26. Bölüm

22| Mahbup

Nathalie Pall
nathaliepall


Ben geldimm!

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir ve umarım bu bölümü de beğenirsiniz.

Bir dava sürecine girdim, amacım kendi haksızlığım karşısında hakkımı aramaktı ama şu an öyle bir dönemdeyiz ki haklı olsak dahi haksız çıkabiliyoruz.

Beni biliyorsunuz bu tarz olaylarda insanların fikirlerine saygı duyar ama kendi fikrimi de bilgim dahilinde konuşmayı, hakkımı aramayı severim, haksızlık karşısında da pek çok duruş sergilemiş ve tüm bunların karşılığında hala haksızlığa uğramak durumunda kalabilirim ki şu an içinde bulunduğum an tam da böyle.

Bir süredir pek mümkün olmasa da kendime vakit ayırmaya çalıştım. Bol bol hastaneye, zaman zaman adliyeye gittim. Vücudumdaki kızarıklıklar azaldı, şu an sadece stresten kaynaklı yorgunluklarım var, onun dışında yavaş yavaş toparlanmış sayılabilirim.

Bu süreçte beklediğiniz için ve sabrınız için sizlere teşekkür ederim.

Whatsapp kanalına gelebilirsiniz. Link instagram biyografimde yer alıyor. Instagram hesabımı da profilden bulabilirsiniz.

Yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür dilerim.
Satır aralarında bol bol yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Başlamadan da yıldızımıza basalım mı?

Okuyanlar için keyifli okumalar diliyor, sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum efendimmm...

***

***

***

"Aşk her güçlüğü yener."

***

 

İnsanın iradesiyle aşkı seçmesi onun doğru seçim yaptığı anlamına gelmez. Ya da seçtiği kişinin onun doğru olduğunu kanıtlamaz. Zamanla iyi gelen şeyler sana kötü gelmeye başlayabilir, senin farkında olmadığın şeyler farkında olmanı sağlayacak bir adım atman için biraz zamanını çalmış olabilir, hayatında tek seçiminde doğruyu bulamaman bir kötü şans değildir.

Asıl mesele; tüm bu yanlışlarına rağmen doğruyu bulmak için hala hevesini koruyup seçim yapmaktan korkmamaktır. 'Ya bu da doğru değilse?' deyip yine de bu seçimi yapmaya cesaret göstermektir. Atacağın adımın önünü görmeden adım atman gerekirse bunun sonucunda ne olursa olsun geldiğin yolu geri dönmemektir.

Geçmişte bir şeyler yanlış oldu diye hayata küsüp önüne gelecek iyi kötü tüm fırsatları tepmek yaşamını sessiz ve boş sürdürmekten başka bir şey değildir. Dene, başarmaya çalış, olmadıysa bir kez daha denemeye hevesini sürdür, yaralandın mı, kalk. Hayatına giren herkes yanlış değil. Biri mi gitti, iki kişi girer, biri mi üzdü, iki kişi mutlu eder.

Gidenin yeri dolmaz, herkes kendine özel karakterde girer hayatına ama bir duygu kaybolurken bir başkası sana yeni bir duygu katar.

Üzülmek asla kaybolmaz mesela, ya da mutlu olmak. İnsanlar da böyledir. Bünyesinde tüm bu duygular dururken acıyı zamanla dolduracak mutluluğun gelmemesini beklemek saçmadır.

Annesini kaybeden bir kızın bir yanı büyük bir boşluktur, hüzün doludur ama zamanla boşluk olduğu yerde durmaya devam etse de üstünden ince duygular geçer. Aylin gittikten sonra bir süre hiç gülmeyen Dide'yi güldüren arkadaşları gelmiştir hayatına. Bu şimdi haksızlık mıdır?

Hayatın içinde yaşamaya devam eden canın gönderdiği her kişi için bir duygusunu yitirmesi mümkün değildir. Acımasızlık... Babadan gördüğü tüm bu nefretten sonra bile hala yolda üşüyen bir hayvana duyduğu merhamet duygusu nedir?

Yanlış bir aşk seçimi görmüş aileden sonra yanlış bir erkek seçen Ahsen hep mi yanlış bir ilişkiye hazır olmak zorundadır? İyi hiç mi onun hayatına uğramaz?

Tüm bunları reddeden Ahsen'in hayatına giren Sarp'ın da mutlu olmaya hakkı olduğunu anlamak biraz yıpratıcı olsa da Ahsen'in artık kabul ettiği gereklerdi. Annesini hala deli gibi özlüyordu ama gülmek de istiyordu, Pamir'le olan ilişkisinden nefret ediyordu ama Sarp'la birlikte olmaktan mutluluk duyuyordu. Babasından hala nefret ediyordu ama yeni gelen babasının onun için iyi olduğunu kabullenmeye hevesliydi.

Yani bir yerde geçip giden dünyanın içinde kalmaya devam eden kimse hayatını yaşamaktan başka şansı yoktu. Bu bir kere tanımlanmış şansta yaşamanın kıymetini hatırlamak hal bir umudun sembolüydü.

Sarp'ın tüm bu olanlardan sonra yanında uyuduğunu izliyor olmak, abisinin tüm bu olayların arasında hala küçük bir çocukmuş gibi yanından ayrılmaması, arkadaşlarının iyi gün kötü gün sözüne sadık kalması, babasının gerçekten bir evlada yapılması gereken gibi endişeli bir şekilde iyileşmesini beklemesi, kan olmadan da ailenin olabileceğinin mümkünlüğünü gösteriyordu.

Sessiz sakin duruyordu, bir elleri vardı rahatça hareket ettirdiği bir de başı. Solunda, ayrı bir yatakta yatan Sarp'ın uyuyuşunu izliyordu Ahsen. Gördüğü adamın onun içinde büyük bir yer kapladığının farkındaydı. Gün geçtikçe kapladığı yer artıyordu. Sol eli Sarp'ın elinin içindeydi.

Sarp'ın tüm gün boyunca onu izlediğinin farkındaydı, sıra değişmişti. Aşk insanı hem öldüren hem yaşatandı. Sarp'ın kalbinin durduğunu öğrenmişti Ahsen, nitekim Pamir'in dediği doğruydu Sarp ölmüştü. Aşk durdurmuştu ama onu yaşatan da oydu. Sarp gözlerini açtığında Ahsen'in onu izlediğini gördü. "Ahsen? Bir şey mi istedin?" Doğrulmaya çalışıyordu.

Durumu gittikçe iyi oluyordu Sarp'ın. Çok hareket etmemesi gerekse de bunu pek takmıyordu. Ahsen'in ona gülümsediğini görünce duruldu, tebessüm etti. "Ne oldu?"

"Hiç..." Yanında istiyordu Sarp'ı. Kalkamıyordu yerinden ama kalkabileceğini ve bunu da Sarp sayesinde yapabileceğini biliyordu. "Yanıma gelebilir misin?"

"Yanındayım ya güzelim?" Yataktan kalktı. Ahsen'in yatağının dibindeydi şimdi, eğilmekte zorlansa da Ahsen'i öpme isteğiyle başardı. Ahsen'in boynunu öptü.

"Öyle değil, yanıma yatsan?" Yanında büyük bir boşluk vardı zaten hareketsizce yatıyordu, solu da sabitti, sağı boştu. "Sağımda bir sürü yer var?"

"Yok, bir yerine falan çarparım sonra kahrolurum. Sen yat orada uslu uslu, bana da bir daha böyle teklifler etme." O da yanına yatmak istiyordu. Ahsen'in boş yanına sığıp sığmamayı hesaplamaya çalışıyordu gözleriyle.

"Bir şey olmaz Sarp. Sen canımı acıtmazsın..." Sağında duran yastıkları çekmeye çalıştı. "Bana daha büyük bir yastık lazım." Sarp'a uzattı yastıkları. "At şunları yastığının üstüne."

"Dur Ahsen. Çok sallanıyorsun." Ahsen'in ellerini tuttu. "Tamam ben yastıkları alırım. Ama ya bir şey olursa? Bırak boş ver gelmeyeyim."

"İyiyim ben." Sarp'ın gözlerine dikti gözlerini.

"İyisin... Emin misin?" Sarp da dayanamıyordu. Biraz daha yanaştı Ahsen'e, karar vermeye çalışıyordu.

"Eminim?" dediği an Sarp daha fazla karşı çıkamadan Ahsen'in yanına doğru geçti. Yatağı çok sarsmadan önce oturmaya çalıştı. Bacaklarını da araya sığdırdığı an Ahsen "Ah!" dediği an dondu. Uzandığı yere tam yaslanamamışken kalktı yataktan.

"Dedim ben sana Ahsen! Neren acıdı? Belin mi? Çok mü kötü oldun? Bekle bir baksınlar?" Sarp'ın bu panik hali karşısında gülmeye başlayan Ahsen gitmesin diye Sarp'ın elini tuttu. "Neydi bu şimdi? Şaka mı yaptın?" Suratı düştü, bembeyaz olmuş rengi yavaş yavaş kızarıyordu şimdi de. Canını yaktığı için korkmuştu.

Ahsen başını salladı, Sarp'ın sinirli halini görünce gülüşü kesildi. "Şakaydı ya... Hadi gel." Sağ tarafına hafifçe vurup Sarp'ı çağırdı yanına yeniden.

"Gelmiyorum!" Şakaya kızgındı, ayrıca bir kez daha yanına yatmaya çalışmak şakayı gerçeğe çevirebilirdi. Riske atmak istememişti.

"Ne demek gelmiyorum Sarp? Gelsene!"

Sarp kendini ağırdan sattı. "Komik şakan yüzünden bütün hevesim kaçtı Ahsen." Kaçmamıştı aslında ama şu an hala yaşadığı panik içinde sürüyordu.

"İyi gelme! Çık git dışarıda uyu o zaman!" Ahsen, Sarp'ı yatağına değil de odanın dışına kovuyordu şimdi de. "Gözüm görmesin seni..."

Ahsen'in tribine pek rastlamamıştı, şu an bu trip onun için komikti. "Bak giderim?" Bozmadan devam ettirdi.

Ahsen'in içinden 'siktir git' demek geçse de diyemedi. Karşısındaki bir başkası, arkadaşı olsaydı derdi ama Sarp'a bakarak bunu diyemiyordu şimdi. "Git... Yolla Berkin'i benim yanıma. O durur benim başımda."

"Berkin başında duracak ve sen de Berkin'in dırdırını çekeceksin öyle mi?" Sarp gülümsedi. Berkin'le aralarında ufak bir kıskançlık vardı ama Ahsen'in de bu durumda Berkin'e kalmak istemediğini biliyordu.

"Çağır Berkin'i, git başka yerde yat sen de." Ahsen'in devam ettirdiğini duyunca sessizce koca boşluğu doldurdu. Tek kelime etmeden Ahsen'in başının altına omzunu yerleştirdi. "Ne oldu yüzbaşı? Niye geldin yanıma?"

"Çok ısrar ettin geldim işte?" Ahsen dirseğiyle karnına vurunca kısa süreli bir soluğu kesildi. "Biz canını yakmayalım diye götümüzü yırtıyoruz senin yaptığına bak..." Ahsen'in elinin ayarı yoktu.

"Israr etmiş-miş. Gerçekten Berkin'i aratma bana, ayrıca benim canım acımaz demiştim, seninki hakkında bir güvence sağlamadım." Başını iyice Sarp'a yasladı.

"Tamam tamam, ömrümü ye Berkin deme." Ahsen'in beline dokundu hafifçe. "Ağrın var mı?"

"Yok. Hareket etmeyince sorun olmuyor." Sarp'la göz göze geldiler. iki haftadan fazla süredir yatıyorlardı, Sarp iyiydi. Ahsen'in yarası ve kaburgaları da iyiydi ama beli konusunda hala fazla canı yanıyordu. Bacağındaki baştan başa duran morluklar hala mor rengindeydi. Tek korkusu yürümeye çalışacağı zamanın gelmesiydi.

"Geçecek." Ahsen'in korkusunu gözünden okudu Sarp. Alnından öptü. "Seni bulamayacağım diye kafayı yiyecektim Ahsen. Mutlu olmasaydı da bulurdum seni ama yetişebilir miydim emin değilim..."

"Neyse Sarp. Bunları konuşmak istemiyorum..." Gözlerini kapattı. Başının üstünde Sarp'ın başını hissedince gülümsedi. O da korkmuştu; Sarp'ın onu geç bulmasından. Ama şu an sorun yoktu.

***

 

Demir odaya girdiğinde ikisi de uyuyordu. Gördüğü görüntü iki yatakta yatan kişiler değil de Ahsen'in yatağında ikisini yan yana görmek olunca ses etmedi. Kızına baktı, rahattı, oğluna baktı, o da rahattı. Sorun yoktu. İçinde duran kıskançlığı susturup yüzünde ufak bir tebessümle odadan çıktı. Sabaha kadar da kimsenin girmemesi için başında durdu.













***













 

Hastanenin aynı katında iki farklı odanın önünde polisler duruyordu. Pamir de hastanedeydi, Ahsen ve Sarp kadar rahat değil, bulunduğu yatağa kelepçeli bir şekilde yatıyordu. Odaya yalnızca belirli iki doktor girebiliyor onun dışındakilere giriş izni olmuyordu.

Sarp'a söz vermişti Doruk. Pamir'in vücuduna hiçbir yardımı dokunmayacaktı. Yanık olan bir yarım suratın diğer tarafı da epeyce dağılmıştı. Ahsen'in ısırıp koparttığı parça kulağında eksikti. Sarp'ın attığı yumruk yüzünden kırılan elmacık kemiği suratının yanık kısmını daha makul kılıyordu. Pamir'in hala şiş suratı yüzünden konuşması mümkün değildi.

Mutlu geldi hastaneye, tim tanımıştı anında, Ahsen'in odasına geleceğini düşünürken Mutlu'nun hiç o tarafa bakmadan Pamir'in odasına girdiğini görünce Demir'in kaşları çatıldı. Ege konuştu. "İşte bu adam söyledi bize Dide'nin yerini."

Mete döndü, Mutlu'yu görememişti ama kapıdan çıkmasını bekliyordu. "Niye girdi o zaman odaya?" Tim ve Demir durumu az çok tahmin etse de sesini çıkaramadı. Gizli bilgiydi.

"Dide'nin bilerek yerini söylediyse? Bu piç belki başka bir şey düşünüyordur?" Berkin de diğerlerine katıldı. O da kapıya döndü, Mutlu'yu görmek için çıkmasını bekliyordu.

Demir ortamı yumuşattı. "Bir şey yapamaz, Pamir buradan çıkamaz." Mutlu'nun içeriye girişinin de polisler tarafından izin verilmesinin sebebini biliyor onunla konuşmak istiyordu. Mutlu çıktığında Demir'le göz göze geldiler.

"Yaşıyor mu o şerefsiz!" Mete kendini tutamayınca Mutlu'ya ilerlemeye çalıştı. Mete her ne kadar Mutlu'yu tanımasa da Mutlu, Mete'yi tanıyordu. Ses etmedi.

Sessizce herkesin önünden çekip yangın merdivenine geçti. "Kesin bir şeyler çeviriyor. Ben gidiyorum." diyen Berkin yerinden kalkacakken Demir durdurdu. "Peşine birileri takılır zaten..." diyerek durumu toparlamaya çalıştı. Çok geçmeden odadan Sarp da çıktı.

Demir'le göz göze geldiler. Sarp kimseye konuşma fırsatı vermedi. "Sorun yok, iyi, uyuyor. Benim işim var." Demir anında başını salladı. Sarp'ın yangın merdivenine gideceğini düşündü ama yanıldı.

Sarp sessizce koridorda uzaklaşıp bir üst kata çıktı. Yine kimsenin gözüne batmadan yangın merdivenine çıktı, Mutlu'yu gördü. "Bir sorun mu var? Acil gel dedin?"

Mutlu sakince konuştu. "Sana yazdığım numara görev numaram, o yüzden sen bana yazmayacaksın. Yanında olduğum adam, adı Sinan. Pamir'in arkadaşı, Dide'yi görmem de tesadüftü. Pamir'i bırakmayacaklarını biliyorum ama Sinan durmaz bu sefer. Yani Dide iyileşene kadar gözünüzün önünden ayırmayın. Yabancı birilerinin Pamir'in odasına girmesine de..." Elini cebine attı, kurcaladığı cebinden aradığı şeyi bulduğu an elini cebinden çıkarttı. "Al bunu, ses kaydı. Ben ayarladım gereken yerleri. Pamir ölecek, ya Dide öldürecek ya da kendisi kendisini öldürecek. Seste kendi ağzıyla kullandığı cümle duruyor. Çok ileri giderse..."

Birini öldürmek basit bir şey değildi ama şu an Mutlu'nun dediği şey netti. 'Çok ileri giderse öldürün.' ses kaydı zaten yeterli bir koruma sağlayacaktı. Sarp anlamış, başını sallıyordu. Eline aldığı USB'yi çevirip durdu.

"Dide'ye ver. Bir şey isterseniz diye ben iki günde bir sana yazacağım. O zaman bana cevap verin ya da söyleyin. Bana yazmayın, unutmayın." Konuyu tekrar ciddiyetle söyledi Mutlu.

"Sağ ol..." Sarp onun uyarısını anlamıştı. Adını bilmiyordu henüz... Mutlu cevapladı. "Mutlu." Elini uzattı Sarp'a. Saniyeler içinde uzattığı eli Sarp'ın eli kaplamıştı, tokalaştılar.

"Rica ederim. Dide'ye geçmiş olsun dediğimi iletirsin. Kapının önü kalabalık ve gözlerinin önünde Pamir'in odasına girdim. Anlayacağın hepsi için pek hoş karşılanmayacağım. Bu arada durumu nasıl?"

"İyi, gibi. Henüz yürüyemiyor. Yarası ve kaburgası iyi. İç kanaması olmuş ama halletmişler." Mutlu'ya baktı. "Sen mi hallettin?"

Mutlu başını salladı. "Başka bir doktor durumu stabilize etmiş ama yetmezdi. Sinan denen adamın yardımı olmasaydı Dide'yi ben bile oradan çıkarıp o inşaat alanına götüremezdim."

"Başka bir yerde miydi?"

"Evet, inşaat pis diye diğer doktor ikna etmeyi başarmış, başka bir yere gittik. Neresi olduğunu ben de tam anlayamadım, yerin altından çıktık. İki araba değiştirdik, arabanın camları kapalıydı, tutuklu arabası gibi."

Mutlu'nun telefonu çaldı. Çok beklemeden açtı. "Sinan Bey?"

Sarp işaret vererek hoparlöre almasını istedi. Sinan'ı duyuyordu artık. "Hala hastanede misin?"

"Evet ama çıkmak üzereyim. Pamir Bey'in yanına gittim, hala konuşamıyor. Elmacık kemiği kırık, kulağı kopmuş ama onun dışında bir sorunu yok." Sarp'la Mutlu göz göze geldiler.

"Çıkma hastaneden."

"Anlamadım Sinan Bey?" Sarp da bir yandan kaşları çatık Sinan'ın konuşmasını dinliyordu.

"Şu kadın... O da o hastanedeymiş. Bizimkiler geliyor, sen girme polisler seni görmüşlerdir, sen kapıdaki polisleri hallet yeter." Sinan'ın konuşmasını duydukça Sarp'ın siniri yükseldi. Başını iki yana oynattı, kütletti. Sinirli soluyordu.

"Tabii Sinan Bey." Mutlu'ya sinirli sinirli baktı.

"Oda numarasını öğren, bizimkilere söyle." Sarp kafasında bir numara uydurup 116 olduğunu işaret etti. Mutlu anlamadı ama Sarp diretince konuştu. "116 Sinan Bey."

"Tamam." Telefon kapandığı an Mutlu, Sarp'a döndü. "116 ne?"

"Bizim oda değil..." İçeriye girmek için ilerledi. "Sen gönder adamlarını..." Kapıdan girip hastane koridoruna bağlandı. Doruk'u aradı. "116 numaralı oda dolu mu?"

"Ne alaka abi?"

"Bir kere de anında cevap ver Doruk. Dolu mu boş mu bak, doluysa da o odadakileri başka bir yere geçirelim. Hızlı. Sonra anlatırım."

"Bekle sorayım." Bir süre sonra yeniden Doruk'un sesi duyuldu. "Boş oda. 116, 117 ve 121 boş. Odayı mı değiştireceksin?"

"Hayır. Sağ ol. Ben sana anlatacağım söz, boş oda lazımdı." Telefonu kapatıp önünde duran odaya baktı.

Dört tane adamın yangın merdiveninden sessizce çıkıp Mutlu'yu bulmasının ardından dördü de koridora çıkıp odanın başında durdu. "Bir kadını öldürmek için dördünüz de içeri mi gireceksiniz?" diye sordu Mutlu.
Adamlar başını salladı. "Fazla adamdan bir şey olmaz. Sinan Bey video istedi."

Mutlu içeride Sarp'ın olduğunu bildiği için ses etmedi. Başını salladı sadece. Adamlardan biri diğerlerine döndü. "Gerçekten bir kadını öldürmeye dört kişiye gerek yok. Kadın zaten yaralı. İkimiz girelim siz dışarıda kalın."

İki kişi de çalmadan kapıyı açtılar. İçeriye adımladıklarında yatağın boş olması sinirlenmelerine neden oldu. O an lavabonun kapısı açılıp daha dönmelerine fırsatları olmadan Sarp arkaları ona dönük iki adamın birini tekmesiyle uzağa fırlatıp diğerini kafasını tuttuğu gibi duvara geçirdi. Kafasını duvara çarpan adam baygın halde yerde yatarken diğer yerdeki adam elini beline atmıştı.

Belindeki tabancayı çıkartmak için cebelleşirken yanına iki büyük adımla çoktan ulaşan Sarp buna izin vermedi. Belinde tabancasını almaya çalışan elini alıp tek hamleyle kırdıktan sonra üzerine çöktü. "Birine mi bakmıştınız?"

"Size değil. Yemin ederim kadına bakmıştık."

"Hangi kadın?" Sarp'ın altında kendini kurtarmak için direniyordu. Bağırmak dışarıdaki adamlara haber vermek istese de boğazını sıkan ellerle bunu yapması imkansızdı.

"Ah-sen." dedi kısık ses.

"O zaman bana geldiniz. Siz kimsiniz lan!" Soru değildi bu. Sinirli bir tavırla söylenmiş bir sözdü ve cevap beklemiyordu Sarp. Elinin altındaki adamın boynunu biraz daha sıkarak bayılttığında iki baygın adamı kenara sürükleyip adımlarını kapıya attı. Kapıyı açar açmaz ortasında olduğu iki adamın sağdakinin ağzını ve burnunu sağ eliyle dolayıp, soldakinin ağzını ve burnunu sol eliyle dolayıp kapattığında onları da odanın içine çekti.

Ayağıyla arkasında kalan kapıyı ittirip kapattığında adamlardan sağdaki adam nefes almak için Sarp'ın eline dolanmış çabalarken soldaki belindeki tabancayı çıkarmıştı. Kendini çevirip soldaki adamın lavabo kapısına denk gelecek şekilde pozisyonunu ayarladıktan sonra hızla soldaki adamı kapıya fırlattı. Yere düşen tabancayı ayağıyla oda kapısının ucuna gelecek şekilde fırlattığında boşta kalan eliyle elinin altında debelenen adamın belindeki silahı da aldı.

Nefessiz kalan adam da yavaş yavaş bilincini kaybettiğinde anında bırakıp yere düşmesine izin verdi. Kapıya çarpan adam burnu kanayarak yeniden ayağa kalktığında Sarp'ın tekmesiyle önce karnına yediği tekmeyle büzüldü. Bu kez eğildiği için kafası aşağıda kalan adamın bir de suratına geçirdi Sarp koca ayağını.
Mutlu dışarıda öylece duruyor, içerideki sesleri dinliyor, koridordan geçenlere samimi bir tebessüm sunuyordu. Bir hemşire seslere fazla takılınca Mutlu konuştu. "İyileşmek için biraz egzersiz yapıyor hasta. Sorun yok..."

Sarp da lavaboya girip aynanın karşısına geçtikten sonra kendine baktı. Çekiştirilmiş ve bozulmuş üstünü düzeltip ellerini yıkadı. Kısa saçlarını düzelttikten sonra sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi odanın kapısını nazikçe açıp ağır ve sakin adımlarla kapıdan çıktı. "Ne yaptın?" diye soran Mutlu'ya cevap olarak kapıyı sonuna kadar açtı, yere baktı.
Emniyetten polisler gelip odaya girdi. Adamları kaldırıp götürdü.

"Sen iyi misin lan?" Mutlu, Sarp'ı süzüyordu.
Sarp yine üstünü düzeltmeye çalıştı. "Neyim var lan? Bir yerim mi kan olmuş?" Mutlu başını iki yana salladı. "O zaman sorun yok. Ahsen'e söyleme bu olayı, zaten yeterince düşünüyor bunu düşünmesin." Mutlu bu sefer başını aşağı yukarı salladı. "İyi bir şey olursa yazarsın." Beklemeden aşağıya indi, odaya girdi.



***



 

"Sinan Bey?" diyen Mutlu'nun sesinde sahte bir telaş vardı.

"Noldu? Alamadınız mı kadını?" Sesi sinirliydi Sinan'ın da.

"Mesele o değil, Ahsen'i alamadığımız gibi adamlar polise yakalanmış. Götürdüler." İçinde nasıl bir mutluluk yaşıyorsa dışarıya o kadar sinirli ve telaşlı olarak belli ediyordu. Adamları götürüldüklerinde baygın olarak gören Mutlu, Sarp'ın alnından öpmek istemişti.

"Ne? Sen neredeydin polisler gelirken?" Başına patlayacaktı bütün iş ama Mutlu buna izin vermedi.

"Polisler dışarıdan gelmedi Sinan Bey. İçeridelerdi, belli ki kadın sağlammış, ben koridoru boşalttım ama içerideymiş, içeriyi de göremezdim." Karşı taraftan anlamadığı mırıltılı söylenmeleri işitti. Gülmemek için zor tuttu kendini.

"Tamam! Yakalanmadan geri dön o zaman Tekin!"

Sinan'ın söylenmesi karşısında koca yazılarla yazan; AHSEN DİDE KORKMAZ - CUMHURİYET SAVCISI olmasıydı. Kapattı telefonu. Uğraşmak da istemiyordu artık ama Pamir için en azından uğraştığını görmesini istedi.









***









 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Uyandığımda yanımda Sarp'ı görmeyi beklerken Sarp dışında herkesi görünce şaşırdım. Sarp'ın yatağına baktım, boştu. "Sarp yok mu?" Demir Bey'e döndüm. Başını iki yana salladı. "İşi varmış. Gelir birazdan." Diğerlerine de baktım hepsi sessizdi.

"Bir şey mi oldu, niye bu kadar sessizsiniz?" Panik oluyordum.

"Bir şey olmadı, Pamir denen adamın yanındaki bir adam bize senin yerini söylemişti, seni öyle bulduk. Şimdi de o adam burada, Pamir'in yanında." Ege konuşunca konuştuğu kişinin Mutlu olduğunu anladım ama bir şey diyemedim.

"Doktor o... Yani benimle ilgilenen de oydu, bir sorun çıkaracağını sanmıyorum." Ortam biraz daha sessizleşti, Demir Bey herkese bakınca kısa sürede oda boşaldı, abim bile yoktu.

Konuyu az çok tahmin edebiliyordum, ona hastaneye girerken 'baba' dediğimi, elimi uzattığımı hatırlıyordum. Hayatım boyunca hiç bir babaya ihtiyaç duymamıştım, benim için öncelik 'anne' kelimesiydi. O gidince 'abi' olmuştu. Neden bilmiyorum ama kardeşten öte ebeveyn olunca insan kendini çaresiz de olsa ona yamamaya çalışıyordu sanırım. Abimin orada olduğunu biliyordum ama ağzımdan 'baba' kelimesi çıkmıştı.

Sanki beni koruyabilecek bir tek o varmış gibi düşünmüştüm o an. Sanki küçük bir çocukmuşum da canımın acısı o bana dokununca geçermiş gibi hissetmiştim. Elini de tutamamıştım o ayrı bir konuydu.

Tüm bunlardan sonra da şimdi onunla yalnız kalmak istemiyordum. Şimdi ne konuşacaktık? Ben ona nasıl seslenecektim artık? Hiçbir şey bilmiyordum.

Bir yanım gerçekten onun da beni yeni öğrendiğine ikna olmuş gibiydi, diğer yanım da böyle bir ihtimalin olmasını bilmesi gerektiğini ve beni hiç düşünmediğini düşünüyordu. "Kızım?" Onun ağzından kelimeler çok basit çıkıyordu. Onun aklında benim aklımda olduğu gibi karmaşık düşünceler yoktu. Birden fazla düşüncesi olsa bile bu kadar rahat söylediğine göre tüm düşüncelerin sonu bana ulaşıyordu.

Bazen bu hikayede gerçekten fazla masum kaldığımı düşünüyordum. O an tüm suçlarım siliniyordu. Cevap veremedim, sessizce ona baktım.

"Ağrın var mı?" Gözlerime öyle bir bakıyordu ki sanki ağzımdan çıkan her ses onun için ilk kez görülecek bir şeyin heyecanı gibiydi.

"Hareket etmediğim sürece yok..." Artık daha fazla susamazdım. Ne yaptıysam gitmiyordu yanımdan, sessiz kalsam da kalmasam da. Sussam burada yine beklemeye devam edecek içi içini yiyecekti.

"Neresi?" Yanıma yaklaştı, bir sandalye çekip oturdu. "Belin mi? Kaburgaların mı?"

"Belim..." Doruk'un söylediğine göre yürümem iki ayı bulacaktı. İki ay bana fazla bir süre olarak gelse de şu an acımı bir kenara bırakıp yürümeye çalışacağımı düşünmekten iki ay bana sanki yarın gibi kısa geliyordu.

"Eve geçersin birkaç güne. Bizde kal istersen? Yeliz de yanında olur hem?" Başımı iki yana salladım. "Evde tek kalamazsın..."

"Arkadaşlarım var." Abimi ikna edebilirdi, Sarp'ı göreve yollayabilirdi ama arkadaşlarıma sözü geçemezdi.

"Ama benim aklım sende kalacak?"

"Kalmasın. Ben daha önce kaldığım yerlerde bile hala rahat kalamıyorum, senin evinde de rahat olamam. Yanlış anlama lütfen ama evimden başka bir yerde başka birinin evinde özellikle bakıma muhtaç düşmek isteyeceğim son şey." Kan uyuşsa da birbirimize hala yabancıydık, üstelik eşi konusunda da belki eşi beni istemeyecekti.

"Ama ben başka biri değilim." Doğru aile başka biri grubuna girmezdi ama durum farklıydı.

"Ama arkadaşlarımı bile senden daha iyi tanıdığımın farkındasın. Seni tanımıyorum, bir baba olarak tanımadım, bana göre hala saygı duyulması gereken bir albay konumundasın." Suratının düştüğünü gördüm. "Sana baba dediğimin farkındayım, bu durumun seni heyecanlandırdığının da farkındayım ama senin nelerden hoşlandığını, neleri yaptığını, iş hayatın dışında nasıl biri olduğunu bilmeyecek kadar yabancıyım hala sana." Başını salladı. "Sana karşı bir düşmanlığım yok. Seni tanımaya, sana alışmaya çalışıyorum ama bunu benden hemen isteme lütfen. Yirmi sekiz yaşında bir babaya yeni sahip olmak yeterince zor benim için, üstelik ben bir babaya nasıl davranacağımı hala bilmiyorum." Fazla zorlanıyordum.

"Anlıyorum..." Anladığına emindim. O da az çok benimle aynı şeyleri yaşıyordu. Bebekliğini hiç görmediği, karşısına bir anda bir kadın olarak çıkan bir evlat. Zaten kendi işini çoktan kurmuş bir çocuktum ben. O da bana alışık değildi.

Birbirine zıt, anlaşamayacak insanlar aynı çatı altında aile olarak büyüyünce mecbur birbirlerine bağlanıyorlardı. Ama biz belki birbirimizle hiç anlaşamayacaktık, huylarımız belki çok tersti, birlikte de büyümemiştik ki hatrımız olsun.

"Seni hayatıma dahil etmek istiyorum." O an gözleri parladı, gülümsedi. "Ama ne kadar sürer bilmiyorum..."

"Beklerim ben. Sen beni hayatında iste yeter Ahsen. Varsın bir 28 yıl daha geçsin ben yine seni beklerim. Yanında olmak isteyince bana kızma yeter. Seni kaybedince öğrendim ben, bir kez daha kaybedecektim, beni istemediğini bilerek kaybetmek yine beni mahvedecekti. Küçüklüğün nasıl bilmiyorum ama gözümde küçük bir çocuktan farksızsın. Abin sadece birkaç fotoğraf gösterdi, seni sadece öyle görmeye başladım."

Buna verecek bir cevabım yoktu, başımı sallamakla yetindim. Bana istediğim zamanı sunuyordu. Kapı çaldı, ardından açıldı. Sarp gelmişti. "Komutanım? Siz, şey yani... Konuşuyorsanız, önemliyse- Çıkayım ben ya." Odaya henüz daha girememişken çıkmaya çalıştı.

"Gel gel bir şey yok." Sarp'ı içeriye çağırmış yanımdan kalkmıştı. Sarp girince sessiz sessiz konuştular sonra da çıktı.

Sarp yanıma gelince başımı salladım. "Hayırdır?"

"Hiç..." Yanıma oturdu.

"Mutlu buradaymış?" dedim yüzüne bakarak.

"Evet, geçmiş olsun dedi sana. Pamir hala hastanede, konuşamıyormuş. Pamir'in kulağını Mutlu mu kopardı? Çünkü ben yapmadım..."

Başımı iki yana salladım. "Ben yaptım..." dedim sessizce.

"Sen yaptın?" Kaşları havalanmış öylece bana bakıyordu ama yavaş yavaş gülümsediğinde bu durumdan keyif aldığını görüyordum. "Ne yaptın?"

"Isırdım." Hareket edemezken yapabileceğim tek şey, verebileceğim en büyük zarar buydu. Bunu dediğim an gülmeye başladı. "Komik mi?"

Saçlarımdan öptü. "Komik."

"Öpme saçlarımda Sarp, duş almadım. Pisim." Çok umurunda değil gibiydi. Bir kez daha öptü. Sonra bir kez daha. Yanaklarıma geçti.

"Pis mi? Mis gibisin." Boynuma eğildi, kısık sesli kıkırtısını duydum, sıcak dudakları değdi boynuma.

O an bir şey oldu. Sarp'ın başı boynumda boynumu öpmeye devam ederken kapı açıldı. Anında Sarp'ın boynuma gömülü kafasını ittirdim. "Savcım pardon, özür dilerim. Ben şey sandım, yani herkes odadadır sandım. Kapının önü boş olunca..."

Ben hala kala kalmışken Sarp çatık kaşlarıyla Alperen'e bakıyordu. "Kapıyı çalsaydın ya önce davar!"

"Çalmıştım aslında Sarp abi ama şey olunca..." Allah'ım beni ışınla lütfen. Başka bir yere gideyim şu an buradan kaybolayım. Yok beni Allah'ım.

"Sarılıyorduk Alperen! Bir şey olduğu yok!" yüksek çıkan sesimle başını yere eğdi.

"Tabii savcım." dediğinde bu sefer Sarp yine bağırdı Alperen'e. "Öpüyordum lan! Siktir git şimdi, kapat kapıyı." Dirseğimle dürttüm Sarp'ı.

Alperen'e bir bakış attım. O benim sözümden çıkmazdı ama şu an farklı yakalanmıştık. Başımı salladım. Odadan hızlıca çıktı. Sarp'a döndüm. "Öpüyordum niye dedin, yalancı çıkardın beni?"

"Sarılarak öpüyor olayım Ahsen. Seni mi kıracağım? Sevgilimsin amına koyayım tabii öpeceğim. Herkes görmese de seni öptüğümü, öpüştüğümüzü biliyor sonuçta." Mantığına sıçayım be adam! Elimi başıma attım.

"Sarp öyle olduğunu bilmeleriyle görmeleri aynı şey mi ya?" Alperen de tam gelecek zamanı bulmuştu. Onun suratına bakmam için olayı unutmam gerekiyordu. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım ki ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Pamir'le hiç içten bir öpüşmemiz olmamıştı mesela zaten çok sık öpmezdik birbirimizi. Sarp tüm güzel duygularımın başlangıcıydı, onunla öğreniyordum.

Başımı gizleyerek Sarp'a sığındığımda kollarını bana doladı. Yine kapı açıldığında yine Alperen diye bekledik, kapıya döndük ama gelen Azra'ydı. "Pardon. Pardon!" Elleriyle gözleri kapatınca daha da yanlış anlaşıldığımızın farkına vardım.

"Azra biz bir şey yapmıyoruz." dedim çaresizce. Gözleri hala kapalıydı. Parmaklarının arasında bakarak ilerledi, elindeki büyük çantayı koltuğa koydu.

"Siz şey yapın, ben de şey yapacağım zaten. Şey edin siz. Ben çıkıyorum."

"Azra biz bir şey yapmıyoruz. Aç şu gözlerini." Ben durumu izah etmeye çalışırken Sarp'ın gülme sesi kulaklarıma geliyordu.

Azra gözleri açıp bize baktı. Bir şey yapmadığımızın farkındaydı. "Ben kıyafet getirmiştim. Duş almak istersin diye, burada duş alman daha mantıklı." Başımı salladım. Sarp'a baktığı an o da gülmeye başladı.

"Ne?" Sarp'a döndüm. Fazla sırıtıyordu ikisi de. "Neye gülüyorsunuz?"

"Yok bir şey. Ben biraz daha buralardayım. Yarım saate yine gelirim, sana yardım ederim. Rahatsız etmem sizi." İmalı bir şekilde güldü.

"Ne saçma sapan gülüyorsunuz siz? Ne rahatsız etmemesi? Yemin ederim ikinizi de ayağımın altına alırım." Ben sinirlenmeye başlıyordum, hem de yavaştan değil hızlıdan.

"O pek mümkün değil gibi güzelim." Benim bu durumum şaka malzemesi olmuştu. Sarp'a döndüm, gözlerimi kırpıştırdım. Ondan beklememiştim bu şakayı.

"Ne tatlı oldu yanakların al al!" diyen Azra'ya fırlatacak bir şey arıyordum ama bulamadım. Zaten kaçar gibi koşturdu. Çaresizce gitmesini izledim.

Kapı kapanır kapanmaz çenemden tutan el ona bakmam için döndürdü başımı. "Bakayım al yanaklarına." Çenemdeki elini ittirdim.

"Yürü git! Bırak beni." İki elimle yanaklarımı kapattım. Ama çok geçmeden yanaklarımdaki ellerimi çekti Sarp.

"Eve gitme isteğimi arttırıyorsun Sarp!" Niye herkes beni utandırıp, utanınca da mutlu oluyordu? Hoş bir şey değildi.

"Ne var kızım? Ben senin sevgilin değil miyim?" Cevap vermemi bekledi.

"Öylesin?"

"Öyleyim. Niye utanıyorsun, öperim de severim de? Rahatsız edilmememiz gerekiyor tabii." Azra'nın dediği şeyden hiç etkilenmemişti.

"Olsun öyle söylenmez ama!" Ne vardı sanki usulca çıkıp gitseydi?

"Nasıl söylenmez?" Sarp da bu konuşmadan keyif alıyordu. Utanma diyordu ama utanmam onun hoşuna gidiyordu.

"Off Sarp! Öyle işte, ne o sanki bir şey mi yapacağız?" Gülüşü iyice büyüyüp sesli hale geldiğinde iyice sinirlendim.

"Ne yapmamızı istersin güzelim?" Derin bir nefes verdim, sitemimi ancak böyle dile getirebilirdim. "Tamam tamam sustum." Çenemdeki tek eli yanağıma çıktı. Diğer elini de diğer yanağıma yerleştirip sıktığında içli bir öpücük bıraktı iki tarafa da. "Ohh! Kızarınca tadı bir başka olmuş."

"Ben de seni kızartacağım Sarp!" Suratım asıldığında hala gülüyordu. "Komik mi?" Çocuk gibi omzunu kaldırıp indirdi. Keyif alıyordu.

O keyfini sürerken ben buradan nasıl kalkıp nasıl duş alacağımı düşünüyordum. İki haftadır hiç yataktan kalkmamıştım. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Kendimi tek avuttuğum şey kırıkken çektiğim acıdan daha az bir acı olacağını bilmekti.

"Benim sana getirdiklerim nerede?" diye bir soru gelince Sarp'a döndüm.

"Ne?" Baktığı yere baktım, kahvaltı tepsisine bakıyordu. "Ben yumurta yemem ki. Üç tane haşlanmış yumurta getirmişsin, Zeynep bana sandviç getirdi."

"Kızartma? Hastanede nereden buldun? Kaçak mı sokturdun?"

"Aşk olsun, bizde her şey legal. Zeynep kendine yaptırmış, yiyesi kaçmış bana verdi." Göz kırptım. Pek ikna olmamıştı, memnun etmemişti cevabım. "Getirdiğin yumurtaların kokusu gitsin diye odayı yarım saat havalandırdık Sarp. Ben yumurtayı sadece tatlılarda yerim."

"Sağlıklı ne geçti midene?"

"Patates, yumurta," O an kaşlarını kaldırdı. "Ne?"

"Ekmeğe yumurta koymuyorlar? Nereden aldın midene yumurtayı? Patates de kızartılınca sağlıklı değil." Konuşuyordu herbokolog.

"Sonuç olarak sebze mi? Sebze. Kek vardı yanında bir de, onun içinde yumurta var. Zeytin de vardı, onu da yemiştim. Çay da içtim. Çikolata yedim o da kakaodan yapılıyor..." Kendimce gerekli açıklamalarımı yapmıştım.

"Ahsen senin biraz daha düzgün beslenmen gerekiyor. Zaten zayıflamışsın, toparlanmak için düzgün şeyler yemen gerekiyor. Yediğin hiçbir şey sağlıklı değil." Öylece baktım. "Zeytin hariç." Zeytin hariç demek zorundaydı, sonuçta zeytin sağlıklıydı. Bu detay beni rahatlattı.

"Ben gayet de sebze yiyorum. Bu seferlik böyle oldu o kadar. Zaten zeytini çok yemiştim."

"Zeytini çok yemen de sağlıksız."

"Ee sen de Sarp! Canan Karatay kesildin başıma. Her şeyi yasaklayacak mısın? Yedim doydum, iyiyim ben yani."

"Şu kırığına senin kelle paça çorbası iyi gelir."

Gözlerimi belerttim. "Aynen sonra da kusayım?" En büyük korkumdu kusmak, yani kusmakla ölmeye ramak kalmak aynıydı benim için.

"Saçmalama."

"Saçmalamıyorum. Şunu dedin midem bulandı bile. Yeterince tokum bana yemek deme." O kadar doluydu ki midem aklıma en sevdiğim yemek bile gelse şu an duymak midemi bulandırıyordu.

"Bu akşam evde olacaksın. Ama bir buçuk ay daha var tam yürümen için." Çoktu. Eskisi gibi hemen yürümeye başlayacağımdan da pek emin değildim. Ama en azından yaşıyordum. Vücudum sağlam ve tek parçaydı... Başımı salladım. "Arada birlikte dışarı çıkarız. Zaten abin de albayım da artık beni kabullenmiş gibi, eve de gelirim."

"İki ay çok..."

"Değil. Su gibi geçer." Geçmiyordu işte. Bana aylar süren şeylerin zamanı bir türlü geçmek bilmezdi. Görev de çok uzun sürmüştü bana göre. Pamir'in elinde durduğum dört gün bile çoktu. Burada iki haftayı aşkın sürede kalmak da çok uzun sürüyordu. Bir buçuk ay evde sadece yatmak ve yürümeye çalışmak demek kafamı sürekli çalışmak zorunda olduğu, her şeyi kötüye yoracağı anlamına geliyordu.

Ben kendi içimde şimdiden dalıp gitmiştim. Beyni o an dışarıdan gelen sesleri kapatıyordu. Neden bilmiyordum, kontrol edemiyordum. İleride olacak her şeyi şimdiden olacağı belli olmasa bile kötüye yoruyordum. "Ahsen?" diyen sesle Sarp'a döndüm. "Daldın..." Daldığımı bilmek bildiğim tek şey oluyordu genelde.

"Daldım..." dedim onu tekrar ederek. Mesela yarım saatlik sürede ben anın tadını çıkarmamış boş boş kalkıp canımın acısını düşünüyordum. Morluklarım ne halde haberim yoktu.

"Ne takıldı aklına?" Fazla tanıyordu beni, ama surat ifademden de belli olurdu aklıma iyi şeylerin takılmadığı.

"Azra'yı arasana, duşa gireyim." Acıyı düşünmekten ve zamanın gelmesini beklemektense duşa şimdi kalkıp girmek daha mantıklıydı. Dediğimi tekrar ettirmedi, Azra'yı aradı.

"Kalkmana yardım edeceğim." Başımı salladım. Üstümde hastane elbisesi vardı, henüz pijama giyecek kadar rahat değildim. Örttüğüm çarşafı kaldırdı. "Bekle ben düzgünce kaldıracağım." Fazla hesap ediyordu, hangi türlü yapacağı hareketin canımı ne kadar acıtacağını düşünüyordu.

Hafiften hareket ettirmeye çalıştım. Acıyordu, belim de bacağımın morlukları da. "Tamam elini ver bana." Ellerini verdiği an ona tutundum. "Böyle kalkarım ben şimdi." Bacağımı yatağın kenarına yanaştırdım.

"Ahsen az daha yavaş hareket et. Acelemiz yok, yavaş yavaş acımadan at bacağını." Suratına baktım. Sanırım benim ifadem bu kadar acılı değildi. "Yavaş..." Ellerimden tutarken terlediğini fark ettim.

"Ağır mıyım?" O kadar odaklıydı ki hala atacağım adıma odaklıydı. "Sarp?"

"Yavrum?" Suratıma döndüğü an güldüm. "Ne oldu? Acıdı mı?" Bacağıma geri döndü. "Kucaklasam da götürsem seni?"

"Ter içinde kaldın Sarp." Ona nazaran hızlı hareket ederek destek almaya devam ettim be yataktan kalktım. Doğrulduğum an acık daha da artmıştı ama çok yüklenmeden Sarp'a yaslandım.

"Yavaş Ahsen, canın acıyacak diye götümden ter akıtıyorum sen çivi gibi dikiliyorsun." Kahkaha attım. "Güldüğüne göre sıkıntı yok?"

"Yok."

Rahat bir nefes verdi. Ben de verdim. Yürüyecektim yavaş yavaş. Azra geldiği an öbür tarafıma da o sarılınca yürümeme pek gerek kalmamış gibiydi. Bir dakikada bir adım atmamı bekliyorduk. Sarp'ın panik halini görünce ben de panik oluyordum. "Sarp sen iyi misin?"

"Ben iyi miyim? Sen iyi misin?" Başımı salladım. "O zaman ben de iyiyim."

"Tamam sen çık, yapacak bir şeyin yok. Ya da yat yatağına. Senin de dinlenmen gerekiyor." Kendisi her ne kadar sağlam durmaya çalışsa da onun da yarasını biliyordum. Dinlenmesi gerektiğini, onun da bir aydan erken tamamen iyileşmeyeceğini biliyordum.

"Tamam seni tam götüreyim ben çıkarım." Dediği gibi banyonun kapısına kadar götürdü.

Hala bekliyorken suratına baktım. "Senin de canın çektiyse sen gir ilk istersen Sarp?" Hala bana bakıp olduğu yerde kalınca dayanamadım. "Çıksana be adam soyunacağım."

"Hee o şey." Elini ensesine atıp geriledi. "İyi ben gideyim. Sen bir şey olursa..." Banyo kapısına sırtını çarptı. "Çağırmazsın..." Kapı kolunu tuttu.

"Akşam oldu. Çık artık." Azra hala yanımdayken rezil olmaya devam ediyorduk. "Çağırmam seni. İzin verirsen duşa girip çıkmak istiyorum."

"Tabii tabii." Banyodan çıktığında Azra'ya döndüm. Keyifli bir gülüş vardı suratında.

"Hee o şey..." diyerek Sarp'ı taklit ediyor bir yandan da kahkaha atıyordu.

"Azra!"

"Ne? İkinizi de ilk defa bu kadar şapşal görüyorum. Enteresan bir durum, bırak da tadını çıkarayım. Her zaman denk gelmiyor biliyorsun."

"Sen bizimle dalga geçmeye mi geldin yoksa bana yardım etmeye mi?" Ayakta durmakta zorlandığımı unutmuştu. Duvara tutunmaktan yorulmuştum.

"Yardım etmeye." Elbisemi çıkarmaya başladı. Onun yanında utanmama gerek yoktu. Sessizce sadece önüne baktı. İç çamaşırlarımla duşa girdim. "Çok acıyor mu canın?"

"İyiyim. Pamir'in elimdeyken daha kötüydü. Şu an iyiyim."

"Sana bir şey yaptı mı?"

"Yapacağını yaptığı için yaşamam için çabaladı biraz. Kendi elleriyle gebertmek için uğraştı, bulmasaydınız pek çarem kalmamıştı." Pamir'in canını yaktığımın farkındaydım ama bulunmasaydım o yerden ayaklanamayacağımı biliyordum. Belirsiz olan tek şey süremdi, belirli olan tek şey de öleceğimdi.

"Neyse geçti gitti, bulduk seni. Durumum da iyi."

Sessiz kaldım. Bacağımdaki boydan boya duran morluğa baktım, kopkoyu mor renk sanki sonsuza kadar benimle kalacak gibiydi, sanki ten rengim o bacağımda öyle gibi yayılmış, büyüktü. Üstündeki köpükler bile kapatmaya yetmiyordu. Su her çarptığında canımı acıtıyordu. "Havluyu alabilir miyim?"

Gözümün önüne gelen havluyu aldım. Her şey hazır bana uzatılmıştı. "Yardım edeyim?"

"Ben bir deneyeyim..." Yaşamak yetmiyordu, düzgün duramıyordum bile. Birine muhtaç olmak hoş değildi. Hayatım boyunca bu konuyu hep aşmaya çalışıyordum, kimseden yardım istemeden her şeyi halletme huyum vardı. Şu an bunu isteyemeyecek kadar kötü durumda olduğumu anladığımda ağlamak istiyordum. "Azra..."

"Hmm?"

"Ben giyemedim..." Beklemedi bile. Devamında bir şey dememe gerek kalmamıştı. Önümde sadece kendi işine bakarak olabildiğince dikkatli davranarak giyinmeme yardım etti. Ses tonumdan rahatsız hissettiğimi anlamıştı, bir şey demedi. "Sağ ol."

"Mis gibi olmuşsun..." Bol bir alt ve rahat bir üst giydim. "Sen yatağa dön ben saçlarını havluyla da kurularım."

"Onu halledebilirim. Ayrıca saçlarımı kurutmama gerek yok."

"Olmaz hava hala soğuk. Hasta olursun."

"Ben hiç kurutmam, biliyorsun." Kıvırcık saçlarımı kabarmasın diye kurutmazdım. Zaten bünyem alışıktı, saçlarım ıslak kaldığı için hiç hasta olmamıştım.

Sakince yatağa geri döndüm. "Eve birlikte döneriz. Evi temizlemişler Egeler. Berkin ne kadar temiz yapar orası da ayrı mevzu. Gerçi Zeynep var başlarında..." Üstümü örttü. "Doruk dedi, işlemlerini halletmişler, şu saatin gelsin göndermeden ağrı kesici vuracakmış, sonra gideriz."

"Olur."

"Demir Bey yanında olmak istedi ama sen söylersin ne istediğini. Aslında onun evine gitmeni istiyordu."

"Biliyorum konuştuk. Evime gideceğim, kimsenin evine gidip kalmam ama geleni de kovmam." Kalabalıktım, artık... Ama aklım hala bir köşede oturmaya, annemin o bir saatlik ilgisine razı olan zamanlardaydı.

Ama bir yandan da bu halimi annem görsün istemezdim. Yine çok panik olurdu, her saniye gözüne uyku girmez öylece başımda beklerdi. Aklıma babam geldiğinde düşünüp durdum. Acaba onlar yan yanayken, annem ve babam birlikteyken nasıllardı? Neden ayrılmışlardı?

Bunları soramayışımı sebebi babadan uzak durmaktı. Merak ediyordum. Annem gerçekten sevmediği bir adama bile bu kadar katlanmışken ne olmuştu da babamı bırakmıştı.

Kapı açıldığı an Sarp ve abimin kafa kafaya vermiş içeriye baktığını gördüm. "Gidiyoruz..." Hemşire girdi, damar yolunu çıkardı. Dibime tekerlikli sandalye geldiğinde yutkundum. Abime baktım. Tekerlekli sandalyeye oturdum.

Bu hastane maceram bu kadardı. Sırada ne olurdu, ne zaman olurdu hiçbir şeyin garantisi yoktu. Öylece çıktım odadan, önünde polislerin durduğu bir odaya kaydı gözüm. "Burada mı?" diye sorduğum an Sarp cevapladı. "Evet."

"Gireceğim..." Sarp bu söylediğimi reddetti. Diğerleri de aynı şekilde ama Pamir'i tanıyordum. Kendi durumu benimkinden çok daha iyiydi. Bu kadar burada yatmasının bir sebebi olmalıydı. Buradan çıktığı an içeriye gireceğini biliyordu. Bir şeyler vardı aklında. "Gireceğim."

"Ben de seninle gireceğim."

Başımı salladım. Zaten ne tek başıma girebilecek haldeydim ne de bunu isteyecek kadar cesur hissediyordum. Polisler kapının önünden çekildiği an Sarp kapıyı açtı, sonra benimle birlikte içeriye girdi.

Keyfi yatışıyla sadece eli kelepçeli yataktan doğrulup bize döndü. "Gebermemişsin." dediğinde yine bana bakıyordu.

"Gebertemedin." dedim. Beni gebertmek isterken kurtaran oydu. Hem onun yüzünden bu haldeydim, hem de onun sayesinde hayatta. Garipti, her zaman olduğu gibiydi ama.

"İstediğim ne varsa ters tepti. Olmak istediğim hangi konum varsa sen oradasın." Suratını okumak zordu. Suratı şişti ama yatacak bir durumu yoktu. "Ama dediklerim hala geçerli Ahsen."

"Çok şey söyledin. Hangisinden bahsediyorsun?"

"Hepsinin sonu aynı yere çıkıyor biliyorsun." Hepsinin sonu benim ölümümdü.

"Şu an bunu isteyecek bir nedenin var ama en başından beri neden bunu istiyorsun?" Niye insanlar sanki ben canavarmışım, sanki dünyaya büyük bir tehditmişim gibi davranıyorlar da beni yok etmeye çalışıyorlardı?

Hayatımı kendi başıma yaşamaya çalışan, tek kalmaya bile alışık olan beni neden kendi aralarına çekip sanki onları öldüreceğimi sezmişler de beni kendileri ölmeden öldürmeye çalışıyorlardı? Bu acele neydi, ya da bu nefret?

Kendimi dışarıdan hiç görme fırsatım olmamıştı. Çok mu kötü bakıyordum diye düşünüyordum, sinirli miydim, hareketlerim çok mu tutarsızdı, insanları korkutuyor muydum?

Bir çocuk bile bana yaklaşırken yetişkinlerin benimle derdi neydi?

"Güzel para ediyordun o zamanlar, eminim ki hala iyi para edersin ama artık ne bana para verirler ne de seni para için öldürmek isterim. İş artık benim için çok büyümüştü."

Kaşlarımı çattım. Ben düşünürken Sarp'ın bağırışını duydum. "Ne diyorsun lan sen? Ne parası lan?" Pamir'in boğazına sarmış ellerini sıkıyordu.

"Sarp bırak..." Uzanmaya çalıştım, yetiştiğim tek yer tişörtüydü, çekiştirdim. "Bırak boş ver."

Para teklif eden Ali olmalıydı. Kendi aynı evde yaşayarak başaramamışken bir adama beni öldürmesi için para teklif etmesi şaşırtıcı ama bir o kadar da olanaklıydı.

"Sarp!" Çekmeye devam ettim. O da beni duymuyor gibiydi, eli hala Pamir'in boğazındaydı. Nefessiz kalan Pamir'in kırmızı suratı umurumda değildi. Umurumda olan tek şey sinirden kızarmış, damarları patlayacak kadar şiş, öylesine kitlenmiş Sarp'tı. "Sarp!"

Bağırışlarımızdan dolayı içeriye giren iki polisle babamı gördüm. Babam tuttuğu gibi Sarp'ı aldı. "Sen kimsin lan! Sik beyinli! Para içinmiş! Döl israfı, sen bu saatten sonra benim şahsi meselemsin."

Sarp'ı böyle görünce yalan söyleyemezdim, korktum. Kendim için değil, benim için yapacaklarından... Beni düşündüğünden yapıyordu ama ona seslendiğimi duymuyordu bile.

"Aileni tekrar gözden geçir Ahsen. Seçemediklerin yüzünden başına gelenlerden sonra seçtiklerine de dikkat et." Son cümlesini Sarp'a bakara söyledi. Ben öylece aynı yerde kalırken Sarp'ı babam, polisler, şimdi de abim zor tutuyorlardı.

"Hâlâ konuşuyor!" Sarp'la göz göze geldim. "Dinleme şu sikiği..." Yanıma ilerledi.

Onu dinleyen ben değildim zaten... "Dinlemiyorum." Oydu dinleyen. Benden çok onun zoruna gidiyordu.

Polislere döndüm. Sarp'ın sağı solu belli olmuyordu. "Durumu iyiyse sevk edilsin." Sarp'ın da işe bulaşmasını, belaya karışmasını istemiyordum.

Beynim uyuşmuş olabilir miydi şu an bilmiyordum. Öylece kendiliğinden giden tekerlekli sandalyede ilerliyordum. Boş bakıyordum.

Ve ben ilk defa ne düşüneceğimi bilmediğim bir boşlukta hissediyordum kendimi. Boşu boşuna düşündüğüm her şey, düşünmem gereken her şeyle birlikte uçup gitmişti kafamdan. Sürekli düşünmenin tersi olan hiçbir şeyi düşünmemeyi tadıyordum ama yine memnun değildim. Çünkü her şey olması gerektiği kadar ama hep ya da hiç değil, olması gerekiyordu.








***








 

Tüm bu koşuşturmacanın içinde babasını ziyarete gelen Alperen'in yanında biri daha vardı; Gökhan.

Aslan ile İskender bugün aynı koğuşta olacaklardı. Alperen her zamanki rutin ziyaretlerini gerçekleştirmek için yola çıkmışken Gökhan da gelmek istemişti.

Babasının burada olacağını biliyordu ama ziyaret etmek istediği kişi babası değil, Aslan'dı. Şu an Aslan'ın karşısında iki delikanlı duruyordu.

"Ne yapıyorsunuz siz şimdi?" Gökhan'a direkt sorup onunla sohbeti yanlış ilerletmek istemedi. Aynı soruyu sanki oğluna da sorarmış gibi soruyor iki tarafında gönlünü hoş edip kendi baba baskınlığını koruyordu.

"Ben işimi yapıyorum. Yapabilirsem..." Hayatı boyunca koruması olup bu kadar yara alan ilk savcının koruması olduğunu düşüyordu. Talih denen illetin ne Alperen'e ne de Ahsen'e uğramaya niyeti yok gibiydi.

"Başına ne zaman bir şey gelse sen yanında değildin oğlum. Olsan olmazdı zaten, kendini düşük görmeyi kes!" Aslan'nın gözleri oğlundan Gökhan'a döndü. "Sen?"

"Ben bir şey yapmıyorum. Yani Alperen'le takılıyorum." Sesi ne emin ne kısıktı. Düz konuşuyordu Gökhan.

"Siz ne iş?" diye sordu. İkisine bakıyordu Aslan. İçinde gizlediği gülüşü dışarıya oldukça ciddi yansıyordu.

"Savcım verdi yanıma. Valla ne zaman gidecek bilmiyorum, gitmeyecek gibi..." Alperen bunu söylerken Gökhan'a bakıyordu. Alperen'in sözleri Gökhan'ı kırmıyordu artık. Gökhan, Alperen'e karşı biraz arsızdı.

Aslan gülerek başını salladı. Hemen ardında ani bir şekilde ciddileşti. "Uslu durun!" Karşısında duran iki gencin de buraya düşmesini istemiyordu. Baba olarak iyi örnek yoktu. Ne İskender ne de o parmakla gösterilecek bir örnek değillerdi. 'Benim babamda şöyle' deyip insanlara gururlanacak kadar önemli kimlik yaratnamışlardı kendilerine.

"Öğütler sizi pek kesmez biliyorum, insan bazı şeyleri yaşamadan anlamıyor ama aptalca şeyler yapmayın." Gökhan'a döndü, o Alperen'den farklı biraz daha Aslan'a yakın bir durumda olduğu için ona özel bir detay ekledi. "Artık." Gökhan'ın usulca başını salladığını gördü.

"Hadi gidin şimdi, buranın tozuna alışmayın." İkisini de gönderdi.

Gökhan ayaktayken içinde tuttuğu sözü daha fazla tutamadı. Aslan'a döndü. "Ben babam gibi değilim." Bu cümleyi Alperen anlamasa da Aslan anladı.

'Babamın sana ihanet ettiği gibi ben de Alperen'e ihanet etmem.' demişti. Aslan başını salladı. "Kimse onun gibi olamaz zaten."








***









 

"Ya sen embesil misin? Şunu karıştırmak ne kadar zor olabilir? Yani şunu yapmak beyin bile gerektirmez sen beyninle bile bunu beceremiyorsun!" Zeynep mutfakta yardım etsin diye Berkin'i yanına çağırmakla büyük bir hata yapmış söyleniyordu. "Ama suç bende. Ben malımı biliyorum, niye çağırıyorum ki?"

Berkin hala tenceredeki çorbayı karıştırıp hemen ardından da ters tarafa karıştırıp çorbayı sıçratıyor, Zeynep'i pek iplemiyordu. "Lan alo?" Zeynep seslenip Berkin'e ensesine vurdu. "Sana diyorum geri zekalı!"

"Al o zaman elimden çırpıcıyı kardeşim. Aynı annem gibi başladın. Sıçtık şimdi bir saat söyleneceksin. Madem biliyorsun beni niye verdin elime?" Elindeki çırpıcıyı Zeynep'e verdi.

"Belki insanlığı öğrenirsin diye çabalıyorum hala bezelye beyinli. Sende insansal faktörler ne arar ama! Çık git gözüme gözükme." Berkin'i mutfaktan kovdu. Kapı çaldığı an bağırdı. "Kapıyı aç!" Bir kez daha tane tane söyledi. "Berkin. Kapıyı. Aç."

"Anladık!" Kapıyı açmaya gitti. Yerdeki halıya takılıp son anda düşmeden kendini toparladı. Arkasını döndü, Zeynep'in görüp görmediğine baktı, görmemişti ama Ege'yle göz göze geldi.

"Oğlum harbi malsın da bu saatten sonra atılmazsın işte. Atsak daha sıkıntı, başımıza bela olursun sen." Başını salladı, elindeki süpürgeyle yeri süpürmeye devam etti. "Mecburuz buna..."

Berkin ses etmeden kapıyı açtı. Karşısındaki topluluğa baktı. Bir süre öylece bakınca Ege iç çekerek kapıya ilerledi. "Oğlum sen sa-..." O da kaldı kapıda. Kim olduklarını Ege de bilmiyordu, tek bildiği adliyede gördükleriydi. "Buyrun?"

"Ahsen'e geldik." diyen Levent en önde duruyordu. İçeriye hala girememenin siniri vardı.

"Kimdiniz?" dedi Ege. Tek kaşı havalanmıştı.

"Dedesi, babaannesi..." dedi. Arkadan Mercan konuştu. "Ben halası." Tuna ve Oltan da ciddi duruyordu. "Amcaları." Yanlarında kalabalığın çoğunluğu olan gençler vardı. "Biz de kuzenleriyiz."

"Kimmiş?" Arkadan da Zeynep geldi. Kapının önünde duran kan bağı olmadan Ahsen'e aile olan üç kişi, kapının dışında bekleyen Ahsen'in kanından olan büyük aileye baktı. Zeynep eğil Berkin'e "Kimlermiş?"

"Dide'nin dedesi ve nesli."

Zeynep hemen sonra Ege'ye döndü. Berkin'den bir şey duymak onu tatmin etmemişti. "Kimlermiş?"

"Dide'nin gerçek baba tarafı." Kapıdakilere döndü. "Buyurun." Kenara çekildi, yol açtı, hala duran Berkin'in de yakasından tutup yanına çekti.

"Sağ ol." Herkes tek tek içeri geçti.

Berkin yine duramadı. "Siz Ali tarafı değilsiniz değil mi?"

Mercan konuştu. "Allah yazdıysa bozsun. En kırıldığım soru bu olabilir." Eve bakındı. "Ee yeğenim nerede?"

"Daha gelmediler. Yoldalarmış ama, gelirler." Ege cevapladı tek tek. "Siz keyfinize bakın, ben iki dakika şurayı da halledeyim." Süpürgeyi alıp son kalan yeri de temizledi.

Süpürge kapandığı an Levent döndü. "Siz kimsiniz? Evdesiniz böyle?" Sesi sert değildi, merak ediyordu.

"Biz de ailesi sayılırız. Ben ortaokuldan beri arkadaşıyım, Berkin ve Zeynep de liseden beri. Torununuz sıra ve yurt arkadaşımdı. Kardeş gibiyizdir." Ege bu hikayeyi anlatmaktan hiç sıkılmazdı. Hayatı boyunca eğlendiği, eğlendirdiği en güzel anlarda yanında hep değişmeyen kişi Ahsen'di sonra yanına Berkin ve Zeynep eklenmişti.

Herkese anlatabileceği bu arkadaşlığını seviyordu.

“Yurt?” İyice meraklandılar.

“Yok öyle değil. Lise yurdu. Dide abisiyle İzmir’e gitmek istemeyince yurda geçmişti, okulun yurdu yani.” Yurt bir evden daha eğlenceli bir hale dönüştüğünde yaşadığın yerde meselenin ev olması gerekmiyordu. Ev olması için illa anne baba şart olmuyordu. Kendini güvende hissettiğin, mutlu hissettiğin her yer ev olurdu.

Dördünün de en mutlu olduğu ev orasıydı. Üzüldüklerinde bile birbirlerinin yanında olup kimin acısı varsa diğerlerinin unutturduğu o yerdi.

“Siz liseden beri hep mi berabersiniz yani?” Karaca konuştu.

“O biraz kendini uzak tutmayı sever. Diğerleriyle liseden beri konuşuyor. Ben bırakmadım onun peşini diyelim. Ben genelde hep yanındaydım, Dide buraya gelene kadar.” Güldü Ege. “Hatta buraya da gelmeyeyim diye haber vermeden gitmiş muhtemelen.” Elindeki süpürgeyi götürdü.

Mutfağa girdi. İçeride fısır fısır tartışma vardı. “Ne yapayım kızım her yer dolu! Oturacak yer yok. Dedesinin kucağına mı oturayım? Bu nasıl aile ben anlamadım, çok kalabalık? Adamın kucağına otursam…” Berkin’in sözünü kesti. “O adam seni kucağına oturtmaz Berkin. Öyle bir durumsun sen. Ama şimdi kucaklayacağım seni.”

“Burada durmayın, ayıp olur.” Zeynep ikisine de döndü. Mutfakta yemeklere bakıyordu, o gidemezdi. “İkiniz de. Gidin hadi.”

Mutfaktan ikisi de çıktı. Seher geldi mutfağa. “Yardım gerekiyor mu? Biz haber vermeden geldik ama aç değiliz yani bize bir şey hazırlama. Normalde hastaneye gelecektik ama Demir kalabalık diye istemedi. İyi değil mi durumu?”

“Durumu iyi, Dide her şeyi atlatır. Birazdan gelir zaten görürsünüz.” Yemekleri halletti. “Yardıma gerek kalmadı. Ayrıca olur mu öyle şey? Bol bol yemek var, olmasa da yaparız, ya da bölüşürüz ne olacak. Siz oturun olur mu? Ben size çay getireyim.”

“Biz de getirdik bir şeyler, masada.” Öylece gidemedi. “Tamam bardakların yerini söyle ben de çaylara yardım edeyim.”

Zeynep dolabı açtı. Gülümsedi. “Burada.” Seher yardım ederken kendi işine devam etti. “Dide… Biraz soğuk görünebilir ama değildir. Size nasıl gözüktü pek bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Geçmişi çok mükemmel değildi, şüpheci olmak, emin olmak zorunda hisseder kendini. Çok takılmayın, zaten iyi gelirseniz çok sürmez size iyi gelir.” Çayları doldurdu.

İçeriye girdiklerinde gerçekten de oturulacak pek yer kalmamıştı. Koca masanın sandalyeleri de koltuklar da doluydu. Altay, Tuna ve Levent de fazla yer kaplıyorlardı. Zeynep girdiği an Berkin de Ege de ayağa kalktı, ikisi de yer verdi. “Gel Zeyno.” Zeynep gidip Berkin’in yerine oturdu. Ege de Berkin’e yerini verdi.

“Ben balkondakileri alayım.” İçeriye geri geldiği an kapı çaldı. “Geldiler. Ben bakarım.” Kapıyı açar açmaz karşısında Mete, Azra, Demir vardı. “Dide hariç herkes geldi sanırım? Dide nerede Mete abi? Gelmeyecek mi?”

“Gelmediler mi onlar oğlum?” Mete aceleyle ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Eve baktı.

“Gelmediler… Ne oldu?” Azra’ya baktı.

Azra da gülmeye başladı. “Sarp abiyle birlikte geliyorlardı.” Demir de duyup sinirlenmesin diye fısıldadı.

İçeriye herkes doluşmuşken herkes Ahsen’i bekliyordu.

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

“Hangilerini istiyorsun?” Sarp cama eğilmiş Ahsen’e bakıyordu.

“Çilek, ananas bir de erik al yeter.” Yolun kenarında duran manavı görünce Sarp’ın Ahsen’e meyve almak istemesiyle durmuşlardı. Ahsen meyvelere baktı.

“Karpuz?”

“Seçtiğin mandalinalardan sonra seçeceğin karpuzdan pek emin değilim.” Sarp’a gülerek söylemişti.

Sarp’ın tek kaşı havalandı. “Seçiyorum?” Buna karşılık Ahsen omuzlarını kaldırıp indirdi. Sarp manavdaki adama yaklaştı. “Abim Diyarbakır’dayız. Kelek çıkacağını düşünmüyorum.”

Adam sessizce güldü. Sarp ellerini ovuşturdu, karpuzlara baktı. Ahsen’e döndü kısa bir süreliğine. Ahsen’in elleriyle vur vur dediğini görünce güldü. Önüne döndü, iki üç karpuza baktı, vurdu karpuzlara.

Adam sessizce Sarp’a konuştu. “Al onu.”

“Alayım abi. Eyvallah.” Karpuzu uzattı. “Biz bir de üçer kilo erik ve çilek alalım.” İki tane de ananas kaptı.

“Yenge mi?” diye sordu. Sarp imalı bir gülüşle kafasını salladı. “Aşerme mi?”

Sarp bir an dondu. “Yok abi… Vitamin niyetine.”

“Kusuruma bakma, dün geceden bu saate kadar dört çift geldi, sizin gibi kilo kilo alınca dedim siz de mi bebek bekliyorsunuz.”

Sarp parayı ödedi. “Yok abim sıkıntı değil. Siz gece de açık oluyor musunuz ki?”

Güldü adam. “Oluruz.”

Sarp da güldü. “Geliriz abi, o zaman gelsin geliriz.” Meyveleri alıp arabaya bindi.

“Allah sohbetinizi arttırsın. Unuttun beni burada.” Ahsen söylenmeye başlayınca güldü Sarp. “Niye bu kadar çok aldın? Erikler neyse de çilekler çürüyecek…” Erik poşetine uzandı, içinden birkaç erik kaptı. Sarp’ın yüzüne gülerek Sarp’ın tişörtünü çekiştirdi. Erikleri sildi. “Çok işlevli bir sevgilisin, sevdim ben bunu.” Bir erik Sarp’a uzattı, diğerini ağzına attı.

“Öyleyimdir…” Ahsen’e dönüp kısa bir bakış attı. Kendi önünde bakan sevgilisini izledi. Adamın aklına soktuğu o şeyi düşündü. Hamile bir Ahsen, sinirli, söylene söylene aşermiş, öylece sessizce erik yer gibi düşündü Ahsen’i. Gülüşünü tutamadı.

“Neye gülüyorsun?” Sarp’ın gülüşünü duyunca ona dönmüştü. O da neye güldüğünü bilmese de istemsizce gülüyordu.

“Bir şey düşündüm de ona gülüyorum.” Gülüşü büyüdü Sarp’ın.

“Söylemediğine göre benim hakkımda bir şey?” Ahsen’in sorusuna Sarp başını salladı. “Söylemeyecek misin?”

“Yaşamayı seviyorum, pek emin değilim. Söyleyebilirim ama belki söylemem.”

“Ne geveledin ya… Alt tarafı merak ettik, hayır ne olabilir ki?”

“Manavdaki abi… Seni hamile sanmış, geceden beri bebek bekleyen dört çift gelmiş. Bi düşündüm de sen aşersen, kış mevsiminde erik istesen… Bulamadım desem sen kafama silah dayasan.” Anlatırken gülüyordu.

“Abart. Beni iyice yeri dibine soktun sen de Sarp.” Ahsen’in çocuk hakkında bir yorum yapmadığı anlayınca durdu.

“Aynı senin huyunu alan bir çocuk, ikinizin de bir olup beni kapıya atma ihtimali.” Buna da Ahsen güldü.

“Pek işe yaramıyor ki, kapıdan kovsam bacadan giriyorsun. Daha farklı şeyler düşünmek gerekirdi de ben de seni aldım bir kere. Yapacak bir şey kalmadı.” Bir erik daha aldı, aynı rutinde Sarp’ın üstünü eriği temizlemek için kullandı, ağzına attı. “Bak o karpuz bir güzel olmasın…” Tehdit eder gibi konuştu, güldü.

“Güzelse?”

“Bir tebrik ederiz o zaman. Ayıpsın…”

“Nasıl bir tebrik olacak bu?”

“O anki keyfime göre değişebilecek,” Vurguladı. “Küçük bir tebrikcik olabilir.” İşaret parmağıyla baş parmağını çok yakın bir mesafede yaklaştırdı. “Şu kadarcıklık bir tebrik de olabilir,” Parmaklarını çok aşmadan, abartmadan uzaklaştırdı. “Şu kadarcıklık da olabilir.” Sesini yumuşattı. “O da karpuzun tadına göre değişir.”

“Peki.” Razı gelmiş gibi bir halle başını eğdi.

“Yolu uzatıyorsun?”

“Farkındayım. Yollar çok bozuk, arabanın çukura girmesini istemiyorum. Zaten yeterince zor oturuyorsun…”

Bir anda sevgiye gelen Ahsen elini Sarp’a uzattı, makas aldı. “Seviyorum seni ya, kerata seni… Haşin surat!” Fazla sevgisi vardı, içinde tutamadı, taştı. “Öpesim var da uzanamam.” Sarp arabayı hemen kenara çekti. “Ne yaptın?”

“Sen beni öpmek istemişsin ben durmayayım mı? Sen uzanamazsan ben uzanırım. Öp beni.” Ahsen’e uzandı.

“Çok ısrar ettin madem öpeyim…” Dibinde duran dudaklara baktı, gözlerini kaldırdı, Sarp’ın yeşil yeşil bakan gözlerine baktı. Gülümsedi. Öptü.

Ahsen’i telefonu çaldığı an geri çekildi. “Kim o?” Ahsen telefona baktı kocaman yazıyı gördüğü an cevap verdi. “Abim.”

“O abini…” Sustu.

“Öyle deme.”

“Hissediyor. Yemin ederim hissediyor. Bunun başka bir açıklaması olamaz.” Önüne döndü.

“Efendim abi?”

“Biz geldik sen yoksun?”

“Evet abi, evde olmadığıma göre bunun ben de farkındayımdır ya?”

“Aynı anda hastaneden çıktık ya? Biz geldik siz yoksunuz ya?”

“Geliyoruz abi. Ne güzel evdesin otur işte.” Daha fazla uzatmadan telefonu kapattı. “Gidelim bakalım şu eve…”

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

“Babam bu akşam mı gelecek anne?” Duru evde oradan oraya koşturuyordu.

“Hayır anneciğim, bu akşam yola çıkacak, gece evde olur. Yani uyandığında baban gelmiş olur.” Masaya yemekleri getirdi. “Hadi gelin, yemek hazır.” Duru’nun yanında Batu da vardı. Duru’yla oyun oynamak için gelmişti.

Leyla’nın çektiği sandalyeye oturmadı. “Ben Batu’nun yanına oturacağım.”

Batu da gülerek poposunu sandalyede oynattı. Karşısına koyulan yemeğe baktı. “Ellerine sağlık Leyla teyze.” Uzatarak söylüyordu. Tatlı bir çocuktu, uzun düz saçları vardı. Kumral bir çocuktu. Tombul yanakları ve parmakları vardı.

“Afiyet olsun Batu’cum.”

Halasına benzeyen Duru’nun içi de dışı gibi halasına benziyordu. “Çatalını al Batu. Heh çatalınla ye tamam mı?” Leyla kızına güldü. Batu’nun sessizce Duru’nun dediğini yaptığını gördü. “Hızlı ye tamam mı? Daha kitap okuyacağız.”

“Tamam.” Batu çatalını köfteye batırıp hızlıca ağzına attı.

“Batu’cum acele etme. Yavaş yavaş yiyin.” Leyla’yı panik sardı. Emanet işi zordu. Yemekle şaka olmazdı. “Sakin sakin yiyin, sonra kitap okumaya çok vakit var zaten.”

Batu ağzı doluyken konuştu. “Ben okumayı bildim Leyla teyze.”

“Ağzın doluyken konuşma Batu.” Sessizce köftesini yiyordu Duru. Batu’yu ne kadar acele ettirse de kendisi de bir o kadar yavaş yiyordu.

Batu’nun minik eli ağzını kapattı. “Pardon.” Yuttu ağzındakini. “Ben iki kitap bitirdim bile…”

“Kaç sayfa ki onlar?” Duru elini çenesine dayamıştı.

“Annem dedi ki elli altı sayfaymış ama on iki sayfa resim vardı.” Leyla’ya döndü. “Ne kadar okumuşum Leyla teyze?”

“Kırk dört sayfa okumuşsun Batu’cum.” Batu cevaba başını sallayarak onay verdi. “O kadar okuyabilmişim işte.”

“Nasıl bir kitaptı ki?” Duru oyalana oyalana yemeğini yiyordu.

“Okurum ki yine sana. Bir timsahın doğum günü vardı, en yakın arkadaşı gelemedi ama doğum gününe.”

“Neden gidememiş?”

“Çünkü…” durdu. “Unuttum. Annemi arayalım.” Oturduğu yerden kalkmak için hareketlendi. Çocukların istediklerinin anında yapılması gerektiği bir dönem vardı. Batu’nun içi içini yiyordu. “Leyla teyze annemi arayalım soralım?”

“Okuyunca öğrenirsiniz Batu’cum. Annen de belki bilmiyordur. Yemeğinizi yiyin hadi.”

Batu ikna olmaya yakınken Duru konuştu. “Yaa ama ben bilmek istiyorum.” Batu yine Leyla’nın yanına adımladı.

“Annecim okuyunca öğrenirsiniz. Oturun hadi, yemeğiniz bitene kadar konuşmak yok, buz gibi oldu yemek. Yemek yerken konuşulmaz.” İkisini de masaya oturttu. Başlarında bekledi. Dediği gibi oldu, ses çıkarmadan yemeklerini yediler.

“Tabağını al, kaldıralım.” Kendi tabağı elindeydi, Batu’ya konuştu. Mutfağa girdiler, tabaklarını bıraktılar. İkisi de ağızlarını silip lavaboya geçtiler. Ellerini yıkadılar.

Elleri sabunluyken Duru güldü. “Bak şimdi baloncuk yapacağım Batu.” Baş parmağıyla işaret parmağını birleştirdi, çember oluşturdu. Üfledi yavaşça.

Baloncuk çıktığı an Batu kahkaha atıp bağırdı. “Duru! Bak bak! Aaa.” Kendisi de yapmaya çalıştı.

“Halam bunu kocaman yapıyordu, hem de kafamdan bile büyük.” Halası gibi yapmaya çalıştı ama bu iş için parmakları fazla küçük, nefesi yetersizdi. "Patladı. Neyse yapamadım." Suyu açtı, ellerini yıkadı. Hala ölü olduğunu bildiği halasına üzüldü aklına gelince. Babasını özlemişti. Gece o gelene kadar uyumayacağını kendisi de Leyla da biliyordu.

Mete'ye kapıyı açanın kendisi olmasını istiyordu.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

Eve gelir gelmez fazla kalabalığa şaşıran Ahsen eve gelenlere bir şey diyemedi. Herkesin verdiği ilginin tek sahibi olmak her zaman garip geliyordu. Daha önce yemekte görmediği amcasını ve kuzenlerini gördü, onlarla da tanıştı. Tuna da ilk andan itibaren Ahsen’e yakınlık duymuştu. Ailede babasının izinden giden üç erkek vardı. Demir de, Oltan da, Tuna da asker olmuşlardı.

Hep birlikte yemek yediklerinde Ahsen daha fazla oturmaya dayanamamıştı. Kalabalıktan uzağa, odasına yattığında yanında Mete vardı. “Ben birazdan İzmir’e gidiyorum. Demiştim zaten, yine gelirim ben tamam mı? Duru’ya hala söylemedik, nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”

Ahsen başını salladı. “Beni dert etme abi. Bir buçuk ay daha böyleyim. Duru’ya da istersen ben söylerim, anlatırım bir şeyler. Ama ne zaman oraya gelirim bilmiyorum.” Mete’ye sarıldı. “Dikkatli git, gidince bana da haber ver. Duru’yu da Leyla’yı da öp benim yerime.”

“Dide?” Bekledi.

“Abi?”

“Demir babaya da çok surat yapma olur mu? O çıkar gelirse kovma, bir şey lazım olursa söyle o halleder. Fazla işe yaramaz hissediyorum deyip duruyor. Yemin ederim o da senin kadar suçsuz ve habersizdi.”

“Annemle niye ayrıldılar abi?”

“Onu da sorabilirsin Dide. Benden daha çok şey biliyor olduğunu biliyorsun, sana her sorduğunu cevaplayacağına emin olabilirsin. Sor, konuş onunla.”

Başını salladı.

“Aklım sende kalmaz değil mi?”

“Abi gözünün önünde de otursam sen panik yapıyorsun. Kalmaz umarım.” Saçlarına konan öpücüğe gülümsedi. “Sen de bir bana şımarıyorsun he!” Ahsen de Mete’ye uzandı. Yanaklarından öptü.

“Abinim ben senin, az da sen sevgini göster bana.” Ahsen, Mete’nin yanağına yumuldu. Bugün fazla sevgi dağıtma günündeydi. Mete hazırlanırken odanın kapısı çaldı. “Kimsin?” Kapı açıldı. Karaca kafasını soktu içeri. “Gelebilir miyiz?”

“Gelebilirsiniz?” Hemen ardından bir kafa daha gözüktü. Hakan da girdi.

“Alakasız ama Ege abi dedi ki Ahsen’e sorun siz. Sana bir soru sorsak?” Elinde telefonuyla yatağa yaklaştı.

“Soru ne?” Bir panik oldu.

“Geometri?” dedi Hakan. O an Ahsen rahat bir nefes verdi. Başını salladı. Karaca telefonu uzatıp soruyu gösterdi. “Bizim denemenin soruları bunlar, daha açıklanmadı ama Karaca farklı şıkkı ben farklı şıkkı işaretledik. Doğrusunu sen bulabilir misin?”

Önündeki soruyla bir an geçişe gitti. Bilgilerini yokladı, sayısal konularda çok iyiydi, geometri dersi de çok iyiydi ama hatırladığından pek emin değildi. İçi hafif panik dolu ama dışarıya pek yansıtmadığı, sanki soruyu kendi yazmış gibi bir havayla güldü. ‘Bir yerden başla kızım gelir devamı.’ kendi kendine konuştu. Soruya baktı.

“Ben 33 dedim.” dedi Karaca.

“Ben 41 dedim.” dedi Hakan.

‘Silindirin alanı… Ebesinin… Geri dön Dide…’ Çözmeye başladı. “Gençler ne denemesi bu ya?” Eğitim sistemi nesil değiştirse de kendisini hiç değiştirmediği için yıllardır sıralarda söverken şimdi de sövüyordu. Çok geçmeden cevabı buldu. “41 diyen kimse ben de aynı fikirdeyim. Ama ben de geometri hocası olmadığım için?”

Hakan’ın suratı gülmeye başladı. “Pardon. Alfayı soruyor. 33.” diye düzeltti Ahsen. Karaca gülmeye başladı. Hakan Ahsen’in elinden telefonu kaptı.

“Ne diyor ne diyor?” Soruyu tekrar okudu. “Allah kahretmesin! Ben öbürünü bulmuşum. Bunu da bulmuştum ya.”

“Tyt Türkçeye baştan başlamaya ne dersin Hako? Bence önce o sorunu çöz sonrası derece.” Karaca keyifle kardeşinin elinden telefonunu kaptı. Ahsen’e döndü. “Sağ ol Ahsen abla.” Gülerek içeriye girdiğinde hala kendine hayret eden Hakan’la Ahsen baş başaydı. Göz göze geldiler.

“Ne okuyacaksın?”

“MSÜ…”

“Kara, hava, deniz?”

“Hava…” Duyunca imrendi, tüyleri diken diken oldu.

“Halledersin. En azından yanlış yaptığın için bu saatten sonra hata yapmayacaksın. Öyle düşün. Cevabı zaten bulmuşsun. Çok da sıkma canını.” Hakan’a gülümseyerek destek verdi.

“Öyle…” Kendine geldiğinde iç çekti. “Kardeşlik berbat bir şey. Bir ömür dilinden düşürmez şimdi.” İkizlerdi.

“Sen onu bir de dışarıda gör. Biri sana bir şey desin seni ilk kim koruyor görürsen anlarsın. Benle abim de öyleyiz. İstesin ömrümü veririm ama en sevdiğim yemekten vermem. Öyle bir mesele kardeşlik.”

Evdekiler tek tek odaya girdi, hepsi Ahsen’e yakın olmaya çalışıyordu. Özellikle de Levent. Kızına karşı, kız torunlarına karşı fazla hassastı. Ahsen’i incitmeden sarılmaya çalıştı. Biraz çekinse de Ahsen geri çevirmeyince içini saran mutlulukla gülümsedi. “Benim numaram sende var mı?” Yoktu, Ahsen başını iki yana salladı. “Söyleyeyim kaydet.”

Ahsen telefonunu aldı, Levent’i kaydetti. “Kaydettim.”

“Ben bizimkilerin numarasını da atarım, onları da kaydedersin. Babaannen sana yarın da yemek getirir…” Ahsen’in ifadesi sekteye uğradı. “Ne oldu?”

“Babaanne bir garip geldi.” Ali’nin annesini bile pek görmemişti, görse bile pek yakın değillerdi. Ali’nin babası Kenan iyiydi, dede ona normal geliyordu ama babaanne garipti. Öbür taraf zaten uzun zamandır hep soru işaretiydi. Anneanne de garip değil sanki yeni bir kelime gibiydi.

Levent güldü. “Doğrusu bu…” Bir kez daha sarıldı.

En son Demir girdi odaya. “Sen iyisin değil mi? Bir yerin ağrıyor mu? İlaçlarını içtin değil mi? Baktım evde yemek var. Bize gidelim mi? Benim senin iyi olduğundan emin olmam lazım.” Sıralı bir şekilde tüm endişelerini dile getirdi. Baba olmak böyle bir şeydi. Ziyaret ayrı can ayrıydı. Tüm gün boyunca diğer günler gibi Ahsen’in acısını, dayanıp dayanamayacağını düşünüp kafasına takıyordu.

“Ben iyiyim. Bir şeyim yok. Yatağımda rahatım, birinin evinde uyuyamam ben zaten. Burası iyi…” Demir’e birinin demesi Demir’i kırmıştı anladı. “İstediğin zaman gel baba… Evin yerini biliyorsun, bu evi bana zaten sen buldun.”

Baba kelimesi tüm durumları telafi etmiş gibiydi Demir’de. Başını salladı, morali yerine geldi. “Bir sarılayım sana?” İçi gider gibi baktı Ahsen’e. Evlat kokusu farklıydı. Ahsen’in bu kokusu yalnızca Demir’e gelirdi.

Ahsen’in pek hareket edemediği ama kollarını uzattığını gördüğü an hızlı bir adım attı. Onu çok incitmeden sarıldı. Gözleri dolmuştu, kokusunu içine çekti, saçlarına parmaklarını doladı, öptü saçlarından. Bırakmak istemiyordu sarılma birkaç dakika sürdü. Geri çekildi, yatağa oturdu. Ahsen’in yanaklarını sardı elleri. “İlaçların?” Bu soruya cevap almadığı için yineledi.

“İçtim.”

Ahsen de Demir’in sıcak ellerini hissediyordu. Nasırlıydı ama sanki pamuk değiyor gibi hissediyordu. Ali’nin nasırlı olmayan hoyrat elinde çok daha hafif ve yumuşak geliyordu. Ahsen’in önüne düşen bukleyi gülerek geriye ittirdi. Yataktan kalktı. “Bir şey istediğinde, bana ihtiyaç duyduğunda beni çağır. Ne zaman ve nerede olursan ol. Bu saatten sonra ömrüm yettiğince senin yanında olmak istiyorum.” Ahsen’in elini öptü.

Başını sallayan Ahsen’den iki kelime çıktı. “Tamam baba.”

Demir de önce odadan, sonra evden çıktı.

Evde sadece Azra, Berkin, Ege ve Zeynep kalmıştı. Berkin anında odanın kapısına dayandı. “Kız cimcime. Salona taşınmak ister misin?”

Güldü Ahsen. “Olur zibidi. Kapıma da şey yaz ‘Salona (6 metre ileriye) taşındık’”

Berkin yavaşça Ahsen’e yardım etti. İçeride duran büyük kanepeye Ahsen’i yatırdılar. “O kadar da düz yatırma lan beni. Mumya oldum iyice. Az dikelt.” Biraz doğruldu. “Oldu.”

Evde durup dururken Azra kalktı ayağa. “Eveeet Bugün hıdırellez gecesi…”

Ege başını telefondan kaldırdı. “Yani?”

Azra göz devirdi. “Dilek dileme hakkın var.” Zeynep de Azra’ya katıldı. “Aynen. Ben hepimize kağıt getireyim.”

“O ne lan? Dileğimizle kağıt ne alaka? Allah benim içimi biliyor zaten.” Berkin Ahsen’e baktı.

“Bir boka da hevesin olsun.” Ahsen bu cümleyi kurunca Ege de, Berkinde şaşırarak Ahsen’e baktı. “Ben o anlamda demedim de…”

Önüne gelen kağıda baktı herkes. Ahsen de öyle. Zeynep tam konuşacakken kapı çaldı. Sarp da geldi. “Ne yapıyorsunuz?” Herkesin elinde kağıt görünce güldü. “İsim şehir mi oynuyorsunuz?”

Azra bir kalem, kağıt da Sarp’a verdi. “Otur sen de şuraya.” Ahsen’in yanına gönderdi.

Sarp, Ahsen’in kulağının dibine eğildi. “Yavrum bu ne?”

“Dilek kağıdı…” Anlamayan, kaşları çatık Sarp’a bakıp açıkladı. “Hıdırellez gecesiymiş?”

“Nellez?” Yüksek sesle çıkmıştı. Ege ve Berkin bu soruya katılırken Azra ve Zeynep cevap verdi. “Hıdırellez!”

“Herkes dileğini sanki olmuş gibi yazsın. Resim de çizebilirsiniz. Herkes sayfasını doldursun!” Zeynep net bir şekilde konuşunca Berkin ve Ege usulca kalemi eline alıp bir şeyler yazmaya başladılar.

Saçma olduğunu savunan Berkin bütün lüks arabaları yazıyordu, yazarken de herkes duyuyordu. Zeynep söylendi. “Benim aklımı karıştırıyorsun, sessiz yapsana!”

Ahsen sese değil de dileğe takılmış gibiydi. “Gözün doysun galerici!”

“İş sevdası ne yapalım… Çizemem de, yazayım bari.” Herkes sessizce dileklerini sıralıyordu.

Sarp da bir şeyler çizmeye başladı. Ahsen’e döndü. “Sen ev çizdin mi? Çizdiysen göster de birebir aynısını çizeyim.” Kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Ahsen’in kağıdına baktı, pek dolu değildi. Ahsen’in kağıdını kendi önüne aldı, kendi kağıdına çizdiklerini çizdi, aynı ev.

‘Sarp Çağan Dinçer’le evlendim.’

‘İki çocuğumuz oldu’

Detayları ekledi. Bir tane tektaş çizdi. Kağıdı doldurup Ahsen’e geri verdi.

“Gül ağacının altına gömmek gerekir. Sabah alacağız sonra akan suya atacağız” Zeynep de bitirmişti, olacakları söylüyordu.

“İyi de burada deniz mi var?” Berkin derin düşüncelerdeydi.

“Buluruz bi su. Sus artık.”

Sarp yine Ahsen’e yaklaştı. Ben iner gömerim bizimkileri. Ahsen güldü. Sarp’ı bu kadar hevesli beklememişti.

Ahsen’in önüne elma atılınca Sarp yakaladı. Azra bir tane de bıçak verdi. “Soy bunu. Ama tek parça olacak kabuk.” Kendine de Zeynep’e de aldı. Erkeklere döndü. “Siz beceremezsiniz boşuna kısmetiniz batmasın.”

Ahsen elmayı soydu. “Ayağa kalkabilecek gibi misin?” Azra öylece suratına bakıp bunu söyleyince şaşırdı.

“Sebep?”

“Arkana, yere atınca evleneceğin adamın ismi çıkıyormuş.” Herkes gülerek Sarp’a baktı.

Ahsen de güldü. “Başka bir harf çıkarsa ayrılırız.”

“Başka bir harf çıkarsa hangi harf olduğuna bakar o isimle başlayan tüm erkekleri yok ederim.” İçi gerilse de rahat görünmeye çalışıyordu.

Ahsen’in ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Çok kısa bir anda Ahsen kabuğu yere attı. Bunu bir tık saçmalık olarak düşünse de şu an oldukça eğleniyordu. Yerde duran kabuk S harfi olunca herkes şaşırdı.

Sarp rahat bir nefes verdi. “Biliyordum.” Ahsen’i oturttu.

“Atma. İçin içini yedi. Alnından ter süzülüyor.” Terini sildi. “S çok kolay oluşan bir harf bu arada.”

“Güzelim ben kağıda yazdım biz evleniyoruz. Rahat ol. Ben kafamda kıydım zaten çoktan nikahı da, resmiyet zamanını bekliyorum.” Arkasına yaslandı.

“Dide o kabuğu yastığının altına koy, bu gece öyle uyu.” Azra kabuğu verdi.

“Saçmalama.”

Sarp atladı, Ahsen’e fısıldadı. “Yap yap. Sen yap.”

Bir süre sonra Azra yukarı, Doruk’un yanına çıktı. Zeynep, Ahsen’in odasında yattı, Berkin ve Ege öbür odaya geçti. Sarp dilek kağıtlarını gül ağacının altına gömüp eve geri döndü. İkisi de salonda yatacaklardı.

“Aslında senin yatakta yan yana yatsak iyi olabilirdi.” Sarp mırıldandı.

“Sen bu gece bu evde uyuduğuna dua et.” Aynı yerde, salonda ama farklı koltuklarda uyumak Sarp’ın hoşuna gitmedi.

“Kızım evlendik yazdık o kadar, iki çocuk yazdık o kadar. Ne bu mesafe.”

“Sus artık da uyu…”

Sarp yastığıyla uğraştı. Biraz koltuğa vurdu. “Tamam be.” Yattı, gözlerini kapattı. “Ulan hastanede bile yan yana yattık evde yatamıyoruz.”

“Duyuyoruz sizi!” Ege’nin sesi geldi.

“Duy lan ne olmuş?”

“Sarp uyu.”

“Tamam güzelim.” Sustu, Ahsen’e baktı. Önce onun uyumasını izledi, sonra kendisi uyudu.

 

***

Bölüm sonu...

Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

Yazım yanlışlarım olduysa kusuruma bakmayın.

Kendinize iyi bakın. Seviyorum sizi.

Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

Bölüm : 05.05.2025 22:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...