Ben geldim...
Hepiniz hoş geldiniz, nasılsınız?
Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır.
Yazım yanlışlarım için şimdide özür diliyorum.
Bol bol satır arası ve bölüm sonu yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Başlamadan yıldıza basalım mı?
Keyifli okumalar dilerim...
***
"İnsan çıkmazı; önü uçurum,
arkası kurtlar."
***
Mahi
İhanet için büyük bir şeye gerek yoktur, hiç beklenmedik bir anda, hiç beklemediğiniz o kişiden gelen ufak bir yanlış sizi tamamıyla yıkmaya yeter.
Hayatınız hakkında sizi yiyip bitiren bir bilginin size yıllardır zarar vermesi ve sonunda tüm bunların ardında koca bir yalan olduğunu öğrenmek yıkar. Tek dayanağım dediğiniz o insanın sakladığını öğrenmek, saklanan her şeyi gözünüzün içine bakarak rahatça devam ettirmesi yıkar.
Rastgele birinin yaptığı yanlış gibi değildir, umursamamış gibi yapamazsınız, tam önünde yıkılırsınız, herkes görür o yıkılışı. Ve en acısı da hoşunuza gitmeyen o yalan bilginin, o ihtimalinin daha hoş olması gerçeğidir.
Öğrenmesi birkaç saniyeyi alır, gerisi kişiliğe kalmış. Kabuğuna çekilmek bu kadar kısa sirede gerçekleşir. İçinden çıkılması zor bir kabul sarar etrafı, güvensizlik, elini uzattığında hiç kalmamış dal...
Mete'nin giderken bıraktığı şey yanında getirdiği Ahsen'in telefonuydu. Gözleri yaşlıydı, içi buruktu. Daha önce hiç yaşamadığı bir durumdu bu; kardeşiyle küsmek.
Ahsen'in sert tarafını bilirdi, severdi de, ama bu davranış ona değene kadar... Soğuk bakışlar ona gelince üşümüştü, sert sesi ezmişti, hayal kırıklığı dolu bakışlar değince paramparça oldu.
O çok düşündüğü iyiliğin kardeşini kötü hale sürüklediğine şahit olmak onun başarısızlığıydı. Elinde tuttuğu telefonla bir kişiyi aradı sadece; Demir. Açılan telefona konuştu. "Demir baba," iç çekti. "Dide öğrendi her şeyi, kovdu beni..."
"Yanıma gel oğlum." Demir'in sesinde de bir şeylerin kırıldığı belli oluyordu. Öğrendikten sonra kovulması iyi bir sonuç olmadığını açıkça belli etmişti. Daha fazla konuşulmadı.
Telefon konuşması bittiğinde Mete elinde eşyalarıyla Demir'in evine gitmeye koyduldu.
Demir de camdan Mete'yi gözledi. "Bittim ben." diyen sesi fısıltı gibiydi.
Mete bir mesaj attı kardeşine.
METE: Sinirlisin, haklısın, hemen de durulmazsın tanıyorum seni ama biraz sakinleşince benimle konuş lütfen.
METE: Özür dilerim.
Mete'nin sessiz ağlayışları Demir'i gördüğü an hıçkırıklara dönüşür.
Karşısında duran adamı oğlu sayan Demir sardı Mete'yi. "Beni kabul etmeyecek..." diye mırıldandı. Mete'ye olan kızgınlığın geçici olduğunu biliyordu, ama Demir hiç kızını tanıyamamıştı. Açıklamaya inandıramazdı, huyunu bilmezdi, kendini kabul ettirecek faydası dokunmamıştı. Bir artısı yoktu Ahsen'in hayatında, yalnız bırakmak büyük eksiydi.
"Öğrendi... Beni de affetmeyecek."
"Affeder. Seni affeder oğlum."
Mete başını kaldırdı. Bunu söyleyip Demir'i üzmek istemezdi ama içinde tutmadı cümlesini. "Sen onu tanımıyorsun, beni de silecek. Artık hiç haberim olmayacak, bu ölümden beter..."
"Tanımıyorum... Onu tanımıyorum ama eğer biraz da olsa annene benziyorsa seni affeder." Mete'nin eşyalarını eve taşıdı. "Gel içeri."
Mete içeriye girdiği an Yeliz'i görünce durdu. Buraya gelmeyi şu an yanlış bir karar olarak görüyordu. Yeliz için düşünüyordu. "Hoş geldin oğlum..." diyen Yeliz'den cevap beklenmedik olmuştu.
Demir olanı biteni anlatmıştı, Yeliz her şeyi biliyordu. En günahsızları Ahsen ve Mete'yken bir şey demeyecekti. "Hoş buldum." dedi buruk sesiyle. Evde başkalarının olduğunu da gördü, Demir'in ailesi gitmemişti. Mete daha önceden tanışıyordu aslında ama çok zaman geçmişti.
Levent gördüğü an gülümsedi. Ahsen'in de gelmesini beklemişti ama durumun farklı bir hal aldığını söyleyen Demir'in açıklamasını bekliyordu şimdi.
Çocuklar yokken içeride oturdu herkes. Demir bir yanına eşini aldı. "Ahsen öğrenmiş." Yeliz, Ali'nin Ahsen'e yaptıklarını bilse de Demir'in ailesi bilmiyordu. Geçmişte Ali'nin sorunlu olduğunu biliyorlardı sadece, Ali'nin bu kadar ileriye gideceğini bilmiyorlardı.
"Ee bu neden bir sorun oldu? Kabul etmedi mi seni?" Seher tedirgindi.
"Konu o değil." Demir durduğunda Mete anlatmaya başladı. "Annemizi Ali öldürdü, Dide'nin çocukluğu da iyi geçmedi. Babam gitmişti, geri döndü. Demir baba da saklıyormuş. Dide hem babamı gördü, hem de gerçek babasının Demir baba olduğunu öğrendi. Ona yalan söylediğim için bana da kızgın." Fazla ani olmuştu, kısa sürmüştü.
"Ali'yi görmesi kötü bir şey mi?" Mercan üstü kapalı anlatılmış durumda sorunun ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.
"Bizim evde baba figürü farklıydı, Dide babalara karşı çok duygusal değildir. Babamın yaptığı babalığı hiçbir baba evladına yapmamalı. Bir kızım var, bir damla yaşına dünyayı silerim. Dide için de yaparım. Hep babamın neden böyle olduğunu sorgulardı, düşündüğü adamın babası olmadığını öğrenmek herkesi yıkar. Babamın da üstünde bıraktığı izler fazla. Şimdi onu görmesi, bunca yıl izlerin sahibinin de babası olmadığını öğrenmesi, burada iş için tanıştığı adamın da gerçek babası olduğunu öğrenmek kolay değil." Mete konuştukça gözleri doluyordu.
Levent oğlu Demir'e döndü. "Gidip konuşmadın mı?"
"Konuşmadım henüz, korktum. İlk defa bir şeyden bu kadar korktum. Baba demesini istiyorum ama bunu hak ettiğimi düşünmüyorum. Ne diyeceğim ki ona? İnanmaz benim de yeni öğrendiğime." Sesi panikti.
Ahsen'in karşısına çıkmaktan korkuyordu, geç kaldığını, ona bu saatten sonra vereceği sevginin onu tatmin etmeyeceğini biliyordu. Kendini fazla suçluyordu, Ahsen'in üstündeki baba izini iyileştirmek için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bir evlada nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Bir kelime söylerse onu kırmaktan korkuyordu. Sarılırken canını yakmasından, yanlışlıkla ona bakarken yanlış anlaşılmaktan, koca bedenin içinde hala bir yerde kırılmış duran çocukluğuna kendini affettiremeyeceğinden korkuyordu.
"Konuşun, açıklayın kıza," Levent oğluna baktı. "Affetmese bile bilmediği ne varsa söylemek zorundasınız. Dinlemezse mesaj at, olmadı mektup yaz ama anlatacaksın." Demir'in yaptığı tek şey kafasını sallamak oldu.
***
Mete evden gittikten sonra Sarp gitmemişti. Ahsen'in ifadesi hala buruktu, ağlaması durmuş yerine donuk bir ifade yerleşmişti. Boş bakıyordu. "Kaç saat sürdü?" diye mırıldandı.
"Efendim?" Anlamayan Sarp'a döndü.
"Mutluluk, kaç saat sürdü? Bir gün?" Donuk suratını hâlâ korurken gözleri doldu, kırpıştırdı, geri göndermeye çalıştı. Artık aklındaki yüz güncellenmişti. Ali'nin hiç yaşlanmayan yüzünün yerini dağılmış, kırışmış ama hâlâ o olduğunu belli eden surat şekli, beyaz saçları aldı.
O olmadığını bildiği babasının yanında yeni bir baba, gerçek babasını duydu. Bir duvar arkasından duyulması gereken son şeylerdi bunlar Ahsen'e göre. İki babaya sahip olan bir insanın yalnızlığı koyuyordu ona. Herkeste bir vardı, onda iki tane ama iki tanesi herkesin bir babasına denk gelmemişti.
"Ahsen... Güzelim... Bir tanem..." Sarp'ın elleri Ahsen'in yanaklarını sardı. Boş bakan gözleri kendi gözlerine kilitledi. "Geçecek... Ama konuşman gerekiyor onlarla. Sinirlisin, haklısın ama abinle konuş hiç olmazsa? Eğer açıklaması senin için iyi değilse yine istediğini yap ama en azından dinle onu? Ben buradayım, bırakmaya da niyetim yok seni." Ahsen'i göğsüne çekti. "Çektiğin tüm acıların yerine mutluluğu getiririm..." Saçlarını öptü. "Korkuyorsun, gördüm. Korkma. Yaşadıkların ne kadar ağırsa gücün o kadar fazla, ben de varım. Şu akan gözyaşına dünyayı yakarım."
"Başına dert olurum dedim, o kadar şey dedim ama bir şeyi demeyi atlamışım; ben mutlu olamam ki, sana mutluluk getireyim? Günün birinde bunun olacağını, bu şekilde olacağını hiç düşünmemiştim. Şu an o kadar durdu ki her şey beynimin içinde, daha önce ne yaptığımı bile bilmiyorum. Bir yanım hâlâ baba diyor o adama. Albayım diye seslendiğim adam, tanıyalı kaç ay oldu, bir yıl bile değil. Babammış. Gerçek babam." Sarp'a baktı. "Sen benim gerçek babamı benden daha iyi tanıyorsun..."
Yalan yoktu, Sarp için en şaşırtıcı şey buydu. Ali'yi görmek onu ne kadar öfkeye boğduysa, komutanının da sevdiği kadının gerçek babası olduğunu duyması o kadar beklenmedikti. "Onu dinleyecek misin?" Demir'i tanırdı, onun için bir baba gibiydi, tüm askeriye için öyleydi. Ahsen'i değil Ali'ye bırakmak, Ahsen'i normal şartlar altında bırakacak bir baba olmazdı diye düşünüyordu. Ama bir yanı da tüm bu bilinmemezliğe karşı korumacı ve agresifti.
"Neyini dinleyeceğim? Bırakıp gitme hikayesini mi, şimdi sahiplenmeye çalışmasını mı?Ya da annemle olan meselelerini mi? En güvendiğim kişi abim, o bana yalan söylemişken o adama ne diye güveneceğim? Nereden bileceğim yalan söylemediğini?" Demir'in ona yakın olmaya çalıştığı anlar geldi aklına, içinde tüm duygular cebelleşiyordu.
"Abin belki biliyordur onun durumunu, bu konuda yalan söylemez diye düşünüyorum. Sonuçta her şeyi duyduğunu biliyor artık." Baş parmağıyla Ahsen'in yaşını sildi. "Abini tanıyorsun, sen tüm o şeyleri görmesen de eve gelip gözlerine bakarak sana yalan söylediğini anlardın. Yine anlarsın." Sarp da Ahsen'i anlıyordu. Gözlerine bakıyordu. "Merak ediyorsun gerçekleri ama duyduklarının hoşuna gitmemesinden korkuyorsun." Alnına uzandı sıcak dudakları. "Çünkü artık olumsuz bir şey duymaktan doldum."
"Ali'yi ne yapacağım onu da bilmiyorum. Birinden değil annemden öğrenmek istiyorum, o bana yalan söylemez, saklar ama zamanı gelince, anlattığında doğruyu söyler." Kitaplığa takıldı Ahsen'in gözleri. "Kitaplarım..."
"Ne kitapların?"
Ahsen kitaplığına ilerledi. Tek tek yere döktü kitaplarını. "Mektup. Mektup çıkar belki. Belki annem anlatmıştır." Bir sürü kitap vardı, baştan başladı, sayfaların içini inceledi. "Sarı ya da mavi..." Sarı olmasını temenni etti, artık sarı olanların kime yazıldığını biliyordu.
Yere oturan Ahsen'in yanına çöktü Sarp da. Ahsen gibi kitapların aralarına bakıyordu. "Ahsen?" Bir süre sessizlikten sonra Sarp elinde mavi bir mektupla Ahsen'e bakıyordu. "Mavi."
Ahsen, Sarp'a baktı, hemen ardından mektuba baktı. "Benim için." Sarp'ın uzattığı mektubu aldı, elleri titriyordu. "Hangi kitaptan çıktı?"
Sarp tuttuğu kitabı, hatta sayfasının arasındaki parmağını gösterdi. Ahsen'e kitabı da uzattı. Ahsen mektuptan önce sayfaya baktı.
annenin âdeti bu,
taşıyabileceğinden çok
sevgiye boğar seni,
baban ortalarda yok
bir savaşsın sen
iki ülke arasındaki sınır
sivil zayiat
ikisini hem birleştiren
hem ayıran tezat.
Kafası karışmıştı. Kitap annesinin ölümünden sonraydı, alınma tarihinde de yoktu, yıllar önce okurken de atlamadığına emindi. Şiir onun hayatı için fazla anlamlıydı ama buraya koyan kişi annesi değildi. Mektubu açtı, annesinin yazısıydı, yazan annesiydi. Kitabına koyan kimdi, ne zaman koymuştu?
***
Miniğim'e
Dide'm, benim canım.
Bu mektupları alman kafanı karıştırıyor olmalı ama sana anlatamadığım gibi kimseye de anlatamadığım şeyler var, o yüzden bunu yazmam gerekiyor. Maviler senin için, Sarılar baban, yeşiller Mete'm için.
Bunu okuyorsan diğerlerini de bulmuş olmalısın.
Bir kız evladım olsun hiç istememiştim, kız çocuklarının kaderi annelerine benzer derlerdi. Annem de öyleydi, ben de annem gibi. Senin de benim gibi olmandan korktuğum için istememiştim, ama baban bana fikrimi değiştirdi. Bana benzeyen bir kız çocuğu fikriyle yanıp tutuşuyordu.
Sana sahip olduğumu, varlığını hissettiğim zaman baban yanımızda değildi. Gitmişti. Şu an babanın kim olduğunu merak ediyor, konu hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilirsin. Belki ilk açtığın ve ilk okuduğun mektup bu olacak ama kafanın karışması kısa sürer gibi, diğer mektuplarımda anlattım her şeyi.
Şimdi yine korkuyorum. Kaderinin bana benzemesinden. Baban yüzünden değil, Ali yüzünden. Elimden geleni yapıyorum, şikayet ettiğin polislerin neden bir şey yapmadığını bilmiyordun ama ben biliyordum, Ali'nin ailesinden uzak durmanız için elimden geleni yapıyorum.
Yardım da alıyorum ama pek işe yaramıyor çünkü sen hala zarar görmeye devam ediyorsun. Seni rahatlatmayı kafama o kadar taktım ki bu yardım işe yaramazsa yanından ayrılacağıma emin olduğum için işimi sağlama alıyorum.
Babanın senden haberi yok, keşke olsa... Seni asla bırakmayacağına eminim. Dünyanın en iyi babasına sahipsin ama bunu hissetmemenin sebebi ne benim ne de baban... Onunla aramızda hiçbir sorun çıkmadı ama gitmesi gerekmişti. Geri dönmesini istesem de gitmesi benim ve bizim açımızdan da iyiydi. Ailemizin parçalanması içimizden birinin ölmesinden iyiydi.
Baban hala yaşıyor, ben şu an hala yaşıyorum, seni de olabildiğince yaşatmaya çalışıyorum, abinin olabildiğince psikolojik olarak etkilenmemesi için çabalıyorum. İyi bir anne miyim bilmiyorum ama olabildiğince iyi olmaya çalışıyorum.
Abin de sen de benim için herkesten ve her şeyden öncesiniz. Bazen işler sarpa sardığında ben de işleri karıştırıyorum. Bir anlaşmanın içindeyim, seni ve Mete'yi korumak için yapmam gerekiyordu, yapıyorum.
Bu mektubu yazdıktan sonra okuyanın ben değil sen olmanı istiyorum. Eğer öyle olmazsa yaptığım her şey bir hiç olmuştur. Baban... Diyarbakır'da, adı Demir soyadınız Yücel. Asker senin baban, o olmak istediğin mesleği bana söylediğinde içimde büyüyen derin tebessümün sebebi buydu. Ne kadar uzakta da olsanız, birbirinizden haberiniz olmasa da benzersiniz. Ona kızma, ben sana söyleyemediğim gibi ona da söyleyemedim.
Kolyen babandan banaydı, sana vereceğim. Hani o en sevdiğin, minik ellerinle oynadığın kolye, gerçek sahibi sensin, zamanı gelince baban ve annen olarak senin boynuna sarılacağız. Ahsen Dide... Aylin ve Demir'in kıymetli hediyesi. Mete... Aylin ve Demir'in vazgeçilmezi.
İkiniz de birbirinize, babanız da size sahip çıksın. Söyleyin ona, 'baba' deyin. En sevdiği kelime o. Mete'nin ona 'baba' deyişine bayılırdı. Yine deyin.
Sizi seviyorum...
***
Diğer mektuplardan bahseden Aylin'in de bu durumdan haberi yoktu. Ahsen tek tek buluyordu. Toplu duran mektuplar biri tarafından dağılmıştı. Bilerek olaya göre çıkıyordu karşısına. Mektupların içindeki yazılar da biliniyordu. Ahsen'in hayatını bilen, sadece geçmişini değil geleceğini de gören biri vardı.
Bu kitaba ne zaman ve nasıl girdiğinden emin değildi. "Biri yapıyor. Biri benimle oynuyor, bu kitap annem öldükten sonra yayımlanmış bir kitap. Bu kitabı aldığım tarih çok sonra, baştan sona okuduğum zaman bu kitabın aradında hiçbir şey yoktu. Şiir, bilerek seçilmiş. Mektup annem ve babamla ilgili..."
"Kimden şüpheleniyorsun?" Bu durum Sarp'ı da tedirgin etmişti.
"Benim hayatımı bildiğini bilmediğim biri. Beni tanıdığı kadar benim onu tanımadığım biri yapıyor. Annemle de uğraşmış belli." Aklına gelen tek şey Demir'e sormaktı, annesiyle vakit geçirmiş bir adamdı, bir şey bilmediğini söylüyordu annesi ama geç olması hala Ahsen'i yaralıyordu. Hala Demir'le konuşmak istemiyordu. "Demir'e söyleyememiş, bana da, abime de, Ali de bilmiyordu. Kim annemle uğraşıyor bilmiyorum ama şimdi de bana sardı sanırım. Ama niye bana gerçekleri söyleyerek iyilik yapmaya çalışıyor."
"Annenin yazdığına emin misin?" diye soran Sarp'a başını salladı. "Onun yazısı, annemin yazısı bu."
Sarp'ın telefonu çaldığında koca yazı Ahsen'in gözüne çarptı. 'Demir Albayım' yazısıyla Sarp'a baktı. "Abim söylemiştir kesin." dedi.
"Söylesin güzelim. Elinde sonunda öğrenecekti, ne derlerse desin." Sarp telefonu aldı. "Ki şu an bir şey diyeceğini sanmıyorum." Telefonu açtı. "Komutanım?"
"Sabah erkenden karargahta ol. Timle birlikte."
"Emredersiniz komutanım." Telefonu kapatacakken Demir'in yeni sesini duydu.
"Sen neredesin şu an?" Ahsen'in tahmin ettiği gibi olmuştu. Mete, Ahsen'in yanında Sarp'ın olduğunu, yalnız olmadığını, Sarp'ın sevgilisi olduğunu söylemişti. Sivri dilli değildi söylem. Sarp'ın dediği de oluyordu, Demir, Sarp'a bir şey diyemiyordu.
"Kız arkadaşımın yanındayım komutanım."
"Kız arkadaşının benim kızım olduğunu biliyorsun..."
"Biliyorum komutanım, şu an kendisini de görüyorum, nasıl olduğunu da biliyorum."
"Nasıl? İyi mi bana söyle, bari iyi olduğunu bileyim?" Demir'in kızı hakkında bilgiyi askerinden alıyor olması, kendi kendine soramaması üzüyordu.
"Ben yanındayım komutanım. İyi olur." Ahsen hala Sarp'a bakarken Sarp daha fazla uzatmak istemedi konuşmayı. "Sabah erkenden orada oluruz komutanım, iyi geceler."
"Sana da..." Konuşma bitti.
"Hadi uyu biraz, ben buraları hallederim." Elini yerde oturan Ahsen'e uzattı.
"Gidecek misin?"
Başını salladı Sarp. "Görev var."
"Yalan değil değil mi? Yani..." Bilerek yaptığını düşündü Ahsen. "Gerçi değildir."
"Hemen gitmeyeceğim. Sen uyuyana kadar buradayım, eğer yalansa dönüp dolaşıp geleceğim yer belli. Gelirim yanına." Ahsen'i kaldırdı.
"Toplama hiç, ben sonra toplarım. En azından oyalanacak bir işim olur. Yoksa kafayı yerim." Sarp'ı peşinden sürükledi, odaya girdiler.
Yatağa giren Ahsen'in yanına uzandı Sarp. "Ali'nin yanına gidecek misin bugün?"
"Hı-hı" Sarp'a sokuldu Ahsen. Başını Sarp'ın göğsüne koydu.
"Alperen'i de al yanına." diye ekledi. Ali'nin bir şey yapacağından değildi bu düşüncesi, Ahsen'in kendi korkusundan kötüleşmesindendi.
"Hı-hı"
"Ben dönene kadar da dikkat et kendine." Geçmişte Ahsen'in intihar olayı geldi hemen aklına, korku sardı içini. "Tek kalma çok, çağır Alperen'i gelsin otursun dizinin dibinde, başka işi ne. Arkadaşlarını da ara ya da. Azra'yı çağır, ben haber vereyim istersen. İster misin?" Cevap gelmedi. Sarp başını eğip göğsündeki surate baktı, Ahsen çoktan uykuya geçmişti. Çenesine değen saçlarını öptü. Hayal ettiği bu değildi, Ahsen'in mutluluğuydu ama en azından yanında olarak ona iyi geldiğini görmek Sarp'a mutluluk veriyordu.
İlaç hemen etki etmezdi. Sarp, Ahsen'in ilacıydı. Ama ı belliydi; birlikte mutlu olmak. Bunun için Ahsen'in içini mutlulukla doldurması gerekiyordu, onu yapacaktı.
İki saat için uyumak istemedi, Ahsen'i izledi. Gideceği zaman usulca öptü, kalktı yataktan. Odada duran lego paketini gördü, gülümsedi. Alıp salona götürdü, üstüne bir not düştü.
'Birlikte yaparız diye düşündüm ama sen hallet bunu. İki gün içinde iki tane daha gelir, birini ayır, diğerini yap. Ayırdığını ben dönünce yaparız. Sabah uyandığında sandviçini yemeyi unutma, Alperen'e söyledim eğer yemezsen haberim olur haberin olsun.'
Mutfağa girip hızlıca Ahsen'e sandviç hazırladı. Dolaba koydu. Evden çıktı.
***
"Maraz BİNBOĞA, geri dönmüş. Onu alıp getireceksiniz. Mejder için önemli biri, söyleyecek çok şeyi olabilir onu canlı istiyorum. Anlaşıldı mı?"
"Emredersiniz Komutanım!"
"Çıkabilirsiniz. Sarp sen burada kal." Timin diğer üyeleri hazırlanmak için dışarıya çıkarken Sarp hala Demir'in odasında kalmıştı.
"Otur." Oturdu Sarp. Konuyu az çok tahmin ediyordu, telefonda konuşurken zaten Ahsen'i sormuştu.
"Komutanım?"
"O iyi mi? Kızım iyi mi?" Karşısındaki askerine kızıp sevgilisi olduğu için azar çekmek yerine bilmediği şeylerin cevabını almaya çalışıyordu. Bu kısacık zamanda tanıdığı kadarıyla kızının birini çok sallamayan, yakınlık kurmayan biri olduğunu az çok anlamıştı. Birini seçtiyse gerçekten güveniyordur diye düşündü, üstelik bu kişi Demir'in de güvendiği biriydi.
"İyi ama kızgın komutanım. Bir duvar kenarında duyduğu şeyler pek hoş şeyler değildi." Karşısındaki üstü olduğu için de normal konuşamıyordu Sarp. Şu an komutanına kızgındı. Evde bıraktığı kadını düşünüyordu, görev vardı. Onun en yalnız hissetmemesi gereken bu zamanda göreve gitmesi gerekiyordu.
"Nasıl öğrendi? Mete'nin peşinden mi geldiniz?" Kafasını salladı Sarp. O gece orada kaldığını anlatmadan konuştu.
"Beni aradı, abisi bir anda çıkınca birlikte abisinin peşinden çıktık. Arabada sizin sarıldığınızı gördük ilk. Sonra içeriye girdik, babasını gördü..."
"Babası deme şu herif için. Onun babası benim." Bir şey demedi Sarp. Onaylamadı çünkü hala babam diye tanıtıyordu Ahsen o adamı. Alperen'e tanıtırken de babam diye tanıtmıştı.
"Sonra?"
"Sonra panik oldu, kaldı öyle. Üstüne siz bir de gerçek baba olayını söyleyince iyice kötüleşti. Adım sesleri gelince ben çıkarttım onu oradan ama gitmemizi istemedi. Sizin gitmenizi bekledi, babası için geri döndü." Demir bu kelimeyi yeniden duyduğunda çıldırdı.
Eliyle masaya vurdu sertçe. "Babası deyip durma!"
"Albayım, her ne kadar öyle olmasa da o hala baba diyor. Bunu o adamın yüzüne karşı söylemese de birine tanıtırken babam diyor. Bu benim dediğim bir şey değil." Suratı düştü Demir'in.
"Ali'yi nereye götürdünüz? Öldürdü mü?" Demir'i yeni bir korku sarmıştı.
Kafasını salladı Sarp anında. O da bundan korkuyordu zaten. Yalnız bırakılmaması gerekiyordu Ahsen. Özellikle de şu an. Öldürmemişti, bir otele götürmüştü ama Sarp onun orada daha fazla kalamayacağını tahmin edebiliyordu.
"Bir otele götürdü ama sürekli orada kalamaz. Ahsen'in yalnız kalmaması gerek." Anında parlayıp sinirleniyordu Ahsen. Bu denli öfkeli olması geçmişindeki yaşadıklarından kaynaklıydı. O kaynak şu an ortaya çıkmışken durum daha da tehlikeliydi.
"Hangi otel?" Demir, kızının başının belaya girmesini istemiyordu.
"Almayı planlıyorsanız imkansız. Ahsen, başına Alperen'i ve Gökhan'ı dikti. İkisi de Ahsen'in sözünden çıkmazlar."
Derin bir of çekti Demir. O karışık aklıyla bile gereken önlemi aldığını tahmin edebiliyordu kızının. "Siz?"
"Evet komutanım. Kız arkadaşım, ayrıl demezsiniz umarım çünkü her ne kadar komutanım da olsanız özel hayatım beni ilgilendirir."
"Komutanın olarak değil, kız arkadaşının babası olarak konuşuyorum seninle. Onu üzersen seni bitiririm."
"Merak etmeyin, amacım üzmek değil aksine yüzünü güldürmek. Başarıyordum da, bu olaya kadar. Dönünce yine yüzünü güldürmeye devam edeceğim, endişeniz olmasın. Onu gerçekten seviyorum."
"Tamam, git sen de hazırlan..."
Selam verdi Sarp. "Emredersiniz." Çıktı odadan.
***
Alperen de uyumamıştı. Gözünü ayırmadan Ali'ye bakıyordu. Gökhan olayları bilmese de Alperen'in bakışlarından az çok tahmin ediyordu. "Neden babasını içeriye almıyor?" Sakince sormuştu, merak ediyordu.
"Senin şerefsiz baban büyük adam olabilir ama sana yaptığı şeyler konusunda, baba olma konusunda bu adam da az değil. Anne hikayeniz aynı, sen baban için içeriye girip çıktın, Dide abla da babası tarafından ölümün ucundan çıkıp durdu. Anlarsın sen, benden daha iyi anlarsın hatta," Bu konuşmadan sonra Gökhan'ın anlamsız bakışları bir anlam bulmuştu. Alperen'den de sert bakıyordu Ali'ye. "Belki intikam almak istiyordur, hakkı." diyerek Gökhan'ın sorusuna yanıt verdi.
"Ulan ne adam olmayı ne baba olmayı bilmiyorsunuz değil mi? Ne bu babalık? Ne zorluktur da çocuğundan çıkarır insan bütün sinirini?" Yaralı olmasını unuttu bir an, kalktı oturduğu yerden. "Hayır nedir bu siktiğimin sıfatı da ne güç veriyor? Ne haklara sahip oluyorsunuz? Malınız mıyız lan biz sizin? Öyle kafanıza estiğinizde sinirinizi atacağınız stres topunuz muyuz? Bu siki elleriniz neden olduğundan daha güçlü oluyor mesela? Bu elleriniz bize vurmak için mi var yani? Cevap versene lan?" Ali'ye tükürürcesine, sesi yüksek, sinir dolu konuşuyordu.
Alperen tuttu Gökhan'ı. "Otur şuraya Gökhan. Zaten sinirliyim beni gaza getirme öldüreceğim şimdi adamı."
Gökhan, Ali'ye bakmaya devam etti. "Mesela sen dışarıda babayım, benim de çocuklarım var diye konuşuyor musun? Bence konuşma. Baba mısınız lan siz? Bi sike beyniniz basmaz sizin!" Alperen onu oturttu.
Ali kim olduğunu bilmediği, sadece Alperen'i birkaç kez Ahsen'i takip ederken gördüğü iki adama bakıyordu. "Siz kimsiniz? Ahsen gelmedi mi?"
"Gelmedi, gelirse de pek iyi yanıt almayacağını anlarsın umarım. Ben korumasıyım. O suratını kim dağıttı senin?" Ali soruya cevap vermedi. "Koruması..." Ahsen'in değil Dide'nin korumaya ihtiyacı olduğunu bile bilmiyordu. Ahsen'in iki farklı kişiliği olduğunu bilmiyordu. Koruması olduğunu duyunca kötü hissetti.
"Suratını kim dağıttı?" Alperen sorusunu yineledi.
"Tanımıyorum kendisini!" Biri çıkmıştı ona göre, tanımadığı biri, acı vermiş kızını almıştı. Testin sonuçlarını görünce 'Kan değil bağ önemli.' diyenler geldi aklına ama dili dönmedi. Ne kan vardı ne de bağ. Mete'nin bile ona baba dediğini duyunca yıkıldı. Tek kelime edemedi.
"Sağlam yerin kaldı mı bilirsin ama, söyle de oralarını biz kıralım!" Gökhan'ın solukları hızlıydı. Ahsen nasıl İskender'in karşısında babasını görür gibi sertse Gökhan da Ali'ye karşı öyleydi. Kendi babalarına olan korku hala devam ediyordu ama.
"Ahsen'le konuşmam gerekiyor." Durumunun iyi olmadığını biliyordu Ali, canlı canlı özür dilemek istiyordu kızından. Böylece ölmek istemiyordu, o bike bunun kendisine ödül olacağı fikrindeydi.
"Zamanı gelince konuşursun. O ne zaman isterse o zaman onu yapar sana. İşin mi var? Bir yere mi gideceksin?" Alperen konuşunca Ali başını iki yana salladı. "O zaman ilk kez bir boka yara da kes sesini uslu uslu otur." Alperen iki odalı otel odasından birine Ali'yi sürükledi. Odaya koydu. "Kal burada, sesin çıkmasın!"
Küçük Dide'ye söylediği sözlerin aynısı onun için söyleniyordu. Bir odaya da girmişti. Tek bildiği şey kendi durumunun on üç yıldan az süreceğiydi. Hiçbir şey tam olarak Dide'nin ne yaşadığını yaşamasına neden olmayacaktı. Kimse onunla on üç sene bile uğraşmayacaktı.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Kalkar kalmaz Sarp'ın burada olmadığını görünce görev işinin yalan olmadığı belli olmuştu. Kafa karışıklığı ve ruh yorgunluğu bedeninin dayak yemesinden daha çok ağrıtıyordu.
Tek bir yer değil, her yeri ağrıyordu vücudumun. Özellikle başım ağrıyordu, nefes aldıkça batan kalbim rahatsız ediyordu beni. Salona girer girmez tüm bunların bir rüya olmadığı, abimin yokluğunun gerçek olduğu gerçeği bir kez daha vurdu yüzüme. Telefonum mesajlarla doluydu. Abim'dendi, Demir'dendi. Sarp'tan gelene baktım.
SARP: Görev çok uzun sürmez. Salona bak.
SARP: Salondakileri topla, kafandaki dağınık şeyleri bırak, toplamaya çalışma, ben gelince birlikte toplarız.
Onun hayatını etkilemeye başlamıştım. O bu durumdan rahatsız olmadığını söylemeye çalışsa da pek inanmıyordum. Kim sürekli bir dertle uğraşmak isterdi ki? Ben bile kendi derdimle ilgilenmek istemiyordum, bir başkası neden isterdi ki?
Salona girdim. Dediğim gibi kitapları toplamamıştı. Gülümsedim, dediğim şeyi dikkate alıyordu, bu işin benim için iyi geldiğini söylediğim doğruydu, anlıyordu beni. Kitapları topladım. Başka hiçbir mektup yoktu, kitapların arasından yeni çıkacak mektup demek evime birinin giriyor olduğu anlamına geliyordu.
Lego yerdeydi, nota baktım. Mutfağa girdim. Sandviçe baktım, almadan duşa girdim.
Ali buklelerimden nefret ederdi, saçlarımı yapmak için uğraşmadım. Üstüme takımımı giydim, fazla özenli bir öğretmendi kendisi, onun gibi giyindim.
Evden çıkmadan sandviçimi kapıp çıktım. Emniyete değil de asıl uğraşmam gereken o yere gitmek için merdivenlerden hızla inip apartmandan çıktım. Lojmanda apartman kapısının önünde abimi görmeyi beklemiyordum. "Dide?"
"İşim var." İlk kez ona bu kadar soğuk davranıyordum. İzmir'e onunla gitmediğimde uzak davranmıştım ama o halim şimdiki soğukluğumun yanından bile geçemezdi.
"Bizim meselemizden daha mı önemli?" Suratıma bakmadım, zaten bizim meselemiz için bir başka yere gidiyordum. Ali'yi oradan çıkarıp başka bir yere götürdüğümden haberleri yoktu.
"Benim başka meselelerim de var artık. Ali'yi şikayet edeniniz olursa sizinle de ciddi meselelerim olur." Ali'nin hemen yakalanmasını istemiyordum, ben yapmayayım diye engel olmalarını da istemiyordum.
"Demir baba, sen, ben oturup konuşalım."
"Ne güzel baba diyorsun sen öyle. Git konuş Demir babanla, beni sokmayın içinize. Takılın siz, Demir babana da söyle iş olmadıkça çıkmasın karşıma mümkünse." Arabama bindim.
"Nereye Dide? Konuşalım işte. Neyi merak ediyorsan söyleyeceğim." Merak ettiklerimi söylemek için o kadar zamanımız vardı ki, her şeyi çok ani öğrenmiştim. Şimdi de oturup öylece yine herkesin istediği zamanda konuşmayacaktım. Bir kere de ben istediğim zamanı bekleyecektim, bir kere de benim istediğim zaman konuşacaktık.
Otele girmeden önce başka bir otel daha seçtim. Bir yer ayarlayana kadar sürekli yer değiştirecekti. Ali'nin kaldığı otele geldim, odaya ilerlediğim an nabzım hızlandı, içinde kalan küçük Dide içimde kaldığını fazla belli ediyordu. Tek dileğim onun karşısında panik atak geçirmemekti.
İçeriye girdiğim an Ali'yi göremedim. Alperen ve Gökhan oturuyordu. "Nerede?" dedim sadece.
Geldiğimi görünce ikisi de ayaklandı. "Odada." diyen Gökhan'a baktım. O da burada kalmıştı, ben sadece Alperen'i çağırmıştım, gece yanında geldiğini görmüştüm ama burada kalacağını düşünmemiştim.
"Sorun çıkardı mı?" Alperen cevap olarak başını iki yana salladı. "Ben gireceğim siz girmeyin, hatta odanın dışına çıkın siz."
Alperen kapıya ilerlerken Gökhan duruyordu. "Yok kalalım. Yani burada kalalım, bir şey olursa gireriz hemen." İskender'in ona yaptığı gibi Ali'nin de bana hala zarar verebileceğini düşünüyordu muhtemelen. Yalan yoktu, ben de korkuyordum, içimde hala ona karşı korku vardı. İnsan rüyasında istediği güce sahip olurdu, ben orada bile babamdan korkuyordum. Şimdi karşısına çıkmak belki de beni kötü etkileyecekti. 'Bir şey olmaz.' diyemedim, ilk defa kendime söz geçiremiyordum.
Bir daha çıkın dersem çıkarlar diye de korktum. Başımı salladım. Odanın kapısını açtım. Karanlık evde görmüştüm, saat geceydi hava da karanlıktı o yüzden suratının dağılışına pek hakim değildim. Şimdi günışığıyla görüyordum. Fazla hırpalanmıştı. İçeriye girip kapıyı kapattım.
Yatağa çökmüş öylece iki büklüm yatan adamı gördüm. Yıllar önce benim odamda yattığım gibi yatıyordu. Kafasını çevirip baktı, beni görünce hemen toparlandı. "Kız- Ahsen?"
"Ali?" Ona karşı konuşuyordum. İlk defa konuşmadan karşısında dimdik duruyordum, o da tam tersi benim yerime geçmiş çekingen bakışlarıyla bana bakıyordu. "Korkuyor musun benden?" diye sordum karşımda ezilip büzülen adama.
Ali karşımda başını salladı. Onun bunu belli etmesi kendime gelmeme sebep oluyordu, güldüm. Gülerken aynı zamanda gözlerim doldu, ama ağlamayacaktım. Bir kere daha bunu görmesini istemiyordum.
"Özür dilerim." dediğini duydum. İki kelime benden aldığı onca şeyi asla geri vermeyecekti. Özür dilemek hoş bir şeydi ama geç kalınmış özür geciktikçe özür dileyecek olan şeyleri çoğaltıyordu. Hangisi için diliyordu?
"Özür dilerim mi? Ben de dilemiştim, defalarca. Üstelik hiçbir şey yapmadığım halde." Yanına ilerledim, geri çekildi. Benim de adımlarım emin gitmiyordu ama belli etmedim.
"Biliyorum, ben çok pişmanım yemin ederim." Keşke şu an kabuslarımın hepsi gitseydi. Yara izlerim, aklımdaki tüm o acılar, annem mesela geri gelseydi.
Ama böyle bir şey mümkün değildi. Olan olmuştu, yaşanmıştı. Her şey hâlâ aynıydı, korkularım hâlâ aynı yerde duruyordu. Kâbuslarım gelmek için geceyi bekliyordu. Pişman olmak bir şeyleri değiştirmiyordu.
"Hangisi için? Yaptığın her şey için mi?" Farkında olmadan açtığı yaraları biliyor muydu? Onlardan da pişman mıydı?
"Her şey için, yemin ederim tüm hepsi için pişmanım." On altı yaşımda gelecekten biri gelip şu anı şöyle yaşayacaksın deselerdi inanmazdım. Koskoca adam, benim en büyük korkum karşımda tir tir titriyordu.
"Yaptığın şeylerin tamamını bilmiyorsun ki! Önce onları bilmen gerek. Bunca yıl bana yaşattığın her şeyi yaşaman gerek." Kafasını salladı hemen. Kabul ediyordu sanki her şeyi yapmaya hazırmış gibi zaten yamuk olan sol elini uzattı. Kırılmıştı parmakları, bana olduğu gibi.
"Bunu hemen yapmayacağım, senin canın ne zaman isterse yapıyordun değil mi? Ben de öyle yapacağım. Seni ülke içinde didik didik arattım, bu iş için çok uğraştım." Gözleri belimde duran tabancaya kaydı. "Biraz benim gibi ol, ben ölmek istemiyordum o zamanlar." Silahla işim yoktu, onu vurmayı hiç düşünmedim hala da düşünmüyorum. Benim işim cam parçalarıyla, bıçakla, pergelle, fiziksel güçle ilgiliydi. Yatağın ucuna oturdum.
"Düşündüm biliyor musun?" Göz bebekleri titredi. İçimdeki merhamet hala bana sesleniyordu ama çok derinlerdeydi. O kadar zor duyuyordum ki!
"Neyi?" Sesi titredikçe içimde bir şeyler koptu. Bu durumdan zevk almam gerekirken kendi yaşadıklarımın aklıma gelmesi o sesleri derinlerden daha yakına çıkarttı.
"Beni neden sevmediğini? O kadar baba varken neden bana senin gibi bir babanın düştüğünü? Ben her doğum günümde beni sevmeni dilerken neden dileğimin bir saniyelik bile olsa tutmadığını?" Sesim titremeye başlıyordu sustum. Gözlerim yandı, gözyaşlarım geliyordu onları da geri göndermeliydim.
"Ben madde bağımlısıydım, kendimde değildim." Bu neyi değiştirirdi ki? Maddenin etkisinde olmadığı zaman yok muydu? Mesela okula giderken, o zaman kendinde değil miydi o zaman niye sevmedi? Ayrıca bundan etkilenen neden sadece bendim?
"Niye bundan sadece ben etkilendim peki? Maddenin etkisindeyken abim ile beni yan yana gördüğün o an neden sadece beni yaralamaya çalışıyordun? Biliyor muydun kızın olmadığımı, o yüzden miydi tüm bu acılarım?" Ağlamaya başladığında babam gibi hissetmiyordum. Ben onun gibi değildim. Neden benim babamın bana yaptığı gibi sinirlenmem gerekirken içim acıyordu?
"Hayır bilmiyordum, sen benim kızımsın Ahsen. Sonuçlar ne olursa olsun, ben özür dilerim. Beni affetmeni beklemiyorum zaten cezamı çekmek için geldim. Senin için geldim." Benim için tüm kötülüğü yaptıktan sonra gelmeseydin de keşke daha erken gelseydin, annem yanımda olsaydı, kafamdaki sesler olmadan önce gelseydin mesela. Neden o kadar yıl bekledin?
"Sen gitmedin ki gelesin! Ben senin yüzünden her gece kafamı yastığa koymaya korkuyorum. Sen o gün çekip gittin sanıyorsun ama gitmedin." Parmağımı başıma vurdum. "Buradasın, hep buradasın. Koparak atamıyorum, her gece, her Allah'ın günü kafamın içinde dönüp duruyorsun. Vuruyorsun defalarca, bağırıyorsun, boğuyorsun. Benim hayatımı yanımda olmadan bitiriyorsun. Daha bu gece yine seninle uyandım ben, bu seferki beni yaralayıp yaram için değil de bakireliğim için hastaneye götürdüğün o gündü. Hatırlıyor musun?" Kafasını iki yana salladı. Yaparken keyif aldığı ne varsa hatırlamıyordu ama bende her bir ayrıntısı vardı.
"İnsanın keyifleri ne kadar anlık değil mi? Ardında bıraktığı travmaları hiç düşünmüyorlar..." Keşke o hatırlasaydı da ben unutsaydım. "Ben hatırlıyorum ama. Tam unutacağım bir başka acımı görüyorum. Sadece o da değil uykum da değil, hayatımın içindesin. Hala asansöre binemiyorum bile. Geçen bardak kırıldı yine delirdim. Ya ben istediğim mesleği bile yapamadım, senin yüzünden iki yıl boyunca psikoloğa gittim." Yeniden aklıma gelen anılarla zaten tetiklenip bir de onları anlatmak canımı yakmaya devam etti.
"Konuştu benimle ama başaramadı. Gitmedin yine, sonra ilaç yazdılar bana, attığın dayaklar yüzünden skolyoz olmuşum, karnıma saplanan pergelin izi de kalınca almadılar beni askere. Uygun değilmişim, 'Uçucu yetiştirilmeye elverişli değildir' yazıyordu kağıtta." Ağlamaya devam ederken sesi çıkıyordu artık.
"Neden ağlıyorsun, bunlar benim acılarım. Sen neye ağlıyorsun ki?" Ağlamamalıydı karşımda, özellikle benim acılarıma asla ağlamamalıydı. Sebep kendisiyken bunu yapmaya hakkı yoktu, kendimi zor tutuyordum ben de.
"Ben bunları bilmiyordum." Bilmiyordu, kaçmıştı tüm suçlarından. Sevdiği kadını canavarca katledip, iki çocuğunu bırakıp kaçmıştı, gerçi elinde olsa beni de öldürüp öyle kaçacaktı. Zaten asıl mesele benim ölümümdü. Onun tek görevi buydu.
"Daha bilmediğin çok şey var. On iki sene az değil, benim o on iki seneye sığdırdığım daha çok acım var. Mesela ölmemeyi öğrendim, gittim o yazıyı okuduğum gece bulduğum tüm ilaçları attım ağzıma. Abim geldi yine, sanki hissetmiş gibi o anımda yine çıktı geldi yurduma. Hastaneye yetiştirdi, yine o kurtardı." Yutkunmak için durdum. Derin bir nefes aldım.
"Yurt mu? Mete seni bıraktı mı?" Ebeveynler bırakmazdı çocuklarını, abiler değil. Hiç bir zaman bunun için üzülmedim sonuçta beni çağırmıştı yanına ben istememiştim. Zaten kaldığım yer okulun yurduydu, asıl evimdi. Mutlu olduğum tek yıllarımdı, aile gibi hissettiğim, bir sürü kişiyle yemek yediğim, bir sürü kişiyle konuştuğum, beş kişiyle odamı paylaştığım yerdi.
"Ben istedim. İzmir'e giderken götürmek istedi, ben gitmedim. Babam bırakıp gitmişken, annemi benden çalmışken, asıl yanımda olması gereken kişiler gitmişken abimin yanımda kalmasını istemek bencillik olurdu." Bana yaklaşmaya çalışınca ilk kez elimi kaldırıp sertçe ittirdim geriye doğru. Başını duvara çarptığında elini başına attı. O an bana gücünün yetmeyeceğini bilsem de vereceği tepkiden korktum. Bakışları tekrar beni bulduğunda hiçbir şey demedi aksine tebessüm etti, delinin tekiydi. Canının acıdığına emindim, şu an bana elini kaldırıp saçlarıma dolaması odanın bir kenara fırlatması gerekirdi.
"Değişmişsin. Benim bildiğim Ali çoktan canımı yakmak için en korkunç planı iki saniyede düşünerek icraata geçirmişti, beni yatırmıştı, dahiyane öldürme fikrini uyguluyordu." Yine bir şey demedi. Eli hala başındaydı, çektiği an elinde gördüğüm kanla nedensiz panik oldum.
Ona zarar vermek benim için imkansız geliyordu. Değilmiş ama. Bu paniğimi ona belli ederek istediğini vermeyecektim. Buraya gözünü korkutmaya, canını yakmaya gelmiştim.
"Bana öyle bakmayı kes!" Sert söylemimle gözlerini çekti bende. Başını önüne eğip ellerine baktığında benim de gözüm kaydı ellerine. Kim kırmıştı bilmiyordum ama baya kurcalanmış can acıtıcı gözüküyordu. Acısını daha önce yaşadığım için yüzümü buruşturdum bu görüntüyle. Ya Demir ya da abim yapmıştı. "Kim yaptı?"
"Baban olduğunu söyleyen o herif yaptı. Sen konuşuyor musun onunla? Baba diyor musun?" Bu soruların anlamı neydi? Cevabını alınca nereye varacaktı, ne fark ederdi ki?
"Sana ne!"
"Sana sarıldı mı hiç? Kızım dedi mi? Gülüşünü gördü mü? Onun için hiç endişelendin mi? Koşarak ona sarıldın mı mesela hiç? İçten baba dedin mi o adama?"
Sarılmıştım, kızım da demişti. Bilmeden mi diyordu yoksa başından beri biliyor muydu bilmiyordum ama demişti. Baba dememiştim hiç, abimin bile aksine. Koşarak sarılmamıştım ama başımı omzuna koyarak ağlamıştım. Gülüşümü de görmüştü.
"Nereye varacak bu konu? Baba falan demedim, ne sana ne de ona!" Derin bir nefes verdi rahatlamak adına. Buraya asıl gelme amacımı konuştum. "Birini seçmeni söylemek için geldim buraya."
"Ne için birini seçeceğim?"
"Seni benim elimden birinin kurtarması için. Yıllardır planladığın ölümüm bir türlü olmadı, her seferinde abim ya da annem elinden aldı beni. Şimdi tüm bunları ben sana yaşatırken seni benim elimden son anda alacak kadar güvendiğin birini seç." Sustu, yutkundu, derin nefesler almaya başladı.
"Sen beni öldüremedin, ben de seni öldürmeyeceğim. Yanlış anlaşılma olmadan düzelteyim, o seçtiğin kişi benim elimden kurtulmanı değil, sadece o anlık ölmemeni sağlayacak. Seninle işim bittiğinde devlete teslim edeceğim. İçeride benden hoşlanmayan adamlar var ya da benim tanıdıklarım. Babam olduğunu öğrenince ne olur orasını sen düşün. Umarım hala kendini koruyacak kadar gücün vardır." Başka bir otele gidiyorduk şimdi de.
Yaklaşıp kolundan tuttum. Hiç direnmeden ayağa kalktığında kapıya yürüttüm. Açtığım an kapının önünde ayakta hazır bekliyorlardı. İkisi de beni babamın kolunu tutup çıkarken görmeyi beklemediği için ufak çaplı bir şok yaşamıştı.
"Savcım, gidiyor muyuz?" Gözlerindeki endişe ile bana bakıyorlardı. Bakışları Ali'ye kaydığı an endişe yerini öfkeye bırakmıştı. Kaşları çatık Ali'yi incelemeye başladılar.
Biz de odadan dışarıya adımladık. Her ne kadar kolundan tutsam da vücudumu ondan uzakta tutuyordum. Bana yaklaşmaya çalışıyordu her seferinde ama elimle ittirip duruyordum. Arabaya binecekken otelin güvenliğinin bize doğru yaklaşarak durdurmasıyla durduk. "Beyefendi iyi misiniz?"
Ali'ye soruyordu. Ali bir şey söylemeden bana bakınca güvenlik görevlisinin şüpheli bakışları bana döndü. "Adamın bu hali ne böyle?" Elindeki telefonuyla uğraşıyordu.
"Adam benim sorumluluğumda beyefendi bir sorun yok izninizle gideceğiz." Kapıyı açacakken elini bastırdı arabanın kapısına. Açmamı engelledi, sinirlerim hala tepemdeyken onun yüzünden uğraştığım şeylere de sinirleniyordum.
"Bir durumu yetkili kişiyle konuşayım. Amca iyi olduğunu söylemedi sonuçta." Bakışlar Ali'ye döndüğünde konuşmak için boğazını temizledi. "Sorun yok, ben iyiyim. Kendisi kızım olur." Kızım vurgusunu da yapmıştı. Alperen ve Gökhan yanıma gelmişti.
"Baskı altında kalmış gibi duruyorsunuz." demeye devam etti.
"Kimi arıyorsunuz?" dedim güvenliğe bakarak.
"Polisi."
"Kapatın o telefonu. Polisten daha yetkili biri olabilirim." elimi Ali'den çekerek çantamdan savcı kimliğimi çıkarttım. Güvenlik eline bile almadan baktığında anında bakışları bana döndü. Az önceki gibi sert ve baskın değil, normal bakıyordu artık. Bir şeyleri konuşarak halletmek yerine artık sanırım kimliği alnıma yapıştıracaktım.
"Pardon sayın savcım, buyurun." Kapıyı tuttuğu eliyle kapıyı açtı. Arkaya Ali'yle Alperen oturdu, Gökhan benim yanıma geçti.
***
Ali'yi bırakmışlardı, otel odasında eli ağzı bağlıydı. Bir süre kafasını dağıtmak için onları da yanında istedi. "Senin hala üstün başın yok değil mi?" Gökhan'a söylüyordu Ahsen.
"Yok tabii hala benimkileri giyiyor. Donu bile benim, donu!" Alperen cevap vermişti.
"E gidip bir şeyler alalım sana." Gökhan anında iki elini de salladı. "Yok savcım gerek yok, ben bir süre daha giyerim bu eziğin çulsuz kıyafetlerini."
"Eee sonra, sonra ne yapacaksın? İşin var mı? Okul okudun mu sen?" Hiçbir fikri yoktu Gökhan'ın. Hala ne parası ne bir işi vardı. Tamamen iyileşip Alperen de evden kovunca gidecek bir yeri de yoktu. Bir yere girip çalışacaktı. Kazandığı tüm parayı babası kendi üstüne geçirince babasıyla beraber parası da elinden gitmişti. Ama kendini ilk defa rahat hissediyordu, herhangi bir tehdit olmadan güvende hissediyordu. Babası içeride diye mi yoksa bir anda güven veren bir çevresi olduğu için mi tam kestiremiyordu.
"Lise terk savcım. Ben üniversite okumadım."
Hemen yeni bir soru yöneltti Ahsen, Gökhan'a. "Okumak ister miydin?"
"İsterdim. Yani sıradan bir insan gibi okumak, üniversitede takılmak isterdim."
"Geç mi kaldın?"
"Sanırım. Ama bende derslerin hiçbiri kalmadı." dedi gülerek.
"Eğer istersen ben çalıştırırım seni. Yani işlerim oluyor ama aradaki boşlukta ben seni çalıştırırım, ister misin?"
Yüzü güldü Gökhan'ın. Kafasını salladı, artık temiz bir sayfa açmanın vakti gelmişti. Alperen, Gökhan'ın ensesine geçirdi hemen. "Paşam büyümüş okullu olmuş."
"Sen ne okudun lan? Senden daha iyi bir bölüm tutturayım da gör sen!"
"Siktir lan! "
"Susun artık. Hadi sana bir şeyler alalım, bendensin, merak etme düşürmem Alperen'in ağzına seni." Üçlü yine arabaya yerleşti. Gökhan'a yapılan alışverişin sonunda yemek yemek için bir yere oturdular.
Alperen kendi hikayesini anlatıyordu. İstanbul'a gelişini anlattı. "İşte ben de babam ses vermeyince kalktım İstanbul'a geldim."
"Tek başına mı geldin mal?"
"Evet, savcım ceza diye verdi seni benim yanıma. Değil mi savcım? Savcım?"
Ahsen'in gözü sabahtan beri başka bir yerde takılı kalmıştı. En uç köşede duvarın dibinde biri vardı sabahtan beri bakıştığı. Suratı tam gözükmüyordu yarısı gözüyordu ama direkt Ahsen'e bakıyordu.
"Alperen."
"Savcım?"
"Şuradaki adamı sen de görüyor musun?" Alperen'e göstermeye kalmadan adam gitmişti ama gösterdiği yere Alperen de baktı.
"Yok savcım. Biri mi vardı? Gidip bakayım mı?" Kafasını salladı. O olamazdı yanlış görmüştü diye düşündü.
"Yok yok birine benzettim. Gitti zaten." Hala tedirgin olan Alperen ve Gökhan'a döndü. Adam yine geri gelince gözü yine oraya kaydı ama kısa tuttu bakışlarını Ahsen. Yanlış görüyordu ya da delirmişti.
"Kalkalım mı?" dediğinde ayaklandılar. Daha fazla burada kalıp kafayı yemek istemiyordu.
"Kalkalım savcım da bir şey mi oldu? Birini mi gördünüz?"
"Yok yok. Sen yine babamın yanında durur musun?" Alperen'e baktı.
"Dururuz." diye cevapladı Gökhan. Ahsen onları otele bıraktı.
Durmadan arayan abisinin telefonunu kapatıyordu. İçi sıkıldı, ofladı. Mesaj attı.
Ahsen: Demir babanı da al attığım konuma gel. Konuşmak istiyorsan.
Mete: Geliyoruz
Ahsen: Çok zamanım yok. Bekliyorum.
*
Gökhan ve Alperen'le ayrıldıklarında lojmanın yakınlarındaki bir kafeye gitti Ahsen. Abisini ve Demir'i bekliyordu.
Bir süre sonra Mete ve Demir, Ahsen'in olduğu kafeye geldi. Ahsen sarılmak isteyen Mete'ye karşı uzak olunca Demir denemedi bile. Oturdular hemen.
"Dinliyorum." Mete'ye bakıyordu tamamen.
"Nereden anlatayım?"
"En başından. Babamın döndüğünü bildiğin o yerden." Mete usulca başını salladı. Derin bir nefes aldı.
"Seni aradığım zaman. Dönse ne yapardın dediğim gün dönmüştü."
"Ağzımdan laf almaya çalışıyordun yani, ona göre söylersin diye ama ben gayet normal bir tepki vermiştim. Ona rağmen söylemedin." Empati kurmak istiyordu Ahsen ama yapamıyordu. Söylememesinin sebebi onu düşünmek olduğu için diye düşündü ama eğer gerçekten düşünseydi anlatırdı diye düşündü yine.
"Korktum Dide. Sana bir şey yapacak diye korktum."
"O zaman söylemen gerekirdi ya abi?"
"Ama belki karşına çıkmaz seni bulamaz diye endişelendirmek istemedim. Kabuslarının devam ettiğini biliyorum, daha kötü olursun diye söylemek istemedim." Kardeşinin solmuş tenini görmek hoşuna gitmemişti Mete'nin. Saatler içinde çökmüştü sanki.
"Eee şimdi öğrendim. O zaman bu adam niye burada abi?"
"Ben getirmiştim kızım. Cenazene gelmişti orada gördüm, hastane kayıtlarını da görünce sinirlenmiştim o yüzden getirttim." Geldiği andan beri ilk kez Ahsen'in gözleri Demir'e değdi. Demir'e değen soğuk bakışları içini ürpertti. Çöken sadece Ahsen değildi, Demir'in de gözlerinin altı morarmış o da yorgun bakıyordu. O da kızını yeni öğrenmişti.
"Neden Demir Bey? Neden hastane kayıtlarıma baktınız, babama cezasını siz mi kesecektiniz?" Demir'in takıldığı iki nokta vardı. Ona Demir Bey ve Ali'ye baba demesi. Sarp'ın dediğini hatırladı. Sinirlendi bu duruma.
"Senin baban benim, o değil." Kaşları havalandı Ahsen'in. Demir'in sitemli çıkan sesine karşı şaşırmıştı.
"Peki baba!" Baba kelimesini o kadar duygusuz söylemişti ki Mete'nin bile içi titredi. "Bunca yıl neredeydin?" İçi oldukça doluydu Ahsen'in. Yıllardır kendini onu sevsin diye kendisini yamamaya çalışan adam babası değildi. Başka biriydi, hiç tanımadığı, yolu buraya düşmese hiç tanıyamayacağı biriydi.
"Ben de yeni öğrendim kızım. Yemin ederim seni kaybettiğimi öğrendikten sonra öğrendim." Demir kendini nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. Yanında getirdiği test kağıdını uzattı Ahsen'e. Üzerinde tarihi yazıyordu, belki inanması için bir kanıt olabilirdi. Daha fazla an kaçırmak istemiyordu. Yirmi sekiz yılını kaçırmıştı, üstelik her bir yılında acı yaşamışken daha fazla uzatmak istemiyor gerçek bir baba olmak istiyordu.
Eline aldığı kağıdı açan Ahsen, Demir'in de düşündüğü gibi ilk tarihe baktı. Bu biraz ikna ediciydi ama belki hâlâ yalan söylüyor bunun ortaya çıkma ihtimali olduğu için DNA testini yeniliyor olabilirdi. Sonuçta albaydı, birinden bir şey istediğinde yerine getirilmesi an meselesiydi. "Ben neler yaşadım senin haberin var mı?" Diyerek yükseldi. O kağıdın en dibinde yazan yazı onu daha da öfkelendirmişti.
Yediği dayakların hiçbirini hallettiğini düşünmüyordu ama babası olduğu için susmuştu. Şu andan itibaren tüm acıları babası olmayan bir adamdan olunca daha da yıkılmıştı. Masada ayaklanarak Demir'e bağırmaya başladı. Demir ise gözleri dolarak kızının sinirini kusmasına izin verdi.
"Onu da yeni öğrendim kızım. O yüzden o adamı buraya getirttim. Biliyorum zor, alışman zaman alacak ama ben senden daha fazla ayrı kalmak istemiyorum."
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Annemle yaptığınız şey hiç mi aklına gelmedi, hiç mi ihtimal vermedin? Ne yaşadınız bilmiyorum, bilmek de istemiyorum ama hiç mi acaba demedin?"
"Ben bilmiyordum. Bak annenle, Ali boşandıktan sonra biz annenle tekrar bir araya geldik. Ben asker olduğum için peşimde adamlar vardı, zarar gelsin istemediğim için gitmiştim. Bir süre sonra geri döndüğümde anneni Ali'yle görünce bir şey yapamadım. Seni de onun kızı sandım. Mete çıkıp cenaze günü Dide senin kızın olabilir deyince test yaptırdım." Ahsen'in gözleri yine Mete'ye döndü. "Mete ile üç yılım geçti, o da küçüktü onun da suçu yok."
"Ben Demir babayı yıllar sonra İstanbul'da senin ölüm haberin gelince gördüm, tanıdık geliyordu. O şekilde gerçekleşti Dide, yemin ederim ben de kesin olarak bilmiyordum sadece olabilir diye söyledim." Ahsen'in gözleri abisinin arkasına kaydı. Yine aynı kişiyi gördü, başı ağrımaya başlıyordu. Karşısındaki ikiliye döndü kısa bir an sonra tekrar aynı yere baktı. Yoktu kimse.
Baş ağrısı artmaya başlayan Ahsen masaya hesabı ödeyecek kadar para çıkarıp ayaklandığında aynı anda Demir de Mete de ayağa kalktı. Ahsen elini aralarında uzatarak ikisini de durdurdu. "Benim biraz zamana ihtiyacım var."
"Kızım?"
"Dide!"
Ahsen kafeden çıktı. Eve yürüdüğü süre boyunca durmadan etrafına bakındı ama kimseyi göremedi. Eve kendini attığı an hemen bir ağrı kesici atarak salondaki koltuğa uzandı.
***
"Ediz kaç dakikalık yolumuz kaldı?" Sarp tim ile birlikte yürümeye devam ediyordu.
"15-20 dakika kadar komutanım." Ediz cevap verdi.
"15 mi 20 mi oğlum?"
"15 komutanım."
"Kıraç, Yunus, Ilgaz, Mert siz Ediz'le ilerleyin." İkili gruba ayrıldı tim. İki farklı yönde herkes bir yere pustular, ama herkes birbirini görecek konumdaydı. Sarp ile Onat göz göze geldiğinde Sarp'ın bir el hareketiyle bıçağını çıkaran Onat sessizce depoya girerek içeride duran teröristin arkasından yaklaşarak bıçakladı. Yere fırlattığı leşin yerine kuruldu.
"Komutanım, hedefi hallettim. Bayrak dikmemi ister misiniz?" Telsizden Sarp'a konuştu.
Artık herkes bir yerde bekleme anındayken Sarp, Onat'ın dediğine cevap verdi. "Birazdan."
Konuşma kesildiğinde deponun dışında duyulan araba seslerine dikkat kesildiler. Dört araba deponun önüne gelip durduğunda Ruhi konuştu bu sefer. "Komutanım, indirelim mi?"
"Maraz bize sağlam lazım Ruhi! Önce adamı görelim sonra harekete geçeceğiz." Herkes sustu. Arabaların içinden peçeli adamlar çıkınca üç kişi peçesizdi. İçlerinden biri Maraz'dı.
"Onat görüş var mı?" Onat dürbünüyle Maraz'ın her hareketini takip ederken Sarp'a cevap verdi. "Var komutanım."
Tüm adamlar depoya adımlayacağı sırada Sarp emri verdi. "Önlerini kesin, Maraz hariç hepsini indirin!" Verilen emirle beraber tüm timin tüfekleri ateşlendi. Maraz'ı korumak isteyen iki peçesiz adamlar Maraz'ı araca geri götürmeye çalışırken ikisini de indirdi Sarp. Hızlı adımlarla Maraz'ın yanına ulaştı.
Karşısında Türk askerini gören Maraz ne kadar kendini gülmeye zorlasa da gerilemeye devam ediyordu. "Komutan ne güzel karşılama. Destur geleli bir gün olmadı."
Maraz bir haftadır buradaydı, bunu tüm tim biliyordu çünkü tim de bir haftadır ülkesini itlerden temizleye temizleye bu alana ulaşmıştı. "Siktir lan! Bir haftayı geçti geleli, bir haftaya böyle karşılama oluyor Maraz. Beğendin mi?" Sarp dokunmaya iğrendiği Maraz'ın kolundan tuttu sertçe. Yanında küçücük kalan adamı yerlerde sürükleye sürükleye götürdü. Tüm tim leşleri sarı torbaya bıraktıktan sonra onlara gönderilecek helikopteri beklediler.
Mert usulca Sarp'ın yanına geldi. Sigara paketinden kendisine bir dal çıkarırken paketi Sarp'a uzattı ama Sarp almadı. "Kullanmıyorum artık oğlum. Bıraktım sağ ol." Omzuna attı elini sıvazladı. Toplanan timinden biraz uzağa geçerek telefonunu çıkarttı.
*
24 Mart
🖤: Abim ve Demir Bey'le konuştum. Pek iyi ilerlemedi ama.
25 Mart
🖤: Özledim seni. Ne zaman geleceksin?
26 Mart
🖤: Kardeşin çok gıcık biri olmaya başladı.
🖤: Üstelik Azra bana öldüğüm için ceza verdi, evi düzenlemelerine yardım edecekmişim.
27 Mart
🖤: İddianamem hazır.
🖤: Mahkemeye katılmak istediğin için dava süresini uzatıyorum.
🖤: DÖN ARTIKK!
🖤: Şaka şaka ben beklerim seni. Dikkat et, sakın vurulma.
🖤: Bir çizik yara görürsem vururum seni.
Geri kalan üç gün için hiç mesaj yoktu. Bu Sarp'ı tedirgin edince 🖤'in üstüne tıklayarak aradı. Telefon çalıp kendiliğinden kapanınca Alperen'i aradı. O da açmamıştı.
'Bir şey olmuş...' dedi kendi kendine. Ruhi'nin seslenmesiyle ayaklandı. "Komutanım helikopter geldi."
Ağır adımlarla helikoptere ilerledi ama dalgındı. Tüm tim keyfi yerinde sohbet ederken Sarp hala '27 Mart' yazısına bakıp duruyordu.
"Komutanım?" Ilgaz suratı sirke satan Sarp'a ne olduğunu öğrenmek adına seslenmişti.
Sarp baktı sadece, o an tim hep bir ağızdan aynı anda aynı şeyi söyledi. "Bir şey mi oldu?" Kafasını iki yana sallayan Sarp, bir şey olduğunu biliyordu ama söylemedi. Daha Ahsen'le aralarında bir şey olduğunu kimse bilmiyorken bir şeylerin olduğunu söyleyip açıklama yapamazdı. Albaylarının bir çocuğu olduğunu dahi bilmezken kızının da Ahsen oluşu tim için normal bir olay değildi. Açıklama isteyecek ve olayları soracaklar diye en iyisinin susmak olduğunu düşündü Sarp.
***
Sarp'ın gittiği o günden beri her gittiği yerde sadece onun gördüğünü düşündüğü kişiyi gören Ahsen, delirdiğini düşünmeye başlamıştı. İlk başlarda basit bir denk gelme olduğunu düşünse de olayın sürekli tekrarlanması ve sürekli aynı kişiyi farklı yerlere gitmesine rağmen hep civarında görmesi bu düşünceye itmişti.
Yine günlerden birinde Alperen'le emniyete gittikleri zaman, bir dükkanın kapısının önünde gördü.
İş bitimi eve dönerken bu sefer yine aynı kıyafetlerle bir sokağın başında görünce Alperen'le birlikte oraya yürümeye başladı. Saniyeler içinde kaybolmuştu yine ve bu süre içerisinde gördüğü kişiyi bir kez bile görmeyen Alperen'e de bir şey demedi.
Artık delirdiğine emin olduğu bu sırada Ilgaz'ın kız arkadaşı Sena'ya gidip bir antidepresan yazması için adeta yalvardı. Sena böyle bir şeyi yapamayacağını söyleyip psikiyatri bir doktor arkadaşına yönlendirdi. Bunun aralarında kalacağına söz verdikten sonra Sena'nın dediği doktora uyku problemi olduğundan bahsederek bir antidepresan yazdırmayı başarmıştı. Zaten giden herkese ilaç yazıp gönderiyorlardı.
Antidepresanı kullanmaya başlayan Ahsen birkaç gün uykulu bir şekilde işe gidip gelmeye devam etti. Bu süre boyunca defalarca karşısına çıkan Demir ve abisini görmezden geldi. Abisi onun bu halini görürse anlardı çünkü daha önce kullandığı ilacı kullanıyordu ve Mete, ilacın Ahsen'de yarattığı etkileri biliyordu.
Ama değişen bir şey olmamıştı. Hala aynı kişiyi yine görmeye devam ediyordu. İlaçlar yüzünden babasının ona deli muamelesi yapmaması için bir haftadır Ali'nin yanına Alperen'i yemek götürmesi için gönderiyordu kendisi gidemiyordu.
Sarp'ın görevinin bittiği o akşam Ahsen eve geldi. Sabah içtiği ilaçları unutarak sersem haliyle dolaptan bir şişe viski çıkarttı. Gördüğü kişiyi görmek istemiyordu ve ilaç hiçbir işe yaramıyordu.
İçkiyi bardağa dökmek için zahmet etmedi, dikti kafasına. Yıllar önce tek başına bir odada kalırken yıllar sonra büyük bir eve terfii etmişti ama hala kendini bok gibi hissediyordu. Hiç geçmeyen o acı, annesi. Çerçevedeki fotoğrafa takıldı gözü. Bir anda ayağa kalktı baş dönerken düşmeden sersem adımlarla eline aldı çerçevesini. Aklına gelen hali güzel olan değil, dağılmış haliydi. O odada vücudu parçalanıp her bir köşeye ayrı atılmış hali canlandı gözünde.
Sonra babası geldi. Elinde annesinin kanı bulaşmış bir bıçakla öylece durdu karşısında. Ağlamaya başladı. Evdeki her şeyi dağıtmaya başladı. Kitaplığındaki kitapların hepsi yere saçılmıştı.
Uyumak istiyordu ama odasındaki yatakta değil. Oda dışında herhangi bir yerde hemen uyumak ama kabus görmeden güzel bir rüyayla uyanmak istiyordu. Şişede çok az viski kaldığında midesi bulandı. Kendini halının üstüne dağılmış kitapların yanına bıraktı. Salonda hala eski yerinde düzgünce duran iki şey kalmıştı, masasının üstündeki Sarp'ın gönderdiği çiçek ve annesiyle olan fotoğrafını koyduğu çerçeve.
Gözlerini kapattı ama olmuyordu. Uyuyamadı. Anında kalktı, yine midesi bulandı ama odasına gitti. Antidepresanından bir tane çıkardı, sonra iki tane daha çıkardı. Salona geri dönüp elinde tuttuğu ilaçları şişenin dibinde kalan viskiyle içti. Yine aynı yere yatıp iyice büzüldü, bacaklarını karnına çekti uyumayı bekledi.
***
SARP ÇAĞAN DİNÇER
Oldukça pis olduğum için karargahta hızlıca duşa girip çıktım. Eve dönerken yine aradım Ahsen'i ama açmadı yine. Alperen'i aradım yine. Açtı.
"Sarp abi?"
"Neredesin Alperen?"
"Evdeyim abi, bir şey mi oldu?"
"Ahsen'e ulaşamıyorum. Haberin var mı?"
"Yok abi. Sabah yazdı izinliyim beni rahatsız etmeyin dedi. Hiç görmedim bugün gideyim bakayım mı?"
"Gerek yok ben gidiyorum şimdi." Bir şey söylemesini beklemeden telefonu kapatıp hızlandım. Yolda taksi bulamadığım için yürüyordum ki Alperen'in arabayla yanımda durduğunu gördüm. Camı açıp bana seslendi.
"Atla abi!" Ön koltuğa kuruldum. Hızlandı.
"Son üç gün nasıldı Ahsen?" Gözleri yoldayken çok kısa bir bakış attı. "Biraz yorgundu abi. Sordum ama işten dolayı diye geçiştirdi."
Lojmanın kapısından girip arabayı park ederken ben erkenden indim arabadan. Asansörü de bekleyemezdim ki gerçi evde olup olmadığı da belli değildi. Kata geldim, zile bastım. Ses seda çıkmayınca cebimden çıkarttığım kartla açtım kapıyı. Karşımdaki görüntü içimi sıkmaya yetmişti. Ortalık dağılmış her yer her yerdeyken yerde yatan Ahsen'le afalladım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü resmen. Yere çömelip vücudunda bir şey var mı diye baktım. Yoktu.
"Ahsen!" Nefes sesi dışında sesi çıkmıyordu. Yerden kaldırıp kucağımda sarstım. Minik hareketlenmede daha fazla sarstım, sesini duymaya ihtiyacım vardı. "Ahsen?"
Bir eli yüzüme çıktığında gözleri hala kısık da olsa açılmıştı. Derin bir nefes verdim. "Sarp?" dediğinde düşmeye yakın elini düşmeden tuttum. Koltuğa yatırdım. Alperen de geldiğinde kapıyı kapatmasını söyledim.
"Noldu burada? Kim yaptı bunları?" Konuşturmaya çalışıyordum ama kollarımın arasında durmadan gözleri kapanıp duruyordu. Her seferinde sarsmaktan içim bi kötü oldu.
Yine uyandı. "Ben yaptım." Sarhoştu. Etrafa göz gezdirdiğimde yerde boş büyük bir viski şişesi vardı.
"Ahsen! Bu şişe dolu muydu?" Kafasını aşağı yukarı salladı. Kaldırdım koltuktan, kusması için lavaboya götürürken son gücünü kucağımda kullanarak tepindi. "Nereye?"
"Kusacaksın!" Kafasını salladı yine ama onaylamak için değildi. "Kusamam!"
"Ne demek kusamam. Çok içmişsin." Ağlamaya başladı. Durdum. "Noldu?"
"Kusmak istemiyorum Sarp. Lütfen uyuyacağım beni koltuğa geri götür. Lütfen!" Geri döndüm. Alperen de öylece tedirgin bakışlarıyla Ahsen'i izlemekten başka bir şey yapamıyordu.
"Bana ne olduğunu anlatır mısın güzelim? Neye sıkıldı canın?" Yanıma konan çöp kutusuna baktım. Alperen getirmişti.
"Sarp?"
"Söyle güzelim. Anlat ben dinliyorum seni!" Elime uzandı eli, tuttu sıkıca.
"İyi misin?"
"Seni böyle gördüğüm için pek iyi değilim. Sen iyi misin?" Kafasını iki salladı. "O zaman ben de iyi değilim."
"Ben delirdim." dediğinde kaşlarımın çatılmasına engel olmadım. Kapı çaldığında Alperen'e baktım. Albayım ve Ahsen'in abisi gelmişti. Alperen'le göz göze geldim. "Ben abisine haber verdim Sarp abi."
Ahsen'e geri döndüğümde albayım da abisi de panik içinde Ahsen'in başına toplandı.
"Dide? Noldu? Niye böyle oldu?" Abisinin panik sesine bir şey diyemedim.
"Kızım? Sarp cevap versene?" Neye cevap verebilirdim ki? Ben görevden yeni gelmiş ne olduğunu çözmeye çalışırken bunlar neredeydi. Şimdi de gelmiş bana soruyorlardı.
"Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum zaten komutanım!" dediğimde sesim biraz sert çıkmıştı ama umurumda değildi. Gözlerimin önünde eriyip tükenen Ahsen'e döndüm.
"Aa babam gelmiş!" Ahsen'in bu cümlesini duyunca hepimiz şaşırmıştık ama albayım baba kelimesini duyduğu için mutlu gözüküyordu. Mutluluğunu söndürecek ikinci cümleyi bekletmedi Ahsen ama. "Sen de mi dövmeye geldin?" Elimdeki eli koluma çıktı. Sadece Ali'den değil de ona ait tüm babalardan korkuyordu sanki. Bana yanaştı, ben de ona.
"Kızım ben sana vurur muyum hiç?" Yaklaşmaya çalışan albayımı durdurmak zorunda kaldım. Kaşları çatık, kızgın ifadesiyle bana baksa da durmuştu.
"Benim için gönderilen tüm babalar döver. Sen de yapacaksan şimdi yap da en azından sarhoşken hissetmem."
"Kimse sana dokunamaz Ahsen! Sen devam et neden delirdim dedin?" Abisi de yanıma gelmişti bu sefer. Köşede albayım ve Alperen izlemekten başka bir şey yapamıyordu.
"Sarp, sen kayıp balık Nemo'yu biliyor musun?" Başımı salladım.
"Hikayesini biliyor musun?" Bilmiyordum.
"Bilmiyorum güzelim. Neymiş hikayesi?"
"Nemo. Latince 'hiç kimse' demek. Annesi ölmüş, babasından ayrı, kaybolmuş bir balık. Nemo. Ben Nemo'yum galiba di mi?" Bakışlarım albayıma döndüğünde elini başına atmış sıvazlıyordu.
"Ben varım ya? Abin var, arkadaşların var. Sen hiç kimse değilsin. Şimdi bana ne olduğunu anlat tamam mı?"
"Ben sen gittiğinden beri dışarıda onu görüyordum. Alperen'e sordum görmedi, peşinden gittim kayboldu. Ben delirdim galiba Sarp. Sürekli görüyorum." Gözleri hala kapalıydı ama konuşuyordu.
"Kim o?"
"Pamir'i işte. Eski erkek arkadaşımı." O an aklıma sırtındaki derin yara izi geldi.
"Bir şey mi yaptı? Sana dokundu mu?" Bir anda gözleri açıldı bana baktığında cevabını bekliyordum.
"Hayır. Bende bundan bahsediyorum işte görmemem gerekiyordu, ölmüştü o. Ben öldürmüştüm." Bir şey söyleyemedim. Ölü olduğunu söylüyorsa görmemesi gerekirdi. Demek ki ölmemişti.
Ben sessiz kaldıkça gözlerini tekrar kapattı. "Ayrılacak mısın benden?" Ellerini ellerimden çekti. Çektiği ellerini tuttum. Eğer böyle bir şey olmuşsa bir nedeni vardır diye düşündüm. Her fırsatta herkes için kendini harcayan, Gökhan'ı bile iki günde yanına alıp yardım etmeye çalışan, kendini hukuka ve suçlulara adayan biri kimseyi boşu boşuna öldürmezdi. Deli olduğunu düşünmüyordum aksine o herifin yaşadığını düşünüyordum.
"Senden niye ayrılayım? Bir nedeni vardır." Hıçkırıklarının arasından derin bir nefes verdi. Kafasını salladı.
"Bilerek olmadı. Bana çok kötü şeyler söyledi Sarp. Baban belki de haklıdır sen yaşamayı hak etmiyorsun dedi. Baban niye böyle yapıyor diye hiç düşündün mü dedi. Kız çocukları annelerinin kaderini yaşarmış dedi. Beni öldürecekti."
"Ne eski sevgilisi? Ne öldürmesi?" diye sözünü kesti abisi. Bir tek benim bildiğimi söylemişti, kimse bir eski sevgilisi olduğunu bilmiyordu. Abisine döndüm. "Bunu sonra sorsan?" Ahsen'e geri döndüm. Tuttuğum eli sıktım, yine kapanan gözleriyle uyumasın, devam etsin diye.
"Odadan çıktı, bıçakla geri döndü. Bana gelince kaçmaya çalıştım, ama kesti beni." Eliyle izine dokundu. "Bu o iz. Bana dokunmaya çalıştı, istemedim." Nefesi kesilir gibi oldu.
"Nefes al, ben dinliyorum. Buradayım." Dediğimi yaptı. Hıçkırdığı için yarım yarım alıyordu nefesleri.
"Şamdan. Demir şamdan vardı, uzanmak isterken mum düştü. Vurdum ona şamdanla, kaçtım. Evden çıktım ama yangın çıkmış." Yine ağlaması arttı. Babasının ve abisinin burada olması, babasının komutanım olması umurumda değildi. Aldım kucağıma, öptüm saçlarından. Sakinleşmesi gerekiyordu.
Ters bakışlar yedim hem abisinden hem de albayımdan. Abisi Ahsen'i kucağımdan almak isterken Ahsen'in boynuma attığı eli görünce durdu. Bakmak istemeyince biraz daha uzaklaştı. Albayım da öyleydi, gergin duruyordu.
"Ben geri döndüm. İçeriye girmeye çalıştım ama giremedim. Yemin ederim çıkartmak istedim onu oradan. Babam gibi biri oldum. Onu öldürdüm."
"Bilerek olmamış, kaza Ahsen. Sadece kaza. Suçlusu sen değilsin."
Kafasını iki yana salladı. "Ama o öldü. Şimdi de peşimi bırakmıyor. Babam gibi sürekli peşimde. Babam gibi ilaç da içsem gitmiyor."
"Ne ilacı? İlaç mı içiyorsun?"
"İlaç aldım."
Telefonumu çıkarıp Doruk'u aradım. Alperen'e döndüm. "Git bana ilacı bul!"
"Abi? Dönmüşsün. İyi misin?"
Alperen'in getirdiği ilaca baktım. "Sana söyleyeceğim ilaç ne için kullanılır? *** "
"Bu kimin için abi?"
"Ahsen almış."
"Reçetesiz satılmaz abi. Travma bozukluğu yüzünden vermiştir. Kaç miligram?"
"20mg. Alkol içmiş Doruk. Şu an sarhoş."
"İçmiş mi ilaçtan?"
Ahsen'e döndüm. "İçtin mi bu ilaçtan bugün güzelim." Kafasını aşağı yukarı salladı.
"İki gün önce başladım. Bugün biraz fazla içtim." Ahsen'in sesini duyan Doruk'un panik sesini duydum." Birden fazla mı içmiş?"
Pakette açılmış kısımlara baktım. Altı tane boş yer vardı. Sinirle bir soru daha sordum Doruk'a. "Bundan kaç tane içiliyor günde?"
"Bir abi?"
"Doruk dört tane içmiş bugün."
"Kustu mu?" Kucağımda hareketsizleşmeye başlayınca yine sarstım.
"Kusmadı." Yine eliyle boynuma tutundu.
"Abi hastanedeyim. Getirin!" Ayaklandım. Hepimiz telaşlıyken aynı anda kapıya yöneldik.
Abisine döndüm. "Kimlik! Çantasını da alıp gelin ben gidiyorum." Albayım bana baktı.
"Albayım, Mete ve Alperen'le gelin." Onun yanında rahat davranamıyordum. O da elinden bir gelemeyince kendini yiyordu, bu halde zaten bana böyle gözükmek istemiyordu. İş ve aile olayları iyice birbirine karışmıştı.
"Nereye?" Soru soran Ahsen'e döndüm. "Hastaneye! Niye içtin ilaçları?"
"Uyuyabilmek için. Bana bağırma!"
"Ahsen niye dört tane içtin?" Ona bir şey olacak diye ödüm kopuyordu.
"Çünkü işe yaramıyordu. İşe yarasın diye fazla içmişim." Siktiğimin asansörüyle daha da işim uzayacağı için merdivenlerden indim. Arabada arka koltuğa yatırdım. Hemen şoför koltuğuna attım kendimi.
"Ahsen. Miden bulanırsa tutma! Kus!" Arabayı çalıştırdım. Kaç tane kırmızı ışığı boş buldukça geçtiğimi saymadım bile.
"Ahsen?" Seslendim. Uyanık kalması, benimle konuşması için zorladım. Bir elim arka tarafta elini tutmaya devam ediyordu.
"Efendim?"
"Uyuma?"
"Niye?"
"Uyanık kalman gerek!"
"Uyumak için içtim ama?"
"Ben geldim ama? Uyuma!"
"Tamam. Denerim."
"Deneme Ahsen. Uyumayacaksın." Elini sıkıp durdum. Rahatsız ettim sürekli.
Acile geldiğim an daha ben inmeden arka kapıyı açıp Ahsen'i kucakladı Doruk. İçeri girer girmez midesini yıkamak için sedyeyle götürdüler Ahsen'i.
Yanına girememiştim ama Doruk oradaydı. Bir şey olmasına izin vermezdi. Doruk bir süre sonra içeriden çıktığında kimlik için kapıdan giriş yapan Alperen, abisi ve albayıma döndüm. Abisi elindeki kimliği çoktan çıkarıp Doruk'a uzattı. "Ne oldu? Nerede?" diyen albayıma baktı Doruk.
"Midesini temizledik. Kan aldık alkol miktarı için. Duruma göre gözetim altında kalacak. Bu gece burada kalacak." Korktuğum şey başıma gelmişti. Ahsen'in huyunu az çok çözmüştüm, kimseyi yanına yaklaştırmamak için uğraşmıştı yoksa kimsenin ondan bu kadar habersiz olması mümkün değildi.
Odaya çıktığında hepimiz peşine sıralanmıştık. Hala fazla paniktim. Onu görene kadar da panik halim geçmeyecekti.
***
"Bahadır, ölmek istemiyorsan benim sözümden çıkmayacaksın!"
"Tabii Pamir Bey. Ne zaman çıkacaksınız karşısına?"
"Önce senin şu eski patronunun işi bir hallolsun sonra çıkarım karşısına, şimdi biraz delirdiğini sansın. Eskilere biraz geri dönüş yapalım..." Pamir, arabasının içinde yeni adamıyla iş çeviriyordu.
Bahadır, İskender'in eski avukatlarından biriydi, canını zor kurtarmış, yanından ayrılırken ölmeden kurtulmayı başarmış avukatlardan biriydi. İskender'in güncel durumundan haberi vardı, buraya onun avukatlığı için gelmişti ve burada Pamir ile karşılaşmıştı gerçi Pamir, Bahadır'ı fark etmiş bilerek karşısına çıkmıştı. İskender şu an içeride bile olsa onu bulup öldürteceği şüphesiyle tekrar birinin yanına yama olmalıydı Bahadır.
Güçlü olan birini bulmak isterken o kişi onu bulmuştu. Ahsen'in eski sevgilisi, geri dönmüş ve tüm iyi şeyleri almaya kararlı gibiydi. Ondan nefret eden zayıf ve muhtaç bir avukat bulduğunda ayak işlerini yapmak için yanına aldı.
Altı yıldır arıyordu, İskender'in haberleri daha fazla yayılınca detayları da bol oluyordu. Son bir haftadır, sonunda bulduğu eski sevgilisini takip etmeye başlamış, olmadık yerlerde kafasını karıştırıp deli olduğuna ikna etmeye başlamıştı. Amacı onu zayıf bir anında eline geçirip kendisinin elinden alınan her şeyin intikamını almaktı.
İşini sağlama almak için önce zayıflamasını görmesi gerekiyordu. Savcı olmuştu, işini elinden almak istiyordu. Tam olarak intikamını aldığını düşündüğünde de yıllar önce yapması gereken ama sekteye uğrayan işini tamamlayıp bitirecekti.
En başından beri anlaşma buydu. Sevgili olmanın amacı bile buydu... Pamir ile Ahsen'in arasındaki aşk değildi, Pamir bir anlaşma için Ahsen ile birlikteydi, başaramamıştı, kazanması gerekirken kaybettikleri olunca siniri artmıştı. Altı yıl boyunca sürekli çoğalan öfkesiyle kaybettiği, geri alınamaz şeyleri Ahsen'den bir şeyler alarak yapacaktı...
***
Bölüm sonu...
Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.
Kendinize iyi bakın. Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.
🥹💗
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.57k Okunma |
2.63k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |