9. Bölüm

7| Saklı Gerçekler

Nathalie Pall
nathaliepall

 

 

 

 

 

 

Hepinize merhabalar...
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, her şey yolundadır, mutlusunuzdur.

 

 

(Kullanılan fotoğraflar temsilidir, model değil...)

 

 

Son olaylardan sonra bana destek veren güzel yorumlarınız için hepinize çok teşekkür ederim. Kitabı yazmaya devam edeceğim.

 

 

Yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür dilerim. Zamanım pek olmadığı için son saate kadar yazıyorum ve yazdıklarımı gözden geçirmeye zamanım kalmıyor. O yüzden oluşacak yazım hatalarım olabilir.

 

 

Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur...
Keyifli okumalar diliyorum.

 

 

Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum...
🥰🫶🏻



 

 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Gariptir ki geçmişte yaşadığım tonla şeyden sonra hala şu dönemde, babamın öfkesi ve nefreti olmadan, kavga sesleriyle dolu bir ev olmadan yaşadığım evin içinde hala yorgundum.

Yüküm hiç bitmediği gibi katlanarak üstüme çullandığı içindi belki de...

Acılarım artık somut değildi, soyuttu. Bakan göremezdi, ben de göremiyordum ama içten içe beni yakmaya devam eden o derin acıyı hissediyordum. Kalbimin bir yarısı boştu mesela ona da alışamamıştım. Evlat acısı çok büyüktür derler, yaşamamıştım ama evlat acısını yaşama korkusuyla yanıp tutuşan bir annenin evladı olarak annesizliği yaşıyordum.

Onunla geçirmek istediğim dolu zamanı diliyordum hala, mucizelere inanmıyordum ama annem için hala bir mucize dilemek istiyordum. Olay zamanı yağan yağmuru gördüm, annem bana dokundu. Hatta belki bana değecek yangını söndürmek için yağdı üstüme. Bence bu da bir mucizeydi, tıpkı defalarca denenmesine rağmen ölemediğim gibi...

Saat on ikiyi çoktan geçmişti. Yine odam ve ben, baş başa... Ev ve eşyalar değişse de, kapılar daha sağlam olsa da dönüp dolaştığım yer yine odamdı. Elimde bir sarı mektup, bana yazılmamış, bir başkasına, hiç tanımadığım ama annem için önemli olan birisine özel.

Bana ait olmayan şeyleri kurcalamayı sevmiyordum, bunu açıp açmamak arasında kaldığımda bir saat boş boş katlı duran kağıda bakıp durdum. Merak duygum çok yoktu ama bu kağıdın içindekileri görme, annemin sesini yeniden zihnimde canlandırabilme isteğim daha baskın geliyordu.

Titreyen ellerim iki kere katlanmış kağıdın bir katını açtı. Artık bir bütün kağıdın tek katı kalmıştı. Arkasından baskın yazıların izi görünüyordu ama okuyamıyordum. Uzun bir nefes ile ara verdim, kendimi göreceğim şeye hazırladım ve kağıdı açtım.

 

**
Sevgilim...

Sana kırgın mıyım bilmiyorum? İçimden o kadar çok şey geçiyor ki bir kağıda aktarmam mümkün değil...

Bıraktığın o gece arkandan çok ağladım. Senin, beni bıraktıktan sonra böyle olacağımı bildiğini de biliyorum. Gidişinin sebebini bilmiyorum ama hissettiğim tek şey mantıklı bir sebebinin olduğu.

Şimdi herkesten sakladığım, senden bile sakladığım ama seninle ortak bir sırrım var ve ben koruyamıyorum. Artık ne sen bana dönebilirsin ne de ben sana...

Bozamayacağım bir anlaşmanın içinde kaybolup gidiyorum, sana kızgın değilim, Ali'ye döndüm ama hala seni seviyorum. Gittiğin için üzgünüm ama dön diye yalvaramıyorum.

Bilinmemesi gereken sırrı, bilmemesi gereken biri biliyor ve eminim ki seni arıyor. Çıkıp gelme sevgilim, geldiysen de geri dön. Saklan, kaç, değmesin gözlerin bize.

Senin gidişini kabullenebilirim ama ölmeni kabullenemem. Suçlu sen değilsin, ben de değilim ama içimizden biri suçlu olacaksa işte o benim. Minik sırrımız yaşamaya çalışıyor, zor ama acıyla tutunuyor.

İçimden bir his 'onun büyüdüğünü görmeyeceksin Aylin' diyor. Ben göremesem de sen gör istiyorum, senden ayrı kaldığı her anın tadını doyasıya çıkar istiyorum. O babaları sevmez, ona gerçek babanın nasıl olduğunu hissettir istiyorum.

Benden sana kalan bir emanet olacak, ona iyi bak istiyorum... Her zaman bana seslendiğin gibi bir isim verdim ona, ona baktığında beni gör istiyorum...

-Göz bebeğin...
**

 

Daha en başında yazılmış kelimeye takılı kaldım. Ali'ye sevgilim diyecek kadar sevmiyordu annem, yani en azından ben varken. Bu kafamda bir soru işaretiyken devam ettiğimde bunun Ali'ye olmadığını anladım. Annem, Ali'nin bizi bırakmasına üzülecek biri değildi.

'Belki ben doğmadan önce yazılmıştır, annem o zaman babamı seviyordu...' diye düşündüm.

Devam ettiğimde bambaşka düşünceler yerleşti kafama. 'Ali'ye döndüm ama hala seni seviyorum.'

Sonra 'Minik sırrımız' yazısı kafamı karıştırdı. Bana 'Miniğim' diyen annemdi, bu minik sır ben miydim?

'Abime mi yazıldı?' diye düşündüm ama babalardan nefret eden o değil bendim. Mektup bana değildi ama içinden ben de geçiyordum.

Anlamadığım kısma geldiğimde başım ağrımaya başlamıştı. Babam... Babam Ali değil miydi?

O an bu duruma sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Bu adamın kim olduğunu bilmiyordum, babam mıydı yoksa annemin sevgilisi olarak ona mı emanet edilmek istendim bilmiyordum. Bir başkasının kızı olma fikri beni mutlu hissettirmemişti, Ali'nin kızı olmama ihtimalim beni mutlu etmekten ziyade korkutuyordu.

Eğer öyleyse bunca acım boşuna mıydı? Doğum günü dileklerimde 'Babam beni sevsin istiyorum.' dileklerimin hepsi bu yüzden mi gerçekleşmiyordu?

Abim? Abim ile babalarımız aynı mıydı?
Bu bilmemesi gereken kişi Ali miydi? O yüzden mi bana evlat gözüyle bakmıyordu?

Ben bunları öğrenmek istemiyordum. Sadece yazdığı mektup abimle bana olsun da iyi şeyler yazsın, onu hatırlayıp güleyim yeterdi. Çözülmesi gereken bir sır istemiyordum, özellikle de hayatımdaki nir baba hakkında.

Ali'den ne kadar nefret etsem de başka bir baba istemiyordum, buna şimdi değil en çok o zaman ihtiyacım vardı. Şimdi çıkıp gelecek bir baba başıma yeni bir belaydı. Gerçi onu şimdi arayacak olan da bendim sanırım, kimse beni bulmaya tenezzül etmezdi çünkü.

Dide, adımın anlamını biliyordum. Göz bebeği demekti. Artık bu isme hissetmediğim yakınlığın aradı iyice açılıyordu. Bir daha sarı mektupları okumak istemiyordum. İyi kötü bir babam vardı, dövse bile en azından aynı evde yaşadığımızı biliyordum. Ne kadar istemesem de başımızdaydı.

Kimseyi bulmak istemiyordum, uğraşmayacaktım da... Sıradan bir sevgili olsa bulacağım adamın benim babam olma ihtimali ile katladım mektubu. Gece gece kalkıp kilitli odayı açmadan kapının altından onu da içeriye attım.

Berkin'e baktım, uyuyordu. Ben de uyumak istiyordum ama uyuyamazdım. Salona geçtim, hiç tanımadığım o adamı düşünemedim bile. Ne ismi vardı, ne bir betimi...

Televizyonu açtım, sesini iyice kıstım. Özellikle açmamıştım ama karşımda 'Babam ve Oğlum' izlemiştim bu filmi daha önce. Pişman olan bir baba, hasta bir evlat ve onun da severek büyüttüğü bir erkek çocuğu.

Kötü kalpli babalar da pişman olabilir miydi? Yoksa sadece filmlerde mi yaşanıyordu? Ali mesela pişman mıydı, daha doğrusu yaşıyor muydu?

Gerçi en önemli soru babam o muydu?

Artık kendimi üzülecek biri olarak görmemeye başladım, abim geldi aklıma, ona üzüldüm.

O sevilirdi ama hiç hissetmemişti. Beni babamın elinden kurtarmaya çalışırken eskiden korktuğunu, büyüdükçe nefret ettiğini biliyordum. Benden nefret eden bir adama sevdiği çocuğunu düşman yapmıştım. Hep kavga içinden büyümüştü mesela, onunda toplu, bütün bir halde duran ailesi yoktu.

Ama şimdi dertleşebileceğim tek kişi oyken sırf o da benden gitmesin diye bu mektubu konuşmak istemedim. Gerçek olduğuna inandığım en güçlü yanımdı abim. Gerçek olmadığını düşünmek ya da bulmak istemiyordum.

"Ne yapıyorsun kız burada? Bir şey mi oldu?" Dalgınlığım yüzünden duymamıştım ama Berkin artık uyanmış ve yanımdaydı.

"Hiç... Uyku tutmadı, seni ben mi uyandırdım?" Televizyonun sesini çok kısmıştım ama belki buna uyanmıştı.

Yanıma oturup cıkladı. "Seni neden uyku tutmadı, ağrın varsa bir şeyler vereyim. Seni hastaneden çıkarırken söz verdim doktora, başına gelecek her şeyi üstüme alınabilirim."

Aile bağlarım karışıktı ama gerçekliğinden emin olduğum Berkin yanımdaydı. Arkadaş güzel bir nimetti, onu hayatına alıp almamayı seçecek kişi sendin. Yaraladı mı seni mesela, hayatından kolayca atabilirdin. Ya da yaralarını mı sardı, hayatında 'aile' diyeceğim o kısma alabilirdin.

"Sen benim yaram için söz verdin Berkin, mental sağlığıma değil." Karnımdaki yaranın acısını bile hissetmiyordum. Büyük bir yarıktı, birçok dikiş tutuyordu, zamanla kapanacaktı. Bu yüzden acımıyordu.

"Onun için baştan başka söz vermişim be Dide. Ne kurcaladı kafanı, o mektup zımbırtısıysa, birinden hoşlanıp yazdıysan sonra da üzüldüysen siktir et. Erkekler için değmez." Omzunu getirdi, eliyle birkaç kez vurdu. "Gel."

Gittim, istediği gibi başımı omzuna yasladım. "Berkin, senden çok kolay ama senin için yapılması zor bir şey isteyebilir miyim?" Ne istediğim açıktı.

"Zor mu? Siktir et, iste, yaparım ben." Pek emin değildim bundan.

"Mektup hakkında konuşmak yok, kimseye, abim de dahil..." Berkin'e göre bir uçağı dişiyle çekmek bu iştem daha kolaydı.

"O zaman bu bir aşk mektubu?" dedi hafif bir imayla. Aşk mektubuydu, yasak mıydı, mutlu muydu bilmiyordum ama öyleydi. Aşk mektubunun içinde aşık olan ben değildim.

"Sana ne oğlum, gördüğün yeter." Bazen bazı şeyleri kurcalamam iyi değildi. Keşke bulup okumasaydım diye geçiriyorum içimden.

"Bir şey demedim kızım, derdin varsa anlat diye diyorum. Senin çenenden almışlar bana vermişler, sen de konuş diyorum." Konuşmadım, çenemi açmak istemiyordum.

"Yine mi?" dedi, konuşmayacağımı biliyordu. Başım omzunda dururken salladım. Modumun her zamankinden daha düşük olduğunu bildiği için sustu.

Filmi birlikte izledik, daha çok o izledi, benim de izlediğimi sandı. Kafamda deli soru dönerken baba kelimesi kulağıma gelip durdu.





***










 

"Komutanım sizin doğum günü de arada kaynadı..." Tim bir aradayken Ruhi konuştu. Sarp'ın dün olan doğum günü hakkında konuşuyorlardı.

"Bir ara ayarlar otururuz, uzun zamandır yapmıyorduk." diye Ruhi'ye katıldı Yunus. Sarp'a konuşuyorlardı ama Sarp dışında herkes dinliyordu.

İlk Kıraç fark etti. "Komutanım?" Sarp, Kıraç'ın rütbesinden dolayı üstüne alınmamıştı. Kıraç'a göre timin çoğu onun komutanıydı.

"Komutanım?" dedi Ediz. Bu sefer döndü Sarp, hala dalgındı, az önceki muhabbetin hiçbir kelimesini dinlememişti. Olaya yabancı bir şekilde baktı.

"Ne var?" Tüm timde dolaştı gözleri, herkes ona bakıyordu.

"Komutanım yemeğe çıkalım diyoruz, tabii hemen değil. Bir ara, doğum gününüzü de kutlarız?" Timin de hemen yemeğe çıkacak keyfi yoktu. Müsait olacak zamanı da uzak görüyorlardı hatta. Harun'la bitmemişti iş.

"Ben kutladım doğum günümü oğlum, siz çıkın yemeğe çıkacaksanız. Benim keyfim yok." O gün dilek dilediği anı kutladı saydı Sarp. Doğum gününün geleneği dilek tutup üflemekti, yapmıştı, kutlamıştı kendince. Aklı hala bir kişideyken onu görme isteğinden başka bir isteği yoktu.

"Ne ara kutladınız komutanım? Dün hastanedeydiniz?" Ruhi meraklı bir şekilde sordu. Normalde 'kutlamam ben' diyen komutanlarından 'kutladım ben' demesini garip buldular. Üstelik dün hiç hoş olaylar yaşanmamışken bunu yapmış olması ayrı bir merak unsuruydu.

"Bir ara kutladım Ruhi. Kutladım bitti..." Cebindeki sigara paketini çıkarttı, bir dal sigarayı dudaklarının arasında tuttuğunda baktığı yön timden yana değildi, boş, düz bir duvara bakıyordu. Çakmağını aldığı an duvardan çekti bakışlarını, bu sefer de çakmağa baktı. Dün dilek dilediği çakmağı inceledi. Üstünde kurumuş kan lekesinde gezindi parmakları. Ahsen'in kanını ateşle yan yana getirmek istemedi, çakmağı geri cebine koydu. Mert'e döndü. "Çakmağını verir misin?" Elini uzattı.

Mert sorgulamadan kendi çakmağını verdi. Sarp, Ahsen'i düşünerek ikinci sigarasını içti.

Nöbetçi asker geldi, Sarp'ın yanına ilerledi. Önce selam verdi. "Komutanım bir kadın geldi, size gelmiş." Sarp'ın gözleri etrafta gezdi, alakasız bir şekilde o olmadığından emin bile olsa Ahsen'i aradı gözleri. Gelen kişiyi değil görmeyi umduğu kişiyi düşündü.

O an gördüğü kişiyle sinirleri yeniden tüm vücuduna nüksetti. Oturduğu yerden ayaklandı, sigarasını duvara basıp söndürdü, izmariti çöpe attığında kapıya yürüdü. Kaşları çatılmıştı, sert adımları Duygu'ya ilerledi. "Ne işin var burada?"

"Sana da merhaba Sarp..." Elinde küçük bir pastane kutusuyla duruyordu. Kutuyu açtı, içindeki pasta gözler önüne serildi. "Mesajımı görmemişsin, geldiğimde evde de yoktun, ben sana geldim. Doğum günün kutlu olsun..." Cebinden alelacele bir mum çıkarttı, pastanın üstüne dikti. "Çakmağın alabilir miyim?" Sarp'ın sigara içtiğini, çakmağının olduğunu biliyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun? Niye döndün?" Duygu'nun amacını az çok anlıyordu Sarp ama o işler için çok geçti. Çakmağını vermedi.

"Doğum günün için... Ben artık buradayım Sarp, tekrar özür dilerim. Her şeyi düzeltmek istiyorum..." Aldatan sevgilisi geri dönmüştü Sarp'ın. Sevdalı değildi artık Sarp, Duygu'ya. Sevdasız da diyemiyordu kendini, son zamanlara kafasında dönen başka bir kadın vardı.

"İstemiyorum. Düzeltecek bir şey yok. Dönmen de beni ilgilendirmiyor. Sadece bana yanaşma yeter." Bir hata tüm sevgiyi yiyip bitirmişti. Sarp'ın Duygu'yla yeniden olması hiçbir evrende, hiçbir rüya içinde yazılamazdı.

Duygu'nun suratı düştü. Bir zamanlar ona gülerek bakan yeşiller artık sert bakıyordu. Aşk ile yakarken şimdi öfkeyle yakıyordu Duygu'yu. "Sarp yaptığım aptallıktı, affet demiyorum, konuşalım."

Konuşulacak bir şey yok diye düşündü Sarp. O gece nasıl aldatıldığını gözleriyle görmüştü. Tüm çıplaklığıyla nasıl aldatıldığı konusunda bilgiliydi. Önceden duyduğu şüphelerinde haklı olduğunu biliyordu. Sorulacak soru yoktu, cevapları görmüştü. "Konuşacak bir şey yok Duygu. Burada olman benim için hiçbir şey ifade etmiyor, dibimden de ayrılmasan fikrim değişmeyecek. Sana bağırıp seni kırmak istemiyorum, uzaklaş benden olur mu?"

Ona bakan Duygu'nun üzgün olduğunun farkında değildi, aynı soğukluk ile Duygu'ya olan bakışları sürdü. Gitmesini bekledi, bir daha karşısına çıkmamasını istedi. "Burası askeriye, zırt pırt gelme buraya..."

Büyük kapı açıldı, dışarıdan bir araç geldi, siyah bir araba. Bu arabayı tanıyordu Sarp, gelen Ahsen'di. Gözleri Duygu'ya dönmemek üzere arabayı takip etti. Duygu'yu unutup adımları kendiliğinden merak ettiği kişiye ilerledi.

Kapılar Ahsen'e açılmışken Duygu'ya kapanmıştı. Artık dışarıdaydı, Sarp'ın görüntüsü kapının ardında, içeride kalmıştı.

Tim de oturduğu yerden kalktı. Arabaya ilerlediler. "Savcım?" Ruhi kapıyı açıp Ahsen'in inmesine yardımcı oldu. Sarp kapının önünde olduğu için daha uzaktaydı, ulaşması daha geç olmuştu.

"Ruhi? Sağ ol..." Arabadan indi. Tek başına gelmiş.

"Nasıl oldunuz?" dedi Ediz. Tüm tim sorunun cevabını beklerken hala kendini herkesten daha geride tutan bir Onat vardı.

"İyiyim, bir şeyim yok." Yaradan yana can sıkıntısı yoktu Ahsen'in. Onat'ın hala kaçamak bakışlarla ona baktığını fark etti. "Hala mı?"

İfadesi bozguna uğradı Onat'ın. "Savcım..." Biraz daha yanaştı time.

Sonunda Sarp da varmıştı Ahsen'in yanına. Önce süzdü Ahsen'i. İyi olmasa bile söylemeyeceğine emin olduğundan önce gözleriyle kontrol etti. "Neden evde dinlenmiyorsun?" dedi direkt. Hastanede yatmasını bu yüzden istemişti.

Ahsen, Sarp'a cevap vermeden içeriye ilerlediğini görünce peşinden gitti. "Ahsen..." Durmadı Ahsen. "Savcım." Durdu.

"Peşimden gelme sebebini öğrenebilir miyim?" Ahsen artık anlamlandıramıyordu. Sarp ile didişmeye alışmıştı, başında beklemesine değil.

"Dinlenmen gerekiyor." dedi Sarp. Eve göndermek istedi ama bir yandan da onu böyle yeniden ayakta görmek iyi hissetmesine neden olmuştu.

"Çok uzun kalmayacağım yüzbaşı, merak etme." Bir dosya alıp çıkacaktı Ahsen. Odasına girdi.

"Artık burada olmanı dert etmiyorum Ahsen, dinlenmen gerektiğini söylüyorum sadece." Ahsen'in kapattığı kapıyı kapanmadan ayağıyla durdurdu.

Ahsen içeriye giren Sarp ile ilgilenmedi. Kilitli çekmecesini açtı, eğildi. "Aşıyorsun kendini yüzbaşı..." Dosyayı aldı, yeniden kilitledi çekmecesini. "Bitti işim."

"Bitti mi?" Uzun sürmeyecek dediğinde Ahsen'in bu kadar kısa kalacağını düşünmemişti.

"Bitti..." Kapıya ilerledi. Sarp kapının önünde durdu. "Çekilsene!"

"Şimdi nereye gideceksin?" Buradan çıkıp eve gitmesi gerektiğini düşündü.

"Bilmem daha seçmedim, belki bir bomba daha bulurum." Şakayı bırakıp ciddi konuştu Ahsen. "Eve gideceğim, nereye gideceğim başka. Erkin başsavcı iyileşmeden gelme dedi. O yüzden geldim buraya zaten." Evde dosyalara bakacaktı Ahsen.

Sarp şakayı anladığında bir şey demedi, duymak istediği cevabı duyunca asık olan suratı gevşedi. Kapının önünden çekildi. "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim. Ne oldu sana?" Şaşkınlığını dile getirmekten çekinmedi bu sefer Ahsen.

"Ne olmuş?" Sorunun ne anlamda sorulduğunu anlamadı Sarp.

"Giderayak gevşedin. Halbuki geldiğim ilk gün sonumu söylemiştin?" Ahsen, Sarp'ın onu eksik gördüğünü, uygun olmadığını söylediğini hatırlattı.

"Gevşedim?" Sarp özür dilediğini biliyordu, yeterli olmadığını anladı. "Özür dilemiştim bunun için, bir kez daha mı gerekiyor? Eğer öyleyse diler-"

"Hayır! Özrünü istemiyorum, sadece merak ediyorum niye şimdi bir anda iyi savcı oldum?" Eskisi gibi hissetmiyordu Ahsen. Sinir edeceği şeyleri duymuyordu, eksik olduğunu söyleyen biri yoktu, farklı bir ima yoktu artık.

"İyi bir savcı olmadın, öyleymişsin, yanlış düşünen bendim. Artık öyle düşünmüyorum." Sarp'ın bu sözlerini duymak Ahsen'i şaşırttı. Ahsen cevap vermeyince Sarp konuşmaya devam etti. "Ben duymadım." Ahsen baktı. "Aradığını... Görünce da başka biri sandığım için dönmemiştim. Sonra hemen aradım ama patlama oldu."

Ahsen neden bunları duyduğunu anlamadı. "Doğrudur..." dedi ne diyeceğini bilemeyerek. Kapıdan çıktı. "Derya için aramıştım, Ulaş'a haber verememişti. 'Arar mısın?' dediği için aramıştım." Yardım için aradığını sanan Sarp gerçeği öğrenmişti. "Tek seni aramadım zaten, Onat ve Ruhi de açmamıştı." Ufak bir burukluk vardı Sarp'ın içinde.

Ahsen odayı kilitlemek için Sarp'ın çıkmasını bekledi. Sarp odadan sessizce çıktı. Sarp'ın da, Ahsen'in de söyleyecek kelimeleri tükenmişti.

Ahsen arabasına ilerlerken sessizce Sarp da takip ediyordu. Ahsen durdu, Sarp'a döndü. Sarp konuştu. "Timin yanına gidiyorum, seni takip etmiyorum."

Ruhi geldi yine Ahsen'in yanına. "Savcım, size bir şey sorabilir miyim?" Ahsen cevap vermeden soruyu bekledi, Ruhi'ye bakmaya devam etti. "Biz, bizimkiler, Derya da teşekkür etmek için yemeğe çıkacağız hep beraber. Gelir misiniz?" Ruhi yemeğe Ahsen'i de özellikle çağırmak istedi. Derya da teşekkür etmek için Ahsen'i özel olarak çağırmak istedi.

"Bilmem." dedi Ahsen. Ne cevap vereceğini bilemedi.

"Yemek yiyeceğiz, biz arada toplanıp yeriz. Siz de gelin. Derya özellikle sizi de istedi." Ruhi ikna etmek için konuştu. Hala Ruhi'ye bakmaya devam eden Ahsen kalakaldı. "Siz iyi olduğunuz bir gün seçin. Biz hallederiz."

Ahsen bir anda konuştu. "Bana fark etmez..." Bunu söylediğine kendi de inanamadı ama laf ağızdan çıkmıştı.

Ruhi'nin koca tebessümünü gördü, Ahsen de tebessüm etti. "Ben yazarım size savcım, numaranız var..."

Ahsen başını sallayarak arabasına bindi. Sarp bir köşeden dinledi konuyu. Üstüne basa basa istemediği, gelmeyeceğini söylediği yemeğe şimdi gitmeyi planlıyordu.

Ruhi timin yanına döndü. "Savcım da gelirim dedi." Sarp'a baktılar. Ruhi konuşmaya devam etti. "Komutanım siz gelmiyorum deyince şey ettim." Ahsen'den nefret ettiğini düşünüyorlardı.

"O da o yüzden mi geliyor?" dedi Sarp. Öyle bir şey duymamıştı ama kaçırdı mı diye düşündü.

"Yok öyle demedim. Sizin için dedim ben, gelmiyorsunuz diye rahatça çağırdım." Sarp'ın, Ahsen'e olan tavırlarını tüm tim saçma buluyordu.

"Niye ben sorunlu muyum? Hayır ne yapacağım kadına?" Sarp'ın sesi sinirliydi. Bu sinirinin yarısı timeyse diğer yarısı da kendineydi.

"Komutanım dürüst olayım mı?" başını hafifçe kaldırıp Sarp'a baktı Mert. Sarp sessizce Mert'e döndü. "Kadın geldiğinden beri üstüne gidip durdunuz, bu yüzden böyle düşüncemiz. Siz gelmiyorum dediğiniz için biz de Ahsen savcımı çağırdık. Orada siz de olsanız yine konuşarak kadının üstüne gideceksiniz, ayıp oluyor. Sonra... Biz de kadının suratına bakamıyoruz..."

Mert, Ruhi ve Onat, Sarp'ın en yakınlarındandı. Mert'in rahatlığı biraz da bundandı. Herkesin düşünüp söyleyemediği iç sesi dışarıya vurdu. Sarp şaşırdı. Özür dilediğini sadece Ahsen ve kendisi biliyordu. "Üstüne falan gitmiyorum, artık..." Şimdi yemeğe gelmeyeceğinden emin olan time yemeğe geleceğini nasıl söyleyeceğini düşünüyordu.




***










 

"Bana hala savcı hakkında bir bilgi gelmedi?" Sinirli bir suratı vardı İskender'in. Karşısına dizdiği üç adamına bağırıyordu.

"İskender Bey, İstanbul'da değil. Nerede bilmiyoruz. Hakkında hiçbir şey bulamıyoruz." Adamlarının başında, en önde duran Cenk konuşuyordu. Daha önce verilen görevlerin hepsini sorunsuzca çözmeyi başarmış sağ koluydu. Bu sefer biraz tedirgindi içi Cenk'in.

Ahsen'in hiçbir kişisel ya da mesleki açıdan bilgisine ulaşılamıyordu. Hatta öyle ki Emre'nin verdiği ismin yalan olduğunu düşündü. "Öyle biri var mı o da muamma İskender Bey..." Korkarak da olsa kafasına takılan şeyi söylemeyi başardı.

İskender'in eli tüm gücüyle masayı buldu. "Ne demek öyle biri var mı? Bana o isimde savcı birini bulup getireceksiniz!" Emre'yi öldürttüğü için yakasına da sarılamıyordu. Acaba diye düşündü, Emre'nin kafasından attığı bir isim miydi diye.

Cenk başını salladı, arkasında iki adamıyla İskender'in odasından çıktı.

O sırada odasından yeni çıkan Gökhan adamları gördü, Cenk'e döndü. "Günaydın, ne oldu?"

"Günaydın Gökhan Bey, İskender Bey cenaze için hazırlanmanızı söyledi." Diğer adamlar gitmişken Cenk durmuş Gökhan ile konuşuyordu.

"Kimin cenazesi?" Gökhan şaşkındı.

"Avukat Emre." Cenk'in verdiği cevaptan sonra bir şey söyleyemedi Gökhan. Babasının öldürttüğünü anlamıştı. Bu öldürülen dördüncü avukattı. Yeni avukatı merak ediyordu şimdi de.

"Sen niye telaşlısın, açığa mı çıktınız?" Cenk'in suratından bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

"Benim görevim Gökhan Bey. Sorun yok, açığa çıkmadık." Başında bekleyen polisler Emre'nin başından ayrıldıklarında öldürdükleri için zamanları vardı. Emre'nin ölümü araştırılıyordu ama onlar için önemli değildi. İskender'in öldürttüğü devletin de birinci şüphelerinden biriydi. Yakalanmadığı sürece sıkıntı yoktu onlar için.

Gökhan'dan saklanan bir başka iş de buydu. Ahsen'in varlığını bile sorgulayan adamlara karşı, Ahsen'e Diyarbakır'da yakalanan Gökhan'dan bihaberlerdi. İskender oğlundan Ahsen'i aradığını saklıyordu, Gökhan da babasından habersiz yaptığı iş sonucu Ahsen'e yakalandığını saklıyordu.

Üstünde bir sorun yoktu. Cenazeye hazırlanmak için bu adamların ekstra hazırlanması gerekmiyordu, takımlar hep üzerlerinde temiz ve hazırdı. Sadece cenazeye değil yapacakları tüm pisliğe karşı temiz, özenli ve hazırlardı.

Babasıyla karşı karşıya geldi Gökhan. "Baba?" İskender'in tam karşısında dikiliyordu artık.

"Cenazeye hazırsın, Cenk ile ikiniz gideceksiniz." Göhkan'ın suratına bakmadı. Gözleri ilk takımının düzgün olup olmadığını görmek için üstünde gezindi, sonra ayakkabılarına baktı. Dediğini dedikten sonra ilerledi.

"Sen gelmeyecek misin?" diye Gökhan soru sorunca durdu.

Gökhan'a bakmak için dönmedi. "Basın orada olacak... Benim yerime sen gideceksin." Cenk de katıldı aralarına.

Gökhan'ın gözleri büyüdü. Babasının ondan bir şey istemesi hoşuna gitmişti, bu isteği onun yerine yapmak da onun için büyük bir anlam taşıyordu. "Tamam." derken Cenk ile ilerledi.

"Eğer o adam yine gelirse alın bana getirin!" Emre'nin odasından çıkan son adamdan, Altay'dan bahsediyordu. Cenk anlamıştı, başını salladı.

***



 

Polis arabalarıyla dolu mezarlık, derin kazılmış toprak. Cenaze arabası ile gelen Emre'nin tabutu indirildi.

Çok kalabalık değildi, Emre'nin aile üyesinden pek birileri yoktu. Eşi vardı ağlayan, uzaktan iki üç akrabası. Annesi ve babası gelmemişti cenazesine, oğullarının İskender'in avukatlığını yaptığını öğrendiği anda iletişimi kesmişlerdi. Emre kimseye düşkün biri değildi, yalnızlığı kendi isteğiydi.

Emre'nin eşi Serpil, Gökhan'ı gördüğü an üstüne koştu. Gökhan'ın yakasına yapıştı, ağlayarak konuştu. "Her istediğinizi yaptı, ne dediyseniz, onu korumaya gücünüz yetmiyor muydu?"

Gökhan sinirlendi, etrafında duran polislere göz gezdirdi. Sakinliğini korumaya çalıştı. Eşini polisler uzaklaştırınca üstünü düzeltti.

Cenaze süresince sessizlerdi. Cenk onu gördü, arkalarda duruyordu Altay. Emre ile ilgilenir gibi değildi, daha çok o gün gördüğü yüzü arıyor gibiydi. Cenk zaten ona bakarken Altay da Cenk'i gördü. Göz göze geldiklerinde Cenk, Altay'ı kaybetmemek için gözlerini Altay'dan çekmedi.

Mezarlıktan uzakta duran Altay istese kaçardı ama kaçmadı. O da Cenk'e bakmaya devam etti.

Dağılmaya başladıklarında Cenk konuştu. "Siz arabada beni bekleyin Gökhan Bey, hemen geleceğim." Oraya İskender'in sivil olarak gönderdiği birkaç adamı Gökhan'ın yanından sıradan geçen insanlar gibi ilerlediler. Etrafa dağılıp durdular, Cenk'i bekliyorlardı.

"İskender Bey'in yaptığı düşünüyor, avukat Emre hakkında bir şeyler diyecek misin?" Gazeteciler Gökhan'ın yanına yanaşmaya çalışıyorlardı. Polisler gazetecileri tuttular.

Gökhan cevap vermeden arabasına bindi. Cenk yerine başka biri bindi şoför koltuğuna ama onlardan biri olduğu için sorgulamadı Gökhan. Cenk'i almadan araba hareketlenince konuştu. "Cenk nerede?"

"Polisler peşimize düşecekler, sizi alıp götürmem söylendi." Gökhan her şeyden habersiz sessiz kalmıştı. İskender'in buraya gelmesi riskti, sadece İskender'in değil adamlarının da cenazeye gelmesi riskti. İskender aranıyordu. Kendi oğlunu hedeflerin önüne bilerek, sırf kendi gücünü, cenazeye katılabileceğini göstermek için atmıştı.

Gökhan eve geri döneceğini zannederken arabanın önünü çoktan bir konvoy kesmişti.

***


 

Cenk'in önü açıldı, Altay'ın yanındaydı artık. "Benimle gelmek zorundasın..." dedi sessizce. Sakin duruyordu ama harekete geçmek için de hazır bekliyordu.

"Sen öldürdün, biliyorum ama seninle geleceğim." Altay da sakindi. O gün hastane odasından çıkan kişinin Cenk olduğundan emindi, çarptığı için oldukça yakından bakma şansı olmuştu.

Cenk, Altay'ın kaçmadığını bildiğinden daha da kaçacağını düşünmedi. Herkesin durduğu açık alanın aksine toprak yollardan yürüdü, onun için gelen araca bindi. "İskender Atay seni istedi. Tanıyor musun bizi?"

İçinde yaşadığı öfke dışına çıkmak için çırpınırken kendini zor da olsa tutmayı başardı. Sesinin tonunu ayarladı. "Sıradan olan benim, sizi tanıyorum, siz beni tanımıyorsunuz. Tanışırız." Cenk'ten çekti gözlerini, camdan dışarıyı izledi.

Yollar açıktı, İskender için Cenk ve Altay, oğlu Gökhan'dan daha önemliydi. Onların yakalanmadan buraya rahat gelmeleri için birinin yakalanması gerekiyordu. Gökhan'ı herkesin ortasına bir yem gibi attı. Cenk ve Altay, İskender'in yanına giderken Gökhan aranan babası uğruna polisler tarafından alınmıştı.





***










 

"Pişt!" Berkin sabahtan beri dosyalara bakan Ahsen'in yanında koltuktaydı. "Akşam oldu yeter artık, yarın devam edersin."

Başına yeni bela gelecek İskender ile kapandığını düşündüğü dosya olan terör olayının arasında kalmıştı Ahsen. Birini bitirmeden diğerine başlamak mantıklı değildi ama ne biten bitecek gibiydi ne de başlayacak olan diğerinin bitmesini bekleyecek gibi. İki dosya üst üste geldiğinde her günü, her saati bitmeye yakın olana odaklanarak geçiriyordu.

Aklında hala dönüp duran kişisel hayatın soru silsilesi ile dosyaya da pek odaklanamıyordu. Okuduğu yerleri anlasa da aklına biri gelmiyordu. "Zaten hiçbir ilerleme kaydedemiyorum. Bırakamam Berkin."

Berkin de farkındaydı, Ahsen'in durgun hallerini bildiğinden bu durum ona yabancı geldi. "Tamam işte almıyor kafan şu an, dalgınsın siktir etsene."

Ofladı Ahsen. Haluk ile Nazım kod adlı başkanın mesajlarına göz gezdirdi, hiçbir bilgi yoktu. Üstü kapalı konuşmaların değeri yoktu.

"Çıkarayım mı seni yemeğe?" Ahsen bakmadı. Berkin susmadı. "Güzellik? Hadi kalk hazırlan çıkalım dışarı. Gezdir beni."

"Berkin burada bildiğim tek yer emniyet, adliye, askeriye, bir de patlayan bir ev. Buraları gezmek istesen de gezdiremem." Çıkmaya keyfi yoktu ama dosyaya da bakmak istemedi artık. Berkin haklıydı, kabul etti. Kafası şu an tüm bunları kaldırmıyordu, zorla olduracak hali de yoktu.

"Tamam ben gezdireyim seni, hadi hazırlan... Sana refakat etmem gerekiyor unuttun mu? Senin yüzünü güldürmeye geldim ben Dide." Berkin, Ahsen'in yanına gitti, kollarından hafifçe tutarak Ahsen'i kaldırdı.

Ahsen odasına ilerledi, üstünü giyindi. Kapı dışından gelen sesle durdu. "Basit değil Dide. Anladın mı? Düzgün şeyler." Anlamıştı. Aynadan kendine baktığında gördüğü görüntü, bir tişört ve kot pantolonken üstünü çıkarttı.

Dolabını yeniden açtı. O da biraz kendine gelmek istiyordu.

 

Odadan çıkar çıkmaz karşısında duran Berkin memnun görünüyordu. "İşte bu kızım be! Seni çok güzel bir yere götüreceğim." Ahsen'in kıvırcık bıraktığı saçlara gülümsedi.

Ahsen güldü. "Umarım Berkin, umarım..." İkisi de gülerek evden çıktılar.

"Ver bakalım anahtarları." Ahsen'den arabanın anahtarını istedi. Ahsen anahtarları verdikten sonra sağ koltuğa geçti.

***
 

Ahsen biraz daha iyi hissediyordu. Berkin, Ahsen'in hiç bilmediği bir yeri bulmuş getirmişti. Berkin'in uzun ısrarı üzerine gruba bir fotoğraf attı Ahsen.

HEPİMİZ SAP

DİDE:

 

BERKİN: Siz evde yemeye devam mı?

DİDE: (Berkin at dediği için çekip attım.)

EGE: Ulan sen ne piç adamsın.

Berkin, Ahsen'e baktı. "Gülümse bakayım!" Ahsen ona dönen kameraya önce ofladı, sonra gülümsedi.

BERKİN:

 

BERKİN: Benimle ne kadar mutlu görüyor musunuz?

ZEYNEP: Dide bir ben kaldım seni görmeyen. Bu şerefsiz bile Almanya'dan geldi gördü de, ben görmedim.

DİDE: Görmeye değecek bir görüntüm yok Zeynom inan hiçbir şey fark etmiyor.

ZEYNEP: Saçmalama. Nasıl oldun, daha iyi misin?

DİDE: İyiyim bir şeyim yok. Berkin size abartarak anlattığı için.

BERKİN: Canlı bomba dedim, abartı değildi, gerçekti.

EGE: Şu konuyu açmayın ben sinirleniyorum yine. Sen buraya tayin isteyemez misin Dide?

DİDE: İstanbul 1. Bölge Ege'cim. Önce 4. Bölge tayinimi yapmam gerekiyor.

BERKİN: Neyse bizi rahatsız etmeyin, yemek yiyeceğiz...

EGE: Bok ye Berkin, boğazında kalsın.

BERKİN: Başka önerin var mı canım?

EGE: Eşeğin...

Berkin gülerek telefonu kapattı.

DİDE: Ege ben sana haber vereyim, suratı sirke satıyor, sana sövüyor şu an.

"Bırak şu telefonu, yemek yiyelim." Ahsen'i şimdi de grupla konuşmayı kessin diye ikna etmeye çalışıyordu.

EGE: Ben yedireceğim ona...

ZEYNEP: Ben de gelmek istiyorum.

DİDE: Berkin'in gitmesini bekle, hiç çekilmiyor. Almanya'dan geldi ama iki saat yetti özlemimi almaya.

"Yemin ederim kırılıyorum." Berkin mesajları kilit ekranından okuyordu. Ahsen telefonu bıraktı.

"Şaka yapıyorum Berkin. Sen de her boka alınıyorsun." Güldü Ahsen. Telefonunu sessize aldı. "Daha bakmayacağım gruba, söz. Hadi yiyelim yemeğimizi."

Neyse ki Berkin'in gönlünü almak kolaydı. "Bir ağzıma sıçmadığın kaldı ama dua et kardeşimsin, yoksa sittinsene konuşmazdım seninle..." Hala buruk olduğunu hissettirdi.

"Ederim canım." Gülümseyerek yemeğini yemeye devam etti Ahsen. "Bir şeyler içelim hadi..."

"Saçmalama Dide! İlaç içiyorsun." Ahsen pek dinlememişti. Garsona elini kaldırdı, yanına çağırdı.

Berkin ile göz göze geldi. "Rakı?" Garson yanlarında bekliyordu. "İlaç içmiyorum Berkin."

"Birinin seni sağlam kafayla eve götürmesi gerekiyor. Ben içmiyorum." Ahsen'e de karışmak istemedi. Yanında olduğu için endişelenmedi, bir şey olursa o buradaydı.

Omuzlarını silkeleyerek garsona döndü Ahsen. "O zaman ben alayım rakı."




***








 

Azra bu kez de Doruk ve ailesiyle, Doruk'un evinde yemekteydi. "Senin işin nasıl gidiyor kızım?" Aynur konuşmuştu. Azra'ya kendi kızı gibi bakıyor, gülümsüyordu.

Azra da gülümsedi, Doruk'a kaçamak bir bakış attı, Aynur'a geri döndü gözleri. "İyi gidiyor, her şey yolunda."

Bekir'in gözleri bir Azra'da bir Doruk'ta gidip geliyordu. O da oğlunun mutluluğundan memnun görünüyordu. Uzun zaman olmuştu sevgili olalı, yakında dört yıl olacaktı.

Sarp bir kenarda oturup yemek yiyordu. Doruk ve Azra aynı anda kalktılar masadan. Mutfağa gittiler.

"Güzelim abim sevmez böyle şeyleri... Söylenecek şimdi." Azra'nın gelirken getirdiği pastaya baktı.

Azra dinlemedi Doruk'u, mumları pastanın üstüne dizmeye devam etti. "Doğum günü bu! Abine ne olmuş da kutlamıyor, ben doğum gününden nefret eden arkadaşımın bile doğum gününü kutlatırım."

Doruk gülerek pastanın üstünde dolaşan Azra'nın parmaklarını izledi. Mumları dizme işi bittiğinde Azra'nın ellerini ellerinin arasına aldı. "Abim bunu hak etmiyor, sen onu boş ver. Benimkini kutlasan yeter. O eşeğe çok bu."

Azra güldü. "Senin de doğum gününü kutluyorum zaten sevgilim... Yine kutlayacağım, hep kutlayacağım."

Doruk elleri arasında duran elleri okşadı, parmaklarına geçti. "Yakında kutlarız o zaman?" Doğum gününde bahsetmiyordu, Azra'nın parmaklarıyla tek tek oynadı.

"İkimizin de doğum gününe daha var sevgilim, ama kutlamak istersen kutlarız..." Parmak uçlarına yükselerek Doruk'un yanağından öptü. Yalnız olsalardı dudaklarından öperdi ama Aynur ve Bekir'in aniden girme ihtimaliyle korktuğu için yanakla yetindi.

"Yanak mı?" diye söylendi Doruk. Azra'nın aksine önce Azra'nın ellerini öptü, sonra yanaklarını öptü, gözleri kapıdayken dudakları boynuna indi hemen ardından dudaklarını öptü. "Ben böyle bir şey bekliyordum."

Azra kıkırdadı. "Annen ve baban gelseydi?"

"Gelmedi ama?" Elleri Azra'nın beline giderken Azra tuttu Doruk'un ellerini.

"Hop! Ben utangaç bir gelinim, şimdi uzaklaş benden." Doruk'u ittirdi kendinden.

Doruk gülerek Azra'yı izledi. Azra'nın, onun teklifini reddetmeyeceğinden emindi. Azra da artık kendini gelin sayıyordu, düşününce Doruk'un gülüşü büyüdü.

Azra mumları yakıp pastayı kaptığı gibi mutfaktan çıktı. Doruk kendini toparlamaya çalıştı. Gülerek Azra'nın peşinden koştu. İçeriye girdiler. "İyi ki doğdun!!!"

Suratının asık olması beklenen Sarp güldü. Azra'nın elindeki pastaya baktı, pasta pek sevmezdi, mumları da yanıyordu üflemek istemezdi ama aklına gelen başka bir şey daha vardı. Şu an bir dilek hakkı daha vardı...

"Teşekkür ederim." Azra gülümseyerek Sarp'ın önüne koydu pastayı. Doruk, Aynur ve Bekir şaşkındı. Hemen ciddiyetlerini toplayıp onlar da gülmeye başladılar.

Sarp belli etmeden hala bakınırken dileğini diledi. Yine bir anda üfledi mumları. Kimsenin bilmediği o dileğin bir önceki kadar hızlı gerçekleşmeyeceği aşikârdı ama en erkeninden istiyordu.

Evde olduğunu düşünüyordu Ahsen'in. Sonra aklına arkadaşının da olduğu, Ahsen'in tek olmadığı geldi. Anlık bir sinir gelip geçtiğinde kimse Sarp'ın bu hallerine aldırış etmediler.

"İyi ki doğdun annem... Nice sağlıklı uzun yılların olsun." Aynur kalkıp oğlunu öptü.

Bekir, oğlunun ona gelmesini bekledi. Sarp, babasının yanına gitti. "İyi ki doğdun, inşallah seni de yanında sevdalınla görürüz, artık yaşlandın." Sarp'ın suratı düştü, Doruk güldü.

"Uğraşma çocukla." Aynur hala Sarp'ı geçmişteki olayın etkisinde zannediyordu, Bekir ise yaşanan olaydan sonra Sarp'ın hayata küser gibi solup gitmesini istemiyordu.

Azra da sarıldı Sarp'a. "Bulursun birini Sarp abi, dert etme." Sarp'a moral verdi gülerek. Sarp da güldü.




***









 

Ali sahte kimliğiyle gayet rahat bir şekilde yaşamaya devam ediyordu. Bir araba kiralamayı başarmıştı, oğlunun evinin önünde bekliyordu. Ahsen'in gelmesini ya da oğlunun Ahsen'in yanına gitmesini bekliyordu.

Akşam olmuştu, kapıdan oğlu çıktı. Ali arabanın içinde aşağıya eğildi. Ufak bir açıklıktan izledi oğlunu, hemen arkasından gelen küçük kıza baktı.

Duru koşarak Mete'nin elini tuttu. "Sonra bir de çilekli çikolatalardan da alalım mı? Hani böyle çilek, üstü çikolata olan var ya? Alabilir miyiz ondan da?"

Mete kızını kucağına aldı. "Alırız babam, ondan da alırız. Annenin istediklerini almayı unutmayalım da, diğerlerini de alırız."

Ali uzaktan izledi Duru'yu. Tanımıyordu, ama Ahsen'in en düzgün olan çocukluk fotoğrafına çok benziyordu. İki fark vardı, Duru babasının kucağındaydı ve gülüyordu.

Ahsen kötülüğüne bile olsa babasının kucağına hiç çıkmamıştı, pek güldüğü anı yoktu.

Bu Ahsen ve Duru'nun farklı huyu değildi. Mevzunun kaynağı babaydı. Ahsen'in Ali gibi bir babası varken gülmesi mümkün değildi, Duru'nun da Mete gibi bir babası varken üzülmesi mümkün değildi.

Duru güvenle başını babasının omzuna yasladı. Küçük kollarını da Mete'nin boynuna doladı. "Babaların hepsi böyle mi baba? Yoksa sadece sen mi böylesin?"

"Nasılmışım ben?" Duru'yu kucağında sıkı sıkı tutarak yürümeye devam etti Mete.

"Güzel kokuyorsun, çok rahatsın, bir de beni çok seviyorsun... Senin baban da böyle miydi?" Duru daha önce hiç Ali'nin muhabbetini yapmamıştı, Ali'yi hiç görmemişti, adını bilmezdi, ne yaptığını, babaannesinin ölümüne neden olduğunu.

Böyle konuşunca Mete beklemediği cümleler karşısından sekteye uğradı. Ali tozlanmış raflardan inmişti, onu hiç tanımayan birinin bile aklına düşmüştü. "Her baba evladını sever ama her erkek baba olamaz."

"O nasıl yani?" Duru iyice hafifledi, tüm ağırlığını serbestçe babasına yasladı. Mete'nin onu söylenmeden sonsuza kadar taşıyacağını biliyordu. Minik parmakları babasının sakallarında oyalandı.

"Kötü insanlar... Onlar baba olamazlar, o yüzden bazı çocuklar senin kadar-" Duru lafını kesti.

"Benim kadar şanslı olamazlar." Başını kaldırıp yanağını Mete'nin yanağına denk getirdi. İyice yaslandı. "Sen şanslı mısın baba?"

Ali'nin ona karşı yaptığı yanlış yoktu, Dide geldi aklına. Evde çıkan kavgalardan Mete de yıpranmıştı. Baba olan evde kardeşine baba olmak yorucuydu. Kendisine şanslı diyemedi. Ne kendisi, ne de kardeşi şanslı değildi baba konusunda. Annesi de eş konusunda şanssızdı.

Şanssızım da diyemedi, kızının bunları duymasını istemedi. "Şanslıyım... Sen varsın, annen var, halan var... En şanslı benim." Yanağına yaslı yumuşak yanağı öptü.








***













 

Altay sessizce inmesi için sonuna kadar açık kapıda dikilen adama bakarak aşağıya indi. Önde Cenk ilerleyip Altay'a yol gösterirken Altay geldiği yerin dışını ezbere alıyor, her yere bakıyordu. İçeriye girdiler, her yerde takım elbise adamlar vardı, gelen Altay'a baktılar.

Cenk büyük bir kapının önünde durdu, Altay'a döndü yönü ve bakışları. "İskender Bey içeride, seni bekliyor..." Cenk'in eli büyük kapıya yakışır işlemeli kapı kolunu buldu. Bir eli tıkladı kapıyı diğeri açtı. Altay içeriye girdi, masanın başında oturan kalkmaya tenezzül bile etmeyen İskender'e dikti bakışlarını. Karşısında dururken önünde ilikli olan ceketinin düğmelerini açtı, yanında duran koltuğa oturdu, rahatça yayıldı. "İskender Atay..." dedi sakin, soğuk, derin sesiyle.

"Emre'nin nesisin?" dedi İskender hemen. Aralarındaki bağlantıyla ilgileniyordu. Emre'nin çevresini tanırdı, Altay'ı atladığını düşündü.

"Soru şu şekilde olmalı; sen kimsin?" Gülümsedi Altay.

İskender'in ifadesi değişti, hafif sinirli hali gitmişti, daha öfkeliydi artık. Gözleri karardı, bakışları derinleşti. Artık daha keskin bakıyordu. "Sen kimsin?"

"Altay Beşir..." Elini uzattı İskender'e. Bir karşılık alamayınca daha da keyiflendi. Siniri artan İskender'e karşı gülüşü büyüdü.

"Çok rahatsın! Açıkça konuşmak gerekirse kimsin gram sikimde değil! Benim olduğum yerde benim borum öter. Benden daha iyi değilsin, olsan kim olduğunu bilirdim. O yüzden ben soracağım sen de o sikik suratını düzeltip bana cevap vereceksin." İskender'in yaşadığı duygu değişimleri suratını kızartacak cinstendi. Kendini bastırmaya çalışıyor, alnında çıkan damar ile karşısındakine onu dinlemesi için uyarı veriyordu.

"Tanırsın İskender... Öğrenirsin sen de benim hakkımda bir şeyler. Tıpkı Emre'yi öldürdüğünüzü benim bilmem gibi... Ayrıca avukata ihtiyacı olan biri olarak bana karşı böyle davranman hiç hoş değil. Devletin şüphelerinde birinci sıradasın, iyi bir avukata ihtiyacın var. Yanlış mıyım?" Emre işe yarar bir avukattı, Altay ise Emre'den daha iyi bir avukat.

İskender'in bir avukata ihtiyacı vardı. Altay'a bakmaya devam etti, konuşmadı, Altay'ın devam etmesini istedi. Altay'ın bir şeyler bildiğini biliyordu, gücü yok etmeye yeterdi ama Altay'ı tanımadığı için karşısında rahat oluşundan şüpheliydi.

"Avukat Altay Beşir. Henüz iyi bir avukata denk gelmemişsin demek ki, gerçek bir avukat arasaydın emin ol beni tanırdın... Şimdi seni dinliyorum, neden benimle konuşmak istedin?" Altay da çok konuşmak istemedi. Hakkında kimseye gereğinden fazla bilgi vermezdi. Herkesin erişebileceği bir bilgi vardı; iyi bir avukat olması. Daha fazla detay vermeyecekti.

Avukat olduğunda Emre ile olan ilişki anlaşılır bir hal almıştı İskender için ama daha çok detay istiyordu. Emre'nin kendisi hakkında anlattığı bir şey var mı öğrenmek istiyordu. Avukata ihtiyacı olduğu doğruydu Altay'ı araştırıp duruma göre yanında tutacak ya da atacaktı. "Emre... Avukatımdı, artık değil. Yakın mısınız?"

"Yakındık, uzun zamandır değiliz ama tanırım..." İskender daha fazlasını istemediği sürece gereksiz konuşmayı tercih etmedi Altay.

"O gün niye oradaydın o zaman?" İskender artık Altay'a daha dikkatli bakıyordu. Yalan söyleyip söylemediğini mimiklerinden yakalamaya çalışıyordu.

"Yaralandığını duydum, yanına gidip bakmak istedim. Yardım istedi benden ama ona yardım etmeyeceğimi söyleyip çıktım." Olayları öyle sakin konuşarak anlatıyordu ki sanki İskender onun ile konuşmaya getirilmiş gibi yabancı duruyordu.

"Yaralandığını duyduğun eski arkadaşını ziyaret ettin ama yardım isteğini geri çevirdin? Bu mantıklı gelmiyor." İskender içinde bulunduğu üstünlüğü daha çok kendine hatırlatır gibi oturduğu koltukta yükseldi.

"Gayet makul, Emre benim eski arkadaşımdı, iş şahsi bir meseleye dönüştü. Tıpkı öldürdüğün avukatının cenazesine katılman gibi." Ahsen için oraya gittiğini söylemeyecekti.

"Emre düşmanınsa iyi tanıyorsundur o zaman? Ne demişler dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın..." Altay'a yaklaştı. "Sen dost musun düşman mı?"

"İkisi de! Tanırım Emre'yi, hem de çok iyi. Dostken yanlış tanımışım, düşman olunca daha gerçek tanıdım." İskender'in ona yaklaşmasına güldü. "Sen dost muydun düşman mı?"

"Düşman..." dedi İskender. Cevabı hiç geciktirmedi.

"Düşmanımın düşmanı dostumdur." Altay bu sözden sonra elini uzattı İskender'e.

"Zaman gösterecek..." İskender de elini Altay'a uzattı. Üstünlük değil de eşitliği kabul eder gibiydi. "Sana soracağım sorular bitmedi. Ahsen Dide Korkmaz adında bir kadın, savcı, Emre onun ismini verdi. Sana bir şey söyledi mi? Çünkü adamlarım beceriksiz değildi ama bulamamışlar."

"Bana bir şey söylemedi, söylemez de zaten. O sadece kendini düşünür ama yalanı çoktur. Adamların bulamadıysa emin ol öyle bir kadın yoktur." Altay bunu çok net söylemişti, mimikleri yalan söylüyor gibi değildi. Sanki Ahsen ismine çok yabancı gibi konuştu. Adamların onu bulamama durumu da aklına takılmıştı ama.

"Piç..." İskender bunu Emre'ye söylemişti. Kısık sesli de olsa Altay duymuştu. "Avukatım olacaksın." dedi Altay'a bakarak.

"Seve seve..." dedi Altay.











***













 

"Bu kadar yeter Dide, çok içtin, kusacaksın." Berkin önünden rakıyı çekip aldı. Ahsen 'kusmak' kelimesini duyar duymaz zaten bırakmıştı. Çoktan sarhoş olmuştu.

"Bıraktım be..." Bir kaşık daha meze attı ağzına. Bir kez daha daldıracaktı Berkin onu da elinden çekip aldı.

"Miden çöplüğe döndü kızım, kusacaksın diyorum. Sıkıntı olmasa masayı dilimletir veririm sana biliyorsun." Ahsen'in önündeki tabakları tek tek uzaklaştırdı.

"Gidelim o zaman?" Kusmaktan korkardı, arkadaşları, abisi bilirdi, Berkin'in Ahsen'i durdurma nedeni de buydu.

Berkin önce kalktı, Ahsen'in yanına geçti. "Gidelim." Elini uzattı, Ahsen'i kaldırdı. "Gir koluma." Ahsen'i kolunun içinde tuttu.

"Lan? Hesap?" Ahsen durdurdu Berkin'i.

"Ödedim ben çoktan. Bir saattir masadan kalkamadık ki." Yürümeye devam ettiler.

"Yani benim yüzümden mi?" Ahsen dönen başıyla Berkin'e eğildi.

"Yok... Siktir et, hadi gidelim." Arabaya yürüdüler. Ahsen koltuğa oturmaya çalıştı. "Yavaş Dide yaran var."

"Küfür etme lan!" Berkin, Ahsen'in kapısını kapatıp şoför koltuğuna koştu.

"Ben seni birazdan görürüm..." Ahsen'in sarhoşluğuna çok şahit olmuştu. Bu sefer biraz daha içine kapanıktı, pek bir şey anlatmamıştı ama yolda açılırdı çenesi diye düşündü.

***

 

"Bassana amına koyayım!" Işıklar artık kırmızı yanıp söndüğünde saat geceyi geçmişti. Ahsen bunun farkında değildi.

"Yol bakıyorum Dide, taklaya gelmeyelim diye..." Bir yandan Ahsen'e açıklayıp bir yandan da gülüyordu. Berkin'in eğlencesi şu an başlıyordu.

Bir başka ışığı gördü Ahsen. "Dursana amına koyayım!" Bu da diğerleri gibi kırmızı yanıp sönüyordu.

"Yol boş ya Dide. Kırmızı ışık değil bu, kontrollü geçiş." Berkin'in gülüşü büyüyerek bir kahkahaya dönüştü.

"Bana mı öğretiyorsun pezevenk? Bas o zaman!" Ahsen sinirlendi. Berkin'in korkmadığı tek kızgınlıktı bu; sarhoş Ahsen'in siniri.

"Çok küfür ediyorsun Dide!" Arada bir dönüp Ahsen'e bakıyordu.

Ahsen, Berkin'in ağzını zeklendi. Bir küfür daha çıkacaktı. "Kes lan yar-" Berkin, Ahsen'in ağzını tuttu.

"O olmaz, çok ayıp, terbiyesizleşme." Gülerek elini Ahsen'in ağzından çekti. "Ben sana bir şarkı açayım onu söyle." Telefonunu arabaya bağladı. Sarhoş olduğundan kabul edeceğini düşündü. Ahsen'in sesi güzeldi ama şarkı söylemezdi, yalvarmak gerekirdi şarkı söylemesi için. Bu halini fırsat bildi Berkin.

Şarkı açılacağı sıra reklam girdi. Ahsen güldü. "Bu ne lan? Premium yok mu sende?"

"Yok, bana alır mısın premium?" Berkin de gülüyordu.

"Siktir lan! Sen benden daha zenginsin!" Yurtdışında üç, Türkiye'de beş tane koca galerisi vardı Berkin'in.

"Ne? Yalan atma kızım, senin mirasa, borsana kimse yaklaşamaz..." Ahsen'e de Aylin'den büyük miras kalmıştı, o parayla yatırım yapmıştı, parasını katlamıştı. Bu araba bir savcı maaşıyla alınacak bir araba değildi. Gerçi zaten bu araba da Berkin'in galerisinden alınmıştı.

"Sen de o mal beynini çalıştırıp yatırım yapsaydın, gerçi gerek yok sana..." Berkin ve Ahsen'in paraları kapışırdı.

Şarkı açıldı. 'Siren' Eşlik etmedi ama Ahsen. "Söylemeyecek misin?" Berkin söyleyeceğini düşünmüştü. En sevdiği şarkılardan açmıştı.

"Hayko Cepkin söylerken ben mi gireyim şarkıya amına koyayım? O söylesin ben dinlerim." Ahsen başını geriye yasladı sessizce dinledi şarkıyı.

***

"Bunu söyle bari be Dide?" Sezen Aksu'ya geçti, bir şarkı seçti.

"Yürüyorum hasretin." diye girdi Ahsen. Berkin, Ahsen'in sesine gülümsedi. "Acının üstüne." Başını kaldırdı koltuktan. "Sığmıyorum dünyaya, dar geliyor."

Berkin fark ettirmeden Ahsen'in telefonunu aldı. Ahsen'in videosunu çekti. "Geceler mi uzadı? Bu karanlık ne?" Ahsen'in haberi yoktu, gözleri yoldaydı. "Gönlümün bayramları, şenliği söndü."

Gözleri kapandı Ahsen'in, başını yeniden geriye attı, yaslandı koltuğa. "Seni kimler aldı? Kimler öpüyor seni? Dudağında dilinde, ellerin izi var?"

Berkin'in en sevdiği kısım gelmişti, heyecanlandı, tebessümü büyüdü. Ahsen'in sesi girdi o kısma. "Deli gözlerin, gelir aklıma. Gülüşün, öpüşün, iç çekişin gelir." Ahsen söylemeye, Berkin de Ahsen'i çekmeye devam etti.

Pek anı biriktirir yanı yoktu Ahsen'in, onun adına anı biriktiren hep Berkin, Ege ya da Zeynep olurdu. Böyle habersiz, daha güzel, daha doğal çekerlerdi Ahsen'i. Çektiği videoyu kendisine attı önce, sonra Ege'ye, Zeynep'e. Mete'yi de atlamadı, ona da attı.

Ahsen uyuduğunda Berkin şarkı dinlemeye devam etti, sesini biraz daha kıstı.








***













 

Doruk, Azra'yı evine götürmek için aşağıya inmişti. Lojmanın kapısının önünde duran Duygu'yu görünce Azra da, Doruk da şaşkındı. "Duygu?" dedi şaşkınlığını belli eden sesi.

"Doruk, merhaba?" Gecenin bir yarısı lojmanın önündeydi, kapıdan içeriye giremiyordu.

Doruk içeriye giremeyeceğini görünce Azra ile birlikte kapıya yürüdüler. "Bu saatte ne işin var burada? Bir şey mi oldu? İyi misin sen?" Yaklaştıkça Duygu'nun ağlamaktan kızaran yüzünü gördü. Endişelendi.

"Abin... Çağırır mısın Doruk? İki saattir burada bekliyorum, sadece konuşmak istiyorum. Lütfen..." Ağlamaya devam etti.

Doruk telefonunu çıkarttı, Duygu'yu sevmezdi, yaptığı büyük yanlışı da asla kabul edemezdi ama onun burada böyle ağlıyor oluşunu da görmek istemedi. Geç olmuştu, Azra'yı dahi kendisi bırakmak için inmişken diğer tüm kadınları düşündü. Burada yalnız başına bekliyor oluşunu istemedi.

Azra, Doruk'a baktı. "Evine biz bırakalım ama bence abini arama..." Sarp'ın kırgınlığını biliyordu Azra. Yaşadığı şey kolay değildi.

"Barışsın demiyorum, konuşsun. Görüyor musun ne halde?" Doruk, Sarp'ı aradı. Azra pek oralı değildi, Duygu'ya hoşnut olmadığını belli eden bir bakışla bakıyordu. "Abi aşağıya gelir misin iki dakika?" Telefon konuşması uzun sürmedi, kapandı. Güveliğe döndü. "İçeriye girebilir Yavuz." Kapı Duygu'ya açıldı.

Bir süre sonra Sarp geldi, habersizdi Duygu'dan. Doruk bunun bilgisini bilerek vermemişti, söyleseydi Sarp gelmezdi. Suratı asık bir hal aldığında Doruk'a baktı. Sinirliydi. "Yaptığın doğum gününden sonra her şeyi sikip atmak bu kadar basitmiş yani Doruk?" Mutlu geçirdiği günün böyle bitmesini ummamıştı.

"Abi konuşun, görmüyor musun halini?" Doruk bunu Sarp'a yakın fısıldayarak söylemişti.

"Bazı şeylere burnunu sokmaman gerektiğini ne zaman öğreneceksin sen? Ben konuşmuyorsam vardır bir bildiğim!" Sesi daha yüksek çıkıyordu. Duygu'ya döndü. "Konuşmak mı istiyorsun? Gerçekten konuşmak mı istiyorsun? Gel konuşalım? Sen benim aileme bile söyleyemediğim şeyleri burada kardeşimin yanında mı konuşmak istersin yoksa baş başa mı konuşalım?" Sarp'ın geçmişe olan kırgınlığı, ihanetin acısı yeniden ortaya bir öfke olarak çıkmıştı. Sesini kısmaya hiç niyeti yok gibiydi. Beş yıl önce yanmıştı, şimdi yakacaktı...

"B-baş başa..." Kekeledi, Sarp'ın neyden bahsettiğini biliyordu.

Doruk ve Azra bu laftan sonra arabaya ilerlediler. Doruk, Azra'yı evine götürmek için lojmandan çıktı. Sarp, lojmanın çardağına ilerlediğinde peşinden Duygu da geldi. Sarp oturmamıştı, bir sigara yaktı, sakin olmak istiyordu. "Ne dedin? Beş yıl oldu, bu kadar huzur yeter yine geleyim sikeyim şu adamın huzurunu mu dedin?" Ama sakin olamadı.

"Sarp..." Duygu korkmuştu, Sarp'ın yüksek çıkan sesinden değildi ama korkusu, duyacaklarından korkuyordu.

"Sarp... Sarp şunu yap, Sarp bunu yap. Bu Sarp zaten ayakta uyudu uyudu, mal gibi hep bokuna koştu. Evine geldi babandan azar yedi, dışarıya çıktı dışarıdan azar yedi. Ağzıma sıçtınız lan benim, ailen de sen de benim hayatımı siktiniz. Baban geldi askerden olmaz dedi, tüm şerefimi iki paralık ettiler lan, sen de duydun ağzını açıp tek kelime etmedin. Döndün bana sakin ol dedin. Dedim Sarp onlar da kızları için endişeleniyor, meğer öyle değilmiş. Baban öbür damadını daha çok sevmiş. Dostumdu lan o! Ben göreve gittim, sen ona..." Sigarasını konuşmasından içememişti, kendiliğinden bitti sigara. Çöpe attı Sarp sigarayı.

Duygu'nun bunlara tek bir cevabı bile yoktu. Dudakları titrerken Sarp'a bakmaya devam etti.

Sarp ise tüm birikenleri dışa vuruyordu. Ağzından çıkmıştı kelimeler, gerisinin gelmesi gerekiyordu. Beş yıldır tuttuğu ne varsa attı içinden. "Ben senin yüzünden böyleyim lan! Ne bir dost alabiliyorum hayatıma ne de bir kadın! Huysuz, pislik, sinir hastası adamın teki diyorlar bana. Sana ne dediler Duygu? Ayrıldığımızda dönüp bir de aldatıldığın için sen 'ben ayrıldım' demişsin. Ne dediler sana seninkiler? 2Yazık, sen üzülme, takma kafana, unut, hayırlısı olsun' dediler değil mi? Sırtını okşadılar, aldatılmanın nasıl bir şey olduğunu bile bilmezken seni bu acıdan kurtarmak için herkes seferber oldu değil mi? Benim arkamdan neler dediler peki?"

Duygu'nun ağlayışlarına hıçkırıklar eklendi.

"Hiç ağlama şimdi karşımda... Tuğrul ile nasıl iyi olduysanız artık baban bana gelip 'keşke senin de düzgün bir işin olsaydı, mühendis olmak zor muydu' dedi. Biliyor muydu onunla da sevgili olduğunu?" Sarp kızarmıştı sinirden, yeniden aklına geldi o görüntü. Yeni tuttukları ev, içine yeni yeni yerleşen eşyalar. Hiç kullanılmamış o yatağın üstünde nişanlısı ve en yakın arkadaşı.

Duygu konuşmadı, başını iki yana salladı.

"Sana dedim, biraz sıkışığım, biraz bekleyelim. Gidip Tuğrul'dan para almışsın lan! Ben mal mıyım, ben bilmiyor muyum borç almayı? Döndü dolaştı bana bunu söyledi senin sevgilin, borcum varmış ona, o paradan haberim bile yok! Aldığın parayla ne yaptın? Eve bir şey girmedi bile!"

"Sevgilim değil." dedi Duygu, Tuğrul'dan bahsederek.

"Onu da mı aldattın, ya da o mu seni aldattı? Çok üzüldüm şimdi bak. Baya büyük bir aşktı aslında, evlenmeyi düşündüğün adama tercih edilecek türden bir adamdı oysa ki..." İçinde artık Duygu'ya karşı hiçbir his yoktu, nefret bile... Büyük boşluk vardı sadece, adını duyduğunda, yüzünü gördüğünde koca bir hiçlik vardı. "Bu yüzden mi döndün? Baktın etrafına dedin ben Sarp kadar malını bulamam, biraz daha uğraşayım mı dedin?"

"H-hayır..." Daha fazla konuşsun istemedi.

Sarp sinirden ellerini sertçe yüzüne sürdü. "Bir kere lan! Çok değil, bir kere benimle gurur duy istedim, annen de baban da bir kere bana gülerek baksın, adam görsün istedim. Dişimi tırnağıma taktım, mutlu değildim ben, götümü yırttım sen mutlu ol diye, yoruldum lan ben! Sadece bir aferin için yaptım bunları. Ben askerim kızım! Askerim lan, şu mesleğimi benden almak için her şeyi yaptınız... Ne oldu, sen ihanet ettin ben hala askerim. Bana bir tek mesleğim kaldı, sana tüm dünya. Sen hala gülebiliyorsun, sevgili yapmışsındır mesela, dost dolu... Arkadaşım yok lan benim, ben senin yüzünden kiminle nasıl konuşacağımı bilmiyorum artık! Kadının ağzına sıçtım, yarasını deştim ben ya. Ben ailesini kaybetmiş bir kadının yarasını deştim, ben sana benzedim..." Aklına geldikçe siniri katlanıyordu.

Nefesi tükenmişti Sarp'ın ama konuşmaya devam etti. "Değiştim ben Duygu, sen herkesi kandırırsın da artık beni kandıramazsın. Konuşacak bir şey kalmadı, içimi döktüm. Senin konuşacakların zaten beş yıl önce bitti. Şimdi bir daha ne karargaha ne de evimin yakınlarına gelme. Kardeşimden, ailemden uzak dur. Bana ger dönmeye çalıştığını annene babana söyleme de yine sorun çıkmasın." Zamanında Sarp ile konuştuğu için babasından dayak yediğini söylemişti Duygu, Sarp'a anlatmıştı, yalandı ama Sarp inanmıştı. Babasıyla konuştuğunda çıkan tartışmayla Sarp'ın askerlikten uzaklaşmasına sebep olmuştu.

Duygu'yu kolundan tutup kaldırdı, lojmanın dışına birlikte yürüdüler. Sarp, Yavuz'a döndü. "Taksi çağırır mısın Yavuz? Duygu bir daha içeriye girmeyecek, kim ne derse desin, kim almaya çalışırsa çalışsın... Duydun mu?"

"Duydum komutanım." Yavuz taksi çağırdı, Duygu taksiye bindi.

Sarp bir süre daha eve girmek istemedi. Apartmanın girişindeki basamaklara çöktü, içemediği sigarayı içmek için yaktı.





***











 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

 

Başım döne döne uyandığımda hala arabadaydık. "Şu arabayı düzgün sürmeyi bilmiyor musun sen? Bu arabayı nasıl bu kadar sarsmayı başarıyorsun?"

Cevap gecikmedi, çenesi hiç susmazdı zaten. "Araba sallanmıyor zaten Dide, sen kendi içinde ne yaşıyorsan o sallıyor seni." Her boka da bir cevabı vardı.

Sarhoştum, bana zaten sallanıyordu her yer. Lojmana girdiğimizi anladım. Bir kadın vardı dışarıda, ağlamaktan kızarmış. "Ne olmuş lan?" diye yaslandığım koltuktan kalkıp öne eğildim. Birini ağlarken görmek hoşuma gitmiyordu.

Berkin çok takmadı, lojmana girdi. "Hadi geldik inelim." Kapıyı açmaya kalkmadan kapım açıldı. Berkin beni aşağıya indirdi.

Apartmanın önüne ayağımda topuklularla sallana sallana geldiğimde Sarp da orada oturuyor, sigara içiyordu. Göz göze geldik ama gözüm onda pek sabit kalmıyordu. Başım dönüp durdukça Berkin'in koluna tutundum.

"Anahtarlar nerede?" diyen sese, Berkin'e döndüm.

"Anahtarlaaar..." Hatırlamaya çalıştım, hatırladım. "Çantamda..." O an hissettiğim hafiflikle kendime baktım. Çantam yoktu.

"Çantan nerede?" dedi Berkin. Anlamsızdı ama Sarp'ta gezindi gözlerim.

"Çantammm..." Bu sefer de çantamın nerede olduğunu hatırlamaya çalıştım. Hatırlayamadım bu kez. Kaşlarım çatıldı, Berkin'e döndüm. "Yok! Biri çalmış lan çantamı! Yürü gidiyoruz!" Arabaya geri yürümek için Berkin'in koluna girdim.

"Dur bir kızım, arabadadır belki." Gidişimi engellemiş, olduğum yerde tutuyordu beni.

"Evet, arabadadır belki..." Yine merdivenlere yöneldim. İki adım sonra tekrar durdum.

"Ben bakıp geleyim, bekle burada. Tutun şuraya...." Berkin böyle deyince sinirlendim.

"Mal mıyım lan ben, bana ayakta nasıl durmam gerektiğini söylüyorsun?" Anlık gelen baş dönmesiyle apartmanın kapısına tutundum.

"Dide küfür etme..." Berkin koşarak merdivenlerden indiğinde gördüğüm tek şey sallanarak inmesiydi. Kahkaha attım. "Yürümeyi bilmiyorsun bi de bana konuşuyorsun." Beklerken Sarp yine önümde belirdi.

"Sen sarhoş musun?" Suratı şaşkın gibiydi ama sanki başka bir şey de bar gibiydi. Kırgınlık ve öfke.

"Yoo... Ben gayet iyiyim... Sen niye bu saatte dışarıdasın?" Tutunarak oturduğunu düşündüğüm merdivenlere ilerledim. Yanına oturmaya çalıştığımda kolumu tuttu.

"Dikkat et! Oturma taşa, soğuk..." Oturtmamıştı. Artık o da ayakta, hemen yanımda beni tutuyordu.

Yüzü hala tuhaftı, şaşkınlık gitmişti ama diğer duyguları hala yüzündeydi, ya da ben sarhoşluktan kafayı yemiştim. "Sen niye böylesin?"

"Nasılım?" Çok yakınımdaydı, eli hala bir kolumu sıkıca tutuyordu. Artık sallanmıyordum, muhtemelen tutuşu buna müsaade etmiyordu.

"Üzgün gibi misin? Ya da sinirli, tam çözemiyorum..." Suratını inceledim. Hangisi olduğunu çözmeye çalışıyordum.

"O kadar belli mi?" dediğinde ifadesini değiştirmeye, gizlemeye çalışmıyordu bile.

"Hangisi?" dedim sessizce.

"İkisi de, ama daha çok sinirliyim." Şimdi değişmişti suratı, başka bakıyordu.

"Neden?" Ayakta dikilmekten sıkılmıştım, oturmak istiyordum. Dizlerimi büktüğümde kolumu tutan eli ayakta kalmam için diretti.

"Hava soğuk, dışarıya oturma. Arkadaşın olmasaydı çardağa oturturdum ama birazdan gelecek gibi." Soğuk değildi bana göre, hatta üstümdeki kaban beni yakıyordu.

"Soğuk mu hava, sıcacık... Berkin bir saate anca gelir. Bana bir şey olmaz." Oturmaya çalıştım yine, merdivenlere çömeldim.

"İlla oturacaksın yani?" dediğinde üstündeki ceketini çıkarttı.

"Ne yapıyorsun hava soğuk, niye çıkarttın üstünü?" Önce cevap vermedi. Ne yaptığını izledim.

Çıkardığı ceketini merdivene serdi. "Bunun üstüne otur bari. Hava sıcak dedin, ben üşümem." Çok umursamadım, emin misin diye sormayacaktım. Ceketinin üstüne oturdum.

Berkin geldi. "Dide kalk gidiyoruz!"

"Nereye?" Nereye gidecektik, eve mi? Daha yeni oturmuştum.

"Çantanı unutmuşsun, onu almaya..." Benim çantam mı? O kadar yolu bir kez daha kim çekecekti.

"Ben mi unutmuşum? Sen hani sahip çıkacaktım bana? Ben hallederim dedin, çantamı sen unutmuşsun. Siktir git al ve gel." O arabada sallanmak istemiyordum. Midem bulanacaktı. Kusmak en büyük korkularımdan biriydi.

"Tamam ben unuttum. Hadi kalk, arabaya." Elini uzattığında tutmadım.

"Berkin arabayı bok gibi kullanıyorsun, içim dışıma çıktı, bir daha gelirsem kusarım." Kusmamak için gerekirse şu an yere bile yatabilirdim, ama o arabaya binemezdim.

"Seni burada bırakamam Dide... Bi poşet tutarım artık yapacak bir şey yok. Hava buz gibi." Uzattığı elini tutmayınca kolumdan tuttu.

"Üstüne kusarım, bırak beni. Hava soğuk değil! Git al çantamı gel işte. Ben burada kalırım." Kolunu ittirdim.

"Olmaz!" İttirdiğim kolunu yine getirdi koluma koydu.

"Ya gelmek istemiyorum!" Bağırdım. "Si-" Eliyle ağzımı kapattı.

"Dide!"

"Berkin!"

"Git al işte sen! Ne sürüklüyorsun kadını peşinden!" Berkin'in sesi değildi. Yanıma dönüp baktığımda konuşanın Sarp olduğunu anladım. Yanımda oturuyordu.

"Sen karışmasana! Gitsene evine kardeşim!" Berkin'e döndüm.

"Git al çantasını işte, ben dururum onunla burada. Arabaya binersem kusarım diyor duymuyor musun?" İlk defa Sarp'a katılıyordum. Şaşırtıcı bir şekilde haklı konuşuyordu.

Kafam konuşan iki kişiye bakmaktan dönüp duruyordu, Berkin'e döndüm. "Evet, duymuyor musun?"

Berkin bana şaşırınca ona bakmaya devam ettim. Sonra Sarp'a döndü. "İçim nasıl rahatladı ya! Sen varsan zaten gözüm arkada kalmaz! Çık sen evine kardeşim." Bana döndü gözleri. "Sen de kalk kız!"

Sesi fazla çıkmaya başladığında iyice sinirlendim. "Bana bak, siktir git o çantayı al, gel. Ben bekliyorum burada. Lojmandayım ne olacak bana." Sarp'a döndüm. "Kimseyi de istemiyorum yanımda. Sen de git."

Berkin geri adım attı. "Şu telefonun yanında kalsın yol boyunca benimle konuş, arayacağım seni." Gözümün önünden yavaş yavaş kayboldu.

O gitmişti ama Sarp hala buradaydı. Merdivenin kenarından tutunup ayağa kalktım. Ceketin pis mi kirli mı olduğuna bakmadan uzattım. "Çık sen de evine!"

"Ben ne dedim de bana patladı yine olay? O şerefsiz arkadaşın gelene kadar evime çıkmıyorum." Şerefsiz diye Berkin'e mi diyordu? Haklıydı, Berkin bazen şerefsiz olabiliyordu. Tıpkı şu anda olduğu gibi.

"Başım ağrıdı. Derdini ötede yaşa..." Kalktım merdivenlerden. Ondan uzak olmak için gittim çardağa yürümeye çalıştım.

Sarhoş olmak yanımda biri varken güzeldi, ama şu an yanımda olan kişi Sarp olduğu için sarhoş olmak hiç hoşuma gitmiyordu. "Bekle..." Elimi çekip kendi kolunun arasına aldı. Koluna girmiş onunla beraber ilerliyordum.

"Başıma bela mısın? Ev tutuyorum aynı apartmanda üst katımda çıkıyorsun, evden çıkıyorum karşıma çıkıyorsun, markete gidiyorum markettesin, gece gece eve dönüyorum yine bana sen çıkıyorsun..." Her yerden çıkması tesadüftür düşüncelerimi yerle bir etmeye başlamıştı.

"Bana göre de sen benim karşıma çıkıyorsun. Burada oturan bendim, sen geldin. Aşağıya inen de bendim, bir saattir burada oturuyorum, sen benden sonra geldin. Market konusunda bir şey diyemem..." Sustu. Çardağa nihayet geldiğimizde oturdum.

Doğru söylüyordu, önceden beri orada olan oydu, yeni olan bendim. Karşılaşmamamız mümkün değildi, yine de insanlarla karşılaşmaktan hoşlanmadığım için bunu sevmemiştim. Sessizce iç çektim, uykum vardı.

"Ahsen..." Gözlerim kapanmaya hazırken, elim çeneme dayalı duruyordum ki Sarp'ın bana seslenmesiyle gözlerimi açtım.

"Hıh?" Saçlarım önüme gelip duruyordu. Açtığım gözlerimin saçım yüzünden bir yerleri görmesi mümkün olmuyordu. Kıvırcık saçlarımı sevmiyordum, geriye atmaya çalıştım.

"Senin neden moralin bozuk?" Eğilmiş bana bakıyordu.

Bir süre sesim çıkmadı, gözlerim açık olduğu için uyumadığımı, bilerek konuşmadığımı biliyordu. Sarhoşken içimde sandığım düşünceleri bazen farkında olmadan dışarıya vuruyordum. Susmak bir yana bir şey bile düşünmek istemedim. "O kadar mı belli?"

Güldüğünü gördüm. "Benim cümlelerimi mi kullanmayı tercih ediyorsun?" Onun bana verdiği aynı cevabı hatırladım. Sahi onun derdi neydi?

Başımı iki yana salladım. Ağzımı açıp tek kelime edecek enerjim yoktu.

"O zaman ne oldu?" Ona baktım, yanıma oturmuştu, bir sokak lambası vardı bizi aydınlatan. Gözleri sokak lambası kadar parlaktı.

Ne olduğunu anlatmak isterdim ama ona değil. Zamanında benim iyi bir aile kızı olduğumu söyleyen adama ne anlatabilirdim ki? Ailemi mi? Ya da son zamanlarda gerçeğini bile bilmediğim babamı mı? Abimi mi anlatacaktım mesela, abim olduğundan şüphelendiğim birini mi?

"Anlatamam..." Sarhoş olmak kafamdan atmaya yetmemişti. Her şey daha fazla geliyordu aklıma.

"Neden?" Yakınımda olduğu için hareket ettiğini hissettiğim kollarına baktım, sonra ellerine indi gözlerim. Parmaklarının arasında döndürdüğü çakmağına baktım.

"Çünkü ben bile bilmiyorum..." Hiç istemediğim bir istek vardı içimde. Sigara içmek istedim, hem de çok...

"Annenle mi ilgili?" Söylediği şeyle tekrar göz göze geldim. Ağzımdan bir şey kaçırıp kaçırmadığımı anlamadım. Fark etmeden bir şey mi söylemiştim. "Annen, ben tanıyorum anneni, Aylin hoca."

Birinin annemi tanıyor olması tuhafken, Sarp'ın annemi öğretmen sıfatıyla tanıması daha tuhaftı. "Tanıyor musun?"

"Babanı daha çok tanıyorum, benim matematik öğretmenimdi." Baba deyince bir boşluğa düştüm. Ali dışarıdakilere göre babamdı.

"Babam..." Onlara babamın nerede olduğunu bilmediğimi söylemiştim. Bilmiyordum, kimse de bilmesin istedim ama birileri onu benden daha çok tanımış, vakit geçirmişti. İç çektim. Bilmiyor muydu öğretmeninin, karısını öldürdüğünü? "Nasıldı öğretmenin, iyi miydi sana karşı? Hiç bağırdı mı sana? Ya da kulağını çekti mi?" Bana daha fazlasını yapmıştı çünkü...

"Yok, iyiydi. Herkese karşı..." Bunu söylerken artık bana şüpheli bakıyordu.

"Yaaa? Hiç kızgın görmedin mi onu?" Kızınca kırmızı olan gözlerini, alnında çıkan damarını, yumruk yapmış ellerini, keskinleşen çene kemiğini, hızlı hızlı soluduğu nefesini... Garezi banaydı onun. Onlar babamı hiç öyle görmemişlerdi, tıpkı benim de onların gördüğü güler yüzü hiç görmemem gibi.

"Ahsen sen iyi misin?" Gözlerimin içine içine bakarak konuşmasını sevmemiştim. Dolacaktı gözlerim, hissediyordum ardından gelen gözyaşlarımı.

"Ben iyiyim..." Değildim, yutkundum. Gözlerime bakıyordu, anlar mıydı, anlamazdı.

"İyi gibi değilsin. Baban hakkında bana neden böyle sorular soruyorsun?" Anlamış gibiydi.

"Senin öğretmeninden haberin var mı?" Madem iyiydi, bir anda gidişinin nedenini bilmiyor muydu? Müdür de mi korumuştu babamı, başka bir bahane ile kandırmışlar mıydı herkesi? "Okuldan bir anda gidince sorgulamadınız mı?"

"Ben mezun olduğumda baban hala okuldaydı?" Bir şey diyemedim bu cevabına. "Bir şey mi oldu?"

"Çok şey oldu, ama seni ilgilendirmiyor." Yaşadıklarımı sadece ben biliyordum. Ali herkese bana davrandığı gibi davranmıyordu. Kime ne anlatsam inanırdı ki? Zaten anlatmanın da zamanı çoktan geçmişti. "Sen niye böylesin?" Benim dertlenecek bir derdim vardı. Onun sorunu neydi?

"Biraz sinirliyim sadece... Bir de aptalım. Geçmişte yaşadığım şeyleri aptal gibi geleceğe taşımak gibi huyum var." Eski ifadesi geri gelmişti.

Ben de onun geçmişini bilmiyordum, o yüzden cevap veremedim.

"Sana karşı önyargılı davrandım, bu bir bahane değil biliyorum, özür de diledim ama sanırım sen pek istemiyorsun?" Bana dilenmiş özürü kabul etmemek gibi saçma düşüncelerim yoktu. Söylediği sözler özürle affedilirdi benim için, çevremden duyduğum sözler bunlardı. En azında Sarp özür dilemeyi becermişti.

Şu anki haline bakılırsa gerçekten pişman gibiydi. "Bana dilediğin özürle bir problemim yok. Sorun değil."

"Ama hala kızgınsın?" Kızgın mıydım? Değildim.

"Hayır." Sadece normaldim. Aynı ortamda olmak beni gerse de artık oluşuna lanet etmiyordum. "Ne bekliyorsun bilmiyorum ama ben zaten böyleydim. Yani ifademe bakıp da böyle anladıysan yanlış anlamışsın. Ben yanımdakiler dışında kimseye samimi bakmam."

"Farkındayım." Farkında olduğunun farkındaydım. Zaten bilerek böyleydim.

"Neyse, sen eve git. Zaten soğuk dışarısı." Sıcak değildi artık, soğuktu. Saate bakmak için telefonumu aldığımda Berkin arıyordu. Kapattım. 26 cevapsız araması vardı. Yol boyunca konuşmak istediğini söylemişti, unutmuştum.

"Sen eve gidene kadar beklerim, ben de hava alacağım." Laf yetiştirecek dermanım yoktu. Midem iyice bulanmaya başlamıştı. Ceketini üstümde hissettim.

"Ceketini al üstümden, benden de biraz uzaklaş." Her an kusabilirdim.

"Kalsın." Ceketini almadı, yanımdan milim uzaklaşmadı.

Elimi karnıma attım. Her zamanki gibi konuştum kendi kendime. Bu son, bir daha bu kadar içmeyeceğim, kusmayayım bu sefer.

"Ne oldu?" İyice yaklaşınca ittirdim. "Yaran mı? Bir dursana! İttirme beni." O yaklaşmaya devam ettikçe ben elimi aramıza koyup ittirmeye devam ettim.

"Kusacağım..." Biraz yana kaymaya çalıştım. "Üstüne kusacağım şimdi, gitsene!"

"Ahsen, bir şey oldu sandım!" Daha büyük ne olabilirdi ki? "Kötüysen kus, rahatla." Kusunca hiç rahatlayacağımı sanmıyordum. Genelde kustuktan sonra iki saat zırlardım.

"Uzak dur benden, iğrençsin." Kusmuk benden çıkmasına rağmen onun rahatlığından iğrendim. O kadar çok şey tıkınmıştım ki, kusmam hiç hoş olmazdı.

"Gel bize o zaman, hala üşüyor musun?" Ceketini üstüme iyice sardı. Zaten kabanım vardı.

"Ne münasebet, üşümüyorum, al ceketini!" Bir soğuk oluyordu, bir sıcak basıyordu bana. Şimdi yine ısınmıştım. Ceketini üstümden attım, kabanımın önünü açtım.

"Soğuk hava, hast-" sesi kesildi. İyi ki kesilmişti, sabahtan beri sesini duymaktan başım ağrımıştı.

"Gitsene evine!" Geriye yaslandım, gözlerimi kapattım. Üstüme sıcaklık gelince üstüme baktım. Allah'ın belası ceket üstümden gitmiyordu. "Şu ceketini şimdi! Al şunu yoksa fırlatacağım şimdi!" Almadı, yere fırlatacaktım havada tuttu.

"Şu önünü kapatsana, hasta olacaksın! İncecik, minicik giyinmişsin." Eteğim vardı, bir de bluzum.

"Sana ne! Yürü git evine!" Sinirlendiğim için bağırdım.

"Gidemem!" O da bağırıyordu.

"Sarp! Bana bağırma!" Kusmaktan korkan ben şu an Sarp'ın üstüne kusmak istiyordum.

"Ahsen, sana bağırmıyorum." Sesi kısıldı. "Hava soğuk, sarhoşsun hissetmiyor olabilirsin ama şu önünü kapat. Ne giydiğinle ilgilenmiyorum, bu havaya göre ince giyinmişsin."

"Git başımdan!" Söylensem de kabanımın önünü yeniden kapattım. Yine bana yeltendiğinde konuştum. "Ya lanet olsun ver ya, ver şunu!" Ceketini çektim aldım, artık uğraşmak istemedim. "Neye gülüyorsun?"

"İyi misin sen, gülmüyorum ki?" Buna sövemiyordum da, yeterli samimiyetimiz yoktu. Ağız dolusu küfürler geçiyordu aklımdan.

Sessiz sessiz oturdum. "Ahsen?" Cevap vermedim. "Ahsen..." Sussun diye konuşmadım. "Ahsen?"

"Ebe-" Berkin değil Ahsen... Sakin ol... Ege değil Ahsen... "Ne var?"

"Uyuma."

Berkin ne zaman gelecekti. "Telefonumu versene..."

"Nerede?"

"Ne bileyim?" Etrafıma bakındım.

"Cebine bak, belki oradadır?" O da etrafına bakınıyordu.

Cebimden telefonumu çıkarttım. "Buldum..." Berkin'i aradım.

"Dide! Allah'tan arayınca aç dedim. İki dakikaya oradayım şimdi arıyorsun!" İyi az kalmıştı gelmesine. "Çantanı da bana vermediler, az kalsın polisi arayacaklardı. Seni aradım konuş diye açmadın!"

"Berkin aldın mı çantamı?"

"Aldım."

"Tamam, bitti işte. Hadi gel ağaç oldum burada..." Uzatmanın bir manası yoktu. Kendi yaşadığı zorluğu anlatıp bana da boş boş konuşmasının bir mantığı yoktu. Çanta alınmış mıydı, alınmıştı.

Lojmanın kapısı açıldığında arabanın farları gözüme vurdu. "Geldi arkadaşın." diyen Sarp'a döndüm.

"Hadi canım?" Arabamı tanıyordum, Berkin iki dakikaya geleceğim diyordu zaten.

"Bir kere 'he' desen ölürsün değil mi? Hep bir laf!" Bıkmış bir surat ifadesiyle ona baktım.

"He. Hadi çık evine artık, yemin ederim kafayı yiyeceğim." Bu kez lafımı dinledi. Yanımdan yavaşça uzaklaştı, apartmana girdi. Çok geçmeden de Berkin yanıma gelmişti.

"Hadi gidelim..." Elini uzatınca koluna girdim. "Bunu nereden aldın?"

"Neyi?" Elini üstüme uzattı, ceketi aldı üstümden.

"Ceketi." Sarp ceketini almadan gitmişti.

"Sarp'ın..." Berkin'in elinden aldım, üstüme attım.

"O dingil de buradaydı gördüm, niye kovmadın yanından?" Kovmuştum ama gitmemişti. Bunu Berkin'e anlatamazdım, her boka cevabı vardı, başım daha çok ağrısın istemedim. Garip bir şekilde sıkılmamıştım. O olmasaydı tek başıma burada bekleyecektim, iyi ki demedim ama keşke de demedim.





***










 

 

 

 

 

 

SARP ÇAĞAN DİNÇER

 

Eve çıkar çıkmaz aklımda dönüp duran ama soramadığım o soruların cevabını bildiğini umduğum kişiye yazdım. Umarım uyumamıştı, çünkü şimdi bilmek istiyordum.

SARP: Caner, uyudun mu lan?

Annemler uyumuştu, Doruk hala dönmemişti. Balkona geçip bir sigara yaktım. Ceketim ondaydı, bilerek bırakmıştım. Bir daha konuşmak için bir bahane olacaktı.

CANER: Uyumadım da hayırdır sen yazar mıydın bize kardeşim.

Liseden arkadaşımdı. Yazmazdım, kimseye yazmazdım ama bu cevabı bilse bilse Caner bilirdi.

SARP: Yazdık işte oğlum! Sana bir şey soracağım.

CANER: Sor kardeşim.

SARP: Ali hoca vardı ya lisedeki, ortadan kaybolmuş galiba bir anda. Sebebini biliyor musun sen?

CANER: Sen bilmiyor musun lan?

SARP: Yok?

CANER: Oğlum nasıl bilmiyorsun bizim mezun senesinden sonra Aylin hoca öldü, Ali hoca öldürmüş sonra da kaçmış. Haberlerde çıktı görmedin mi hiç?

"Hassiktir!" Beynimden hiç vurulmamıştım, nasıl bir histi bilmiyordum ama şu an hissettiğim duygu tam onu tarif eder gibiydi. En uygun deyim oydu.

CANER: Şerefsiz herif, orospu çocuğu ya. Bulunamamış da, keyif yapıyor herhalde şimdi piç. Hiç de sevmezdim o orospu çocuğunu.

Ben dakikalar önce Ahsen'e, annesini öldürmüş babasının iyi olduğunu anlatmıştım. Sorduğu sorular sarhoşluktan değilmiş onu anlamıştım.

CANER: Dur bakayım, internette var mı?

CANER: Yaz internete 'Ali Korkmaz 2012'

Yazmalı mıyım yoksa yazmamalı mıyım bilemedim. Yazarsam arattığım için Ahsen'e saygısızlık etmiş olur muydum? Böyle bir şey merak edilir miydi? Ahsen'in öğrendiğim hayatını daha çok öğrenmek istemek yanlış mıydı?

CANER: Dava dosyası kapanmış, artık ölmüş mü, bulamamışlar mı bilmiyorum.

SARP: Tamam daha fazla öğrenmek istemiyorum.

Bakmayacaktım. Bile bile, o olayı merak eder gibi internette aratmayacaktım. Detay gerekiyorsa ondan duymak benim için en mantıklısıydı.

Kapı açıldı. "Abi? Sen uyumadın mı?"

"Uyumadım!" Sinirliydim ona, benden habersiz benim adıma verilmiş kararına kızgındım. Görmek istemediğim biriyle beni görmek zorunda bıraktığı için sinirliydim.

"Abi, ağlıyordu ne yapsaydım?" Yanıma geldiğinde değişmeyen ifademle ona bakmaya devam ettim.

"Sik sik kararlar verme mesela Doruk! O kadının lojmanın içine girmesi yasakken içeriye alma mesela! Bilmediğin şeyler için üzülüp millete merhamet gösterme hemen!" Salondan odama geçtim.

CANER: Sarp, ne oldu lan? Niye sordun niye kapatıyorsun konuyu?

SARP: Kızı burada.

CANER: Aylin hocanın mı?

Ali hocadan o bile bahsetmek istemiyordu. Ben defalarca Ahsen'e, adamı babası olarak hatırlatıp durmuştum. Babasının ne kadar iyi olduğundan bahsetmiştim. İyi tanıyorum sanmıştım, değilmiş.

SARP: Evet, tanıyor musun?

CANER: Tanıyorum tabii oğlum. Abisi Mete arkadaşım. Ahsen miydi, ne işi var Diyarbakır'da?

SARP: Aynen Ahsen. Savcı...

CANER: Siktir lan!

SARP: Lan embesil, burada diyorum niye yalan söyleyeyim!

CANER: Şaşırdım oğlum.

SARP: Niye şaşırdın?

CANER: Ne bileyim, savcı olacağını hiç düşünmemiştim.

SARP: Olmuş işte kardeşim.

CANER: İyi bari hayatına devam edebilmiş.

SARP: O ne demek lan?

CANER: Oğlum bir ara ölecekti, Mete gitmiş yetişmiş. İntihar etmiş galiba.

SARP: Sen nasıl her boku biliyorsun?

CANER: Mete'den biliyordum. Şimdi bilmiyorum ama.

SARP: Yeteri kadar bilgi var zaten sende. Neyse ben gidiyorum.

CANER: İyi... Artık iki sene sonra yine yazarsın.

Uyuyacak kafa yoktu ki şu an bende. Hangi birini düşüneceğimi şaşırmıştım. Öğretmenim bir katil çıkmıştı, hoşlandığında emin olduğum kadının babası katil olan öğretmenimdi. İntihar girişimi olduğunu da öğrenmiştim, bu saatten sonra ona nasıl davranacağımı bilemedim.

Benim, babasının öğrencisi olduğumu bildiği için ve babasını ona övdüğüm için artık beni her gördüğünde ne hatırlayacaktı. Belki bana olan nefreti artardı.

"Başım ağrıdı amına koyayım ya!" Yatağa girdim. Odamın kapısı açıldı.

"Bir şey mi dedin abi?" Doruk'un kafası kapının kenarından göründü.

"Siktir git Doruk!" Kapı kapandı. "İntihar etmeye çalışmak ne demek!" Kendi canına kıymayı nasıl düşünebilmişti. Hiç bilmediğim bir duyguydu, farkındaydım. Annesizlik, annesini öldürüp kaçan bir babanın evladı olarak yaşamak zordu elbette ki, yaşamayan bilmezdi ama kendini de ölüme sürüklemek ne kadar kolay olabilirdi?

Ne geçmişti aklından, ne zaman yapmıştı, hala öyle bir düşüncesi var mıydı? Zaten dolan kafamın içine yeni sorular yüklenip durdu. O an kendi derdime söylendim. Benimki, onunkinin yanında hiçbir şeydi.

Ben ağır sıçmıştım, içine düştüğüm bu durumun normal bir yanı yoktu. Tavrı netti, belli ediyordu, beni açık açık istemiyordu. Bense ona nasıl yaklaşacağım konusunda fikirsizdim.

***

Bir evin içindeydim, bizim evimiz olmayan, daha önce gördüğümü hiç hatırlamadığım bir evde. Gecenin karanlığı evin her köşesine sinmişti; sadece dışarıdan gelen hafif bir rüzgârın uğultusu duyuluyor. Arkamda dış kapı var, bekliyorum bir süre ama sessizlik beni rahatsız ediyor. Çıkmak istiyorum evden, arkamı dönüp kapıyı açmaya çalışıyorum, açamıyorum. Kapı kilitli...

Evin içinde gezmeye karar veriyorum, kapıya dönük yüzümü çevirip evin içine bakıyorum. Artık koridor daha uzun, koridorun sonundaki oda daha uzak.

İçimi bir his sarıp darlatıyor, yürümeye başlıyorum. Yürüdükçe azalması gereken yol uzuyor, bir şey o odaya gitmemi engelliyor.

Hızlanmak istiyorum, dizlerim kilitleniyor. Olduğum yerde kalıyorum. Bir ses geliyor, Ahsen'in sesi. "Neden?" Ulaşmaya çalıştığım odanın ardında o var. Gitmek için yeniden çabalıyorum ama olmuyor.

O bana gelsin istedim. "Ahsen?" Bağırdım ama hiçbir cevap alamadım. "Ahsen!" Sesim uzun, eski duvarlara çarptı, büyük bir yankı olarak bana geri döndü.

Bir kapının açılma sesi kulaklarıma doldu, önümde duran kapıda olan gözlerim beklediğim kapının açılmadığını fark edince etrafıma baktım. Yanımdaki bir başka odanın açılmış kapısından bir adam çıktı.

Tanıyordum o adamı, ama suratında taşıdığı duyguyu hiç tanıma fırsatım olmamıştı, şu an hiç görmedim bir halde bakıyordu. Her zaman gülerek bakan Ali hoca şimdi bana kızgın bakıyordu. Çıktığı odanın kapısını sessizce kapattığında altından sızan kanı gördüm.

Beynim bana oyun oynuyordu, rüyaydı ama uyanamıyordum. Gördüğüm şeyler o kadar gerçek gibiydi ki bulunduğum evin soğukluğu tüm vücudumu titretmeye başlamıştı. Hala çivi gibi çakılı kaldığım yerde Ali hocanın yanımdan geçerek gitmek istediğim odaya ilerleyişini gördüm. "Dur!" diye bağırdığında sesim de titriyordu.

Durdu, bana baktı ama oldukça kısa bir andı. Dudakları iki yana kıvrılırken bu mutluluktan olan bir gülümseme değildi. Gördüğüm gülüş bu da değildi, bu sinsi bir gülüşü daha çok andırıyordu. Merak ettiğim odanın kapısı açıldı, içeriyi görmek istedim, Ahsen'i görmek istedim ama aynı zamanda da o odada olmamasını istedim.

Ali hocayla aynı odaya girmesini istemedim. "Ahsen!" Belki beni duyar da bana bakar umuduyla bağırdım. Kimseyi göremedim, hiç ses çıkmıyordu. Odanın kapısı kapandığı an kasılı kalan vücudum gevşediğinde hiç düşünmedim. Koşmaya başladım.

Kapıyı açamadım. Bir anda odanın duvarlarından çatlama sesleri geldi, yanımda hissettiğim sıcaklığa dönüp baktım. Ahsen'i gördüm. İfadesiz, solgun görünüyordu. "Ahsen..." Dönüp bakmadı bile, beni görmüyordu, duymuyordu. Elimi uzattım, omzundan tutup kendime çevirdiğimde gözleri gözlerime değdi. Bakışları içimi titretti, sinirliyken bile baktığından daha soğuktu. Nefretten de öteydi.

Konuşmadı benimle, eli usulca omzunda tuttuğum elime değdi. Sıcak eliyle elimi üstünden ittirerek attı. Kapıya döndü. "Girme, baban orada." Kapıyı açmaya çalıştığında önünde durdum. Son kez bakar gibi baktı. Alnından aşağıya düşmüş parça parça bukleler gözlerini kapattı, önünden aldım. "Çıkalım Ahsen buradan, gel." Elimi uzattım. Buradan onsuz çıkmak istemedim.

Başını iki yana salladı, yine konuşmadan reddetti benim isteğimi. Kapıya yeniden yeltendi, önünü kapattım. "Kötü hissediyorum Ahsen, gel çıkalım dışarıya." Ayaklarıma baktı, ben de baktım. Yerler kan oldu. Ali hocanın çıktığı odadan geliyordu, kapının altından sızan kan büyümüştü.

"Ahsen çıkıyoruz." Onun fikrini dinleyecek kadar deli değildim. Sertçe tuttuğum kolundan, diretti, direndim. Kaldırıp kucağıma aldım. Evden çıkmak için cebelleştim.

"Anne!" Ahsen'in sesiyle durdum. İnce bir sesti. Hiç duymadığım kadar güçsüz çıkmıştı, titriyordu. "Annem..." Kucağımdan indi, kapıya koştu, açamadı. Bana döndü dolu gözleri. "Aç. Kapıyı açar mısın?" Yalvarır gibi baktığında içim yandı. Kapıyı ellerimle açmaya çalıştım ama açılmadı. "Kır lütfen..." Kırdım.

Annesinin orada olduğunu biliyordu, kanın ondan geldiğini de, babasının yaptığını da. Aylin hocayı gördüm. Azra'nın elinde gördüğüm fotoğraftaki hali gibiydi. Tek fark kapalı gözleri, çekilmiş kanın vücuda verdiği soluk beyazlığı, gülmeyen haliydi. Ahsen'in yanımdan koşarak annesine eğilişini izledim. "Anne?" dedi feryat ederek. Uyanmayacağını biliyordu, öldüğünden emindi ama denemeye devam etti.

Ahsen'in yanına gittim. "Gidelim."

Dişlerini sıkarak baktı bana. "Burada yatan senin annen olsaydı bırakır mıydın? Git gideceksen, sürükleme beni peşinden!" Ne onu ne de annesini bırakmak gibi bir niyetim yoktu ama bağırmasıyla afalladım.

Aylin hocanın cansız bedenini kaldırdım, kucakladım. "Çıkalım Ahsen. Sadece senle değil. Annenle, senle birlikte. Üçümüz de buradan çıkalım." Durdurdu beni yeniden.

"Çıkamaz o buradan." Dolu gözlerinden yaşlar boşaldı. "O burada kalmak zorunda, çıkamaz. O buradayken ben de çıkamam. Senin de burada olmaman gerekiyor, çık buradan..." Sözleri beni kovarken, gözleri burada kalmam için yalvarıyordu.

"Çıkarırım Ahsen, ikinizi de buradan çıkarırım." Hala annesini kucağımda tutarak kapıya yöneldim. Zorunda kaldığı ne varsa çıkarmak istiyordum onu oradan. Yanında kimi istiyorsa onu da çıkarmaya razıydım. Ayağıma ne dolanacak olursa olsun, önüme ne kadar engel çıkarsa çıksın umurumda değildi. Peşimden geldi, arkamdaydı, ayaklarının sesine ağlarken dudaklarının arasından kaçırdığı hıçkırık sesleri karıştı.

Kapıdan çıktığım an önümde beklediğim koridor bir türlü gelmedi, her seferinde çıktığımız odaya yeniden giriyorduk. Ahsen'in ağlayışı büyüdü, içim daraldı, canım sıkıldı, sinirlendim. "Çıkamıyoruz..." Ona baktım. Elinin tersi gözünün yaşını sildi. "Sarp, çıkamıyoruz." Çıkamıyorduk.

"Çıkacağız! Bu kapıdan değilse başka bir yerden..." Odanın ortasına yürüdüm. Annesini sakince, nazikçe yere bıraktım, kapıya geri döndüğümde çıktığım kapı bana koridor olmuştu. Odadan yalnız başıma çıkabiliyordum.

Ahsen benim odadan çıktığımı görünce konuştu. "Git Sarp." Benim de yanan gözlerim artık doluluğu bir kenara bıraktı. Güçlü durmaya çalışmak umurumda değildi. Gözlerimdeki yaşlar süzülürken konuştum. "Gidemem..." Odaya geri döndüm. Ahsen'in elini tuttum, annesi hala yerdeyken kapıya yürüdüm.

"Annem? Annemi unuttun?" İçimdeki ince sızı büyüdü, derin bir acı vardı. Peşimden sürükledim Ahsen'i. Bu kapı ona da çıkıyor mu çıkmıyor mu öğrenmem gerekiyordu. Kapıdan geçtiğimde o da yanımdaydı. "Sarp, bırak beni..." Tırnaklarını derime battı, benden kurtulmaya çalıştığında ikimizde odanın dışındaydık, aynı odaya değil koridora çıkıyordu kapı.

"Annen çıkamıyor Ahsen... Onu çıkaramıyorum, sensiz de gidemiyorum." Dış kapıya ilerledim. İlk defa ondan bu denli korktum. Dizlerim titriyordu karşısında. Bir yumruk yedim, sağlamdı.

"Annem çıkamıyorsa ben de çıkmam. Ya onu da al ya da arkana bile bakmadan git! İçerisi değil, dışarısı tehlike bana. Annemin ölüsü bile korur beni..." Dudakları titrediğinde bir kez daha vurdu bana, tutamadım, geri girdi odaya.

"Ahsen!" Ne yapacağımı bilemedim, dış kapı bana yaklaştı. Hemen dibimde duran dış kapıya inat bana gittikçe uzaklaşan odaya baktım. Düşünmek için zamana ihtiyacım yoktu, ilerledim, Ahsen'in yanına gittim, onu çekip alacağımı sandığından annesine tutundu. Ben odada gezdikçe sallanan, yıkılacak gibi duran duvarlara baktım. O kapı çıkışımız değilse, başka bir kapı da yoksa yeni kapıyı ben açardım.

Duvarı tekmelemeye başladım. Diğer duvarlar ile birlikte titredi, yer sallanmaya devam etti. Vurdukça açılan deliğe baktım, vurmaya devam ettim. Önümüzde koridora değil direkt dışarıya açılan yeni bir yol vardı. Ahsen'e geri döndüm. "İzin ver..." Yıkılmış duvara değdi gözleri, sonra bana baktı. Annesini bıraktı, kenara çekildi. Annesini eğilip kucakladım yeniden. "Arkamdan gelme Ahsen, önüme geç, senin çıktığını görmek istiyorum, arkamda kalmanı değil." Önüme aldım.

Ahsen çıktı, peşinden ben geçtim. Hiçbirimiz içeride değildik, çıktık. Aylin hocaya baktım, hala kucağımdaydı. "Bak çıkard-" Ahsen'e döndüm, yoktu. "Ahsen?" Arkamı döndüm. Kaşlarımı çattım. Yıktığım duvar artık yıkık değildi. Yeniden örülmüş gibiydi, eskisi kadar zayıf da değildi, sağlamdı. Aylin hoca yavaş yavaş kucağımda hafifledi, bulanıklaştığında gözüm karardı. Dışarının havası zehirdi, soludukça tıkandım. Ellerim tamamen boş kaldığında yere yığıldım.

Kalkmaya çalıştım, bulmak istedim, hala gözlerim açıktı, hala yaşıyordum, soluduğum zehir de olsa hala nefes alıyordum. Elimi attım rastgele bir yere, ayağa kalkmak için tutunacak bir şey aradım. Buldum, soğuk bir taş. Kalktım, tuttuğum taşı bıraktım, mermer...

Üstünde ince bir yazı vardı. 'AHSEN DİDE KORKMAZ' ne doğum tarihi vardı ne de başka bir tarih. Toprak bir yığına dönüştü gözümün önünde, ellerim toprağı kazmaya başladı ama fayda etmedi. Benim attığım toprağın iki katı yeniden üstüne eklenerek yığını büyüttü. Kim atıyor diye kaldırdım kafamı, gördüğüm yüz beni daha çok korkuttu, Ali hocaydı...

***






















 

***



















 

"Diyarbakır'da bir evde meydana gelen patlama yürekleri ağıza getirdi. Canlı bombanın bir evin içinde patlaması sonucu iki kişi yaralandı, yarananların içinde içeriye giren savcı da bulunuyor. Evin içine giren teröristin üzerinde yer alan canlı bomba ekipler gelmeden patladı." Haberlerde daha yeni verilen haberi izliyordu Mete. Günler sonra verilmiş olması bilerek yapılmış bir şeydi, Haberlerde Ahsen'in ya da herhangi birinin ismine yer verilmemesi önemliydi.

Mete panik oldu, Ahsen de Diyarbakır'daydı, savcıydı.

Leyla ile göz göze geldi. "Ara hayatım... Bir şey olsa duyardık daha bugün konuştun, iyidir. İçimiz rahat etsin ama, ara." Telefonunu aldı Mete. Ahsen'i aradı. Arama beklenirken haber sunulmaya devam etti.

"Evin sahibine planlı bir olay olduğu ortaya çıktığında ev sahibinin bir askerimizin yakını olduğu ortaya çıktı. Devlet olayı araştırmaya devam ederken olayın başındaki isim yakalandı. Harun kod adıyla bilinen terör örgütünün yakalanmasından sonra olan bu olayın da örgütle bağlantılı olduğu ortaya çıktı." Habere bakan Mete'nin telefonuna yanıt geldi. Ahsen açtı telefonu.

"Alo?" Ahsen'in sakin gelen sesine karşılık Mete derin, rahat bir nefes verdi.

"Abim, nasılsın?" Rahat nefesin yanında hala tedirgin bir ifade vardı Mete'nin yüzünde. Sesini duymuş olması yetmemişti.

"İyiyim abi oturuyorum, sen nasılsın?" Ahsen bir anda gelen aramaları artık takmıyordu, şüphelenmemişti, Mete her zaman bir anda arardı. Mete'nin korkusunun farkında değildi. Salonda uzanmış Berkin'in yanında oturuyordu.

"Ben de iyiyim. Görüntülü arayacağım?" Soru sorar gibiydi.

"Tamam." Bu da şüpheli gelmemişti Ahsen'e. Sıradan bir konuşma olduğunu, sabah aradığında geçiştirdiği aramanın uzun versiyonu olduğunu düşündü. Telefonu beklemeden kapattı, yine beklemedi abisinin aramasını, kendisi aradı.

Sıkılmış yüzünü gördü kamerada, ardından aramayı açınca karşısına çıkan abisinin yüzünü. Gülümsedi, özlemişti. "Naber?" dedi abisine. Görüntülü aramada daha sakin, daha mutlu gözüküyordu Ahsen. Konuşması değişiyordu, sert davranamıyordu çünkü abisinin yüzünü görüyordu.

Mete de, Ahsen'in gülümseyen yüzünü görünce gülümsedi. İçi tamamen rahatladığında Ahsen'in iyi olduğundan emindi. "İyi, öyle oturuyorduk. Aklıma geldin arayayım dedim." Leyla da geldi Mete'nin yanına. O da gözüktü Ahsen'e, gülümsedi kocaman. "Selam bizim kız..."

Ahsen, Leyla'yı gördüğüne mutlu oldu. "Selam çıtır anne... Görümcenle ne biçim konuşuyorsun sen?" Bir yengeden öte, ablaydı Leyla.

Leyla kahkaha attı. "Ne görümcesi be! Sen benim kızımsın!" Duru da geldi. Leyla, Duru'yu kucakladı. Kamerada bir aile duruyordu şimdi. "Şuna bak, aynısını doğurmuşum."

Ahsen, Duru'ya baktı. "Miniğim?" dedi uzatarak.

Duru da sessiz kalmadı. "Halam..." dedi o da uzatarak. Ahsen'in küçüklüğünün birebir aynısıydı görünüşü, ama sadece görünüş olarak değildi bu benzerlik. Duru'nun tavırları da benziyordu, Ahsen değildi, Dide gibi naif, nazik, gülücük saçan bir çocuktu.

"Ne yapıyorsun miniğim?" Duru'nun mutlu olacağını bilerek heyecanlı heyecanlı konuşuyordu Ahsen. Duru'nun nelerden mutlu olacağını bilmek zor değildi ona göre. Kendi Dide olarak neye heyecanlanıyorsa Duru da ona heyecanlanırdı.

"Resim çizdim." Duru gülerek Leyla'nın kucağından indi, koşarak çizdiği resmi eline aldı. Yeniden koşarak Leyla'nın kucağına tırmandı. "Göstereyim mi? Heh hala, göstereyim mi sana? Görmek ister misin?" Heyecanlı heyecanlı Ahsen'in cevabını bekledi, beklerken de yaptığı resme baktı gülerek.

"Ne çizdin miniğim? Göster bana. Görmek çok isterim..." Güldü Duru'nun bu hallerine.

"Ailem..." Son kez gururla baktı çizdiği resme, havaya kaldırdı, kameraya çevirdi. Kalabalık bir aile çizmişti. Herkes vardı, Leyla'nın ailesi Leyla'nın yanına dizilmişti. Mete'nin yanında Leyla'nın yanında duran kalabalık ailenin aksine iki kadın vardı. Biri Aylin diğeri Ahsen.

Kendisinin de oraya çizildiğini anlamamıştı Ahsen, hiç düşünmemişti. Duru'nun çok yanında olmamıştı. Leyla'nın ailesiyle daha iç içelerdi. Üzgün de değildi, ailesiz kalan bir tek o değildi Mete de ailesiz büyümüştü. Leyla'nın ailesinin abisine da sahip çıkmasına sevinmişti. "Çok güzel olmuş miniğim." Gülümsedi.

"Seni nasıl çizmişim? Beğendin mi?" Minik parmağı Mete'nin hemen yanında duran kadını gösterdi.

Telefona eğildi Ahsen iyice. "Güzel olmuşum..." Yanında duran kadını merak etti ama bir şey sormadı.

Sormamasına rağmen Duru'nun minik parmakları diğer kadına geçti. "Bu da babaannem... Kanatları da var bak, melek oldu ya." O an Duru hariç herkesin gözleri doldu, kenarda uzanan Berkin de duyup etkilenmişti. Ahsen ile göz göze geldi.

"Güzel olmuş..." dedi Ahsen ne diyeceğini bilemeden. Mete resim kağıdını aldı Duru'dan.

"Bunu saklayalım miniğim." Duru'yu öptü. "Odana götür güzelce koy tamam mı?" Duru'yu göndermekti niyeti. Ortamı saran hüzünden etkilensin istemedi. Konuyu da dağıtmak istedi. Duru odasına çıkmışken Ahsen'e geri döndü. "İşin nasıl gidiyor?"

"İyi gidiyor..." Son günüydü, yarın işine kaldığı yerden devam edecekti. Abisine patlamadan bahsetmeyecekti.

"Dikkat ediyorsun değil mi?" Patlamadan haberi yoktu, o savcının Ahsen olmadığını, başka biri olduğunu düşünürken yine de Ahsen'in başına gelebilecek olayları sıraladı aklından.

"Evet abi?" Bir anda konunun buraya geliş sebebini anlamadı, haberleri izlemiyordu, habere kendi olayının çıktığından haberi yoktu.

"Haberlerde gördüm... Patlama olmuş Dide orada, savcı yaralanmış diyorlar, sen sandım, korktum." Yine aklına geldikçe karşısında canlı duran, iyi gördüğü kardeşi için endişelendi.

"Yok abi, iyiyim ben." Görüntüsü varken kendini ele vermekten korktu Ahsen ama iyi toparladı.

"Ne bileyim kızım? Leyla'da dedi olsa haber gelirdi diye? Tanıyor musun peki o savcıyı? İyi miymiş?" Yaralanan savcı için üzüldü şimdi de Mete.

"Aynen olsaydı haber gelirdi, tanımıyorum savcıyı. İyidir ama abi, boş ver." Kendi hakkında gerçekleri saklayarak yalan söylemeye devam etti Ahsen. Abisine yalan söylemek onu üzüyordu konuyu kapatmak istedi.

"Bana bak, öyle işin olmadan gitme oraya buraya abim tamam mı? Tek gitme öyle bir yerlere de..." Başka bir olayın kardeşine denk geleceğinden korktu.

"Korumam var zaten abi, gitmem bir yerlere merak etme." Berkin ile göz göze geldi Ahsen. Berkin, Mete'nin olaylardan habersiz olduğunu, Ahsen'in abisine yalan söylediğini duymuştu. Sinirlendi.

"Nereye bakıyorsun?" Mete, Ahsen'in dönen bakışlarının neye olduğunu merak etti.

"Berkin de burada... Ona bakıyorum." Berkin de gözükmek için yaklaşacağı sırada Ahsen elini uzattı alttan. Telefonu kapatmak istiyordu, Berkin gelirse konu uzayacaktı, yalanlar da belki... "Ama şimdi beni çağırıyor abi, ben kapatıyorum." Berkin'den yardım ister gibi baktı Ahsen.

Berkin sessizce koltuktan kalkıp uzağa gitti, sinirliydi ama belli etmeden sakince Ahsen'e seslendi. "Dide hadi gel..."

Ahsen, Mete'ye baktığında Mete başka bir yalanı daha anlamadan inandı. "Selam söyle. Seni seviyorum, dikkat et kendine, yarın ararım yine seni." Leyla'ya geçti. "Dikkat et kendine, seni seviyoruz." El salladı.

"Ben de..." dedi Ahsen sadece telefonu kapattı.

"Yalan söyledin... Bana abim biliyor dedin." Berkin sinirli, daha çok kırgın bir şekilde Ahsen'e baktı.

"Abim biliyor demedim, hiçbir şey söylemedim sana. Söylesem dinlemeyecek söyleyecektin." Ahsen de üzgündü.

"Abin çünkü? Sana bir şey olduğunda bilmesi gereken biri? Haberi görünce bile aklına direkt sen gelmişsin Dide!" Mete'ye üzülüyordu. Ahsen'in onu geçiştirmesi Mete'den çok Berkin, Ege ve Zeynep'i üzüyordu. Bu yüzden Ahsen'den habersiz onun anılarını Mete'ye atan onlardı.

"Nedenini biliyorsun Berkin! Öğrenmesini istemiyorum ve öğrenmeyecek?" Gerçekleri Mete'ye söyler diye korktu Ahsen.

"Söylemeyeceğim Dide ama bu son olsun!" Bu defa sıkı sıkıya tutacağı bir sır vardı. Mete'ye çok söylemek istese de söylemeyecekti.

"Teşekkür ederim..." Her gerçeğin saklı bir yanı vardı. Saklanan gerçeklere inat bir gerçeği de o saklamak istedi. Ahsen'in sakladığı şeyler onun için saklanan gerçeklerden hafifti, Ahsen sadece kendi yaralarını saklıyordu.

Biliyordu, gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu olduğunu... Kendi gerçeklerinden önce bulması gereken gerçekleri önemsedi. Çok mu yolu vardı bilmiyordu, ya da gerçekleri öğrenmek çok mu istiyordu bilmiyordu ama bildiği bir şey varsa o da her gerçeğin bilineceğiydi.

Şimdi düşündüğü şey; gerçeklerin onu mutlu mu yoksa harap mı edeceğiydi?

***

 

 

 

 

 

Bölüm sonu...
Nasıl buldunuz bölümü?
Umarım güzel olmuştur, yeni bitirdim hemen atıyorum.

 

 

 

 

 

Bir sonraki hafta görüşürüz, kendinize çok cici bakın ballarım. Geciktiği için özür dilerim, sizi seviyorum.

 

 

 

 

 

Oy ve Yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

 

Bölüm : 29.11.2024 22:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...