Hepinize selam... Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir, umarım hayatınızda her şey yolunda gidiyordur.
Yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür dilerim...
Umuyorum ki bu bölüm hoşunuza gider, keyifli okumalar diliyorum.
OY VE YORUMLARINIZI ALABİLİR MİYİM?
Bol bol yorum yapmaktan çekinmeyin olur mu? Gördükçe içim bir hoş oluyor, keyfim yerine geliyor.
🥰🥹
Yetiştiremem sandım ama vallaha da billaha da yetişti. Dört saatte dört bin kelime yazdım, ne beynimi ne de belimi hissediyorum.
Umarım güzel olmuştur sizi seviyorum...
Hatalarım olabilir... 🥺🥹
***
Kalbini bilen dilini anlar çiçeğim.
Fazla kelâm, harflere zulüm.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Bugün benim normale geri dönüşümdü, işimin başına dönecektim. Yoldaydık, Berkin'i bırakacaktım önce. Herkesin normal düzenine dönmesi gerekiyordu. Bir zaman sonra herkes ayırılırdı. Arabada sessizlik vardı.
Sessizliği bozan her zamanki gibi benim dışımda herkesti. "Dide?" dedi Berkin'in meraklı sesi.
"Efendim?" Ona döndüm kısa bir an, baktım.
"Bir şey olursa Mete abiden gizlesen de bana söyle olur mu?" Söylemeyeceğimi biliyordu, yine de söylemek istiyordu. Hala kalmak istediği de gözlerinden belli oluyordu, onu yanımdan kovan bendim. Burada ortalık karışıktı, ona göre değildi. İşime geri dönmüştüm, bıraktığımdan daha karışık devam edecektim. Sakin olmayan ortalık biraz daha karışacaktı. Ben karıştıracaktım.
"Söylerim Berkin." Dediğim gibiydi, inanmamış gözleri bana bakıyordu. Bir şey de diyemiyordu, benim huyumu biliyordu. "İn..." Gelmiştik.
"Bu Ege'yi de böyle kovdun mu?" Kovmamıştım, o buradayken ben işe gidiyordum o evde kalıyordu hatta ama bu defa işler başkaydı.
"Kovmadım." Yalan söylemeyi pek tercih eden biri değildim, genelde hiçbir şey söylemezdim. Bu yalan sayılmazdı. Söylediklerim de pembe yalanlardı. Bu konunun pembelik bir yanı yoktu.
"Beni niye kovuyorsun?" İlk defa benim ona yaptığım şeyler onu kırmıştı. Kırılmakta haklıydı, kovulmanın nasıl hissettirdiğini iliklerime kadar hissetmiş biriydim, anlıyordum. Benim kovulma sebebim dışlanmaktı, onu kovma sebebim onu korumak istemem.
"Söz en yakın zamanda seni özel olarak çağıracağım canım." Bu sözlerimin onu pek ikna etmediğini anladığımda açıkladım. "Burada işler normal ilerlemiyor, ortalığı biraz karıştıracağım Berkin, senin yanımda durman işlerimi zorlaştıracak, İstanbul'a dön aklım sende kalmasın." Şu hayatta değerlim diyeceğim sayılı kişilerden biriydi, asık suratının sebebi olmak istemiyordum.
"Sana ne desem beni dinlemeyeceksin, yine kendi bildiğin yoldan gideceksin. Sana güveniyorum, kendimden bile çok ama yine de dikkat et olur mu? Benim de aklım sende kalıyor... Ortalığı karıştırırken toparlaması kolay dağıt, toplayamazsan da haber ver. Gücüm yetmese bile gelirim, denerim." Anne, baba olmadan çocuk olmazdı,tüm bu şeyler dışında böyle dost herkese denk gelmiyordu. Aile yönünde eksik kaldığım ne varsa dostlarım benim yanımda olarak bu eksikliğimi bir nebze olsun dindirmişti. Hepsi benim ailemin içindendi. Anne, baba yoktu. Benim ailem kardeşten ibaretti.
Gülümsedim, en içteninden. "Tamam. Teşekkür ederim... Sırrımı sakladığın için, yanımda olduğun için, bana güvendiğin için, beni anladığın için." Gözlerimdeki minnet belli oluyor mu diye endişelenmiyordum, karşımdaki Berkin'di, anlardı.
Karşılığında ben de bir gülümseme aldım, anlamıştı... "Çağır ama beni..."
"Söz." Çözmem gereken çokça şeyin içinde sadece davalarımı çözmem yeterdi, diğerleri hep vardı, başkalarına sıçrayacak dert değildi.
Arabadan indiğinde ben de peşinden indim. Bir daha ne zaman görüşeceğimiz pek belli değildi, sıkıca sarıldım. "İstanbul'a mı, Almanya'ya mı?"
"İstanbul'a, artık buradayım. İş dışında beni orada tutan bir şey yok." Türkiye'deki işleri yolundaydı, Almanya'ya çıkmıştı. Geri döndüğüne göre orada da işler artık yolundaydı.
Başımı salladım. "Bana inince yaz olur mu?"
"Tamamdır. Kendine iyi bak, bir dahaki görüşmemizde seni sağlam görmek istiyorum!" Yanağımdan makas aldı. Tekme atmak için ayağımı kaldırdım, valizlerini kenarda bırakıp kaçtı.
"Dide! Kaldırma bacağını bir şey olacak şimdi." Minik adımlarla valizlerini almak için yeniden yaklaştı.
"Berkin, eğer isteseydim o tekmeyi atardım, kaçamazdın." Doğru olduğunu kabullendiğinde valizlerini aldı. Gözden kaybolana kadar bekledim, gittiğinde arabaya geri döndüm.
***
Berkin gitmişti, evde değildim, işime geri dönmüştüm. Artık 'Dide' yoktu. Üstümde Ahsen ismimi yaşatan takımlarım vardı. Gittiğim yer emniyetti, suratım Dide gibi masum değildi, Ahsen gibi ciddiydi. Birileri içimize kadar sızmış ortalığı fark etmeden karıştırıp duruyordu. Bu saatten sonra ortalığı karıştırma fırsatı bende olmalıydı.
Acı çekmek umurumda değildi, ama çektiğim acının hesabını sormak hakkımdı. Tıpkı bulunduğum konumda biraz daha yükselmeyi bekleyip annemin dosyasını kapatan devlete karşı babamı bulmaya devam edeceğim bir işe sahip olmak gibi. Buralara gelmek kolay olmamıştı, ümidimi kestiğim çok zamanlar olmuştu. İş içinde bir şeyleri başarmışken bile sıkıldığım zamanlar olmuştu. Hala yaşıyor olduğuma göre demek ki gerçekten bunun olması gerekiyordu. Ben pek ölmeyi becerebilen biri değildim, olmuyordu.
Sabah Dide olarak bindiğim arabadan Ahsen olarak indim. Emniyete girdim. "Savcım Harun Tema içeride, sizi bekliyor." Toprak başkomisere döndüm.
"Ne zamandır bekliyor?" Soruyu sorduğum an bileğindeki saate baktı. Tekrar bana baktığı an konuştu.
"Bir saat otuz iki dakikadır..." Çok beklememişti, onun keyfini daha fazla kaçırmak istiyordum.
"Biraz daha beklesin, işlerim var benim." Odama ilerledim. Koltuğuma yayıldım, işim yoktu, yapacağım tek iş Harun ile konuşmaktı. Amacım onu bir saat daha bekletmekti. Burada olduğumun haberi ona gidebilirdi, alması gereken mesaj belliydi. Ben ne zaman istersem o zaman gelirdim.
Beklemek istediğim süreyi doldurduğumda koltuğumdan kalktım, gayet rahat, hızlı olmayacak şekilde, sallana sallana sorgu odasına ilerledim. Kapı açıldı, masaya dayalı olan kafa kalktı, bana baktı. Anlaşılan yara alan sadece ben değildim, suratı dağılmıştı.
Sorgu odasının kapısı kapandığı an karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. "Harun? Yoksa Nazım mı diyeyim?" Güldü, güldüm.
"Nazım de..." Nazım olduğunu söylemişti, inandığımızı düşünüyordu. Benim gerçekleri kimseye henüz söylemeyişimden ötürü Nazım olmadığını bilen emniyetteki tek kişi bendim.
"Suratını kim dağıttı?" Emniyettekiler mi yoksa askerler mi dağıttı emin değildim.
"Yeşil gözlü komutan yaptı, sanırım seni seviyor..." Karşımda pis suratıyla gülümseyince sinirlendim. Sarp'tan bahsediyordu, saçmalıyordu.
"Kes sesini. Dinlenmek için üç günün vardı, toparlamaya başlamış suratını bir ben dağıtırım şimdi." Suratındaki ifade kısa süreliğine de olsa sekteye uğradı, tekrar güleceği sırada elim sertçe masayı buldu. "Yara alan tek kişi sen değilsin Harun." Harun demiştim, sinirlendi. Nazım olmayı çok istiyor gibiydi, ama değildi.
Dişlerini sıktı, çenesi gerildi. "Ne oldu? İçinizden biri mi geberdi?" Yere tükürdü. Sinirliydi.
Karşısında rahat ve sakin bir görüntüm olduğu için ondan daha sinirli olduğumu anlamıyordu, ben de sinirliydim. Sorusuna karşılık cıkladım. "O evde benim yerime başka birisi olsaydı muhtemelen o söylediğin olurdu ama o evin içinde ben vardım. Bu ne demek biliyor musun?"
Kaşlarını çattı, sessizce bana bakmaya devam etti.
"Beni öldüremezsiniz? Kişisel algılama, daha önce çok deneyen oldu. Sonuç; hala buradayım, ayakta, işimde, senin karşında sorgunun sahibi olarak." Ben bile kendimi öldürmeyi başaramamıştım, kendim bile isteyince ölemiyordum.
"Bundan bana ne?" Sesi net ve ciddi değildi, karşımda kelepçeli duran elleri titriyordu, metaller birbirine çarptıkça ses çıkarıyordu. Tedirgin ve korkak duruyordu.
"İşte asıl meselemize gelelim, içerideki adam benim ölmeyeceğimi bilmediği için bana bir takım bilgiler verdi. Sizin hakkınızda... Nazım'ın sen olmadığıyla ilgili bir bilgi. Konuşmak için pek zamanı yoktu ama bu bilgi de yeterli bana." Nazım hakkında daha fazla detay duymak isterdim ama bombanın zamanı buna izin vermemişti.
"Ne? Kim sana ne dedi umurumda değil, Nazım benim." Beni ikna etmeye çalışırken gerçekliğini kaybettiğini görmek hoşuma gitti. Gerçeğini bildiğim bir şeyin yalanına inandırılmaya çalışmak ve bunu yapanın karşımda çaresiz oluşu keyfimi yerine getiren tek şeydi. Mesleğimde gerçek anlamda meditasyon yaşadığım yerlerden biri sorgu odasıydı.
"Haluk'u öldürmeden önce sizden ayrılmak istediğinde verdiğin cevabı hatırlıyor musun? Öylece gitmesine izin vermişsin, kovmuşsun resmen adamı..." Haluk'un kişisel bilgisayarı dışında bulunan diğer bilgisayarından çıkan kısa bir konuşma vardı, Nazım ile... Bilerek böyle konuşuyordum.
"Biz gitmek isteyeni tutmayız, tutmadım, tutmam. Gitmek isteyen gider." Dediği şeyden sonra güldüm. Mesajdan haberi yoktu, mesajda ne yazılmışsa tam tersini söylemiş gibi iletmiştim. Nazım ile olan konuşmada Nazım, Harun'un ya da benim dediğim gibi Haluk'un gitmesine izin vermemişti. Açık açık tehdit mesajları vardı.
"O zaman kim öldürdü Haluk'u?" Gitmek isteyen rahatça çıkabiliyorsa Haluk'un cinayetini de üstlenmiyordu. Üstlendiği tek şey Nazım olmasıydı. "Sizinkiler öldürdü, madem Nazım sensin, herkesin üstündesin, Haluk'u öldürmek için emir de senden çıktı. Yasir'in de peşine düştün hatta?"
"Yasir?" Adamının bile adını bilmiyordu. Barjo'nun gerçek ismini ben hatırlıyordum. Onun bilmemesi imkansızdı.
"Kod adı Barjo olan, asıl adı Yasir olan adamın. Unuttun mu?" Yasir de sorgusunda 'Belki patron belki Harun' demişti. O bile asıl patronun Harun olmadığını biliyordu. Patron içimizdeydi, Harun içimizde değildi. Ayrıca patron olmak için fazla beyinsizdi.
"Sen... Sen nereden biliyorsun onun gerçek adını?" Kaşlarım havalandı. Anladı. "Yakaladınız?" Başımı sallayarak gülümsedim.
"Şimdi bak bana... Sence ben senin kadar mal biri miyim? Ben bilmiyor muyum senin Nazım olmadığını? Adamlarını tek tek yakalarken sen beynini nerede unuttun?" Yanımda getirdiğim dosyanın kapağını açarak Harun'un önüne uzattım. Nazım ve Haluk'un bilgisayardaki mesajlarının resimleri vardı.
***
HALUK: Ben bıraktım bu işleri.
NAZIM: Besle kargayı, oysun gözünü?
NAZIM: Senin bulunduğun konum, elindeki paran, ailen, aldığın nefes bile benim Haluk!
NAZIM: Sen şimdi tüm bunlara sahip olduktan sonra çıkıyorum deyip, her şeyi alıp çıkacaksın ve ben sakince gitmene izin vereceğim öyle mi?
HALUK: Ne kadar istersen vereyim, beni rahat bırak.
NAZIM: Rahat bırakmak mı? Sadece paranın mı benim olduğunu düşünüyorsun? Sen benimsin Haluk, öyle çıkıp elini kolunu sallayarak devlete sığınmanı kabul etmem.
NAZIM: Yakında sana çok önemli bir görev vereceğim ve sen de benim dediklerimi harfiyen yapacak, sözlerime uyacaksın. Ne diyorlardı? KAPİŞ?
HALUK: Devlete adınızı vermeyeceğim, sadece bırak beni gideyim.
NAZIM: Adımızı vermek mi? Veremezsin zaten...
NAZIM: İki gün sonra görüşürüz canim...
***
"Yaa... Gitmek isteyeni tutmazsın Nazım?" Karşımdaki sıfatı tarif edemeyeceğim kadar bozuktu, yutkundu, bana olan bakışları daha da ürkekleşince konuşmaya devam ettim. "Kimseyle görüşmene izin vermeyeceğim Harun, gerçeği biliyorum ama bildiğimi Nazım bilmeyecek. Senin sayende kurtulmayacak, senin sayende yakalanacak. Ne diyordunuz, kapiş?" Sandalyemden kalktım.
"Avukat istiyorum!" Ona cevap vermeden önce sorgu odasının dışındaki Toprak başkomiseri çağırdım.
"Davası görülene kadar tutuklu kalacak, kimseyle görüşmesine müsaade etmiyorum." Toprak'tan sonra gözlerim Harun'u buldu. "Avukatınla konuşabilirsin..." Güldüm. Gelen avukatı da ben ayarlardım.
Toprak başkomiser ilerleyip içeriye girdi, Harun'un demire bağlı kelepçesini çözdüğünde, iki eli yeniden kelepçelendi. Sandalyesinin kenarından çıkmak için adım attığı an bacağına sertçe vurdum, yere düştüğünde az önce tükürdüğü yerin üstüne uzandı. "O tükürüğünü de yalatırım!" Topuklumun ucu başına geçti, yere bastırdım. "Şu dakikadan sonra attığın her adıma dikkat et, şu kafanı dikip sakın yürüme!" Sorgu odasından çıktım.
"Savcım?" Alperen de gelmişti. İkinci haberin bana gelişi gibi...
Arabanın anahtarını uzattım. "Arabaya geç, babanın yanına gideceğiz..." Bu tavrım onu da korkutmuştu, babasına da sinirliydim çünkü.
"Tabii." Bana daha fazla bakmayı tercih etmemişti, emniyetten çıkıp arabaya ilerlediğinde odama girip kalan eşyalarımı aldım.
***
Ali hala oğlunun yanındaydı, İzmir'de. Gelen giden yoktu, Ahsen'in adını bile duymamıştı. Kızının yaşadığına dair tek düşüncesi mezarlıktaki adamın söylediği sözdü. Savcı olduğunu, hala annesinin yattığı yere gözü gibi baktığını biliyordu sadece.
Nasıl bir kadın olduğundan bir haberdi hala, Ahsen dese de Dide olarak tanıyordu Ali. Kızı büyümüştü, kendi başına takılan bir kadın olmuştu. Korkak değildi, sessiz değildi ama Ali bunları bilmiyordu. Onu en çok korkutan şey de buydu, Ahsen'i nasıl göreceğini bilmiyordu.
Korkması sırası Ali'deydi. Üstelik Ahsen daha Ali'nin karşısında bile yokken Ali'yi korkutmayı başarıyordu ama onun da bundan haberi yoktu. Elinde yine bir küçük resim vardı, her gece baktığı, Ahsen bir an çıkıp gelirse tanısın diye ezberlemeye çalıştığı Ahsen'in beşinci yaşından olan bir resme baktı.
Ahsen'in gözlerini ezberlemeye çalıştı, burnunu, yanağında resimden bile belli olan minik nokta bir beni. Soldaydı, kazıdı aklına. Küçükken gözünün önünde canlısı dururken bakma fırsatını kaçıran, kendi kızına acı vermeyi seçen Ali yıllar sonra ezberlemeye çalışıyordu, ezberlemeye çalıştığı kişi farklıydı, Dide'ydi.
Ahsen şimdi çıkıp abisinin yanına gelse tanıyamazdı Ali...
Mete evden çıktı, arabasına bindi. Ali kiraladığı arabanın içinde yaşıyordu, Mete'nin peşine takıldı gizlice.
Mete gündelik işini yapıyordu, Ali'nin uzun süredir etrafında olmadığını düşünüyordu. Büyük bir ofiste durdu, içeriye girdiğinde Ali yine dışarıda kaldı. Elinden başka bir şey gelmiyordu, Ahsen'i araştırmak bile onunla yüzleşmeden yakalanmasına sebep olacaktı. Mete ile Ahsen'in buluşmasını kollamaktan başka çaresi yoktu.
***
Mete ofisten çıkarken yine etrafına pek bakmadan arabaya bindi, hızlıca evinden başka bir yere gitti. Ali yine peşindeydi, evin yolu olmadığını görünce umutlandı, Ahsen'in yanına gittiğini düşündü. Gittikleri yere geldiklerinde garipsedi, Mete'nin oturduğu o sitenin tam tersi bir mahalleye gelmişlerdi. Mete'nin arabasının ilerlemesini bekledi ama Mete'nin arabası ilerlemedi. Mete çok geçmeden arabadan indi.
Ahsen'in bu mahallede oturacağını düşünmüyordu Ali. Umudu yine suya düşmüşken yine de Mete'nin nereye gittiğine baktı.
Mete İzmir'e ilk geldiğinde okulu için gelmişti. Çalıştığı ilk yere geldi, marangozluk yaptığı, aynı zamanda okulunu okuduğu sürede parasını kazandığı bu yeri yıllar sonra da unutmamıştı. "Ustam?"
Özel bir siparişi vardı Mete'nin, onu almaya gelmişti. "Hazır mı?" Eşref Usta, Mete'ye güldü. Dükkanın tam ortasında duran örtüyle kapalı hediyenin örtüsünü üstünden çekti.
"Hazır oğlum..." Ahşap kitaplık göründü. Mete'nin gördüğü görüntü yüzünü gülümsetti. Ahsen için yapılmış özel bir kitaplıktı. Yıllar önceki dileğiydi, en özeli bu olacaktı.
Geçmişe ufak bir dönüş... 2004
Mete yine onlara göre normal olan bir günde, Dide'nin odasında günlük geçirdiği vakitlerinden birindeydi. Birlikte bir şeyler çiziyorlardı. Dide, Mete'nin yanında duran cetvel setine baktı. Mete'nin onları kullanarak bir şeyler çizmesi hoşuna gidiyordu, o da istedi.
Dide evleri normal çiziyordu, Mete ise daha özenli, yamuk biz çizgiye tahammül edemeyecek şekilde. Cetvelle çiziyordu o yüzden. Dide de elini uzattı abisine. "Ben de..."
Herkese elindekini saklayan Mete'nin eli bir Dide'ye uzanıyordu. Beklemedi, cevap için düşünmedi bile. Kendi kullandığı cetveli onun için uzanan ele verdi. "Ne çizeceksin?"
Bunu düşünmemişti Dide. Verecek bir cevabı olmadığı için konuşamadı. Onun yerine Mete konuştu. "Ne istersen onu çiz, ev çizmek zorunda değilsin." Dide başını salladı ama ne çizeceğine hala karar verememişti. Odasında gezinip durdu gözleri.
Çalışma masasının yanında kalan boşluğa baktı, tavana kadar takip etti gözleri. Gülümsedi, ne çizmek istediğini biliyordu. Cetveli kullanmak konusuna tam olarak yatkınlığı yoktu ama yine de düzgünce çizmeye çalıştı. Her rafına oyuntular ekledi, ortalarına kuşlar çizdi. Gülerek çizdiği şeyi tamamladığında Mete'ye döndü.
Mete'nin ona çoktan baktığının farkında değildi. "Bitti..." dediğinde Mete'nin zaten ne olduğunu gördüğünü biliyordu, saklamadı kağıdı. Mete'ye uzattı. Dide'nin boş duran iki eli de çenesinin altını buldu. Başı hafifçe eğilmiş abisinin ona vereceği tepkiyi heyecanla bekliyordu.
"Çok güzel olmuş..." Beğenmişti Mete. "Nerede gördün bu kitaplığı?" Dide'nin bu kitaplığı istediğini anlamamak Mete için aptallık olurdu. Annelerine söylemek istedi, kitaplığı kardeşi için almalarını, Dide'ye sürpriz yapmalarını istedi.
"Görmedim? Var mıdır böyle bir kitaplık ki?" Kendi hayal gücüne göre yapmıştı Dide, hiç görmemişti böyle bir kitaplık. Kimsenin yaşamadığı o hayatı yaşarken kimseye ait olmayan, sadece ona özel bir şey istedi.
"Kendi kafandan mı yaptın bunu?" diye sordu Mete, şaşkındı. Dide başını sallayınca Dide'ye gülümseyerek sarıldı, saçlarından öptü kardeşinin. "Çok güzel olmuş. Çok güzel çizmişsin, büyüyünce meslek olarak yapabilirsin. İç mimar ya da mimar..." Dide'nin de kendisi gibi çizmeyi sevdiğinin farkındaydı. Mete'nin en sevdiği şeylerden biri de Dide'yi gelecekte iyi hayal etmekti.
"Bilmem..." dedi Dide. Sekiz yaşında bir kız çocuğu olarak o kendini bir geleceğe ait görmüyordu. Okula gidiyordu ama okula bile göndermek istemeyen babasının sözlerini duyuyordu. Düşündü, babası okula göndermek istemiyorsa Dide'nin bir geleceği olabilir miydi?
"Bu bende kalsın, olur mu?" Mete güzelce katladı kağıdı, burada kalmasını istemedi, Dide her ne kadar güzel saklasa da bir gece ansızın odası dağılabilirdi. Dide'nin bir şeyleri yapması bile Ali'nin çıldırmasına yeterdi.
Kağıdı cebine koydu.
***
Mete yıllar sonra mimar olarak hayal ettiği kardeşinin yerine bir mimar olmuştu. Şimdi de, aylar önce bulduğu bu çizimi Ahsen'in yaklaşan doğum günü hediyesi için yaptırmak istedi. Çizimi yeniden düzenledi, Eşref Usta'ya vermişti. Şimdi hazır haline kağıttan değil canlı canlı bakıyordu.
"Ellerine sağlık... Bunu ancak sen yapabilirdin." Eşref Usta'ya ilerledi, sarıldı.
"Boyası size kalmış oğlum, sapa sağlam oldu. O cimcimeye söyle gidince, arada da o gelsin bizim yanımıza..." Eşref Usta da, Ahsen'i tanıyordu. Mete buradayken İstanbul'da okuluna devam eden Ahsen'i ziyaretlere geldiğinde görmüştü.
"Emir sayarım usta..." Gülerek kitaplığın parçalarını arabasına taşıdı. Boyama işini halledip Ahsen'in yanına gidecekti.
Ali'nin yine gördüğü şey sadece oğluydu. Ahsen'in burada olmadığını anlamıştı, İstanbul'da değildi, İzmir'de de değildi.
***
"Ayarla şu günü artık lan! Kadın işine geri döndü, bize görev çıkacak." Onat, Ruhi'nin konuştuğu yemeğin olması gerektiğinden bahsediyordu. Timin işlerinin kesinliği yoktu, onlar için ne kadar erken o kadar iyiydi. Görev gelmeden yapmak istediler.
"Tamam lan, ben yazarım bugün savcıma. Yarın herkese uyar mı?" Time döndü Ruhi'nin bakışları. Herkes başını salladığında gelmeyeceğini inatla söyleyen Sarp konuştu.
"Uyar." Ahsen'i görme isteği artık daha fazlaydı, o rüyadan sonra görme fırsatı pek olmamıştı. Birkaç kez sigara içerken balkondan, Ahsen'in arabaya bindiğinden ibaretti bu görüşler. Nasıl olduğunu bilmiyordu.
"Komutanım? Siz gelecek misiniz?" Mert, Ahsen'in gelişinden dolayı sormuştu bu soruyu. Sarp'ı aralarında istiyorlardı ama Ahsen de orada olacakken Mert, Sarp'ın daha fazla Ahsen'in üstüne gitmesini istemiyordu.
Sarp'ın, Ahsen'i görmek istediğini bilmiyorlardı. Olayın farkında olan tek biri vardı; Sarp...
"İstemiyor musunuz beni?" Bozulmuştu ama belli etmedi. Yemeğe gidip gitmemek pek umurunda değildi, sadece bu fırsatı kaçırmak istemedi.
"Yok... Yani... Savcım da gelecek ya... Ondan ded-..." Ruhi bocalayınca Mert üstlendi konuşmayı.
"Komutanım, gelmenizi isteriz de, savcım da gelecek, kadını çağırmışken olay çıksın istemiyoruz." Konuşmayı bitirince derin bir nefes verdi. "Ulan ne zormuş..."
"Yani istemiyorsunuz?" Kaşları havalandı Sarp'ın.
Rütbesi Sarp'tan sonra en yüksek olan kişiye döndü bakışlar. Ediz... "Ulan sizin sözcünün olduğum güne lanet olsun!" Sarp gülerek Ediz'e döndü. Ediz tedirgince Sarp'a döndü. "Komutanım?"
"Ediz?" Ediz'in konuşmasını bekledi.
"İstemiyor değiliz... Sadece..." Durdu.
"Sadece?" Rütbesinden keyif alıyordu Sarp.
"İki saniye için rütbeden çıkabilir miyim?" Ediz, Sarp'a cevap için bakarken Sarp durdu. Duymak istemeyeceği bir şey duyacaktı, istemedi ama merak etti. Başını aşağı yukarı sallayarak izin verdi. Ediz rahat bir nefes alarak tek nefeste cümlesini söyledi. "Gel ama uslu dur..." Rahat bir nefes verdi. "Öyle işte komutanım..." Rütbeye geri girdi.
Sarp güldü. "Tamam lan, siz de beni iyice odun yaptınız!"
Tüm tim birbirine bakarken Ruhi, Sarp'a kaşlarını kaldırmış bakıyordu. Sarp duymasa da Ruhi'nin ne demek istediğini anlamıştı. 'Öyle değil misiniz zaten?' diyordu Ruhi'nin sıfatı.
"Ruhi! O kaşını gözünü patlatırım senin. Sensin odun... Bunu bana söyleyecek son kişi sizsiniz." Onat ve Ruhi'ye baktı. İkisinin de ilişkisi yoktu.
"Bana niye patladı şimdi ben anlamadım..." Onat kendi kendine söylenmeye başladı. Yine Sarp'a bir şey diyemediler.
"Mert de sap komutanım. Ayrıca biz odunluktan kaybetmiyoruz, işimizde gücümüzdeyiz. Ne yapalım pezevenk gibi takılalım mı kadınlarla? Ben belki ruh eşimi bekliyorum." Ruhi'nin konuşmasından sonra Mert, Ruhi'ye döndü.
"Sap değilim lan ben! Benim başım bağlı." Sinirli ses tonuyla konuştu.
Yunus güldü. "Kadının bundan haberi var mı komutanım? Yani Yeliz Hanım sizin suratınıza bakmıyor." Mert sinirlenince tim gülmeye başladı.
"Lan Yunus, bebeğim. Sen çok konuşma istersen..." Ediz, Mert'i korumaya çalıştı. "Benim kardeşim işini biliyor. Ne yapsın yani Yeliz Hanım'a konuştuğu gibi mi konuşsun seninle. Bebeğim mi desin?"
Tüm timin aklına yeniden bu olay gelince Mert'in olayı da, Ruhi'nin olayı da unutuldu. Sinirlenen yeni kişi Yunus'tu. "Şu dilimi sikeyim..." Sarp'a döndü. "Pardon komutanım." O gün bebeğim kelimesini söylediği kişiydi Sarp. Sarp da güldü.
"Yeliz'i de çağırdınız mı lan?" Mert, Ruhi'ye döndü.
"Yok, çağırmamıştık. Çağırsana sen de. Ben mi çağırayım eşek herif." Ruhi'nin söyleminden hemen sonra Mert telefonunu çıkarıp Yeliz'e yazdı.
Göndermeden önce durdu. "Lan gün belli mi? Kesin gidiyor muyuz?" Ruhi'ye baktı herkes. Mert mesajı göndermedi.
"Ben bir savcıma yazayım size haber ederim..." O da telefonunu çıkarttı. Ahsen'e yazdı.
RUHİ: Savcım, nasılsınız? Ruhi ben...
RUHİ: Şu yemek muhabbetini konuşacaktım, iyi misiniz? Yarın akşam size uygun mu?
Yazdığı yazıyı defalarca kez kontrol etti. Normaldi, gönderdi. "Bugün de odun değiliz çok şükür." Bu laftan sonra Sarp'tan azar yememek için usulca oturduğu koltuktan kalktı. Hiçbir şey olmamış gibi timin yanından ayrıldı.
Onat da usulca kalktı. Sarp tuttu. "Nereye Gözcü?"
"Komutanım ben de bir hava alayım?" Kapıya gidip geldi gözleri ama hareket edemedi. Sarp'a döndü bakışları, gülümsedi.
"Git tabi oğlum, al havanı. Ben çarpacağıma hava çarpsın size." Onat hızlı adımlarla Sarp'tan uzaklaştı. Bahçeye çıkıp Ruhi'nin yanına oturdu.
"Yine bana patladı. Tüm boku sen yapıyorsun bana patlıyor." Ruhi'nin ensesine bir tane geçirdi.
"Aşmadık mı bunları ama? Hani bana edilen laf sana edilmiş sayılıyordu. Ha bana demiş ha sana. Ne fark eder?" Ruhi'nin ensesi yanıyordu, elini ensesine attı. Ahsen'den mesaj geldi.
AHSEN: Olur, siz ne zaman müsaitseniz o zaman yapın. Ben bir şekil ayarlarım...
RUHİ: Yarın akşam o zaman savcım?
AHSEN: Tamamdır.
RUHİ: Yarın beni yine size yazarım. İyi günler...
AHSEN: İyi günler.
Ruhi'nin başını telefondan kaldırmasıyla, Onat'la göz göze gelmeleri bir oldu. "Ne bakıyorsun lan telefonuma? Ayıp ayıp."
"Lan eşek, savcıyla konuşuyorsun ne abarttın? Benden bir şey mi saklıyorsun lan sen?" Onat'ın gözleri kısıldı.
Bu sefer de Ruhi, Onat'ın ensesine şamarı geçirdi. "Salak salak konuşma... O gözle bakmıyorum ben savcıma, gururla bakıyorum. Topumuzu sikecek gibi biri."
"Doğru..." Acıyan ensesini ovalama sırası Onat'taydı.
***
Ahsen'e gelen ikinci haber de Emre'nin ölmesiydi. Aslan'ın yanındaydı şu an, Alperen ise dışarıda duruyordu. Bilerek onu da alıp babasının yanında, babasının azarlanışını görmesini istemedi. Aslan'a sinirlenme sebebi Emre'yi yaralayan kişinin Aslan'ın adamı olduğunu öğrenmesiydi. Görmemişti ama yapanın Aslan olduğunun farkındaydı, suçu başka birinin üstlenmiş olduğunu düşünmemek saçmaydı.
"Savcım..." diyen Aslan, Ahsen'in sinirli halini görmüştü ama üstüne alınmamış, rahattı.
"Bu ne?" Ahsen, haberlere konu olan Emre'nin cenazesini telefonundan açmış, masaya atmıştı.
Aslan telefona baktı, Emre'nin öldüğünü o da biliyordu, ölmeden önce bile gittiği hastanenin onun için son olacağının farkındaydı. Haberi okudu içinden. Yakalanan kişinin İskender değil de, İskender'in oğlu Gökhan olduğu da yazıyordu. Sinirlendi. "Tırsak piç." Ahsen'e döndü gözleri. "Pardon..."
Gökhan'ı sevmezdi, Alperen'e bulaştığını biliyordu ama bir babanın kendi oğlunu değersiz görmesi sinirlendirmişti Aslan'ı. "Benim yapmam mümkün değil, hastanede ölmüş. Ben içerideyken bunu yapamam."
"Aptal değilim, farkındayım her şeyin. Senin öldürmediğini, bunu İskender'in yaptığını biliyorum. Emre'yi hastanelik eden sensin ama. Sakın bana ben bilmiyorum ezberi okuma, senin o bıçağa dokunmadan sapladığına kadar biliyorum." Aslan'ın geçmişini biliyordu Ahsen. Araştırmıştı, az çok Aslan'ın hareketlerini de tahmin edebiliyordu.
"Oğlan yapmamıştır..." dedi Aslan kendi hakkındaki kısımları geçiştirerek. Gökhan'ın yapmadığını söylemeye çalışıyordu.
"Biliyorum... O aptal bunu beceremez, babasının gözüne girmek için atlamıştır o mal." Gökhan'ı araştırmamıştı ama Gökhan'ı da anladı. Tahmin etmiyordu, emindi. Kendinden biliyordu. Gökhan da babası İskender'den korkuyordu, gözüne girmek için de her şeyi yapmaya hazırdı. Küçük Dide gibi. Küçük Dide'nin yaptığı şeyler bunlar kadar pis işler değildi ama amaç aynıydı. Sonuç değişmemişti, Dide'nin babası neredeydi? Yoktu... Gökhan'ın babası neredeydi? İşinin başında...
"Nereden biliyorsun?" Gökhan'ı tanırdı Aslan, zamanında İskender ile yakınlardı. Gökhan'ı İskender'den bile daha iyi tanırdı ama bunları Ahsen'in bilmesine şaşırdı.
"Ne fark eder? İşimize yarayacak gerçekleri biliyorum, nasılı beni ilgilendirir." Hayatını oturup yakaladığı bir adama anlatmayacaktı Ahsen.
"İskender sevmez oğlunu... Evladına sevgi göstermeyen ebeveynler, sevildiğini anlamayan birey yetiştirirler. Yıllar sonra o çocuk nasıl olur orası muamma... Şükür işim pis de olsa oğlumu içine sokmadım, şimdi doğru kişinin yanında." Aslan, Ahsen'in hayatını bilmeden iki saniye içinde özetini konuştu. Oğlunun yanında durduğu doğru kişi bahsettiği çocuktu, Ahsen fark etmişti ama Aslan bilmiyordu. "Arada iki üç temiz çıkar, o hissin kötü olduğunun farkına varır, yapmamaya çalışır, iyi olmaya çalışır. Gökhan onlardan mı pek kestiremiyorum."
Ahsen konunun Gökhan hakkında olduğunu biliyordu ama kafasının içinde kendini kıyaslıyordu. Kendisinin temiz mi , çürük mü olduğunu tartıyordu. Cevap veremedi, ne iyi diyebildi kendine, ne de kötü. "Meselemiz o değil. Senin neden böyle bir şey yaptığın." Düşüncelerini bir kenara attı, dolu yığın düşüncenin üstüne yenileri eklendi, umursamadı.
"Size dedim muhbirlik yaparım diye. İskender seni ararken çıt çıkarmaz, kokusu gelmez, bir anda bulur seni. Çıtlatmam gerekiyordu, kendimce bir şeyler düşündüm. Adamım da yardımcı oldu." Sorgu kayıt altına alındığı için kendi yaptığını tam olarak itiraf etmemişti ama Ahsen'in onun hakkında söylediklerini gözleriyle onayladı.
"Senden bir şey istediğimizi hatırlamıyorum. Sen de onlar gibi olduğun için alışkın olduğun koku sana gelmemiş olabilir ama bana gelir. Ben pisliğin kokusunu uzaktan anlarım merak etme. Babam yaşında olman umurumda değil, durduğun yer belli, konumun belli. Adam gibi dur, vadettiğin işi yap, keyfine bak." Sinirle Aslan'ın önündeki telefonunu çekip aldı.
Aslan güldü. "Sen ne dersen o olsun..." Ahsen'in duruşu Aslan'ın hoşuna gitmişti. "Ben İskender değilim ama, oğlumu da düşünüyorum. Sana gelen bela senden önce ona gelecek..." Alperen'i kattı araya.
"Ben ne dersem o olur zaten Aslan Uğur. Oğluna değmeyen birçok yara bana değdi, oğluna iyi bakıyorum merak etme. Nerede olduğunu hatırla, İstanbul'da değilsin, Diyarbakır'dasın, ben de öyle..." Daha fazla durmadı Ahsen, dışarı çıktığında Aslan hala içerideydi.
Bir köşede oturarak Ahsen'i bekleyen Alperen, Ahsen'in gelişini görür görmez ayaklandı. Bir şey demeye fırsat vermeyen Ahsen konuştu. "Git gör babanı, en fazla on dakika. Başladı, koş." Alperen'in oturduğu yere Ahsen oturdu. Alperen'in süresiz beklediği konuşmayı, on dakika sonra biteceğini bildiği konuşmanın farkında olarak bekledi.
Yanına oturan adama döndü. "Avukat?" Fırat'tı Ahsen'in yanına oturan. Şaşırmadı Ahsen.
"Savcım, nasılsınız?" Ahsen'le konuşmanın heyecanı yüzünden belli oluyordu.
"İyi..." diye cevap verdiğinde 'sen' diye sormadı. Tanımadığı insanlarla konuşmak pek hoşuna giden bir şey değildi.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu Fırat. Ahsen'in konuyu kapattığının farkındaydı, yeni bir soruyla sohbeti yeniden açmak istedi.
Fırat'ın sorduğu saçma soruya sinirlendi Ahsen. "Bir savcının buraya gelmesi için ne gibi bir sebep olması gerekiyor avukat? İşim var ki buraya geldim, ben sana soruyor muyum senin ne işin var burada diye? Sormuyorum çünkü işin bu... Bir şey olmadı, işimi yapıyorum, bunlar benim için rutin şeyler. Benim buralarda olmam senin burada olmandan daha olası." Alperen'in erken çıktığını fark eden Ahsen ayaklandı.
Fırat bu tepkiyi beklememişti, şaşkındı. "Pardon. Tabii normal." Daha çok konuşmak isterken Ahsen'in yanından çoktan uzaklaşmış olmasıyla konuşamadı. O da kalktı oturduğu yerden. Kendine söylenerek koridorda ilerledi.
***
"Oğlumu çıkaracaksın ilk. Bakalım Emre kadar var mısın?" İskender, Altay ile konuşuyordu. Oğlu Gökhan hala içerideydi. "Sonra işleri konuşmaya başlayacağız..."
Altay sinirlendi ama bunu İskender'e belli etmedi. Emre ile kıyaslanmak hoşuna gitmemişti. Emre'den çok daha iyi olduğu açıktı. İskender de bunun farkındaydı, bilerek yapıyordu. Altay'ın ne kadar ileri gidebileceğini, tepkilerinin ne olacağını merak ediyordu.
"İstediğin bu mu? Buysa yaparım ama bunun Emre'den daha iyi olup olmadığıma karar vermene sebep olacak şeyi anlamadım. Avukatların işi zaten dava alıp kazanmak. Bana daha büyük işlerden bahset o zaman kıyaslama yap. Kıyasladığına göre Emre gerçekten beceriksiz ki, bu olayda bile karşılaştırmaya maruz kaldım" Kendini sakinleştirmeyi başaran Altay açık konuştu. Gökhan'ı oradan çıkartmak kolaydı Altay için.
"Büyük işlerden bahsedeceğim zaten... Önce bu işi yapman gerekiyor ama. Gökhan'ın daha büyük işlerime yardımı olacak." Bu iş için kullandığı yemi olan oğluna ihtiyacı vardı. Daimi piyonuydu Gökhan, içeriden bu yüzden çıkması gerekiyordu.
"Tamam... Görüşme ayarlarım, hallederim." Altay, İskender'in duymak istediği cevabı biliyordu, öyle konuştu. İskender'in aklında hala Ahsen olduğunun farkındaydı, işin içine girip içeriden engellemek istiyordu ama hala büyük işleri konuşacak kadar işin içinde değildi. Gökhan'ı çıkartmak istemiyordu, İskender'i da yanına götürmek istiyordu ama buraya girme amacı farklıydı. Bu yüzden Gökhan'ı oradan çıkartması gerekiyordu.
"Cenk de seninle olacak, o götürecek seni. Artık benim adamımsın, benim kadar sen de tehlikedesin Altay. Gerektiği yerde kendini de çıkaracaksın olayların içinden. Ben yeni bir avukat bulurum ama sen yeni bir hayat bulamazsın. Benimle çalışmakta kararlı mısın?" İskender içine tam olarak almamış birine son şansını sunuyordu. Avukatı olmak istemiyor olabilirdi.
"Siz beni çok dert etmeyin, ben her delikten çıkarım. Haklısınız, yeni bir avukat bulabilirsiniz ama benim gibi bir avukat bir daha karşınıza zor çıkar. İzninizle işimi yapmaya gidiyorum." Altay'ın bildiği bir cinayet vardı, işin içinde Ahsen olmasa bile bu teklifi şu anlık kabul etmek zorundaydı. Avukatı olmak istemezse olmazdı ama İskender onu rahat bırakmazdı.
Bazen yanlış bir zamanda, yanlış bir yerde bulunmak sizin ne kadar temiz olmanıza bakmadan bir felakete sürükleyecek kadar acımasız olabilirdi. Neyse ki kendini ezdirmeyen ve kendine güvenen biri o gün oradaydı, başka biri değil. Bu çukur ne kadar pis olursa olsun cehennemden her türlü daha iyiydi.
Ahsen, Ahsen olmasındaki etkeni Ali zannederken asıl Ahsen ismini ortaya çıkaran kişiydi Altay. Ahsen, Ali gibi kötü biri değil, Altay gibi kendine güvenen, emin biriydi. Ahsen'e yol gösteren, tüm bunları öğreten kişi Altay'dı.
"Gidelim Altay Bey." Cenk, Altay'ın yanındaydı, İskender'i koruduğu gibi koruyacaktı.
"Gidelim Cenk."
***
"Avukat Altay Beşir, müvekkilim Gökhan Atay ile görüşeceğim." Avukat kimliğiyle kolayca içeri girdi Altay. Şimdi hiç tanışmadığı Gökhan ile tanışacaktı.
Karşısına oturan Gökhan'ı görünce şaşırdı. Daha sert biri beklerken karşısında genç ve çaresiz birini görmeyi beklemiyordu. "Avukat falan istemedim ben." dediğinde Altay'a baktı kızgınca. "Özellikle de o adamın gönderdiği avukatı hiç istemiyorum. Görüş bitsin..." Oturduğu yerden ayaklanmaya çalışınca Altay müdahale etti.
"Otur, konuşalım." O an fark ettiği şey Gökhan'ın babasından haz etmediğiydi. Kimseyi zorlamazdı ama Gökhan'ı ne olursa olsun buradan çıkartmak zorundaydı. Gerekirse ısrar edecekti.
"Konuşacak bir şey yok, patronun beni köpeği gibi kullandı, yine onun yüzünden içeriye girdim." Babası için bunca yıl bir sevgi amacıyla her istediğini yapmıştı. Bu olay artık Gökhan için patlama noktasıydı. İçeriye ilk girdiği günü hatırladı, annesinin ölümünde yine içerideydi. İlk gün ağladı, ikinci gün de, üçüncü gün de. İçeride dört ayı geçmişti, ıslahevindeydi. On dört yaşında her çocuğun oynadığı şeyler dışında bir hayatı vardı. Herkesin bildiği oyunların aksine Gökhan'ın oyunu silah ile hedefe vurmaktı.
Hal böyle olunca Gökhan'ın gideceği yer de çocukların gideceği park değil, ıslahevi olmuştu. Sonuçta normal bir çocuk değildi, bunu hak ettiğini düşündü. Ağlamasının sebebi annesinin mezarının nerede olduğunu bile bilmemesiydi.
İskender ne o zaman ne de şimdi Gökhan'ın yanına bir kere bile gelmemişti. Gökhan yedirememişti hiçbir zaman ama şimdi anlıyordu. Onun için artık baba yoktu, İskender vardı. Geç olmuştu ama aklının başına gelmesi bile bir başarıydı onun için.
Şimdi de buradan çıkmak istemiyordu. İçerisi hoş bir yer değildi ama İskender'in yanında olmaktan iyiydi. Buradan çıkarsa yine içeriye gireceğinin farkındaydı, çıkmaya gerek yoktu ona göre.
Altay az çok anlamıştı. Gökhan'ın sicili kabarıktı, İskender'in ona bahsettiği Gökhan'a ihtiyacı olduğunu söylemesi de daha çok sicilinin olacağını belli ediyordu. Üzüldü ama yapmak zorundaydı. "Bana ifade vermediğini söyle, avukat beklediğini söyle..." İtirafı savcıya verdiyse işi zorlaşacaktı.
"Vermedim ama avukat beklediğimden değil. Tutuklu kalmak daha rahat, ne kadar kalırsam bana kâr, oradan da cezaevine giderim. İfademi değiştiremezsin, vereceğim, ben yaptım diyeceğim." Gökhan sonunun bu olacağını biliyordu, daha fazla yıpranmak istemiyordu. İskender'in, o içeriye girse bile aranacağının farkındaydı. Buradan çıkmak onun için veba gibi olacaktı.
"Vermeyeceksin... İfadende gerçeği söyle, sen yapmadın. Kimin yaptığını bile bilmiyorsun. Seni o cezaevine sokmayacağım. Çocuk gibi davranma, duydun mu beni?" Kimse Gökhan'ın yaptığına dair bir kanıta sahip değildi. Altay'ın işi şu an kolaydı. "Sana ne söylemen gerekiyorsa söyleyeceğim, yanında olacağım. Sakın bir aptallık yapayım deme."
"Aptallık yapan sensin avukat, İskender'in işlerini yapmak yıpratır insanı. Bakma bu halde olduğuma içim yaşlandı benim. Beni buradan çıkarsan da dönüp dolaşıp geleceğim yer yine burası. Bırak beni yatayım, kafamı dinleyeyim."
"Belki akıllı olan benimdir? Babandan bile akıllı olan... İfadeni hazırlayana kadar konuşmayacaksın. İki gün sonra yine geleceğim. O zamana kadar burada yatmak istediğin kadar yat. Cezaevine yatırmayacağım seni, ne şimdi ne de bundan sonra." Suçsuzların içeride olmasından nefret ederdi Altay. Önceden Ahsen'i koruyordu, şimdi de Gökhan'ı korurdu.
Gökhan güldü. "İskender'den daha akıllıysan bile bir süre sonra anlar o seni. Senin patronun o, sen daha akıllı da olsan senin nefesini kesebilecek biri. Ayrıca beni tanımıyorsun bile, belki ben öldürdüm Emre'yi?"
"Çünkü kimin yaptığını gördüm." Altay'ın, Gökhan'a olan bakışları sertti. Ağzından her çıkan söz netti. "Babanın beni anlayamayacağı kadar başı dertte, ondan zeki olmamı istemese de buna mecbur, çünkü onun da tek çaresi benim."
Gökhan son cümleyle ilgilenmedi. Şaşırdı. "Kimin yaptığını gördüm derken?"
"Oradaydım, hastanede. Kimin yaptığını da gördüm, orada senin olmadığını da..."
"Seni almadılar mı yani ifade için?" Altay'dan şüphelendi.
"Sen beni düşünme, ben kendimi de sizi de hallederim. Aranan kişi ben değilim, senin baban. Kamere kayıtları yok, ben de gizli girdim. Beni de bilmiyorlar." Polisler onu görse bile Emre'nin otopsi raporunda yazan ölüm saatinde, Altay'ın bahçede olan kamera kayıtları duruyordu.
"İskender'in avukatı olduğun an itibariyle öğrenildi, bilecekler." Gökhan, Altay'ın farklı bir amacı olduğunun farkındaydı ama ses etmedi.
"Orasını da ben düşünürüm. Sen şimdi benim dediğimi yap, ben tekrar geleceğim." Gökhan'ın sağını solunu pek kestiremedi ama kendisini dinlemesini temenni etti. Ayaklandı.
"Bakarız." dedi Gökhan. Susacaktı, konuşmayacaktı. Altay'ın dediğini yapacaktı ama bunu şimdi ona söylemek istemedi. Belli etmedi kararını, içinde vermişti. İfade için Altay'ı bekleyecekti.
***
Sarp eve geldiğinde kapıyı açtığı an karşısına çıkan annesiyle şaşırdı. "Anne?" Aynur'un elinde iki koca tabak vardı, içi yemeklerle doluydu. "Nereye?"
"Savcıya vereceğim. İşe dönmüş Doruk dedi, yemekle uğraşmasın şimdi." Bir süre durdu, elindekileri bir anda Sarp'a uzattı. "Götür hadi..."
Eline tutuşturulan tüm tabakları tuttu Sarp ama afallamıştı. Bir süre olanları idrak edemedi. 'Ahsen'e mi götürecekti?' diye düşündükten sonra bir şey demeden merdivenlere ilerledi, bir kat aşağıya indi.
Berkin'in değil de Ahsen'in açmasını bekledi, kapıyı çaldı. Açan yoktu. Berkin'i bile bekledi Sarp, bir kez daha zile bastı ama yine sonuç aynıydı. Kapı açılmadı.
Çünkü Ahsen henüz evin içinde değildi. Apartmana yeni girmiş asansör bekledi, içinde ne olacağını hisseden garip bir duyguyla asansöre baktı. Aklına gelen anıyı bir köşeye itti, asansöre bindi. Bindi ama asansörü incelemeye devam etti, asansör hiç çıkarmadığı kadar fazla ses çıkarıyordu, ya da Ahsen şu an bunu düşündüğü için hiç fark etmediği ses ona bir hayli fazla geliyordu.
Asansör yavaş yavaş çıkmaya devam ettikçe Ahsen'in içi daraldı. Uzun zaman sonra ilk defa Ali'nin onda travma bıraktığı bir şey yeniden geldi.
Asansör gerçekten bozuk muydu, bu bir tesadüf müydü, yoksa Ahsen kötü düşündüğü için mi böyle olmuştu bilinmezdi ama asansör beş ve altıncı katın arasındayken durdu. İçeride duran Ahsen ne yapacağını şaşırdı. Önce yeniden altıya bastı, asansör hareket etmedi.
Elleri panikle boğazına gitti, asansör kabini onun için küçücük gelmeye başlayınca asansörün içindeki zile bastı. Sesini çıkaramadı. Defalarca kez tuşa basmaya devam etti.
Asansörden gelen sesi duyan biri vardı; Sarp. Asansöre ilerledi, kat arasında durduğunu gördüğünde seslendi. "Bekleyin ben birini arayacağım." İçeride Ahsen'in olduğunun farkında değildi.
"Sarp..."Gerisi gelmedi, sıkışan nefesiyle yere çöktü. Ali'nin yıllar önce Ahsen'i cezalandırmak için bıraktığı asansör Ahsen'in dün gibi aklındaydı. Panik atak geçiriyordu.
"Ahsen? Sen misin?" Elindekileri merdivene koyup asansörün başına geri döndü. "Bekle birini arayayım." Telefonunu çıkarttı.
Ahsen'den cevap gelmedi.
"Ahsen... İyi misin sen?" Birilerini çağırmıştı ama Ahsen'den gelmeyen sesle panik oldu.
"İyi değilim... Çıkarır mısın beni?" Çıkmak istiyordu Ahsen. Asansörün bir köşesinde yere sinmiş, bacaklarını karnına çekmiş nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.
"Aradım geliyorlar, birazdan çıkarsın." Sarp da yere çömelmiş asansör kapısının dibinden Ahsen ile konuşmaya çalışıyordu. Merak ettiği o şeyi sordu. "Asansörden mi korkuyorsun?"
Korkuyordu, Sarp'ın bunu fark ettiğini biliyordu. Bu konumda olmak bunu kanıtlar nitelikteydi ama dile getirmek istemedi. "Çıkmak istiyorum." Nefes nefese kaldığını belli etti.
"Bir sakin ol, durdu sadece, birazdan adamlar kapıyı açıp çıkaracaklar seni." Elinden bir şey gelmediği için sinirlendi. Ahsen'den ses gelmeyince panik oldu. "Ahsen?"
"Ne?" Konuşmak için nefese ihtiyacı vardı, almakta zorlanıyordu. Paniğin arasına sinir de girdi.
"Nefes al, içeride hava var, kendini boğmaya çalışma." Kesik kesik gelen seslerin farkındaydı. Panik atağın da farkındaydı Sarp. Ahsen'in kendi kendine nefesini daraltmasından endişeliydi.
Diğer asansör çalıştığında asansörcü gelmişti. Ahsen içinde bulunduğu asansörden çıktığını sandığı sesten korktu, olduğu yerde sıçradı. "Sarp?"
"Efendim?" Sarp da adamların gelmesini bekliyordu.
"Buradasın..." Kalbi çıkacak gibi hızlı atıyordu, elleri titriyordu. Aynadan kendini gördü, rengi solmuştu. Karnındaki yarası oturuş şeklinden dolayı sızlıyordu.
"Buradayım." Adamlar gelince hafifçe çekildi kenara. Adamlara konuştu. "Hızlı olun, korkuyor."
Asansör kapısı açıldı, kat arasında duran kabinin içine baktı Sarp. Ahsen'in köşede elleriyle kulaklarını kapattığını, gözlerini sıktığını gördü. Bir şey diyemedi, korktuğunu anlamıştı ama durumun bu kadar ileri olduğunu tahmin etmemişti. Olduğu yerde ona bakmaya devam etti.
Adamlar, Ahsen'i çıkartmak için eğildiler. "Hanımefendi?"
Ahsen kulaklarını öyle bir kapatmıştı ki duymuyordu, gözlerini açmaya da hiç niyeti yoktu. Adamlar tekrar Ahsen'e seslendi. "Hanımefendi?"
Sarp iyice panik oldu. Adamları kenara çekti, o yanaştı asansöre. "Ahsen?" Cevap gelmeyince biraz daha yüksek bir sesle seslendi. "Ahsen!"
Ahsen'in önce gözleri açıldı, Sarp ile göz göze geldiğinde gözleri dolu doluydu. Sarp konuşmaya devam etti. "Gel..." İki elini uzattı Ahsen'e.
"Gelemem..." Sesi titriyordu. Hareket ettikçe sallanan asansörden korkmaya devam etti.
Sarp tamamen yere yattı, ellerini iyice Ahsen'e uzattı, yetişiyordu. "Tutarım ben seni. Bir şey olursa tutarım Ahsen, gel hadi?"
İlk defa yakını olmayan birine güvenmeyi seçen Ahsen, arada da kalsa Sarp'ın eline uzandı. Eline değdiği an sıkıca tuttu.
Sarp, Ahsen'i kendine doğru çekmeye çalıştı. Kaldırıp çıkaracakken durdu. Ahsen'in ona söylediği şey geldi aklına. 'Hiçbir anlamda dokunamazsın.' Bırakmayı düşünmedi, ama çekip çıkarmadan önce sormak zorunda hissetti. "Çekip alayım mı? Dokunacağım?" Tedirgindi, Ahsen'e baktı.
Ahsen'in de aklına aynı şey geldi, bu sorunun nedenini o da biliyordu. Yutkundu, hafifçe başını salladı. Onayladığı an saniyeler içinde asansörden çekildi. Sarp'ı elleri Ahsen'i koltuk altından tutup kaldırırken Ahsen'in elleri Sarp'ın kollarına sarıldı.
Artık asansör dışında Sarp ile birlikte katın yerinde oturuyorlardı. Bir süre daha Sarp'ın dibinde hala kollarını tutarak bekledi. Sarp sesini çıkartmadı. Adamlar asansöre bakarken Sarp, Ahsen'in sakinleşmesini bekliyordu. Sarp'ın hala Ahsen'in sırtında duran elleri sırtını okşadı. Ahsen'in yavaşlamaya başlayan nefesini bekledi. "İyi misin?"
Sarp'ın sesini duyduğu en ellerini ondan çeken Ahsen sakindi, iyiydi. "İyiyim." Ayağa kalkmaya çalıştı, beceremeyince Sarp'ın omzundan tutunup kalktı. "Sağ ol." Üstünü düzeltmeye çalıştı.
Sarp da yerden kalktı, gözleri hala Ahsen'in üstündeyken o da üstünü silkeledi. "Yaran acıdı mı?" Bakışları Ahsen'in yüzünden yavaşça aşağıya, karnına geldiğinde kan var mı diye inceledi Ahsen'i, yoktu.
"Acımadı." Elinin tersiyle saçlarını geriye atarak eve ilerledi. Kapıyı açarken zaten ona bakan Sarp'a bir kez daha baktı.
Sarp merdivendeki soğuyan yemekleri görünce konuştu. "Yemek..." Tabakları aldı.
"Ne?" Kapı açılmıştı ama içeriye girmedi Ahsen. Kaşlarını çatmış anlamadığı bir şeyin açıklamasını bekliyordu. Tim ile olan yemekten bahsettiğini düşündü. "Yarın değil mi?" diye sordu.
"Hayır o değil." Tabaklarla Ahsen'e ilerledi. "Yemek getirdim sana."
Ahsen, Sarp'ın elinde duran tabaklara baktı. "Bana mı?" Şaşırmıştı.
"Annem yapmış, uğraşma yaralısın diye. Sıcaktı, kapıyı bilerek açmadın sandım. Şimdi soğumuş ama ısıtılır." Daha çok konuşacakken saçmaladığının farkına varınca sustu.
Ahsen, Sarp'ın annesinin onun için yemek yaptığını duyunca şaşkınlığı daha da büyüdü. Sarp'a bakarken onunda suratında saçma bir ifade vardı. Karşılıklı iki kişi de ne diyeceğini bilmeden aylak aylak birbirlerine baktılar. Sarp konuştu. "Alacak mısın?"
Ahsen elini tabaklara uzattı. "Teşekkür ederim."
Tabakları aldığı an Sarp'ın boşalan ellerinin biri ensesini, diğeri cebini buldu. "Afiyet olsun."
Bir teşekkürden daha fazlasını hak ettiğini düşünen Ahsen, Sarp merdivenlere giderken hızlıca düşünerek bir cümle kurdu. "Sen aç mısın?"
Sarp'ın merdivene uzanan bacağı havada asılı kaldı. Soruyu anlayamadı. "Evet." diyerek gerçeği söyledi.
"Gel istersen." İşlerinden pek yardım istemediği, bu yüzden de birilerine teşekkür etme ihtiyacı olmadığı için bunun nasıl olduğunu pek bilmezdi Ahsen. Ona gelen yemeği en azında beraber yiyebilirlerdi, evde yaptığı tatlıyı da karşılık olarak sunar diye düşündü. Başka bir şey gelmedi aklına. Zıt davranmak yerine normal davranmayı seçti. "Yani yemek için dedim." Söylediği şeyin yanlış anlaşılacağını düşündükten sonra asıl amacını belirtti.
"Olur..." Ahsen'in evine gidecekken durdu, yere uzandığı için kirlenen üstüne baktı. "İki dakikaya gelirim." Ahsen'in başını salladığını gördüğünde basamakları üçer üçer çıkıp eve girdi. Üstünü hızlıca değiştirdi.
Ahsen de üstünü değiştirdi. Aynur'un bol bol koyduğu yemeklere baktı. Çoktu. Taze fasulye, patates püresi, soğan dolması vardı. Derin bir tabağın içinde de hala tam soğumamış mercimek çorbası vardı. Isıtılması gereken yemekleri ısıttı. Taze fasulyenin ısınmasına gerek yoktu. Kapı çaldığında Sarp'a kapıyı açtı. "İçeriye geçebilirsin..." Sarp salona girdiğinde Ahsen yemeklerin yanına gitti.
Sarp çok oturmadı, merak ettiği koca kitaplığın önüne dikildi. Çok kitap vardı, aynı kitaptan birkaç tane daha vardı, kimisi faklı ciltte, kimisi farklı dilde. Düzenliydi.
Ahsen, Sarp'ı çağırmak için salona geldiğinde Sarp'ın dikkatli bir şekilde kitaplığına baktığını fark etti. "Sarp?" dediğinde yine bir kitaptan mektup mu çıktı diye panik oldu. Sarp'ın yanına gitti.
"Hepsini okudun mu?" dedi Sarp sadece. Yine yukarıdan aşağıya doğru kitaplıktaki tüm kitaplara baktı.
"Çoğunu okudum. Neden?" Sarp'ın baktığı gibi o da kitaplığına baktı. Eskiden de odada onu hiç yalnız bırakmayan bir kitapları vardı. Ahsen iyi kötü çıksa bile o odadan hiç çıkamayan kitaplarıydı. Kitap cansız bir nesneydi ama o odadaki her şeyi görmüştü, duymuştu. Parça parça dağılıp çeşit çeşit kitaba konu olmuştu, öyle bir hayat yaşayan tek kişi değildi Ahsen. Kitaplarda da vardı böyle hayatlar. Ahsen'in daimi arkadaşları kitaplarıydı. Çok olması normaldi.
"Merak ettim, çok var." Sarp, Ahsen'e döndü. "Aynı kitaptan neden var?" diye sordu Ahsen'e bakarak.
"Çeviri değil, orijinal dilini de okumayı seviyorum." Fransız kitaplarını özellikle seviyordu. Ana dili gibi biliyordu, kitabı öyle okumak daha güzeldi ona göre.
"Anlıyor musun?" Şaşırmıştı.
Gülümseyerek başını salladı Ahsen. "Kendi dilinden okumak daha iyi oluyor. Biliyorsan okumak için bir tane seçip alabilirsin."
Ahsen böyle söyleyince kitaplığa göz gezdirdi Sarp. Elini attığı bir kitabı çekip aldı. 'Le Lys rouge' (Kırmızı Zambak) "Bunu aldım o zaman?"
Onayladı. "Al ama bir saniye..." Elini uzatıp kitabı istedi. Altını çizdiği yerler önemli değildi ama içinde karşılaşılmadı gereken bir kağıt var mı diye bakmak zorunda hissetti kendini. Sarp anlamayarak kitabı Ahsen'e uzattığında Ahsen hızlıca sayfaların arasına baktı. Bir şey olmadığını anladığı an Sarp'a kitabı geri verdi. "Al."
"Ne oldu ki?" İçindeki sayfalara Sarp da baktı. Ne olduğunu merak etti.
"İçinde bir şey var mı diye baktım, sorun yok alabilirsin. Ama kitabımı bitirince geri istiyorum." Kitaplarını birilerine okumak için vermek hoşuna gidiyordu ama geri alması da önemliydi. Gerekirse yıllar sonra okuması bitsin o kitabın Ahsen'e geri gelmesi gerekiyordu.
"Tamam." Kitabı elinde sıkıca tuttu.
"Yemekler yine soğumadan gel istersen." Mutfağa geçti Ahsen. Peşinden de Sarp geldi. Masaya birlikte oturdular.
"Arkadaşın gitti mi?" Ahsen yemeğini yemeye çoktan başlamışken Sarp, Berkin'den bir iz olmadığına şaşırmıştı.
"Gitti. Bu sabah gönderdim." Sarp'ın hala yemek yemeye başlamadığını gördü. "Başlasana neyi bekliyorsun?"
"Gönderdim derken?" Sarp bir yandan konuşup bir yandan da yemek yemeye başladı.
"Basbayağı gönderdim, o burada yapamaz, hem işe de başladım. Gerek yoktu daha fazlasına." İşlerinden bahsetmedi. İki davayla birden uğraştığını da söylemedi.
"Harun'u ne yaptınız?" diye sordu Sarp bu sefer. Onun İskender olayından haberi yoktu. Harun olayından dolayı endişeliydi.
"İçeride. Ona bir avukat bulacağım, ama benim bulmam lazım. Bize konuşmaz ona konuşması gerekiyor." Azra geldi aklına sonra vazgeçti. Azra'yı böyle bir işin içine sokmak istemedi.
"Babam... Babamı gönderelim. Tanımıyor kimse zaten babamı." Sarp'ın babası Bekir avukattı. Sarp'ın ailesi burada yaşamadığı için Sarp'ın babasını tanıyan yakınları dışında kimse yoktu.
"Babanı teröristin yanına sokmana gerek yok, başka birini bulurum." Aklına Fırat geldi ama onunla da arası iyi değildi. İkidir adamı tersleyip durmuştu.
"Sorun olmaz, babamla konuşurum. Kabul eder. Bir şey olmaz ona." Sarp, babasıyla konuşmaya karalıydı.
Ahsen pek emin olamadı. Sarp'ın babası iyi bir seçenekti. Güvendikleri biriydi. "Acelesi yok, düşünürüm." Masaya dalgın dalgın bakarken masadaki kitabını gördü. "Allah'tan şiir kitaplarımdan almadın. Kitapların yemek masasında, yemek yerken ne işi var?" Kitabı alıp masadan uzaklaştırdı, bir kenara koydu. "Baştan uyarayım, kitabı yırtık, lekeli, İZMARİTLİ kabul etmem. Kitabımı geri istiyorum, anlayacağın kitabımı düzgün kullan." Kitaplarının onun için ne kadar büyük önem taşıdığını bir kez daha kesin bir dille vurguladı.
Sarp uyarıyı havada kaptı. "Söz. Gözüm gibi bakarım." Gülerek yemeğine devam etti.
"Gördük..." Yemekten sonra yaptığı tatlıyı getirdi Ahsen.
"Şiir kitabını da alırım bir ara?" En sevdiklerinin şiir kitabı olduğunu az önceki cümleden anlamıştı Sarp. Şimdiden bir tane de şiir kitabı istiyordu. Ahsen'in en sevdiklerinden bir tane.
"Önce bunu oku, bana bir gelsin kitap. Notunu verir ona göre bakarım." Tatlıyı Sarp'ın önüne koydu.
Buna da güldü Sarp. Başını 'peki' dercesine eğdi. Önüne gelen tatlıya baktı. Annesinin gönderdiklerinin arasında tatlının olmadığını biliyordu. "Sen mi yaptın?"
"Yok, pastaneden aldım." diyerek espri yaptı Ahsen. "Ne çok çene var sende, ben yaptım tabii ki. Sus da ye işte." Kendisine de koydu. Masaya geçmeden önce Sarp'ın annesine de teşekkür niyetine eve yetecek kadar tatlı koydu.
Sarp pek dinlememişti. Çoktan tatlıyı yemeye başlamış, en sevdiği tatlı sırasında bu tatlıyı birinci sıraya koymuştu. Bir tane daha istiyordu ama bunu nasıl söyleyeceğini bilemedi.
Ahsen kendi tatlısını yemek için döndüğünde Sarp'ın boş tabağını gördü. Ne ara bitirdiğini anlamadı, şaşırdı. "Bir tane daha ister misin?" dedi şaşırarak.
"Olur valla." Bu soruyu bekleyen Sarp cevap için bir saniye bile beklemedi. Ahsen, Sarp'ın tabağına koca bir dilim tiramisu daha koydu. Sarp'ın önüne koydu tabağı.
Ahsen daha kendi tabağında duran minik dilimi bitirmeden Sarp ikinci tabağındaki koca dilimi bitirdi. Ahsen ağzı açık Sarp'a baktı.
"Hafif bir tatlıymış. Eline sağlık." Kirli bulaşıkları eline alıp masadan kalktı. Önce suya tuttu, sonra bulaşıkları makineye dizi. Kendi eviymiş gibi iş yaptı. Hala ayaktayken Ahsen'in bitirdiği tabağı da aldı su tuttu.
"Bıraksana ben hallederim, ayrıca ben belki bir tane daha yiyecektim." Ahsen'in sözüyle durdu.
"Daha var mıydı?" İlgilendiği tek şey tatlının gerisiydi.
Ahsen'in gözleri büyüdü. "Ne?"
"Tatlı diyorum, daha var mıydı?" Ahsen'in tabağını da makineye koydu, usulca makineyi kapatıp masaya geçti. Ahsen'e bakmaya devam etti.
"Tatlıdan bahsettiğini anladım, gerisini eve götür diye koydum." Koymuştu ama o tatlının eve gideceğinden emin olamadı.
"Heee." Duruldu Sarp. Yediklerini hazmetmek için oturdu.
"Şiştin mi?" diye sordu Ahsen. Şişmiş olması gerekiyordu.
"Yoo... Şişmedim, iyiyim." Kitabı yeniden eline aldı. İçindeki sayfalara baktı, altı çizilmiş sayfaları gördüğüne sevindi. "Biz de çizebiliyor muyuz bazı yerlerin altını?" diye sordu.
Normalde izin vermezdi Ahsen ama Sarp ciddi ciddi bunu sorunca düşündü. "Çiz ama karalama." Sonra ekledi. "Mümkünse farklı bir renkle çiz."
"Olur..." Kabul etti Sarp, etmek zorundaydı. Kendi çizdiklerinin ayrı oluşu Ahsen'in baktığında anlayacağı anlamına geliyordu. "Ya ben de seniz çizdiklerinin altını çizmek istersem?" Bu durumda ne yapacağını sordu.
"Kağıdı yırtmadan üstünden geçebilirsin?" Gereken açıklama Ahsen tarafından verildiğinde Sarp yine başını sallayarak onayladı. "Sigara içmek istersen balkonda içebilirsin..." Sigara içmese de nasıl bir bağımlılık yaptığının farkındaydı. Ege de içiyordu, özellikle bir şeyler yedikten sonra mutlaka bir dal sigara içerdi. Sarp da içmek istiyordur diye ona bir seçenek sundu.
"Olur." Burada daha fazla kalmak için bir dal sigara içmesi gerekiyorsa bunu yapacaktı. Cebinden paketi çıktı, çakmağı da yanındaydı ama çıkartmadı. O çakmak artık sadece taşımak için vardı, Ahsen'in yaralandığı gün kanına bulanan çakmağı ateşe hiç vermeyecekti. "Çakmağın var mı? Ya da mum?"
"Var." Ahsen bir çakmak verdi Sarp'a, Sarp balkona çıktı, sigara paketini mermere koydu, Ahsen'in verdiği çakmakla dudaklarının arasındaki sigara dalını yaktı.
***
"Duru?" Mete evinin bahçesine kitaplığı koymuştu. Kızını yardım için çağırdı. "Gel kızım, yardım et bana." Kitaplığı boyayacaklardı.
Duru koşarak bahçeye çıktı. "Baba yaa, ne oldu?" Kitaplığı gördüğü an gözleri büyüdü. "Bu neee?" Kitaplığın yanına geldi, heyecanla bakarak dokundu. "Çok güzeel..."
"Bunu boyamama yardım eder misin?" Mete bunu deyince Duru zıplayarak başını salladı. Mete ile birlikte böyle şeyleri çok yaparlardı. "Halana hediye. Birlikte boyayalım."
Her zamankinden ayrı bu Duru için farklıydı. İlk kez halasına verilen gerçek bir hediyede emeği geçecekti. Genelde bir resim, makarnadan yapılmış bir kolye, doğum günü kartları vermişti halasına ama bu büyük bir şeydi. Heyecanı da hediyelerle birlikte büyüdü. "Ver baba hadi fırça!" Boyanın kapağını Mete açtı, bir fırça verdi Duru'ya.
Mete ile birlikte kitaplığı boyamaya başladı. Leyla da katıldı aralarına. İnce işleri de o yaparak raflarını tek tek boyadı. Duru maddi olarak büyük sanıyordu bu hediyeyi ama belki de Ahsen'in alacağı en manevi hediyelerden birisiydi bu.
Mete'nin en büyük heyecanı Ahsen'in bunu gördüğü an suratındaki ifadesini görecek olmaktı. Birlikte boyadıklarında Duru babasına döndü. "Ne zaman gideceğiz halamın yanına?"
Mete, Duru'nun bu anı beklediğini biliyordu. Ali'yi görmemişti, Ahsen'e olan özlemin daha da büyümesini istemedi. "Bu kuruyunca alır gideriz babacım." Arabayla gideceklerdi.
"Yani, ne zaman?" Duru'nun yeni sorduğu soruya Leyla cevap verdi bu kez.
"Yarın akşam yola çıkmış oluruz..." Duru'ya baktığında kızının, verdiği cevapla birlikte göz bebeklerinin, tebessümüyle birlikte büyüdüğünü gördü. Gülümsedi.
"Çok güzel oldu." Duru, kitaplığın bitmiş haline bakarken Mete bir yandan beyaz bir boya çıkarttı.
"Herkes ellerini getirsin bakayım!" Önce kendi elini beyaz boyaya buladı, kitaplığın gözükmeyecek arka kısmına bastı. Duru küçük bir kahkahayla elinde fırçayı attı, Mete'nin yanına koştu. Minik elini uzattı. Mete önce boyaya bulanmış elini temizledi Duru'nun. Minik eli tutup nazikçe beyaz boyaya batırdı. Mete'nin elinin izinin hemen yanına Duru'nun elinin izi geldi. Leyla da gitti Mete'nin yanına. Mete karısının suratına baktı, onunda elini nazikçe sildi, temizledi. Duru'ya yaptığı gibi Leyla'nın elini de beyaz boyaya batırdı. "Sen de bas güzelim."
Leyla da, Duru'nun izinin yanına bastı elini. "Dide'nin ailesinden Dide'ye özel hediye." diye mırıldandı.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
"Ben bıktım. Yetemem ben iki çocuğa Aylin! Mete ile ilgili bir şey diyeceksen anlat dinliyorum. Öteki sende, beni dahil etme." Ortaokul araştırıyordu annem benim için...
Eski eve bu halimle giriyordum. Yirmi yedi yaşımda evin içindeydim, son bıraktığımız gibi değildi. İçeride annem de vardı, Ali de. Girişteydim, salona girdim. Ben onları görüyordum ama onlar beni göremiyordu. "Okul okuyup ne yapacak? Hedefleri mi varmış küçük kızının?" Bir kez daha duymak hiç hoş değildi. Bunları Dide olarak duymuştum şimdi de Ahsen olarak duymak hiçbir duygumu değiştirmiyordu. Hala ondan böyle sözleri duymak acıtıyordu.
Odama ilerledim. Kapının kolunu çevirmedim, biliyordum, kilitliydi. Kapıyı çaldım. Tanıdık bir ses duydum. "Kim o? Abi?" Tanıdık ama bir o kadar da yabancılaşmış o sesti, benim sesim...
"Ali değilim Dide..." Dide dersem kapı açılırdı. Bu odaya açılan kapı 'Dide' diyenlere açılırdı. 'Ahsen' diyenler tarafından kırılırdı. Kapı açıldı, ben kendi küçüklüğüme baktım.
Geçmiş bilinirdi, gelecek belli değil. Ben Dide'yi tanıdım ama o beni bilmiyordu. İçeriye girdim, kapıyı yeniden kapatıp kilitledim. Bir rüyanın içinde olduğumun farkındaydım, keşke gerçek olsaydı diye düşündüm. Belki o zamanlara gidersem bir şeyleri değiştirirdim.
"Kimsin sen?" Cevap vermeden önce bir süre Dide'yi izledim. Taze dayak yemiş halimdi bu, kollarım morarmıştı ama yine gıkım çıkmıyordu.
Gülümsedim. "Ben, senim." dedim.
"Sen, ben misin?" Kafası karışmıştı. Yıllar önceki karışıklık hala devam ediyordu, dert değildi.
Cevap olarak başımı salladım. Yatağa oturdum, yanındaydım. Dide bana hala meraklı gözlerle bakmaya devam ederken ben de onu incelemeye devam ettim.
"Ama sen büyüksün?" Beynim rüyayı gerçek gibi yaşamaya devam ederken Dide kafasında bunun denklemini kuramıyordu.
"Evet, büyüyünce böyle görüneceksin işte... Beğendin mi kendini?" Bunun cevabını merak hep etmiştim. Cevap aklımdan geçen mi olmuştu bilmiyordum ama Dide'nin parlak gözlerini gördüm.
Küçüklüğümü gülümsettiğim için mutlu olmuştu. "Beğendim." dediğinde daha da mutlu oldum. "Yani gelecektensin?" diye yeni bir soru geldi.
"Evet." Öyle sayılırdım. Gelecekten gelmiştim. On yedi yıl ileriden gelmiştim.
"Sana soru sorsam cevaplar mısın?" Meraklı gözler benden gelecek cevabı bekliyordu.
Gelecek sorulardan korktum. On yaşında bir çocuktan daha ileri seviye sorular gelebilirdi, ben hep olgun olmak zorunda kalmıştım. Yutkundum ama Dide'yi korkutmak da istemedim. "Sor."
"Okulu bitirdin mi?" diye net bir soru sordu. "Mutlu musun?" Bir soru daha. "Hala bu odada mı kalıyorsun?" Bütün sorularını sıraladı. "Baban seni seviyor mu?" Hepsini duymak için bekledim. "Mesleğin ne?" Soruları bittiğinde hepsini tek tek cevaplamaya çalıştım.
Bunları kendini katarak sormamıştı, 'sen' diyerek sormuştu çünkü biliyordu, verdiğim cevaplar onun hayatıydı. Ona karşı açık olmamı istiyordu. İlk sorudan başladım. "Okulu bitirdim." Dışarıda bağırışlara konu olan ortaokuldan bahsettim. "Annem ortaokulu halletti, sonra lise, sonra üniversite."
Gülümsedi Dide.
İkinci soru da başlamıştım zorlanmaya. Dide'ye yalan söyleyen çoktu, yalanları duymaya alışıktı, ben de söylesem fark edilmezdi. Yalandan hoşlanmazdım ama üzmek istemedim kendimi. Yine kendi kendimi kandırmaya izin vererek cevapladım. "Mutluyum."
Gülüşü büyüdüğünde içime yalan söylemenin getirdiği o vicdan azabı keskin bir bıçak gibi sertçe battı.
Üçüncü sorusuna geçtim. "Bu odadan daha büyük bir odam var. İstediğim zaman girip çıktığım bir evim var." Duymak istediği bir gerçeği söyledim.
İnanamaz gibi baktığında güldüm.
Bir sonraki soru yine beni zorladı ama bir kez daha yalan söylemeyecektim. "Birinin beni sevip sevmediğini takmıyorum. Sevmek isteyenin başımın üstünde yeri var, istemeyen umurumda bile değil artık." Almak istediği cevap bu değildi ama bu olmalıydı.
"Ve son cevabım, savcı oldum. Şu an Diyarbakır'da yaşıyorum." Bu cevabı beklemiyordu. Şaşırdı.
"Savcı mı?" diyerek suratını düşürdü.
"Ne oldu beğenmedin mi?" Savcılığı seviyordum, ilk isteğim değildi farkındaydım ama bu mesleğe sahip olmak için her şeyimi vermiştim. Dişimi tırnağıma takmıştım.
"Askerliğe ne oldu?" Olmamıştı.
"Fikirler değişir, kötü değilim, çok iyiyim. Savcı olarak şu an askerlerle çalışıyorum, her şey yolunda. Pişman değilim." Yine yalan söylememek için o konu hakkında konuşmak istemedim.
"O zaman iyiyim yani?" Bu cevaplar üstü kapalıydı, böyle bakınca iyiydim. Bu cevapları yaşamak insanın iyi olmasını engelliyordu ama.
"Nasıl görüyorsan öyleyim." Gülümsedim ki iyi görüneyim.
"Morlukların yok..." Morlukların sahibi uzaktaydı, belki de cehennemin dibinde. Bilinmiyordu.
"Yok." dedim. "Turp gibiyim." Duvar gibi demek daha yerindeydi, sustum. O zamanlar en çok istediğim şey bir sarılmaydı. Dide'nin neye ihtiyacı olduğunu bilmek güzeldi. Kendi küçüklüğüme sarıldım. Kollarımın arasında kaybolmaya başladığında oda da silindi gözlerimin önünden.
Uyandım. Gördüğüm rüya bu kez farklıydı. İlk kez kendi küçüklüğüm ile yan yana gelmiştim. Yataktan bir bardak su için kalktım, balkonda gözüme çarpan pakete gittim. İçinde iki dal sigara vardı, Sarp'ındı.
Son zamanlarda içini kemiren meraklı isteğe yenik düştü Ahsen. Sigarayı dudaklarının arasına alıp yaktı. İçine çektiği duman boğazını yaktığı an öksürmeye başladı ama içmeye devam etti.
***
Sarp'ın paketinden çıkan her dal Ahsen Dide için yakılıyordu. Ahsen, Dide'si için içti, tıpkı Sarp'ın Ahsen Dide'si için içtiği gibi.
Bunu bilen sadece sigara dallarıydı. Geriye kalan son dal bunu bir sır olarak tuttu. Sarp'ın Ahsen için içtiğini Ahsen bilmiyordu, Ahsen'in de kendi geçmişi için Sarp'ın sigarasını içtiğini Sarp bilmiyordu...
***
Bölüm sonu...
Nasıl buldunuz bölümü bakayım? Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir.
Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum, şimdiden teşekkürler.
Haftaya görüşmek üzere. O zamana kadar ne yapıyorsunuuuz? Kendinize cici bakıyorsunuz.
Sizi seviyorumm, öptüm kocaman.
🥰💗💐🫶🏻
Ben dinlenmeye kaçarrr!!!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.89k Okunma |
2.66k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |