam bana neden bu kadar yakındı? Kalpsiz adam uykumu kaçırmıştı! Bir söz ile insanın tüm uykusu kaçar mıydı? Benim kaçmıştı!
Yataktan çıkıp birkaç dakika ayakta durdum, ne yapacağımı düşünüyordum. Üç dakikanın sonunda tatlı yapmaya karar vermiştim fakat bu tatlıyı tek başıma değil, kalpsiz adamla yapacaktım. Koşarak merdivenlerden aşağı indim.
Bahçeye çıkıp karşımdaki koca eve baktım. Yavaş adımlarla yürümeye başladım. Bahçeden çıkıp onun kapısının önünde durdum.
"Sadece ona tatlı yapacağımı söyleyeceğim, sorun yok, kötü bir şey yapmıyorum." Cesaretle demir kapıyı ittim. Şansıma açıldı.
Veya bilerek açık bırakıldı.
Adımlarımı hızlandırıp kapının önüne geldim. Ve zile bastım. Çok beklemeden kapı açıldı. Beni gördüğüne şaşırmamış gibi bir hâli vardı. Sanki benim geleceğimi biliyordu. Sonuçta bu saatte hangi kız Göktuğ'un evine gelirdi ki? Belki de birçok kız geliyordu.
"Bir sorun mu var Asel?"
Soğuk sesi tüylerimi ürpertmişti fakat hiçbir şeyi belli etmeden çok rahat, çok profesyonel bir şekilde konuştum, "Tatlı yapmaya geldim." Onu kolundan itip içeriye girdim. Bunu yaparken hiç çekinmemiştim çünkü o da sürekli aynı muameleyi uyguluyordu.
Tek kaşını havaya kaldırdı. "Bu saatte tatlı mı yiyeceğiz?"
"Evet, beni izlemiyor muydun? Geceleri uyuyamadığımda yapardım. Haa ama diyorsan benim uykum var, bu saatte tatlı yiyemem, ben sadece kendime yaparım."
"Tabii ki de öyle bir şey demeyeceğim."
Kapıyı kapatıp yanıma geldi. Amerikan mutfağına yöneldim. Göktuğ kendine bar sandalyelerinden birini çekip oturdu. Malzemelerin yerini sorup hepsini tezgahın üstüne koydum. Hemen bir önlük alıp taktım. Malzemelerin hepsini bir tencereye koydum. Ocağın altını açıp malzemeleri karıştırmaya başladım.
"Ben bu malzemeleri karıştıracağım, sen de etimekleri borcama dizer misin?" Başını sallayıp ayağa kalktı ve yanıma geldi. Bir kolumu tezgaha dayayıp muhallebiyi karıştırmaya devam ettim.
"Burası nasıl bir yer? Mesela farklı bir ülke gibi mi?" Aklımı karıştıran o kadar çok soru vardı ki delireceğimi sanıyordum.
Etimekleri borcama dizerken durdu ve düşündü, ardından konuşmaya başladı, "Buranın sistemi farklı, burada başka ülkeler yok, sadece Yıldız evreniyiz ama sizin gibi değiliz, dillerimiz aynı, insanlarımız aynı."
"Neden aynı dili konuşuyoruz?"
"Burada Türkçe ortak dil gibi bir şey, herkes Türkçe konuşur. Mesela sizde şive vardır ama bizde yok, biz sadece Türkçe konuşuruz."
"Siyah evrende mi öyle?"
"Öyle." Etimekleri dizdikten sonra anlamsız bir şekilde bana baktı, "Buraya alışabildin mi?" diye sordu.
"Yani biraz alıştım."
"Neden?" diye sorduğunda sorduğu soruyu garipsedim, kendi de saçmaladığını fark etmiş olmalı ki konuyu değiştirdi, "Ne zaman olacak bu tatlı?"
"Muhallebisi oldu, şerbetini yapana kadar muhallebi soğusun."
Tatlı olduğunda tabaklara koyduk ve koltuğa geçtik.
"Film izlemeyi sever misin?"
"Çok severim." Film izlemek ve kitap okumak favorilerim arasında her ikisi de yer alıyordu.
"Ne tür filmler izlemeyi seversin?"
"Genellikle karanlık ve yoğun atmosferli filmleri izlemeyi severim."
"Korku filmi izler misin?" Bu erkekler neden hep korku filmi izlerdi ki?
"İzlemem ama açabilirsin." Hayatımda bir kere dahi korku filmi izlememiştim, evde tek yaşayan biri olarak korku filmleri izleyeceklerim arasında yer almıyordu.
"Korkudan bana sarılmaya kalkışmazsan açarım."
"Sana sarılacağıma hortlağa sarılırım daha iyi."
Söyleme böyle şeyler, sarılmak aazorunda falan kalırız!
İsmini ilk defa duyduğum bir film açtığında ilk gelen o sesler ve görüntü dâhi insanın içine bir huzursuzluk kaplatıyordu. Siyah bir ekran kaplamıştı televizyonu, ardından siyah ekranın önünden beyaz bir silüet geçmişti. Bununla birlikte gözlerimi yumdum, böyle sahneleri hiç sevmiyordum.
Gülerek konuşan adamın sesini duydum. "Korkmadığına emin misin?"
Bilmiş bilmiş konuşmaya başladım. "Korkmadım, sadece böyle sahneleri sevmiyorum. Haydi görünmez varlıklar bize musallat olsa?"
Daha çok gülmeye başladı, "Neden olsunlar?"
"Neden olmasınlar, resmen gel bana musallat ol diye izliyoruz."
Filmin ilerleyen sahnelerinde o beyaz silüetin filmin baş karakteri olduğunu öğrendim. Bu beyaz silüet, kadın karakterin ölen sevgilisiydi ve bilin bakalım bu beyaz silüeti kim öldürüyordu? Kadın karakter! Adamın ruhu kadının peşini bırakmıyordu.
Beyaz silüet yine kadını bir köşede sıkıştırmıştı fakat bu sefer daha başkaydı çünkü elinde bir bıçak vardı. "Korkma, sadece uzuvlarını bedeninden ayıracağım," demişti beyaz silüet. "İğrenç," diye mırıldandım.
Sabah gözlerimi açtığımda burnuma vanilya kokusu geliyordu. Birkaç saniye gözlerimi kırpıştırdım, dur bir dakika, vanilya kokusu mu?! Yataktan kalktığımda kendi odamda olmadığımı gördüm. Sinirle kapıya yöneldim ve merdivenlerden inmeye başladım. Koltukta oturmuş kahve içen adamı görünce kaşlarımı çattım.
Kahvesini bırakıp konuşmaya başladı. "Eğitimin başlamasına 20 dakika var, hazırlansan iyi olur."
"Beni karşı eve götürmek bu kadar zor muydu? Veya neden beni uyandırmak yerine kendi yatağına yatırdın?"
"Seni kendi yatağıma yatırmaya meraklı değilim Asel. Uyandırdığımda 'evimin anahtarını almadım ki' dedin."
Gözlerimi kocaman açtım, "Kahretsin! Eve nasıl gireceğim?"
"Işınlanarak."
Kaşlarımı çattım, "Madem ışınlanarak girebilirdim, neden dün gece evime bırakmadın beni?"
Omuz silkti, "Aklıma gelmemiş." Yanıma gelip bir saat uzattı, "Işınlanma cihazı, her şeyini ayarladım. Eve ışınlandıktan sonra bana geri ver."
Saati elinden sertçe çektim ve hiçbir şey demeden eve ışınlandım. Vakit kaybetmeden lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Karşımdaki ayna ile birkaç saniye bakıştım, "Kızım Asel, bu kalpsizin evinde kalmak nedir ya?" Lavabodan çıkıp üzerime eğitim için uygun bir şeyler giydim ve saçlarımı özenle bağlayıp evden çıktım. Bahçeme doğru giren asistanımı gördüğümde yanına ilerledim.
Bu kadın da hiç sıkılmadan, bıkmadan beni uyandırmaya geliyor.
Zor iş azizim.
"Bugün erkencisiniz Asel hanım. Siz şu anda uyuyor olmalıydınız."
Yüzümü buruşturarak. "Bir kalpsiz, ben de uyku falan bırakmadı."
Kadın gülmeye başladı. "O kalpsiz eğitmeniniz mi?"
Başımı evet şeklinde salladım. Kadın yürümeye başlayınca onu takip ettim.
"Bu telefon ve kredi kartları sizin." Bana doğru uzatılan şeyleri aldım. "Kredi kartlarına her ay maaşınız yatırılacak."
"Ne kadarlık bir maaş bu?"
Okunmasını bile bilmediğim bir meblağ söylemişti, "Bizim para birimimiz ile aynı," Dedim sorgularcasına.
"Öyle," Dedi kadın gülümseyerek.
"Vay anasını. Diğer evrende çalışmaktan götüm çıkıyordu, aldığım maaş yetmiyordu. Şimdi sadece eğitimlere geliyorum, aldığım maaşa bak." Kederle iç çektim. "Eğitim bitince ben ne yapacağım?"
Kadın konuşmaya başladı. "Yine maaş alacaksınız."
Kaşlarımı çattım. "Anlamadım?"
"Toplantıda bunu konuşmadınız mı? Eğitim bittiğinde yine maaş alacaksınız, ayrıca isteyen kendi evrenine gidecek, isteyen burada kalacak."
Bu kulaklar neler duyuyordu öyle?
Neşeyle konuştum. "O zaman ben buraya iyi ki gelmişim."
Kadın sıkıntılı bir nefes verdi. "Yaşayacağınız daha bir çok olay var Asel hanım. O olayları yaşadığınızda 'Keşke buraya gelmeseydim' diyeceksiniz."
Kadının dediği şeyler tüylerimi ürpertmişti. İçime bir sıkıntı düştü. Çok mu kötü şeyler yaşayacaktım?
"Evrenleri kurtarmak için evet."
Yine zihnimi okuyan kadına yeter ama der gibi baktım. Kadın gülerek yola devam etti. Hızlınarak yanında durdum ve cebimden saati çıkardım, "Bunu Göktuğ'a ver," Kadın başını tamam şeklinde salladı.
Eğitim alanına geldiğimizde istemeyerek içeri girdim. Beni gören Bartu konuşmaya başladı.
"Erkencisin Asel. Gözlerimi yaşarttın vallahi."
"Çok komiksin Bartu." deyip gözlerimi devirdim.
Gördüğüm manzara ile gözlerimi büyüttüm. Leyla cidden yoktu! Onun yerinde başka biri vardı.
Koşarak yeni gelen kıza sarıldım. "Seni görünce gözüm gönlüm açıldı, nutkum tutuldu. O aptalın yerinde sen olunca buranın bir havası değişmiş. Kızdan ayrılıp elimi uzattım, "Ben Asel."
Verdiğim tepkiyi normal karşılayarak gülümsedi, "Ben de Eylül."
Kızın yanaklarını sıktım. "Çok tatlısın ya." Bartu omzumdan tutup beni yerime geçirdi, "Kızı rahat bıraksana."
Bartu'nun Leyla'dan hoşlandığı gelince aklıma ona da sarıldım. "Üzülme Bartu, o Leyla cadısı seni hak etmiyordu." Sessizce. "Sen Eylül ile daha çok yakışıyorsun." Bartu beni iterek.
"Ne diyorsun kızım sen? Leyla umurumda bile değil."
"Hah şöyle." Gözlerimle Eylül'ü gösterdim. "Sen yoluna bak."
Kafama bir tane indirdiğinde tıslarcasına konuştum, "Öcümü çok fena alacağım."
Leyla buradan gitmişti ve ben kalmıştım yani ben onlar için önemliydim ama neden?
Karşımda duran adam soğuk ve asık suratla bana bakıyordu. Suratsız!
Acaba az önce dediğimiz şeyi duydumu?
Tek kaşımı kaldırdım. "Dediğim şeyi duydun mu?"
"Eğitim sırasında çip takmıyorum."
Rahat bir nefes verdim. "Güzel."
Bartu'nun eğitmeni konuşmaya başladı. "Herkes tamamsa eğitime başlayalım."
Göktuğ'a döndüm. "O kadının ismi ne?"
"Çok mu merak ediyorsun?" İçimden lakapları ile konuşmak hiç de hoş olmuyordu.
"Evet."
"Biraz daha merak et o zaman," Yüzüne boş bir şekilde baktım gıcıklığı yine üzerindeydi.
Herkes merdivenleri çıkmaya başlayınca ben de istemeyerek yürüdüm.
"Bugün de beni çok dövecek misin?"
Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Sana bağlı." Bana bağlıysa bu adam beni öldürür.
Arkamı dönerek koşmaya başladım.
"Nereye gittiğini sanıyorsun Asel?"
"Evime gidiyorum çünkü ölmek istemiyorum." Kapıdaki bekçi beni durdurdu.
Göktuğ bağırarak. "Çıkmasına izin verme." dedi.
"Lütfen çıkayım, yoksa bu kalpsiz beni öldürecek."
Adam kaşlarını çattı. "Lütfen eğitmeninizin yanına gidin."
Yüzüne yavru köpeklerin bakışından attım fakat ifadesini değiştirmedi. Ümidim kesildiğinde yavaşça yürümeye başladım.
"Hızlan Asel."
"Yorgunum ama ben." Yanıma geleceği esnada hızlandım. "Tamam, tamam geliyorum."
Spor salonuna çıktığımızda herkes işinin başına koyulmuştu. Yerimi aldığımda eğitmenim de karşımda durdu.
Hiç vakit kaybetmeden başladım, bugün dayak yemeye niyetim yoktu. Pozisyonumu aldım ve yumruğumu yüzüne geçirdim.
"Hızlısın," Baş parmağıyla burnunu tuttu.
"Öyleyimdir." diye kendimle övündüm. Karnıma yediğim tekme ile kendimi yerde buldum. Acımıştı. Hiç vakit kaybetmeden ayağa kalktım. Tam o sırada yine tekme attı ama yere eğilerek kurtulmuştum.
"İyi gidiyorsun."
Ama benim egom tavan yapıyor, lütfen. Yumruğumu yüzüne doğru savurduğumda yana çekildi ve büyük elleri ile yumruğumu avucu içine aldı. Daha ne olduğunu anlayamadan yüzüme yumruk atmıştı.
"Burnum." diye inledim. Cidden açılmıştı.
"Durma, devam et."
Kanayan burnumu sildim. İntikamımı almalıydım bacak arasına hızla bir tekme geçirmiştim çok sert bir şekilde vurmadığım hâlde geriye savruldu ve sırtı duvara çarptı.
"Durma, devam et." dedim alayla. Fakat hâlâ nasıl duvara doğru savrulduğunu anlamamıştım. Bir an için Murat ile göz göze gelmişlerdi o gözler çok şey anlatıyordu ama ben anlayamıyordum.
Karnıma yediğim ikinci bir tekmeyle yine kendimi yerde buldum. Karnımı tutarak konuşmaya başladım. "Bu çok acıttı."
Elini uzatan adama baktım. Tereddüt etmeden elini tuttum. Ama bana güvenmemeliydi. Ani bir hareketle elini belinde bağladım. "Bugün beni fazla etkiliyorsun."
"Buna sevindim." Yine vanilya kokusu burnumu dolduruyordu.
"Elimi bırakmayı düşünüyor musun?"
Elini bırakıp önüne geçtim. Yine aynı pozisyonu aldık.
Yüzüme tekrar bir yumruk atacağı sırada yumruğunu tuttum ama diğer eliyle işini halletmişti. Burnumdan tekrardan kanlar akarken inledim. Bu adamda acıma duygusu yok. Yanıma gelip konuşmaya başladı.
"Bugünlük bu kadar yeter."
"Bana acıyıp beni bıraktığınız için çok teşekkür ederim Göktuğ bey."
Gülerek konuştu. "Ne demek Asel hanım."
Göktuğ'un yanından ayrılıp dolaba gidip bir peçete aldım ve burnuma tuttum. Yanıma gelen kıza baktım, halime şükrediyordum. Burnu kanıyordu, dudağı ve kaşı patlamıştı. Hemen bir peçete çıkardım ve burnuna tuttum.
"Çok kötü görünüyorsun." dedim.
Gülerek konuştu. "Bu kadar açık sözlü olma."
⚔
Peçeteyi ona verip yemekhaneye indim. Kendime bir şeyler alıp boş bir masaya geçtim. Boş olan bir masaya geçen Eylül'ü yanıma çağırdım.
"İlk günün nasıl geçti?" diye sordum gülümseyerek.
"Yorucu." dedi yüzünü göstererek.
"Etkilendiğin biri oldu mu?"
"Nasıl yani?"
Salak ayağına mı yatıyordu? "Erkeklerden diyorum, hoşlandığın biri oldu mu?" Kara kaşlı kara gözlü çocuk de hadi.
"Eğitmenim fazlasıyla yakışıklı."
Hadi be! Kara kaşlı çocukla arasını nasıl yapacağım şimdi?
"Esmer bir çocuk var sence Merve'ye çok değişik bakmıyor mu? Aşıkmış gibi." Esmer diye bahsettiği kişi Bartu olmalıydı. Merve'nin kim olduğunu bilmediğim için "Merve kim?" Diye sordum.
"Sarı bir oğlan var ya, onun eğitmeni."
"Sen ne ara isimlerini öğrendin?"
Bartu daha geçen Leyla'ya aşık olduğunu söylüyordu şimdi ise başka birini bulmuş olmalıydı sanırım çapkın biriydi.
"Yanlarına gidip sordum."
"Diğer eğitmenlerin adı ne?"
"Bartu'nun eğitmenin adı Aslı ve benim eğitmenimin adı da Murat."
Anladım dermiş gibi başımı salladım
Keyifle kahvemden bir yudum aldım. "Madem öyle seni Murat ile Bartu'yu da Merve ile arasını yapacağız."
Gülmeye başladı. "Delisin."
Bize ne zaman deli demekten vazgeçecekler?
Yemekhaneye giren sarı çocuğu gördüm, kolu sargılıydı. Leyla onu vurmuştu, aptal kız.
Eylül masadan kalktı. "Mola bitti."
Bu kızı sevmeye başlamıştım. Ben de ayağa kalkıp eğitim alanına gittik.
Saçlarımı geriye atıp eğitmenimin yanına gittim. Aslı konuşmaya başladı. "Herkes tam olduğuna göre başlayalım." Neden hep bu kadın konuşuyordu?
Eğitmenimin bana uzattığı silahı aldım. Bu sefer karşımızda cansız mankenler vardı, vücudundaki belli yerleri çizmişlerdi. Silahı sağ elime alıp ateş ettim. Hadi ama, mankeni kolundan vurmayı nasıl başarmıştım?
"Eğer saldırı anında birini kolundan vurursan fazla etki etmez. Bu yüzden koluna odaklanma."
O an bunu düşünebileceğimi sanmıyordum.
"Tamam." dedim, başımı sallayarak.
Ateş ettiğimde yine koluna denk gelmişti. Göktuğ yanıma gelip belimden tuttu ve elimden tutarak silahı sağa kaydırdı. Hadi ama, bu vanilya kokusu beni mayıştırıyordu. Benden habersiz kelimeler ağzımdan döküldü. "Kokun neden bu kadar etkileyici?"
"Hmm... Kokumu etkileyici mi buluyorsun?"
Kendime gelip kelimeleri toplamaya çalıştım. "Şey yani, ben bulmuyorum, birden öyle dedim, etkileyici değil kokun." Neden konuşmayı yeni öğrenen bebekler gibi konuşuyordum?
"Ha, yani ağzın senden bağımsız mı konuştu?"
"Evet, öyle oldu, yoksa senin kokun beni niye etkilesin?"
"O zaman o ağzına eğitim vermelisin, içinden geçenleri dışına vurmasın." dedi etkileyici bir ses tonuyla. Kendine gel Asel! Sesi etkileyici falan değil.
"İçimden öyle bir şey geçmiyordu." İnkâr etmeye devam ediyordum.
Gülerek konuştu. "Öyledir."
"Biz eğitimimize devam edelim." Ateş ettiğimde mankeni karnından vurdum. Şükür, bu sefer koluna dek gelmedi. Arkamdaki adam çekildi ve konuşmaya başladı. "Şimdi kalbini vurmayı dene."
Denemekle kalmam, inşaAllah. Dikkatlice vurmaya çalıştım ve ateş ettim. "Kalbinden vurdum." diye bağırdım. Herkes bana bakmaya başladı.
Eylül dudaklarını büzerek konuşmaya başladı. "Asel, bana da öğret."
"Senin yakışıklı eğitmenin halleder onu." deyip göz kırptım. Dediğim şeyi anlamış olmalı ki yanakları kızardı.
⚔
"Bugün eğitimlerde fazlasıyla iyiydin." dedi gururla karşımdaki adam.
"Ben her zaman iyiyim. Gidebilir miyim artık?"
"Evet, gidebilirsin." Mutlulukla eğitim alanından çıktım.
"Asel hanım." Asistanım yanıma aceleyle geldi.
"Bir sorun mu var?" dedim endişeyle.
"Evet var! Hemen hazırlanmalısınız, ekipçe piknik yapmaya gideceksiniz, eğitmeniniz sizi alacak."
"Bu şimdi mi söylenir?"
"Benim de şimdi haberim oldu efendim."
"Tamam, teşekkürler. Ben şimdi eve gidiyorum hemen hazırlanmalıyım."
Hızlı adımlarımla eve ilerledim. Eve geldiğimde dolabımdaki en tatlı elbiseyi aldım. Beyaz bir elbiseydi. Altına da beyaz kalın topuklu bir sandalet.
Dolaptan bir kurdele bulup saçıma taktım. Sandığımdan daha hızlı hazırlanmıştım. Merdivenlerden hızlıca inmeye başladım. Evden çıktığımda beyaz bir lamborghini evimin önünde duruyordu. Arabanın içindeki adama baktım. Benim aksime simsiyah giyinmişti. Kol kaslarını ortaya çıkaran tişört ona çok yakışmıştı
"Arabaya binmeyi düşünüyor musun Asel?" Kapıyı açıp arabaya bindim. Bu araba bir harikaydı.
"Ben de arabamı harika buluyorum."
Gözlerimi devirdim. Bu adamın egosu birgün beni delirtecekti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.87k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |