Ben geldimm!
Hoş geldiniz.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır.
Ben henüz daha tam yerleşemedim, okuldan gelip yavaş yavaş toparlanıyorum. Biraz daha toplu oldu ve şu an perşembe. Şimdi yazmaya başladım. Umarım bölümü düzgünce yazmayı başarırım.
Başlamadan yıldızımıza basalım mı?
Bir de satırlar arasına bol bol yorum yapmayı unutmayın olur mu? Hepsini tek tek okuyorum ve sizlerin yorumlarınızı görmek okumak çok güzel.
Yazım yanlışlarım için şimdiden özür dilerim.
Keyifli okumalar diliyorum...
***
***
"Ev her zaman dört duvarı ve bir çatısı olan yer değildir, bazı evlerin iki güzel gözü ve muazzam bir gülümsemesi de vardır."
***
12.09.1996
Yuva... İçinde yaşayan her evladın muhtaç olduğu iki büyük kişi; anne ve baba. Yanan bir sobadan daha sıcak olan sarılma, bir bireyin büyümesi için verilen keyifli uğraş. Her yetişkinin erişebileceği en yüksek mertebe, adının yerine kullanılan en güzel şey; anne, baba.
Aylin'in elinde kamerası, video kaydı çoktan başlamış. Mete ve Dide'nin yan yana oyun oynamaya çalıştığı ama Dide'nin hiçbir şey anlamadığı o zamanlar.
Mete durumdan pek memnun değil, ona gelen kardeş, arkadaş onunla oynayacak kadar büyük değil. "Tut hadi!" Top atıyor ve Dide'nin ona karşılık vermesini bekliyor.
Henüz emekleyen Dide durumun pek farkında değil. Plastik top ayaklarına çarpıp duruyor. Kaldırdığı an ağzına almaya çalışıyor. "Dide! Ağzına alma!" Mete, kardeşinin yanına gidip topu çekiyor. "Anne ya! Hep tükürük olmuş."
"Bir şey olmaz annecim, sileriz." Dide bir köşede altta iki dişi çıkmış, gözüken şekliyle gülüyor.
"Babi! Abii!" Kahkaha attı. Topa emeklemeye çalıştı.
"Hayır yalıyorsun." Mete topunu koltuğun üstüne koydu. Yanına oturup topunu tutuyordu.
Dide olduğu yerde kaldı, topa baktı. Elini ağzına götürüp tombul parmaklarını yaladı. "Artık dokunamazsın bile..." Dide'nin tükürüklü ellerine baktı Mete.
"Annecim temizleriz, eğer oynamıyorsan ver oynasın biraz." Aylin, Mete'nin paylaşma sorununu çözmeye çalışıyordu. Mete bir şeyleri pek paylaşmayı sevmezdi. Bu herkes için geçerliydi. Malı kıymetliydi.
"Oynayacağım. Olmaz." Mete vermemekte ısrarcıydı, Dide hâlâ Mete'nin topuna tutulmuş eli ağzında parmaklarını kemiriyordu.
"Dide!" Aylin kızına seslendi. "Gel annecim, senin oyuncakların burada." Dide'nin dişlerinin kaşındığının farkındaydı. Yumuşak bir oyuncağı bir elinde sallayarak Dide'yi çağırdı.
Dide emekleye emekleye annesinin yanına gitti. "An-ne..."
En sevdiği kelimeyi en sevdiği iki kişiden duymak her zaman mutlu ediyordu Aylin'i. "Annem... Miniğim..." Hâlâ kayıttaydı. Mete'yi de Dide'yi de çekiyordu.
Dide'nin en sevdiği kelime 'miniğim'di. Ne zaman annesinin ağzından bu kelime çıksa ağzı açık gülüyordu. Aylin'e uzandı, yanağını ısırmaya çalıştı.
Oyuncak yerine Aylin'e sığındı, kendini annesinin kucağına kaydırdı, göğsüne yattı. Elleri kıyafetlerinde dolaştı. Aylin, Dide'nin ne istediğini anladı, video bir anlığına kesildi.
Dide, annesinin göğsünü emerken bir yandan elleriyle annesinin köprücük kemiğiyle oynuyordu, boynuna gidiyor okşayıp duruyordu, gözleri kapanıyordu.
"Benimle oyna anne." Mete durumu kıskanmıştı. Annesinin onunla oynamasını istiyordu. Topunu bırakıp annesinin yanına o da gitti.
"Oynarım anneciğim, birazdan seninle oynayalım." Dide'yi emzirirken kucağında uyutmuş ama yanından ayırmak istememişti. Yerde duran ana kucağına koydu. Oğlunun yanına gitti. "Ne oynayalım?" Video yeniden açılmıştı, kendisi de girdi kadraja.
"Lego." Mete tüm legolarını yere döktü.
Aylin güldü. "Hani topunla oynayacaktın?"
"Anne sus, duyacak... Hep tükürüyor, her şeyi ağzına alıyor. Beni de ısırıyor." Kazağı sıyırıp kolundaki morluğu gösterdi, yan yana iki küçük diş izi vardı.
Aylin, Mete'nin kolunu öptü. "Seninki gibi onunda dişleri çıkacak miniğim. Kaşınıyor, o henüz bizi anlamıyor, konuşamıyor." Mete kardeşine bir bakış attı. "Sen de bizi ısırıyordun hep biliyor musun?"
"Yaaa?" Mete inanmamıştı.
"Evet Dem-" sustu 'Demir babanı' diyecekti, diyemedi. "Beni ısırıyordun, oyuncaklarını, kaşıkları."
"Acımış mıydı?" Aylin'in yanaklarını okşadı. Aylin başını iki yana sallayarak cevap verdi. "Acımadı bebeğim." Oğlunun yanaklarını öptü. "Ohh..." İkisi de aynı anda söyledi.
Mete ve Aylin birlikte vakit geçirirken Ali evde yoktu. Henüz sorunlar başlamamışken rahatlardı ama Aylin yine de videoları Demir için çekiyordu, Ali'nin gözükmesini istemiyordu.
Bir süre sonra Mete'nin istediği üzerine eski oyuncakları almak için giden Aylin salonda değilken Dide uyandı. Tam ağlayacakken Mete'yi görünce suratı düzeldi. "Ba-bi..." Mete bu anlamsız kelimenin kendisine olduğunu biliyordu. Dide 'abi' demeyi hep beceremiyordu.
"Uyandın mı?" Mete'nin sorusuna karşılık yattığı yerden kalkmaya çalışan Dide'yi görünce koşturdu yanına. "Düşeceksin." Kucağına almaya çalıştı ama alamadı. "Çok ağırsın." İki elinden tutup çekti, Dide dizlerinin üstüne düştü.
Yerden kalkmaya çalışan Dide'ye gülen Mete yerdeki kamerayı aldı, Dide'ye çevirdi gülerek. "Gel hadi!"
Dide başını kaldırdı, abisine gülümsedi. Emeklemesini bekleyen abisini şaşırtarak ayağa kalktı, sallandı, düştü, tekrar denedi, tekrar düştü. Tekrar kalktı, bir iki adım yalpalayarak ilerledi.
"Anne!" Mete şaşırarak bağırdı. İçeriye koşturan Aylin panikti. "Dide..."
"Ne oldu?"
"Yürüyor." Yerde oturan Dide'ye baktı. "Yürüyordu anne... Dide! Gel hadi! Gel." Dide gülerek ayağa kalktı, sallana sallana adım atmaya çalıştı. Mete, kardeşine yaklaştı. "Gel." Dide yürüyordu.
Aylin gülümsedi. Bunun kayda alınmasına da sevindi. "Ba-bi! Ba-bi!" Fazla atarlıydı, bağırarak yürümeye çalışıyordu. Kendince büyük ve yorucu bir iş yapıyordu.
Mete'yi tuttuğu an kendini bıraktı. Abisinin kucağına oturmuştu. "Bana geldi anne!"
"Evet balım, sana geldi." Dide bir daha yürüsün diye seslendi. "Miniğim, gel hadi bana." Mete'den destek alarak kalkan Dide bu sefer de Aylin'e doğru yürümeye başladı. "Ba-ba-ba-ba." O an Aylin'in gözleri doldu.
İlk kez yürüdüğünü yakalamışlardı, ilk kez 'baba' deyişini de yakalamışlardı. Dide'nin babası burada yoktu. Tüm bu olayların farkında olan tek kişiydi Aylin, onun gözü dolarken Dide ve Mete mutluydu.
Dide'nin gülerek söylediği bu kelimenin ona bu kadar acı vereceğini Aylin bile tahmin edememişti ama. 'Demir olsaydı' diye başlayan bir sürü cümle kuruyordu.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
"Senin işin var mı?" Emniyetten çıktık. Benim de boynum tutulmuştu.
"Yok, İskender'le görüşeceğim sadece. İddianame hazırlanana kadar izinli gibi bir şeyim." Her ne kadar tatil gibi kullanmak, biraz kafa dinlemek istesem de İskender işini uzatmak istemiyordum.
Zaten pek tatil olmayacaktı, açıklamam gereken tonla şeyi çevreme anlatmam gerekiyordu. Abim, arkadaşlarım, Duru... En çok da Duru'dan korkuyordum, yaşı küçüktü. Doruk beni görünce şaşırdıysa Duru'yu düşünemiyordum.
"Birlikte gideriz." Arabaya ilerlerken elimi tuttu.
"Ne yapıyorsun?" Herkes bakıyordu, elimi çekmeye çalışsam da pek başarılı olamamıştım.
"Değil beni öpmek, sevdiğine dair bana en ufak bir işaret vermen bile yeter Ahsen. Teknik olarak artık sevgilimsin, elini tutuyorum." Yüzüne baktım. "Ne? Değil miyiz? Sorun yok oluruz."
"Öyleyiz..." Herhâlde öyleydik. Çıkma teklifini kim kaldırdı, ne zaman kalktı bilmiyordum ama Allah belasını verebilirdi. Ne olduğumuzu bilmiyorduk. "Ama-"
"Susar mısın?" Arabamın sağ kapısını açıp girmediğinde bana açıldığını anladım, bindim. Elimdeki anahtarı kaptı.
"Susamam." Emniyetteki herkes hala bize bakıyordu. "Herkes bakıyor."
"Baksınlar, ne olmuş yani?" Umurunda değildi sanki hiçbir şey. Arabada koltukta aşağıya kaynaya çalışıyordum. "Ne yapıyorsun?"
"Saklanıyorum."
"Camların filmli değil mi?" O an arabanın benim olduğunu anladım. Filmliydi, olmasa bile araba benimdi saklansam da fayda etmezdi.
"Şaka yaptım ya. Yere bir şey düştü almaya çalışıyorum." Kalkmaya çalıştım. Yanaklarımın kızardığına emindim, cama döndüm.
Eli çeneme değdi, tutup kendine çekince sırıttı. "Sen utanıyorsun?" Maalesef o özellik benden alınmamıştı. Ahsen'de de, Dide'de de had safhadaydı. "O yere düşürdüğün şey bende."
Yere bir şey düştü dediğim yalandı. Onun ne aldığını bilmiyordum. Anlamsız bir bakışla baktım. "Neyi aldın?" Yere bir şey mi düşürmüştüm.
Muzip bir gülüş geldiğinde ne düşürmüş olabileceğimi düşündüm. Ne Sarp'ı bu kadar sırıttırabilirdi. "Ne aldın?"
"Beni çizmişsin... Yatakta..." Kaşları havalandı, sırıtışı kocaman olmuştu. "Kıpkırmızı oldun." Bir kıkırtı kaçtı ağzından.
"Sinirdendir o." Değildi. "Sen benim çantamı mı kurcaladın?" Kaşlarımı çatmakta zorlanıyordum.
"Yoo, yere düşürmüşsün kızım. Ayaklar altına sermişsin beni. Kendimin üstüne bastım bir de!" İşin goy goyundaydı.
"Nereye koydun?" Sarp'ın üstünde gezindi gözlerim.
"Geri mi istiyorsun?"
"İstiyorum."
"Sana canlısı gelmiş hâlâ çizdiğin resmi mi istiyorsun?" İkisini de istiyordum.
"En azından o konuşamıyor." Seçilme şansının olmadığını anlatmaya çalışıyordum.
Sırıtışı sekteye uğradı. Güldüm. "Resim mi ben mi desem resmi mi seçeceksin?" Kaşlarım havalandı. "Yırtarım."
"Saçmalama, ver eserimi!" Nerede olduğunu bilmiyordum.
"O şaheser benim yalnız? Haberin olsun. Üç boyutlu halinle duruyorum yanında." Bir eliyle cebini kapattı.
"Bir hayal ürünü..." Rüyamda görmüştüm sonuçta.
"Hayal ettin beni yani?"
"Konuyu niye sürekli çeviriyorsun?"
"Hoşuma gidiyor." Bu konuda üste çıkarmayı başarmıştı. "Ben de seni hayal ettim Ahsen, yalnız değilsin." Beni de rahatlatmaya çalışıyordu ama hiç yardımcı olmuyordu.
"Benimle uğraşma." Verdiğim öpücüğün erken olduğunu düşünmeye başlamıştım. Biraz daha burnunu sürtmem gerekirdi.
'Adam seni gömdü.' dedi içimdeki ses. Haklıydı. Sarp'ı baya yıpratmıştım.
"Tamam tamam. Sustum." O yola bakarken ben de kendi kendime takılıyordum. Başımı arkama yasladım, boynum ağrıyordu. Suratım buruştu, elimi boynuma atıp ovmaya çalıştım. "Nerede uyudun sen?" Üstüme baktı, aynı kıyafetlerle olduğumu gördü.
"Odamda." İki büklüm yattığım için boynum kötüydü.
"Bırakamadın beni yani?" Dudakları iki yana yavaşça kıvrıldı.
"Ne duymak istiyorsun Sarp?"
"Hiç... Hiçbir şey demene gerek yok, ben zaten anlıyorum. Bakman yetiyor." Sözlü olarak bir şeyler diyemiyordum, bunu ona söylemiştim. Sevgimi göstermeyi beceremiyordum. Şikayetçi değildi.
***
Alperen ve Gökhan'ın arasındaki gerilim sürüyordu. Gökhan'ın hastanede kalması, açıkta durması mantıklı değildi. Ahsen, Alperen'i Gökhan'ın başına dikince bu görev de Alperen'e kalmıştı. Alperen evine almak zorunda kalmıştı Gökhan'ı.
"Lan! Kalk siktir git odada dinlen gözüm görmesin seni." Yanında koltuğuna rahatça yayılmış adama kızıyordu Alperen. Babasının Gökhan'ı vurduğunu duyunca ufak çaplı bir şok da yaşasa hala kini yerli yerindeydi. Bu adama katlanmak zorunda kaldığı için mutsuzdu.
"Yaralıyım ben yaralı. Ne biçim refakatçısın sen! Önüme bir gün bir aş koyduğunu görmedim." Bu sözler Alperen'i daha da sinirlendirdi. Evine aldığı yetmiyormuş gibi kıyafetlerini de paylaşmak zorunda kalmış üstüne bir de aş istiyordu.
"Lan pezevenk her şeyimi aldın lan. Götüne giydiğin don bile benden. Bi sike de sen katkıda bulun." Elindeki kumandanın tuşuna basıp kapattı Alperen. Koltuktan kalkıp odasına ilerledi.
"Yemedik donunu ibne! Sanki ben çok memnunum burada kalmaktan." Aslında oldukça memnundu. Ona ait bir odası bile vardı, salon. Alperen'i hiçbir şey yapmadan sinir etmek de en büyük aktivitesiydi. Aralarında bir yaş vardı. Hem iyi anlaşma ihtimalleri hem de birbirlerini yeme ihtimalleri oldukça yakındı. Yaş farkını az olması küçüğün saygı duymasını pek gerektirmediğinde Alperen de Gökhan'a küçüklere davrandığı gibi abilik yapmayacaktı.
"Yakında yersin o zaman. Yemek memek yok sana. Ayrıca memnun değilsen siktir git de ben de kafamı dinleyeyim." Odasının kapısından salona bakıp Gökhan'a laf yetiştiriyordu. Bir yandan da üzerini giyinmeye çalışıyordu. Ahsen ona hazırlanıp iki saat içinde emniyete gitmesi gerektiğini, yanında Gökhan'ı da getirmesini söylemişti.
"Nereye lan?" Gökhan yalnız kalmak istemiyordu. İstanbul'dan bir anda geldiği bu yeri pek bilmediği için sıkılıyordu. Alperen'i kıskanarak büyüdüğü için şu an da böyle hazırlanıp kendi başına istediğini yaptığı şeyleri görünce yine kıskanıyordu. Fakat ilk defa bu kıskançlık kötü anlamda değildi. O da yapmak istiyordu ama Alperen'in de yapmasını istiyordu, ona engel olarak hissettiği bir kıskançlık değildi.
"Ben senin gibi vasıfsız değilim, işlerim var benim." Odadan çıkıp elinde bir tabancayla Gökhan'ın önüne geldi. Sehpaya bıraktı tabancayı. "Burası Diyarbakır, İstanbul'a benzemez. Yanında da güçlü adamların işe yaramaz, ki yok. Bir şey olursa haber verirsin." Gözüyle sehpadaki silahı gösterip konuşmaya devam etti. "Bunu da düzgün kullanmayı biliyorsundur herhalde?" Gökhan sadece ona bakıp cevap vermeyince Alperen bir tokat attı Gökhan'a.
"Bana bak, bana emanetsin başına bir şey gelirse savcım ağzıma sıçmakla kalmaz bu sefer sıkar götüme. Ben yokken ne bok yiyeceksen ye, öldürtme kendini." Bu lafları duyduğu için şaşkındı Gökhan. Düşmanıydı Alperen, dövdürtmüştü de hem de baya perişan etmişti suratını. İlk defa gelmemişti Diyarbakır'a Gökhan. Bu ikinciydi ama ilk geldiğinde zaten çok kalmamıştı, Alperen için gelmiş tehdit etmiş sonra da savcı yüzünden elinden kaçırmış geri dönmüştü. Şimdi tekrar gelmişti bu sefer Gökhan onun elindeydi ama bir yumruk, bir tokattan ileriye gitmemişti Alperen. Aksine evinde ağırlayıp şimdi de kendini koruması için dil dökmüş, bir silah vermişti.
"Bu kadar mı korkuyorsun lan savcıdan?" Alperen'e duyduğu şaşkınlığı belli etmemek için konuyu kendi kafasında kapatmaya çalışıyordu. Alperen kaşlarını çatmıştı lakin bu cümleye.
"Ben onun korumasıyım, benim işim bu. Bence en çok korkması gereken sensin." Korkuyordu zaten. Daha kimsenin bilmediği baba muhabbetini Ahsen hiç bilmeden anlamıştı, Alperen'i dövdürürken bunun babasından habersiz olduğunu da biliyordu, babasının ne bok yediğini de. Koskoca İskender ATAY'ı hiç yapmayacağı bir hataya düşürüp iplerini eline alışını izlemişti.
"Saçma sapan konuşma lan. Ben niye korkacakmışım?" Her an Gökhan'ı çağırması an meselesiydi Ahsen'in. Babası hakkında, kendi yaptıkları hakkında, Alperen'e yaptığı şeyler ve Ahsen hakkında sorguya çekilmesi an meselesiydi. O odaya suçlu olarak girmek, Gökhan'ın isteyeceği son şey olabilirdi.
Buna karşılık kaşlarını kaldırdı Alperen. Gökhan'ın onun ne demek istediğini anladığını biliyordu. Gökhan da fazla uzatmadı. "Tamam lan anladık. Siktir git nereye gidiyorsan." Gerinerek Gökhan'a vurmaya hazırlanan Alperen bir cümleyle durdu.
"Yaralıyım şerefsiz. Ararım savcıyı söylerim dövüyor bu beni diye." Bu lafa durmuştu Alperen. Sinirli nefesler alıp vererek kapıya ilerleyip çıktı evden. Daha iki saati vardı ama daha fazla Gökhan'ın yanında kalıp onunla didişmek istemediği için erkenden dışarıya çıkıp saat gelince dönecekti.
"Bana bak, seni de çağırıyor savcım, adam akıllı üstüne bir şeyler giy." Alperen bunu der demez Gökhan ayaklandı. Alperen'in odasına girdi. "Allah'ım al canımı yarabbim." Gökhan'ın peşinden girdi. Gökhan, Alperen'in dolabından yakım seçiyordu. "Onu giyemezsin!" Ahsen'in aldığı takımı çekti Gökhan'ın elinden.
"Yemedik lan! Ne kıymetli malın varmış arkadaş. Al üst üste giy hepsini. Çıplak mı gideyim seç bir tane de ver bana." Dolaptan uzaklaşmış öylece Alperen'in ona bir şeyler seçmesini bekliyordu. "Beni niye çağıyor savcın? Bana bak kumpas mı lan? Hayırdır?" Şu an idrak etmiş, gerilmişti.
"O da senin vasıfsızlığın. Ne bok yedin kim bilir... İnan umurumda değil, inşallah ağzını yüzünü dağıtır." Alperen kullanmaktan hoşlanmadığı bir takımını uzattı Gökhan'a. "Saat gelince gelir alırım seni. Ben biraz kafa dinleyeceğim. İki saate hazır ol, zaten anca giyinirsin. Ne uyuşuksun lan. Siktir git odanda giyin, senin iğrenç vücudunu görmek istemiyorum."
"Çık git lan o zaman!" Elindeki takımı giyinmek için tişörtünü çıkardı. Gömleği giydi.
"Kan yapma gömleğimi."
"Sikerim gelmiyorum ya!"
"Sus lan!" Alperen evden çıktı.
***
Azra'nın baktığı dava uzadığı için Doruk dönse de dönememişti. Hala İstanbul'daydı.
Davacı tarafından ileri sürülen tüm talepler mahkeme tarafından haklı ve yerinde görülmüştür. Dava dilekçesinde yer almış olan maddi ve manevi tazminatlar kabul görmüştür."
Azra'nın Sarp için hazırladığı dilekçe ile sonunda Sarp açtığı hem maddi hem de manevi iş davasını kazanmıştı. Mahkeme salonundan çıkan Sarp hızla gidip ona destek olan avukatı Azra'ya sarıldığında mahkemeye Sarp'ın da ailesi gelmişti. Dava sonucuna göre iş yeri sahibi, Sarp'a yapmış olduğu hakaret ve aşağılayıcı sözlerle dolayısıyla açılan manevi tazminat ve bunca zamandır Sarp'a sunulan maaş miktarının zamsız ve yetersiz olma durumdan da maddi tazminat davasını kaybetmişti. Hakim, iş verenin mal varlığına bakılması sonucu değerlendirme yapılarak sunulan miktarı kabul etmesi sonucunda o miktar paranın ayrı ayrı olacak şekilde hem maddi hem de manevi olarak ödenmesine karar kılmıştı.
"Teşekkür ederim Azra abla!" Sarp kazandığı paranın bir miktarını Azra'ya vermek istese de Azra kabul etmemişti. Bunu en yakın arkadaşının ona olan güveni için yapmıştı başka bir karşılığı yoktu. Tek isteği bu saatten sonra Sarp'ın da üniversiteyi kazanıp okuması yönündeydi.
"Rica ederim. Artık top sende Sarp." Sarp'ın ailesiyle el sıkıştı Azra. Aile minnetlerini ilettiğinde Azra da içtenlikle karşılık verdi. Bu akşam geri dönecekti Diyarbakır'a ama gitmeden önce hem Aylin teyzesini hem de dostu Dide'yi görmesi gerekiyordu.
*
Azra: Dava sonuçlandı bu akşam dönüyorum.
Doruk: Tamam güzelim gelince haber ver ben seni almaya geleyim.
Azra: Sonucu sormadın?
Doruk: Kazandığını biliyorum da ondan.
Azra: Orda işler nasıl oldu? Var mı gelişme?
Doruk: İskender mi ne o herif yakalandı, başka bir gelişme daha var ama gelince konuşalım.
Azra: Kötü bir şey mi?
Doruk: Aksine çok iyi bir şey. Eminim çok sevineceksin.
Azra: Ben gelmeye yakın sana haber veririm sevgilim.
Doruk: Bekliyorum güzelim.
"Gel kutlama yemeğine gidelim." Bildiği bir yer vardı Azra'nın. Sarp'ı götürmeyi planlıyordu. Sarp da Azra'ya karşı çıkmak istemedi.
Çok geçmeden Azra buruk bir gülüşle bir yerin önünde durdu; Hamit Amca'nın Ocakbaşı.
"Girelim hadi." İçeriye girdi. Her şeyin eskisi gibi olduğunu görünce geçmişe gider dibi oldu. Çok küçüklerdi. Ahsen'in daimi yeriydi burası, önce anneleriyle gelirlerdi, sonra Ahsen ile Azra arada gelirlerdi. Ahsen'in Azra'yla konulmayı kestiği gün de buradalardı. Sürekli oturdukları masaya ilerledi. Sarp da peşindeydi.
Şimdi beklediği tek şey, eskisi gibi kalamayacak olan Hamit amcasını görmekti. Dakikalar sonra Hamit amca çok da yaşlanmamış ama yaş aldığını belli eden ak saçlarıyla, hafif göbeğiyle, hala aynı tıraşıyla duran bıyıklarıyla geldi masaya. "Hoş geldiniz." Tanıyamamıştı Azra'yı.
"Hoş bulduk Hamit amca. Bize deli kız menüsü olsun." Azra sırıtarak baktı Hamit amcaya.
Hamit amca kaşlarını çattı, gözleri kısıldı. Karşısındaki kadına baktı. "Anlamadım?" Anlamıştı ama kadını tanıyamıyordu.
"Anladın işte Hamit amca. Bizim özel sostan kanatlar vardı ya?" Azra gülümsedi.
"Çıkaramadım. Azra sen misin kızım?" Ciddi ifadesini koruyordu, ta ki Azra başını sallayana kadar. Kocaman güldü Hamit amca. Azra ayağa kalkınca Hamit amca ellerini aceleyle silip Azra'ya sarıldı. "Kocaman olmuşsun."
"Tanıdın ama." Onlar sarılırken Sarp sandalyesinde öylece bakıyordu.
Hamit amca içeriye bağırdı. "Oğlum bizim menüden gönder buraya. İki servis." Sarp'a elini uzattı. "Hoş geldin oğlum."
"Hoş buldum..."
Hamit amca da masaya oturdu. Karşısında duran kadına baktı. Küçük bir kızken hatırlıyordu. İncelerken Azra'nın parmağındaki yüzüğü gördü, fark etmemek imkansızdı, kocaman taşı vardı. Doruk, Azra'ya olan sevgisi kadar büyük bir şey almıştı. "Hayırdır?" derken tebessüm ediyordu.
"Evleniyorum." Yanakları kızardı Azra'nın. Elindeki yüzükle oynamaya başladı.
"Hayırlı olsun. Yanındaki genç?" Sarp'a döndü bakışları.
"Müvekkilim Sarp. Senin yeni oğlun." Sarp'ı yormayan, hakkını düzgünce vereceğinden emin olduğu yerdi burası. Burada Sarp'ın çalışmasında sorun olmazdı.
Hamit amca sadece gülümseyip başını salladı. "Kap şuradan bir önlük oğlum." dediğinde Sarp'ın kalkacağını görünce tuttu. "Dur oğlum şaka yaptım. Sen ne zaman gelirsen o zaman başlarsın."
Yemekler masaya gelince Azra gülümsedi. "Bizim menü sizin menü mü oldu?"
Hamit amca başını salladı. O gün geldi aklına, Ahsen ve Azra'nın kanatları yerken kendi kendilerine yakıştırdıkları baharatları Hamit amcaya zorla yaptırdıkları, sonra da hep bu şekilde yedikleri. Hamit amca ikisine de 'deli kız' derdi. Menü onlar için o günden itibaren 'deli kız olmuştu'.
"Öbür deli kız ne yaptı?" Ahsen gelince aklına onu da sordu. Onun da kocaman olduğunu hayal etti. "Yine ters mi, gelmedi mi seninle zilli?"
Azra'nın gülüşü söndü. "Savcı oldu o. Ters, deli de o gelemez buraya artık." Durakladı. "Şehit oldu Dide..."
Hamit amcanın da gülüşü sekteye uğradı. "Ne? Ne zaman?"
"İki ayı geçti. Aylin teyzenin yanında." Gözleri dolduğu an telefonunu çıkardı. Ahsen'in son halini gösterdi Hamit amcaya. Her şeyi kenardan izleyen Sarp fotoğraftaki kadını tanıyordu. Ölmediğini de biliyordu, en azından söylenen sürede. Aklına Ahsen'in tembihi geldi. Susmayı tercih etti, ağzını bıçak açmadı.
"Kim yaptı? Ali mi?" Sinirlenmişti ama hala Ahsen'in fotoğrafına bakıyordu.
"Yok, davadan bir adam. İskender Atay..." Hatırladığı adamı söyledi.
"Şu yakalanan adam mı?" İskender'in yakalandığından Azra'nın haberi yoktu ama Hamit'in haberlerden haberi vardı. Sadece yakalandığı bilgisi vardı.
"Yakalandı mı?" Azra internete girdi.
'Aranan Organize Suç Örgüt Lideri İskender Atay yakalandı.' Bu haberi bekliyordu Azra.
"Bu adam." İskender'in fotoğrafına uzunca baktı.
***
Ahsen'i emniyete bıraktıktan sonra karargaha uğrayan Sarp'ı gördü Demir. İlişkileri olduğunu bilmiyordu, Sarp'ın Ahsen'e olan sevgisini de bilmiyordu. Sarp'ın az önce kızının yanından geldiğini bilmese de aynı binada oturduklarını biliyordu. Konuşmaya başladı. "Sarp? Ahsen savcı geldi mi evine?"
"Geldi komutanım, şu an evinde değil ama. İskender'le görüşecekmiş." Daha fazla bilgi verecekken sustu. Bu kadar bilgiyi bir anda söylemek mantıklı düşündürmezdi.
Demir başını salladı. Karargahtan çıktı. Sarp kendi durumundan kaçınmaktan fark etmemiş timin yanına gitmişti.
Kendini saçma bir his içinde sanki otuz yaşında koca bir adam olarak değil de on sekiz yaşında ergen aşıklar gibi hissediyordu. Bu duyguyu hissetmeyeli uzun zamanlar olmuştu. Ahsen'e duyduğu tüm duyguları doruktaydı, hoşuna gitmişti. Dudaklarının üzerinde hissettiği sıcaklık hala yerli yerindeydi. Ahsen'in onu öptüğü her aklına geldiğinde dudaklarında oluşan karıncalanma hissiyle saçma bir sırıtış konuyordu yüzüne. Ahsen'in de bu konuda pek bir farkı olmaması Sarp'ı daha da keyiflendiriyordu, kızarmış yanaklarını görmek en güzel görüntüydü Sarp'a göre.
Çizdiği resmi kendi elleriyle Ahsen'e verdiği an gördüğü o kızarmış yüzü unutmak Sarp için pek mümkün değildi. Hayatı boyunca epeyce yara almış bu kadının güldüğünü görmek ne kadar mutlu etse de buna bizzat kendisinin katkısı olunca daha da mutlu oluyordu.
Tüm korkularını bırakıp Sarp'a güvenmeyi seçen Ahsen'e bundan sonra yapılacak her şey onun mutluluğu için olacaktı. Artık mutlu etmesi gereken biri vardı ve aylar önce yaşadığı hislerin karşılık nihayet karşılık bulmuştu. Dilekleri gerçek olmuştu, duaları kabul olmuştu, istediği mucize gerçekleşmişti.
"Komutanım hoş geldiniz." Komutanlarının ilk defa suratının bu kadar güldüğünü gören tim şu an oldukça şaşkındı. Komutanlarını karşılayan iki kişi aynı anda konuştu, Onat ve Ruhi.
"Hoş buldum koçum. Nasılsınız?" İkili birbirlerine baktı, sonra time döndü. Yunus dudaklarını büzdü, Ilgaz ve Kıraç ağızları yarım açık Sarp'a bakıyordu. Mert sigara dumanını anlık fazla çekip öksürmeye başlamıştı. Ediz ve Ulaş komutanlarının kafayı yediğini düşünmüştü. Timin hiçbir şeyden haberi olmayınca sıradan bir günde komutanının nasıl bu kadar enerjik olduğunu sorguluyordu.
"Komutanım biz iyiyiz de siz iyi misiniz?" Ediz cevap vermişti. Yunus elini önce tahtaya vurdu sonra dişine vurdu.
"Neden iyi olmayayım Ediz?" Rahatça gidip timin yanına oturacaktı sonra tam kıçını koyup oturacakken durdu. Tim eğilip Sarp'a bakınca Sarp tekrar ayağa kalktı. "Komutanım niye oturmadınız?"
"İşlerim var Mert. Siz takılın burada." Kafasını salladı hepsi. "Komutanım ne bu neşe İskender'i mi dövdünüz?" Yunus dayanamamıştı sormuştu geveleyip yutmaya çalıştığı soruyu.
"O da yakındır oğlum." Arkasını döndü içeriye ilerledi Sarp. Mert de bozulduğunu düşündüğü komutanının arkasından konuştu. "Ne oldu lan şimdi? Bu adamı ben hiç böyle görmemiştim."
"Ben de valla." dedi Onat. Diğerleri de ekledi. "Hı-hı." Arkadan gelen sesle koskoca bordo bereliler sıçradı. Doruk arkadan kafasını uzattı. "Komutanınızın arkasından mı konuşuyorsunuz?"
"Yok be oğlum, öyle değil. Bunda bi haller var da ne? Biz bunu hiç böyle görmedik, sen biliyor musun?" Mert belki kardeşinden bilgi alabilirdi. Hepsi merak ediyordu. Tüm gözler Doruk'a döndü.
Doruk yanlarına gerip az önce Sarp'ı oturacağı boşluğa bıraktı kendini. Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Ne olduğunu o da bilmiyordu ama bir şeyler tahmin edebiliyordu. Dün gece evde kalmadığını biliyordu. "Bilmiyorum valla ben de." Abisini satacak hali yoktu, her ne kadar sataşsa da bu sefer bir şey söylemeyecekti.
"Kaç yıl oldu lan biz bir arada olalı?" dedi Ulaş.
"Dört yılı devirdik." cevap verdi Ruhi. Ulaş devam etti. "Heh işte bunu diyorum komutanımın dört yıldır ilk defa dişlerini gördüm. İnci gibi maşallah da hayırdır inşallah."
"Çok kurcalamayın siz de kardeşim Allah Allah. Gider söylerim abime 'böyle böyle' diyorlar diye." Doruk konuşmayı kapatmaya çalıştı. Hayırsız abiye hayırlı kardeş olma yolunda istikrarını koruyordu.
"Sana da güvenip iki laf edemiyoruz. Bir şey de bilmiyormuşsun zaten." Kıraç devam ettirdi. Doruk ayaklandı, her ne kadar abisi yüzbaşı olsa da o burada değilken bu adamları kızdırmak mantıklı değildi. Yanlarında ayrılıp içeriye abisinin yanına gitti. Odasının önüne geldiğinde kapısını tıklatıp 'gel' komutundan sonra içeriye girdi.
"Doruk? Bir şey mi oldu?" Elindeki dosyalara bakıyordu Sarp. Ortalık biraz dağınıktı. Dosyaları hızlı bitirme derdindeydi.
"Abi bana değil de sana bir şeyler olmuş. Dün gece evde değildin." Kafasını sallayarak cevap verdi Sarp. Gözünü dosyadan ayırmıyordu.
"Neredeydin yani abi?" Yine konuştu Doruk. Cevap almaya çalışıyordu ama Sarp bir türlü ilgisini dosyadan Doruk'a veremiyordu. "Abi!"
En sonunda Sarp kafasını elindeki dosyadan kaldırıp az önce gülen suratının aksine ters bir bakışla Doruk'a bakmaya başladı. Doruk ufak bir yutkunuştan sonra abisinin ona cevap vermesini bekledi.
"İşim vardı gelemedim." Hızlıca geçiştirip tekrar dosyasına döndü ama Doruk cevaptan pek memnun kalmamıştı. Fazla kapalı bir cevaptı, daha detaylı bilmek istiyordu.
"Ne işi bu peki! Dide ile bir iş olabilir mi? Gece gece hazırlandın gittin abi gördüm. Gece eve neden gelinmedi?" Sarp elinin tersinden duran kardeşinin kafasına vurmaktan çekinmedi.
"Sana ne lan? Ben sana hesap mı vereceğim? İşim vardı gelmedim." Eliyle kafasını sıvazlayan Doruk sorduğu sorunun her bir harfi için pişman olmuştu. Bir cevap beklemesi bile saçmaydı. Odadan çıkmak istediğinde Sarp durdurdu. "Acıdı mı lan?"
"Yok abi acımadı. Acıdı tabii, elin kürek gibi maşallah ne vuruyorsun ki adam akıllı bir soru sorduk?"
"Adam akıllı mı, oğlum böyle soru mu sorulur?" 'Alt tarafı nerede olduğunu sormuştu bunda ne vardı?' diye düşündü Doruk ama daha fazla cevap vermedi. Çıktı odadan. "Ne halin varsa gör be!" Kendi kendine söylenerek ilerledi boş koridorda. "Beyin kanaması geçiriyor muyum lan acaba?" Kendi kendine söylenirken diliyle dişlerini saymaya başladı. Tüm dişleri tam sayınca sakince bir nefes verdi.
***
Demir emniyetten içeriye girmişti. Kızının yanında olmaya çalışıyordu, İskender'in kızına yaklaşmasından hoşlanmıyor, yanında durmaya çalışıyordu.
Ahsen yerine Alperen ne Gökhan'ı gördü. Gökhan'ı henüz tanımıyordu. Alperen'in yanına ilerledi. "Ahsen savcı nerede Alperen?"
"İçeride birazdan gelecek albayım." Demir başını salladıktan sonra Gökhan'a döndü. "Sen kimsin oğlum?"
Gökhan toparlanmaya çalıştı. "Gökhan Atay." Alperen araya girdi. "İskender'in oğlu." Gökhan her ne kadar böyle tanıtılıyor olmaktan rahatsız olsa da bir şey diyemedi. Doğruydu, onun en büyük vasfı İskender Atay'ın oğlu olmaktı. Gelen fırsatlar da, sürünmesi de babası yüzündendi.
Demir sinirlendi. "Ne diye burada oturuyorsun o zaman?"
Koridordan gelen topukluların sahibi belliydi. Ahsen tam zamanında gelmiş Gökhan'ın yerine cevap vermişti. "Ben çağırdım çünkü. Bazı şanssız insanlar var; babası yüzünden çevrede ezilmiş..." İki adım daha gelip Demir'in karşısında durdu. "Gökhan babasının suçundan dolayı içeriye mi girsin albayım? Edebiyle oturmayı öğrenecek zamanla..." Gökhan'a bir bakış attı. Gökhan ceketinin önünü ilikledi. Ahsen, Demir'e döndü. "Siz? Yani bir sorun mu var?"
"Yok kızım. İşlerim vardı..." Ahsen'in söylediği sözler kafasında dönüp durdu. Neyden bahsettiğini anlamıştı. 'Babası yüzünden çevrede ezilmiş' bir kız çocuğuydu, kendi kızıydı. Baba dediği kişi o değildi. Bir darbe daha yedi yüreği. Ahsen'in karşısına çıkıp bu konuyu konuşmak Demir için günden güne daha da zorlaşıyordu. Çekiniyordu kızından.
Ahsen gülümsedi, başını salladı.
İskender ve adamları sorgu odasının önüne gelmeye başladıklarında İskender şok üstüne şok yaşıyordu. Ahsen'in o bildiği kişi olmadığını biliyordu ama öldürmeye çalıştığı savcı olduğunu hala bilmiyordu. Herhangi bir ajandı, birazdan öğrenecekti.
İskender girdi sorgu odasına. Ahsen adamlara baktı. "Günaydın beyler." Hepsi Ahsen'in karşısına dizilmişlerdi.
Bir anlığına Ahsen, Gökhan'la göz göze geldi. Belki babasını ne olursa olsun bu halde görmek istemez ya da bir başkası azarlarken duymak istemez diye hangi duyguda olduğunu anlamaya çalışıyordu ama gördüğü şey saf nefretten başka bir şey değildi. İskender oğlunun canını çok yakmıştı, aynı Ahsen'in de yaşadığı durum gibi onun da annesinin canına kıyan kişi babasıydı. Defalarca itilen, istenmeyen, hem psikolojik hem de fiziksel baskılara maruz kalmış biriydi Gökhan. Son kez vurulduğunda geri döndü sandığında son duygularını beslemişti ama beklediği kişi gelmemişti. İşte o zamandan beri içindeki baba nefreti de büyüdükçe büyümüştü.
Bir sorun olmadığında tekrar İskender'e döndü Ahsen. Karşısında kendi babası varmış gibi hissediyordu, yaptıkları aynı, sıfatları farklı kişilerdi bunlar. Daha niceleri dışarıda elini kolunu sallaya sallaya geziyordu, biri de babası diye düşündü Ahsen. Hala bulunamamış, ortalarda olmayan ama her gece hala kızını nefretiyle boğup zarar veren bir baba. Her şeyini elinden kaybettiren kişi. Hala ulaşmaya çalıştığı şeylere engel olan bir adam...
"Ben sizinle tanıştım ama siz henüz beni tanımadınız. Hepinizle tek tek tanışacağız beyler, sırayla. Ben Cumhuriyet Savcısı Ahsen Dide KORKMAZ." elini yandaki adamlarda gezdirerek konuştu. "Sizin öldürdüğünüz," Sorgu odasına girdi, İskender'le karşı karşıya geldi. "Senin de öldürttüğün."
İskender dışarıdaki konuşmaları duymamıştı. Anlamamıştı. Ahsen karşısına oturup Savcı kimliğini İskender'in önüne sürdü. İskender'in bakışları masaya düştü. Önce fotoğrafa baktı, sonra karşısında duran kadının ismini öğrendi. 'Ahsen Dide Korkmaz' yazısı gözüne kocaman geldi. Başını kaldırdı, Ahsen'le göz göze geldi.
Görüştüğü kadının İtalyan biri olmadığını, İstihbaratın içinde bir savcı olduğunu öğrendiğinde büyük bir darbe yemişti. Kurtulma ihtimalinin imkansız olduğunun farkındaydı, her şeye karşısında duran savcı şahit olmuştu. Birinci gözden görülenin affı olmazdı.
"Hoş geldin İskender Atay." Sinir bozucu bir gülümsemesi vardı Ahsen'in suratında. "Dava dosyana ben bakıyorum."
Bunun ne anlama geldiğini ikisi de biliyordu. Ahsen her öğrendiği bilgiyi iddianamesinde yazacaktı. Kameraları kapattı, perdeyi indirdi. İskender şaşırdı. "Senin için bir sürprizim var." diyen Ahsen'e baktı sadece.
Sorgu odasının kapısı iki dakika içinde açıldı. İçerye Gökhan girdi. İskender için ikinci şoktu bu, oğlumun öldüğünü düşünmüştü. Bu başarısızlığının farkındaydı. Dişlerini sıktı, alnındaki damar sinirden patlayacak kadar şişmiş bir hâl aldı.
"Otur Gökhan." Gökhan bu sözle Ahsen'in yanına, babasının karşısına sandalyesini çekip oturdu.
İskender oğluna hep baktığı gibi bakıyordu, bu Gökhan'ı etkilememişti ama Gökhan babasına sürekli itaat eden bakışlarla bakmışken İskender şu anki bakıştan oğlunu tanıyamıyordu. "Oğlumu nereden buldun?" diye Ahsen'e bir soru yöneltti.
"Oğlum mu? Oğlum demek için sence de biraz geç değil mi? Oğlunu vurdururken hiç düşünmemiştin oysaki."
"Ben vurdurmadım."
"Yalanı kes İskender, oğlun yanımda oturduğuna göre onu ordan biz çekip almışızdır. Bir video kaydın bile var, bu suçunu saklasan da sonucun pek değişeceğini sanmıyorum. Korkaklığı bırak da açık açık konuşalım." Bir babanın neden böyle davranışlar sergilediğini bilmek istiyordu. Geçmişteki soruların cevabını duymak istediği kişi Ali'ydi ama İskender de anlatsa cevaplar doğru olurdu. "Oğlunun peşine adam taktım, her şeyi biliyoruz."
İskender oğluna döndü. "Sen de onun yanında durdun?" Oğluna her istediğini yaptırmıştı, şaşırıyordu.
"Senin vermen değeri bir başkası verdi diye mi bu kadar kudurdun? Senin açtığın yarayı kapatmak için oradaydım, sinirleneceksen vurdurmasaydın oğlunu!" İkisi de birbirini öldürecek gibi bakıyordu, ikisi de birbirinden nefret ediyordu. Biri işinin sürekli sekteye uğraması yüzünden, biri de geçmişte yaşadığı acıların sinirinden kuduruyordu. İskender karşısında oturan kadından oğlundan nefret ettiği kadar ediyordu. Ahsen de karşısındaki adamdan babasından nefret ettiği kadar nefret ediyordu.
Dışarıda olsa üstün gelecek baskın kişi İskender olurdu ama Ahsen buna izin vermemişti. Şu an İskender bu odada, bu sandalyede eli bir ince demir parçasına bağlı oturduğu için baskın olan kişi Ahsen'di. Yıllarca babasının karşısında bir kez bile olsa güçlü durmak girdiği bu mücadeleyi kazanmak için bu konumdayken babası ortalıkta yoktu ama Ahsen yüzlerce kişinin önünde kendi üstünlüğünü kanıtlamaya devam ediyordu. En büyük zaferi, İskender babasına benzediği için buydu.
Gökhan'a döndü. Konuşması için aradan çekileceğini belli eden bir bakışla baktı. İkilinin arasına girmek istemedi. İskender de durumu anladı. Bağırmaya başladı. "Hain pislik. Beni ele vermek için mi yaşamayı seçtin? Geberdiğinden emin olmam gerekirdi." Hala oğluna kin kusan bir İskender vardı. Artık bir şeyleri inkâr etmek gibi bir salaklık yapamazdı.
Ahsen dayanamadı. Susması gerekiyordu ama yapamamıştı. "Bunca zaman yeterince konuştun bırak çocuk konuşsun!" Bağırıyordu ama gözleri dolmuştu. İlk defa abisinin ne hissettiğini, hangi içgüdüyle davrandığını anlamıştı. Berbat hissettiriyormuş diye düşündü. Acı çeken yalnızca kendisi değilmiş diye düşündü üstelik bunu kanı olmayan biri için yaptığında içi daha da yanıyordu. Hala törpüleyemediği fazla empatisi ve merhameti vardı.
Gökhan da Ahsen'den pek farklı duygular yaşamıyordu. Hiç kardeşi olmamasına rağmen o acı dolu siniri hissetmişti yüreğinde. Göz göze geldi bir anlığına Gökhan ve Ahsen. Sustu Ahsen odadan çıkmak istedi burada ağlamak istemiyordu.
"Bir şey yapamaz artık sana. Eğer olur da bir şey yapmaya kalkarsa karşılık verebilirsin kimse sana bir şey diyemez. Kayıt alınmıyor kimse seni izlemiyor onun başına bir şey gelirse sen yapmadın ben yaptım." Cevap beklemeden çıktı sorgu odasından.
Demir önce izlemek istedi sorguyu ama kayıt kapalıydı. Koridora kızını kaçırmamak için geri dönüp beklemeye karar verdi.
Ahsen kötü hissettiğini belli etmek istemese de bunu Demir görmüştü. Kızının yanında olup ona iyi gelmek istiyordu, Ahsen'in odasına girdiğini gördü, oturduğu yerden kalkıp peşine gitti.
Kendi odasına gitmeyi tercih eden Ahsen yılların birikmiş sinirini kontrol etmekte zorlanıyordu. Gökhan'ın yerinde olmak için yıllarca canını dişine takıp savcı olmak için uğraşmışken olmuyordu. Babası hangi delikteyse yoktu hiç merak edip gelmemiş pişman bile olduğunu söylememişti. Ölen kişi kendisi olmadığı için en azından sevdiği kadını öldürmekten pişman olur da hiç olmazsa Mete'ye dile getirir diye düşünmüştü. Zaten hiçbir zaman karşısına çıkacağını beklemiyordu, belki hala babası her şeyin sorumlusu olarak onu görüyor olabilirdi diye düşünüyordu.
Masanın başındaki değil önündeki koltuklara çöktü. Tutmak için zorlandığı gözyaşları artık tutulamaz hale geldiğinde ellerini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. Tüm vücudu ağrımaya başlamıştı. Babasının her bir darbesi yeni atılmış gibi acıtıyordu bedenini. En çok da buna sinirleniyordu, ne yaparsa yapsın unutamaması. Gitmesini istiyordu, Ali büyük bir lanetti. Onu bıraktığını düşündüğü biyolojik babasına inat hâlâ Ali'ye baba diyordu ara sıra. Her gece eve gelen baba figürü Ali'ydi.
Kapıyı tıklayıp 'gel' kelimesini duymamasına rağmen hafiften aralayınca kızının kızarmış gözlerini gördü. Ahsen kapıya dönmeden önce gözlerini sildi. Hala ağlıyordu ama bu sefer ağlarken saklanacak delik arıyordu. Babasından saklanamamıştı.
Demir içi yana yana içeriye girdi. Ahsen hala ona bakmamışken yanına oturdu. "Kızım. İyi misin?" Kafasını kaldırdı Ahsen. Kızarmış burnu ve gözyaşlarıyla Demir'e baktığında gözyaşlarını elinin tersiyle silmeye çalıştı. Demir'in eli Ahsen'in bileğini tuttuğunda buna engel olmuştu. "Eğer rahatlayacaksan yanımda ağla."
Eliyle omzuna vurduğunda bu sefer de elini kızının yanağına götürüp başını kendi omzuna dayamasını sağlamıştı. Bu yakınlaşma Ahsen için ne kadar normal bir destek olsa da Demir için öyle değildi. Her an kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Burnuna gelen kokusunu içine çektiğinde ilk defa evlat kokusunun nasıl olduğunu hissetmişti. Tüm ciğerlerini bu kokuyla doldurduğunda o da kafasını ağırlığını vermeden Ahsen'in başının üzerine koydu.
"Anlat bakalım ne oldu?" Omzunu silkti Ahsen. Anlatırsa daha çok ağlayacaktı. Demir ise yanında nazlanan kızına gülümsedi. "Niye öyle yaptın şimdi? Dert dinlemeyecek biri gibi miyim?"
Ahsen başını yasladığı omzundan kaldırıp Demir'in yüzüne baktı. Yanlış anlaşıldığını düşündüğü için "Hayır." dedi.
"E o zaman neden anlatmıyorsun? Bak bakayım bana o adam mı bir şey dedi?" Kafasını iki yana salladı Ahsen. İskender'in bir şey dediği yoktu ama hatırlattıkları yetmişti. "Kim ne yaptı o zaman? Biri bir şey mi dedi?"
"Kimse bir şey yapmadı. Arada bana geliyorlar." Anlatmak istemiyordu kimseye kabuslarını. Taylan, Ege, Berkin, Zeynep, Azra ve Mete biliyordu sadece. Onlar da bu ana denk geldiği için kendileri öğrenmişlerdi zaten. Gözleri yeniden dolacakken zorla gülümsedi.
"Gelmesinler o zaman. Biri bir şey yapıp da bana söylemiyorsan kırılırım. Kızım... sayılırsın sen." Ahsen gülümseyince Demir'in içi eriyip gitti. Bir mutluluğu görmek başkasına mutluluk verir miydi? Konu evlat olunca sanki karşısındaki koca kadın değil de küçük bir kız çocuğu gibiydi Demir'in gözünde. Ahsen gülünce içine bahar geliyor, çiçek açıyordu.
"Kusura bakmayın albayım ya. Şımarık çocuk gibi yanınızda saçma sapan bir şey yüzünden ağladım." gülüyordu şu an Ahsen.
"Kusura bakarım!" dediğinde gülmesi duran Ahsen, Demir'e döndü. "Şaka yapıyorum. Yanımda her zaman ağlamak istersen ağlayabilirsin. Tabii isteğim olmaması yönünde." dediğinde artık Demir de gülüyordu. Yeniden gülmeye başlayan Ahsen ile söyleyemediği o şeyi içinden söyledi Demir. 'Kızlar babalarına şımarır kızım, istediğin zaman bana şımarabilirsin.' Her kaçırdığı güne lanet okuyordu. Bir gün daha böyle geçiyordu, gerçeği söyleyemiyordu. Doğru vakit hiç gelmiyor gibiydi. Sabretmesi gerekiyor ama sabretmek istemiyordu.
Ahsen ayaklandı. "Nereye?"
Gözlerindeki yaşları iyice sildi. "Diğer sorgulara gireceğim." Demir de ayaklandı. Ahsen'in yanağında kurumamış bir damla yaşı sildi. "Biraz daha otur istersen? Çok acelesi olduğunu sanmıyorum."
"Yok ama ertelemek istemiyorum." Üstünü çekiştirip düzeltti. "Teşekkür ederim. Siz bana bakmayın ben arada böyle kafamı dağıtıyorum."
Demir gülümsedi, Ahsen'le birlikte çıktı odadan.
***
İçeride babasının karşısında oturan Gökhan babasıyla yalnızdı. "Sana neden diye soramıyorum bile biliyor musun? Sana baba dediğim her ana lanet olsun!"
"Her insanın hayatındaki en önemli kişi kendisidir Gökhan. Bu kuralı kendi hayatım için uyguladığımda bana neden diye soramazsın." İskender'in en başından beri düşündüğü tek kişi kendisiydi. Ali gibi bir gün düzgün geçen günü yoktu.
"Bu piçlik yapmanı gerektirmiyordu. Madem öyle benim hayatımda niye benim önemli olmamı engelledin?" Babası için hayatının heba oluşu geçti aklından.
"Müsaade etmeyecek gücün var mıydı?" Gökhan durdu bu cevapla, İskender devam etti. "Güce sahip olana kadar herkes itaat eder üstüne. Başarmışsın işte şimdi, git gücünün tadını çıkar."
"Neden senin gibi yaşamaya çalışayım ki? Çok mu örnek hayatın var? Bir aile kurup adam gibi durmak varken neden kendimi senin yolunda heba etmeye devam edeyim." Gökhan sinirlenmişti.
İskender gülüyordu. "İşte yeterince kazanamamışsın. Devam etsen bile herkes geldiğin konumun benim sayemde olduğunu bilecek. Kimse sana hiçbir zaman Gökhan Atay diye hitap etmeyecek, sen benim adımın arkasında kalacaksın. İskender Atay'ın oğlu olarak tanındın, böyle öleceksin. Ne kadar çabalarsan çabala..."
"Gerekirse sürünürüm, evsiz derler ama yine de senin oğlun olarak beni tanıtmalarına müsade etmem artık. Senin soyunu da soyadını da sikeyim. Gökhan Atay olmak istemiyorum, Gökhan Öztürk olurum." Annesinin soyadını yakıştırırdı kendine artık.
Kayıt alınmadığını biliyordu, ne kadar vurmak istese de vurmayacaktı. Bunu bekleyen babasını haklı çıkarmak istemiyordu. Ona dokunduğu an İskender ona benzediğini söyleyecekti.
"Bir ezik olarak yaşamaya devam et o zaman oğlum! Ya kendi soyadının hakkını ver, ya da seçtiğin soyadınla ezik kişiliğini yüceltmek için uğraş." Oğlunu kışkırtıp bir darbe bekliyordu, bunun için çabalıyordu.
"İçeride iyi gebermeler İskender. Yolun sonu burası. Sana son iyilik yapan kişi olarak kalmak istiyorum. Bu da sana sadakam olsun. Bunca yıl kendi kafamın içinde dört duvar içindeydim, sıra sende. Sen o dört duvara gerçekten girdiğinde benim tüm duvarlarım yıkılacak. Seni unutturduğumu da televizyondan izlersin." Sandalyeden yavaşça kalktı. Babasıyla görüşmek onda bu hayata tutunup bir şeyleri başarmayı tetiklemişti.
Alperen'in yanına ilerledi. "Savcım seni eve götürmemi söyledi." Alperen'e baktı, başını salladı, sakindi Gökhan.
"Alperen?" Yürürken Alperen'e baktı.
"Ne var lan?"
"Okumak için geç mi lan?" Alperen okumuştu, bir tek ona sorabilirdi.
"Kim için soruyorsun bunu?" Alperen de Gökhan'a döndü.
"Kendim için soruyorum embesil. Geç mi kaldım?"
"Doktor olmayacaksan geç değil. Gerçi o beyin yoktur sende. Okumanın yaşı mı var dangalak?" Arabaya geçtiler. "Ne okuyacaksın?"
"Ne bileyim ben ne okuyacağım? Avukat olsam fena olmazdı..." Altay geldi aklına, sonra Ahsen. Alperen gülüşünü tutamadı. "Ne gülüyorsun lan?"
"Avukat mı? Nereden çıktı bu? Hangi diziden gördün sen avukatlığı da hoşuna gitti?"
"Ne dizisi aptal, gerçek örneğini yaşamışken diziye mi tutulur insan, ayrıca insanların fikriyle ne diye dalga geçiyorsun. Olamaz mıyım ben avukat?"
"Sicilin var aptal, nasıl olacaksın? Ne okuyacaksan oku da üniversite masraflarını ben karşılayamam haberin olsun." Alperen makaraya vuruyordu.
"Eve gider gitmez şu sikik takımını çıkaracağım Alperen merak etme. Ne cimrisin sen!"
"Aptal aptal konuşma. Sen hak etmiyorsun, yaptığını unutmadım."
"Özür diledik işte ya, pardon. Geçmiş gitmiş olay, kurcalama işte."
"Ne diledin?"
"Özür dilerim Alperen. Yalvarırım beni affet." Dalga geçer gibi konuştu.
***
Ahsen'in sorgusu bittiğinde kimse kalmamıştı. Demir'i göndermeyi başarmıştı, Alperen ve Gökhan gitmişti. Saat hâlâ erkendi.
Sarp: Geldim.
Ahsen: Ne?
Sarp: Dışarıdayım bekliyorum. Geleyim mi yanına?
Ahsen: Gerek yok çünkü çıkıyorum.
Sarp: Tamamdır.
Ahsen ceketini koltuğunun arkasından alıp üzerine geçirdikten hemen sonra çantasını ve telefonunu alıp çıktı odasından. Hızla kapısını kilitleyip dışarıya çıkmak için adımladı.
"İyi günler savcım." diyen Toprak başkomiseri elini sallayarak yanıtladığında adımları hızlandı. Dışarıda camları filmli olan Sarp'ın arabasını gördüğünde içerdeki halini göremese de Sarp'ın onu içeriden gördüğünü bildiği için adımları yavaşladı. Sanki az önce içeriden koşarak çıkmamış gibi yavaş yavaş arabaya geldi.
Koltuğa kurulduğu an kemerini bağladı. Yanağına konan ani öpücüğü beklemiyordu ama bir şey demedi. Sabah Sarp'ın dudaklarına yapışanın kendisi olduğunu hatırlayınca hiçbir şey diyemezdi, zaten demek de istemiyordu. Sarp'a döndü, gülümsedi. Sarp'ın da bu gülümsemeyle içi ısınmıştı.
"Erken bitirmişsin işini." diyen Ahsen'e gülerek kafasını salladı. "Hızlı olmaya çalıştım işe yaramış senden erken bitirdim. Sen ne yaptın?"
"Sorgu..."
"Yapabileceğim bir şey varsa..." Güldü Ahsen. Sarp ona döndüğünde Ahsen hala gülmeye devam ediyordu ama bu gülüş alaycı değildi sanki teşekkür eder gibiydi. Kafasını salladı ona bakan adama.
"Yapılacak tek bir şey var onu da benim yapmam gerek. Zaten tek işim bu." Önemli olan kanıtları eksizsiz olarak mahkemeye sunup güçlü bir iddianame hazırlamaktı. Mahkeme işi her zaman Ahsen'e daha kolay geliyordu.
"Mahkeme günü izlemeye gelirim ama..." diyen Sarp'a cevap verdi. "Nasıl istersen."
"Seni hiç cübbeli görmedim. Eminim ki çok yakışıyordur."
"Ben seni üniformalı gördüm ama." dedi Ahsen gülerek.
"Yakışıyor muydu?"
"İlk zamanlar kesinlikle hayır çünkü senden nefret ediyordum."
"Ama şimdi?" Beklediği cevabı Ahsen'in söylemesini bekliyordu.
"Şimdi yakışıyor ama uzun zamandır görmedim. Bir ara hatırlat da gelip bakayım." İkisi de gülüştü.
Lojmandan içeriye girdiler. Sarp arabayı park ettikten sonra ikisi de inmeden hemen önce Sarp kendi kemerini hızlıca çıkarıp Ahsen'e uzandı. Kısa bir anlık dudaklarından öptü, geri çekilecekken Ahsen buna izin vermedi kendine çekti tekrar Sarp'ı. O da kısa bir öpücük bıraktığında ikisinin de aklından aynı şey geçti. Tek yaşayan Ahsen olduğu için ikisi de şu an Ahsen'in evine gidecek birlikte vakit geçirecekti.
Arabadan iner inmez yoğun kadın topluluğunu gören Ahsen, Sarp'a döndü. Sarp ise bu görüntüye alışkın olduğu için Ahsen'e güldü. "Gün yapıyorlar, asker eşleri."
İkisi de apartmana girecekken kadınların çıkan sesleri ikisini de durdurdu. "Sarp Bey!" diye bağıran kadınlar ikilinin etrafına toplanmıştı artık. "Sevgiliniz mi? Yeni mi geldiniz?" Tamamen Ahsen'e odaklı olurlarken Ahsen neler olduğunu çözmeye çalışıyordu ama kaşları çoktan çatılmıştı.
"Tekrardan gün yapmaya başlıyoruz isterseniz siz de gelin." Ahsen'e konuştuktan sonra Sarp'a döndü kadınlar. "İzin verirsiniz değil mi?"
Elleri havalandı Sarp'ın. "Ben izin verecek kadar yetkili değilim. Kararları o verir, bir şeyi yapmak isterse yapar zaten." Topu Ahsen'e attı.
Saniyelik gözleri kesiştiğinde Ahsen, Sarp'ın vermiş olduğu cevaptan etkilendiğini belli ederek dudaklarını büzüp kafasını salladı. Sarp buna yanıt olarak güldüğünde kadınlar Ahsen'in koluna girmeye çalıştı.
Ahsen kimseye zarar vermeden geri çekilmeye çalışıyordu, Sarp da bir anda olan şey yüzünden hem şaşkın hem de sinirliydi. Yeni yeni adını koydukları ilişkinin keyfini çıkarmaları için eve gitmeleri gerekiyordu Ahsen'in ona uzattığı kolu tutup kendine çekti.
"Kız gelsene, zaten evlenince yalnız kalmaya alışacaksın kaynaşırız." diyen kadına sinirle döndü.
"Ben Sarp Bey'in kontenjanından değilim yalnız." Ahsen'in kurduğu cümleden sonra kadınlar durdu. Sarp ile bakıştıklarında Sarp gözleriyle Ahsen'i işaret edince yeniden herkes pür dikkat Ahsen'e döndü.
"Görev yerim burası olduğu için bana ayrı tahsis edildi. Savcıyım ben, Sarp Bey de komşum, ayrıca sağ olun istemiyorum gün falan. Yapacak işlerim var." sinirlenmişti, bu yüzden sesi biraz sert çıkmıştı. Sinirlendiği nokta da direkt Sarp ile birlikte olduğu için burada olduğu düşüncesiydi. Hiç mi kendi başına oturan kadın yoktu burada?
Sarp daha da çekti kendine Ahsen'i. Kaşları çatık Ahsen etrafa sinirli bakışlarını göndermeye devam ederken Sarp elleriyle başını o yönden çevirdi. "Biraz sinirli bir kişiliği var siz gidin sonra kaynaşırsınız. Mesleki deformasyon." diyerek kadınları yanından uzaklaştıran Sarp bu söyledikleri yüzünden sırtına çimdikler yiyordu.
"Napıyorsun kız?" Giden kadınları gördüğünde Sarp'ın yüzüne döndü.
"Sen de bunlarla çok konuşma. Bu neydi böyle?" Kıskanan Ahsen'e gülmeye başladı ama Ahsen oldukça ciddiydi.
"Bunlar hep burada değiller güzelim. Eşleri tayin çıktıkça gidiyorlar tanımam etmem zaten." Ahsen'i sakinleştirmek için sarf ettiği sözlerle neyse ki Ahsen yumuşamıştı. Çekiştirildiği için değişik bir hal alan ceketinin kolunu görünce çekiştirip düzeltti. Tanımadığı, bilmediği kişilerle temaslı olmak hoşuna gitmiyordu.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Eve girer girmez rahatladım. "Aç mısın?" diye soran Sarp'a döndüm.
"Açım da evde bir şey yok ki? Dışarıdan söyleyelim." Dolaba baktım, boştu. Alışveriş yapmamıştım.
"Malzemeleri söyleyelim. Bugün sana yemeği ben yapacağım." Kaşlarım havalandı. Şaşkınlığımı görünce şaşırdı. "Zehirlemem seni Ahsen."
"Ne yemek yapacaksın?"
Telefonuyla uğraştı. Bir sandalye çekil beni oturttu. Yanağımdan bir makas aldı. "Bugün... Makarna, yanına güzel bir et yaparım, kuşkonmaz sever misin?" Başımı salladım.
"Makarna deyince salçalı bir makarnayla kapatacağız sanmıştım."
"O kadar da değil Ahsen, tek başıma yaşıyorum, yani şerefsiz Doruk'u saymazsak. Biz de biliyoruz üç beş bir şeyler." Fazla iddialı duruyordu, zehirlenmeyeceğime emin olmuştum.
Çok geçmeden siparişleri gelince ben hala aynı yerde oturuyordum. Poşetlerden çıkan malzemelere baktım. Mantarı görünce konuştum. "Sanırım gerçekten zehirliyeceksin..."
"Ne?" Benim baktığım yere baktı. Malzemelerin hangisinden bahsettiğime bakıyordu.
"Mantara alerjim var benim."
"Tamam koymayız onu." Mantarı alıp en ücra köşeye kaldırdı. Kollarını sıvayıp tezgahın başına geçince oturduğum yerden kalktım.
"Evet şefim yardıma ihtiyaç var mı?" Yanına gittim. Bugün şef oydu, ne derse onu yapacaktım.
"Makarna için yardım edebilirsin istersen." Bir önlük çıkarıp Sarp'a girdirmeye çalıştım ama heybetinden önlüğün bağlama ipleri kavuşmuyordu.
"Aman üstün kirlenirse değiştirirsin, evin yukarıda zaten." Önlüğü geri çıkardım. O, yemekle ilgileniyordu. Eli hızlıydı, şaşırdım.
Ben de tezgaha dayanıp onu izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Bir tavayı alıp üzerine zeytin yağını gezdirip ocağa koydu. Onun için soğan çıkartıp doğramaya başladığımda o da kuşkonmazları temizliyordu. Doğradığım soğanlar gözlerimi yakmaya başladığında kendi işini bitiren Sarp bıçağı elimden almak istedi. Uzattım ama almadı. Ne istediğini anlamadım, suratına baktım.
"Bıçağı masaya koy ben oradan alayım." dediğinde gülmeye başlamıştım. Bu adam gerçekten deliydi.
Dediğini yaptım bıçağı masaya bıraktım. "Cidden böyle şeylere inanıyor musun?" Kafasını iki yana sallamıştı, yalancı herif.
"İnanmıyorum ama konu sensen her şeyi göze almak zorundayım. Özellikle bugün kavga etmeyelim lütfen." Soğanları doğramaya devam etti. Ben de makarnayla ilgilenmeye başladığımda o tavadaki işine çoktan geçmişti.
"Gerçekten beni şaşırtıyorsun Sarp!" dedim. Hala karşımda yemek yaptığına inanamıyordum, gerçi hala sevgili olduğumuza da inanamıyordum. Dudaklarımda hala onun sıcaklığını hissediyordum. Uzun bir aradan sonra gerçekten sevgi gördüğüm ve bundan emin olduğum bir kişi tarafından öpülmek beni mutlu etmişti.
"Ne anlamda?" Hala yemeklerle uğraşıyordu, bana yaptırdığı pek bir iş yoktu hatta hiç yoktu. Soğanları bile elimden alıp ağlamayayım diye uzaklaştırmıştı.
"Bilmem her anlamda." Bunu dedikten sonra kafasını bana çevirdi. Arsızca gülümsemeye başladığında ne diyeceğini tahmin etmesem de vereceği mesajı tahmin edebiliyordum.
"Daha hiçbir şey görmedin Ahsen. Seni her anlamda daha çok şaşırtacağım." Kaşla göz arası başka bir tavaya geçti. Oraya da etleri attığında gördüğüm kadarıyla baya lezzetli bir menü vardı bugün. Benim için özel olarak hazırlanmış bir menü, özel bir şef tarafından.
"Eee bir şey iste de ben de sana yardım edeyim." Yanıma gelerek arkama geçti, omuzlarımdan tutup beni mutfaktaki masanın sandalyesinin önüne yürüttü. Bir sandalye çektiğinde oturmam için omuzlarıma hafif bir baskı yaptı. Oturmak zorunda kaldığımda o da işine geri döndü.
"Mantara alerjim var dedin, yiyince ne oluyor?" Bekletmeden cevap verdim.
"Nefes darlığım oluyor, boğazım kızarıyor. Miktarına göre daha da ilerisi." Sevgili babamın beni öldürme numaralarından bir diğeri de buydu. Cevap veremediğini anladığımda ortamı yumuşatmaya çalıştım. "Zaten tadı da güzel değil, hayatımdan pek bir şey eksilmedi." Gülme sesi geldiğinde hala yemeği yapmakla uğraşıyordu. Sessizce onu izlemeye devam ettim.
"Noldu bir sessizleştin?"
"Sadece tuhaf geliyor." dedim. Daha önce olan ilişkimle alakası yoktu bunların. Gerçi her şeyin başlangıcı güzel bir heyecanla başlıyordu. Sonunun o ilişkime benzememesi en büyük temennimdi.
"Ne tuhaf geliyor?" Yemekler hazırdı. Bana döndü.
"Bilmem. Şu an buradasın, sevgilimsin falan." Güldü eşek herif hem de baya baya güldü. Komik miydi?
"'Sevgilimsin falan' mı?" Kafamı salladım. Ne vardı bunda. Sevgili değil miydik lan? En son birini öpünce sevgili olduğun biliniyordu. Altı yılda değişmiş miydi lan bu prosedür? Boş boş baktım suratına. İyice rezil mi oluyordum şu an?
"Falanı fazla güzelim." dediğinde burnumu sıktı. Önüme koydu yemek tabağını, yanına tek tek çatalı, kaşığı ve bıçağı yerleştirdi. Karşıma oturdu. "Bak tadına. Nasıl olmuş?"
Fazla heyecanlıydı. Çok beklemeden yaptığı yemeğin tadına baktım. Kuşkonmaz pek yemezdim, Sarp'ın eli değdi diye mi bilmiyorum ama tadı çok güzel olmuştu. Yaptığı her şey güzeldi. "Çok güzel olmuş."
Bir anda şaşırdı. Sanki bu cevabı beklemiyormuş gibi. "Çok mu güzel?" Kendisi de tadına baktı.
"Sarp beni korkutuyorsun, kusmaktan hoşlanmam zehir etme yemeği."
"Yok yani güzel olur diye düşündüm ama çok güzel cevabını hak edecek kadar iyi yaptığımı düşünmemiştim." Kendi tabağından yemeye devam etti. "Gerçekten güzel olmuş bu." Güldüm. "Hayatım boyunca yaptığın en iyi yemek bu."
"Eline sağlık."
"Afiyet olsun."
Uzun zamandır en mutlu olduğum günlerden biri olabilirdi. Sessizce sadece birbirimize bakarak yemeğimizi yemiştik. Kendimi rahat hissettiğim, uyumasam da dinlendiğimi hissettiğim bir gündü.
Bittiğinde ise ikimiz beraber ortalığı toparladığımızda daha fazla mutfakta durmadık, salona geçtik. Film izlemeye karar verdiğimizde saat çoktan akşam olmuştu ama ikimizin de, özellikle Sarp'ın şu anlık işi olmadığı için rahatça takılıyorduk. Film seçtiğimiz de yan yana uzanıp izlemek isterken kapının çalmasıyla ikimizde olduğumuz yerde kaldık.
"Birini mi bekliyordun?" diyen Sarp'a kafamı iki yana sallayarak cevap verdim.
"Beklemiyordum. Bekle ben bakıp geleyim." Kapıya bakmaya giderken beni durdurdu.
"Ben giderim sen bekle burada." Bekleyemezdim valla ben de peşinden gittim. Kapının deliğine eğilip baktığında bana döndü. "Kimmiş?" dedim.
"Abin!" dedi. Abim mi? Şaşırmıştım, buraya anahtar için geleceğini biliyordum ama şu an olduğundan haberi yoktu. Biliyor muydu benim yaşadığımı. Sarp'la göz göze geldim.
Kapıyı bir kez daha çaldı. O an aklıma gelen Sarp'la gözlerim iyice büyüdü. Sarp buradaydı. Elimle sırtına dayayıp ittirdim odama doğru. Odamdan içeriye Sarp'ı attıktan sonra kısa bir konuşma yaptım. "Sakın çıkma!" Bir şey demesini beklemeden kapımı kapatıp dış kapıya koştum.
Daha fazla beklemeden kapıyı açtığımda karşımda tansiyonu düşüp sarsılan, eli ayağı boşalan abimi anında yakalamak zorunda kalmıştım. Dokunuşumla iyice fenalaşmıştı. Zar zor da olsa içeriye taşımış koltuğa oturtmuştum. "Abi?" dediğimde yarı baygın kafayla hala benim gerçek olup olmadığımı çözmek için arada sırada dokunuyordu.
"İyi misin?" Yanaklarına hafifçe vurdum. Kendine gelmesi gerekiyordu. Panik oldum. Yine kapı çaldığında koltukta abimi bırakıp yine kapıya koştum. Kimin geldiğine bakmadan kapıyı açtığımda bu sefer de Demir albay vardı. "Albayım?" dedim endişeli yüz ifademle. Olayı hemen anlamış olacak ki kafasını eğerek salonda yatar pozisyonda fenalaşan abimi görebilmişti.
"Bayıldı mı?" diye sorduğunda hemen cevapladım, bir yandan da içeriye girmesi için yol verdim.
"Onun gibi bir şey oldu." Kolonya da tutmuştum burnuna ama hala tık yoktu. Demir albayım da salona abimin yanına geçince biraz da o tokatladı abimi. Kıyamam ne hale gelmişti. "Siz mi söylediniz burada olduğumu?" Abimin yanındaydım.
"Geleceğini söyledi, senin yaşadığını henüz söylememiştim. Evin önünde beklemesini söylemiştim..." O da olayı bana açıklamaya çalışıyordu.
"Abi?" Rengi solmuştu.
Yine elini kaldırıp bana dokundu. Kollarından tutup oturma pozisyonuna getirdiğimde biraz da olsa kendindeydi. "Dide?"
"Abi." Beni çekip sarıldığı an vücudunun sarsılışından ağladığını anlamıştım. Kafasını boynuma gömdü. Sıkı sıkı sarılıyordu.
Demir albay bir suyla geldiğinde abime uzattı. Toparlanması için biraz daha zaman tanıdım ona.
Yine kapı çaldı. Bu sefer bakmadan açtığımda yine sarsılan biri vardı, Azra. Neyse ki hemen yanında Doruk tutmuştu Azra'yı. "Dide..."
İçeriye geçtiklerinde bir süre herkesin toparlanması için sessizce bekledik. Ortalık fazla karışıktı, sebep bendim, herkesin ölü bildiği kişinin yaşıyor olması da sarsılmayacak şey değildi. Telefonuma gelen mesaja baktım.
Sarp: Noluyor? Kaldım burada, çıkayım mı?
Ben: Sakın! Kal orada sakın çıkma Sarp. Ev doldu.
Sarp: Ne demek ev doldu? Kim var?
"Dide?" Abimin sesiyle telefonu kapattım, Sarp'a cevap veremeden abime dönmek zorunda kalmıştım.
"Abi?" Azra'ya baktım o da kendine gelmişti. Artık anlatma vaktiydi ama abim geldiğine göre burada kalacaktı. Sarp da ya çaktırmadan çıkacak ya da burada kalacaktı.
Bir cevap bekliyordu. Mantıklı bir açıklama yapmam gerekiyor ama gerçeğin gizliliğini de saklamam gerekiyordu. Gerçeği bilen bir Demir albay vardı. "Devletin uygun gördüğü bir şeydi. İskender Atay peşimdeymiş. Devlet de beni saklamak için yaptı, bir yer ayarladılar, orada kaldım. Özür dilerim abi, söylememem için uyarıldım." Yanına gidip göğsüne sindim. Özlemiştim onu. Üzdüğüm için de kendimi fazla suçlu hissediyordum.
Anında bana sarıldı. "Yaşıyorsun..." Başım hala göğsündeyken başımı salladım. "Buradasın abicim." Kendi kendine bu durumu idrak etmeye, kabullenmeye çalışıyordu. Saçlarımdan öptü.
Hala bana bakan Azra'yla göz göze geldim. Hala şok içinde hareketsiz duruyordu. Ona haber veren Doruk'tu. Alıp direkt karşıma çıkartması ne kadar mantıklıydı bilmiyordum ama bence hiç mantıklı bir hareket değildi. Kendisi beni görünce kalpten gidecekken bu davranış dengeli bir hareket değildi.
"Özür dilerim..." Azra'ya da sarıldım.
O da ağlayarak sarılıyordu. Kulağına fısıldadım. "Davayı kazandın mı?" Kafasını kaldırmadan hala bana sarılırken salladı. Tekrar konuştum. "Teşekkür ederim miniğim." Boynumdaki kolları sıkılaştı. Gözlerim salonda oturan kişiye kaydığında bir tuhaf hissettim. Demir albayım tuhaf bakıyordu, kötü bir bakış değildi ama anlamıyordum.
"Burada mı?" diyen abime döndüm. İskender'den bahsediyordu.
"Burada, ben ilgileniyorum."
"Bir şey yapamaz değil mi?" Abim endişeyle bana bakıyordu. İşlerimin nasıl ilerlediğinden hiçbir zaman bahsetmediğim için sürekli tehdit edildiğimi ya da daha önce de ölüm emrimin çıktığını bilmiyordu. Endişesi bu yüzdendi ama şu an İskender diğerlerinden daha kolay bir işti benim için. Her şeyini biliyordum ve bildiğimi o da biliyordu. Sorun çıkmayacaktı, çıkamazdı.
"Bir şey yapamaz abi." Güven vererek gülümsedim. Azra ayaklandığında odamdaki Sarp'la panik oldum. "Nereye?" dedim bir anda.
"Çay koyacağım." dedi. Şaşırtmıştı bu tepkim, daha fazla batmamak için kafamı sallayıp onayladım ama ben de gittim peşinden. Buradakilerin biraz daha kalıcı olduğunu anladım.
"O kadar mutluyum ki Dide." dedi, yine sarıldı bana. Bende sıkıca sarıldığımda yüzümde kocaman bir tebessüm oluştu.
Çocukluğumdan beri yanımda olan kan bağım olmamasına rağmen kardeşim olarak gördüğüm kişiydi Azra. En yakın arkadaşım değil canımdı. Çocukluğumun en güzel anlarında yer alan kişiydi.
Saçlarına öpücük kondurdum. "Ee dava nasıl geçti?" diye sordum Sarp'ı merak ediyordum, minik Sarp'ı.
"Bana mesaj attı sen demişsin." Kafamı salladım. "Beş ay önce falan değildi, değil mi?" yine kafamı salladım. Değildi.
"Gizli kalması gerekiyordu miniğim özür dilerim." Karşımda bana gülümsedi. Sonra da anlatmaya başladı.
"Her bilgiyi topladım, kamera kayıtlarını... Her şeyi." Başaracağından zaten emindim, bu onun için çocuk oyuncağıydı.
"Adamın bir donunu almadığımız kalmıştı Dide. Adamın tipini görmen gerekiyordu." dediğinde kahkaha atıyordu. O sırada odamdan çıkan sesle yine panik oldum. Azra kaşları çatık bir şekilde odamın kapalı kapısına baktı.
"Odandan ses mi geldi?" dediğinde iyice panik oldum.
"Cam! Cam açıktı rüzgar falan yapmıştır ben kapatırım şimdi." dediğimde odama gittim.
Kapıyı açar açmaz sırt üstü yatağıma yatıp oflayarak tavanı izleyen Sarp'ı gördüm. İçeriye girdiğim an bana baktığında ayağa kalktı. "Sonunda geldin, gittiler mi?"
"Ne gelmesi Sarp. Gitmediler, Azra çay koyuyor. Ses çıkartma." Suratı sinirden kıpkırmızı olduğunda gülmemek için zor tuttum. Daha bir saat bile olmamıştı.
"Ne çayı Ahsen?" Yapacak bir şeyim yoktu. Kimseyi de kovamazdım mecbur bekleyecekti.
"Çay işte Sarp, bildiğin çay. Hadi ben gidiyorum, ses çıkartma lütfen!" Sinirli sinirli bakıyordu, sakinleşmesi gerekiyordu.
"Abim burada olduğuna göre bu gece burada kalır, seni bir şekil çıkaracağım ama tamam mı?" Hala tık yoktu adamda, hala aynı öfkeli bakışlarıyla kapıya bakıyordu. Bu bakışlar bana ya da kapıya değildi biliyordum, içeridekilereydi. "O haşin suratını düzelt."
Ayakta dikildiğini görünce yatağa geri oturttum. Bakışları bana döndüğünde düzeldi. Yanağından öptüm. "Ses çıkartma bekle tamam mı?"
Yalvaran bakışlarıyla bana bakmaya devam etti. "Öpersen sessizce beklerim." dedi. Fırsatçıydı. İnatçıydı, dediğini yaptım, istediği öpücüğü verdim. Bekletmeden öptüm dudağından, hızlı bir öpücük olmasını planlarken belime sarılan elleri ondan uzaklaşmamı engellemişti. Daha sert ve uzun bir öpücük için sıkıca tutuyordu beni. Yanaklarına çıkan ellerimle ben de onu iyice kendime çektim. Derin bir öpücükten sonra dudaklarımız birbirinden ayrıldığında keyfi yerine gelmişti.
Elini ağzına götürüp fermuar kapatır gibi kapatıp yatakta geriye attı kendini. Tavana bakarak salakça gülmeye devam ederken odadan çıktım. Salona geri döndüm.
"Abim'i de çağırsam sorun olur mu?" diyen Doruk bana bakıyordu.
Ah be Doruk, abiciğin zaten burada. Sizin gitmenizi bekliyor.
"Tabii. Çağırabilirsin sorun olmaz." dedim. Sonuçta kimse burada olduğunu bilmiyordu, verilecek en iyi cevap da bu olurdu.
Telefonunu çıkarttığında yine benim kalp ritimleri hızlanmaya başladı. Ararsa, zil sesiyle patlardım. Neyse ki aramadı, mesaj attı.
Bir süre sonra telefonun bakan Doruk muhtemelen Sarp'ın ona attığı mesajı okuyordu. Telefondan başını kaldırıp bana baktığında o an sıçtığımı anladım.
Senin ağzının ta orta yerine en büyük kürekle vurayım emi Sarp!
Gülümsemek zorunda olduğumda suratına suratına güldüm Doruk'un. O da aynı gülüşü bana yaptığında eve göz gezdirdi. Abisini arıyordu.
Bir süre sonra çaylar içilmeye başladığında yine odamdan ses duyuldu. Bu sefer de Demir albayım bana döndü. "İçeriden ses mi geldi?" Kafamı iki yana salladığımda bana şaşırmış bir ifadeyle baktı. Salak mıydım ben? Bariz çıkan sesin olmadığını söylemiştim.
"Yani camdır. Kapatmıştım aslında yine açılmış. Biraz zor kapanıyor o." dedim. Ayaklandığında abim de Demir albayım da aynı anda konuştu. "Biz kapatalım mı?"
"Yok! Teşekkür ederim ben şimdi kapatırım. Bu sefer biraz daha sert kapatırım, gerekirse kırarım. Hemen geliyorum." Koşar adım yine odama girdim. Bu sefer de odamı talan etmiş, etrafı karıştırıyordu. Tüm kitaplarımı yatağıma serpmiş yatakta onları inceliyordu.
"Sarp!" diye sertçe fısıldadım. Bana döndüğünde gülümsedi. "Geldin mi? Hoş geldin." yine kitaplara döndü. Bilerek ses çıkarıyordu. "Hani sessiz olacaktın?" Kafasını yine kaldırdı kitaplardan bana baktı. "O öpücüğe ancak bu kadar sakin kalabiliyorum güzelim."
Gerçekten fırsatçı köpeğin tekiydi. Daha fazlası için bilerek yapıyordu.
"Bana bak, bir kez daha çıt çıkarırsan döverim seni!" ciddiydim ama hala gülüyordu. Tamam bordo bereli olabilirdi ama bizim de bir ağırlığımız vardı.
Yanına yaklaştığımda gülüşü daha da arttı. O benden öpücük beklerken ensesine bir şamar yemesi anlık gelişti. "Doruk'a ne mesajı attın da anladı?" Yutkundu, bir anda gülüşü solduğunda bana bakışını sürdürdü.
"Çayını iç evi boşalt dedim." dedi. Elimi başıma vurdum. Yatak odasında tıkılı kaldım dese, gerçeği söylese daha az yanlış anlaşılırdı. Şu an yakasından tutup dışarıya atmak istiyordum ama içeridekilere dua etsindi gerçekten.
Elimi ağzına götürüp kapattığımda sinirle konuştu. "O çenen bir kez daha açılır içeriye ses verirse seni mahvederim Sarp. Duydun mu beni?" Gözlerini devirdi. Tamam sıkılmakta haklıydı ama ben de sıkılıyordum bir de sürekli diken üstünde hissediyordum.
Bana deseler odada kal diye kırk gün kırk gece kalabilirdim, ben alışkındım. O değildi ama biraz da onun sabretmesi gerekiyordu.
Göz devirince kendimi daha da diken üstünde hissedince daha farklı bir şey denedim. Eğildim gözlerine baktım. "Sen şimdi beni bekle, birazdan kalkarlar zaten abim de tuvalete falan girince ben seni çıkartırım evden gidersin." sesim daha sakin çıkıyordu. Bana olan bakışları konuşmamdan dolayı ve yakınlıkta dolayı yumuşayınca gülümsedim. Daha da yumuşadı.
İçeriye gitmek için hareketlendim. "Öpmeyecek misin?" diye sordu.
"Şimdi bir öpeceğim seni!" Sinirli imâmı başını sağa eğerek izledi.
"Bir tane, minik." İsteğini parmağıyla daha da güçlendiriyordu.
Kafamı iki yana salladım. "Geleceğim Sarp." Kapıyı açtım çıktım odadan ama son söylediğini de duydum.
"Günah ama be!" Güldüm.
***
Tahmin ettiğim şey oldu. Evdekiler evden gitti ama tabii ki abim buradaydı ve burada kalacaktı. Tuvalete gitmesini ne kadar beklesem de gitmiyordu. Saat gece bir olduğunda uykum gelmişti. Mecbur burada kalacaktı Sarp. Bu sürede bir odama bir salona mekik dokudum, yorulmuştum. "Ben yatıyorum abi."
Televizyondan film açmış onu izliyordu. "İyi geceler bir tanem." dediğinde yanıma gelip saçlarımdan öptü. "Bekle yatmadan yastık falan alayım." Bir anda ilerleyince kafamı gittiği yere çevirdim.
Odama gidiyordu, hızla peşinden gittim, önüne geçtim. "Ben veririm abi. Bekle sen burada."
Ufak bir işkillendi. Gözleri kısıldı. "Ben alırım Dide."
"Ben veririm abi. İçeride dava dosyalarım falan açık saçık iyice dağılmasın. Bir de gizlilik yüzünden gösteremem." Aklıma gelen ilk yalanı sıktım. Normalde böyle salakça yalanlar söylemezdim ama bugün bu konuda oldukça berbattım.
"Bakmam dosyana falan. Zaten anlamıyorum." O da ısrar ediyordu. Yine hareketlenince yeniden önüne geçtim.
"Dağınık oda abi, bekle sana ben vereyim." Sonunda kabullendi. Hemen içeriye girdim bana bakan Sarp'a bakmadan çabucak nevresimlik şeyleri alıp kapının önünde dikilen abimin eline tutuşturdum. "İyi geceler abi!"
"İyi geceler." Odaya gidip elindekileri bıraktı. Ardından yine açtığı filmi bitirmeye inat ettiği için salona geri döndü. Ben de odama girip kapıyı sessizce kilitledim.
"Kaldın burada." dedim. Çıkaramazdım. Abimin ne zaman yatacağı belli olmazdı, onu bekleyecek kadar enerjik değildim uyumam gerekiyordu.
"Tamam uyuruz birlikte." Yüzü gülmeye başladı Sarp'ın.
"Sen yerde yatıyorsun." dediğimde anında doğruldu yatakta.
"Valla yatamam, sırtım zaten hala ağrıyor cezamı çektim bırak ödülümü yaşayayım da yatakta uyuyayım." Masum masum bakıyordu gözlerime.
"Biz de senin yüzünden ceza çektik Sarp. Benim de boynum ağrıdı." Üstelik üzerimi değiştirmem gerekiyordu.
"Ee tamam işte birlikte şurada yatalım uyuyalım mışıl mışıl. Ben yerde yat demiyorum zaten. Madem birlikte ceza çektik ödülü de birlikte çekelim be güzelim."
"Yok bi de yerde yatırsaydın Sarp." yanına ilerledim. "Tamam yat arkanı dön, ört kafanı. Üzerimi değiştireceğim." Çapkın gülüşünü göz devirdim kafasını duvardan tarafa çevirip önce yastığı kafasına fırlatıp yorganı da üzerine çektim.
"Oha, abartma!" Sabahtan beri fısıldaşarak konuşurken bunu biraz sesli söylemişti. Neyse ki ağzı yüzü kapalı olduğundan içeriye gitmeyecek şekilde çıkmıştı.
Hızlı giyinmeye çalıştım. Üzerimi giyerken yara izime dokunan elle gerildim. Arkamı dönmeden bu sefer de dudaklarını hissettim, hemen yara izlerimin üstünde. Oradan boynuma geçti dudakları.
Ona döndüm. Yüzüme baktığındaki ifadesiyle içim acıdı, bakışları sanki izlerimin tüm acısını çekiyor gibiydi. Daha fazla mutsuzluk istemiyordum. "Sarp yapma şöyle." Bu sefer de bakışları belime indi. Patlamada olan kesiğe baktı sonra da iç tarafına, karnıma geçti. Kaşları yine çatıldı.
"Buraya ne oldu?" Parmakları yara izimde gezindi.
"Pergel saplandı." Lafı gevelemenin bir anlamı yoktu, cevabı alana kadar susmayacağını bildiğim için söylüyordum her şeyi.
"O mu yaptı?" Kimden bahsettiğini bilmiyordum. Karışmıştı iki kişi.
"Babam yaptı." dedim. Elleri hala gezinince ellerini tuttum, belimi sarması için belime yerleştirdim. Parmak uçlarıma yükselip ben de yanaklarına en son da dudağına öpücük bıraktım. "Geçti gitti, unuttum bile." Unutmamıştım, o da biliyordu ama sustu. Gülümsedi bana.
Üzerimi hala giymediğim için sütyenimle duruyordum karşısında gözleri göğüslerime kaydı.
"Dantelli, en sevdiğim." diye konuşunca kaşlarım havalandı. Ellerim boynuna kaydı, ensesindeki saçlarıyla oynadım.
"Demek en sevdiğin." Kafasını sallayarak onayladı.
"Kaç kere gördün de en sevdiğin olduğuna karar verdin?" Boynundaki ellerim iki kulağını tutup bükmüştü. Yüzündeki çapkın bakış sekteye uğradı.
"Görmedim. Bir seninkileri gördüm o da şimdi. Şu andan itibaren en sevdiklerim bu, diğerlerini görmedim o yüzden yani." Kaşlarım hala havada bakışlarımı sürdürüyor onu dinliyordum. "Bir ara hepsini denersin en sevdiğimi seçerim ama şu an bunlar." İnce siyah dantelli bir sütyendi üzerimdeki.
Ellerim göğsüne indi, ittirdim yatağa. Kendimden uzaklaştırdım. Üzerime giymek için kırk takla attığım tişörtü sonunda geçirdim. O da üzerini çıkartmış altındaki pantolonun kemerini çözüyordu. İşi bittiğinde yatağın sol köşesine geçerek önünde bana yer açmış bekliyordu. Yanına uzandığım an ellerini sırtıma doladı, iyice göğsüne çekti. Çıplak tenine değen yanağımla sıcaklığını hissettiğimde tebessümle gözlerimi kapattım. Tek temennim bu gece babamın beni rahat bırakmasıydı çünkü henüz bunu bilsin istemiyordu. Daha demin yara izi olayını kapatmışken yeni bir endişeye yer yoktu.
***
Bugün yeterince akla gelmişken Ali'nin Ahsen'i rüyasında rahat bırakması mümkün olmamıştı. Ahsen'in fiziksel acısını hatırlatmaya devam etti, kötü anılar kabusa dönüştü.
***
Veli toplantım vardı annemin gelmesini bekliyordum. Dışarıda Ege, Berkin, Zeynep ve ben bir köşede oturuyorduk. Ege'nin ve benim velim dışında Berkin ve Zeynep'in velileri gelmişti. Kapıdan içeriye Ege'nin babası girdiğinde hepimiz şaşırmıştık. Ege'nin babası pek ilgili biri değildi. Buraya öylesine dinleyip gitmek için geldiğine emindik.
Annem de hala gelmemişti ve bu konuda endişelenmiştim. Normalde veli toplantılarıma asla geç kalmazdı ve toplantının başlamasına iki dakika falan kalmıştı. O an kapıdan giren kişiyle yine hepimiz şaşırdık ama bu şaşkınlık beni korkutmuştu. Benimle birlikte yutkunan arkadaşlarımla birlikte babamın okula girişini izliyorduk. Kısa bir anlık başını çevirip benim olduğum yere baktı. Göz göze geldiğimiz an bu okuldan çıkışın benim için iyi sonuçlar doğurmayacağını sadece ben değil arkadaşlarım da anlamıştı. Yeniden önüne dönerek yürümeye devam etti ve içeriye girdi.
Yanımda konuştuklarını fark etsem de ne dediklerini anlamadığım arkadaşlarım bana bir şeyler söylüyordu. Benim tek düşünce bir saat sonra bitecek veli toplantısı sonrası yaşayacağım acıydı. Annem geldi aklıma o neredeydi?
Telefonumla annemi aradım. Açmadı. Abime geçtim bu sefer de. Aramayı reddedip mesaj attığında ben de hemen yazdım.
Mete: Noldu abicim bir sorun mu var?
Dide: Annem telefonlarımı açmıyor ve babam veli toplantıma geldi.
Mete: Babam mı?
Dide: Evet içeri girdi. Toplantıma.
Mete: Sen neredesin?
Dide: Okulun bahçesinde. Gördü beni abi. Bana baktı.
Mete: Dide uzaktayım abicim gelmeye çalışacağım ama çık okuldan. Beste teyzemlere git.
Dide: Tamam.
Dediğini yapmak için ayaklandım. Çantam içeride sınıfımdaydı, toplantı o sınıfta değildi o yüzden çantamı almak için içeriye girdim. Ege peşimden geliyordu, durdurdum. "Dışarıya çık Ege. Bir şey olursa zarar görmeni istemiyorum." Israrla peşimden gelmeye devam ediyordu. Çantamı aldığımda sınıftan tam çıkarken kapının önünde yerde yatan Ege'nin yanına koştum. Eliyle burnunu tutuyordu.
"Ege!" Bana döndü seslenmemle.
Kaldırdığı eli kanlıydı. "Baban burada gelme Dide!" Yanına eğildim burnuna baktım. Etrafa baktım kamera görüyor mu diye yoktu kamera. Kenarda kalıyordu burası. Babamın burayı bilerek seçtiği de belliydi.
"İyi misin?" Gözleri arkama kaydığında arkama dönmeme fırsat kalmadan ensemi sertçe tutup sıkan elin sahibiyle arağa kalktım. Beni çekiştirmeye başladığında gözlerim hala yerdeki Ege'deydi. "Özür dilerim." diye bağırdım.
Ensemdeki el kolumu daha yumuşak sıkınca babama döndüm. "Şuradan bir çıkalım seni geberteceğim."
"Ne yaptım yine baba?" Toplantıya girmemişti. Etrafa baktığımda gördüğüm kameralarla anladım tutuşunun neden ensemden koluma geçtiğini. Hala içten içten canımı yakmaya devam ediyordu ama genelde verdiği acıdan kat kat daha hafifti.
"Sevgili mi yaptın? Ben seni okula göndermek istemiyorken sen okula gelip erkeklerle mi sürtüyorsun, peşine de takmışsın. Ne yapacaktınız sınıfta sevişecek miydiniz?"
"Baba arkadaşım o. Sevgilim yok, yemin ederim." Okuldan çıkmıştık. Bahçedeki arkadaşlarımla göz göze geldim. İkisi de ayaklandı. Elimle durdurdum.
"Bak şu orospuya, iki erkek bir de. Bundan sonra okul falan yok sana!" Arabasının kapısını açıp arka kapıdan beni içeriye fırlattı. Kafamı sertçe diğer taraftaki kapıya çarptığımda gözlerim dolmaya başladı. Kimseden bana yardım gelmiyordu. Kimse ses çıkarmıyordu.
Kafamın kenarından süzülen kanı temizleyemedim bile sertçe kapıyı kapatıp ön koltuğa geçti. Sürmeye başladığında evimin yolunu bildiğimden bu yolun eve gitmediğini, başka bir yere gittiğimizi anladım. Sanıyordum ki bu benim için son düzlüktü. Şu andan itibaren yaşamam bir mucize gibi geliyordu.
Tek düşüncem Ege'ydi. Ona zarar vermişti, benim yüzümden olmuştu.
Kafama aldığım darbe yüzünden gözlerim kayıyordu. Sanırım babamın öldürmesine kalmadan arabada geberip gidecektim. "Bir de peşine erkek takmış ya! Ne bok yiyecektiniz o sınıfta?" Hastaneye gelince o an babamın beni düşündüğünü sanmıştım. Arabadan yine çekiştirerek indirdi beni.
"Kontrol yapılacak. Acil." Yine sürüklemeye çalıştı. Bir odaya soktu beni. Doktorun gelmesini bekledik. İçeriye giren doktor kafama bakmak için eğildiğinde babam durdurdu.
"Başını değil." Gözleriyle kasıklarımı gösterdi. "Kontrol edeceksiniz. Şimdi!" Yaptığı muamele yüzünden ağlamaya başladım. Ağlayışlarım hıçkırıklara dönüşünce sesime dayanamayan ve sinirlenen babam dışarıya çıktı. On sekiz yaşında olmadığım için babamın dediği oluyordu. Sedyede eteğimi çıkarttım.
"Biri bir şey mi yaptı?" dedi beni kontrol edecek kadın. Kafamı iki yana salladım. Ağlamaktan sesim çıkmıyordu. "Sorun yok, üstünü giyin, bakmayacağım."
Üzerimi hemen giydim. Dakikalar sonra odaya dalan babam yine kolumdan tutup dışarıya çıkarttı. Gözlerim ayağa kalkmamla yine karardı. Kendimi tutamadım ama yere düşmedim. Bilincim hala açıktı ama hiçbir şeyi hissetmiyordum.
Birinin sesini duydum. "Getirin bakalım." Ardından babamın sesini duydum. "Gerek yok. Bir şeyi yok arada bir ilgi çekmek için yapıyor. Bilerek yani."
Yeniden arabaya bindim. "Zamanında yetiştim sanırım. Yapmamışsın. Ben gelmeseydim ne olacaktı?" Benim onu duyduğumu biliyordu, cevap veremeyeceğimi de.
Kafamdaki ıslak kan hala sıcacıktı ve akmaya devam ediyordu. Çeneme kadar uzandı kanamam. O sırada araba durdu. Hala halim yoktu, gözlerim kapalıydı. Kapım açıldı, itti yine aşağıya. Yere kapaklandığımda bile tepki verecek gücüm yoktu. Yine havalandım, bir süre sonra yere bırakıldım. Ev değildi. Saçlarıma değen şeyler toprak ve çimendi kokusunu alabiliyordum.
Üzerime çöken ağırlığı bile çok az hissediyordum ama kemiklerimin içime içime batmasıyla babamın üzerimde olduğunu biliyordum. Elleri boğazımı sardı, sıkmaya başladı. Hayatta olduğuma dair verdiğim tek belirtim nefes alıp vermemken onu da elimden alıyordu. Öleceğimi düşündüğüm için belki bırakır diye son gücümü bu iki kelime için kullandım. "Özür dilerim." Kesik çıkan sesimle nefesim kesildi. Artık duyduğum sesler de boğazımdaki ellerin hissi de yavaş yavaş gidiyordu.
Hayır giden onlar değildi, giden bendim. Gidiyordum.
Son anda ciğerlerime anında dolan havayla öksürmeye başladım. Sesleri yine duymaya başladım. Rüzgarın sesi kulaklarıma doldu hemen sonra abimin sesi.
"Dide? Abicim geldim. Gözlerini aç lütfen!" Ellerini hissediyordum. Yanaklarımdan başıma çıktı. Yarama değdiğinde ince bir sızıyla yüzüm buruştu. Abimin derin nefesini duydum. Sıcak dudaklarını alnımda hissettim. Yine beni hayata döndüren oydu. Beni son anda yine bulmuştu.
***
"Ahsen!" Kolları arasında sabahtan beri sıçrayıp duran bir türlü uyanmayan sevgilisini sarsıyordu Sarp. Uyandırmaya çalışıyordu ama uyandıramıyordu. Endişeyle daha sert sarsmaya başladı. Şu an uyanmazsa korkudan kalpten gidecekti Sarp.
Bir anda onu tutan ellerle korkup uyanan Ahsen karşısında gördüğü yüzle derin nefesler almaya başladı. "Sarp!"
Ahsen'in uyandığını gören Sarp, Ahsen'e sardığı kollarıyla kendine çekip daha çok sarıldı. Ahsen'in kulaklarına dolan Sarp'ın kalbi korkudan bir hayli hızlı atıyordu. "Kabustu güzelim. Bir şey yok!" Ahsen de kollarını Sarp'ın boynuna sarıp başını Sarp'ın boynuna gömdü. İkisinin de sakinleşmesi gerekiyordu.
İçeriden gelen sesle ikisi de kulaklarını içeriden gelen sese verdi. Mete'nin sesi geliyordu. "Geliyorum."
Sarp ile Ahsen'in bakışları birbirini buldu. Anında ikisi de yataktan kalktı. Sarp üzerini giyinip beline kemerini takmakla uğraşırken Ahsen de üzerini değiştirmeye çalışıyordu. Bir şeylerin olduğunu anlamıştılar. Mete'nin Diyarbakır hakkında bir bilgisinin olmadığını Sarp da Ahsen de biliyordu. Kime 'Geliyorum.' dediğini öğrenmenin tek bir yolu vardı. Üzerlerini giyindikten sonra dış kapının sesinin gelmesini beklediler.
*
Lojman kapısının hemen dışında duran taksiye bindi Mete. Ahsen ve Sarp da, Sarp'ın arabasına atladı. Sarp pek dibinden olmasa da taksinin peşinden giderken rahattı. Mete, Sarp'ı da arabasını da bilmiyordu.
Bir süre sonra eski bir evin önünde durdu taksi. Ahsen'in kaşları çatıldı. "Burası ne alaka?" diyen Sarp'a döndü.
"Bilmiyorum birazdan öğreniriz." Yaklaşık iki, üç dakika sonra gelen kişiyle bu sefer ikisi de şaşırdı. Demir albayla Mete sarılıyordu. İçeriye girdiler, çok geçmeden Ahsen ve Sarp da arabadan inip içeriye yaklaştı. İçeriye baktıklarında kimseyi göremeyince onlarda içeriye adımladı. Bir aralık kapının ardından gelen sesle durdular.
"Ben Ahsen'in hastane kayıtlarını görünce dayanamadım. Cenazesinde yakalayıp buraya getirtmiştim." Demir'in sesi geliyordu. Ahsen kafasını biraz daha uzatıp içeriye baktı. Yerde yatan adamı gördüğü an kafasını geri çekti. Bir eliyle ağzını kapatıp diğeriyle sıkışan kalbini tuttuğunda arkasındaki duvara yaslandı.
Az önceki kabusunun sahibi, yıllardır peşini bir türlü bırakmayan, hayatını mahveden adam içerideydi. Annesinin canını alan, Ahsen'i annesiz bırakıp az kalsın onu öldüren kişi, Ali KORKMAZ buradaydı. Sarp eğildi Ahsen'e sarıldı. Ne olduğunu öğrenmek istiyordu ama Ahsen'in halini görünce önce onu toparlaması gerekiyordu. "Ne oldu? Ne gördün güzelim?"
Ahsen, Dide'ye dönüşmüştü. Sesi çıkmıyordu, hala bir eli ağzındaydı, sıkı sıkı tutuyordu.
Sarp, Ahsen'in önüne geçip o da baktı içeriye. Yaşlandığı bariz belli olan ama hala hatırladığı öğretmenini gördü. Ahsen'e geri döndü. Elini ağzına kapatarak nefesini kesen Ahsen'in elini çekti ağzından. Yanaklarını kavrayarak ona bakmasını sağladı. "Bana bak Ahsen! Bir şey yapamaz, ben buradayım. Bir şey yapmasına müsaade etmem güzelim. Sana dokunamaz." Sakinleştirmeye çalışıyordu ama Ahsen onu duyacak kafada değildi. Kendine çekti Ahsen'i, Sarp da dayandı kırık dökük duvara.
İçeriden sesler geliyordu. "Kaldır o kafanı, kaldır!" Mete'nin sesiydi. "Oğlum." dedi Ali, Mete'ye bakarak.
Yıllar sonra ilk kez babasının sesini canlı canlı duydu Ahsen. Daha da sindi Sarp'ın göğsüne. Sarp da sıkıca sardı ona sokulan bu vücudu.
"Oğlum ben yapmadım. Kızımı ben öldürmedim yemin ederim." Kızım demişti. Ahsen bu sözü duyduğunda ondan mı bahsediyor ona bile hala emin değildi. Babası ona hiç kızım demediği için başka bir kız çocuğu olduğunu düşündü, ona diyor sandı.
"O senin kızın değil, benim kızım." diyen sesle başını koyduğu omuzdan kaldırdı. 'Demir albayın kızına kızım mı diyordu? Onun zaten bir kızı varken neden başka birinin kızına baba olmak istiyor?' diye düşündü.
"Ne?" dedi Ali'nin sesi.
"Doğru duydun baba. Test yaptırmış Demir baba." Sarp da neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. Mete'nin Demir'e karşı samimiyetini anlamıyorlardı.
Demir baba derken neyden bahsediyorlardı diye düşündü ikisi de.
"Dide'nin babası sen değilsin baba. Gerçek babası Demir baba. Bu da test sonucu..." O an duyulan o cümleyle hayatının şokunu yaşadı Ahsen. Dondu kaldı.
"Hayır! Ahsen benim kızım!" Ali bağırmaya başladığında adım sesleri gelmeye başladı. "Ahsen benim kızım duydunuz mu? Yıllar sonra aklım yeni başıma geldi, özür dileyemedim gitti ama bundan sonra kimse alamaz benden. O benim kızım!" Sert bir darbe sesiyle Ali'nin sesi kesildi.
Adım sesleri yaklaşmaya başlayınca Sarp hala donup kalan sevgilisini kucaklayıp dışarıya çıktı. Arabanın kapısını açıp Ahsen'i oturttu. Hemen kendini yanına attı. "Ahsen?"
Ahsen az önce babasının burada oluşunu öğrendikten hemen sonra o kişinin babası olmadığını ve asıl babasının Demir olduğunu öğrendikten hemen sonra kendinde değildi. En çok kırgınlığı da tüm her şeyi bilen abisinin ona hiçbir şey söylememesiydi.
"Bekle Sarp." dedi sadece. Mete ve Demir kapıdan çıkınca bir süre onu izledi Ahsen ve Sarp. Ali'yi burada onların eline bırakmak istemiyordu. Acı çeken kendisiyken onun dışında kimsenin Ali'ye zarar vermesini istemiyordu. Babasının tüm acısını kendisi yapmalıydı.
Mete ve Demir gözden kaybolunca Ahsen arabadan indi, peşine Sarp da inince tekrar içeriye girdiler. Tam içerideki kapının önünde durdu Ahsen. Babasıyla, babası olmayan babasıyla yıllar sonra yüzleşmek için derin bir nefes aldı. "İstersen ben alıp geleyim. Girmek zorunda değilsin. Bana yap de yapayım Ahsen. Emretmen yeter!" Sarp'ın söylediklerini reddetti. İçeriye ilerledi, peşinden Sarp'ın geldiğini, onun yanındayken başına bir şey gelmeyeceğini biliyordu.
Ali oğlunun geri geldiğini düşünürken başını yerden kaldırıp gelen kişiye baktı. Karşısında dikilen kızını gördüğünde gülmeye başladı. Delirdiğini düşünüyordu. Ahsen'in bakışları babasının kanayan burnundaydı, sonra sol eline kaydı. Yamulmuş, şiş parmaklarına baktı. Sanki kırılmış öyle kaynamış gibiydi. Yüzünü ekşitti.
Mesleği gereği o kadar değişik şekillerde öldürülen cesetleri görüp yüzünde en ufak bir değişme yapamayan Ahsen babasına acıyla bakıyordu. "Kızım!" dedi Ali. Gözü arkasındaki adama kaydı.
"Bana kızım demeyi kes!" dedi babasına ağzını açıp konuşarak. Ali önce sustu, sonra yine ağzını açtı. "Duydun mu? İnanma onlara sen benim kızımsın. Senin baban benim Ahsen. Onlar yalan söylüyor."
Sarp, Ahsen'e daha da yaklaştı. Bir elini Ahsen'in beline sardı. Varlığını hissettirdi, ona burada onun için olduğunu tekrar hatırlattı. Yanındaki adama teşekkür etmek için belindeki eli tuttu Ahsen sıkıca. Rüyasındaki gibi olmayacaktı. Yanındaki erkek arkadaşı da onun için buradaydı.
"Benim bir babam yok. Ne sen ne de o adam. İkinizin de babalık hakkında en ufak bir fikriniz bile yok. Bir baba ne kızını döver, öldürmeye çalışır ya da hayatı zehir eder ne de kızını terk edip yıllar sonra ortaya çıkar." Hayat hala Ahsen'e darbesini vurmaya devam ediyordu. Sarp'ı elini bırakan Ahsen yavaş adımlarla Ali'ye yürüdü. Ellerini çözmedi ama yürümesi için ayaklarını çözdü.
"Ayaklarını çözeceğim eğer bana vurmaya kalkarsan eskisi gibi değilim Ali. Seni gebertirim."
Ali'nin gözleri doldu. "Hiçbir şey yapmam kızım. Yemin ederim vurmayacağım."
"Kızım demeyi kes artık." sesi yükseldi Ahsen'in. "Sana yardım ettiğimi düşünme sakın. Senin cezanı kendi ellerimle keseceğim. Bu hakkı benden başka kimseye vermem. Senin canını ben yakacağım." Tüm yılların birikmişleri Ahsen'e geri geliyordu.
Annesinin ölümü, kendi acısı, yıllarca süren kabusları, elinden kayıp giden Hava Harp Okulu... Her şey aklına geri gelmişti, sanki hepsini saniyeler önce yaşamış gibiydi.
Ayakları çözülen Ali'yi yürütmek için Sarp gelmişti. Öğretmeninin kolundan tutup dışarıya sürükledi. Ahsen cebinden telefonunu çıkarttı, Alperen'i aradı.
"Alperen?" sesi titriyordu, hem sinirden hem de korkudan.
"Savcım bir şey mi oldu?" Dudakları titredi Ahsen'in. Babasını sürükleyen Sarp'a bakıyordu.
"Müsaitsen sana atacağım konuma gelir misin?" Zorlamak da istemiyordu kimseyi.
"Tabii savcım. Senin için her zaman müsaitim. Sen iyi misin Dide abla?" Alperen görmese de Ahsen başını iki yana salladı.
"Gelince konuşuruz." Telefondan bir otelin konumunu attı Alperen'e.
Ali'yi arabaya bindiren Sarp Ahsen'i bekliyordu binmek için. Hızlı adımlarla Sarp'ın yanına ulaştı Ahsen. "Sarılmak ister misin?" Sarp iki büyük adımla aradaki mesafeyi kapatarak yine sarıldı.
"Bir otelde kalsın bu gece. Emniyete vermeyeceğim. Alperen geliyor o kalır başında." Onayladı sevgilisini Sarp. Arabaya geçtiler. Arabayı sürmeye başladı Sarp. Ahsen de başını cama yaslayarak dalgın dalgın dışarıyı seyretti. Onun için bu mutluluk uzun bile sürmüştü. Belki de Ali olan babası hissetmişti. 'Benim tek bir evladım var o da Mete!' derken yanılmıyordu, hissetmişti belki de diye düşündü.
Bir el omzuna dokununca Sarp'ın eli sandı ama Sarp'ın sert çıkan sesiyle omzundaki ele baktı. Artık omzunda değildi ama Sarp, Ali'nin elini tutmuş büküyordu. "Ona sakın bir daha dokunma!" Arabanın içine doldu Sarp'ın yüksek çıkan sesi. Ali geriye yaslanıp koltuğuna sindi.
Gidecekleri yere vardıklarında Alperen'e nasıl bir oda ayarlaması gerektiğini söylemişti. Arabadan iner inmez Alperen çoktan gelmişti ama yalnız değildi. Yanında Gökhan da vardı. Arabadan iner inmez Alperen Ahsen'e koştu. Suratının halini görüne endişelendi, Sarp'a döndü bakışları sonra tekrar Ahsen'e.
"Dide abla noluyor?" Ahsen, Sarp'a baktığında Sarp arabanın arka kapısını açtı. Alperen de Gökhan da arabadan inen dağılmış eli yüzü şiş adama baktı. Alperen'in kaşları çatıldı. "Bu kim?"
"Ali KORKMAZ, babam." dedi Ahsen soğuk bir sesle. Hala babam diyordu, gerçek olmasa da onun soyadını taşıyordu. Yıllarca 'baba' diye haykırdığı adam oydu.
Gökhan hiçbir şeyden haberi olmadığı için anlamamıştı ama Alperen'i öfke çoktan ele geçirmişti.
"Ben bir yer bulana kadar bu gece burada kalsın. Başında bekler misin?" Alperen'e sordu bu soruyu. Hayır derse korkusunu bir kenara bırakarak mecbur o kalacaktı. Cevap beklemeden geldi.
"Kalırım tabii ne kadar istersen o kadar kalırım Dide abla." Alperen'e sarıldı Ahsen. Ona sarılan kolları karşılıksız bırakmadı Alperen de, sarıldı o da sıkıca.
"Teşekkür ederim." dedi Ahsen. Bunu yaptığı için her zaman Alperen'e minnettar kalacaktı. Herkes onun için gelmişti, Gökhan bile şu an Ahsen için buradaydı.
Odaya geçtiler, odada iki oda vardı. İçerideki odada Ali kilitli kalacak Alperen de dışarıdaki yatakta yatacaktı. "Seni rahatsız ederse vurabilirsin sana serbest." dedi gülmeye çalışarak. Kafasını salladı Alperen.
Ahsen, Sarp'ın elini tuttuğunda Alperen ikilinin eline takıldı. Burukça gülümsedi ikisine de.
***
Ahsen eve geldiğinde Sarp da yanındaydı. Kapı açılır açılmaz evde olan Mete kardeşine döndü. "Dide?" Evde uyuyor sanıyordu. Kızarık suratını gördü, arkasında duran adamı, Sarp'ı. "Dışarıya mı çıktın? Ne oldu?"
Ahsen anahtarları fırlattı. "Kabus. Kafamı dağıtmak için çıktım dışarı abi."
"Kim bu adam?" Mete olayları anlamaya çalışıyordu.
"Sarp." İçeriye geçtiğinde peşinden Sarp'ın elini tutup çekti. "Erkek arkadaşım."
"Dide bir şey olmuş, belli. Ne oldu?" Mete, Sarp'a döndü. "Bir şey ki yaptın? Tartıştınız mı?"
"Babam şimdi nerededir?" Şu hayatta en nefret ettiği şeydi yalan. Abisine konduramadı. Bir açıklama bekliyordu.
"Bilmem. Belki de gebermiştir. Artık unut Dide, lütfen. Kabus görmeni istemiyorum. Yok işte, yıllardır görmüyoruz." Yalan söylüyordu ama bunu Dide için yapıyordu kendince. Kabusların azalmasını istiyordu. Kardeşinin daha kötü olmasını istemiyordu.
"Neden bu haldeyim biliyor musun?" Mete bakmaya devam etti. Cevabı bekliyordu. "Az önce gerçekleri öğrenmeme rağmen abimin gözümün içine baka baka bana yalan söylemesi bana çok dokundu. Babamın burada olduğunu görmek, babam dediğim adamın babam olmayışı, yerine burada tanıdığım bir adamın gerçek babam olması, ve abimin tüm bunları bilmesine rağmen hâlâ bana yalan söylemesi beni bu hale getiriyor."
Mete yutkundu. "Dide..."
"Şu hayatta affetmeyeceğim tek şey yalan. Üstelik senden hiç beklemezdim abi." Ahsen'in ifadesi sinirli bir hâl alırken hala ağlamaya devam ediyordu. Mete yaklaşmaya çalıştı, Ahsen uzaklaştı. "Getirdiğin ne kadar eşyan varsa topla, babanın yanında kal."
"Beni bir dinle Dide." Mete'nin de gözleri doldu.
"Hep ben dinliyorum, hep ben doğruları söylemek zorundayım. Hep ben, hep ben... Sadece tek bir şey istedim, abimin bana yalan söylememesi."
"Senin iyiliğin içindi?"
"Benim iyiliğim mi? Abi ben hala kabus görmeye devam ediyorum. Her Allah'ın günü devam ediyor bu işkence beni neyden koruyacaksın? Yok, yok anladın mı hiçbir çaresi yok. Ne ilaç işe yaradı ne başka bir şey. O adam gitmedi, gitmiyor. Bu mu iyilik? Arkamdan iş çevirmek. Sen zaten her şeyi biliyormuşsun abi. Söylemek zor mu geldi o yüzden mi sakladın?"
"Dide..."
"Abi lütfen eşyalarını al ve git. Belki Demir baban evini sana açar da birlikte mutlu mesut yaşarsınız." Mete'nin Demir'i fazla sahiplendiğini görmüştü. Mete'nin bazı şeyleri önceden bildiğini anlamıştı. Baba yarasından dolayı kırgındı bu duruma. Demir'in son zamanlardaki tavrını anlıyordu artık.
Demir'in ona 'kızım' demesi artık hoşuna gitmiyordu.
***
BÖLÜM SONU...
Nasıldı bölüm?
Umarım beğenmişsinizdir. Şimdiden oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
Kendinize iyi bakın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.57k Okunma |
2.62k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |