25. Bölüm

21| Tahassür

Nathalie Pall
nathaliepall

 

Ben geldimm!

 

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir ve umarım bu bölümü de beğenirsiniz.

 

Whatsapp kanalına gelebilirsiniz. Link instagram biyografimde yer alıyor. Instagram hesabımı da profilden bulabilirsiniz.

 

Yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür dilerim.
Satır aralarında bol bol yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Başlamadan da yıldızımıza basalım mı?

 

Okuyanlar için keyifli okumalar diliyor, sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum efendimmm...

***

***

***

 

"Aşk rastlanıldığında yaşamak,
kaybedildiğinde ölmeye yakın olmaktır.
Gelişiyle lütuf olan bir hediyenin,
gidişiyle cezaya dönüşme halidir."

***


 

"Ya ben? Seni kaybedersem ben ne yapacağım Sarp?" Ahsen hastane odasında yatarken yanında duran sevgilisine bakıyordu.

Sarp, Ahsen'in yanına yaklaştı. Demir ve Mete gelmeden yatağına oturdu. "Bir bedende yaşamaya devam ederim güzelim." Alnını Ahsen'in alnına dayadı. Ahsen'in gözlerinin içine baktı.

"Ya geride yaşar dediğin de yaşayacak gücü bulamazsa? Ben böyleyim Sarp, hastaneye sık sık düşerim ama çıkarım. Ben bu duruma alıştım artık ama bu hastaneye bir gün bedenen yaralı değil de içi yaralı gelirsem çıkamam." Gözleri doldu Ahsen'in. Sürekli kendi durumunu düşünüyorlardı ama Sarp da görevden yeni gelmişti, aklı sürekli ondaydı.

"Benim ömrüm de senin ömrün kadar olsun o zaman bir tanem." Tam tersini söyleyemezdi. Aşkın, sevginin arasında her zaman daha fazla seven biri olurdu. Sarp o kişinin kendisi olduğunu düşünüyordu.

Ahsen de o kişinin kendisi olduğunu... "Öyle deme Sarp!" Ahsen, Sarp'ın yanağına uzandı, uzamaya yeni başlayan sarı sakalları battı dudağına. Öptü. "Abim bir şey diyemez ama yine de pat diye yakalanmak istemiyorum." Alnını Sarp'ın alnına hemen geri yasladı.

Sarp güldü. Yeşil gözleri kısa bir süreliğine küçüldü sonra geri geldi. Ahsen hayran hayran baktı Sarp'ın gözlerine. "En sevdiğim renk..." dedi fısıldayarak.

"Ne en sevdiğin renk?" Sarp da kendine karşılık parlak kahvelere bakıyordu. Göz bebeğinin siyahı kocaman oldukça onun da kahveleri azalıyordu.

"Yeşil... Sarp yeşili." Ne çok koyu, ne çok açık yeşil... Üniformasını giydiğinde ayrı, güneş vurduğunda ayrı, Ahsen'e baktığında ayrı güzel gözüken yeşil. Sadece 'yeşil' diyemediği, sadece Sarp'ta gördüğü o yeşil; Sarp yeşili. "Parlıyor."

"Çünkü sana bakıyorum." O da aynı şeyi kendi gördükleri için düşünüyordu. Ahsen'in yanağındaki benin, kıvır kıvır saçlarını, o bakınca parlayan gözlerinin rengi kahverengiydi. Sarp yeşil bilmezdi, onun da düşündüğü tek şey baktığı bu kahvelerdi. "Sen kendine benim gözümden bakamazsın, emin ol benim gördüğüm kahveler bütün renkleri yok sayar."

Sarp bir kez kaybetmişti, artık her an içinde bir telaş vardı. "Beni çok korkuttun. Bir daha daha dikkatli ol, bana anlat her şeyini, yoksam da beni bekle Ahsen. Birlikte halledelim tamam mı?"

Ahsen başını salladı. "O kadar içtiğimi unuttum, uyuyamayınca içki içmiştim. Ayrıca hastanedeysem korkmana gerek yok. Emin ol bu diğerlerinin yanında hiçbir şey." Ahsen'e göre hastaneye varmak onun için bir kurtuluştu. Yıllar önce minik bedeninin dayandığı acının minik zerresini bu yaşta yaşamak onu korkutmuyordu.

"Hastanede ol olma. Sen beni bekle. Ben bulurum seni. Gittin dediler, o mezara o beyaz kefen girdiğinde nefesim kesildi Ahsen. Bu saatten sonra aldığın nefes kadar nefesim var benim. Ne zaman nefesim kesilirse o zaman inanırım gittiğine, kimsenin ne dediği umurumda değil. Ama sen de biraz kendini düşün." Ahsen'in saçlarını geriye ittirdi.

"Şöyle konuşmayı bırakalım mı? Zaten içim daraldı. Anladım her şeyi. Söz seni bekleyeceğim, dikkat edeceğim, bir şey olursa sen beni bulursun... Söz." Ahsen doğrulduğu yatağına geri yattı.

Sarp üstünü örttü. "Üşüme." Hala ona bakan Ahsen'e gülümsedi. "Bir şeyi atladın?"

"Neyi?"

"Hastaneye fazla alışma."

Ahsen gülerek başını salladı. "Söz, hastaneye az düşerim."

"Refakatçı olarak da abini almışlar. Sevgili olunca almıyorlar, ne saçma şey. Bizim seninle evlenmemiz gerekiyor..." Sarp bunu dediği an Ahsen kahkaha attı. "Ne gülüyorsun?"

"Tabi hemen evlenelim, ev de hazır zaten, bizimkilerle de konuşmuyorum, işler hızlı olur. Engel de olamazlar. Kaçarım sana."

"Aynen öyle." Sarp da güldü.

"Aynen alt kattan üst kata kaçarım, kimse de bulamaz bizi zaten. Hele seni hiç bulamazlar..." Yaptığı kinayenin Sarp da farkındaydı. "Komik adamsın ama yani... En azından bunaltmazsın insanı."

"Ahsen kaçma konusu şaka olsa da evlilik konusunda ciddiyim. Yani elinde sonunda evleneceğiz, ha bu ay ha öbür yıl." Sarp şimdi de Ahsen'in elini içine almış yüzük parmağıyla oynuyordu.

"Verdiğin en geç süreye bak, öbür yıl? Gencim ben daha." Evlilik konusunda bir düşüncesi yoktu, şimdi bunu konuşuyor olmak onda bütün kelimeleri tüketiyordu. Ne cevap vereceğini bilmiyordu.

"Küçül de cebime gir." Sarp'tan gelen bu cevabı da beklemiyordu. Güldü.

Sarp tüm bu anları gerçekten yaşıyor gibiyken dışarıda onu izleyen gerçek hayat büyük bir panikle bakıyordu Sarp'ın sedyesine. Doruk koşturmuştu, Alperen, Gökhan.

Sarp'ın kolları kendine sarılır gibi hareket edince Doruk panikledi. Nabzı fazla hızlıydı, kırmızı alana nasıl gittiğini bile anlamamıştı. Yol boyunca koca karanlık beyin vücudu stabil tutmaya yeterken beynin verdiği oyun yüzünden, aşk yüzünden bir kalp yerinde duramıyordu.

Sena geldi, Doruk'un fazla panik olduğunu, bir şey yapamadığını görünce omzuna dokundu. "Doruk sen dışarıda bekle..."

Başını iki yana salladı. "Ben de yardım edeceğim. Yusuf hoca nerede? Durumu iyi değil. Kaburgaları kırık sanırım, nefesi çok kesik." Gözleri yine monitöre döndü. "Nabzı çok hızlı."

"Doruk alanın dışına çık. Ben halledeceğim söz. Şu haline bak, sakin ol biraz. Git elini yüzünü yıka, dışarıya çık hava al gel. Bir şey yok. Daha ağır vakalar geldi, hallettik. Sarp Abi'ye bir şey olmayacak." Doruk hala aynı yerde kalınca yanağına vurdu Sena. "Çık dışarı Doruk! Hemen!" Doruk'u dışarıya çıkarttı.

Monitörde görünen uzun düz çizgi aynı tonda uzunca ötmeye başlayınca Doruk'un ayakları kapının önünde kitlendi. "Durdu... Durdu Sena!" Abisinin yanına koştu.

O an alana giren Yusuf hoca, Sarp'ın kalbinin durduğunu görünce koştu. "Doruk sen dışarı!"

"Hocam."

"Dışarı Doruk. Sena sen de al Doruk'u çıkın." İşine bakıyordu Yusuf hoca. "CPR başla. 30 kompresyon. Hızlı!"

"Hocam, kaburgaları kırık olabilir..." Doruk hala çıkamamıştı.

Yusuf hoca dişlerini sıktı. "Çık hadi Doruk!" Sakince konuştu. "Hissetmiyor bir şey biliyorsun. Ayrıca abin buna dayanamayacak kadar güçsüz biri değil."

Sena onu dışarıya çıkardı. Alperen ve Gökhan'ın yanı da kalabalıktı artık. Demir konuştu. "Sarp nasıl?" Alperen söylemişti, Ahsen ortada yoktu. Mesaj yüzünden çoktan polisler aramaya başlamıştı. Demir en kısa sürede Sarp'la konuşmak istiyordu. Mete çökmüştü yine, sandalyede oturuyordu. Yanında Ahsen'in arkadaşları duruyordu.

Doruk öylece baktı. Konuşamayınca Sena konuştu. "Müdahale ediyorlar, nabzı yok şu an..."

"Ne demek yok kızım? Ne olup bittiğini bilen kimse yok mu?" Demir'in içini panik kapladı.

Mete de ellerine dayalı başını kaldırım bu kez de Sarp için ağladı.

"Pamir denen adam almış savcımı. Babası da yok. Onu da muhtemelen bilerek aldı, savcıma haber vermiştim, gelirken de kaza olmuş." Alperen'in de başka bildiği yoktu. Sadece bir mesaj ve Ali'nin olmadığını biliyordu.

Demir, Doruk'un yanına gitti, sarıldı. "Birazdan iyi olduğunu duyarız oğlum. Sarp sağlamdır, kaç kez yaralandı sen biliyorsun, bilmediğin de var, hepsini atlattı." Doruk'un başını kendine yasladı. "Yine atlatır."

Doruk, Sena'ya döndü. "En azından sen girip baksan?" İçeriden ses gelince sustu Doruk. "Döndü!" Rahat bir nefes verdi. Herkes rahat bir nefes verdi.

Yusuf hoca çıktı içeriden. "Kaburgaları kırık değil, üç kaburga çatlağı var. İç kanaması ya da beyninde herhangi bir sorun yok. Hasta senin Doruk, iyi bakacağını biliyorum." Herkese döndü. "Geçmiş olsun..."







***








 

Pamir sinirliydi. Kazayı isteyen oydu ama yapan o değildi. Bahadır'a söylediği şeyin şiddetinin fazla kaçtığını görüyordu. Onun amacı karşı karşıya konuşmak, kendisi öldürmekti. Ahsen'in hareketsiz yatışı hoşuna gitmemişti, gidecekleri yere kadar durmadan nabzına bakıyordu. "Yaşıyor mu Pamir Bey?"

"Yaşıyor! Bu kadın ölürse kendini ölü bil Bahadır!" Bağırdı. İstediği bu değildi. Kazada değil elinde ölmesini planlıyordu. Konuşmak istediği şeyler vardı. Tüm bunlardan sonra da kendisini öldürecekti, planı buydu.

"Siz- şey deyince..." Bahadır korkuyordu. Kazaya kendi siniriyle karışmıştı.

"Öldür demedim, kaçırman için dedim. Şu hale bak!" Bir kez daha Ahsen'in boynuna dokundu, nabzına baktı, atıyordu.

"Hastaneye götürsek mi?" Sesi kısık, çekingen çıkıyordu. Pamir'le göz göze gelmekten korkuyordu. Farklı bir yüzü vardı Pamir'in. Yarısı yanık durumu daha da karanlık hale getiriyordu, bakışları fazlasıyla sinirini anlatıyordu.

"Yok hastane falan. Doktor gelecek. O halleder." Ahsen'i kucağında sabit tutuyordu. "Sarsma şu arabayı! Telefonu attın mı?" Ahsen'e baktı. "Rengi fazla soluk..."

"Attım Pamir Bey." Boş bir inşaata geldiklerinde Pamir arabadan Ahsen'le birlikte indi. İnşaatta adamları duruyordu burası onun için iyi bir yerdi. Orta katlara kadar çıktı.

"Aç şurayı!" Ahsen'in zayıf bir kadın olması fark etmemişti, uzun boyu ve baygın haline tüm yükünün Pamir'e yüklü olması Pamir'e ağır gelmişti. Yerden duran eski bir yatağa yatırdı Ahsen'i.

"Ne yaptınız ona? Ölü mü? Kızım? Ahsen?" Pamir'in diğer esir tuttuğu Ali gördüğü görüntüyle şok oldu. Ahsen fazla solgundu, ölü olup olmadığını anlamıyordu. Elleri, ayakları bağlı bir köşede oturuyordu.

"Kes sesini! Yeterince derdimiz var." Bir kez daha Ahsen'i kontrol etti. Doktor geldiğinde Ahsen'i görünce koştu.

"Ne oldu?" Onun da yaptığı ilk şey Ahsen'in nabzıydı.

"Araba kazası." Doktorun panik halini görünce Ahsen'e baktı. "Yani sürücü koltuğundaydı, oradan çarptı araç. Bir sorun var mı? Yani risk?"

"İç kanaması olabilir, rengi çok solgun ki eğer varsa müdahale gerekiyor." Elleri Ahsen'in pantolonunu çözmeye başlayınca Pamir, Bahadır'a döndü. "Sen dışarıda bekle." Pantolonun altından taytı da çıkarttı. Görüntü hiç hoş değildi. Ahsen'in bacağında ezikler ve bunlardan dolayı belinden aşağısının tamamen morarmış olduğu görünüyordu. "Pelvis kemiği kırık olabilir... Pamir Bey hastanede müdahale şart. Hiçbir şey bilemeden müdahale etmem mümkün değil, beklerse de yaşaması pek mümkün değil."

"Ne demek müdahale edemem. Olabilir dediğin ne varsa onlar için müdahale et. Pelvis kemiği ne ayrıca?" Ne olduğunu çözemiyordu, hiçbir şeyi anlamıyordu. Direttiği tek şey hastaneye gidilmeyecekti.

Doktor, Ahsen'in karnının altına elini attı, şişmişti. "Leğen kemiği. Yumurtalıklar, rahim, mesane, kalın bağırsak bulunuyor. Durumunu görmem gerekiyor. Bu organlara zarar vermiş olabilir. Bir iç kanama varsa da hastane işlemi şart. Bunu gözle görüp emin olmam mümkün değil." Ahsen'in nefesini dinledi. İç kanamanın olması büyük bir ihtimaldi.

"Sikeyim!" Ali'yle göz göze geldi.

"Onu hastaneye götür çabuk! Ölecek!" Oturduğu yerden kalkmaya çalışıyordu.

Doktora döndü. "Ben seni bütün her şeye ulaşacağın bir yere götüreceğim sen de işini yapacaksın. Duydun mu? Sadece sen."

"Tamam." Pamir yerden Ahsen'i kaldırdığında doktor elini uzattı. "Çok şey yapmayın..." Pamir fazla hoyrat davranıyordu. Kucağına aldığı an Ahsen'in inlediğini duydu.

"Yapacak bir şey yok. Topla eşyanı gel peşimden." Bahadır'a döndü. "Sen kal burada. Biz geliriz, babasını da öldürme. Bu adamı nasıl bıraktıysam öyle bulayım."

"Tabii Pamir Bey."

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

Tüm bu rüyanın içinde uyanan Sarp hastane odasında olunca gerçekliği karıştırdı ama uzun sürmedi. Ahsen yoktu yanında, yatakta Ahsen değil de kendisinin yattığını görünce gerçek suratına bir tokat gibi çarpmıştı. Odada kardeşi vardı. "Doruk!" dediği an Doruk başını kaldırdı.

"Abi! İyi misin? Nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?" Sarp'ın yanına gitti.

"Ahsen?" dedi Sarp sadece. Aklındaki tek şey oydu. Ona ilaç gelecek tek şey ondan gelen iyi bir haberdi. Doğrulmaya çalıştığı an göğsündeki keskin acıyla yüzü buruştu.

"Kalkmaya çalışma, kaburgan çatlak." Doruk, Sarp'ı geri yatırdı sakince. Sarp hala gözlerinin içine içine bakarken mırıldandı. "Dide'yi daha bulamadılar. Sana mesaj atan numarayı takip etmişler ama kaza yerinde bulunmuş. Hala aramaya devam ediyorlar."

Sarp elini çaresizce başına attı, ensesini sıvazladı. "O taraftan çarptılar, o benden daha kötüydü Doruk. O piç hastaneye götüremez, hastanede bile değil." Bundan korkuyordu. Ahsen ona 'ben hastanedeysem korkma' diyordu. Sarp, Ahsen hastanedeyken bile korkuyorken şimdi daha fazla korkuyordu.

"Bulacaklar abi. Tim de arıyor." Doruk da diyecek bir şey bulamıyordu, tesellisi yoktu. Abisi bu durumdayken Ahsen'in durumunu hayal bile edemezdi. Bir doktor olarak müdahalenin ne kadar önemli olduğunu biliyordu.

"Kim bulacak Doruk? Ben... Öldü mü kaldı mı bilmiyorum. Bu sefer biterim Doruk." Bilinci yokken bitip geri döndüğünü bilmiyordu Sarp. Tek temennisi kendi aldığı nefesti, sanki kendisi nefes alabiliyorsa Ahsen de yaşıyor olurdu. İçinde bir umut vardı, Ahsen'i onu beklerdi. Sar da onu bulurdu.

"Bulacaklar. Sen de kalkma yerinden, dinlenmen gerekiyor. Zaten senin yapabileceğin ne varsa herkes onu yapıyor."

Doruk'un onu bırakmayacağını biliyordu. "Bana müdahale eden sen miydin?"

"Yusuf hoca ilk müdahaleyi yaptı, kalbin durdu abi senin, burada kalacaksın. İyileşene kadar. Söz her şeyde seni bilgilendireceğim." Doruk da abisini tanıyordu. Gitmek istediğini biliyordu.

"Bana o zaman Yusuf hocayı çağır." Kendine ne olduğu şu an umurunda değildi, canı yansa da ayağa kalkacak gücünün olduğunu biliyordu. Ne halde olduğunu bilmediği biri vardı, onu bırakamazdı. Bu kez gerçekten onun için bir şeylere engel olmak istiyordu. Kazayı engelleyemedi, kazadan çıkaramadı, kaçırmalarını durduramadı, onu bulması şarttı.

"Ne yapacaksın? Senin doktorun benim, benim de hastam sensin abi."

"Doruk seninle tartışmak istemiyorum, Yusuf hocayla konuşmak istiyorum. Bekliyorum." Doruk odadan oflayarak çıktığı an kolundaki damar yolunu çıkarttı. Zor da olsa ayağa kalktı, üstünde duran hastane kıyafetlerini çıkartmaya çalıştı, her hareketinde canı yandı. Üstündeki korseye baktı, çıkartmadı. Odada duran çantayı açtı, Doruk'un onun için getirdiği eşofman ve bir kapüşonluyu giydi. Odanın dışına çıkacakken Yusuf hocayla göz göze geldi, odaya girdi. "Siktir! Düşün oğlum..."

Kapı açıldığında sadece Yusuf hocayı gördü. Doruk'un olmadığını görünce rahatladı. Yusuf hoca, Sarp'ı ayakta görünce bir şeyler olduğunu anlamıştı. "Ayaklanmışsın yüzbaşı?"

"Ayaklanmam gerekti." Duruşu pek dik değildi, korse de sıkıca sarıyor, Sarp hareket ettikçe canı yanıyordu.

"Kaburgaların çatlak, şu an yapman gereken tek şey yatıp istirahat etmen gerekiyor. Çatlakların kırığa dönüşebilir. Ayrıca bilinç kaybındayken kalbin durdu. Burada kalman gerekiyor sen de biliyorsun Sarp." Yusuf hoca sakince konuşmaya çalışıyordu.

"Asıl burada yatarsam ben daha kötü olurum. Kırık umurumda değil, burada kalırsam ölürüm ben. Gitmem gerekiyor, siz taburcu edin ya da kaçayım." Burada durduğu sürece fiziken iyileşse de içi ölecekti. Belki Ahsen bir yerlerde gerçekten kendisinin gelmesini bekliyordur diye düşünüyordu.

"Seni bu şekilde taburcu edemem. Sen de kaçamazsın Sarp. Ayağa kalktın ama attığın her adımda canın daha çok yanacak. Bu şekilde kaçamazsın, izin de vermem. Yığarım tüm polisi kapının önüne."

"Sence de göz korkutabileceğin biri gibi mi duruyorum? Ben buradan çıkacağım, istersen bir ordu adam yığ kapıya. Ben buradan çıkacağım!" Aldığı her nefeste canı yanıyordu ama aldığı her nefesin Ahsen'de de bir nefes olduğunu biliyordu.

Yusuf hoca, Sarp'ın kararlılığının farkındaydı ama bu şekilde göndermek istemiyordu. "Ne desem durmayacaksın değil mi?" Cevabı biliyordu, en azından daha fazla zarar görmeden, aksiyon almasına engel olacak şekilde çıkaracaktı. "Al bu ağrı kesiciyi, altı saatte bir kullanabilirsin ama olabildiğince az kullan. Kötüleşirsen geri dön. Aramaya çalıştığının bir kadın olduğunu biliyorum, onunla beraber dön buraya? Kendini çok zorlama." Yusuf hoca kapıya gitti, hala herkes orada Sarp'ın başındaydı. Demir de Sarp'ın başındaydı, Mete de, Berkin, Ege, Zeynep, Azra. Tim, Ahsen'i arıyordu. "Herkes senin uyanmanı bekliyordu."

"Herkes?" Sarp odanın dışında duran herkesi gördü. Gözü en çok Mete'de durdu. Ona ne diyeceğini hiç bilmiyordu. En çok onun karşısında eziliyordu. Odadan çıktıklarında herkes ayaklandı.

Demir, Sarp'ın gözlerinin içine bakıyordu. O anda orada olan tek kişi Sarp'tı. Ahsen'i en son gören oydu. "Sarp, oğlum... Nasılsın?" Baştan aşağı süzdü, o iyiyse belki Ahsen de iyidir diye umut ediyordu. Cevap iki kişi için düşünülecek bir cevaptı.

Sarp da iyi olmadığını, içinin yandığını söylemedi. Ayakta olması onun için iyi bir şeydi ama kendini vurguladı. "Ben iyiyim komutanım..." Ahsen de iyiydi diyemedi.

"Ahsen'i Pamir mi aldı, sen gördün mü? İyi miydi?" Mete de Demir'in yanına gelmiş Sarp'ın cevabını bekliyordu.

Sarp konuşmak istemedi. Cevabı düşünüyordu, canının yanması için hareket etmesine gerek yoktu, canı zaten yanıyordu. "Pamir almış, ben görmedim." Bunu söylemekten utandı. Başını eğdi. "Ben görmedim..." diye tekrarladı. "Yemin ederim elimden bir şey gelmedi. İyi değildi Ahsen. Onun tarafına çarpmıştı araba, onun önüne elimi koyup tutmaktan başka bir şey yapamadım." Kendine sinirlendi.

Bir şeyler oluyordu, mevzubahis Ali'yi aşmıştı. Başka bir şeyler vardı. Gerçekten kimsenin öldüremediği ama aynı zamanda da olayları engelleyemediği şeyler vardı. Çözmeye çalışmak için hiç zamanları olmamıştı. Sorun Ahsen değildi.

Mete, Sarp'ın dediklerine daha çok panik oldu. "Nasıl iyi değildi, ölmüş müydü? Nefes alıyor muydu? Yarası var mıydı, gördün mü?"

Bilmiyordu Sarp. "Bilmiyorum." Bunu söylerken sesi titredi. Onu nerede bulacağını da bilmiyordu. Cevap kimseyi memnun etmemişti. Azra köşede kulaklarını kapatmış ağlıyordu, 'ölüm' kelimesi hoşuna gitmiyordu.

"Sen nereye gidiyorsun?" diye sordu Mete.

"Ahsen'i bulmaya..."

"Yaralısın, zaten arıyorlar kendini zorlama." Mete gözünün önünde duran adamın çöktüğünün farkındaydı. Ahsen'i gerçekten sevdiği anlamak zor değildi. Sarp'a da üzülmüştü. Sarp'ın kendini suçladığını dile getirmese de herkese gözleriyle belli etmesi de belliydi. "En azından birinizin iyi olduğunu bilelim..."

"Ben yatıp dinlenemem. Bir şeyim yok, iyiyim ben. Burada beklersem daha kötü olurum kendimi biliyorum. En azından ararsam içim rahat olur." Doruk da gelince karşısında dikildi.

Doruk, Sarp'a bakmadan Yusuf hocaya döndü. "Hocam?"

"Doruk konuşuruz." Yaptığının yanlış olduğunu biliyordu ama yanlışın içinde en doğrusunu yapmaya çalışıyordu.

Ege oturduğu yerden kalktı. "Ben de yanında kalırım." Berkin de ayaklanınca Ege durdurdu. "Sen Mete abiyle kal, bir şey olursa ben size haber veririm." Sarp'ın yanına ilerledi. "Yürüyebiliyor musun?" Sarp başını salladı, yanında Ege'nin gelmesine ses etmeden hastaneden birlikte çıktılar.

"Alperen ve Gökhan da arıyor mu?" diye sordu Sarp, Ege'ye bakarak.

"Onlar emniyettekilerle birlikte arıyorlar." Yedi saat olmuştu, hala bir iz yoktu. Ahsen'in varlığını bilmeyenler için onun hayatta olup olmadığını bile bulamayacakları şekilde yoktu ortalıkta. Ne bir kamera kaydı, ne bir ayak izi, ne de konum izi. Mesaj da gelmiyordu artık.

"Hiç mi yok haber?" Taksiye el etti.

Ege başını sessizce iki yana salladı. Taksiye Sarp'tan erken varmış Sarp'a kapısını açmış, o yerleşene kadar beklemişti. Kapıyı kapatıp o da ön koltuğa geçti. Sarp'a döndü. "Nereye gidiyoruz?"

"Emniyete." Taksi hareketlendi.

Emniyet kalabalıktı, Erkin başsavcı da Ahsen'in kaybıyla uğraşıyordu. Mesajlar duruyordu, Sarp'ın ve Ahsen'in telefonları inceleniyordu. Pamir'in yazdığı numaranın bulunduğu telefon da incelenmişti, sadece mesajları olan boş yeni bir telefon, temiz geçmişli bir hattı. Bir şeye ulaşılmıyordu.

"Hiç kaza yerini çeken kamera yok mu?" diyerek giriş yaptı Sarp.

Erkin başsavcı gelenleri görünce Sarp'ın yanına gitti. "Sadece bir mekan var onun da kamerası sökülmüş. Pamir denen adam organize bir şekilde yapmış bunu belli. Elimizde hiçbir şey yok. Sadece medyaya yayıp aramaya devam ediyoruz. Şehir giriş çıkışlarında denetim yapılıyor, herhangi bir ihbar da yok." Sarp sessizce iç çekince Erkin başsavcı yine konuştu. "Biraz konuşalım mı?"

Bir şey diyemezdi, başını salladı. Başsavcı odasına yalnızca ikisi ilerlediler. Oturmak için çabalamadı, oturup kalkmak onu zorlayacaktı. Ayakta kalmayı tercih etti.

"Bana kazayı anlatır mısın?"

"Mesajlardan haberiniz vardır zaten." Ali'ye gidiyorduk da diyemedi. Ali aklına geldi, Ahsen'i herkesten önce o bulmalıydı çünkü Ali de Pamir'in elindeydi. Ali'nin yakalanması Ahsen'i de suçlu konuma düşürebilirdi. Alperen'in ya da Gökhan'ın da sessiz kaldığını, söylemediğini anlamıştı. "Biz arabadaydık, dediğiniz gibi planlıydı, takip edilmiştik muhtemelen. Ahsen sürücü koltuğundaydı, zaten soldan vurdular araca. Arabanın devrildiğini hatırlıyorum, son gördüğüm şey Ahsen'in gözleri kapalı hareketsiz üstüme sarkmasıydı. Ben de bilincimi kaybettim, gözlerimi açtığımda ambulans ekipleri almıştı. Ahsen'in de olmadığını orada anladım. Sonra da mesaj geldi zaten..." İçi daraldı, sinirleniyordu.

"Pamir ile sen hiç yüz yüze geldin mi?"

Sarp çenesini sıkarak başını olumsuz bir şekilde salladı. Sadece bir arabanın içinden ona bakan biri olduğunu görmüştü ama uzaktaydı. Yakalamış olsaydı işler burada olmazdı. Ahsen de nerede olduğunu bildiği bir yerde olurdu.

"Ahsen ile geldiler mi peki?"

"Hayır. Yüz yüze gelseler, konuşsalar Ahsen bana haber verirdi." Gerçekleri içinde tuttukça emniyetin Ahsen'i bulmasını zorlaştırdığının farkındaydı ama bir şey diyemedi. Saklanması gereken şeyleri saklamaya devam etti. Burada daha fazla duruyor olmak onun için vakit kaybı gibi gelince yerinde kıpırdanmaya başladı.

"Emin misin? Pamir belki de Ahsen'le buluştu, Pamir'in kişiliğini az çok öğrenmiş olduk belki Ahsen'i tehdit etti. Senin hakkında bir şeyler konuştular." Erkin başsavcı da mesajlardan anlamıştı Sarp ve Ahsen'in birlikteliğini. Aklına gelen tüm ihtimalleri söylemeye başladı.

Ama bu konula Sarp'ı daha çok sinirlendirdi. "Sanmam, Ahsen tehditten korkacak biri değil. Ayrıca böyle bir durumda söyleyeceği ilk kişi ben olurdum. Ben böyle bir durumu bilmiyorsam olmamış demektir." Gerginlikten ellerini sıktı. Derin bir nefes çekti yine ciğerleri canını yaktı, sanki çektiği nefes zehirmiş gibi içini yaktı.

"Sana yazdığı mesajlardan belli oluyor ki senden pek haz etmiyor Sarp..."

"Bunun durumla ne alakası var?"

"Bilmiyorum ama her ihtimali düşünmek zorundayım."

"Mantıklı ihtimaller üstüne düşünelim o zaman. Durumu iyi değildi, harcadığım her saniye belki de onu kaybediyorum." Sinirle sesi boğuklaştı. "Hatta belki de fazla geç kaldım."

"Sence nerede Ahsen?" diye sorunca Sarp artık kendini kaybetti.

Önündeki masaya sertçe vurdu. Kendine, Pamir'e, Erkin başsavcıya olan sinirleri bir anda dolup taştı. "Bilmiyorum!" Suratı kızardı, eğildi masaya, çaresizlikten bir kez daha vurdu elini masaya. "Bilmiyorum!" Yineledi dediklerini. "Bilmiyorum!" İçeriye giren polisler Sarp'ı tutmaya yaklaşınca Erkin başsavcı eliyle durdurdu.

"Ben de onu bulmaya çalışıyorum yüzbaşı. Aynı tarafta olduğumuzu unutma." Sarp odadan çıktı.

Ege de onunla birlikte çıktı emniyetten. "Ne oldu?"

Ege'nin sorusuna sinirlenmeden sakince cevap verdi. "Bir sik bilmiyorlar. Kendi kendime arayacağım." Ege'nin de onunla arayacağını biliyordu, ilk defa birini yanından kovmayacaktı. Ege'nin Ahsen için, Ahsen'in de Ege için değerini biliyordu. Ege'nin gerçekten ona yardım edeceğinden şüphesi yoktu.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

Bulundukları inşaat alanından daha temiz, tıbbi malzemelerin tam olmadığı ama bazı şeyleri kurtarmak için yetecek kadar malzemenin olduğu bir yere gelmişlerdi. Gelmek de zor olmuştu, on dakikalık bir yolculuk için iki araba değiştirerek ilerlemişlerdi. Eski bir sedyeye yatırdılar. Ahsen artık ateşli bir şekilde yatıyordu. Terlemiş, rengi daha solgun bir haldeydi.

Gözlerini sadece bir kez açmış çok tutamadan geri kapatmıştı ama her şeyi duyduğunun farkındaydı. "Ceketini ver bana." diyen doktor Pamir'in ceketini katlayıp Ahsen'in solundaki şişlikten pelvis kemiğinin kırık olduğuna emin olmuş sabit tutmak için belinin altına ceketi katlayıp sıkıştırmıştı. Tüm bunları Ahsen'in hissettiğinin de farkındaydı. Ahsen'in kulağına eğildi. "Biraz dişini sıkman gerekiyor, hissettiğini biliyorum ama müdahale etmem gerek."

Ahsen bir kez daha inlediğinde Pamir, doktora döndü. "Ne yapacaksın şimdi?"

Doktor ellerine iki kat eldiven taktı. "İç kanama şüphesi, pelvis kırığı ve kaburga hasarı var. Bir hastanede değiliz, ama yapabildiğimin en iyisini yapacağım. Bana yardım etmeniz gerekiyor."

"Ne yapmam gerekiyor?"

"Oksijen." Eliyle önce Pamir'e eldivenleri gösterdi. "Eldiven takın, oksijen maskesini takın. Müdahale ederken siz kadını tutun, yeterince getirirken sarstık, pelvis sabit kalmalı. İç organlara zarar verdi mi bilmiyorum ama en azından daha fazla olmaması için sabit tutmamız gerekiyor." Pamir eldivenlerini takmış doktorun dediklerini bir bir yapıyordu. Aklında ölümünü planladığı kadını ölümün ucundan almaya çalışma fikri aklının ucuna hiç gelmemişti.

Ahsen'in alt karnına doktor dokundukça Ahsen'in vücudu irkildi. Pamir, Ahsen'i tutuyordu. "Karın sağ alt kadranda şişlik, rebound hassasiyet var. Karaciğer ya da dalaktan iç kanaması var." Doktor, Ahsen'in tansiyonunu ölçtü. "Nabız hızlanmış, tansiyon düşük. Kan, karın boşluğunu dolduruyor. Müdahale etmem gerekiyor." Pamir'e baktı, sanki onay ister gibiydi.

"Ne? Açacak mısın?" Pamir'in gözleri büyüdü. Doktor, Ahsen'e serum bağladıktan hemen sonra eldivenlerini bir kez daha değiştirdi. O da ter içinde kalmıştı. Anestezisiz bir ameliyat zorken sabit kalması gereken durumda olan Ahsen'e daha çok üzüldü. Portatif bisturisini çıkarınca Pamir bir kez daha konuştu. "Kesmen şart mı?"

"Başka çaremiz yok, zaman kaybedersek bu kadın burada ölür." Pamir'in Ahsen'in kıyafetlerini kesmesine izin verdi. "Eğer iç kanama durmazsa... Kadın sabaha çıkmaz. Burada, bu şartlarda, tek şansım onu stabilize etmek. Kan basıncını yükseltecek sıvı vereceğim. Siz sürekli gözlemde kalın, onu sabit tutun yeter."

Pamir başını salladı. Ahsen'i sabit tutmaya çalıştı. Bir eliyle Ahsen'in iki elini birbirine kenetleyip yukarıda tutuyor diğer eliyle bacaklarına dokunuyordu.

Kaburgalarının olduğu bölgede ciddi morluklar vardı. "Bu normal mi? Ne yapman gerektiğini bildiğinden emin misin?"

"Minimal kesiyle baskıyı azaltacağım. Elimde dren yok ama vakum setim var. Kan birikimini dışarı almak ve baskıyı azaltmak için yeterli olur." Ellerindeki tek şans buydu, Ahsen'e bunu yapmak işe yarayabilirdi ama yaramayabilirdi de. En azından bir ihtimal vardı, ölmesini beklemekten iyiydi.

"Buradan kadını götüremezsiniz Pamir Bey. Buranın da izole olması gerekiyor. Ki mikrop kapması çok muhtemel. Adamlarınızdan biri antibiyotikleri alsın." Fazla tehlikeli ve ihtimalin düşük olduğunun farkında olarak doktor Ahsen'in iç kanamasındaki kanın boşalması için kesik attı.

Acıdan yüksek bir sesle inleyen Ahsen'in gözleri açılmıyordu ama yaşlar çoktan yanağından aşağıya akmaya başlamıştı. Hareket etmeye çalışıyordu, vücudundaki acı yüzünden kıvranırken bir de Pamir'in onu sıkı tutması canını fazla yakıyordu. İlk kez konuştu. "Bırak..."

"Dur düzgünce! İç kanaman var. Canının acıdığını biliyorum ama şu an seni yaşatmak için uğraşıyorum farkındaysan!" Ahsen'e siniri geçmiyordu. Onu kendi öldürebilmek için şu an onu yaşatmaya çalışıyordu. Değişmeyen sonucun değişecek failleri için Ahsen bu acıyı çekiyordu.

"Dediğim gibi burada kalması gerekiyor. Bir doktor daha olsa iyi olur, onun dışında kimsenin buraya girip çıkmaması gerekiyor. Yara iltihap kaparsa her şey çok daha kötü olur."

Pamir başını salladı. "Arkadaşımın doktoru gelecek. Burada kalır onunla."

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

SARP ÇAĞAN DİNÇER

 

İki gün olacaktı. İki gündür Ahsen'i arıyorduk ama elim boş geri dönüyorduk. Kendi fikrimce aranmadık delik kalmamıştı. Burada olması umudumu kaybediyordum, tüm herkes hala deli gibi onu ararken ben hala abisinin yüzüne çıkıp bulamadım diyemiyordum.

Albayım kendince ailesiyle aramaya çalışıyordu, hepimiz ayrı ayrı aradığımız yerlere bir kez daha bakıyorduk. İki gün boyunca aralıklarla hastanelere uğrayıp Ahsen'in gelip gelmediğini sorup duruyordum. Küçük bir işaret istiyordum sadece. Vücudumu dik tutabilmek için direniyordum.

Tüm bu süreç boyunca benimle arayan, ses etmeden benim bir yerlere daha kolay ulaşmamı sağlayan biri de Ege'ydi. "Dide bu, her yerden her an çıkabilir. Eminim ki iyidir..." Bana konuşuyor gibi görünse de kurduğu cümle çoğunlukla kendini inandırmak için kurulmuştu. Ben de öyle düşünmek istiyordum ama onun arabadaki halini gören sadece bendim.

Kimseye tarif edemediğim o görüntüden sonra umudumu korumam zordu. "Bunu ikinci kez kaldıracağımı sanmıyorum." diyebileceğim tek şey buydu. Dertsiz bir hayatı herkes isterdi. Benim derdim Ahsen'di, istediğim tek dert de buydu. Bütün bunların içinde tek istediğim şey onun iyi olmasıydı. Ne zaman bir şey olsa söz konusu hep onun ölümü ile ilgili oluyordu.

Asker olan bendim. İlişki de korkulacak maksimum olayın benim görev dönüşüm olması gerekirken Ahsen'in sürekli benden bile daha çok tehlikede olması benim için en büyük sorundu. Çözmem gereken, artık onun mutlu olduğunu görmem gereken kısımlara gelmek istiyordum. Ama elim boştu şimdi. Üzgün halini bile göremediğim şekilde boştu hem de. Korktuğunu görmemiştim ama şimdi korktuğunu düşünmek içimi deli gibi kemiriyordu.

"Siz o zamandan beri mi sevgilisiniz?"

Başımı iki yana salladım. "Onu sevdiğimi biliyordu ama değildik. Çok uzaklaştırdı beni ama bırakmadım. En sonunda o da artık sanırım yoruldu kovmaktan, ya da mutlu oluyordu gerçekten son kozunu oynayıp içeri attı beni. Fikrim değişmeyince de kabul etti beni yanına..." Beni çekip öptüğü an geldi gözümün önüne, sonra diğerleri. Yeniydik henüz o yüzden de mutlu anlarımız pek yoktu ama bir kez gülüşünü görmek benim için ömürlük bir hafızaya tabiydi. Hala onu gözümün önüne getirebiliyordum, yanımda olduğunda mutlu olduğu zamanların üzgün olduğu zamanlardan daha fazla olduğunu biliyordum.

Ege de beni sessizce dinliyordu. Suyu açıp uzattığında ona baktım. "İlaç saatin..." Unutuyordum, hatta ne saatlerde ilaç içtiğimi bile bilmiyordum. Ege biliyor, o veriyor ben de içiyordum.

"Eyvallah." Diğer elinde tuttuğu ilacı alıp ağzıma attım. İlacı içip yine yürüdüm. "Şuraya da bakalım." Önümde duran hastaneyi gösterdim.

"Oraya baktık, öbürüne gideceğiz. Unuttun..." Ona baktım öylece, nerelere gittiğimizi bile bilmiyordum. Gün içinde bir hastaneye bile iki üç kere gidiyorduk, hepimiz Diyarbakır'ı talan etmiştik. Ben, yıllardır burada yaşayan ben hala Ahsen'i bulamamıştım.

"Doğru, hatırladım." Hatırlamamıştım, hala hastaneye girmek istiyordum, yine bakmak istiyordum.

"Eğer yorulduysan..." Devamını söylemesine izin vermedim. "Yorgun değilim." İlaçlar uykumu getirse de tutuyordum kendimi. Birkaç kez ateşim çıkmıştı, kimseye söylememiştim. O an ikimizin de telefonu çaldı. İkimiz de açtık.

Beni arayan albayımdı. "Buldunuz mu bir şey?"

Ege'yi de Mete aramıştı. "Hala bir haber yok." demişti Ege. Ben de albayıma cevap verdim. "Hiçbir şey yok."

Herkes birbiriyle haberleşmeye çalışıyordu.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

 

Gözümü açtığım an kırptığım gibi yine bir damla yaş aktı. Belli bir yerim ağrıyor diyemiyordum, her yerim fazlasıyla ağrıyordu. Yerimden oynamam canımı daha çok yakıyordu, özellikle karnım daha çok acıyordu. Yanıma baktığımda gözlerimin içine bakan Mutlu'yu görmem beklenmedikti. Anında ayağa kalktı, konuşmama bile izin vermeden konuştu. "Doktor Tekin ben..." dediğinde hala Pamir'in elinde olduğumu anladım. Zaten saniyeler içinde gözümün önündeydi. Rüyadakilerden daha kötü bir hali vardı.

Suratı... Korkunçtu. "Günaydın canım." Suratıma sırıttı. Mutlu'ya döndü. "Tekin birlikte götürelim Ahsen'i." Nereye gideceğimi bilmiyordum, belki benim için kurtulmak için bir şanstı ama şu an bunu hiç istemiyordum. Buradan oynatılmak canımı çok yakacaktı. Ne halde olduğumu bilmiyordum, aklımda sadece hissettiğim acı vardı. Karnımda bir kesik olduğunu biliyordum, her şeyi hissetmek dayanılmazdı.

"Hareket ettirmek pek-" Mutlu'nun pek yetkisi yoktu. "Gidiyoruz dediysem gidiyoruz!" Son söz değil, tüm sözler ona aitti. Mutlu'nun bana yaklaştığını gördüm, kulağıma eğildi. "Dışarıya çıkamadım, haber edemedim kimseye bugün çıkmaya çalışacağım." Bir eli sırtımın altına ilişti. "Şimdiden özür dilerim Dide. Biraz daha sık dişini, olabildiğince az sarsacağım." Yeni bir görevdeydi, doktordu, görevde de doktor olarak vardı. Pamir için mi gönderilmişti bilmiyordum, soramıyordum da.

Yattığım yerden kalktığım an kasıklarım acıdı. Mutlu'nun omzuna tutundum, dişlerimi sıktım. Başımı omzuna yasladım. İlerlemeye devam etti, onun elinde olmadığını biliyordum ama canım yanıyordu. Güneşi görmek beni mutlu etti, çıktığımız kapıya baktım ama pek kapıya benzemiyordu, yerin altından çıkmıştık. Şimdi de nereye gittiğimizi bilmiyordum.

Pamir'in önden rahat rahat gittiğini gördüm, arabaya binmişti, bana bakmıyordu bile. Yaşatmak için uğraştığı anları duymuştum, anlaşılan gözlerimi açmış olmam onun rahatlaması anlamına geliyordu. Öldürülmek için yaşadığıma emindim.

Fazla sarsıntılı bir yolculuktan sonra geldik sansam da gelmemiştik, bir başka arabaya bindiğimizde geldiğimiz yerden çıkıp yine bir yola girdik. Yolun sonu eski bir inşaatta bitiyordu. Arabadan yine Mutlu'nun kucağında indim. Üşümeye başladığım an Mutlu da ateşimin olduğunu anladı. "Ateşin var, seni yatırdıktan sonra yaranı temizleyip yeniden saracağım, enfeksiyon kapmış olabilirsin, bir de serum vereceğim." Ona gözüm kapalı canımı emanet ederdim, o da biliyordu ama durumumun fazla ciddi olduğunu görmüştü. O da panik yapıyordu. Çünkü o da Pamir'in emrinden çıkamıyordu.

Merdivenlerden çıktık, inşaatın dökük yerinden ziyade geldiğimiz kat fazla yaşanılır bir haldeydi. Yatağa geçtiğim an rahatladım. Daha ne kadar bekleyecektim bilmiyorum ama o acıyı çekmemek için hareketsiz olarak ölene kadar yat deseler yatardım. Mutlu dediklerini yaptığında benim olduğum yere biri geldi, Ali'yi gördüğüm an gözlerim büyüdü.

"Bak sana kimi getirdim... Sana bu kadar acı verdiğini söylemiştin ama onu yine sen yanına almışsın Ahsen? Baban da sürekli seni sordu biliyor musun? Öyle bir endişelendi ki senin için, bir an bana anlattığın tüm o işkencelerin yalan olduğunu düşünmeye başlamıştım. Vücudundaki izleri görmesem inanırdım da." Pamir dikilmişti Ali'nin karşısına.

"İyi misin?" Bu soru da Ali'den gelmişti. Gerçekten benim için baya endişeli görünüyordu. Cevap vermedim.

"Barışmadınız mı siz hala yoksa?" Pamir'in benimle uğraşması hayatındaki en büyük zevk olabilirdi. Yanıma geldi. "Benimle barıştın mı peki? Senin hayatını kurtardım."

"Beni bu hale düşürdükten sonra bunu mu diyorsun gerçekten?" Sanki bu dünyadaki tek görevi bana zarar vermekti. İşini severek yapan tüm insanlara taş çıkarırdı.

"Uzun zamandır gücümü kullanmıyordum Ahsen. Biliyorsun bunlar sadece sana özel." Biliyordum. Arkadan bir adam Pamir'e tabak uzattı, o tabak Pamir'den dönüp benim önüme düştü. "Aç mısın?" Mantar yemeğini koymuştu önüme, alerjim olduğunu biliyordu.

Mutlu da biliyordu ama bilmiyor gibi davranıyordu. Gözleri ikimizin arasında gidip geliyordu. Geçmişte Pamir'le olan ilişkimizi o da kimse gibi bilmiyordu. "Aç değilim." Aklımda tek bir soru vardı, tek bir kişiyle ilgili. "Sarp? Ne yaptın ona?"

Gözümün içine baka baka güldü. "Bir şey yapmama gerek kalmadı. seni çekip çıkarttığımda zaten ölüydü." Cevap bu değildi, duymak istediğim bu değildi. Onu da bir yerde tuttuğunu düşünüyordum. Ölemezdi, beni bu şekilde yapayalnız bırakamazdı. Annem gibi bir mutluluğumu daha kendi nefret sebeplerim yüzünden kaybedemezdim.

"Yalan söylüyorsun?" Gözlerim doldu, çenemle birlikte sesim de titredi. "Ne yaptın? Nerede?"

"Niye yalan söyleyeyim ki?" Cebinden telefonunu çıkarttı, bir video için uğraşıyordu, arabanın içinde Sarp'ı baygın, başını da kanlı görünce kalbim hızlandı. Hala inanmıyordum. Onu orada öylece bırakmış olamazdı. Vücut acım dışında yeni bir acı daha eklenmişti. Kalbim acıyordu. Böyle hissetmek istemiyordum. Sanki Sarp'ın gittiğine inanırmış gibi bir hisse kapılmak istemiyordum. "Herkes sen değil Ahsen, bir sen ölmeyi beceremiyorsun." Doğruydu ben ölmeyi beceremiyordum ama Sarp'ın da öldüğünü duymak istemiyordum.

"Sana gram inanmıyorum Pamir." Benim üzüldüğümü gördükçe daha da mutlu, hevesli konuşuyordu. "Bence çoktan ayaklandı, beni bulmaya çalışıyor."

"Kıskandırmaya çalışmanı anlıyorum, kendine iri bir salak bulduktan sonra her şeyin güvenli olacağını düşünmen de en az onun kadar salak biri yapmış seni belli ama yalan söylemiyorum." Amacım o değildi ama bunu dile getirmiş olması onu sinir ettiğimi kanıtlıyordu. Surat ifadesi de değişmişti mesela.

Daha fazla konuşmak istemedim. Aklım sadece birinde kalmıştı. Ölmüş olması mantıklı gelmiyordu bana, o her zaman bir yolunu bulup yaşamaya devam eder gibi görünüyordu. Sinirli bir kişiliği vardı, ilk günler bunu görmüştüm ama bir o kadar da merhametliydi. Başına bir şey gelmiş olması düşüncesi bile beni bitirmeye yeterdi ama buna inanmamak şu an en büyük umudumdu. Hayatımın sonuna kadar çıkmasını istemediğim, tüm dünyada sadece o bile olsa kabul edeceğim biriydi Sarp.

"Ne düşünüyorsun?" diye söylendiğinde suratına baktım. Onu nasıl sinir edeceğimi biliyordum. Baygın olduğum günler hissettiği gücün mutluluğunu yaşamıştı, hala bu halde yatağa bağlı olmam da onun gücünün fazla olduğunu hissettiriyor olabilirdi. Düşüncelerimden bahsediyor sandım ama kendinden bahsediyordu. Parmağıyla yüzünün yanık kısmını gösteriyordu.

Suratına gülmeye başladım. "Bir şey düşünmem mi gerekiyor?" Fiziksel gücümü kullanamıyordum ama çenem hala sağlamdı, kışkırtmak için çenemi kullanacaktım. "Hala aynı pisliğin önde gidenisin!" Ne dememi bekliyordu? Benim yüzümden oldu özür dilerim falan mı? Hayatımı mahveden ikinci kişiydi, yangını bilerek çıkartmamıştım üstelik benden faydalanmaya çalışmıştı. Elim armut toplamıyordu tabii ki kaçacaktım.

"Hiç değişmemişsin."

"Sen de öyle. Hâlâ her boka sinirleniyorsun." diye cevap verdim. Verdiğim her bir cevap yüzünden geriliyordu ve elleri sinirden titriyordu. Bana vurmamak için kendini çok zor tutuyordu.

"Sana çekmişim." dediğinde güldüm.

İçinde bulunduğum durum yüzünden adrenalinden vücudumdaki acı hissim yavaş yavaş kayboluyordu, ya da Mutlu'nun verdiği ilaçlar beni uyuşturuyordu pek emin değildim. Tek istediğim uyumamaktı. "Ben kimseye zorla sahip olmaya çalışmıyorum ya da kimseyi bilerek öldürmenin peşinde değilim. Ne yaparsan yap asla benim gibi olamazsın." Yanıma yaklaştı kaldırdığı eli bu sefer tenime değmişti. Yanağıma gelen sert tokatla daha çok güldüm. Acı hissetmediğim tek yer suratımdı o da tamamlanmıştı.

"Çek lan elini!" Ali de sinirli görünüyordu, elleri bağlı bir şekilde benim için kahramanlık yapmaya çalışması saçmaydı. Bu hayatta en çok güvenilmesi gereken kişilerdi aile ve eğer ailene bile güvenemiyorsan dışardaki kimseye güvenmen zaman alırdı. Pamir'e güvenmiştim zaman almıştı o da beklemişti, zor durumda bırakmıştı beni, babam gibi canımı yakmıştı. Ama şu an ne kadar şiddetle canımı yakmak istese de bu mümkün değildi. Fiziksel olarak acıya karşı koyamazdım evet ama zihnimde hiçbir acı yoktu. Sevdiklerimden görürsem bu acıyı iş değişirdi ama Pamir'den nefret ediyordum. "Sakın ona bir daha dokunma!" Yıllar sonra kendi kızı olmadığımı öğrenmesine rağmen bu denli sözler beni çok şaşırtıyordu.

İlk kez Pamir'le aynı fikirde olup aynı anda aynı şeyi söyledik. "Sen karışma!" Ali'nin Pamir'deki sinirli bakışları bana döndü. Kaybolan siniriyle ifadesi duruldu, sustu.

"Benim sabrımı zorluyorsun Ahsen!" dediğinde daha hiçbir şey yapmamışken, üstelik karşısında yaralı bir şekilde yatıyorken, hareket edemezken ne zorluyordu sabrını bilemiyordum ama bu durum hoşuma gidiyordu; Pamir'in sabrını zorlamak...

"Sen de benim beynimi sikiyorsun. Uyanalı daha bir saat olmadı konuşarak başımı ağrıttın. Siktir git uzakta konuş zaten dinlemiyorum seni." Gözlerini kapattı burnundan derin bir nefes aldı, ağzından yavaşça verdi.

Önümdeki yemekle beni bırakıp Mutlu'ya döndü. "İlaç ne lazımsa Ersin'le gidin alın, gelin." Mutlu kalkar kalkmaz gözlerine baktım, tek şans buydu. O hallederdi biliyordum. Mutlu çıktığında Pamir bana döndü. "Yemeğini yersen ye, yarım saat sonra önünde alırım başka yemek de vermem." O da çıktığında Ali'yle kaldım.

"İyi gözükmüyorsun, yesene." deyince sinirlendim, dalga mı geçiyordu?

"Şaka mı yapıyorsun?" dediğimde kafasını iki yana salladı. "Mantara alerjim var unuttun mu?" Ağzındaki lokma boğazında kalmıştı söylediklerimle. Öksürmeye başladığında öylece bana baktı. Elindeki çatalı tepsiye koyarak yemeyi bıraktı.

"Şaşırtıcı, oysa ilk zehirlenmem senin ellerinden olmuştu." Hakkımda bir bilgisinin olmamasına üzülmem gerekse de üzülmemiştim. Beni nereden yaralayacağını hatırlamıyordu, gerçi zaten annemi öldürerek en büyük yarayı vermişti.

"Kimse kimsenin hayrına iş yapmıyor Ali. Bilerek önümde mantar getirdi, ki seninkinin içine de ayrıca zehir koymuş olabilir. Mal gibi her şeye atlama." Tepsinin içinde yarsını çoktan bitirdiği tabağa baktı. Güldüm bu panik haline.

Sessizce Pamir'i beklemekten başka çarem yoktu, birkaç kez kalkmaya çalışsam da anında vazgeçmiştim. Dediği gibi tam yarım saat sonra içeri girdi. Elinde ilaçları gördüm, yaklaşıp suratıma attı ilaçları. Mutlu'yu aradım ama yoktu. "Doktor nerede?"

"Yok artık, uyandın, iyisin, gerisini ben hallederim." Su şişesini uzattı. "Yemek yememen kötü oldu, neyse aç karna içersin sen de." İlaçları içirmeye çalıştı, ağzıma tıkayıp üstüne suyu da dayadı dudaklarıma. Ne ilacı olduğunu bilmeden ağzımın içinde tutamadım, eridi.

"Merak etme ağrı kesici sadece." Sessizce durdum.

Sessiz durmam da onu rahatsız ediyordu, o konuştu yine. "Şimdi sen seç sana ne yapayım?" Neyi seçecektim ki?

"Seçeneklerim neler?" diye sorduğumda güldü.

"Baya heveslisin, hoşuma gidiyor bu iş." Sahte bir gülüşle cevap verdim. Sonra tekrar ciddileşti yüzüm.

"Baban mı, sen mi?" diye sordu beklemeden.

"Bu soruya cevap vermemi mi bekliyorsun?" bu soru da beni güldürmüştü. "Gözümün önünde geberse kendim yapmadım diye üzülürüm."

"Sana vurmak içimi soğutmuyor."

"Niye?"

"Arsızsın çünkü." Ali'ye baktı. "Baban bile dövmekten usanmış gibi ama sen hala gevşek gevşek gülüyorsun?"

Gülerek başımı salladım. Ofladım. "Sıkıldın mı ne oldu?" Yine başımı salladım, cevap verdim. "Sıkıldım, eğlendirsene beni..."

"Babana bizim mazimizden bahsettin mi?" Onun eğlence anlayışı buydu; İşkence etmek ya da işkence hikayelerini anlatmak.

"Sen anlatmak ister misin? Zevkle dinleyeceğinden eminim!" dedim. Yaptıklarını anlatması babamın hoşuna gitmeliydi çünkü başından beri istediği de oydu. Bir şey dışında. Bana dokunmaya çalışması onun bile hoşuna gitmezdi çünkü değil bir erkekle görülmem bir erkeğin bana bakması bile onun için hep bir sıkıntı sebebiydi.

"Senin bana yaptıklarını mı anlatayım yoksa benim sana yaptıklarımı mı?" Omzumu kaldırıp indirdim. Sanırım uzunca vaktimiz vardı.

"Benim sana yaptıklarım kısa sürer daha buradayız sanıyorum. Kendi yaptıklarından bahset babamın daha çok ilgisini çeker." Başını salladı hemen. Gözlerini benden çekerek Ali'ye döndü. Fazla hevesliydi.

Tamamen Ali'ye dönük konuşmaya başladığında ben sadece dinledim. "Bana senden bahsetti, ben de dinledim ve senin haklı olduğuna karar verdim. Sen öldürmeye çalışmışsın defalarca ben de yarım kalan işi bitirmek istedim ama önce gözüne girmem gerekiyordu. İlk aylar çok iyi bir sevgiliydim." Bakışları bana döndü. "Bunu kabul etmek zorundasın."

Göz devirdim.

"Bana geldiğinde ayrılmak istediğini söyledi. Yanlış anlaşılmasın egoist değilim ama kızınızın bu haliyle benden ayrılmak istemesi beni sinirlendirdi. Öldürmek istedim, sizin gibi... Ama öldürmeden önce de dokunmak istedim, siz babası olabilirsiniz ama ben sevgilisiydim. Yani ona dokunmam zaten hakkımdı." Ali'ye baktım, sinirliydi, Pamir'den ayrılmamıştı gözleri. Pamir'in her hareketini izliyordu.

"Senden nasıl kurtulurdu genelde? Benim kafama şamdan fırlatarak kurtuldu çünkü. Yangın çıkarmış evde, adamım olmasa gebertecekti." Pamir umursamadan anlatmaya devam ediyordu.

"Kafama sert bir şeyle vurdu. Yangın çıkarmış evde adamlarım olmasa gebertecekti."

"Ben mi gebertmiş oldum seni?" Her ne kadar içimde suçluluk düşüncem olsa da mantıklı bakılınca bir kaza olduğu belliydi. Kabul etmiyordum ama içimde yaşamaya karar verdim, dışarıya bunun kaza olduğunu söylemeye özen gösterdim. Ayrıca ölmemişti, yaşıyordu. Şu an bile hala derdi bendim.

"Sen yaptın? Yüzüm yandı." Eliyle gömleğinin düğmelerini teker teker açtığında ne yaptığını anlamadım önce, bir anda çıkardığı gömlekle sırtını bana döndü. Sırtı tamamen yanıktı. "Sırtım yandı. Benim vücudumu sen öldürdün, benim de seni öldürmem gerek. Baştan beri olması gereken buydu, ölmesi gereken kişi sendin ama ölmedin." Ölmemiştim ama bu benlik bir şey değildi. Ölemiyordum. İnsan kendi deneyiminde bile ölmeyi beceremiyorsa ölmezmiş demek ki.

"Sen hastasın! Yalan ihbar verdin, bütün bunlar bittiğinde kendini öldürüp suçu benim üzerime yıkacağına adım kadar eminim."

"Çirkin olduğun kadar zekisin de. Öyle yapacağım, doğru söylüyorsun." Keşke şunların kaydını alabileceğim bir şey olsaydı. "Ama sen de zararsız çıkacaksın bu işten duruma bir de öyle bak." Ne dediğini anlamadan suratına bakınca açıkladı. "Benimle beraber sen de geleceksin Ahsen. Ben nereye, sen oraya artık. Cehenneme bile birlikte gideceğiz." Bana baktı, inceledi. "Neden sana dokunmama izin vermedin bilmiyorum ama iyi ki dokunmamışım."

Sinirlerimi bozuyordu. "Yaklaş da neden olduğunu söyleyeyim." Babamın yanından yavaş adımlarla karşıma dikildi.

"Eğil kulağına söyleyeyim." Güldü bu dediğime, birazdan gülecek durumda olmayacaktı. Ağzımın dibindeki kulağını sertçe ısırıp bir kısmını dişlerimle koparttım. Acıyla önümden kaçarken ağzımdaki et parçasını önüne tükürdüm. "Çünkü ben dokunursam bana değdiğin an senden hep bir parça alırım. Yüzünü, sonra kulağını..."

Acıyla inleyip kendini geriye çekip ellerini kulağına attığında elleri kendi kanıyla kıpkırmızı olduğunda ben de ağzımdaki kanıyla gülmeye başladım. Üstüme yürüdü, silahını çıkarttı, bana doğrulttuğu an kendini sıkmaya devam etti. Silahını indirip küfürler etmeye başladı. Onun planında bile şu an ölemiyordum sanırım.

"Pamir Serez çok sinirlendi. İlk kez biri ona ikinci fiziksel darbesini vuruyor, çünkü Pamir Serez yüce bir patron! Bir hata ikinci kez tekrarlanmaz." Onunla alay ediyordum.

"Seni geberteceğim." diyen sesi baya acılıydı.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

Bir gün daha geçmişti, hala aramaya devam ediyordu Sarp ama kafayı yemesi çok yakındı. Hastanelerin etrafında dönüp dolaşırken gördüğü simayla durdu. Eczanenin içinde Mutlu'yu gördü. İskender'i yakaladıkları gece Mutlu'yu görmüştü, emindi o olduğuna. Eczanenin dışında takım elbiseli adamları görünce bir an dursa da eczaneye ilerledi. "Nereye?' diyen Ege'ye elini uzattı. "Bekle geliyorum.

"Ne lazım söyle ben alayım sana." İlaçtan bahsettiğini düşünüyordu.

"Bekle burada Ege." Eczaneye girdi, Mutlu'nun yanına dikildi. Mutlu ona baktığı an anlamsızca içinde bir umut vardı. Belki de istihbarat Ahsen için kendi timini göndermişti? Belki bu ilaçlar Ahsen içindir diye düşündü?

"İlaçlar ne?" diye sıradan biri gibi Mutlu'yla konuşmaya çalıştı.

Mutlu da Sarp'ı tanıyordu. Öldüğünü söylemişlerdi, ölmemişti, karşısında duruyordu. Biraz yorgundu ama sağlamdı. "Kaza geçirmiş, pelvis ve kaburga kırığı bir hastam var. Ağrı kesici sağlamdır ama reçete ister." Ahsen hakkında bilgi vermeye çalıştı. "Kusura bakma, hastamın ilaçlara acil ihtiyacı var ona götürmem gerekiyor." Bu bir işaretti, takip etmesi için söylemişti.

Sarp anlamıştı ama aklını kemiren şey Ahsen'in durumunun kötü olmasıydı. "Hasta o kadar kötü yani?" Sesi titredi, yutkundu.

Mutlu yanıtladı. "Hareket edemeyecek kadar." Sarp aldığı cevaptan memnun değildi. Gözleri dolduğunda Mutlu devam etti. "Ama en azından yaşıyor..." Sarp'ı sakinleştirmeye çalışıyordu.

Başını salladı. "Anladım..." Mutlu'nun peşine takılmak için gitmesini bekliyordu. Mutlu çıktığı an oda çıktı. Ege'nin yanına koştu. "Bulduk..."

"Ne demek bulduk. O adam mı Pamir? Ondan mı öğrendin?" Ege durmadan soru sorarken Sarp, Ege'yi çekiştirmiş hiç olmadığı kadar dinç hissettiği şekilde koşturuyordu. Mutlu'nun arkasından kendini belli ettirmeden bir inşaata geldiklerinde tam yaklaşmadı alana.

"Emniyet gelmeden almamız lazım. Ali de orada, yakalanırsa Ahsen de suçlu sayılır." İçeriye girmeden time, Demir'e, Mete'ye haber verdi. Tim geldiğinde Mutlu çıkmış gidiyordu, arabanın içinde Sarp'la göz göze geldi.

"Ne burası değil mi yoksa?" diye mırıldanırken Mutlu'nun eliyle gizlice inşaatı gösterdiğini ardından da üç parmağını kaldırdığını gördü. "Üçüncü katta mı?" diye yeniden kendi kendine soru sordu. Mutlu eliyle işaret vermeye devam ediyordu, kendi aralarında ikisi anlaşıyordu. Etrafta ve içeride adam olduğunu belli etmişti.

"Ne yapıyor bu?" Ege hiçbir şey anlamıyordu.

"Anlatıyor."

"Ne anlatıyor, bana da anlat o zaman?"

"Ahsen burada, eczanede konuştuk, durumu iyi değil ama. Üçüncü kattaymış. Tim gelince ben gireceğim sen arabadan ayrılma."

Tim geldiğinde Sarp da indi. Mert konuştu. "Siz nereye komutanım?"

"Ben de geleceğim. Bana silah getirmediniz mi?" Onat bu soruyla Sarp'a baktı, sonra da Ediz'e.

Ediz cevap verdi. "Getirmedik komutanım..."

Sarp, Yunus'a döndü anlık. "Olmaz komutanım, siz girmeyin biz alır geliriz." Yunus'un üstüne yürüdü. "Ver şunu." Sadece silahını aldı Yunus'un.

Time döndü. "Dışarıda da içeride de adam var. Ahsen üçüncü katta, hareket edemeyecek kadar kötü. Her şeyi halletmeden tehlikeye atılmayın."

Hepsi başını sallayıp onayladı. "Yunus sen de arabada Ege'nin yanında kal." Yunus oflayarak arabaya geçti. Mete gelirken bağıracaktı ki Sarp susturdu. Demir'e döndü. "Biz içeri giriyoruz komutanım, ambulans geldi mi?"

"Yolda, itfaiye de geliyor. Sarp durumu nasıl? İyi mi?" Demir konuşurken bir umut iyi olmasını bekliyordu.

"İyi değil ama olacak komutanım." Daha fazla beklemek istemedi. Tim inşaata geldiğinde önce sessizce aşağıda nöbet tutan adamları hallettiler. Sarp beklememiş inşaata girmişti. İki adamın yukarıya çıktığını fark ettiklerinde adamın peşine Onat ve Ruhi koşturdu.

Sarp, Ahsen'i bulduğunda Pamir'in arkası dönüktü. Tüm siniriyle parlayıp Pamir'i yere yığdı. "Piç!" Yerdeki Pamir'in suratına ayağını geçirdi. Ahsen'e koştu, gözü kapalı Ahsen'i terlemiş görünce elini alnına attı, yine ateşi çıkmıştı. Ahsen'i kaldırmak istedi, tuttuğu an Ahsen bağırıp gözünü açtı. "Benim... Benim Ahsen. Benim bir tanem."

"Sarp! Buldun beni…" Ahsen gördüğü şeyin hayal olup olmadığını kontrol etmek için Sarp'a uzantı, dokunmaya çalıştı. Eli Sarp'ın yüzündeydi, Sarp elini öptü. “Buldum seni bir tanem…”

"Komutanım patlayıcı var, camdan atlayın!" İnşaatın içinden Mert bağırdı.

"Önce Ali'yi çıkar." Acısı fazlaydı, hareket etmeyi ertelemeye çalışıyordu. Sarp emniyet ekipleri gelmeden dediğini yaptı, Ali'yi hızlıca camdan cama sürükledi. İtfaiyenin aşağıda kurduğu atlama yatağını görünce o cama yöneldi.

Ali camdan atlamak için hazır olmayınca Sarp sinirlendi. "Korkma atla şuradan artık! Hadi!" İttirdi. Ambulans için aşağıya seslendi. "Sedye getirin!"

Ahsen'e geri koştu. Ağladığını görünce korktu. "Ahsen! Ne oldu?"

"Ben kalkmak istemiyorum Sarp..." Acısını anlatmaya çalışıyordu, anlatmasına gerek yoktu Sarp da anlamıştı ama daha fazla bekleyemezdi. "Komutanım iki dakika!" Mert tekrar bağırdı.

"Ahsen gitmemiz gerekiyor..." Camdan atlamak da daha kötü yapacaktı. Mümkün olduğunca sabit ve sarsmadan kucağına aldı Ahsen'i. Camın dibine gelince kendi vücuduna sabit sardı. "Özür dilerim Ahsen. Özür dilerim." Kendi alta gelecek şekilde Ahsen'i önünde sararak aşağıya atladı. Patlayıcı yüzünden itfaiye ve ambulans yakındaydı diğerleri uzaklaştırılmıştı.

Ahsen büyük bir acıyla düştüğünde bağırdı. Onun bağırışına Demir'i tutamadılar. Ahsen'in yanına koştu. "Kızım!" Ahsen'in halini görünce yıkıldı resmen. Timdekiler de gerçeği öğrenmişti tamamıyla. "Çabuk alın!" Sarp da Ahsen üstüne düştüğü an kaburgalarının kırıldığının farkındaydı ama söylenemedi. Doruk'la birlikte ambulansa bindi, Ahsen'in elini bırakmıyordu.

Acıdan tek kelime etmedi. Doruk, abisinin solgun yüzünü görünce sordu. "Abi sen iyi misin?"

Nefesini tutuyor, yavaş yavaş alıp yavaş yavaş veriyordu. Başını salladı. Ahsen'in üstündeki, kıyafetleri Doruk çıkarttı, Ahsen'in vücudu, sarılmış yarası ortaya çıkınca Doruk yutkundu.

Sarp'ın canı daha çok yanmaya başladı. Ahsen baygındı. Doruk yarasına baktı. "Enfeksiyonu var..."

"Yani... Durumu çok mu kötü? Arkadaşı pelvis kemiği kırık demişti." Doruk, Ahsen'in karnına baktı.

"Umarım organları zarar görmemiştir abi..." Yaptıkları tek şey Ahsen'i hastaneye sabit bir şekilde götürmekti.

"Ne organı?" Sarp da korktu.

"Rahmine zarar vermiş olabilir. Kazadan baya bir gün geçti, yani bir ihtimal..."

Sarp bir şey diyemedi. Elleriyle Ahsen'in belini daha sabit tutuyordu şimdi. Hastaneye vardıklarında Ahsen'i hızlıca ambulanstan indirdiler. "Ne yapacaksınız şimdi?" Sarp da koşturmaya çalışıyordu. Ahsen'in gözünü açtığını gördü, herkes koşarken Sarp yoruldu ama Ahsen, Sarp'ın elini bırakmadı.

Demir'in koşturuşunu görünce Ahsen bir an fark etmeden Demir'e seslendi. "Baba!" Sanki yardım ister gibi içli çıktı bu kelime. Ahsen ilk defa babaya sığınma ihtiyacında bulunmuştu. Anne, abi diye dönen dili ilk kez anne ya da abi yerine baba dedi.

Demir duyduğu kelimeyle sarsıldı, Ahsen'in onu istediğini düşündü, ağlayarak yanına koşturdu. "Abi siz burada bekleyin tarama yapacağız."

Ahsen'i alıp gitti Doruk.

Demir bu tarihi en iyi ve en kötü gün olarak belirledi. İlk kez gerçek bir evlattan duyulan, baba sıfatını hissettiği kelimeyi duymuştu. Ahsen'in yardım isteyip tutamadığı el yüzünden mutsuzdu. Yere çöktü.

Bir süre sonra Doruk çıktı. "İç kanaması varmış." Sarp ile göz göze geldi. "Dalakta... Ama müdahale edilmiş, sadece açık yarası enfeksiyon kapmış. Onun da kaburgalarında kırıklar var, pelvis kemiği kırık ama herhangi bir hasar yok." Herkes rahatladı. "Tek ilgilenmemiz gereken şey yarasındaki enfeksiyon, riskli ama sorun yok. Yatakta bir süre yatması gerekiyor."

Doruk, abisine ilerledi. "Sen de gel sana da bakayım." Sarp'ı tutup kaldırdı. "Kaburgalarının kırıldığını biliyorum, direnmeye çalışma, senin de durumun kötüleşmeden gel çabuk!" Sarp'ı da tedaviye aldılar.

Gün sonu ikisi de aynı odada yatıyordu, içeriye çok giren olamayınca Sarp yatakta yatsa da Ahsen'e o bakıyordu. Ahsen'i izliyor uyanmasını bekliyordu.

Ahsen gözlerini açtığı an tavana baktı. "Pişt?" Sese döndü. Yüksek ağrı kesiciden dolayı ağrısı hafif olan Ahsen yanında Sarp'ı görünce güldü. "Ne işin var burada?"

"Hala evli değiliz. Refakatçı yine olamam diye ben de yaralandım, şimdi bakıyorum sana işte." Sarp da güldü.

"Senin neyin var?" Merak ediyordu Ahsen.

"Senin üç şeyden sadece biri var bende. Korkulacak bir şey değil yani. Kaburgam çatlamıştı ben de yatmak için kırmış bulundum. Sen iyi misin?" Rengi hala soluktu ama düzelmeye başladığını görünce bir şey demedi.

Ahsen başını salladı. "Bekledim, buldun. Hastanedeyim, iyiyim."

Ahsen sözünün bir kısmını tutmuş Sarp'ı beklemişti, Sarp da Ahsen'i bulmuştu.

 

 

***

 

Bölüm sonu...

 

Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

 

Bundan sonra biraz rahat, güzel bir bölüm yazalım, yavrular biraz rahat takılsın...

 

 

Yazım yanlışlarım olduysa kusuruma bakmayın.

 

Kendinize iyi bakın. Seviyorum sizi.

 

Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

Bölüm : 13.04.2025 23:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...