12. Bölüm

9| Silinemez Geçmiş

Nathalie Pall
nathaliepall

BEN GELDİMMM!

Nasılsınız, iyi misiniz bakayım?
Umarım iyisinizdir, umarım hayatınızda her şey yolunda ilerliyordur ve umarım mutlusunuzdur.
Değilseniz bile olacaksınız...

Bölümlere bol bol yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Ben mutlu olursam sizi de bölümlerle mutlu ederim 🫣🙃.
Satırlar arası yorumlarınızı bekliyor olacağım.

Unutmadan bir de yıldıza bassak olur mu¿

***

Yazım yanlışlarım için şimdiden affınıza sığınıyorum. Hadi bölüme geçelim?

KEYİFLİ OKUMALAR DİLİYORUM...

***

D&A - Eklemedir Koca Konak

***

"İnsanlar söylediklerinizi ya da
yaptıklarınız unutur ama onlara neler
hissettirdiğinizi asla unutmaz."


***
🕰️🕰️🕰️

Her sessizliğin öncesinde büyük bir gürültü vardır. O gürültü her şeyi yıkıp gider, böylece ses çıkaracak tek bir şey bile kalmaz ardında. Sessizliğin daimi böyle devam eder, ta ki biri o enkazı kurcalamaya başlayana kadar. Kurtulmayı bekleyenleri almak isteyen, ölmek isteyenleri çıkaran, yitip gidenlerin üstündeki enkazı kaldıran birileri vardı.

Dide'nin de enkazı büyüktü, büyük bir sessizlik vardı. Dide o enkazın altında kalırken son gürültüsü acıyla annesine seslenişiydi. Yitip giden kişinin adı değil sıfatı önemliydi; anne... Üstünde duran yığınla acının altında sıkıştı, ölmeyi diledi.

Neyse ki ikinci bir ismin getirdiği bambaşka bir kişiliği vardı; Ahsen. Dide'nin gitmesi iyi olmuştu, çünkü o enkazın altında kalan Ahsen olsaydı Dide kendini oradan çıkaramazdı.

Dide, Ahsen kadar güçlü değildi, çünkü evde iki kişiye sığınarak yaşıyordu. Ayakta kalmak için o kişilere ihtiyacı vardı. Annesi artık yoktu, abisi de Dide ile birlikte enkazın altındaydı.

Ahsen her bir yığın sorunu tek tek kaldırdı, ama abisinin üstündeki yığındı bunlar. Geride kalana hep bir ihtiyaç vardı. Önce Mete'yi çıkardı. Kendini çıkarması için önce Mete'nin kalkması gerekiyordu. Ahsen, Dide'ye yabancıydı, Mete ise Dide'ye en yakın olandı.

Zaman geriye alınır mıydı?

Geçmişteki bazı fırsatlar yeniden ayağına gelebilirdi ama hayır, zaman ne olursa olsun durmadan akıp gitmeye devam ederdi. Ne geçmişe gidebilirdin, ne zamanı durdurabilirdin, ne de geleceğe bakabilirdin. Her hayatın farklı farklı değiştirmek istediği şeyler vardı, bir geçmişin değişmesi bile herkesi etkileyebilirdi. Böyle bir şey mümkün olsa bile bu bencillik değil miydi?

Hepimizin geçtiği o sokak, bir kediye bırakılan mama, birine yapılan bir yardım. Birinin çıkıp değiştirdiği bir geçmişle yok olabilirdi. Yaşanan ne varsa hepsi gerçekti. Bazıları acıydı, içimizi belki çok yakmıştı, keşke dedik, keşke olmasaydı diye sitem ettik ama oldu. Sonra mutlu olduk, geçmişte yaşadığımız acıya rağmen ve onun sayesinde. Dedik ki bu benim en mutlu anım. Sonra elimize geçmişi değiştireceğimiz bir şans verildi. Gittik en acılı ne varsa o şeyi yaşamamak için o güne döndük, kötü olacak ne varsa her şeyi engelledik, geri dönmek istedik ama dönemedik.

Dönemeyiz çünkü o artık sildiğimiz bir hayat olur. Değişen ne varsa başa sardık, geleceğin ne olduğunu bilmeden. Artık bugün olduğumuz kişinin hayatına, sadece o engellediğimiz kötü olayın eksik olduğu hayata geri dönmeyi bekledik, ama olmadı. Bugün olduğumuz kişi oluşturan iyi kötü her bir taşın bir tanesini bile çekip aldıktan sonra hala aynı kişi olmayı bekleyemeyiz. Aynı olayı yaşamış insanlardan hayatlarına eklenmiş farklı duygularla bambaşka bir kişiliği oluşturmak; bir parmak izi gibi eşsiz bir şey...

Bugün olduğumuz kişiden memnun olmasak bile, keşke zamanında şunu yapsaydım desek bile yine de kendimiz olduk. Her şey yüzünden değil, her şeye rağmen ve her şey sayesinde...

Herkes gibi Ahsen de her ne kadar acı çekmiş olsa ve annesinin ölümünü değiştirecek olmayı dilese bile şimdi olduğu kişiye asla geri dönemez. Evet bugün mutlu değil ama geleceği bilemeyiz. Kim bilir silinmek istenen o acı belki ardında büyük bir mutluluk getirir, belki çekilen cefanın sonu büyük aydınlıktır.

 

Geçmiş-1993

"Nereye Aylin?" Aylin ile Ali artık evli değildi. Mahkeme bittiği an zaten önceden toplanmış eşyaların yanında her şeyini almak isteyen Aylin'e baktı Ali. Boşanmalarına sebep olan bağımlılığı hala üzerindeydi, mahkemeye bile bağımlılığıyla gelmişti Ali.

"Boşandık Ali, gidiyorum!" Bir eliyle eşyaları aldı, öbür elinde bir yaşında olan Mete'yi taşıdı. Mete bebek olduğu için zaten Aylin'de kalacaktı. Velayeti tamamen Aylin'deydi. Ali'nin içinde bulunduğu durum Mete'yi görmesine izin vermiyordu. Hem Aylin'e karşı hem de Mete'ye karşı uzaklaştırma kararı vardı.

Pişmandı ama bağımlılığı daha ağır bastı. Bırakacağına dair söz bile veremedi. Aylin'i tuttu titreyen elleri. "Gitme Aylin, yapma... Seni seviyorum, lütfen..." Son bir umutla Aylin'e baktı. Onu olduğu gibi kabul etmesini, kalmasını bekledi.

"Bırak Ali, şu haline bir bak! Kendinde bile değilsin, adımı söylerken bile sesin kesiliyor. Sallanıyorsun, karşımda bitmiş bir haldesin. Bize zarar vermeyeceğinden nasıl emin olabilirim." Sabretmişti Aylin, beklemişti. Ali bir umut düzelir diye uzun bir süre onu bu haliyle kabul etmişti. Beklerken günden güne Ali'nin daha da kötü oluşunu izledi. Ali'nin artan bağımlılığına karşı Aylin'in de sevgisi azaldıkça azaldı.

Sevgi tamamen bittiğinde bile bir süre daha bekledi ama artık dayanacak gücünün kalmadığını fark ettiği an açtı boşanma davasını.

"Her zamanki halim Aylin? Seni hala sevdiğimi biliyorsun, hiçbir şey eksilmedi içimden." Sallanırken duvara dayandı. Elinde duran minik torbayı cebine sakladı.

Aylin gördü. "O şeyi benden ve oğlundan daha çok sevdiğini anladım Ali. Sana kendi pisliğinde rahatça yaşayacağın bir hayat sunuyorum. Doya doya iç, doya doya sev. Çocuğuma ona dokunduğun pis ellerinin değmesine izin veremem. Bize cehennem olan cennetini yaşamaya devam et!" Dış kapıyı bir hışımla açtı.

Ali onları son kez göreceğini düşündü, gözlerinden yaşlar geldiğinde sessizce ağlamaya başlamıştı. İki elini kaldırıp Mete'yi son kez kucağına almak istedi. Karşılığında aldığı tek şey Aylin'den gelen bir tekme olmuştu. Eşyaların hepsini dışarıya aldı, Ali'nin yere düştüğünü gördü ama hiç umursamadı.

Evden çıkar çıkmaz Mete'nin çığlığıyla ağlamaya başlaması umurunda olan tek şeydi. Arabaya bindi, arka koltukta minik Mete'yi emzirerek susturduğu an bir yandan da hala dışarıda kalan eşyalarına, evdeki kapıya bakıyordu. Mete ağlamayı kestiği an arka koltuğa, pusetine yerleştirdi Mete'yi. Dışarıda kalan ne varsa her şeyi arabaya yerleştirdi.

İçli, sıkıntılı bir nefes verdi. Her bir zerresi yorgunken kendini arabaya attı, pusetinde uyuyan Mete'yi gördü. Uzun zamandır gitmediği o yere sürdü arabayı.

Ali'yle olan evliliğinden sonra ailesinin evine gidememişti. Aylin'in babası kızının o zaman bile Ali'yle evlenmesini istemiyordu. Ali hakkında tüm düşünceleri kötüydü, Aylin inatla Ali'yle evleneceğini söylemişti. Babası 'İyi o zaman istemeye geldikleri gün haber ver eve gelmeyeceğim, annenden istesinler seni.' demişti sert bir dille. Gerçekten de öyle olmuştu, Ali ve ailesi Aylin'i annesinden istemişlerdi.

Babasının haklı çıkışına ağladı Aylin yol boyunca, gözyaşları dinmedi. Kovularak çıktığı o eve alınmayacağını bile bile gidiyordu. Evin önüne geldiğinde ilk tepkiyi tahmin ettiği için Mete'yi arabada bıraktı. Oğlunun bağırıştan etkilenmesini istemedi. Geldiği mahallede unuttuğunu sandığı ama her bir detayını hatırladığı evinin kapısına ilerledi, zile bastı.

Açılacağına emindi ama içeriye girme ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyordu. Öyle de oldu, saniyeler içinde açılan kapıdan annesi çıktı. "Aylin!" Annesi kapının dışına çıktı, kızına sarıldı. Aylin bir şey diyemedi. Kapıya yeni gelen babasıyla göz göze geldi. "Hayırdır?" Aylin'in annesini çekip Aylin'den uzaklaştırdı.

"Biz boşandık." dedi Aylin sadece, babasına olan bakışları yolda ıslanan gözlere zıttı. Sert bakıyordu. Babasının onu içeriye almayacağını o andan itibaren anlamıştı. Zorlamayacaktı.

"Yani?" dedi Aylin'in babası. Kendinin haklı çıkmasına sevindi, Ali'ye olan siniri o kadar fazlaydı ki, kızının onu seçmiş olması Aylin'e olan sevgisinin önünü kapatmıştı. Çok erken yaşta evlendiğini düşünüyordu.

"Yok bir şey baba..." Son kez bakışları annesine değdi.

Arabadan gelen ağlama sesiyle herkes arabaya baktı. Aylin arabaya koştu, Mete'yi kucakladı. Aylin'in annesi, eşinin kolundan sıyrılıp arabaya koştu. "Aylin! Hii!" Arabada Mete'yi gördüğü an eli ağzını kapattı. Ailenin Mete'den haberi yoktu.

Aylin'in annesi, Aylin ile görüşmeyi denemişti ama Aylin babasını iyi tanıyordu. Annesiyle kendisi görüşmek istemedi, böylece annesi evde babasıyla kavga etmeyecekti. Aylin'in babası Mete'nin Ali'den olduğunu bildiğinden daha da sinirlendi. "Ondan çocuk yapacak kadar çok sevdin, sonuç ne? Yine buradasın!" Sert konuşuyordu.

"Eve girmeyeceğim baba merak etme!" Aylin de sinirlendi. Biraz babasına benziyordu, sevgisi de, siniri de ona çekmişti.

"Ne diye geldin o zaman?" Mahalle'ye daha çok ses duyuldu. Birkaç kişi çoktan camın başına toplanmış perdenin arkasında gözükmediğini düşünerek izliyorlardı.

Aylin cevap veremedi. Gözleri doldu, dudakları titredi ama toparladı hemen kendini. "Buraya gelerek de hata yapmışım işte baba! İkinci hatamı da gördün, keyfin yerinde mi?"

Aylin babası bir hışımla Aylin'in karşısına dikildi. Kızının çıkardığı sert sese karşı dişlerini sıktı, çenesi gerildi. Eli hafifçe kalktı ama vurmadı. Aylin'in annesi Mete'yi Aylin'den aldı.

"Vur! Neyi bekliyorsun vursana? O beğenmediğin, boşandığım adam bile bana vurmadı, sen vur şimdi baba. Biraz da sen yap şu hataları da eşitlenelim. Ben senin gibi yapmam ama, merak etme." Aylin, babasını hala havada duran elini tuttu, kendi yanağına yaklaştırdı. "Vur! Yılların birikmişliği vardır şimdi sende, rahatla!"

"Bırak şu elimi!" Aylin'in babası elini kendine çekmeye çalıştı ama Aylin sağlam tutuyordu.

"O eli kaldıracaksan, vuracaksın. Boşa kalkmasın o elin. Çünkü vurmasan bile sonuç aynı olacak. O el kalktıktan sonra ha bana değmiş ha değmemiş, hiçbir şey fark etmiyor." Babasının ona vurmayacağını anladığında elini ittirerek bıraktı.

"Atilla Amca! Ne yapıyorsun Allah aşkına?" Koşarak evden çıkan Demir'e kaydı herkesin bakışları. Kısa bir süre sonra evin önüne geldi Demir. Aylin'i arkasına aldı, Aylin'in babasının önüne dikildi. "Niye bağırıyorsun?"

Aylin, annesinin elinden oğlunu aldı. Hala Demir'in arkasında duruyordu, babasını göremiyordu, önü kapalıydı. Atilla konuştu, Aylin babasının sesini duyuyordu sadece. "Sadece konuşuyoruz, babasıyım ben onun." Hala tartışmak istiyor ama eve de almak istemiyordu. Mahalleye duyurmak zorundaydı.

"Atilla Amca babası olduğunu biliyorum, üç yıldır yapmadığını da..." Demir'in kısa bir an gözleri Aylin'e döndü. Tüm mahallenin bir ara dilinden düşmeyen eski aşıklardı. Uzun zaman olmuştu, özlemişti.

"Oğlum... Sen karışma." Atilla kendi kızına 'kızım' demezken Demir'e oğlum diyordu. Demir'in saygısı vardı ama Aylin'e kadardı.

"Kızın sana gelmedi, bize geldi zaten." Demir'in cümlesi biter bitmez Demir'in annesi çıktı cama. "Aylin gel kızım... Demir sen de çık gel oğlum." Demir'in anlık bir sinirle Atilla'yla kavga etmesini istemedi.

Aylin ilerlemedi, onlara gelmemişti. Ailesinin evine gelmişti, ezik gözükmemek için Demir'in ve ailesinin onu koruduğunu bu yüzden çağırdığını düşündü. Atilla başını yana eğip kızıyla göz göze gelmeye çalıştı, saniyelikti bu, başaramamıştı çünkü Demir yine buna engel oldu. Kızına bakamadan konuştu. "Git git, yine ailen dışında herkese git."

Demir yine sinirlendiğinde bu kez Levent Yücel çıktı balkona. "Atilla! Ha senin kızın ha benim kızım, gir içeri bağırma mahallenin ortasında daha fazla. Sana gelse sanki buyur edeceksin." Levent'in asker olduğundan sert çıkan sesi herkesi ürkütürdü. "Demir, kap kızımızı gel eve, hava soğuk haydi!" İçeriye girmeden önce son kez Atilla'yı uyardı. "Sesin daha fazla çıkmasın, huzur kaçırma!" İçeriye girdi.

Babasını duymuştu Demir. Önce Atilla'nın eve girmesini bekledi, Aylin'in annesi de Aylin'in ona bakmayışıyla usulca eve girdi. Demir, Aylin'e döndü. "Gel hadi, çocuk buz tuttu." Aylin'in kucağında duran Mete'ye baktı, gülümsedi.

"Yok... Ezik durmayayım diye yaptın sağ ol!" Arabaya ilerlemeye çalıştığında Demir durdurdu.

"Ne?" Aylin'in ezik olduğunu düşünecek son kişi bile değildi Demir.

"Gerek yok Demir, Seher Teyze'ye ve Levent Amca'ya teşekkür ettiğimi söylersin." Demir'in elinden kurtulmaya çalıştı ama olmadı. Bakmak istemiyordu Demir'in gözlerine, kaçırdığı gözleri her yerde gezerken Demir'i atlıyordu.

Demir, Aylin'e konuşmadan önce mahalleye göz attı. "Girin evinize siz de!" Herkesi kovuşturduğu an Aylin'e döndü. İnatla Aylin'in suretini inceledi. "Ezik olduğunu düşündüğümü kim söyledi sana? Annemle babamı duydun, onlar seni ne zaman geçiştirdiler. O eve sensiz dönersem babam beni haşat eder, biliyorsun." Gözleri yine Mete'ye düştü. "Evlat üşüyecek, belli yanaklarından." Mete'nin kızarmış yanağı ve burnuna baktı Aylin de.

Demir'in dediği oldu, ilerledi apartmana doğru. İçeriye girer girmez herkesin bakışları onu buldu. Demir'in annesi ve babası dışında iki kardeşi de evdeydi. Üç erkek bir kız toplamda dört kardeşlerdi. Demir'den iki yaş küçük Oltan, beş yaş küçük Mercan ve yedi yaş küçük Tuna vardı. Anneleri Seher, Mercan ve Tuna'nın okulları için İstanbul'da okumaya devam ediyordu. Levent yarbaydı, Demir teğmendi, Oltan de asker olma yolundaydı o yüzden evde değildi. Demir'in de ziyaret için buradaydı.

"Aylin Abla!" Mercan gülümsedi. Mete'yi gördüler, hepsinin içi ısındığında Mercan Mete'ye uzandı. "Şuna bak, çok tatlı..."

Demir'in annesi Seher, Aylin'e yaklaştı. "Otur kızım, gel." Aylin çekinerek koltuğa geçti. Mete kucaktan kucağa gezdi, Aylin gözlerini Mete'den ayırmadı. Seher yeniden konuştu. "Aç mısın, yemek de var? Hemen hallederim."

Aylin aç olsa da pek bir şey yiyecek keyfi yoktu. "Yok Seher Teyze sağ ol."

Levent'in Seher'e bakışıyla Seher mutfağa girdi. Yemek yemelerine rağmen Aylin'in yemeyeceğini bildiğinden herkes için ısıttı yemeği. Herkes oturursa mecbur o da oturacaktı. Masa yeniden kuruldu, herkes anlamıştı, sanki hiç yemek yememiş gibi masaya oturdular. "Gel kızım." Levent, Aylin'e seslenmişti.

Aylin, Demir ile göz göze geldi. Usulca oturduğu yerden kalktı masadaki bir sandalyeye kuruldu. Aylin'in oturduğu yerin yanı Tuna'nın yeriydi, Tuna oraya ilerlerken Mercan, kardeşinin yakasını tuttu başka bir sandalyeye yerleştirdi kardeşini. "Abla?" diyen Tuna'ya göz devirdi. "Otur orada benim canımı sıkma..." Tuna'nın yanında da kendisi oturdu.

Aylin'in boş kalan yanını Demir doldurdu. Seher, Mete'yi almış oyalıyordu. Levent, Aylin'e gülümseyerek tok olan karnını tekrar doyurmaya başladı. Herkes yemek yemeye yeniden başlarken Demir, Aylin'i bekliyordu. Aylin de çekine çekine yemek yedi.

Geri kalan zamanda Aylin sessizdi. Mete sakince duruyor, herkes tarafında sevgi yağmuruna tutuluyordu. "Aylin Abla benim odama gidebilirsin." Mercan, kucağındaki Mete'yi Aylin'e uzattı. Aylin, Mercan'ın peşinden odaya ilerledi, Mete'yi emzirmeye başladı.

İçeride büyük bir sessizlik vardı, Demir kafasının içinde bir sürü soruyla cebelleşiyordu. Seher konuştu. "Sen salonda yatarsın oğlum, odan zaten toplu, Aylin yavruyla yatsın orada." Demir başını salladı.

"Vurdu mu Atilla, kıza?" Levent'in hala düşündüğü buydu.

"Vurmadı baba, vursaydı vururdum." Demir'in cevabı netti. Levent böyle bir durumda kızmazdı, Demir babasını biliyordu. Her evladını severdi ama kızı Mercan'ın üstüne daha çok titrerdi. Kadınlar, kızlar onun en hassas noktasıydı, bir zamanlar aynı mahallede büyümüş Aylin'de, kendi kızından pek farklı değildi. Tıpkı mahalledeki diğer kızlar.

Mercan geldi salona. "Odası hazır mı Aylin Abla'nın? Mete uyudu, saat de geç oldu, yorgun dinlensin." Demir ayaklandı, Mercan'ın odasına ilerledi, kapıyı hafifçe çaldı. Aylin'den gelen izinle yavaşça kapıyı açtı. Fısıldayarak konuştu. "Benim odam hazır, tertemiz yeni gelmiştim girmedim bile... Rahat olabilirsin, eşyalarını arabadan getireyim mi?" Konuşurken bir yandan da Mete'ye bakıyor uyanmadığından emin oluyordu.

"Eşyalık bir durum yok, kalmak da mantıklı değil. Otelde kalırım ben." Yakın olduğu aileyle bir zamanlar öyle olduğunun farkındaydı, şu an öyle değillerdi. Burada kalmak mantıklı gelmiyordu ona.

"Saçmalama Aylin. Yabancı değiliz. Hem..." Durdu Demir. Aylin ona baktı. "Hem ne Demir?"

Demir cümleyi devam ettirdi. "Hem aklım da sende kalmaz, kal burada. Benden rahatsız oluyorsan söyle ben gideyim evden, en azından babam var. Bu saatte dışarıya çıkmanı istemiyorum, otellerde sürünmeni hiç istemiyorum." Aylin bu sözleri beklemiyordu. "Ne istiyorsan söyle, neyden rahatsız oluyorsan söyle, bana değilse de Mercan'a, anneme."

Aylin başını iki yana salladı. "Babamın evine gelmiştim ben Demir, o almadı. Ben kendi evimde kalamıyorum, bir başkasının evine sığınamam. Bir gün kaldım, iki gün kaldım, bir şekilde gitmem gerekiyor buradan." Bu gece Demir'in onu bırakmayacağını biliyordu, yarın ve sonraki günler için konuştu.

"Tamam buluruz bir yer, boşanmadın mı sen?" Cevabı merak ediyordu.

Aylin hemen cevap verdi. "Boşandım!"

Demir belli etmese de içten içe rahatlamıştı, sevinmişti bu duruma. "Tamam bir yer tutarız sana da bu mahalleden."

"Babam kabul etmez." Aylin bu mahalleden bir yerde oturmak istemiyordu.

"Niye babam mahallenin ağası mı?" Demir'in düşüncesi netti, ona göre Aylin'in yeri burasıydı. Kim, kimi onun olduğu bir yerden kovabilirdi ki?

"Değil, bahsettiğim o değil." Buraya taşınırsa babasının sürekli onu rahatsız edeceğini biliyordu, kovmak için elinden geleni yapacaktı. Komşular babasıyla daha yakındı, burada oturmak yalnız kalmak gibi hissettirecekti.

"Biz varız ya Aylin?" Sadece kendisinin bile yeteceğini düşündü Demir. Aylin'in kimseye ihtiyacı olmadığını, yanında olmak istediğini söylemeye çalışıyordu. Burada yaşamıyordu, nasıl yapacağını bilmiyordu.

"Ben burayı bile istemiyorum Demir, bu şehirden gitmek istiyorum. Ali bizi bulsun istemiyorum." İstanbul'da kalmak için bir nedeni yoktu Aylin'in. İstanbul onun için nefret ettiği bir yer olmuştu. İnsan evlenince artık iki ailesi olurdu, Aylin'in iki ailesi de yok olmuştu.

"Diyarbakır'a gider miydin?" Gözleri büyüdü Demir'in. Kabul edip etmeyeceğinden emin değildi, fazla ani bir soru olduğunu söyledikten sonra fark etmişti. "Yani okulun bitti değil mi?" Yaşına bakılırsa bitmiş olması gerekiyordu ama Mete'ye baktı.

"Bitti." İstanbul'dan gitmek istiyordu ama Diyarbakır'ı hiç düşünmedi. "Diyarbakır çok uzak, ne yapacağım orada?" Demir'e bakmaya devam etti.

"Ben varım, istersen beraber gideriz." Onun Aylin'e olan sevgisi eksilmemişti. Aylin'i bilmiyordu. "Ben de oradayım." Aylin anlamamıştı, Demir bunu anlayınca devam etti. "Askerim ben."

Aylin'in gözleri büyüdü, kısa bir andı. Demir'in eskiden beri istediği buydu. Olduğunu duyunca gülümsedi. "Hep orada mısın sen?"

"Arada bir ailemin yanına geliyorum işte, onun dışında oradayım." Aylin'in gözlerine baktı. "Başka bir ailem yok yani."

"En azından bir ailen var..." Mete'yle birlikte ayaklandı. "Lise var mı?" Demir anlamadı. "Yani Diyarbakır'da öğretmen açığı var mı?"

"Ayarlarız..." Bir şekilde ayarlamayı planladı. Gelmek istemesi yeterdi, olmasa bile olana kadar yanında duracağına emindi.

Başka bir şey demedi Aylin. Hemen atlamak istemedi, hevesli görünmek istemedi, onu istiyormuş gibi görünmek hiç istemedi. Sessizce odadan çıkıp onun için hazır olan Demir'in odasına geçti. Mete'yi yatırdı, etrafını yastıklarla çevreledi, odadan çıkıp arabadan birkaç parça eşya alacaktı. Demir salonda elinde bir yastık ve bir pike ile yatacağı koltuğu hazırladı. Aylin'in odadan çıktığını gördü. "Ne oldu?"

"Arabaya ineceğim..." Sesi kısık çıkıyordu Aylin'in, diyeceğini dedikten sonra kapıya yürüdü.

"Anahtarları ver bana." Aylin'in dibindeydi. "Ben alır gelirim, inme hiç boşuna." Atilla'nın huyunu mahalledeki herkes bilirdi. Genel olarak kötü biri değildi, son üç yıldır tabii. Kızı Ali'yle evlenmek istediğini karşısına çıkıp söylediği gün Aylin'e karşı sinirliydi. Aylin'i aşağıya indirmek istemedi, ne varsa hemen alıp gelmek için hazırdı.

"Ben halle-" devamı gelmedi. Demir, Aylin'in elindeki arabanın anahtarlarını çoktan kapmış, dış kapıyı açmış evden çıkmıştı. Aylin'in alacağı iki üç eşyaya karşı iki büyük valizi kaptı, eve geri döndü.

"Bu ne Demir? Neden valizleri aldın?" Aylin'in gözleri bir valizlere bir de Demir'e gitti.

"Lazım olur işte. Her an her şey lazım olur Aylin... Kalsın odanda." Valizleri odasına doğru götürmeye çalıştığında Aylin durdurdu.

"Saçmalama, ver anahtarlarımı." Valizleri geri indirecekti. Demir'i iyi tanıyordu, ne yapmaya çalıştığının farkındaydı. Bu geceyle sınırlı kalmamasıydı amaç.

Hatırlamadığı şey, Demir'in de Aylin'i iyi tanıyor olmasıydı. Demir şu an Aylin'in aklının içinde nelerle mücadele ettiğini biliyordu. Hafifletmek istese de beynine vuran o iğrenç ses durmadan konuşuyordu. 'Artık geçmişte değilsiniz.' diyordu ses. Önceden olsa Aylin'i çeker götürürdü odaya, ikna ederdi, gözlerinden ne olduğunu anladığını rahatça söylerdi, yanına daha rahat çağırırdı, hatta tutar kolundan birlikte giderdi direkt Diyarbakır'a. Ama eskisi gibi değildi, Aylin kırgındı, Demir yüzünden değildi, Demir biliyordu ama bir şey yapamıyordu.

Kırgınlığını geri alamazdı. Üstünü sevgiyle örtmek gerekirdi ama aceleci de davranmak istemedi. Yeni boşanmış bir kadına atılmak mantıklı değildi. Aylin'in bir yıldır Ali'den boşanmak için uğraştığını, Mete doğduğu andan itibaren Ali'ye olan sevgisinin bittiğini, bir yıldır kalbinin sadece Mete'yle kaplı olduğunu bilmiyordu. "Mete'nin yanına yat uyu Aylin, gözlerinden uyku akıyor. Dert değil, söz kafan atarsa istediğin dakika hatta saniye kendi ellerimle yine indiririm bu valizleri, iste yeter. Ama şimdi git yat."

Arabanın anahtarlarını bilerek yastığının yanına koydu. "Gidersen de haberim olsun." Valizleri odaya götürdü. Aylin de peşinden gitti. Çoktan yatağı ısıtmış minik Mete'ye baktı. "Biraz oğlunu örnek al, paşaya bak rahatça uyuyor. Bence alıştı bize." Gülümsediğinde sessizce Mete'ye yaklaştı, onu uyandırmandan minik bir öpücük kondurdu sıcacık, tombul yanağa. Aylin'i hala seviyordu, Aylin hala Demir için değerliydi. Aylin'in parçası da değerliydi.

"Gece görürsün alışmış mı alışmamış mı?" Gece neler çektiğini sadece anne babalar bilirdi. Aylin anne olmuştu ama Demir baba değildi. Bunu anlamasını beklemedi.

"Onu da gece düşünürüz Aylin." Gülümsedi, son kez Aylin'e bakıp odadan çıktı.

***

 

Aylin'in dediği olmuştu, Mete gece ağlamaya başlamıştı. Bu ağlama diğerlerinden daha yüksekti, Aylin de bunu beklemiyor olacak ki uyanıp Mete'yi kucakladı. Mete'nin teninin yandığını, ateşinin olduğunu fark ettiğinde panik oldu. Mete'ye giydirdiği üstünü çıkarttı.

İçeridekiler ağlamayla uyanmıştı, ses etmemişken Seher kalktı yatağından. Mete'nin susmadığını, bir şeylerin olduğunu anlamıştı, hızlıca Aylin'in odasına gitti. "Ne oldu?"

"Ateşi var." Mete'nin küçük bedeni titriyordu, ağlamaya devam ediyordu. Ağladıkça daha da kızarıyordu. "Annecim." Mete'yi kucaklayıp sallayarak sakinleştirmeye çalıştı.

Seher sıcak odayı biraz serinletmek amacıyla camı hafifçe açtı. Mete'ye dokundu. "Ölçeriz şimdi." Panik olan Aylin'e baktı. "Sakin ol kızım." Odadan ayrıldı, birkaç saniye sonra elinde dereceyle giren Seher, Mete'ye yaklaştı. Ateşini ölçtü, derece bir süre sonra öttü.

Aylin hemen dereceye baktı. "38.7 çok fazla."

"Ben ılık suyla bez getireyim, düşürürüz. Olmadı hastaneye götürürüz, panik yapma sen tamam mı?" Seher odadan yine çıktı. Mete hala titriyordu ama ağlamıyordu. Aylin'in kucağında sakinleşmişti. Kapıdan gelen sesi duydu. "Girebilir miyim?" Demir'in sesiydi.

"Gir..." Kapıya baktı, içeriye giren Demir'i gördü.

"Ne oldu?" Aylin'in endişeli suratını herkes anlıyorken Demir'in bunu anlamaması imkansızdı. Mete'ye doğru yaklaştı. "Neyi var?"

"Ateşi var." Aylin bir eliyle Mete'yi tutarken bir kez daha diğer eliyle dereceyi aldı. Yeniden ölçtü.

"Kaç?" dedi Demir. Dereceye eğildi.

"39.2 . Titriyor, üşüyor. Düşmüyor ki, çıkıyor ateşi." Paniği büyüdü.

"Sakin ol, düşürürüz." Çok fazla olduğunun farkındaydı ama Aylin'in panik halleri durumu daha da kötüleştirecekti.

"40 derece zaten havale Demir! Çocuğum titriyor." Ağlamaya başladığında Demir'in de içi gitti.

"Gidelim hastaneye o zaman, Hadi hazırlan, ince çarşafı var mı? Soy çocuğu, bezi kalsın sadece hafifçe üstünü örtüp gidelim." Demir'in sözlerine karşılık başını salladı Aylin. "Ver bana Mete'yi sen hazırlan. Ben çıkarırım üstünü." Aylin'i giyinmesi için rahat bıraktı, salona Mete ile geçti.

Aylin hızlıca önce Mete'nin eşyalarını çantaya biriktirdi. Seher elinde suyla odaya geldi. "Ne oldu?"

"Ateşi 39'u geçti, hastaneye gideceğiz." Seher de hafiften panikledi. Başını salladı.

Salonda Mete'nin sadece bezinin kalacağı şekilde üstünü çıkaran Demir, Aylin'i bekliyordu. Titreyen Mete'ye içi yanarak baktı. Mete'nin dudakları büzülünce kucağında pışpışladı.

Aylin her şey hazır odadan çıktı. "Gidelim!" Demir, Mete'yi taşımaya devam etti, arabanın anahtarını alıp evden çıktılar.

Hastaneye gidene kadar Mete'nin ateşi düşmedi. Havale geçirmeden yetiştiklerinde müdahale etmişlerdi ama bir süre hastanede beklemeye devam ettiler. Aylin, Mete'nin yanına koltukta uyuyorken Demir ikisinin de başında bekliyordu.

Mete daha iyi olduğunda minik bir esnemeyle gözlerini açtı, Aylin henüz uyanmamışken Mete ağlamadan ona yetişen yine Demir olmuştu. "Şşş... Bırak anne biraz daha uyusun paşa." Ateşi artık düşmüşken Aylin'in getirdiği çantaya uzandı. Ne yapacağını pek bilmese de birkaç kıyafet alıp Mete'yi giydirmeye çalıştı.

"Aferin sana!" Zorlanmadan Mete'yi giydirdi. Mete ona gülünce bir öpücük daha kondurdu Mete'ye. "Mis gibisin, mis."

***

Baba değildi, babalar nasıl hisseder bilmezdi ama bir çocuğa sahip olmanın güzel bir nimet olduğunu öptüğü minik yanağın kokusuyla anlamıştı.

İsterdi baba olmayı. Aylin'i ikna edip Diyarbakır'a birlikte gittiklerinde bunun hayaliyle yaşamaya başlamıştı.


 

GÜNÜMÜZ

Babalığı hala tatmamıştı Demir, yıllar sonra evlendiği kişi olan Yeliz'in çocuğu olmuyordu. Bir kere bile neden demedi, Yeliz'i başının üstünde tuttu.

Geç evlenmişlerdi zaten Yeliz'le. 'Benim çocuğum olmuyor.' demişti Yeliz.

'Başımın üstünde bir tek senin yerin var o zaman.' demişti Demir. Önceden olan isteği yıllar önce yalanan olayla sona ermişti zaten. Asker adamın çocuk yapması mental olarak zordu. Ayağının her değdiği taşa içi yanan babaların ardında bir de eve tehlike getiren bir baba olmak hissettiren en büyük suçluluktu.

Kırk iki yaşında evlenmişti zaten, geç kaldığını da düşünüyordu. Kaderinde baba olmak yazmıyordu demek ki diye düşündü.

Gördüğü kolye ile aklına yine gelen isim aynıydı. Üstü tozlu ismin tozları tek bir nefesle üflenmiş gibi yeniden açığa çıktı. Öldüğünü öğrendi, korumak için elinden geleni yaptığı kadının öldüğünü öğrenmek yüreğini dağladı.

O kolyeyi Aylin'e veren kişiydi Demir. Ahsen Dide değildi harflerdeki amaç. Aylin ve Demir'in baş harfleriydi. Dünyada tek olacak bir kolyeydi.

Mete geldi aynı saniyelerde. Nerede ve nasıl olduğunu merak etti. Koca bir adam olduğunun farkına vardı. Ahsen'den pek haberi yoktu. Aylin'in ikinci bir çocuğu olduğunu, kızı olduğunu biliyordu ama daha fazlası yoktu. Şimdi kızı da büyümüştü, buradaydı, tesadüfen karşısına yine Aylin'den bir parça çıkmıştı.

Mete'nin küçüklüğü, Ahsen'in yetişkinliği Demir'in gözlerinin önündeydi. Elindeki telefonla birkaç gündür aramaya pek heyecanı el vermeyecek şekilde duruyordu. Patlamada yaralanan Ahsen'i merak ediyordu ama eli tuşa basamıyordu.

Yine telefonun avucunda dönüp durdu. Rehbere girdi. 'Savcı Ahsen' yazısına baktı uzunca, bir anlık kararla, kararı değişmeden bastı ismin üstüne. Telefon Ahsen'i aradı.

"Alo? Albayım, buyurun?" Ahsen'in çok süremeden açtığı telefondan sesi geldi.

Zamanında Mete'ye oğlum dediği gibi, Ahsen'e de ağzından kızım kelimesi çıktı. "Nasılsın kızım, daha iyi misin?"

Yarasından bahsediyordu. Ahsen de bunu anladığında cevap verdi. "İyiyim albayım, işime döndüm. Siz nasılsınız?"

"Ben de iyiyim. Şu işin biraz daha bekleyemedi mi?" Hala yaralı olduğunu biliyordu. Bu işlerin nasıl ilerlediğini de. Hemen işe geri dönmek Demir'e göre pek mantıklı gelmemişti.

"Sorun yok, iyiyim ben... Harun'un işini çok uzatmak istemedim." Ahsen'in tek düşündüğü şey işiydi. Üst üste gelmiş iki davası. Beklemeye zamanı yoktu. İşler yığılıp ağırlaşmadan kaldırması gerekiyordu.

"İyiyim diyorsan öyledir. Bir şey lazım mı? İş için değil, genel olarak." Elinden gelen yardımı yapmak istiyordu. Bir tanıdığın kızıydı sonuçta...

"Yok albayım, sağ olun." Ahsen, Demir'in sorusuna şaşırdı. Yardıma ihtiyacı olsa bile kimseye söylemezdi, albaya söylemek onluk bir hareket değildi. Her zamanki gibi, herkese olduğu gibi oldu, yardımları geri çevirdi.

Söylenecek sözler tükenmişken Demir daha fazla uzatacak bir şey bulamadı. Merak ettiği şey zaten Ahsen'in durumuydu, öğrenmişti. Ahsen iyiydi, Demir rahatladı. "Peki. Görüşürüz o zaman..."

"İyi günler albayım." Ahsen kapattı telefonu.











***











 

Akşam çıkacakları yola Duru'nun sabırsızlığı yüzünden apar topar hazırlanıp yola çıkacaklardı. "Kaç saatte gideriz baba?" Kendi kendine, süsünü koyduğu ayrı çantasıyla arabaya koştu Duru.

"Çok var babam. Uyursan daha kısa gelir sana." Mete, arabaya valizleri sıkıştırdı. Duru'yu kucaklayıp arka koltuğa, çocuk koltuğuna koydu.

Duru başını iki yana salladı. "Uyuyamam." Elini yerde kalmış minik çantasına uzattı, açıp kapattığında istediği gerçekleşti.

Mete çantasını Duru'ya verdi. "Niye?"

"Heyecanlandım." Halasını yüz yüze görmeyeli bir yıldan fazla olmuştu. Genellikle görüntülü konuşurlardı. İstanbul'dayken bile Mete ne zaman Aylin'i ziyaret etse Ahsen o zamanlarda da genelde işim var diyerek buluşmuyordu. "İstanbul'a gitmiyoruz değil mi?"

Mete başını salladı. Hala evden çıkamayan Leyla'ya baktı. "Hadi hayatım!"

Leyla evin anahtarıyla koşarak kapıdan çıktı, kapıyı kilitledikten sonra arabaya koşuşturdu. "Geldim geldim!" Duru annesine bakarken güldü.

"Ne gülüyorsun kız, benim karıma?" Sahte bir kızgınlıkla Duru'ya baktı. Sonra Leyla'nın koşturmasını izlemeye geri döndü.

"Baba yaa..." Duru gülmeye devam ederken Leyla arabaya varmış, çoktan binmişti.

"Kızım yaa..." Duru'nun kapısı kapandı. Mete de arabaya bindi. Yolculuk Diyarbakır'aydı, üç kişi gittiklerini düşündüler ama Ali peşlerindeydi. Bu kez emindi, bu yol Ahsen'e gidiyordu. Valizlerin farkındaydı. Nasıl yapacağını bilmiyordu ama olabildiğince fark ettirmeden Mete'nin aracını takip edecekti. İçini saran heyecandan çok korku vardı.

Biriyle yüzleşmek için o kişi iyi tanıman gerekiyordu. Ali, Ahsen tarafından iyi tanınıyordu ama Ali, bırak Ahsen'i, Dide'yi bile tanımıyordu. Sonunun ölüm olacağını düşünerek Mete'nin arkasından ilerledi.
















***
















 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Elimden İskender'in dosyası, aklımda terör davası. Beynim allak bullak olmuşken sinirlendim, derin bir iç çekişle dosyayı sertçe kapattım. Odamın kapısı bugün sanırım bininci çalışı olabilirdi, yine çaldığında sertçe söylenerek "Gel." dedim. Emniyettekilerin ve Alperen'in olmadığı birini görünce şaşırdım. Ses tonumu sakinleştirdim. "Bekir Bey?"

Bekir Bey'in hemen ardında duran Toprak başkomiseri gördüm. "Avukat Bekir Dinçer, Harun'un avukatlığı için gelmiş savcım."

Bekir Bey'i içeriye davet ettikten sonra Toprak' döndüm. "Tamam tamam." İçeriye geri döndüm. "Sarp mı dedi size?" diye sordum. Babasını bu işlerin içine sokası da beni sinirlendirdi. Kaş çizerken göz çıkarmak hoş olmazdı.

"Sarp bana anlattı durumu..." Biraz bekledikten sonra devam etti. "Sen pek istememişsin, beni burada bizden başka kimse tanımaz, merak etme bana bir şey olmaz. Sen bana şu olay anlat ben konuşayım adamla." Kendinden emin duruyordu ama yine de bilemedim. Bu olay yüzünden ben bile yara almıştım, bir başkasının sırf ben istedim diye kendini bu işlerin içine sokmasını istemiyordum.

"Anlat bana, sana yardım edeyim. Elime yapışmaz. Konuşup bilgi almayacak mıyım?" Başımı salladım, bir seferlik bir konuşma olacaktı. Yani umarım ikinci bir seferi olmayacaktı. "Dinliyorum."

"Öncelikle teşekkür ederim ama bu konuşmalar aramızda kalsın olur mu?" Aramızda kalması demek Sarp'a bile gitmeyecek olmasıydı. "Gereken şeyleri, gereken kişiler bilir zaten."

"Gizlilik diyorsun?" dediğinde gülümsedi. Başımı salladım. "Sen ne diyorsan o olsun savcım."

Detayları anlattım, mesajları ona da gösterdim. Bunca zamandır bulduğumuz şeyleri, şüphelendiğim ne varsa onları tek tek anlattım Bekir Bey'e. Hepsini pür dikkat dinleyip aklının bir köşesine not etti.

"İzleyecek misin?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. İzlemek isterdim ama izleyemezdim.

"İzleyemem. Ayrıca onun da emin olması gerekir, konuşmaz yoksa biliyorum. Onlardan biri gibi davranmanız gerekecek o yüzden eğer istemezseniz..." Lafım tamamlanmadan kesildi.

"Ben o şerefsizler sürünsün, leş olsun diye oğlumu büyütüp dağlara göndermişim. Ne gerekiyorsa yaparım, ha oğlum için, ha senin için, ha vatan için. Ne gerekiyorsa." Oturduğu yerden kalktığında kapıda onu götürecek Toprak başkomiser vardı.

"Görüşürüz Bekir Bey, beni bulamazsanız beklemeyin." Gözümün önünden ilerlemeye devam ettiğinde Alperen'in koşuşunu gördüm bu sefer de. Yanıma geldiğinde nefes nefese kalmıştı. "Ne oldu lan?"

"Savcım..." Kesilen soluğunun düzelmesini bekledi bir süre, hala konuşmasını bekliyordum. "İskender'in adamını gördüm." Kaşlarımı çattım.

"Sen nereden biliyorsun İskender'in adamının olup olmadığını?" İskender demek ayağımıza kadar adamını göndermişti.

"Sizden haberi yok, beni de görmedi." Benden haberlerinin olmadığının ben de farkındaydım. Buraya gelen adamın buraya ne için geldiğini de az çok tahmin ediyordum. Aslan'ı merak ediyorlardı. Emre'yi yaralayan kişinin Aslan olduğunu düşünen tek ben değildim demek ki, İskender de farkındaydı. Aslan'ın Diyarbakır'a getirildiğini de biliyordu.

"Baban için gelmiş demek ki. Bana o adamı tarif et Alperen." Alperen ile birlikte odaya geri döndüm.

"Savcım Birol Savni. Sevkiyat işleriyle ilgileniyordu ama, yani İskender babam için birini gönderse bile o adam bu olmaz." Beynimin ta orta yerine sıçmak istiyordum gerçekten. Alev alacaktım birazdan.

"Bu adam ne yapmaya çalışıyor. Adamlarını tek tek göndermeye mi? Yoksa beni mi bulmaya çalışıyor?" Bir kağıt çıkarttım. Birol'un ismini de yazdım. "Adamı tanıdığına göre onun seni tanıması daha muhtemel, Aslan Uğur'un oğlusun. Ortalıkta çok gözükme. Madem yakalatmak istiyor yakalansın. Babanın yanına koyacağımı falan düşünüyorsa çok bekler."

Kapı çaldığında Alperen'le ikimiz kapıya döndük. Ben Bekir Bey'i beklerken içeriye gelen bir polisle kaşlarım daha çok çatıldı. "Buyur, yeni bir olayımız mı var?" Ben beynimdeki alevi söndürmeye çalışırken kapı her çaldığında yeni bir odun atılıyordu.

"Savcım Aslan Uğur adına bir ihbar varmış." Alperen bu sözle bana döndüğünde kimin geldiğini ikimiz de biliyorduk.

"Adamın adı Birol mu?" diye sorduğumda polis başını salladı. "Alın içeriye, konuşalım." Polis başını eğerek odadan çıktığında Alperen'e döndüm. "Sen şimdi toz oluyorsun koçum tamam mı? Senin mesai bitti, uç bakalım."

"Savcım ben burada beklerim." Koltuktan kalkmaya pek niyeti yoktu.

"Alperen burada sabahlamak gibi bir niyetim yok, ifadeden sonra çıkacağım evime gideceğim. Kalk git başımdan." Arkadaşını kovan birinden korumasını kovmamasını bekleyemezdi kimse. Yapılacak başka bir şey yoktu. Yanımda durması şu an hem onu hem de beni daha çok tehlikeye sokacaktı.

Onunla beraber ben de kalktım. Biraz fazla alındığını fark etince elimi omzuna attım. "Oğlum işin bitti diye diyorum."

"Anladım savcım. İyi günler size..." O emniyet dışına çıkarken, ben Birol'un yanına gittim.

***

 

"Evet?" Yine birilerinin karşısına oturuyordum. "Bir şaşırdın sanki sen?" Beni tanıyıp tanımadığını öğrenmeye çalıştım.

"Savcı mısın sen?" Uzun uzun ben inceledi ama surat ifadesi pek memnun olduğunu söylemiyordu.

"Savcıyım ben. Senin aklından ne geçiyor bilmiyorum ama olan şeyi söyleyeyim, bu ifade sıradan bir ifadenin yanından bile geçmez. Yani karşımda kıvranmadan önce kararını ver, ifadeni aldığım an her şey biter. Yalan söylediğini anladığım an tüm hayatını kaydırabilirim. Şimdi... Seni dinliyorum." Gereken tüm açıklamayı yaptım, karşısında ciddi bir ifadeyle oturmaya devam ettim.

Onun anlattıklarım dışında, gelme sebebi dışında sorduğu soruya kaşlarımı çattım. "Adınız nedir?" Sinirli olduğumu belli eden bir gülüş tüm suratımı kapladığında gülüşüm anında kesildi. Bu halim onu önce şaşırtmışken tekrar takındığım ciddi ifadeden sonra korkmaya başladı.

"Aslan Uğur hakkında ne biliyorsun da geldin onu konuşalım. Öğrenmen gereken yeri ben sana söylerim zaten. Az önce bilmen gereken yerlerin altını çizdim, sen gerisini boş ver." Bir şey diyemeden ben son kez konuştum. "İçimden bir ses bir kez daha görüşeceğimizi söylüyor Birol, İstanbul'a dönemeyeceğini söylüyor."

"İhbardan vazgeçtim. Çıkabilir miyim?" Yakalanması durumun hiç düşünememiş miydi? Sicilinin elime geçmesi saniyelerimi almazdı. İstanbul'da aranıyor olması sadece oradan kaçacağı anlamına gelmiyordu.

Kapı açıldığında içeriye gelen polisle çıkacağını sanan Birol'un kelepçelenen elleri hayatının şokunu yaşatmıştı. "Çıkamazmışsın Birol." Sicili elime geçtiğinde ayağa kalktı. "Yani buradan çıkamazsın, Diyarbakır'dan. Sen bana lazımsın." Aslan hakkındaki tüm gerçekleri fazlasıyla emniyet de dahil çoğumuz biliyorduk, muhbirimizdi, bunu da İskender bilmiyordu. İhbar yalan mı, değil mi bilmek zor değildi. Aslan'ın zamanında attığı her adımdan haberim vardı.

"Yanlış yere geldin, Aslan'ı anlatacağın kişi ben değilim Birol." İskender bana yaklaşmaya çalışırken benden uzaklaşıyordu, ben ondan uzak durmaya çalışırken yakınlaşıyordum. Bu fırsatı kaçıramazdım.

Birol sorgu odasından çıktı, saate baktığımda yemeğe geç kalacağımı anlamıştım. Odama girip eşyalarıma baktım İskender'in incelediğim dosyasını açık bırakıp bırakmadığımı hatırlamaya çalıştım. Dosyayı kapatmamış mıydım ben? Açık kalan dosyayı kapatıp kilitli çekmeceye attım. Aceleyle emniyetten çıkıp eve gittim.

BEN: Eve anca gitmeye çalışıyorum, sen de bana gel beraber gidelim.

AZRA: Bir şey olmaz biraz beklesinler onlar da, assolistler en son gelir.

BEN: Giyin de gel Azra, giyin de gel.

Eve gelip aynanın karşısına geçtiğim an pek assolistlik bir tipim kalmamıştı. Kendimi kurtarabileceğim yere gittim; duşa.

Dikişlerim iyileşmeye başlamıştı. Üstüme bir kot pantolon ve kazak giydiğim an kapı çaldı. Azra'ya kapıyı açtığım an gördüğüm şeyle şaşırdım. Elbise giymişti. "Düğüne mi gidiyoruz canım?" dedim.

"Çiğköfte dürüm yemeye mi gidiyorduk canım? Git şu üstüne düzgün bir şeyler giy!" Üstüm gayet normaldi. Gerektiği yerde süslenmeyi biliyordum ama bunun için buna gerek olduğunu hiç düşünmüyordum.

"Gayet düzgün giyindim Azra!" Kapıdan içeriye girer girmez elleri sırtımı bulup beni odama sürükledi. Ben ona bakmaya devam ederken o benim dolabıma geçmiş bana kıyafet seçiyordu. "Ne yapıyorsun?"

"Sence?" Eline elbiselerimi alıp uzaktan bana tutuyordu.

"Çekil de ben seçeyim. Elbise falan giymem." Elinde dekolteli şeyler dolaşıyordu. "Koy şunları!" Ellerinden çekip aldım.

"Kız sen bunları nerede giyeceksin böyle..." Güldüğünde sinirlendim.

"Azra odadan çıkar mısın giyineceğim?" Kendi kendime bir şeyler bulup giyerdim.

"Düzgün giyin bari Dide, herkes geliyor." Oflayarak başımı salladım. İçeriye gönderdiğimde dağınıklığı topladım hemen. Üstüme birkaç parça bir şeyler alıp giyindim. Saçlarımı düzleştirecek kadar zamanım yoktu, kıvırcıklarımı şekillendirecek kadar da enerjim. Sıkıca bir topuzla işi kurtardım.


Azra'nın tam tersi olarak makyajımı abartmadım, hafif bir makyaj ardından sıktığım parfümümle odamdan çıktım. "Hadi gidelim."

Bir çift göz beni baştan aşağıya süzdü. "Güzeel. Beğendim, gidebiliriz." Göz devirerek kapıya yürüdüm. Evden nihayet çıkıyorduk.
















***
















 

"Savcım da gelmedi, arasak mı diyeceğim bu itler hiç gelmemişler." Ediz, Onat ve Ruhi'den bahsediyordu. Ahsen ve Azra gelmemişti henüz, Sarp ve Doruk yeni gelmiş, diğerleri de eşleriyle yerlerini almışlardı. Mert, Yeliz'i çağırmıştı.

Doruk telefonunu çıkarıp Azra'ya yazdı.

DORUK: Dide ve sen birlikte misiniz?

AZRA: Evet canım, yoldayız geliyoruz. İki dakikaya orada oluruz, siz başlayın isterseniz yemeğe.

DORUK: Tamam canım.

Doruk aldığı bilgiyi masayla paylaştı. "Yoldalarmış, geliyorlarmış."

"Kim geliyormuş, Şerefsizler mi? Savcım ve Azra mı?" diye sordu Ulaş. Yemeği planlayan Ruhi'nin hala buraya gelmemesine sinirlenmişti tim.

"Dide ve Azra. Onlar neredeler bilmiyorum." Doruk cevapladığında Onat'ı aradı, açılmadı telefon. "Açmıyorlar valla, biz yeriz boş verin..."

Dakikalar sonra Ahsen'in arabasını gördüler. Azra ve Ahsen herkesin arasına giriş yapmıştı. İlk kez tanışacak olan timin eşleriyle tanıştı Ahsen.

Önce Ediz'in eşi Emel ile tanıştı. "Memnun oldum." Yunus'un eşi Arzu'ya geçti. Aynı tanışma sürdü. Ilgaz'ın sevgilisine geçtiğinde tanıdık geldi, Sena doktordu, Ahsen yaralandığında onu da görmüştü. Kıraç'ın sevgilisine geçince ince bir gülümsemeyle baktı. Timde en geçleri Kıraç'tı, sevgilisi de bir kardeş gibi görülecek kadar naif ve minikti. "Sinem..." diyerek uzatılan eli sıktı Ahsen. Yeliz, Mert'in flörtü gibiydi. Onunla da tanıştıktan sonra sıranın sonunda tanıdık biri bekliyordu.

Ulaş'ın sevgilisi Derya'ya geçtiğinden diğerlerinden farklı sarıldı Derya'ya. Bunun nedeni biraz da Derya'dan kaynaklıydı. Kendi hayatını kurtarmış olan Ahsen'in o bombalı evin içinde bırakmanın vicdan azabını hala yaşıyordu. Bunun sorun olmadığını Ahsen dile getirmiş olsa bile Derya, Ahsen'e bir can borcu olduğunu hissetmeye devam etti.

Tanışma bittiğinde herkes yeniden oturdular masaya. Çiftler yan yana oturmuşken Sarp masanın bir ucunda tek oturuyordu, karşı uç da Ahsen içindi. Uzun masanın bir ucunda Sarp, diğer ucunda Ahsen oturuyordu. İkili göz göze geldikten sonra sadece başlarıyla birbirlerini selamladılar.

İki sandalye hala boşken yeni gelen Onat ve Ruhi asıl assolist olduklarını herkese kanıtlamışlardı. "İyi akşamlar." diyen Ruhi herkesi masada görünce mutlu oldu.

"Yemeği sen ayarlayıp, saatini senin seçtiğin bir şeye nasıl geç kalmayı başarıyorsun Ruhi?" Sarp sinirle Ruhi'ye bakıyordu.

"Komutanım taksi bekledik, gelmedi. Siz yemekleri söylediniz mi?" Ruhi ve Onat da sandalyelerine oturdular.

"Söyledik." dedi Sarp hemen.

"Bize de söylediniz değil mi komutanım?" Onat, Sarp'a eğilerek konuşmuştu.

"Yoo, sadece kendimize söyledik." Herkese söylenmişti yemek.

"Aşk olsun komutanım. Biz hep geç kalıyoruz alışmadınız mı artık, insan biz de söyler." Ruhi, Ulaş'a döndü. "Harbi söylemediniz mi?"

"Söyledik lan söyledik." Ruhi rahat bir nefes verdi. Herkes birbiriyle sohbet içindeyken, Sarp ve Ahsen herkesin dışındaydı. Sarp, Ahsen'e bakıyordu da, Ahsen'in gözleri pek Sarp'a değmiyordu. Ruhi, Ahsen'e dönünce sohbet dışında olan tek kişi Sarp'tı. Dalmıştı gözleri, aralıksız izlediği kişiyi sohbetten dolayı kimse pek fark etmedi, bir kişi hariç; Doruk. Abisinin bakışlarını yakalamıştı, Ahsen'e olan bakışın nefret ve sinirden ayrı olduğunu da anlamıştı. Sesini çıkarmadan Ahsen'e baktı.

Ahsen, Ruhi ile konuşuyordu. "Biz böyle iki-üç ayda bir çıkarız işte. Artık siz de gelirsiniz, hep beraber yaparız." Ahsen 'tamam' demedi bu lafa, hafifçe gülümseyerek susmayı tercih etti. Yemekler geldiğinde artık sohbet kesildi.

Doruk, abisini hafiften dürttü. "Yemeğini yiyecek misin abi?"

"Niye senin yemeğin az mı geldi?" diye sordu Sarp. Ahsen'den çektiği gözleri kardeşine döndüğünde Doruk'un aldığı bakışlar Ahsen'e değenler kadar sakin değildi.

"Çok belli etme diye dedim." Doruk, Ahsen'den bahsediyordu.

Ama Sarp anlamadı. "Ne?"

Abisinin anlamadığını anladığında açık açık konuşamayacağı için konuyu değiştirdi. "Fazla yağlı, çok yeme diyorum, tansiyon diyorum, zaten çıkmış diyorum."

"Ne boş boş konuşuyorsun oğlum, yesene kendi yemeğini, karışma bana." Sarp yemeğine döndü.
















***
















 

Altay, İskender'in dediğini yapmıştı. Gökhan onu dinlemişti, İskender'in yanına geri döndü ama bu sefer Altay sorgudaydı. Gökhan eskisi gibi olmadığı babasına bunu ne kadar belli edecek şekilde davransa da İskender pek bu durumu anlamamıştı. "Oğlunu kurtaran avukatını aldılar. Bir şey yapmayacak mısın?"

Kaşlarını kaldırarak 'hayır' dedi. "İyi olduğunu söyledi, en iyisi olduğunu söyledi. Girerse kendine, çıkarsa yeri hazır. En iyisiyse onun için bir şey yapamam." Rahatını bozmadan çalışma masasındaki koltuğuna yayıldı. "Sevkiyat var, başında dur benim yerime." Her zamanki gibi korkaklık yapıp kendi işini yine Gökhan'a kilitliyordu. Bir şey olursa o yapmış olmayacaktı.

"Hala devletin radarındayım." İskender'in ters bakışları uzun zaman sonra Gökhan'a değmişti. "Yani mallar giderse sen zarara uğrarsın..." Ne kadar nefret etse de sesi pek çıkamıyordu hala.

"Ertelenecek bir şey olsa zaten sana söylemezdim, değil mi?" Eliyle oğlunu odaya çağırdı. Gökhan gitmek istemiyordu ama gitmesi gerektiğini biliyordu. Ne yapması gerektiğini biliyordu, odaya girer girmez büyük kapıyı kapattı, babasının karşısına dikildi. "Sen ne zamandan beri işten kaçmaya karar verdin?" Büyük sert bir tokat Gökhan'ın yanağını yakıp geçti. "Ne zaman benim dediklerime karşı çıkmaya karar verdin?"

"Öyle bir şe-" Bir tokat daha attı İskender.

"Sevkiyat var, başında dur benim yerime!" diyerek cümlesini tekrarladı. Gökhan ağzını açmadan başını salladı. "Çıkabilirsin şimdi!" Odadan çıktı Gökhan.

Altay'a sinirlendi, oradan çıkmak istemediğini defalarca kez söylemesine rağmen çıktığına sinirlendi. Sonra yine bunun da kendi hatası olduğunu anladı. Altay'a güvenmişti ve Gökhan'ın hep yaptığı hata güvenmekten geçiyordu. Bu saatten sonra onun için kimseye güvenmek yoktu.

***

 

"Seni benim tarafımda değil de karşımda görmek beni şaşırttı Altay." Altay, İstanbul'da bilinen bir adamdı, karşısında oturan savcıyla da tanışıyorlardı.

"Doğrudur ama buradayım." Pek acındırılmaya niyeti yoktu. Ne amaçla olursa olsun teknik olarak İskender'in avukatıydı artık. Bunun bilinmesini sağlayan da kendisi olmuştu. Kimse bilmezken Gökhan'a geldiği an artık İskender'in yeni avukatı olduğu herkes tarafından bilindi.

"Maalesef mi peki?" İskender'in yanına gireceğini düşünmeyen savcı hala şaşkındı. Altay'ın aldığı kötü dava olmadığını biliyordu, altındaki sebebi merak ediyordu.

"Bilmem, henüz pek bir iş yapmadım. Beni bırakırsanız yapacağım." Buna savcının izin vermeyeceğini biliyordu ama buradan çıkması gerekiyordu. Kendince bir amacı vardı, onu yapmak için İskender'in yanında olması gerekiyordu. Onun güvenini kazanıp İskender'in her hareketinden haberi olsun istiyordu.

"Nasıl kabul ettin? Kafana silah mı dayadılar?" Savcının bu dediğine Altay'ın kaşları havalandı. Bunun böyle olsa bile Altay'ı etkilemeyeceğini ikisi de biliyordu. "Ya da renk mi değiştirdin, karanlık daha mi ilgi çekici geldi?"

"İkisi de değil. İçeriye sızmayı başaran tek kişi ben olabilirdim, ben de yaptım. Devlet denedi, yapabilseydi bu adam şu an içeride olurdu. Bana müsaade et tek tek tüm her şeyini İskender'in elinde patlatayım. Bıraktığım yerden seni arayayım sen alıp götür." Bu söylediğini gerçek olup olmadığı gayet açıktı.

"Niye böyle bir topa girdin?" İnandı Altay'a, ama bu nedenini merak etmediği anlamına gelmiyordu.

"Yaşlılık işte savcım, sen de bilirsin bu yaşlarda daha da atılgan olmaya çalışır insan. Gücüm elimden gitmeden kayda değer bir şey yapmayayım mı?" Kendiyle övünmeyi severdi Altay, bunu da iyi işlerle yapardı. Kötüye el sürmezken, karanlığın içine ilk kez girerken sırıtmamıştı. Güçlü kişiliği onun her yere hızlı adapte olmasını sağlıyordu. Bu özelliğinin farkındayken İskender'in yanında iş yaparken de eğleneceğinin farkındaydı.

"Altay, içine girdiğin pisliğin farkında mısın? Bazı şeylerden öylece kurtulamazsın, bunun bilincinde misin?" Bazı durumlar savcıyı da aşardı. Çekip alsa bile alamazdı.

"Yaşlılık güzel bir şey işte, bir şey olursa da vademin sonu zaten, çok sıkıntı olmaz." Şu an bile İskender'i düşünüp gülüyordu. Buradan çıkacağını biliyordu. "Emre'yi benim öldürmediğimi biliyorsunuz, zaten size ifade verdim. Neden oraya gittiğimi de belirttim. Elinde benim hakkımda bildiğin tek şe İskender'in yeni avukatı olmam."

"Bu bile yeterli bir sebep aslında Altay. Dediklerin doğru değilse seni bulacağım yeri bildiğim için şu anlık bir şey yapmayacağım. Bir dahaki görüşmemiz umarım bu odada değil de benim şahsi odamda olur..." Savcı ayaklandı.

"Olur olur..."



















***
















 

Ruhi tek bir el yaptı, ardından gelen büyük pasta yanan mumlarıyla Sarp'ın önüne yerleşti. Sarp şaşkındı, herkesin bildiğinin dışında Sarp'ın doğum gününün olduğunu bilmeyen Ahsen ise Sarp'tan daha şaşkındı.

"Bu ne oğlum?" Bu üçüncü mum üfleyişi olacaktı. Bu sene sanki diğer senelerin acısını çıkarıyor gibiydi.

"Pasta komutanım." Onat cevaplarken telefonunu çıkarttı. Sarp'ı çekmeye başlayınca Ahsen, Sarp'ın suratını telefondan gördü. Sarp bu durumdan hiç mutlu değilken, Sarp'ın surat ifadesine Ahsen kahkaha attı.

Tüm herkes Ahsen'in sesli kahkahasına döndüğünde Ahsen sustu. "Pardon..." Hala içinden gülmeye devam edince herkes gülmeye başladı. Herkes gülünce Ahsen yeniden güldü.

Sarp'ın kafasında dönen kahkaha beynine bu yeni, hoş sesi kazımaya çalışıyordu. Farkında olmadan güldüğünde mumlar bitmek üzereydi.

"Komutanım mumlar bitti bitecek, üfleyin haydi!" Onat açık olan video kaydını sürdürüyordu.

"Ne mumu oğlum?" diye söylenmeye başlayınca az önce gülen Ahsen sinirlendi.

"Alt tarafı bir mum üfleyeceksin ne nazlandın..." Mırıltılı bir sesle söylemişti bunu ama yanındaki Onat duydu. "Aman duymasın bunu." dediğinde Ahsen omuzlarını salladı.

"Üflesen ölmezsin abi." diyen Doruk'a sertçe baktı.

"Üfle artık..." Ahsen'in sesi bu sefer herkes tarafından duyulmuştu. Sarp çok beklemeden mumları üfledi. Onat video kaydını kapattı.

"Fotoğraf da, fotoğraf da." Ruhi'nin şen çıkan sesiyle Sarp gözlerini devirdi.

Ahsen, Onat'a döndü. "Telefonu ver bana, toplanın ben çekeyim sizi." Elini telefon için uzattı.

Sarp içeriye elini kaldırdı. "Koçum bizi topluca çeker misin?" Kendi telefonunu verdi. Ahsen'e döndü. "Oradan çeksin bizi, fotoğraf çekileceksek herkes çıksın o fotoğrafta."

Azra'nın yanına geçen Ahsen, Doruk'un hareketiyle Sarp'ın yanında yer almıştı. Yanında olan Ahsen'in kokusundan dolayı farkında olan Sarp'ın kutladığı en iyi doğum gününün bu olduğu açıktı.

Üç dilek hakkı doğmuştu ona, üçü de Ahsen içindi. Önceden neden dilek dilemediğini anlamıştı. Sarp bunca yıl dileğinin gideceği o kişinin gelmesini beklemişti. Ahsen gelmişti ve onunla beraber gelen dilek hakları...

Tek beklenilmesi gereken şey dileğin kabul olup olmamasıydı.

Herkes yavaş yavaş günü sonlandırmak amacıyla ayaklandığında Doruk atıldı. "Azra'yı ben bırakırım."

Azra, Doruk, Sarp ve Ahsen birbirlerine baktılar. Azra, Ahsen'e uzunca baktı. Doruk da abisine aynı şekilde bakınca Ahsen konuştu. "Zaten aynı yere gidiyoruz seni de ben bırakırım." Sarp'a demişti bunu.

Doruk abisi için bunu yaparken, Sarp ve Ahsen bunu, Doruk ve Azra için yaptığını düşünüyordu. Bir taşla iki kuş vuruldu. Sarp bir şey demeden arabaya ilerledi. Sarp'ın hafif tedirgin bakışlarını gören Ahsen güldü. "Benim arabama binmek seni gerdi mi?"

İlk zamanlar Sarp'ın gözünün önünden geçti. Ahsen'in arabasının dibinden acemice geçtiğini hatırladı. Ahsen'in bunu bilerek yapıp yapmadığını bilmiyordu. "Yoo."

Ahsen arabanın kapılarının kilidini açtı. "Sağa sağlim bırakırım seni evine yüzbaşı, yaş otuz beş yolun yarısı demişler. Daha bir yarımın daha var." Gülerek arabaya bindi.

"Öncelikle yaşım otuz beş değil, otuz yeni oldum. İkinci olarak araba sürmen beni germiyor." Rahat olmaya çalıştı.

Ahsen'in kaşları havalandığında arabayı çalıştırdı. Sarp'ın kemerini taktığını gördüğünde gülmeye devam etti. "Hı-hmm." Hızlı sürdüğü arabayı biraz daha hızlı sürdü. "Belki de korkmalısındır, belki bana söylediğin şeyler için seni cezalandırmak istemişimdir."

Sarp, Ahsen'e dönüp baktığında söylediği şeyi düşündü. Araba değil de ileride olacak muhtemel şeyleri düşünmeye başladı. "Kincisin..."

"Biraz..." Biraz olmadığını ikisi de biliyordu. Bunu belli etmek istemedi Ahsen, konuyu değiştirdi. "Bugün doğum günün olduğunu bilmiyordum."

"Bugün değil zaten. Senin yaralandığın gündü." O günü dile getirmek istemiyordu. Doğum gününü bugün ile değiştirmek istedi. Bugün çok daha güzeldi Sarp için.

"Doğum gününü kötü geçirmeyi tercih eden sendin, özür dileyemem yani?" Hastanede Sarp'ın, onun başında beklediğini hatırladı Ahsen. Bunu tercih eden Sarp'tı.

"Doğum günü kutlamıyorum, en azından kutlamıyordum." Bu sene onun için yeni bir başlangıçtı. Her anlamda büyük bir başlangıca adım atmıştı; duygusal, mental olarak yaşıyla birlikte yeniden sıfırlanmıştı.

"Niye şimdi kutlamaya karar verdin peki?" Sarp bu sözle Ahsen'e bakmaya devam etti. Yola bakan Ahsen de kısa bir süreliğine Sarp'a baktı.

"Dileyeceğim dileğim bunca zaman yoktu. Yeni geldi, tam zamanında gelince ben de değerlendirmek istedim. Bu dileğe tam o an ihtiyacım vardı. Bu sene o dileği dilemek için kutlamak zorundaydım kutladım." Verebileceği en net cevabı verdi Sarp.

"O kadar büyük bir şeydi yani." Ahsen dileğin kendisi olduğunu bilmiyordu. Yola bakmaya devam etti.

"O kadar büyük bir şeydi, hala o kadar büyük bir şey." Sarp, Ahsen ona bakmıyorken elindeki fırsatı değerlendirerek olabildiğince dikkatli baktı Ahsen'e. İnceledi suretini, dakikalar önce duyduğu kahkaha sesiyle birleştirdi gördüğü yüzü.

"Umarım dileğin kabul olur." İlki kabul olmuştu, Ahsen iyileşmişti. İkinci ve üçüncüsü aynıydı, daha ilerisiydi, daha zordu ama söylenmiyordu Sarp. Henüz gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesinin beklendiği dilekler ilk dileğin gerçekleşmesiyle olacak şeylerdi. Beklenen dileklerin gerçek olması için Ahsen'in yaşıyor olması gerekiyordu. Sarp için de önemli olan buydu.

"İlki gerçekleşti, diğeri... Bakalım..." Ahsen, Sarp'ın verdiği cevaba şaşırdı.

"Kaç tane diledin?" Bu doğum gününü biliyordu sadece.

"Üç." dedi Sarp, devam etti. "İlki farklı, ikinci ve üçüncü aynı." diye cevapladı.

"Üç tane hak tanıdın kendine ve ikisinde aynısını diledin, niye?" Saçma buldu bunu Ahsen. İnsanların dilekleri hiç bitmezdi, madem hakkı vardı, iyi değerlendirilmeli diye düşündü.

"Çünkü sadece o dileği istiyorum, başka bir şey değil. İki kere diledim, belki daha erken sahip olurum diye. Bir şeyi çok istersen olur." Bu hakkın son olduğunun farkındaydı, daha kutlayacak kimse yoktu.

"Umarım olur..." diye tekrarladı Ahsen, diyeceği başka bir şeyi yoktu.

"Umarım Ahsen..." dedi Sarp.
















***
















 

"Baba hala gelmedik mi?" İki saattir hem Leyla'nın, hem de Mete'nin başının etini yiyen Duru bir yandan da etrafına bakıyordu.

Mete de lojmanın nerede olduğunu bulmaya çalışıyordu. "Geldik geldik, az kaldı."

"Geldik, geldik, geldik... Nereye geldik biz, sabahtan beri bir gelemedik..." Mete yola bakmaktan buna cevap verememişti. En sonunda bulduğu lojmanın kapısına yaklaştı.

Güvenlik durdurduğunda camı açtı. "Kime geldiniz?"

"Savcı Ahsen Dide Korkmaz..." Güvenlik telefonunu eline aldığında Mete durdurdu. "Aramayın, sürpriz yapacağım."

"O işler öyle olmuyor beyefendi. Ya geldiğiniz gibi gidin ya da aramama müsaade edin. İçeriye öylece alamam, nereden bileceğim yabancı olup olmadığınızı." Güvenliğin sert sözlerine şaşırmıştı. Bir taraf olayın tam içinde yaşarken, diğer taraf bu olaylara uzak oldukça masum düşünüyordu.

Hayatın gerçeklerinden biriydi bu. Mete kimliğini gösterdi ama girmeye çalışmadı. "Savcım evde değil şu an. Ve onu burada bekleyemezsiniz. Aramamı istiyor musunuz?"

"Yok aramayın, gidiyorum." Arabayla geri döndü.

"Baba geri mi dönüyoruz? Niye giremedik, halam yok mu?" Lojmanın çevresinden uzakta bir yerde durdurdu arabayı. Ahsen'i aradı.

"Alo?" Ahsen cevap verdiğinde arabada olduğunu belli eden sesi duydu.

"Dışarıda mısın sen?" Fark ettirmeden konuşmaya çalıştı.

"Evet. Şimdi eve dönüyorum, bir şey mi diyecektin?" Ahsen eve yaklaşmıştı. Yanında oturan Sarp sesini çıkartmıyordu. Mete'nin sesini de duymuyordu.

"Öyle sorayım dedim, eve ne zaman gideceksin o zaman ararım tekrar?" Ne zaman geleceğini öğrenebileceği tek soru buydu.

"İki dakikaya evdeyim abi, beş dakikaya seni ararım." Daha fazla uzatmadan telefonu kapattı.

Mete, gelen arabanın Ahsen'in arabası olduğunu anladığında, Ahsen'in onu fark etmesi için selektör yaptı.

Ahsen abisinin arabasını biliyordu ama arabalar tek değildi. Her arabadan binlercesi vardı. Plakasını bilmiyordu, bilse bile abisinin çıkıp geleceği aklının ucundan dahi geçmezdi. Sarp ciddileşti.

Mete ısrarla yavaşlamayan Ahsen'e selektör yapmaya devam etti.

Ahsen de sinirlenince arabanın yanına gelip durdu. Sarp silahını çıkarıp camı açtı. Sinirli bir ifadeyle yandaki açılan cama baktı. "Hayırdır?"

Mete, Ahsen'den önce o arabada bulunan adamı görünce şaşırdı. "Sana hayırdır? Kimsin sen?"

Ahsen de başını eğdi, abisini gördü. Sarp'ın kalkacak silahını durdurdu. "Abi!"

Mete de artık sinirliydi. "Ne büyük sürpriz..."

Şaşkın Mete sinirlenmiş, sinirli Sarp şaşırmış bir hal aldığında aynı ifadesini koruyan tek kişi Ahsen'di. "Takip et beni..." Arabasıyla lojmana yaklaştığında Mete de onu takip ediyordu. İçeriye girer girmez onun sayesinde içeriye giren Mete'nin arabasını dikiz aynasından izlemeye devam etti.

"Abin olduğunu bilmiyordum." diyen Sarp'ın siniri sönmüştü. Sakin sakin oturmaya devam etti.

"Ben de bilmiyordum." Arabayı park ettiğinde abisinin hala burada olduğuna inanamıyordu.

Mete, Ahsen'in hemen yanına park ettiğinde hala sinirliydi. Duru da iyice körükledi. "Kimdi o adam? Niye halamın yanındaydı? Sana niye öyle dedi baba?"

Mete cevap vermedi, Leyla konuştu. "Duru'cum bir şey yok... Babana böyle şeyler deme, şu an halanın yanında gördüğü cinsiyet onu kızdırıyor." Duru pek anlamamıştı ama sustu. Arabadan inen Mete, Ahsen'in kapısının önünde bekledi. Ahsen'in açılan kapısından indiği an kıyafetlerine takıldı gözleri. Yanından inen Sarp'ın da kıyafetlerini fark etti. "Nerede geliyorsunuz?"

Ahsen, abisinin klasik tavırlarını pek takmadı. "Yemekten." diyerek kısa bir cevap verdi.

Mete'nin gözleri Sarp ve Ahsen'in üzerinde gidip geldi. "Yemekten..." Ahsen başını salladı.

"Sen nereden geliyorsun abi? İzmir'dense eğer enteresan..." İzmir'den kalkıp gelmek ve bunun bir anlığına olması şaşırtıcıydı. Yaralı olduğu için şu an abisinin gelişi onu mutlu edememişti.

"Toplu yemekten geldik. Öyle yanlış anlaşılacak bir şey değil." Sarp, Mete'yle konuşmaya çalışıyor, az önceki durumdan dolayı hakkında düşünülen düşünceleri yumuşatmayı amaçlıyordu.

Ama pek işe yaramadı. "Kimsin sen?"

"Sarp." Sarp daha fazla konuşacakken Ahsen araya girdi. "Her neyse abi, niye burada bekliyoruz? Çıkalım hadi." Arabadan inen Leyla, arka koltukta oturan Duru'yu koltuğundan aldı.

"Halaa!" Duru koşarak Ahsen'e yapışınca Ahsen, Duru'yu kucakladı.

"Miniğim..." Duru'yu öperken hala sinirli suratıyla Sarp ile bakışan abisine döndü. "Al eşyalarını gel abi." Sarp'a döndü. "Sen de bekleme hadi." Duru ile ilerlemeye başladı.

"Babam sinirli..." diyen Duru'yu bir kez daha öptü.

"O bana sinirlenmez..."

***

 

Gelen sadece Mete olmamıştı. Ahsen'in atamadığı o geçmiş de Mete'nin arkasına takılmış, gelmişti. Değişmiyordu işte geçmiş, Ali kızının yine peşindeydi. Amaç farklı olsa da bu onun peşinde olduğu gerçeğini değiştirmemişti.

Kızının geldiği arabayı gördü ama filmli camdan henüz kızının nasıl gözüktüğüne şahit olamamıştı. Oğlunun bile giremediği lojmana girmeye çalışmayacaktı. Uzaktan kızının artık bildiği arabasını takip edecek uygun bir zaman bulduğunda karşısına çıkacaktı. Buraya dönme amacında daha fazla geç kalmak istemiyordu.






***

Bölüm sonu...

Nasıl buldunuz?

Bir daha son güne bırakırsam malım dedim, an itibariyle mal olduğumu belirtmek istiyorum.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir çünkü yetiştirmeye çalışırken ne yazdığımı unuttum.

Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

Bir sonraki bölüme kadar kendinize çok cici bakın, seviyorum sizi...
🥰🫶🏻

 

Bölüm : 13.12.2024 22:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...