27. Bölüm

23| Geri Dönüş; Karma

Nathalie Pall
nathaliepall

Yine ben geldim...
Hepiniz hoş geldiniz.

Nasılsınız bakayım? Umarım hayatınızda her şey yolunda gidiyordur ya da bir boşluktaysanız umarım en kısa sürede sizi çok mutlu edecek o şey size gelir.

Benim biraz olaylarım oldu, biliyorsunuz bende olay bitmiyor, üstüne katlanarak geliyor ama bir şekilde her şeyin arasına sıkıştırıp halletmeye çalışıyorum. Biraz sessiz kalmayı tercih ettim. Aktiflik açısından.

Beklettim sizi kusuruma bakmayın, beklediğiniz için de ayrıca çok teşekkür ederim...

Yazım yanlışlarım için şimdiden ne yapıyorum, affınıza sığınıyorum. 🥰😘

Oylarınızı ve satırlar arası bol bol yorumlarınızı bekliyor olacağım. Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur.

Keyifli okumalar diliyorummm.
(Zaman atlaması olacak haberiniz olsun. Bu bölüm biraz olaylı ama çoğunlukla sakin geçecek)

***
 

***



***

"Herkesin kaderi, kalbinin eseri."

***



 

AHSEN DİDE YÜCEL


İnsan seçimleri doğrultusunda hayatının geleceğine karar veriyordu. Sonunu bilmeden önünde bazen hiç seçenek bile yokken ilerliyordu. Bilinmezlik kara delik değildi ama onun kadar korkunçtu.

Kilometrelerce uzaklıktaki o kara delik herkesi korkutuyordu ama kimse geleceğini doğru düzgün düşünmeyip berbat olacağını bazen bildiği halde düzgün şeyler seçmiyor, asıl korkunç olan şeyden korkmuyordu. Yapılacak bir hata belki de bunca zaman toplanmış tüm zor doğruları silecek kadar büyük bir hata olurdu. Geleceği tamamen kaybetmek artık ölü olmak anlamına geliyordu, insanın yaptığı en büyük hata kendi sonunu getirmesiydi.

Öldürülmek değildi mesele. Bazen yanlış kişiyi, yanlış zamanda, yanlış anlayıp sevmek, tüm bu hatalara göz yummak, işi büyümeden durdurmamak gibi seçenekleri seçmekti. Adaletsizliğe göz yummaktı belki de.

Anne, baba, kardeş seçilemeyen, senin için çoktan seçilmiş hatta senden bile önce bu dünyada olan kişilerin aksine yanınızda yine size destek olan aileniz gibi yakın seçeceğiniz insanlar vardı; arkadaşlar ve sevgili.

Bir denge kurulmamış, düzeni altüst edecek bunca insanın bir araya geldiği dünyada, kıtalara ayrılmış, sonra bunca insanı toprak toprak ayırmış ülke yapmış, o ülkeyi de ince sınırlarla boyamış şehirler vardı. Eş, dost seçmek de zorlu bir sınavın herhangi bir sorusuydu.

Kendi yolunda ilerleyenlerin hatasıyla doğruya ulaşması da hatanın tek artısıydı.

Ben doğruya ulaşmaya çalışıyordum, hâlâ... Arkadaş seçiminde hiç sorun yaşamamıştım, fazla temkinliydim. Ege, Berkin, Zeynep hepsi sonuna kadar yanımda durmuştu. Şu an yoklardı ama içimde hala benimle olduklarını biliyordum. Herkesin ayrı bir hayatı, farklı bir problemi vardı. Herkes kendi hayatının başrolüydü, gereken desteğin fazlasını bile verip kendi hayatlarına devam ediyorlardı.

Azra buradaydı. Çoğunlukla her gün aksatmadan yanımda duruyordu. Yavaş yavaş yürümeye başlamıştım. Hala zorlansam da yanımda kim varsa düşmeme izin vermiyordu.

Babam her sabah fırından sürekli bir şeyler alıp kapıma dayanıyordu. Her sabah Yeliz teyze, babam ve ben kahvaltıyı birlikte yapıyorduk. Hala kendimi büyük bilgiye hazır hissetmemiş, soramamıştım ama ona karşı biraz daha yakın hissettikçe onunla konuşmamın daha da kolay hale geldiğinin farkındaydım. İçindeki o 'acaba' düşüncesi yavaş yavaş siliniyordu.

Sarp tam 11 gün 13 saat 3, pardon, 4 dakikadır görevdeydi. İyi olduğunu babamla geçtiği iletişim sayesinde biliyordum ama panik olmamı engellemem mümkün olmuyordu. Göreve gideceği günün gecesinde bile sonuna kadar benimle durup sürekli fizik egzersizlerimi tamamladığımdan emin oluyordu.

İkimiz de babama emanettik. İkimize de gerek uzaktan gerek yakından sahip çıkan oydu.

Ali hala tutuluyordu. Hala devletin haberi yoktu. Bu biraz bana ters olsa da bazen bazı şeylerin karşılığının alınması gerekiliyordu. Müebbet hapis cezası bile bazı suçlular için hafif kalıyordu.

Gün içinde yanımda Alperen ve Gökhan oluyordu. Henüz işe dönmemiştim. Bu süreçte de bol bol vaktim varken Gökhan'la birlikte ders çalışıyorduk. Alperen de arada sıkılıp bize yanaşıyor, birkaç kelime Gökhan'la dalga geçiyordu.

Her şey yolunda ilerliyordu. Ben bu süreçte söylenene göre daha sakin ve daha yumuşak biri olmuştum. Yani ben öyle düşünmesem de öyle olduğumu duymak hoştu.

Gökhan'la yine ders çalışırken önümüze durmadan gelen tabaklarda bu kez meyveler vardı. Alperen önümüze koyup hemen yandaki koltuğa oturuyordu. "Kendimi çocuğuna özel hoca tutmuş bir anne gibi hissediyorum savcım."

Bu espriyi her gün söylüyordu, her seferinde beni güldürüyor, Gökhan'ı sinirlendiriyordu. "Savcım bir şey der misiniz?" Ve hemen ardından gelen kelimeleri asla değişmeyen o soru...

Alperen'e döndüm. Benim de verdiğim cevap hep aynıydı. "Sus da otur." Alperen ezbere bildiği cümleyi beni taklit ederek söylüyordu. Ayağımı uzattım Gökhan'a, terliğimi alıp bana uzattığı gibi terliği Alperen'e fırlattım.

"Ama siz iyice birlik olup bana sardınız?" Terliği anında yakaladığında şaşırdım.

"Hayret senin reflekslerin gelişti mi?" Çaktırmadan öbür ayağımdaki terlik de elime geçti.

"Hep vardı savcım, aşk olsun!" O kendi kendine pohpohlanırken öbür terliği fırlattım. Tutamadı çünkü beklemiyordu. "Ah!"

"Beklenen şeyi tutmak kolay Alpo, önemli olan ansızın gelene hazırlıklı olmak..." Önüme döndüm, bir dilim elmayı ağzıma attım. Gökhan da öyle bakınca ona da söylendim. "Paşam? Sen neyi bekliyorsun? Kalemin ayaklanıp soruyu çözmesini mi? Odak gitti, orada da böyle dalarsan bittik..."

"Çözüyorum savcım." Kalemi ustalıkla eline aldı ama kağıda hala değemedi kalem. Bekliyorduk. Gökhan bir sayı yazmak için bile düşünmeyi seçiyordu.

"İnşallah oğlum." Beklemeye devam ettik. "Allah'ım Gökhan'ın taş ellerini çöz yarabbim." Elimi yüzüme sürdüm. "Amin..." Anlamamış gibi bana baktı. "Taşa mı döndü elin sayfaya işlemi yaz da çöz artık!"

"Sizden öğretmen olmazmış savcım. Siz iyi ki savcı olmuşsunuz..." Alperen'den arada bana da laf geliyordu.

"Asıl sizden öğrenci olmaz."

"Yapıyorum şimdi savcım." Yeniden Gökhan'a döndüm. Yapamayacağını bilsem müdahale edecektim ya da soruyu anlatarak çözecektim ama yapabileceğini biliyor, yapması için bekliyordum. Nihayet kalem sayfaya değdi. Zaten gerisi çok uzun sürmüyordu. Gökhan'ın sayısal zekası iyiydi. Başını getirdiği an sonucu bulmak zor olmuyordu.

"Aferin lan!" Bunu her soru çözdüğünde söylüyordum ama her seferinde çok büyük bir şey başarmış gibi mutlu olmaya devam ediyordu. Heyecanı hep aynıydı.

Sınav yarın sabahtı. Bugün son kez denemeyi çözmüştü. Kapattığında rahat bir nefes aldı. Derece yapamayacak olsa da bence sonuç beklediğimizden bile iyi gelecekti. Sınava giriş kağıdı benim evimde kitaplıkta öylece duruyordu. "Bana bir su alalım, küçük su." Liseden sonra hiç üniversiteyi bile düşünmemişti, sınava hiç girmemişti. İlk kez girecekti, fazla heyecanlıydı.

O an aklıma Hakan ve Karaca geldi. Levent dede herkesin numarasını bana atmıştı. Sanki kendine ait bir rehber gibi kalabalıklardı. Arayıp aramamak konusunda çok kararsızdım. Telefonumu elime aldım, Karaca'yı aradım.

Çok sürmeden telefon açıldığında kendimi tanıtacaktım ama gerek kalmadı. "Ahsen abla?"

"Karaca, ben yarın sınav var diye aramıştım. Nasılsın?" Biriyle konuşurken genelde net olurdum ama bu farklıydı. Aileydi bu, üstelik bir düzeni olan bir aileye yeni dahil olan biri olarak biraz çekingendim.

"Biraz iyi, biraz değil gibiyim. Yani sanki her şeyi unutmuş gibiyim. Sanki hiçbir şey yapamayacak gibi..." Sesinden biraz panik ve hoş olmayan bir heyecan olduğu belli oluyordu. Onu nasıl rahatlatabilirdim bilmiyordum ama savcı olmak isteyen birini savcı olarak arayıp konuşmak belki biraz moral olur diye düşündüm.

"Biliyor musun o hep var. Yani ben bile her duruşmada aynı şeyi hissediyorum." Rahatlaması için gülerek konuştum. "Sınavda öyleydim, sonra üniversite bitti stajda öyle, baro görüşmesinde, savcılık mülakatında, şimdi de her duruşmada. Ne kadar hazır olduğumu bilsem de sanki adımı sorsalar söyleyemeyecek kadar gidiyordu aklım ama gitmiyordu. Her şey geçti gitti, hala var duruyor o heyecan, hep de olacak ama aklında olan her şey orada olmaya devam edecek. Eminim ki en güzel yerlere gideceksin."

"Hala oluyor mu?" Rahatlamak için emin olmak istiyor tekrar soruyordu.

"Oluyor tabii. Hayatın sonu değil ayrıca. Eminim ki yapacaksın ama yapamayacak olsaydın da bir şey olmazdı." Altay amca geldi aklıma, ders konusunda biraz pimpirikli biriydi. "Herkes konuşur, ne kadar konuşacaklar ki, ömür boyu mu? Hayır iki gün sonra susacaklar. Ben sınava girmeden önce abim gelmişti, dediği tek şey 'o sınavın içinden geç, öyle çık' olmuştu. Şimdi ben de sana söyleyeyim, o soruların içinden geç Karaca. Çıkınca da yapabildim mi diye düşünme hiç, kafanı dağıt."

Sesi biraz daha neşeli çıkıyordu. "Babam biraz gergin gibi ama çok ses etmiyor zaten. Dün Demir amca da çok konuştu, 'çocukları sıkma bu kadar, ondan ben daha çok seviliyorum, biraz abini örnek al' dedi. Dedem de söylendi. O yüzden biraz rahatım..." Güldüm.

"O zaman sorun yok?"

"Var gibiydi, şu an yok." Gülüşünü duydum.

"Ayrıca bir rakip daha yetiştirdim. Gökhan da sizinle birlikte sınava girecek." Gökhan'a döndü gözlerim. Göz kırptım.

"Bu rakip sayısal mı?"

"Aynen öyle..."

"Selam sana imparator..."

"O ne demek?"

"Z kuşağı dili Ahsen abla." Kahkaha attı. Kaşlarım havalandı, anlamamıştım ama güldüğüne göre sorun yoktu.

"Anladım..." Anlamamıştım ama bunu söylemeye gerek yoktu. Çok uzatmadım. "O zaman başarılar diliyorum sana."

"Teşekkür ederim."

Kapı çaldığı an ben hariç ikisi de ayaklandı. Azra gelmişti. "Ben geldim!" Bütün heyecanıyla evi canlandırdı.

"Hoş geldin!" Aynı heyecanla cevap verdim. Ayağa kalktım, sarıldım.

"Size bir şey vermeye geldim..." Elini çantasına attı, üç zarf çıkardı. Birini benim elime, diğerlerini de Gökhan'la Alperen'in ellerine tutuşturdu. "İlk size vermiş olayım ben..."

Dide'me... Yazıyı görünce anladım. Gözlerim parladı, gülümsedim. Beklemeden zarfı açtım. Klasik davetiyeden ziyade altta Azra'nın mükemmel yazısını tanıdım.

-Böyle uzun dantelli gelinlik giyerdim ben olsam...

-Önce talibi bul sonra giyersin, gelinlik her yerde var.

-Erkekten bol ne var, seçerim birini işte.

-İyi o zaman haber verirsin, birlikte seçeriz gelinliğini...

-Tamam seni de nedimem yaparım. Şahidim de olur musun?

-Olurum...

Yıllar önce olan konuşmamızı yazmıştı. Gözlerim doldu.

"Sözünü tutma vakti geldi. Dide yine benim yanımda olur musun?" Azra'ya döndüm.

"Olurum..." Yıllar önce söz verdiğim şeyi tutamayacağımı düşünüyordum. Şu an bunun gerçekleşme ihtimalinin yüksek oluşu beni mutlu etti. Azra her zaman hayal kurmayı ve o hayalini gerçekleştirmek için elinden geleni yapan biriydi.

Bir şeylere olan inancı, umudu hep olurdu. Benim o günkü karamsarlığıma bile umutla bakıyordu. Ben yanında olacağıma emin değilken sanki o emin gibi dururdu. Neticede onun dediği olmuştu. Yıllar sonra tıpış tıpış geldiğim yer onun olduğu yerdi.

"Biz de mi davetliyiz?" Alperen değil de Gökhan davet edildiğine şaşırmıştı.

"O ne demek? Davet etmesem niye vereyim size davetiye?" Bazen bana benziyordu tavırları. Gülerek izledim.

"Ne bileyim biz de buradayız ya ayıp olmasın diye?"

"Gökhan istesem Dide'yi tekken de yakalardım. Düğünüme düzgünce hazırlanıp gelin. Kız tarafısınız siz." Gökhan daha da şaşkındı. Alperen'i kız istemeye ikna ettiğimde o da aynı böyle olmuştu. Omzuna vurdum.

"Düğünümüz var." Artık idrak etmesi gerekiyordu, etti de. Başını sallayıp usulca gidip ceketinin cebine yerleştirdi davetiyesini. Azra'nın ikisine de ayrı olarak davetiye vermesi değerli hissettirmişti. İkisi de önemsendiklerinin farkındalardı ki olmalıydılar da.

"Ee otursana miniğim." Hala ceketini çıkarmamış ayakta bekliyordu.

"Eve yerleşmeye çalışıyoruz. Doruk zaten evde, biraz daha tüm işleri ona bırakırsam sanırım bu düğün iptal olacak. Benim nişanlımın yanına gitmem lazım. Sonra siz de gelin ama, az yardım edin..." Kapıya koşturdu.

"İyi git de kocasız kalma, ne diyeyim? Sarp gelince geliriz biz de yardıma." Kapıya kadar geçirdim. Yanağımdan öptü hızlıca kapıdan çıktı.

"Gelin gelin." Gitti. Peşinden Alperen'le Gökhan'da kalktı. "Biz de çıkalım savcım. Sınav kağıdı kalsın burada bu mal kaybeder şimdi. Yarın görüşürüz. Siz bir şey olursa arayın ben iki dakikada damlarım.*

"Peki." Bir şey diyemedim. İkisi de çok hızlı şekilde toparlanıp çıktılar.







***







 

Mejder'in son hali eskisi gibi değildi. Sarp'ın ona isabet eden bir değil iki mermisi olmuştu. Aceleyle kaçak şekilde arabada gittikleri için Sarp'ın da bundan haberi yoktu. Tek bildiği Mejder'e isabet ettiği mermisinden biriydi, tam olarak nereye isabet ettiğini ya da iki mermisinin isabet ettiğini bilmiyordu.

Mejder'in biri ciğerine diğeri beline gelen mermiden geriye kalan şekli; topal ve soluğu zayıf oluşuydu. Kendince yapılan operasyonları tek bir yerden yönetiyordu. Bir süre sessizce aynı yerde ilerlemiş, düzene girmiş, yeni planlar düzenliyorlardı.

Fırat'ı olduğu yerden çıkartmak için çokça düşünseler de Mejder kendi burada yeni otoritesine sahip çıkmaya çalışıyor, Fırat'ın orada kalmasını destekliyordu. Yaşadığı şeylerden sonra faaliyetlere katılamazdı, bu bölgede başkan olmak onun işine gelirdi.

Yıkık dökük uzak bir köyde, bir binanın gizlice kazdıkları yerin dibinde bir sığınak kurmuşlardı. Kılını bile kıpırdatmadan öylece oturuyor, emir veriyordu. İçeriye dalan adamına sinirlendi. "Ne yapıyorsun lan!"

"Sıçtık abi!" Panik bir hali vardı. Olayı anlatamadan bir adamın daha odaya girip aceleyle telefonu Mejder'e tutuşturmasına baktılar. Mejder de panik oldu. Gelebilecek tek telefon büyük patrondan gelirdi, dört yıldır da hiç telefon gelmemişti. Titreyen elleriyle birazdan titreyeceğine emin olduğu sesiyle telefonu kulağına tuttu. "Marki..."

"İcraat?" Yanıtını aldı sadece, iyice panik oldu. "Bir siki başarmanız için illa başınızda mı durmam gerekiyor?" Sesi sertti. "Askeriye hala sapasağlam sanırım, siz? Ayakta bile duramıyormuşsun. Fırat yok. Maraz yok. Harun yok. Haluk hain, ölü."

"Biz yeni şeyler düşünüyoruz. Yerimiz çok iyi, bir sorun yok."

"O zaman yerinden çık da biraz ortalığı karıştır Mejder? Oraya tatil yapmaya gitmediniz. Kaçmak yerine azıcık asker öldürün?" Mejder ne cevap vereceğini bilemedi. Marki devam etti. "Demir Yücel? Hala ölüm haberi gelmedi... Adamın eceliyle ölmesini mi bekliyorsunuz?" Dişlerini sıkarak konuştuğu belli oluyordu. "En kısa zamanda geleceğim."

"Nasıl yani?"

"Karşılıklı konuşacak kadar yakın olacağız yani! Ben gelmeden benim için güzel sürprizler yaparsan senin için çok hoş şeyler olur aksi taktirde..." Devamını getirmesine gerek yoktu, Mejder net bir şekilde mesajı anladı.

"Tabii." Telefonu Marki kapatana kadar bekledi, nefesini tutuyordu.

Odadan herkes çıktıktan sonra tek başına tüm korkusuyla kafasını doldurdu. Kendisiyle hiç daha önce konuşmamıştı. Fırat bile Marki'yle konuşma fırsatına sahip olmamıştı. Gerçek adını bilmezlerdi, nasıl biri olduğunu ya da nerede yaşadığını. Yüz yüze gelmek olumlu bir şey için değil de azar yemek için olunca korkmaya başladı. Hiç buralara gelmeyen, işleri uzaktan yürüten bir adamla karşıya karşıya gelecek olmak yılların tüm başarısızlığının da bedelini olarak çıkacağı anlamına geliyordu.

***

 

"Komutanım ben bir bok kokusu alıyorum." Ruhi ilerlerken kendinden emindi. Tüm heybetiyle salınıyordu.

"Götünden gelmesin de öbür türlü ben de o kokuyu almaya razıyım." Yunus sıkıca tuttuğu silahıyla temkinli şekilde ilerliyordu.

Çok uzun sürmeyen bir yürüyüşten sonra hempinse aynı ifade vardı. Fazla süren bu sessizliğin içinde kendileri dışında gelen seslerin farkındalardı. "Kolu götünden gelmiyormuş Ruhi." diye söylenen Ulaş'a döndü Ruhi. Ona olan espiri umurunda değildi, haklı çıktığının sevincini ve tüm bunların ardından biraz daha eğleneceklerini düşüniyor keyifleniyordu.

"O koku şu an benim burnuma da gelmiş olabilir." diyen Onat her zamanki gibi kendine çoktan kusursuz bir yer bulmuş, yerleşmiş, dürbünüyle tüm alanı gözlüyordu.

"Sana geldiyse senin götündendir, buradaki kokuyu alamazsın sen." Ruhi kendi kendine bir binayı seçmiş sessizce yaklaşıyordu.

Onat'ın tüfeğinin yönü Ruhi'ye döndü. "Senin o kahverengi götünü vurmamı istemiyorsan kes sesini. Senin ilerlediğin enkazın orada hareket var, üst tarafta. Sola ilerle." Etrafı taramaya devam etti. "Komutanım saat üç yönü üç adam." Sarp'ın olduğu tarafa döndü.

"Herkes sessizce beklesin. Gözcü senin görüşün temiz mi?" Onat'ın söylediği yöne ilerlemeden önce sessizce bir duvarın dibinde bekledi.

"Temiz komutanım. Adam açıkta, siz iki leş alsanız üçüncüsünü ben indiririm. Siz seçin, diğeri bende." Diğer yerlere baktı. "Ediz komutanım dokuz yönü." Bir başka tarafa. "Mert komutanım, sağ bina temiz." Kıraç ve Ulaş'ın olduğu tarafa döndü, biraz detaylı bakındı. "Komutanım... Ulaş ve Kıraç'ın önündeki bina ana bina sanırım. Orası daha dolu."

Kısa süren bir plan yapıldı. Sarp konuştu. "Onat bana müdahale etme. Herkes sessiz hallediyor. Kıraç, Ulaş dalmayın, bekleyin bizi. Tek bir mermi sesi duymayacağım. Onat, ana binaya girdiğimiz an açılışı yapacaksın, içeriye girmemizi bekle, sana komut vereceğim."

Herkesten aynı anda aynı ses geldi. "Emredersiniz Komutanım!"

"Tek bir çizik görürsem, birinizi bile yerde görürsem hepinize keserim hesabı. Götünüzü patlatırım sizin. Girdiğiniz gibi çıkın, hadi aslanlarım!" Sarp vermesi gereken, tim de alması gereken mesajı alınca hepsi işine odaklandı.

Sarp sessizce önüne baktı. İlerleyişi sessizliğine rağmen fazla hızlıydı.

***

 

"Ses geliyor abi!" Mejder'in bulunduğu odaya aynı aceleyle tekrar bir baskın olmuştu. Onat'ın metrelerce uzaklıktan çıkan mermisi çoktan açıklarda duran bir adamın alnının ortasından geçip girmişti.

Mejder'in görüş açısına bir çift yeşil göz çıkmıştı, tanıdı Mejder. "Bir ses duyduysanız biz geldiğimizi haber vermek istemişizdir. Elimiz boş da gelmedik öyle..." Silahını doğrulttu, Mejder'in yanındaki adamların ikisini öldürdü.

Tek kalan Mejder'in yanına ilerledi. "Ben seni bulmuşum, sen bana vurulmuşsun, seni bırakır mıyım ben hiç?" Tüfeğinin kabzasını Mejder'in başına vurup bayılttı. "İyi uykular..." Mejder'i tek eliyle sadece yakasını kavrayarak bir köşeye kaldırıp fırlattı.

Telsize konuştu. "Mejder burada." Mejder'in ellerini bağladı, ayaklarını bağlama gereği duymadı. Odaya girdiğinde Mejder'in ayağa kalkamadığının farkındaydı gerek görmedi.

Peş peşe atılan mermilerin sesinden korkan tarafın aksine bu sesle huzur bulan tim rahattı. Sanki bambaşka birine dönüşüyordu herbiri, şehir içinde duran sakin kişilikleri rakıma göre değişiyor dağa çıktıkça o yüzlerini gizliyorlardı.
"Komutanım 12 yönü temiz." diyen Onat'a karşılık kıkırdadı Ruhi, elindeki tüfeğini öptü, telsize konuştu. "Kaç leş?"

"12." diyen Onat'la yine Ruhi'nin sesi çıktı. Gülüyordu. "Komutanım duyuyor musunuz?"

"Duyuyorum Ruhi, söyle!" diyen Sarp'ın da dinlediğinden emin olan Ruhi yeniden ağzını açtı. "16 leş komutanım. Temiz."

"Ruhi!" diyen Sarp'ın sesi biraz gergin çıktı ama telsizden Ruhi bunu pek anlamamıştı, sakince yanıtladı, bir tebrik bekliyordu belki de. "Komutanım?"

"Ses tellerini siktirme, sidik mi yarıştırıyorsunuz? Alanı boşalt yanımıza gel." Bu sefer sert talimat telsizden bile anlaşıldığında daha fazla zorlamadan tası tarağı toplayan Ruhi timin yanına geçmeye koyuldu. "Emredersiniz Komutanım!" Hızlıca tüfeğini kendine sabitledi, kendi içinden hala kendi kendini şımartıyordu.

"Komutanım her yer temiz. Mejder hala baygın..." diyen Yunus timin yanında olduğundan artık telsizle konuşulmuyordu. 'Bizim bile ebemizi siken el buna gelirse tabii uyanmaz' kendin kendine mırıldandı. Yanında yürüyen Mert, Mejder'in saçlarını çekiştirip duruyor, uyanacak mı diye bakıyordu.

"Toplanın helikopteri bekliyoruz."

Ruhi henüz gelmemişti. "Komutanım beni alma-" telsizden gelen ses kesildi.

Sarp iç çekti. "Kalın burada." Herkes öylece etrafına bakınırken Onat da dürbünden Ruhi'yi bulmaya çalışıyordu. Sarp, Onat'ı beklemedi, Üst kata çıktı.

"Komutanım binada değil, dışarıda, bir şeyi yok..." Onat görmüştü. Ruhi üstündeki toprakları temizlemekle meşguldü, yere eğildiği an Sarp dışarıya yöneldi, Ruhi'nin yanına ilerledi.

"Komutanım?" Karşısında ona doğru sırıtarak gelen Ruhi'yi gördü. İçi rahatladı ama bunu belli etmedi. Onun yerine Ruhi yanına gelir gelmez ensesine bir tane şamar geçirdi. "Komutanım..." Eliyle ensesini ovuşturdu. "Ne oldu ya?"

"Lan pezevenk bir şey oldu sandık. Niye ses vermiyorsun?"

Hala öfkeli olan komutanına, kimseye söylemeyi planlamadığı düşme hikayesini anlatmak zorunda kalmıştı. "Komutanım düştüm ya? Ayağımın altındaki taş kaydı gitti... Söylemeyin kimseye komutanım. Onat görmüş mü?"

"Görmedi kimse, ama şu an herkes benim telsizden duydu Ruhi." Yüzü kapalı olduğu için gülümsedi. "İyisin yani?" Omzuna vurdu, sarstı.

"Fiziksel olarak iyiyim komutanım da öyle bakmazsanız çok daha iyi olacağım..."
Tim elinde bir Mejder, geride sürülerce leş bırakmışlar görevi bitirmiş şekilde geri döneceklerdi.








***







 

Yine içeriye girer girmez kendini üst konuma çekmeye çalışıyordu. Pek işe yaramamıştı, birinin onu yaralaması için fazla kaşınmıştı Pamir. Bu ters tepse de her işi fırsata çevirmekte ustaydı.

Hastaneye sevk edilmişti. Ahsen'in haberi yoktu, henüz...

Hastaneye girdiği andan itibaren Sinan'ın haberi olmuştu, Sinan'ın haberi olunca Mutlu'nun da haberi olmuştu. "Tekin, şu adam hala ne için Pamir'in yanında durduğunu bilmiyor musunuz?" Bahadır'dan bahsediyordu.

"Avukatmış, neden yanında, ne boka yaramış hiçbir bilgim yok Sinan Bey. Yani bana kalırsa bir boka yaramamış ki bu halde Pamir Bey."

Bahadır'la göz göze geldiler. Aylardır sır tuttuğu düşünüldüğü için tutulan Bahadır'ı yanlarında tutmaktan sıkılmışlardı.

"Doğru. Kaldırın." Sinan'ın dediği şey netti. Herkesin yerine Mutlu silahını çekmişti. Çok düşünmedi, beklemedi, Bahadır'ın çırpınışları umurunda da değildi. Anında tetiğe bastı. Bahadır kurtarılacak ya da korunacak biri değildi. O camiadan bir pislik silinmişti.

"Pamir'in yanına git, bir ihtiyacı varsa yerine getir." Sinan'ın yeni emrine boyun eğdi. Yerde duran Bahadır çoktan temizlenmeye başlamışken Mutlu, malikaneden ayrıldı.

"Nereye?" Sinan'ın başka bir adamı Mutlu'ya döndü.

"İşim var." Sakin sakin kendi arabasına ilerledi.
"Söyle ben bırakayım seni." Mutlu'nun peşine takılmaya çalışıyordu.

"Sen de yakalanacaksan gel. Siz sağınıza solunuza bakmayı öğrenin sonra beni bırakma şerefine erişirsiniz." Arabasına bindi, kendi kendine gitti hastaneye ama hemen Pamir'in yanına girmedi.

Birini bekliyordu ki o kişi de gelmişti. Arabanın kapısına kadar gidip yardım etmek istedi ama yapamadı. Sessizce hastanenin girişinde beklerken Ahsen'e mesaj attı.

MUTLU: Nereyi istiyorsun?

AHSEN: Tuvalete geç, buralar genelde boş oluyor.

Ahsen'i beklemeden ondan önce girdi. Erkekler tuvaleti doluydu, Ahsen'i sokmak istemedi. Kadınlar tuvaletinden çıkan temizlik görevlisini durdurdu. "Abla içerisi dolu mu?" Biraz abes bir soru olunca hemen düzeltti. "Yani eşim... İçeride uzun boylu bir kadın var mı? Kumral?" Kafasından salladı.

"İçerisi boş, kimse yok." diyen kadına gülümsedi. Başını sallayıp kadının gittiğini görünce de içeriye girdi. Kabinlerden birinin içine saklandı.

MUTLU: Kadınlar tuvaletindeyim. Çabuk gel pezevenk etme adımızı lütfen. 2. Kat.

Birkaç dakika sonra Ahsen girdi içeri. Kapısı kapalı olan tek kabinin kapısını çaldı. "Çık hadi."

Mutlu'yu görünce genelde yüzü gülerdi ama duyduğu isim gülmesine engel oluyordu. "Al şunu. Sarp'a usb verdim. Ses kaydı var, kendi ölmüş gibi gider. Kimse bir şey sorgulamayacak."

Ahsen elindeki minik şişeye baktı. Mutlu devam etti. "Karar senin, ama bence bu daha fazla sürmesin." Göz göze geldiler.

"Nereden buldun bunu?" Satışının yasak olduğunu biliyordu.

"Ben yaptım."

"Talyum yaptın?" Ahsen'in kaşları havalandı.

"Ne? Yapamaz mıyım? Dene bak nasıl oldu..."

"Hepsini atarsam?"

"Mükemmel olur. Dört gün veriyorum. Dört günde biter."

Ahsen şişeyi inceledi. Düşüncelerinin içinde kayboldu. "Bilmiyorum Mutlu."

"Dide sanki hiç yapmamışsın gibi konuşma."

"O farklı bu farklı. O öldürmedi, kendim için de değildi. Emirdi."

"Yani? O da yine birileri içindi. Şimdi de kendin için yap." Konudan uzak Ahsen'e gülümsedi. "İyi ayaklanmışsın. Ağrın var mı?"

Ahsen başını iki yana sallayarak cevap verdi. "Ben gidiyorum?"

"Beklemen hata."

"Sarp bunu duyarsa hiç hoş şeyler olmaz."

"Duyurma o zaman. Eminim onunda senden gizli yaptığı şeyler olmuştur, olacaktır."

"O benden bir şey saklamaz."

"Sevdiğini korumak içinse insan her şeyi yapar."

"Gevelenip durma." Ahsen arkasını dönüp çıktı. Pamir'in odasına gitmeden önce bir kase çorba aldı.

Odanın başına geldiğinde ilk bir an giremeyeceğine tereddüt etse de polisler kapıyı çoktan açıp 'buyurun sayın savcım' dediğine rahat bir nefes verip içeri girdi. Pamir'i yeniden görmek midesini bulandırıyordu.

"Benden vazgeçemiyorsun." Pamir karşısında Ahsen'i görünce keyiflendi.

"Kes sesini." Pamir görmeden boşalttığı talyumun şişesini cebine sokuşturdu.
"Bana bir de yemek mi getirdin?" Güldü. "Önüne mantar koydum diye sen de bana zehirli bir şey mi getirdin." Şakanın gerçek olduğunu bilmek korkunçtu ama Ahsen bir şey söylemedi. "Neyse senin elinden zehir olsa içerim." Ellerini gösterdi gözleriyle. Kelepçeliydi. "Sen yedireceksin sanırım."

Ahsen yanına yaklaştı. İçinden çokça sabır çektikten sonra Pamir'in ağzına kaşığı tıkadı. "Üstüme döktün."

"Yani?"

"Sorun yok. Da... Sevgilinin haberi var mı senin şu an benim yanımda olduğundan, bana yemek verdiğinden?"

Ahsen dayanamayıp Pamir'in yakasına yapıştı. "O dilini öyle bir bağlarım ki... Değil laf sokmayı, kendi adını söyleyemezsin!" Ayaklandı. Çorba bitmişti. "Buraya bir kez daha geleceğim, son kez. O zaman ben sana son sürprizimi yapacağım." Odadan çıktı.

Telefonu çaldığında yazıyı gördüğü an açtı telefonu. "Dönmüşsün!" Neşelendi, yüzü güldü.
"Geldim, kapının önündeyim ama sen kapı yerine telefon açıyorsun?" Sarp kapının önünde durmaya devam etse de Ahsen'in evde olmadığını biliyordu.

"Hastanedeyim." İçi içini yedi, Sarp'tan bir şeyler saklamak istemiyordu.

"Ahsen ben ortalığı birbirine katmadan bana beni yatıştıracak bir şey söyle lütfen." Çoktan kapının önünden ayrılmış merdivenlere yönelmişti. "Bir şey mi oldu?"

"Yok benim için değil. Pamir gelmiş hastaneye." Ahsen'in sesi titredi.

"Yani?"

"Sarp geleyim konuşalım mı?"

"Hayır ben geliyorum zaten..." Arabaya binip aceleyle Ahsen'in yanına gitti.


***


 

"Ben zaten gelecektim..." Ahsen sessizce arabaya bindi.

"Ne bu halin? Suratın niye asık bu kadar?" Sarp'ın elleri Ahsen'in yanaklarını kavradı. Onu bakmaya zorladı.

"Bir şey söylesem kızar mısın?" Saklamak istememenin ardında Sarp'ı, Pamir'in yakasına nasıl yapışırken gördüğü aklına geliyordu. Şu an anlattıktan sonra olacakları tahmin etmek zordu. Olası durumda Sarp'ı durduracak gücü kendinde bulamıyordu.

"Ahsen gözünü seveyim niye kızayım sana? Sorun mu var? Söyle çözelim." İçini endişe kaplarken sessiz ve sakin kalmaya çalışıyordu.
Başını iki yana salladı. "Sorun yok... Yani bence." Ne olursa olsun bir şeyleri saklamaktan hoşlanmadığı için söylemeyi tercih etti. "Mutlu geldi, usb vermiş sana. Bana da bir şişe verdi."

"Ne şişesi?"

"Talyum... Satışı yasak zehir. Pamir için kararını vermiş, boşu boşuna demezdi, ben de yaptım."

"Anlamıyorum Ahsen. Ne bu talyum? Öldü mü?"

"Öyle değil işte... Ölmedi, ama ölecek. Önce kalp sancısıyla başlıyor, sonra konuşma yetisi gidiyor, sonra tüm vücudundaki kasları... Kanda çıkan bir şey değil. Özellikle bakılmadığı sürece bu bulunmaz."

"Ahsen otopsi?" Öldürme işine bir şey dememişti, Pamir'i acı çektire çektire öldürmeyi kendi de kaç kez planlamıştı. "Belli olursa..."

"Olmayacak..." Mutlu da o da işin başına geçecek güçteydi. Bir şeylerin çözülmesini engelleyecek kadar içeridelerdi. "Usb'de ses kaydı var... Mutlu ayarlamasa yapmazdı."

"Ahsen keşke yapmadan önce söyleseydin bana."

"Sarp o gün seni o şekilde gördüm. Sana o kadar seslendim, bana dönmedin bile. Sana deseydim herkesin gözü önünde koparacaktın kafasını. Sana söylemek istemedim, hala da öyle ama zorunda hissettim. Sırlardan nefret ederim. Senden saklayacak bir şeyim de yok. Her soruna sorgusuz cevap veririm biliyorsun." Sakinleşmeye çalıştı, Sarp'ın ona olan bakışlarına daldı.

"Ahsen bir şeyler için çok uğraşıyorsun, artık ben bile bunları yapmandan senin için yorgun hissediyorum. Bırak da bir işe yarayayım!" Tüm bu patlama, kaza derken olayların içinde kendini başarısız olarak görmek kafasını yemesine sebep olacaktı. Artık bir şeyleri başarmak için geç kalmak ya da başkaları sayesinde yapmak istemiyordu. Ahsen için fazlası olsa da Sarp böyle hissetmiyordu.

"İşe yaramak? Sarp yeterince yanımdasın zaten. Bazı şeylerin olması gerekiyordu oldu, sen de yara aldın, ben Doruk ve ben dışında kimsenin seni hastanedeyken sorduğunu duymadım. Ben de bir işe yaramak istiyorum, ben de senin yanında olmak istiyorum. Sürekli ben yara almışım gibi bütün ilgiyi üstüne yıkmaya çalışıyorsun, anlıyorum. Senin yaralarını da ben sarmak istiyorum ama üstte sürekli benim yaralarım var. Sen yapman gerekenin fazlasını yapıyorsun zaten. Benim gördüğüm mutlu ilişki sadece abimdi. Yaptığım da büyüdüğüm de değil. Benim için zaten en büyük şeyi yapıyorsun; yanımdasın..."

"Ahsen devam etme." Alnını sessiz kalarak Ahsen'in alnına dayadı. "Benim sevgi lügatımda daha çok şey var. Senin o yeterince yüksek gördüğün radde beni tatmin etmiyor."

"Yapma..."

"Ne yapayım? Bana öl de ölürüm Ahsen ama bir şeyi yapmadan önce bana anlat. Bazen yanında olmam da yetmiyor. Sen nasıl ben görevdeyken meraklanıyorsan ben de seni her işe gittiğinde merak ediyorum. Ne olup bittiğini, başına bir şeyin gelip gelmediğini, iyi misin kötü müsün bilmeden senin her şeyini bilmek istiyorum. Benim yüzüm kapalı Ahsen, bir gözlerim var bilinen. Sen açıktasın, yüzünü bilen biliyor, adam senin yanına yaklaştı kaç defa, sana aşık olacak kadar baktı sana... Benim endişemin daha çok olması gayet normal değil mi?"

"Değil. Senin için normal olan şeyler de bana normal gelmiyor. Sarp sana söylediğime pişman etme, saklamak istemediğim ne varsa saklamak zorunda gibi hissediyorum şu an."

"Ahsen seninle böyle bir konuşma yapmak istemiyorum. Sana güvendiğimi biliyorsun, söyleyeceğim tek şey bir şeyleri yaptıktan sonra değil yaparken haber ver. Lütfen..." Yanağına değdi dudakları, ardından boynuna gömdü başını. "Bana da böyle bakma, bir şeyi çekinerek anlatma. Ben sana kızmam, kızamam."

"Ama gördüm seni, tutmaya çalıştım, dört koca insan seni tutmaya çalıştı Sarp. Sana seslendim, durmadın da duymadın da. Benim sana söylediğim şeye sinirlenip sen o anlık sinirle bir şey yapsaydın? Ne yapacaktın? Sadece sen değil, ben de ne yapacaktım?" Ahsen sustu, başını boynuna sokulmuş başa yasladı, gözlerini kapattı. "Çekinmiyorum, senden korkmuyorum, sana güveniyorum, sadece bazen neler yapacağını kestiremiyorum... Bu da beni geriyor."

"Gerilme. Sen iyi misin? Artık tek başına yürüyebiliyorsun bakıyorum da?" Konuyu değiştirmek istiyordu. Yeterince yorulmuş, görev süresince kavuşmayı beklediği kişiyle bu tür konuşma yapmak istememişti. Fazlasıyla özlemiş, merak etmişti. "Ne yaptın ben yokken?" Boynunu öptü.

"Hiç... Gökhan'ı sınava hazırladım. Yürüdüm, oturdum, uyudum. Babam geldi her sabah, senin iyi olup olmadığını söyledi arada. Öyle..." Gülümsedi. "Sen ne yaptın?" Yanağını Sarp'ın yanağına sürttü. "Sakalın batıyor..."

"Gideyim keseyim de öyle öpeyim seni." Dudaklarına yöneldi, öpmeden dudakları değerken konuştu. "Yanaklarından... Dudakların için bir sorun olmaz bence." Ahsen'den cevap almadan öptü.

"Olmaz." Elleri Sarp'ın ensesine dolandı. "Sakallı da sorun olmaz, böyle de bir fena olmuşsun sen."
"Beğendin mi?" Hoşuna gitmişti. Ahsen pek böyle laflar söylemez, genelde hissettirirdi ama bu aralar laflarıyla da Sarp'ın hoşuna gidiyordu.
"Beğenmem mi!" Sarp'ın yanaklarına gömüldü.

"Ahsen..."

"Hmm?"

"Teması şu an kesmezsek ben kendimi tutamam. Şu an fazlasıyla zorlanıyorum." Durmak istemiyordu ama arabanın içinde pek mümkün olmayan şeyler için ilerleyemezdi. "Senin ev boş mu?"

"Boş. Ama seninki de boş. Doruk'la Azra yeni evde yerleşmeye çalışıyorlarmış." Son kez dudağına küçük bir öpücük kondurdu. "Ama benim evim daha mantıklı bir seçenek gibi."

"O evi hep sevmiştim..." Ahsen durmuşken, tekrar başlamadan arabayı çalıştırdı.











***








 

"Ne oldu? " Azra sessizce ev işleriyle uğraşan Doruk'un söylenmesini duydu. Başını eğdi ama göremedi. "Doruk?" Doruk'un elini gördü, hemen ardından buruşturup attığı kağıdı.

"Bunlar ne salak salak kurulum işleri lan? Kağıttaki vida yok ortalıkta. Dört tane lazım bir tanesini bulamıyorum. Zaten artık bulanık görüyorum." Dolabı duvara yasladı. Azra'nın yanına geldi.

"Canım her şeyi bir günde halletmeye çalışırsan kafan allak bullak olur tabii. Bırak yarın devam ederiz." Azra'nın narin elleri tabakları bıraktı, Doruk'un karşısına dikilip elleri omzuna dayandı.

"Haftaya düğün var? Gerçi sonra bi balayı yaparız ama olsun. Yarın bitsin her şey. Abim dönmüş, Ulaş'ı gördüm. Gelsin de az yardım etsin." Doruk'un da uyuşmuş elleri Azra'nın belini kavradı, kendine çekti.

"Bırak da biraz dinlensin." Doruk'un gövdesine yaslandı.

"Bence biraz biz dinlenelim. O şerefsiz benim gibi bir kardeşi olduğu için şükretsin, biraz götümde pervane olsun..." Cebinden telefonunu çıkarttı. Sarp'ı aradı. "Açmıyor." Tekrar aradı. "Yok açmıyor."

"Belki işleri vardır. Dide'nin yanındadır." Akıllarına ikisinin de farklı bir şey geldi ama ses etmediler. Birbirlerine belli etmemeye çalıştılar.

"Yorgun falan değil." diye mırıldandı Doruk.

***
 

"Ben bir kızıma bakacağım..." Demir neşeliydi. Akşam saatlerine yaklaşmıştı saat.

Yeliz güldü. "Bilerek yapıyorsun değil mi?"

"Neyi?"

"Çocuklar... Dönmüşler. Bırak biraz dinlensinler hayatım." Yeliz ne demek istediğini anlamıştı ama bu bilerek yaptığı bir şey değildi. Aklına şimdi gelmişti.

"Bunu düşünmemiştim bile ama artık hemen gitmek istiyorum. O benim kızım kızım! Ses etmiyorum diye fazla rahat davranmasınlar." Kapının önüne gitti. "Ben çok geç olmadan gelirim Yeliz'im."

Her zaman olduğundan biraz daha hızlı adımlamıştı. Çok sürmüyordu, mesafe çok yoktu. Başını kaldırdı, Sarp'ın evinin ışıklarının kapalı olduğunu gördü. Ahsen'in yanan ışığını fark etti.
"Allah'ım sen bana sakin bir karşılama ver..." Apartmana girdi. Asansörü bekledi, uzun sürüyordu, küfretti.








***







 

AHSEN DİDE YÜCEL

 

"Ya kesersem seni?" Usturayı tutuyordum. Hemen karşımda Sarp'ın içimi fena eden suratı duruyordu. Daha önce hiç sakal kesmemiştim, biraz endişeliydim.

"Kesmezsin." Lavabo dolabına baktı. Onu köpürtecek bir şey arıyordu. "Tabii kesmemen için bir şey lazım." Bakım ürünlerine öylece bakıyordu. "Bu kadar şeyi sen kullanıyor musun?"

"Çok kullanmıyorum, yüz yıkama jeli, nemlendirici, güneş kremi, serum..." Lafımı kesti, kaşları havalandı. "Daha ne kaldı?" Yanağına ufak bir sille vurdum. "Dinlemiyorsun!"

"Dinliyorum yavrum." Ufak sillem daha büyük bir şeye dönüşmesin diye ya da elimdeki usturadan dolayı bilmiyorum beni daha dikkatli dinliyordu.

"Arada bir kullanasım varsa kullanıyorum.
Keyfime göre. Cilt alışıyormuş, sonra bunları kullanmayı bırakınca cilt kötü oluyormuş." Aynadan ona bakıyordum. O hala bana bakıyor dinliyordu. "Bak benim haşin suratlıma, bebek gibi bebek..." Bir an onu övdüğümü anlamadı, kaşları çatıldığı an baktığım yere baktı. Kendini gördüğü an modu yerine geldi.

"Benim o!" Başka kime haşin suratlım diyebilirdim ki? Fazla havalanmasın diye arada bir iltifat ediyordum, hoşuna gidiyordu. Gerçek bir haşin surattı. İlk tanıştığımız an, didiştiğimiz o günler, yanımda değil de işinin başındayken olduğu o yüzü hala aklımdaydı. Şimdi farklıydı; bana karşı.

"Başka kim olacak?" Elime yüz yıkama jelini aldım, usturayı kenara koydum. Elimde köpürtüp suratına yaydım. Sakallarına sürdükçe daha da köpürüyordu.

"Başka maşka yok." Durdu kendine baktı aynadan. "Cilt bariyerlerimizin anasını sikiyoruz bu gece?"

"Cildini şimdi..."

"Neyse artık aldın beni..."

"Maalesef. Gönül kapım kapandı."

"Öyle de deme. Gönül kapım seni içeri aldı dışarıya kapandı de bari. Öyle de şey gibi oldu. Ben de yokmuşum gibi."

Ellerimi yıkadım. "Neşter?" Elime usturayı verdi. Titrettim elimi, suratına yaklaştırdığım an bileğimden tuttu.

"Cilt bariyerim de cildim kazınacak gibi titremesene Ahsen. Sakin ol bir tanem." Güldüm.

"Benim elim titremez Sarp. Sakin ol şaka yaptım." Elimi düzgünce tuttum ama yine de emin olamadım. "Ya da al ya."

"Saçmalama, yapsana Ahsen. Tamam parçala yüzümü gıkım çıkmayacak." Elimden almamıştı.
"Parçalarsam zaten böyle bir şey mümkün olamaz. Da... Bari sen nasıl olduğunu göster." Direkt eline tutuşturmaya çalıştım. Bıçak verirken elimden almamıştı yine yapacak mı diye merak ettim.

"Koy kenara alırım ben." Güldüm. "Yemezler."

"Ne yemezler? Lades oynamıyoruz ki?"

"Olsun sen koy ben oradan alayım."

"Çok değiştin çoook."

"İyi huylu bir adam oldum işte." Göz kırptı.
Bıraktığım yerden alıp bana göstererek küçük bir yeri kesti. "Yaparsın sen gerisini."

"Niye senin iki dakikada yapacağın şeyin bir saatten bitmesini sağlıyoruz?" Kenara koydu usturayı bu sefer ben aldım. Boyum uzundu, hatta baya uzun ama onunki de baya baya uzundu. Parmak uçlarıma çıktım. Sakallarını kesmeye başladım.

Bir süre sonra çene altına gelmiştim. "Hayatın kayar bak, hareket etme." İşime döndüm. Gülmeye başladığı an ona baktım.

"Bozma." Bir eliyle çenemi kavrayıp beni aynaya çevirdi. Dilim dışarda öylece ciddi ciddi duruyordum, suratımı düzelttim ama gülmeyi engelleyemedim, ben de güldüm. Boynuma eğildi, öptü, dudaklarıma geçti.

"Bir dur ya." Ben de onun çenesini tuttum. Çevirdim. Devam ettim. "Bitti." Yüzünü temizledim. "İyi iş çıkarttım?"

Sarp'ın kolundaki saate baktığını gördüm. "On yedi dakika..." Omzuna vurdum. "Ellerine sağlık güzelim. Gel şimdi seni öpeyim." Kucağına aldığı an bacaklarımı beline sardım. Artık iyiydim, belimde ağrım yoktu ama o hala fazla nazikti, elleri belimi çevrelemiş destekliyordu.

Onun öpmesini beklemeden ben atıldım. Kollarımla boynuna sarıldım. Saçlarının uzamış hali bile kısayken ellerim saçlarıyla oynuyordu.
"Ahsen... Ben bugün kendimi tutamıyorum." Ne dediğini çok iyi anlıyordum. Ben de kendimi tutamıyordum. Bu bugün demekle kalmayacaktı, şu dakikadan sonra bizim durulmamamız halinde bu diğer günlere sarkacaktı. Banyodan çıktığımızda odama hızlı girmiştik.

Yatağa beni nazikçe bıraktı. Benimle temasında zaman yavaşlarken kendi anını hızlı yaşıyordu. Üstündeki tişört saliseyle çıktı. "Kaldır kollarını güzelim." Elleri yine yavaşladı, yumuşadı. Tişörtümün iki ucunu tuttuğu gibi yukarıya kaldırdı. Çıkarttığı an bakmadan bir yere savurdu.

"Bak bunlar da güzelmiş..." Sütyenimden bahsediyordu. Sütyenimin askılarını çekiştirdi. Omuzlarımı öptü. Köprücük kemiğimle bir süre oyalandı. Titreşim hissettiğimde durdum. "Telefonum." dediğinde rahatladım.

"Açsana."

"Saçmalama. Şu an bu zevkimi bozamam. Kimin aciliyeti varsa biraz daha beklesin. Kim geberiyorsa biraz daha yaşasın." Telefonu cebinden çıkarıp kenara, uzağa koydu. İlgisi yine bana geçti. Elleri artık fazla hissediliyordu. Elleri ne kadar büyük ve sert olsa da dokunuşu pamuktan farksızdı. "Şu an bunu yapmamız doğru mu?" Eli yine belime gitti.

"Ne için diyorsun? Belim mi?" Başını salladı. "İyiyim ben..."

"Ahsen bir zarar görmeni istemiyorum. Seni de zorlamak istemiyorum. Rahmine ya da herhangi bir organına bir şey olur, tam iyileşmemiştir, ya da yeniden bir şey olur. O zaman yemin ederim kendimi gebertirim." Ona cevap vermedim, onun yerine pantolonumun düğmesini çözdüm, fermuarımı açtım.

"Çıkarmama yardım eder misin?" Gözümün içine bakıp yutkunduğunda ben hala yattığım yerden pantolonumu çıkarmaya çalışıyordum. Emin olmayan gözleri kendisi için değildi, benim içindi. "Çıkar şunu artık Sarp!" Emin olduğumu nasıl dile getirebilirim bilmiyordum. Pantolonumu şu an bu konumdayken çıkaramazdım ama durmak istemedim. Ellerim arkama, sırtıma gitti. Sütyenimi çözdüm, çıkarıp Sarp'ın üstüne fırlattım. "Dondun."

Donmuştu, artık gözlerini de kırpmayı bırakmıştı. Ağzı açılmıştı, hala karşımda dikiliyordu. Ten rengi beyaz olduğu için kızardığı an çabuk fark ediliyordu. Üstü çıplak olmasına rağmen ter içinde kalmıştı. "Dondum." Elleri sonunda bana değmeye devam ediyordu. Pantolonumu sıyırdı. "Ben duramazsam sen dur de bana Ahsen. Hatta sert bir tokat at suratıma. Ben ancak o şekilde kendime gelebilirim sanırım."

Ne zaman bir şey istesek ya da yapmaya çalışsak bunu biz durdurmadan duruyordu. Başlamadan hem de... Zil çaldığında anlık panikle toparlanmaya çalıştım. "Kim bu?" dediğimde bana döndü. "Burası senin evin ya güzelim? Birini mi bekliyordun?" Başımı iki yana salladım. Üstüme baktı. "Bekle burada."

Sakince çıktı odadan. saniyeler içinde odaya koşar gibi girdi. "Albayım!" Tişörtünü giymeden önce sütyenimi ve tişörtümü bulup bana getirdi. Ben de paniktim ama onun kadar değildim sanırım. Sütyenimi bana giydirdi, arkasını taktı, tişörtümü geçirdi üstüme, çıkarttı. "Ters, ters." Bir daha giydirdi. Zil tekrar çalıyordu. Saçlarımı düzeltti. "Sen git aç kapıyı." O da giyinirken dediğini yaptım.

"Baba?"

"Kızım?" Başını eğip eve bakmaya çalıştığını anladım. "Ne yapıyorsun?"

Anlamıştı Sarp'ın burada olduğunu, lafı dolandırmaya gerek yoktu. Girerse görürdü zaten. "Oturuyorduk?" Öylece suratıma baktı, söyleyeceğimi düşünmemişti. "Sarp var..." Tehlikeyi kendince atlattığını düşününce elinde telefonla konuşarak yanıma geldi Sarp. Sanki az önce hiç panik olmamış gibi rahat rahat konuşuyordu, bir anda ciddileşince şaka değil gerçekten telefonla konuştuğunu anladım.

"Kendi işini neden kendin yapmıyorsun?" diye rahatça konuşunca Doruk'la konuştuğunu fark ettim. Kaş göz yapıp kabul ettirdim. Babamın eve girmesi pek hoş olmazdı, ortalık dağınıktı. Onu eve sokmamak için de bizim de evden çıkmamız mantıklı olandı. "Geliyoruz birazdan..."

Ben babama döndüm. "Nereye?" dediğinde içeriye girmek ister gibi bakıyordu. "Azra ve Doruk evlerini yerleştiriyorlar ya. Yardım için yanlarına gideceğiz."

"Hemen mi? Şimdi?" Başımı salladım. Sarp'ın bana ceketimi uzattığını gördüm.

"Söz ben geleceğim yanına, ya da çağırırım seni. Olur mu?" Ne zaman onunla vakit geçireceğimi söylesem kabul ederdi yine etmesini istedim. Etti.

Evden çıktık, Sarp ile arasında ne muhabbet geçti bilmiyordum. İkisi de birbirlerine habersizce yan yan bakıyor bazen göz göze geliyorlardı. "Bir şey mi oldu?" İkisi de başını iki yana salladı. Bir şey olmuştu, ama şu an sorgulamak istemedim.

***

 

Doruk ve Azra lojmana çok uzak olmayan güvenlikli bir siteden ev tutmuşlardı. Çok sürmedi yolculuk ama eve söylediğimiz yemek bizden önce eve ulaşmayı başarmıştı.

Eve girdiğimizde ortalık çok dağınık değildi. Açılmamış koliler vardı, kurulması gereken mobilyalar. "Hoş geldiniz!" Kapıdan girer girmez içimi bir huzur kapladı, sonra dönüp ikiliye baktım. Gülümsedim.

"Hoş bulduk..." İçeriye ayakkabılarla girmek zorunda kalmıştık. "Abi gel şunu kuralım."

"Bir bismillah be oğlum, görevden yeni gelmişim, eve yeni girmişim. Bir tıkınalım başlarız kaçmıyorum ya?" Tartışan kardeşlere baktık Azra ile. Sarp kendi kardeşine söylenirken ben kendi kardeşimi kollarımın arasına alarak sarıldım. Kurulu olan mutfak masasına geçtik.

Yemeklerimizi yedikten sonra hep beraber masayı bulduğumuz gibi temiz bıraktık. İçeriye geçtik, içinde dekor olan kolileri açıp yerleştirdik.

"Abi kullanma kılavuzunu niye attın?" diyen Doruk'a yine kaşlarını çattı Sarp. Boşuna haşin surat demiyordum.

"Ha buradan yaparum!" Elini kafasına attı. Bir anda Azra'ya döndüm, eli ağzında kıkırdıyordu.

"Yaparum mu?" dedim sessizce. Yanımdaki Azra duydu. "Anne Rize, baba Artvinli olunca arada kanallar karışıyor." Sinirin nereden geldiğini çok aramaya gerek yoktu. Ben şaşkınca Sarp'a bakarken o da bana baktı, gözünü kırpınca gülümseyip işime geri döndüm.

Biz ne kadar sessizsek kardeşler bir o kadar sesliydi. "Yanlış taktık abi!"

"Oğlum bi sus da!" Taktığı vidayı söktü Sarp.

"Al işte delik kaldı abi." Ağlar bir surat ifadesi vardı Doruk'un.

"Hasbin Allah!" diye bağırdı Sarp. Küçük kardeş olmak kötüydü herhalde, benim abim başkaydı ben pek tatmamıştım ama Sarp ve Doruk oldukça eğlenceli tartışıyordu. Sustu Doruk. Çoğu işi Sarp yapıyor Doruk sadece malzeme veriyordu. Bizim işimiz bitince izlemekten ileri gitmiyorduk.

"Tutsana ha şuradan! Kapatacağum orayi vida celecek." Duruma daha fazla sessiz kalamadım. Sabahtan beri azarlanan Doruk'u kaldırıp Azra'nın yanına gönderdim. Doruk'un tutması gereken yeri ben tuttum.

"Tuttin mi? Heh bekle!" Dolabın arkasında kaldığı için benim geldiğimi fark etmemişti.

"Tuttim oni!" dedim gülerek. Hepimizden yüksek bir kahkaha duyulduğunda Sarp İstanbul kanalına geri dönerek "Ahsen?" dediğinde kafamı eğip beni görmesini sağladım. "Tak artuk şu vidalari." diyerek devam ettim.

O da güldü. Başını sola sallayıp işine geri döndü.

Koca gardırop kurulmuştu sonunda. Son kısımlarda Doruk geri gelmişti. Televizyon ünitesi de bitmek üzereydi. Yorulmayan tek bir kişi vardı, miniğim. O da gülerek keyfimizi yerine getiriyor bunda da oldukça iyi iş çıkarıyordu. "Şurada kaldı bir vida abi."

Sarp götünden ter atıyordu. "Ha oraya benum elum nasil siğacak?" Bu böyle devam ederse ben de götümü yırta yırta gülmeye devam edecektim. Daha önce hiç böyle konuştuğunu duymadığım için bana şu an aşırı komik geliyordu. Sarp'ın elinden şarjı bitti bitecek matkabı aldım. Minik dedikleri yere vidayı koyup ben yaptım. Bitmişti ama gece olmuştu. Gitmek için ayaklandık.

"Nereye?" diyen Doruk elinde şişme bir yatakla geldi. "Şişiririz kalın burada." Yorgun Sarp omuzlarını kaldırıp indirdi 'peki' dercesine. Sarp'a uzattı şişme yatağı. "Nefesine kuvvet abim şişir hadi." Çift kişilik şişme yatağı?

"Siktir lan, tak fişe şişiyor. Kimi kandırıyorsun?" Ben kanmıştım.

Şişen yatağa atlayacakken tuttum kolunu. "Yavaşça yat, patlatırsan yerde yatarız." Koca adamdı yavaşça bile yatsa patlayabilirdi. Acaba Sarp'ı tek taşır mıydı? Yavaşça bıraktı kendini yatağa, ben de hemen yanına bıraktım.




***




 

İçeriye giden Doruk ve Azra, Sarp'la Ahsen'in uyumasını bekledi. "Evin anahtarı var mı?" dedi Azra, Doruk'a.

"Var." Pantolonunun cebinden çıkarttı anahtarı Azra'ya verdi. "Beni evden mi atacaksın yoksa?"

"Saçmalama sevgilim, bu evin anahtarı değil mi?" Sağ elinde tuttu aldığı anahtarı, solda da kendi anahtarı vardı.

"Evet diğerini mi istedin? Ne yapacaksın?" Azra'nın neden anahtarı sorup aldığını anlamadı Doruk.

"Yok yok bu lazım. İçeriye bak bakayım uyuyorlar mı?" Odadan sessizce çıktı Doruk. Salonda uyuyan ikiliye baktı. Birbirlerine sarılmış öylece uyuyorlardı. Geri döndü nişanlısın yanına.

"Uyuyorlar. Ne yapacaksın söyle artık.""

"Bak şimdi sen seninkini Sarp'ın yastığının altına koy, ben de benimkini Ahsen'in yastığının altına. Haberlerinin olmaması gerekiyor." Yine hiçbir şey anlamadı Doruk.

"Bekar insanların ilk kez kaldıkları bir evde yastıklarının altına haberleri yokken anahtar koyulurmuş. Rüyalarında evlenecekleri kişiyi görüyorlarmış."

"Kaynak?" dedi Doruk. İnanmamıştı ama Azra için söylenmeden yapardı.

"Annemle babam." Başını salladı Doruk. Azra'ya verdiği anahtarı geri aldı, sallanıp ses çıkmasın diye ikisi de ellerinde olan anahtarları sıktılar avuç içlerinde. Sessizce yaklaştılar Sarp ve Ahsen'e. Azra zorlanmadan koydu anahtarı Ahsen'in yastığının altına ama Doruk tedirgindi. Uzattığı eli saniyesinde kırılabilirdi. Biraz bekledi sonra o da Sarp'ın yastığını altına iteledi anahtarını. "Bunlar zaten birbirlerini bulmuşlar sevgilim." diye fısıldadı Doruk.

Odaya geri döndüler. "Ya ikisi de rüyasında başka birini görüyorsa ne olacak? Onları bırakıp birbirlerini mi bulacaklar?" dedi Doruk, bilerek Azra'yla uğraşmak için.

"Uyumadan önce koymamız gerekirdi aslında ama imkansızdı, hem yeni uyumuşladır, görmemişlerdir rüya falan." Doruk'un söylediklerine hak verdi. Bu anahtar işine inanmıştı, zamanında Beste de rüyasında Adnan'ı görmüş, evlenmişti.

"Yeni uyumuşlardır sevgilim, takma onlar rüyada da bulurlar birbirlerini, zaten yapacağınızı yapmışsınız. Hadi gel uyuyalım biz de." İkili de yataklarına yattılar.






***





 

"Savcım ben bir panik oldum." Gökhan elinde sınav kağıdı, kimliği, ambalajı sökülmüş su şişesiyle duruyordu.

"Sakin ol. Oğlum evdeyken çözerken ses çıkarıyordum, vuruyordum yapıyordun. İçerisi daha sakin olacak. Sessiz sessiz çöz gitsin. Kutudan çıkan şekerleri yeme, miden bulanır. Çok su içme çişin gelir. Sakin sakin oku, çöz, geç. Mis gibi çözüyordun." Suyu açıp biraz içsin diye uzattı Ahsen.

"Erken çıkayım mı?"

"Çıkamazsın. Bu biraz daha dolu geçer. Yarınkinde erken çıkarsın. Panik yapma." Saate baktı. "Hadi geç. Üstünde başka bir şey var mı? Saat falan?"

"Yok savcım.." Üstünü aradı tekrar. Emin oldu. "Ben gidiyorum o zaman?"

"Bana bak. O kadar zorbaladım seni ama bilerek yaptım he! Yaparsın sen, dalga geçtiğime bakma." Alperen de destek verdi. Gökhan içeriye girdi.

O an Hakan da koşarak geçti. Ahsen'i görünce yanına geldi. "Ahsen abla? Kapandı mı kapı?" Bağırıyordu.

"Kapanmadı, daha altı dakika var." Ahsen de panik olmuştu. "Niye geç kaldın ki?"

"Kimliğimi unutmuştum... Babam ağzıma sıçtı zaten." Arkaya baktı, arabada duran Oltan'ı gördü.

"Tamam git gir hadi. Boşuna moralini de bozma. Zamanın var daha, sıra var kapıda. Rahat yetiştin." Hakan'ın stresini azaltmaya çalıştı.

Daha konuşacak kimse kalmayınca Alperen'le birlikte Oltan'ın arabasının yanına ilerledi. Demir'e baba dese de henüz amca, hala, dede, babaanne kelimelerini kullanmıyordu. "Aldılar değil mi?"

"Aldılar. Daha süresi var. Heyecan yapmıştır bir şey olmaz, yetişti işte." Biraz sert bir babaydı Oltan, Ahsen anlamıştı. Ama sürekli bir karşılaştırma yapıyordu. Ali'nin eline su dökeceke baba nadir görüyordu, Oltan bu kişi değildi. Evlatları için bir endişesi vardı.

"Çok rahat.. Sürekli aynı şey yaşanıyor. Askeriye istiyor bir de. Kazansın bakalım."

"Endişenizi anlıyorum ama bence içinizde yaşamanız daha iyi. Uyarıdan öte korku salıyorsunuz. Az önce içeri girerken bile sizin davranışınızı dile getirdi. Yeterince gerginler, eğitim sistemi belli, sınav sistemi belli, bence biraz daha alttan alıp sakince destek olmak gerekir. Tabii siz çocuğunuzu daha iyi bilirsiniz ama bence söylenmek yerine 'hallettik oğlum, yetiştin' demeniz sınava giriş şeklini hatta o anki moralini etkileyecek bir şey..." Ahsen böyle konuşunca Oltan bir şey diyemedi. Ali olaylarını yeterince dinlemişti abisinden.

Baba hakkında yapılan yorumlarda özellikle Ahsen'i dinlemeyi seviyordu. Fazla ısınmıştı ona. Amca olarak çok yanında olmak istiyordu. Çocuklarını kendince bir disiplinle yönetmek isterken yara almış bir çocuğun fikirlerini duymak onu daha da bilgilendiriyordu.

Yarın babalar günüydü, Ahsen'e gülümsedi. Bu gerçek babasıyla geçirebileceği ilk babalar günü olacaktı, abisinin de kızıyla geçireceği, onun kutlandığı ilk gün olacaktı.

Ama ne Ahsen yarının babalar günü olduğunu biliyordu ne de Demir. Ahsen hatırladığı zaman abisinin babalar gününü kutlardı, Demir de hatırladı zaman babasının babalar gününü kutlardı.

"Haklısın." dedi Oltan sadece. "Siz niye buradasınız?"

"Gökhan. O da girdi sınava onun için geldik." Birinin heyecanına ortak olup destek çıkmak ne kadar moral verici bir şey iyi bilirdi Ahsen. Özellikle bu yoldan geçmiş birisinin, tecrübeli olarak yanında durup yol göstermesi kıymetliydi.

Eksik yan ya iyiye yoruluyordu, ya da kötüye. Babasız olmak, eziyet çekerek büyümek Ahsen'i kötü biri yapmaktansa iyi biri olmaya evirmişti. Şimdi iyi bir babaya sahip olmak da çabuk adapte olmasına yardımcı oluyordu.

Tüm bu olanlara rağmen yine ilkleri yaşamak için bir gün vardı. Babalar gününü gerçek heyecanla kutlamak Ahsen'e 28 yıl sonra nasip olmuştu, Demir'e de öyle.

"Savcım ben bir gömlek alayım diyorum?" diyen Alperen'e döndü. "Sebep? Bir sürü yok mu zaten oğlum?"

"Bana değil. Babama. O içerde de gömleksiz durmuyor. Yarın babalar günü..." Alperen'in verdiği bilgiyle öğrendi ama ne yapacağını bilemedi.

Henüz babasını o kadar kabul edip etmediğini düşünüyordu. Ya da Demir'in onu bu denli kızı olarak kabul edip etmediğini. Bir şey almak istiyorken aynı anda da hiçbir şey almak istemiyordu. "Alalım." İçinde deli sorular varken Alperenle ilerledi. Amcasına bakmadı bile.

Alperen babası için dolaşırken Ahsen de sürekli etrafa bakınıp bir şeyleri almak için fazla kafa yoruyordu.




***




 

Ali kendi kendine yalnızlığını yaşıyordu. O yalnızlık zamanında Ahsen'i çok yemişti, sıra değişmişti. Karma Ali'ye sert bir şekilde vurmuştu. Şimdi gerçekten ailesi olan kişi Ahsen, yalnız kalan Ali'ydi. Bir eski püskü evin odasında duruyordu, sıkılıyordu, yiyecekleri belli aralıklarda, geldiği zaman yiyebiliyordu. Tek faydası dayaksız daha çok gününün olmasıydı.

Bugün babalar günüydü. Olması gereken de buydu. Babalık nedir bilmeyen, evladına sevgi yerine acı veren tüm babaların yalnız geçirmesi gereken bir gündü bugün ve en dibini Ali yaşıyordu. Bunu en çok hak eden oydu.










***










 

AHSEN DİDE YÜCEL

Bir sözüm vardı, bugün çağırmanın mantıklı olduğunu düşündüm. Babamla Yeliz Hanım'ı yemeğe çağırmıştım. Biraz fazla gerildim. Saat yaklaştıkça panik oluyordum. Aklımdan geçen tek soru şuydu; ya ben fazla ümitlendiysem?

Her şey hazırlandıktan sonra kapı çaldı. İçimde anlamsız bir heyecan varken kapıyı açtım, yüzünde kocama gülümsemesiyle babam ve eşi Yeliz Hanım duruyordu. "Hoş geldiniz." Kenara çekildim geçmeleri için.

"Hoş bulduk kızım." Çekinmeden söylemesi hoşuma gidiyordu. Annem dışında birinden, Ali'den bile duymadığım içten bir kelime olan 'kızım'ı duymak yeniden hoşuma gitmeye başlamıştı.

Elinde çiçekler vardı bana uzattığında teşekkür ettim. Onun günüydü ama o hala beni mutlu etme derdindeydi.

Hep beraber yemek yedik, hayatıma yeni giren babam durmadan her gülüşümde donup bana takılı kalıyordu. Masada her şey devam ederken asıl şey için kalktım masadan. Odama geçip yatağımın hemen üstünde bir hediye kutusu ve yanında duran çiçek buketini kaptım.

İçeriye, herkesin yanına geri döndüm. Elimdeki çiçeği hiç bekletmeden Yeliz Hanım'a verdim. "Bu sizin için." Gülümseyerek çiçekleri aldı. "Teşekkür ederim kızım." O da bana kızım diyordu, rahatsız etmiyordu, sesi huzur veriyordu.

"Rica ederim." Elimdeki hediye kutusuyla bana gülerek bakan babama döndüm. "Ben daha önce hiç babamın babalar gününü kutlamadım, seni de pek tanımıyorum o yüzden ne alacağımı pek bilemedim. Umarım beğenirsin, babalar günün kutlu olsun..." Elimdeki paketi uzattım. İlk başta öylece kalıp uzattığım paketi almayınca yanlış anlaşıldım diye korktum. Erken mi alışmıştım acaba bir babamın olmasına. İçimdeki soruların haklı çıkışını düşündüm, biraz moralim bozuldu, kendimi küçük düşmüş gibi hissettim.

Ben bu düşüncelerimi sürdürürken bir anda elimden hızla çekilen paketle bölündüm. Babam paketi çekip almış kağıdı yırtmamaya özen göstererek açmaya çalışıyordu. Kutunun içini açıp ona aldığım saatle karşılaştı. "Beğenmezsen değiştirebilirsin, dediğim gibi ne alacağımı bileme-"

"Çok beğendim, çok güzel." Koluna geçirdi saati. "Saat kaç?"

"20.18." dedim. Saatin doğru olup olmadığına bakıyordu. Doğruydu, umarım. "Ben ayarlatmıştım yanlış mı?"

"Hayır ona bakmıyorum. Unutmamam gereken saati öğrenmeye çalışıyorum. Bu benim de ilk babalar günü kutlamam, çok mutlu oldum." O da ayağa kalktı. Bana olan bakışlarından sarılmak istediğini ama benden izin ister gibi baktığını anladığımda ilk hamleyi benim yapmamın daha iyi olacağını düşündüm. Daha önce sarılmıştım sonuçta aynısını tekrar yapacaktık.

Ama daha dakika bir gol bir kollarım kendiliğinden önceki sarılmada olduğu gibi resmi değil boynuna atlar gibi yapışmıştı babamın boynuna. Yirmi yedi yıllık uzun bir hasretti, büyük bir boşluktan ziyade yara almış bir boşluğun yansımasıydı bu sarılma. O da bana sıkı sıkı sarıldığında hissettiğim yumuşaklıkla kendimi tamamen ona bıraktım. Şu an nedense kendimi yirmi yedi değil de yedi yaşında bir çocuk gibi hissediyordum. Sert bir mizacı vardı, askerdi, sert olması gereken göğsü şu an çok rahattı ama bildiğim bir diğer şey de bu rahatlığı hissedecek kişinin yalnızca benim olacak olmamdı. Çünkü onun kızı bendim, beni babam da o...

Saçlarımdan öptü defalarca, kokumu içine doldurmaya çalışıyor gibiydi. Şişen göğsü patlayacak gibiydi, çektiği kokumu geri vermek istemiyor gibi tutuyordu içinde. Boynuma düştü iki üç damla ıslaklık. "Teşekkür ederim. Kızım olduğun için, sarılmama izin verdiğin için, yanında olmama izin verdiğin için, her şey için teşekkür ederim."

Benim de gözlerim her an şelaleye dönüşebilecek bir hale geldiğinde elimle sildim gözümdeki yaşları. O sırada hala babam bana sarılıyordu.

O an anladığım tek bir şey vardı. Babalar severdi, korurdu, öperdi, güven verirdi. İçinde baba duygusu olanlar yapardı bunları, erkekler değil. Her erkek baba olabilirdi ama evladının içten bir baba kelimesini söylemesi için gerçek bir baba olması gerekirdi. Kollarının arasında durduğum adam Ali gibi baba değildi, tüm acemiliğine karşı yıllar sonra bulduğu kızına doğduğu andan beri bakıyormuş gibi duygusal yaklaşan bir babaydı. Hissetmesi güzel bir duyguydu...

***

Bölüm sonu...

Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

Yazım yanlışlarım olduysa kusuruma bakmayın.

Kendinize iyi bakın. Seviyorum sizi.

Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

***

Bu arada ben şuraya minik bir balon koymak istiyorum...

🎈🎈🎈

 

Bölüm : 26.05.2025 00:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...