Ben geldim
Hepiniz hoş geldiniz.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır.
Size yeni bölüm getirdim.
Yazım yanlışlarım olursa şimdiden kusuruma bakmayın.
Satır aralarında bol bol yorumlarınızı bekliyorum, ben de sizin yazdıklarınızı okuyayım?
Başlamadan yıldıza da basalım mı?
Keyifli okumalar diliyorum, başlayalım.
~ • ~
~ • ~
"Aşk erkeğe yakışır,
kadın aşktır zaten..."
~ • ~
Od ❤️🔥
Bir insanın kendini bir yere ait hissetmesi için orada fazla zaman geçirmesi gerekmez. Bir yere aitlik hissini veren şey neredeysen senin ait olduğun yer oraya evrilir. Bağımlı eder ama değişkendir. Dün ait hissettiğin yer ile bugün ait hissettiğin yer aynı olmak zorunda da değildir.
İstanbul'dan tayini çıkan Ahsen giderken hep ait olduğu şehrin İstanbul olduğunu kesin bir dille ifade ediyordu. Daha gitmeden dönüşünü planlıyor, dönmek için can atıyordu.
Bazen hisler değişirdi, bağımlı olunan şeyin karşısına daha güçlün bir seçenek çıkıp senin kalbini ve beynini ele geçirdiğinde düşünceler değişirdi.
Ahsen'in ait hissettiği yer değişti. Evim diye bahsettiği şehrin ismi değişti. İçini rahat hissettiren ne varsa artık her şey onun için Diyarbakır'da toplanmış gibiydi.
Kendi evine, ait olduğu yere geri dönmüştü Ahsen. Sarp'ın evinde, Sarp'ın odasında uyuyordu.
Onu rahatsız etmek istemediği için içeride yatmaya çalışan Sarp rahat edemedi. Ahsen'in hala yaşıyor olduğunu gerçeğini beynine kabul ettirmeye çalışırken bile durmadan Ahsen'i kontrol etmek için odaya giriyordu.
Ahsen'in nefesini dinlemeye çalışıyordu. Ahsen'in iki kez kafasına kadar çekilmiş yorganını boynuna kadar indirmişti. Sahte de olsa onun olduğunu düşündüğü kapalı kefene benzetiyordu. Yorganla yüzünü örtmesini istemiyordu.
İçeriye daha fazla gitmeyecekti. Yatağın yanına, yere çöktü. Arada Ahsen'in ellerine dokunup vücudunun canlı sıcaklığını hissediyordu. Eli, elinde kalmışken, yüzü ona dönükken uyumayı başardı yeniden Sarp.
İlk kez kendini daha yakın, Ahsen'in daha az duvar ile yaklaştığını hissetti. Berilen söz tutulmuştu. Ahsen işini en kısa sürede bitirip dönmüştü Sarp'ın yanına.
Ocak ayının üstünden iki ay geçmişti. Bahar gelmişti, güneşi de peşinde getirmişti. Ahsen baharı da güneşi de bir gecede Diyarbakır'a getirdi. Yasın soğukluğunun ardından Sarp'ı ısıtacak bir güneş vardı artık.
Görevde erken kalkan, bu rutine kendini alıştıran Ahsen'in bedeni artık durumun farkındaydı. Erken kalkmaya, kendini kanıtlamaya gerek yoktu burada.
Kötü bir adamın yanında anlaşma yapacak zaman değildi, ona iyi gelen adamın yanında dinlenmek zamanıydı. Erkenden uyanmamıştı.
Gözlerini ilk açan Sarp olmuştu. Tuttuğu bir elin sayısının iki ele çıktığını, kendi elinin Ahsen'in yüzüne kadar yaklaştığını gördü. Kontrol edemediği bir gülümseme çokta suratına yerleşmişti.
Ahsen'i uyurken izlemeye devam etti. Elini çekmedi. Bedenini biraz daha ona yakın, yerde kaydırdı. Diğer eliyle Ahsen'in saçlarını okşadı.
Ani çalan kapının yüksek sesli zili anı böldü. Sinirle mırıldandı. "Sabah sabah ne bu amına koyayım." Ahsen'in uyanacağından çekinerek sakince elini Ahsen'in ellerinden çekti. Kapıya yürüdü.
Kapıyı açtığı an karşısında duran kadının buraya nasıl girdiğine sinirlendi. Duygu'nun buraya girmemesini sert bir dille belirtmişken Duygu'nun önce lojmana daha sonra apartmana girip kapısına gelmesine sinirlendi.
"Sarp neredesin? Bir aydır sürekli geldim, yoktun. Neredeydin?" İçeriye girmeye çalışan Duygu'nun üstüne dış kapıyı kapattı.
Duygu tekrar zile bastığında bu seferki zilin sesi Ahsen'i uyandırmayı başardı. Nerede olduğunu bildiği son an arabanın içi ve havanın karanlık olduğu bilgisiyken etrafına bakındı. Kendi evinde olmadığına emin olduğu bu yerin Sarp'ın evi olduğunu anlaması uzun sürmedi.
Arabada yanında olan tek kişi Sarp'tı. Evine geri döneceği bir yolda olduklarını da biliyordu. Uyandığı yataktan çıktı, zil ısrarla çalmaya devam ederken odadan çıktı. "Sarp?"
"Ahsen, günaydın." Sarp kapıyı açmak istemiyordu. Ahsen'in yanına yürüdü.
"Kapı çalıyor." Bir kez daha çaldı zil.
"Farkındayım." Kapıdan uzaklaşıyordu.
"Açsana o zaman?" Ahsen üstüne yürüyen Sarp'ın üstüne yürüdü. Kapıya ilerledi.
"Açmak isteseydim açardım. Açmak istemiyorum. Boş ver."
"Zil susmuyor. Bu sese katlanacak mısın? Kim gelmişse kov o zaman." Sarp'ın kapıya gelmesini bekledi ama Sarp kapıya yaklaşmadı. Ahsen açtı kapıyı, bağıracakken karşısında bir kadını görünce sustu.
"Kimsin sen?" diye soran Duygu'ya şaşırdı.
"Ahsen." Onun kim olduğunu bilmiyordu, gelen ona değil de Sarp'a geldi için de soramıyordu. Sadece Sarp'a dönüp baktı.
Kapıyı açmamak için kapıdan uzaklaşan Sarp, Ahsen kapıyı açınca yanına gelmişti.
Sarp konuşmadan Duygu konuştu. "Sen ölmedin mi?"
"Yani şu an karşında durabiliyorsam ya ölmemişimdir ya da sana musallat olmuşumdur?" Kapıdan çekilip muhattap olması için Sarp'a yol verdi.
"Duygu kapıyı kapatacağım, çık lonmandan. Bir daha da gelme." Sarp kapıyı iterken Duygu tuttu kapıyı.
"Bir dakika bir dakika. Siz sevgili misiniz? Sarp?" Duygu'nun sorusuna Ahsen cevap verecekken Sarp, Ahsen'in sesini bastırdı. "Evet. Ahsen, sevgilim. Yanıma yaklaşmaya çalışma artık Duygu. Geçenki konuşmadan daha fazla bağırmak istemiyorum. Konuşmak istedin konuştum, olmayacağını anladın. Uğraşma. İlgilenmiyorum."
Kapı kapandı. "Bu ne şimdi?" Ahsen cevaba şaşırmıştı. Hatta sinirlenmişti.
"Ne ne şimdi?"
"Kadından kaçmak için niye yalan söyleyip beni kullanıyorsun? Adam gibi konuşsana sevgilim değil ama seni istemiyorum diye."
"Kullanmadım Ahsen. Soru sordu ben de cevabını kendime göre verdim. Yalan ya da doğru. İstediğim cevabı verdim, seni kullanmadım."
"Sapığınsa söyle uzaklaştırma kararı çıkartayım Sarp. Ya herkese sevgili olduğumuzu söylerse?"
Güldü Sarp. "Bir şey olmaz Ahsen. Biraz sakin olsana."
"Israrlıydı, anlaşılan baya koşmuş peşinden. Niye istemiyorsun?" Kim olduğunu sormamak için kıvranıyordu.
"Birincisi ben isteyemez miyim? Böyle bir seçeneğim yok mu? İkincisi o kadın benim eski nişanlım. Bir şeyler tamamen biteli yıllar oldu, baya hem de." Bunu açıklamak ortamı biraz ciddileştirdi ama Sarp'ın üstünden bir nebze de olsa yük kalkmıştı.
"Nişanlın..." Sarp'ın geçmişini öğrenmek Ahsen'i şaşırtmıştı. Duygu'nun hala Sarp'a bir şeyler hissettiğini görmüştü. Sarp da bir şey yoktu ama bu bilgi Ahsen'i şaşırtmıştı.
"Eski. Ayrıldık." Ahsen'in bu tepkisini görmek hoşuna gitmemişti. Sessizdi ama içten içine kırıldığını anlamıştı. "Altı yıl oldu, aramızda hiçbir şey yok."
"Beni ilgilendirmiyor Sarp. Bana anlatmana gerek yok." Sarp'ın anlattığı şeylerden kendi ifadesini ele verdiğini anlayınca kendini düzeltti.
"İstediğini sorabilirsin Ahsen. Merak ettiğin ne varsa sor diyeceğim ama sormayacaksın biliyorum. O yüzden ben sen sormada sana anlatayım." Ahsen'in kolundan tutup koltuğa oturttu, yanına oturdu. "Duygu. Nişanlıydık, en yakın arkadaşımla birlikte yakaladım, aldatıldığımı öğrendiğim an bitti her şey. Ortadan kayboldu, hala o kişiyle sevgiliydi. Bu sene geri döndü, yani ben de uzun zamandan sonra yeni gördüm."
"Sarp bunları bana anlatmana gerek yok. Senin geçmişin. Senden başka kimseyi ilgilendirmez." Az önce hissettiği, düşündüğü şeyi saçma buldu. Sarp'ın aldatıldığını duyunca daha çok şaşırdı.
"O olaydan sonra kimseye güvenemedim ben Ahsen. Kadınlara uzak kaldım hep, dost yapmadım." Bir süre durdu. "Sana da sert yaptım, yanımdan kovmaya çalıştım. Farkındayım mantıklı bir sebep değil bunu yapmam için ama güvenemiyordum."
"Sarp gerçekten geçmişini anlatmak zorunda değilsin." Durum eşitlikten çıkıyordu. Ahsen'in de geçmişi vardı. Sarp dönüp sorarsa nasıl anlatacağını bilmiyordu. Gerçi Sarp zaten Ahsen'in genel güvensizliğinin farkındaydı.
"Ahsen kendim için anlatıyorum. Sana seni sevdiğimi söyledim. Sakladığım bir şeyim yok, sana her şeyimi anlatırım. Bana her şeyi sorabilirsin. Sorsan zaten anlatacağım, sormayacağın için söylemek istedim."
Ahsen cevapsız, sessizce baktı Sarp'a. Daha önce üzülmüş bir adamı tekrar üzmeye niyeti yoktu. Ona yakınlaşma isteği yeni gelmişken yeniden uzaklaşmak istedi. Kimseye iyi gelmemek gibi büyük bir düşünceye sahipti. Sarp'ın yüce sevgisini hak edemezdi, karşılığında ona onun hak ettiği sevgiyi veremezdi.
"Benim anahtarım kimde?" diyerek konuyu değiştirdi.
Sarp anladığında ses etmedi. "Albayımda. Abine verecekti, verdi mi bilmiyorum. Sorarım."
Ahsen başını salladı. "Benim eşyalarım nerede?"
"Arabada."
"Kaç saatte geldik biz buraya?"
"10."
"Yuh! Ben kaç saat uyudum?"
"14."
"Telefonum nerede?"
"Yatağın yanındaydı en son."
Ahsen kalkıp Sarp'ın odasına yürüdü. Girmeden önce durdu. "Giriyorum?"
"Gir Ahsen, zaten oradan çıktın."
"Olsun. Yine de sorayım. Özel alan sonuçta." Sarp'ın odasına girdi. Telefonunu almadan önce yattığı yeri düzeltti, telefonunu alıp çıktı. "Ben bavullarımı alabilir miyim?"
"Kahvaltından sonra ben buraya çıkarırım." Televizyonu açıp karşısına kuruldu.
"Buraya çıkarma evime gideceğim. Benim arabamın anahtarı Alpo'da mı?"
"Alpo? Alperen'de evet. Evinin anahtarı yok Ahsen, kal işte uslu uslu burada." Boş boş kanalları gezdi. Ahsen'in gitmesini engelemek için bir yandan dil döküyordu.
"İşlerim var."
"İşin falan yok. Çay koydum, fırına gideceğim birazdan. İstediğin bir şey var mı?"
"Ne çayı Sarp, evim aşağıda girerim ben şimdi. Anahtara gerek yok. Bir şey istemiyorum." Etrafa bakındı, eşyası var mı diye. Yoktu. Kapıya ilerledi.
Sarp koltuktan fırladı. "Ahsen eve kitletme kendini." Ahsen'i omzuna attı, koltuğa ilerledi.
"Koltuğa fırlatırsan seni gebertirim." Ahsen'in lafı biter bitmez Sarp, Ahsen'i nazikçe koltuğa indirdi. "Beni rahat bırakır mısın?"
Cıkladı. "Seç bir film. Ben şimdi fırına gidiyorum." Evin anahtarını alıp kapıya ilerledi. Ahsen'i içerde bırakarak kapıyı kilitledi. Dışarıdan Ahsen'e seslendi. "Çayı da demlersin sana zahmet."
"Allah'ım sen bana sabır ver, sana yalvarıyorum. Birazcık yeter." Söylene söylene mutfağa girdi. Telefonunda istihbarat, Aslan Uğur ve başsavcı dışında kimsenin numarası yoktu, gelen çağrıya şaşırdı. Telefonu açtı. "Alo?"
"Ahsen savcım, ben Onur. Gökhan'ın yanında olan. Kutay denen adam, Gökhan ve ben Diyarbakır'a geldik. İskender'in peşine."
Adam lafı gevelerken Ahsen sıkıldı. "Ee Onur Bey?"
"Gökhan'ı vurdular."
"Ne?"
"Ben Kutay'ı aldım ama Gökhan hastanede. Taylan Bey burada. Size de söylemem doğru olur diye düşündüm."
"Tamam, sağ ol. Geleceğim. Durumu iyi mi?" Şaşkındı.
"Ameliyatta, ne olur bilmem. Mutlu Bey pek olumlu bakmıyor." Ahsen bu sözle içindeki umudu düşürdü.
"Tamam, ben gelirim birazdan." Telefonu kapattı. Evden hemen çıkamazdı, Sarp'ı beklemesi gerekiyordu. O sırada ne yapacağını bilmediği için çayı Sarp için demledi.
Birkaç dakika sonra kapı açıldı. Sarp diye beklerken kapıdan giren Doruk ile Ahsen göz göze geldi. "Bismillahirrahmanirrahim." Kapı geri kapandı, Doruk evden çıktı, kapı yeniden kilitlendi.
Ahsen içerden kapıya vurdu. "Doruk açar mısın kapıyı?"
Açılmadan Doruk'un sesi dışarıdan geldi. "Abi ben bir şey gördüm."
"Ne gördün?" Sarp bir elinde Ahsen'in bir bavulu, diğer elinde fırın poşetleriyle kapıya gelmiş Doruk'a bakıyordu. "Ne oldu lan? Fark görmüş geyik gibi dondun."
"Evde. Dide var. Nöbetten geldim abi, halüsinasyon görüyorum galiba."
"Lan salak salak konuşma, çekil şuradan." Doruk'u çekip kapıyı açtı. Kapının önünde iki eli belinde Ahsen duruyordu. Sarp'a çattığı kaşlarıyla sinirliydi.
"Bunca davranıştan sonra musallat olmaya gelmiş sana. Abi!" Ahsen'in görüntüsünü görmeye devam edince içeriye çekinerek girdi. Ahsen'e dokundu, gerçekti. "Yaşıyor. Dide?"
"Doruk biraz daha bana böyle bakarsan gerçekten ölü olduğumu düşüneceğim." Kendini kötü hissederek Doruk'tan uzaklaştı.
"Nasıl?"
"İskender'i yakalamak için devlet tarafından uygun görülmüş bir iş."
"İskender?"
"Beni öldüren adam." Doruk için her şey daha karmaşık gelince Ahsen tekrar konuştu. "Sen biraz toparlan. Benim işim çıktı."
Sarp tuttu Ahsen'i. "Nereye Ahsen?"
"Çayı demledim Sarp. Gökhan'ı vurmuşlar."
"Gökhan kim?"
"İskender'in oğlu." Onda olan bilgiler Sarp'ta da yoktu. Her şeyi açıklamak yorucu bir hâl almaya başlarken Sarp hala Ahsen'i tutuyordu.
Doruk konuştu. "Ameliyatta."
"Gördün mü?"
Doruk başını salladı. "Pek iyi görünmüyordu."
Sarp dış kapıyı kapattı. "Tamam şimdi otur masaya. Sessizce kahvaltımızı yapalım." Ahsen'i mutfağa götürdü, bir sandalye çekip oturttu. "Sen de oturacaksın. Doktor değilsin ve merak ettiğin kişi neden İskender'in oğlu. Siktir et."
"Sana ne!" Kalkamayacağını anladığı an Sarp'ın elindeki poşeti çekiştirdi. "Ne aldın?"
"Zeytinli simit, sade simit, kaşarlı simit, dereotulu peynirli poğaça, çikolatalı açma." Sarp'ın saydıklarının içinden zeytinli simit ve çikolatalı açmayı aldı.
"Çay koy sana zahmet." Sarp gülerek Ahsen'in önüne çayını koydu.
"Yağda yumurta yapayım mı? Böyle de çok boş oldu?"
"Yemem yumurta sağ ol. Yeter bu." Çayını yudumladı.
Ahsen'in telefonuna bir mesaj geldi.
ÇAĞLA: Hepimiz Diyarbakır'dayız. Uygar Bey de burada. Bir saate karargahta olman gerekiyor?
AHSEN: Olurum.
"Telefonun abinde, benim numaramı kaydet ona." Ahsen telefonunu Sarp'a uzattı. "Kaydettim." Ahsen'in numarasını kendi telefonuna kaydetmek için de kendini aradı.
"Alperen'in numarasını da verir misin?" Sarp, Alperen'in numarasını Ahsen'e verdi.
Ahsen masayı toplamak için ayaklandı. "Ne yapıyorsun?"
"Topluyorum. Çıkacağım."
"Hay Allah'ım. Nereye çıkacaksın Ahsen?"
"Karargaha gitmem gerekiyor. Sonra İskender'le konuşacağım. Sonra iddianameyi hazırlanaya başlayacağım, Gökhan'ın da yanına uğramam gerekiyor."
"Tamam ben bırakırım seni."
"Eve ineceğim."
"Hâlâ ev diyor, Allah'ım sen benim aklıma mukayyet ol." Sarp da bir yandan Ahsen ile masayı temizlemeye çalıştı.
"Sarp beni deli etme. İstemiyorum bırakmanı. Rahat bırak beni."
"Bırakayım mı bırakmayayım mı?"
"Rahat bırak beni." Ahsen mutfaktan çıktı. "Görüşürüz Doruk, Azra'ya şimdi bir şey söyleme. Ben konuşurum onunla." Evden çıktı.
Merdivenlerden inip bir kartla kapıyı açmaya çalıştı. "Açamadın mı?" Merdivene döndü yüzü.
"Deniyorum." Açamıyordu.
"Eşyalarını çıkarmıştım yukarı. Giyin işte bende. Niye inat ediyorsun?" Ahsen'in yanına yürüdü.
"Duşa gireceğim. Geldin madem aç kapımı." Açamayınca kartı uzattı Sarp'a.
"Açamadın yani? Yardım istemeyi de hiç beceremiyorsun." Sarp elindeki kartla kapının önüne geçti.
"Çekil. Sana aç diyende kabahat." Sarp'ı kenara itti. Kapıdan geriye yürüdü. Kilide tekme attı, açılmadı kapı.
"Ahsen açayım çekil. Ben hallederim. Bir yeribi sakatlayacaksın."
"Sarp kapıya geçersen seni tekmelerim çık şuradan."
"Kapıyı mı kıracaksın? Albayımdan alırdık." Ahsen kilidin yakınlarına bir kere daha tekme attı, tekrar. Kırdı kapısını.
"Onu bulmakla mı uğraşacağım. Açtım işte."Sarp'ın elinden kartını aldı. "Gidebilirsin."
"Gidemem. Şimdi hiç gidemem. Bu kapı kapanmaz. Duşa gireceksin, ya biri eve girerse?" Ahsen'in evine girdi.
"Lojmanda? Kim benim evimde ne yapsın? Banyonun kapısı kilitleniyor. Ayrıca belki ben senden rahatsız oluyorum." Ahsen de evine girdi. Kapıyı kapatmaya çalıştı ama kapanmıyordu. "Hadi çık bakayım evden."
"Aşk olsun. Ben seni rahatsız mı ediyorum?" İki aydır havasız olan evin camlarını açtı. "Git al duşunu, hazırlan da bırakayım seni işte."
"Gevşemişsin sen, hayırdır? Gittim geldim bir değişmişsin sen."
"Sen öldün diye öldüm ben Ahsen. Bu saatten sonra sikseler uzaklaşmam senden. İstediğin kadar kaçmaya çalış, istediğin kadar inat et, bağır. Sıkıntı yok." Koltuğa yayıldı.
"Öyle mi?"
"Öyle..."
"İyi."
Sarp yine Ahsen'in dediğini tekrarladı. "İyi."
"Papağan gibi dediğimi tekrar etmeyi kes!"
"Papağan gibi dediğini tekrar etmiyorum."
"Oof off."
Sarp bu sefer Ahsen'den farklı bir ses çıkardı. "Hı-hm."
***
"Nasıl durumu?" Mutlu hastanede, Taylan'la ameliyat kapısının önünde duruyordu. Çıkan doktorla ayaklanmışlardı.
"Durumu stabil ama risk hala sürüyor. Yoğun bakıma alacağız, duruma göre de odaya geçireceğiz. Bugün, yarın, bir hafta sonra net olarak bir şey söyleyemem. Hastanın bünyesine göre." Doktor gerekli açıklamayı yaptıktan sonra gitti.
Taylan ve Mutlu birbirlerine baktılar. "Birini koyalım kapıya, ne olur ne olmaz. Uygar Bey bizi çağırmış, gitmemiz gerekiyor." Taylan'ın söylediklerini başını sallayarak onayladı Mutlu.
"Dide'ye ulaşabildin mi?" Mutlu merak ettiği soruyu sordu.
"Onur ulaşmış sabah. Uğrayacağım demiş ama o da Uygar Bey'in yanına gitmek zorunda önce." İkili hastaneden çıktı. Karargaha geçtiler.
"Güzel lan burası." Çağla'yı görünce oraya yöneldiler. "Kız, ne yapıyorsun dışarıda." Sert bir suratla Onat'a bakıyordu. Mutlu, Çağla'nın baktığı yöne baktı. "Hayırdır?"
"Hiç." Onat'tan gözlerini çekip içeriye girdi Çağla. Toplantı odasına geçti.
Onat'ın gözleri de Çağla'daydı. Yanında timden Ruhi ve Mert vardı. "Manyak mıdır nedir, taktı bana."
"Bir şey mi dedin kadına?" Ruhi şaşırmıştı.
"Lan yok, terasta gördüm. Onların nişancısı da buymuş. Atar yaptı boş boş." Çağla'ya olan siniri yeniden alevlendi.
"Boş ver be o zaman. Giderler yakında. Takma." Mert bir sigara yaktı. Şimdi de kapının önünde duran üçlüye bakıyorlardı; Soner, Mutlu, Taylan. "Yani bunlar niye şimdi geldi, görev bitti."
"Embesil görev onların göreviydi. Sence normal değil mi başkanları buradayken onlarında burada olması?" Ruhi, Mert'e sokranırken Onat hala Çağla'nın durduğu, artık boşluk olan yere bakıyordu.
Sarp arabasıyla girdi. İnerken iki kapı açıldı. Ahsen'le birlikte geldiler. "Sizi çağırdılar mı?" Tüm timin burada olmasına şaşırdı Ahsen.
"Demir albayım da bizi çağırdı." Sarp timine bağırdı. "Girelim."
"Ben gidiyorum." Kimseyi beklemeden Mutlu, Soner ve Taylan'ın yanına ilerledi. İçeri girdiler.
Taylan, Ahsen'in yanındayken fısıldadı. "Gökhan çıktı ameliyattan. Onur kamera kaydını verdi. Toplantı bitince konuşalım."
"Tamam."
***
Uygar ve Demir toplantı odasına çoktan girmiş karşılıklı konuşuyorlardı. Uygar göreve gönderilen askerlere sinirliydi, bunun tepkisini Demir'e gösteriyordu.
Demir, yaptığı özel görevin sonuna kadar arkasında duruyordu. Kapı açıldı, önce içeri Çağla girince ikilinin arasındaki gerilim gözle görülmemesi gereken bir hal aldı.
Ardından Soner, Mutlu, yan yana Taylan ve Ahsen girdi.
Demir gördüğü şeyin yanlış olup olmadığını anlamadı. Bunu fark eden Uygar, Ahsen'e döndü. "Dide! Gel yanıma otur kızım." Ahsen'i yanına çağırdı.
"Ahsen... K-" Uygar'a döndü. "Bir açıklama yapacak mısın?"
"Yapacağım. Farkındaysan o yüzden buradayım." İçeriye tim girdi, kapı kapandı. "Şeffaf mı olayım?" Ahsen'in babasını biliyordu Uygar. Çok eskiden beri gerçeği biliyordu hem de. Demir öğrenmişti ama Ahsen hâlâ gerçeği bilmiyordu. Şeffaf olmaktan bahsetmesinin nedeni buydu. Ahsen'e de her şeyi söyleyip söylemeyeceğini soruyordu Uygar.
"Sen kendi söylemen gereken şeyi söyle. Beni ilgilendiren şeyle ben ilgilenirim." Bu 'kızıma babası olduğumu ben söylerim' anlamına geliyordu. Demir sinirliydi. Kızına döndü, dolmasını engellemeye çalıştığı gözleri doluyordu. Yutkundu. Yanlış görmüyordu, karşısında oturan kişi kızıydı, evladıydı. İki türlü de rahat edemiyordu.
Evladını kaybetmek kötü hissettirmişti ama hiçbir şey açıklamadan, sanki hep babasıymış gibi yakın hissetme duygusu kolay oluyordu.
Kızı ölmemişti, sevindi, çok sevindi ama baba gibi yaklaşamadığının, ona kızım diyemediğinin, o geçmişle karşısına geçmekten korktuğunun farkındaydı.
Geçmişte yaşanmış bütün parçalanmışlıklardan sonra Ahsen yine bir kalmayı başarmıştı. Bazı yara izleri vardı, toplanırken kaybolmuş eksik parçalar. Çünkü tamamen ciddi oluşunun, tüm duygusuzlukla oturuşunun başka mantıklı bir açıklaması yoktu.
Ahsen ve Demir göz göze geldiler. Ahsen'in ciddi ifadesi hafif bir tebessüme dönüştü. Fazlasını isteyen Demir için her şeyi açıkladıktan sonra bu minik tebessümü bile özlemek zorunda kalma ihtimali çok yüksekti.
"Mevzuyu siz bilmiyorsunuz. Bu terörle ilgili bir konu değildi. Her davadan haberiniz olmak zorunda değil. İskender'in eski avukatıyla Aslan Uğur aynı koğuştaydı. Avukat bir olay için savcı olarak Dide'yi söylemiş. İskender her yerde öldürmek için arıyordu, buradaki terör olayı yüzünden işinden çekemedik, iki dosya bir arada ilerlemek zorunda kalınca da işe biz el attık." Uygar konuyu daha fazla detaylandırmadı.
Sarp, Ahsen ile göz göze geldi. İskender'in uzun süreli takibini Ahsen'in çevresinden bilen tek kişi Alperen'di.
"Ölü göstermenin sebebi ne? Tutardın bir yerde savcıyı, gönderirdin adamlarını." Demir sesini yükseltti.
"Dide zaten uzun zaman önce aramıza katılmıştı. Dide istihbaratın bünyesinden biri Demir. Bıraktırmıştım ama İskender'in gelen adamlarından itiraf alıp sevkiyat hakkında bilgi alan oydu. Kimseye görevi baştan sona anlatamazdım, o hazırdı." Herkes sadece Uygar ve Demir'in arasındaki gerilim dolu tartışmayı izliyordu.
"İskender'in öldürdüğünü düşündüğü bir kadını yanına soktun. Hazır diye sorgusuzca İskender'in yanına attın yani?"
"İtalyan bir adam ile iş yapacaktı. Adam İtalya'da yakalandı. Başka biri buna yetişmeyecekti. Dide ana dili hariç beş dil biliyor. Sen bizim yeteneğimizi mi sorguluyorsun? Her şeyi gerektiği gibi planladım, işe yaramış olacak ki karşında oturuyor."
"Oturamayabilirdi ama!"
"Ben böyle uygun gördüm. Sonuç ne olursa olsun..."
Vereceği cevabın kendince haklı olsa da diğerleri için fazla aşırıya kaçacağını düşününce sustu. Ağzında tek kelime çıkmadı ama bakışları yetti içindekileri anlatmaya. Uygar'a fazlasıyla sinirliydi.
"Tatmin ettiyse her şey ben gidiyorum albayım?" Uygar kalktığı an Ahsen tuttu kolundan.
"Gitmeden sizinle konuşmam gerekiyor Uygar Bey." Ahsen de ayağa kalktı. "Baş başa odada konuşalım lütfen." Toplantı odasının kapısına ilerledi. Kapıyı sonuna kadar açıp Uygar'ın gelmesini bekledi.
Ahsen'in burada onun için ayarlanan, boş olan odasına girdi ikisi de. İçeriye girer girmez kapıyı kapattı Ahsen. Karşılıklı duran iki koltuktan birine oturdu, Uygar'ı bekledi. "Konuşmak istediğin şey nedir?"
"Görev hakkında. Bu görev değil, bir sonraki hakkında..." Boğazını temizledi, Uygar onun üstüydü. "Uygar Bey artık istihbarattan olmadığım konusunda kesin bir karar almıştık. Savcılık yapmak istediğimi biliyordunuz. Ben bu işe girmeden önce de savcı olduğum an biteceğini vaat ederek aldınız beni bünyenize." Daha fazla görevle uğraşmak istemiyordu. Savcılık bile yeterince yoruyordu. "Ardında kalan tek kişi abim, farkındayım böyle bakılınca kaybedecek bir şeyi olmayan biri gibi duruyorum ama dünyadaki herkes abime bedel benim için. Ona ölmediğimi nasıl açıklayacağımı düşünüyorum, görev geldiği ilk günden itibaren bunu düşünüyorum."
"Dide. Üç yıldır hiçbir görev için seni çağırmadım. Sana ne dediğimi hatırlıyorum, farkındayım ama sana ihtiyaç olunduğu zaman seni çağıracağımı biliyorsun." Bir sonraki görev için ufak bir ön hazırlık gibi konuşuyordu. Ahsen'e uygun gördüğü her görev için çağıracağını söylemeye çalışıyordu.
"İstemiyorum diyorum." En başından beri olmak istemediği şeyin içine girmiş, çıkmaya çalışıyordu. "Psikolojik olarak da buna uygun olmadığımı biliyorsunuz. Neden kişisel hakkımın bir önemi yok?"
"Neyi düşünüyorsun bu kadar? Başına bir şey gelmemesi için ger şeyi planlıyorum zaten. Neyden korkuyorsun tam olarak?"
"Bir şeyi yapmak istememek için o şeyden korkmuş olmam mı gerekiyor. Sadece belli bir işin içinde olmak istiyorum. İmkansız gibi olsa da biraz normal insanlar gibi yaşamak istiyorum. Öleceksem nedeni bilinsin, mezarımın yeri belli olsun istiyorum." Durakladı, nefes aldı. Kendi sesini kontrol etti. "Savcı olarak ölü gösterdiniz o yüzden bir mezarım var. Sahte olduğu için var. Görevde ölseydim abimin ziyaret edebileceği bir mezarımın bile olmayacağını biliyorum. Bir kişi az gelebilir size, kalabalıksınız siz ama benim tek sesim, tek kalabalığım abim."
"Dide sürekli aynı konuyu konuşuyoruz. İstediğin bir mezarsa mezar ayarlarız. İstihbarat üyelerini mezarlarının belli olmamasının nedenini biliyorsun. Amaç yakınlarına zarar gelmemesi, bir kişiyi bile düşünüyorum ben. Ama istediğin mezarsa yaptırırız, daha önce yapmadığımız şey değil." Uygar da sert konuşuyordu. Sadece kendi anlamak istediği şeyleri anlıyordu. Kelimeleri tek tek seçip cevaplıyordu.
Ahsen istediği cevapları alamayacağının, şu an anlaşılmadığının farkına vardığı için susmayı tercih etti. Daha fazla konuşmayacaktı. "Çıkıyorum izninizle."
"Çıkabilirsin." Ahsen odayı terk etti. Kapının başında Demir göründü. Kızının surat ifadesini okumaya çalıştı, hoş değildi, konuşmak için doğru bir zaman değildi. Zaten Ahsen olduğu yerde kalmamıştı, dış kapıya doğru yürüdü.
Kimseye kendini fark ettirmeden Ahsen'i takip eden Sarp da Ahsen'in kızgınlığını merak edenlerdendi. "Hastaneye gidiyorum Sarp. Gelmene gerek yok."
"Bırakırım ben seni." Tüm sinirine karşılık ona yumuşak cevap vermişti Ahsen, farkındaydı.
"Alperen arabamla gelecek. Ortada Dilek midir nedir onun öğrendiği yalan haber varken çok yan yana gelmeyelim." Duygu'nun adını yanlış söyleyince Sarp güldü ama Ahsen'i düzeltmedi. Gerek duymadı.
"Ha bugün öğrenilecek ha yarın. Bir şey fark etmiyor." Bu geri dönüşün bedelini sağlam ödeyecekti Ahsen. Sarp'ın aklına Sena'nın söylediği cümle geldi. 'Bence o da seni sevdi.' İnsan sevilince anlardı, Sarp da anlıyordu.
"Ne?" Ahsen olayı anlamadı.
"Olacak işi diyorum, yarın ya da bugün öğrenseler bir şey olmaz diyorum, sonuç değişmeyecek diyorum." Belki Ahsen'in kalbindeydi, belki kalbinin kapısının hemen önündeydi girememişti ama girecekti.
"Öyle olsa bile sürekli seninle vakit geçireceğimi nerden çıkartıyorsun?" Alperen'in gelmesini karargahın kapısının önünde bekliyordu.
"İnsan sevdiğiyle vakit geçirmek ister çünkü Ahsen. Onun da zamanı gelir, onu da beklerim." Ahsen'in arabasıyla Alperen geldi. "Ben de geleyim, işim yok."
"Gelme sen."
"Niye?"
"İşte." Herkes onlara bakıyordu, askerler sanki sadece onlara bakışlarını dikmiş gibi hissediyordu Ahsen.
"Sen bana bir şeyi hatırlatacaktın hani?" Operasyondan sonra Ahsen'in söylediği şeyi hatırlattı.
Ahsen güldü. "İyi hatırlattın." Gülüşü büyüdü. "Şanslısın, akşam hazırlan seni dışarıya çıkaracağım." Arabaya bindi. "Güzel giyinmeni söylememe gerek yok herhalde?"
Sarp da sırıttı. Başını hafifçe salladı. "Haberleşiriz."
Ahsen sırıtmaya devam ederken Alperen'e döndü. "Sür lan sen de."
"Nereye gidiyoruz savcım?" Alperen biraz tırsıyordu. Ahsen ona karşı sinirliydi. Tek başına davete öylece girişi, İstanbul'a gelmiş olması sinirinin nedeniydi.
"Hastaneye ama önce ben tarif edeceğim, ilerle babana gidiyoruz." Alperen babasını duyunca şaşırsa da Ahsen'in bakışlarından dolayı tepki vermedi.
***
İskender yakalanınca haber bekleyen Mete'ye haber yakalandığı an Demir tarafından gitmişti. Mahkemeyi bekleyecek, ardından Ahsen'in buradaki eşyalarını toplayacak dönecekti.
Ahsen'in yaşadığı bilgisi onda hâlâ yoktu. Demir de yaşadığı şoktan dolayı Mete'ye haber vermeyi akıl edememişti.
Herkes hayatına yavaş yavaş devam etmeye başlarken asıl evde yas ilk günkü gibiydi. Mete yalnız kaldığı her an asıl yalnızlığı iliklerine kadar hissedip taze olan acısını en doruk duygularla yaşamaya devam ediyordu.
Duru'ya belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Zaten üstüne yeterince titrerken daha korumacı oluyordu. Kızının yüzünden en ufak üzüntü belirtisi, büzülen dudaklar, yaş dolu gözler görmek istemiyordu.
Daha fazla beklemek istemiyordu, yarına bir bilet almıştı. Birkaç parça kıyafet seçti. Ahsen'in evindeki mobilyaları ihtiyaç sahiplerine dağıtacaktı. Önemli olanlar da onunla birlikte bu eve gelecekti.
"Baba..." Odaya giren Duru babasının eşyalarını topladığını görünce şaşırdı. "Babam?"
"Miniğim?" Topladığı şeyleri bırakıp Duru'yu kucakladı. "Resmine bakayım." Ne için geldiğini biliyordu. Duru'nun elindeki kağıda baktı.
Duru kapıdı göstermeden konuştu. "Bir yere mi gideceksin?"
"Şimdi değil miniğim, yarın akşam. Halanın eşyalarını toplayacağım, döneceğim." Duru artık halasının, babaannesi gibi bir daha dönülmeyecek bir yerde olduğunu biliyordu. Mete de ondan anlayabileceği şeyleri saklamak istemiyordu.
"Çok kalacak mısın orada?" Başını Mete'nin omzuna yasladı. Babasına sarıldı.
"Belli değil ama çok uzun sürmez."
İyice sokuldu babasının kucağına Duru. Kollarını babasının boynuna dolayı başını boynuna gömdü. Öptü babasını. "Sen de geleceğine söz veriyor musun baba?" Bunu neden söylediğini biliyordu Mete. Ahsen de Duru'ya en kısa zamanda geleceği için söz vermişti ama gelememişti. Şimdi söz vermek istese de Duru'nun vereceği sözden daha çok korkmasını istemiyordu. Duru da duymak istediği şeyi şu an duymak istemiyordu. O halası melek olmadan önce verilen tüm sözlere inanırken artık verilen sözler onun için tam tersiydi.
'Söz geleceğim.' artık gelemiyorumdu.
'Söz arayacağım.' artık aramayacağımdı.
'Söz yanında olacağım.' artık bu dünyada yokumdu. Her söz tersine dönmüştü.
"En yakın zamanda işlerimi halledip yanına döneceğim birtanem." dediğinde hala kafası boynuna sokulmuşken kafasını salladı Duru. Mutluydu babası 'söz' kelimesini kullanmamıştı. Geleceğim demişti, söz geleceğim değil. O zaman gelirdi babası.
Hiç görmediği babaannesini özlemek halasını özlemekle aynı hissettirmemişti. Halasını daha çok özlediğinin farkındaydı. "Biz ne zaman babaannem ve halamın yanına gideceğiz." Artık babaannesine ziyarete gittiğinde aynı zamanda halasını da ziyaret edecekleri gerçeğiyle yüzleşiyordu.
"İşlerimi halledeyim sonra konuşuruz. Ayrıca senin okulun var miniğim. Bunları düşünme şimdi." Kızını koklayarak öptü. İncitmeden sıktı kollarını. "Resmine bakayım mı?"
Duru elindeki kağıdı babasına uzattı. "My little pony çizdim baba. Pinkie Pie nasıl olmuş?"
"Çok güzel olmuş bir tanem. Asalım mı?" Mete'nin sorusuna karşılık Duru anında başını salladı. Mete kucağından indirmeden Duru'yla kendi çalışma odasına girdi. Odanın uzun duvarı boydan boya kağıtlarla doluydu, Duru'nun çizdiği resimlerin çoğu duvara asılıyordu. Mete her resme ayrı ayrı değer verip asıyordu duvarına. "Çok güzel oldu. İki kağıtlık yer kalmış."
"Çizerim, sen dönünce asarız."
"Asarız miniğim."
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Aslan'a fazla cesur davranan Alperen'i babasıyla görüştürmek için cezaevi yerine gizli saklı bir eve götürdüğümde şaşkındı. Muhbir olduğunu biliyordu ama bu şekilde olduğunu bilmiyordu.
Aslan ile baş başa konuşmaları için bıraktığım zamanda Taylan'ın verdiği haberle rahat bir nefes aldım. Gökhan uyanmıştı. Beklediğim haber buydu. Taylan, İskender ile görüşmeden önce izlemem gereken videodan bahsedip duruyordu.
İçeriye girdim. "Konuşmanız bittiyse Alperen iş başı yapacak." Alperen zaten kalkmaya yer arıyor gibi bir ifadedeyken oturduğu yerden kalktı.
"Bitti savcım. Konuştuk." Panik halinden anlaşılacağı üzere babası gereken azarı çekmişti Alperen'e. Kızmıyordum, bazen gerektiği yerde babanın otoriteye sahip olması gerekirdi. Aslan ve Alperen'in arasındaki durum belliydi. Gökhan ve İskender gibi ya da Ali ve benim gibi haksız otoriteden oluşmuyordu ilişkileri.
Alperen odadan çıkıp yanıma geldi. "Savcım?"
"Ne?" Babasından yediği azar benim sinirimi geçirmemişti ama. Ona hala çok sinirliydim.
"Bana hala kızgın olabilir misiniz?"
"Olabilir miyim?"
"Olabilirsiniz. Ama amacım farklıydı."
Arabaya bindim, peşimden koşturarak yanıma geçti. "Neydi amacın? Gebermek mi? Kim tarafından İskender tarafından mı benim tarafımdan mı?"
"Savcım İstanbul'a giderken beni götürmediniz yanınızda, korumanız değil miyim? Suçlu hissettim ben, ne yapayım?" Kendince haklıydı ama yaptığı şey mantıksızdı. Güzel planlanmamış saçma bir görev kurmuştu kendi kendine.
"Seni göndermemelerinin sebebi senin İskender ve camia tarafından tanınıyor olmandı. Korumam olman diye ölümsüz olacağım anlamına gelmiyor. Saçma bir görevdi bana göre de ama gerçek olsaydı beni yine koruyamazdın Alperen emin ol. Rol gereği de olsa nasıl öldürüldüğümü izledim. Kimse hiçbir şey yapamazdı o durumda."
Cevap veremedi. Onların burada kendilerinin bitirdiklerini görmüştüm ama kendi ölümümü izlemek, mezarıma gitmek, ölü gibi gözükürken zorlanmadan bunca şeye adapte olmak, birçok kez mezarım doluyken uzaktan izlememe rağmen kimsenin beni gerçekten görmemesi kolay değildi.
Farklı olan tek şeyin toprak altında ve üstünde olmasından başka hiçbir şey olmadığını fark etmek kötü hissettiriyordu.
"Hastaneye geldik? Bir şey mi oldu?" Merak dolu sorusuyla bana bakıp, bende yara arıyordu.
"Bana değil, Gökhan'a geldik." Geçmişlerinin iyi olmadığının farkındaydım ama benimle birlikte gelecekti. "İstersen kal arabada."
"Yok, gelirim. Gelirim de neden Gökhan burada ve neden hastanede?" Benden önce inmişti arabadan.
"Vurulmuş, umuyorum ki sorduğun sorunun cevabını birazdan öğreneceğiz." İçeriye yürüdük.
Taylan çıktı karşımıza. "Girmedik içeri, doktor uyandı dedi. Onur birazdan videoyu verecek bize."
İçeriye girmek için kapıya ilerlediğimde Taylan durdurdu. "Videodan sonra gir, onun sana anlatacaklarının pek gerçek olacağını düşünmüyorum. Doğru olanı bilerek girmek daha mantıklı."
Video o kadar çok dillenmişti ki içinde büyük bilginin olması şarttı.
Çok geçmeden telefonuma gelen bildirime döndük hepimiz, koridorda yanımıza koşturan Onur'u gördüm.
"Videoyu Kutay denen adam Gökhan'ı vurmadan önce açmıştı. Ben yanımda rahat konuşmayacakları için dışarıdan dinliyordum. Videoyu görmemiştim ama duymuştum, aktardım. İddianamene eklenecek kadar büyük." Onur'un daha fazla konuşmasını istemedik. Hepimiz videoyu merak ediyorduk.
Kenardaki koltuklara çöktüğümüzde ortadaydım. Sağımda Alperen, solumda Taylan vardı. Videoyu açtım.
Fabrikadaki çalışma odasında, masasının başında sırıtan İskender vardı. "Yanına aldığın o adamın de benim adamım olduğunu unuttun Gökhan."
Taylan ile göz göze geldik. İskender devam etti. "Hangi çukurda saklandığın sikimde değil, yaptığın şeyi duydum. Sevkiyatın güzergahını devlete uçurduğunu biliyorum. Cezasız kalmayacağını biliyorsun. Bunca zamandır sana suçsuzken verdiğim cezaların farkındayım, suçluyken ödemen gereken cezanın daha farklı ve fazla olması gerekiyor."
İskender'in itici gülüşü büyüdü. "Ne demek istediğimi anladın. Bu saatten sonra işe yaramayacağının farkındayım. Merak etme her şeyi, tüm suçlarımı seninle birlikte göndereceğim. Ama seni göndermeden önce üstüne yıktığım suçları öğrenmen gerekiyor."
Gökhan'ın bile bilmediği ne gibi bir suç olabilirdi ki?
"Giderken annenin katili olma suçunu üstlen oğlum." Gözlerim büyüdü. "Fazla zayıfsın. Fazla güveniyorsun. Belki de şu hayatta güvenmemen gereken tek kişiye fazla güveniyorsun oğlum. Bana olan güvenin bugüne kadarmış ama sanırım."
Video hepimizi kilitlemişti. "Yaptığın büyük hatayı beni temizlemek için kullan şimdi. İstediğin şeyi yapıyorum, annenin mezarının nerede olduğunu bilmiyorsun hâlâ, öğrenmeden yanına gitmen için çabalıyorum." Video anında kesildi. Bir veda yoktu.
"Gerisi ateş." diyerek zaten tahmin ettiğimiz sonu Onur bize bildirdi.
"Karısını da öldürmüş." Alperen de Taylan da aynı anda bana baktılar. Tanıdık gelmişti bu durum onlara, bana ise birebir aynı yaşam gibi gelmişti.
Bir silah tarafından olmasa da, karşı koyamadığım bir güçten ben de çok kez ölümden dönmüştüm. Farkında olmadan kalktım, Gökhan'ın kapısına yürüdüm. Beklemeden açıp içeri girdim.
Oldukça panik bir ifadesi vardı Gökhan'ın. Eli ayağı birbirine karışmışken yere düşen şeyin sesiyle yere baktım. İki hap yerde duruyordu. "Ne yapıyorsun?" Eline çıktı gözlerim.
Eline doldurduğu ilaçlarla bakakaldığında ne yaptığını anlamıştım. O da anladığımı anlamıştı. "Görmüyor musun? Kim çıkardı beni oradan, sen mi? Neden kurtardın beni, belki gebermek istiyordum?"
"Sana bir tavsiye boşuna elindekileri içmeye kalkma miden yıkanırsa iğrenç bir ağrıyla uğraşırsın, üstelik hâlâ yaralısın."
"Sana ne. Bu kadar ilaç içeceğim geberirim diye düşünüyorum." diyen Gökhan'a kafamı iki yana sallayarak cevap verdim.
"Hastanedeyiz?" Ben denerken hastanede bile değildim. "Ben buradayken ölemezsin Gökhan. Dediklerimi dinle, yani sen bilirsin tabii ama ölmek için içiyorsan boşuna uğraşma."
"Sen nereden biliyorsun?"
Hiç peşimi bırakmayan geçmiş her zaman durduğu yeri belli etti. Unutmak istediğim o an yeniden canlanmaya karar verdi.
***
"Sana yazacağım ilacı günde bir kez al." diyen doktora baktım. O an dünyam başıma yıkılmıştı.
"İlaç mı? Şart mı ilaç. Konuşsak geçmez mi?" Sesimdeki çaresizlik doktoru ikna etmek için olsa da doktor bu halimi görünce ilaç yazmaya daha da emin oluyor gibiydi.
"Konuşmuşlar çözülmemiş ama Dide'cim. 2 yıldır zaten konuşuyorsunuz hala devam ediyor. İlaç seni rahatlatacak." Bilgisayara bir şeyler yazmaya başlayınca ağlamaya başladım.
"Lütfen yazmayın. Harp okuluna gideceğim. Almazlar beni bu şekilde istemezler. İlaç kullanamam lütfen yazmayın. Başka bir yolu vardır. O kadar da sorun olmuyor gerçekten daha tedaviye ihtiyacım yok ben unuturum babamı. İlaç yazmayın, sisteme girmeyin." Son çaremdi, yeniden kendi isteğimi yapmam için son şansımdı o da gözümün önünde suya düşüyordu. Yıllar önce terk edip gitmesine rağmen hala onun yüzünden gördüğüm tedavi ile yine elimden istediğim ve sevdiğim ne varsa alıyordu. Önce çocukluğumu aldı sonra annemi şimdi de hayallerimi.
"Dide yapma böyle. Bu ilaca ihtiyacın var gerçekten. Çözülebilecek bir şey olsa emin ol yazmam ama bunu içmen gerekiyor." Reçeteyi çoktan elime uzattığında ağlayarak aldım kağıdı. Odadan çıkmak için kapıya ilerlediğimde bana seslenen doktorla durdum.
"Bu ilacı kendi başına bırakma oldukça ağır bir ilaç iki ay sonra tekrar gel duruma bakalım." cevap vermedim çıktım odadan.
Lisemin lojmanında kalıyordum, yatılıydım çünkü abim İzmir'deydi. Beni ne kadar yanında götürmek istese ve zorlasa da gitmedim. Okulumu seviyordum benim gerçekten tadını çıkardığım rahatça gezip, dolaştığım evimdi. Odama girer girmez yatağımda ağlamaya başladım. Yanıma gelen arkadaşlarım, abiler ve ablalar vardı ama kimseyi duyamayacak kadar çok ağlıyordum.
*
Düşündüğüm gibi de olmuştu. Sağlıktan dolayı elenmiştim. Sadece ilaçtan da değil, babamın bana yıllarca attığı dayak sonucu oluşan skolyoz ve bıraktığı büyük yara izinden.
İkna etmeye çalışmıştım ama olmamıştı.
"Ben asker olmak istiyorum lütfen"
"Kanda gözüküyor mu bakın yemin ederim ilacı hiç kullanmadım."
"Sırtım iyi duruşumda sorun yok ağrımıyor zaten."
"Yara izimi kapatırım olmaz mı? Lütfen çok istiyorum."
"Benim hayalimdi bu lütfen benim için çok önemli."
"Ben iyiyim, çok iyiyim. Dikkatliyim, disiplinliyim başarabilirim."
Askeri Öğrenci Olmaz. Uçucu Yetiştirilmeye Elverişli Değildir.
Asla bir havacı olamayacaktım. O çok istediğim üniformayı giyemeyecek, o savaş uçaklarına binemeyecektim. Neyi çok istesem neyi çok sevsem hep elimin altından gidiyordu ve sebebine indiğimde hep babam çıkıyordu.
O gece abimin geleceğinden habersiz her şeyimi kaybettiğimi düşündüğüm için bulduğum ilaçların hepsini attım ağzıma. Yatağa uzanıp gözlerimi kapattım, isteğim uyurken ölmekti ama olmamıştı. Ölmeyi bile başaramamıştım çünkü daha çekecek bir sürü acım, peşimi bırakmayan babamla dolu kabuslarım olacaktı.
Hatırladığım tek şey ilaçları yuttuktan sonraki yatışımdı. Uyuyana kadar gözümün önüne gelen üniformayla ağlayışım ve gerisi uyku. Uyanmamayı beklerken karnımda ve başımda fazlaca ağrıyla uyanmıştım. Yanımda abim ve Leyla vardı.
"Dide!" diyen abime döndüğümde gözleri yaşlıydı.
"Abii. Bitti her şey, asker olamazmışım." dudaklarım büzüldükçe büzüldü. Yanıma gelen abime sıkı sıkı sarıldım. Leyla da aramıza katıldığında üçümüz birden benim hayal kırıklıklarıma ağladık. Bu benim ilk intihar denememdi.
***
İlaçlar ne beni düzeltmeye ne de öldürmeye yetmişti. Gökhan'a döndüm. "Denedim çünkü."
"Denedin mi? Beceremedin mi?"
"Salak mısın çocuk? Ölsem burada olur muydum?"
"Ne bileyim ölmek sende huy olmuş gibi. Ölü takılıyorsun ya ondan dedim."
"Abim yetişmiş son anda ben de ölemedim."
"Benim abim yok o yüzden beni rahat bırak." Benim abi etkenimle onun intiharı hastanede denemesi aynı şey gibiydi bana göre. Burada yeterince doktor vardı.
"Ne fark eder? Ayrıca benim gayet mantıklı bir sebebim vardı sen ne bok yemeye intihar etmeye çalışıyorsun?"
"Belki benim de gerekli sebebim vardır."
"Gerekli bir sebep yokmuş. Yaşarsan öğrenebilme şansın var. Bendeki ihtimallerle ben hâlâ buradaysam senin ölmen imkansız gibi bir şey Gökhan." Gerçi benim de öğrenmem için ikinciyi denemem gerekmişti. O da haklıydı belki, psikolojisinin kaldıracağı şeyleri yaşamamıştı, ölse arkasından ağlayacağı kimsesi yoktu ama ölmesini istemiyordu bir yanım.
"Çabuk iyileş, yaşamanın bir amacı olsun. Babana hesap sorman için belki bir fırsat sunar hayat sana." Hala elinde tuttuğu ilaçları düşürmesi için eline vurdum. Ona yapacağım tek kıyağım bu olurdu belki. Empati kurdum, ben de babama hesap sormak isterdim. Gökhan için bunu yapabilecek durumdaydım, belki o da isterdi.
"Onu görmek istediğimi nereden çıkarttın?"
Dudak büzdüm. "Bilmem, ben olsam isterdim." Şüpheci bakışıyla beni süzdüğünde konuştum. "Yani senin durumunda olsam isterdim."
"Niye benim için bir şey yapıyormuş gibisin? Benim senin için bir şey yapmayacağımı biliyorsun, sana güvenmemi falan mı bekliyorsun?"
Başımı iki yana salladım. "Belki vurulmadan önce bunu düşünebilirdim ama artık böyle bir beklentim olamayacağını biliyorum. Sadece hainlik yapmak kişiliğime ters, öyle olmasaydı emin ol babanın yaptığı o işlerin hepsini ikiye katlar, adımı babanın adının üstüne örgüt lideri olarak yazdırırdım. Neyse ki derdim o değil, tüm camiada adım herkesin üstünde. Elime düşene kadar herkes büyük."
"Sana güvenmiyorum."
"Biliyorum. Ama babandan daha iyi olduğumu düşündüğünü de biliyorum." Ayağımla yerdeki ilaçları kapıya kadar sürdüm. "Şimdi dinlen, başında senin için çok değerli bir adamımı bırakacağım, refakat edecek sana."
"İstemiyorum."
"Fikrin umurumda değil." Kapıdan çıktım. Alperen'e döndüm. "Yeniden işine dönmeye hazır mısın?"
"Tabii savcım." Ona olan sinirimden dolayı her şeyi yapmaya hazır gibi bir hali vardı.
"Gökhan'a refakat edeceksin." İkisi için de hoş bir durum değildi ama sınanmak buydu. Biraz kendilerine hakim olmayı öğrenmeleri gerekiyordu. Hayatta mecbur kaldıkları için sevmedikleri şeylere katlanmak zorunda kaldıklarını şımarmadan yaşamaları gerekiyordu.
"Anlamadım savcım?"
"Anladın Alperen. Refakat edeceksin. Öldürmek değil amacın yaşatmak." Kapıyı açıp geçmesi için yol verdim.
Gökhan, Alperen'i görünce şaşırdı. O da başına dikeceğim kişinin Alperen olacağını düşünmemişti. "Şaka mı bu? Bana refakat etmesi için bunu mu seçtin?"
"Öyle yaptım." Kapıyı kapattım.
*
Telefonum çaldığında numaraya şaşırdım. "Alo?"
"Ahsen, kızım ben Demir."
"Bu numar-" sözümü kesti. "Uygar'dan aldım. Anahtarın bende, istersen bu akşam yemeğe gel."
Anahtara gerek kalmamıştı. "Gerek kal-" Sözüm durmadan yarıda kesiliyordu.
"Yemeğe kalırsın, evde bir şey yoktur. Bizimle yersin." İtiraz etmeme izin vermiyordu.
"Albayım hiç gerek yok." Anahtarı vermeye niyetini anlayınca sadece gereken şeyi belirttim. "Anahtarı almaya gelirim."
"Çok geç kalma ama. Bekliyorum." Sesi titremeye başladığında telefon kapandı.
***
Demir yalnız değildi. Evde ailesi vardı. O ilk kez kızını ağırlayacakken Levent ve Seher de yeni öğrendikleri torunlarını göreceklerdi. Kardeşlerinden Mercan ve Oltan, eşleri, çocukları vardı.
Demir kızının istihbarattan olduğu bilgisini söyleyemedi. İşiyle alakalı bir yalan uydurdu. Babası ve kardeşi asker olmasına rağmen saklı bilgiyi saklamak zorundaydı.
"Birazdan gelir. O bilmiyor belli etmeyin, ben zamanı gelince konuşacağım tamam mı?" Fazla heyecanlanmıştı, belki de hayatında yaşadığı en heyecanlı anlarının en başına bile geçerdi.
"Tamam oğlum anladık." Levent oğlunun panik halini görünce bir şey diyemedi. Torunlarına baktı. "Duydunuz mu?"
Hepsi aynı ağızdan konuştu. "Duyduk."
Yemek masası doluydu. Demir, Yeliz'e yardım ederken kapı çaldı.
Seher kapıyı açtı. "Hoş geldin kızım."
Ahsen kapıda daha önce hiç görmediği yaşlı kadını görünce şaşırdı. Daha önce hiç Demir'in evine gelmediği için yanlış geldiğini düşündü. "Demir albayıma gelmiştim, yanlış mı?"
Seher gülümsedi. "Yok yok doğru geldin."
Seher, Ahsen'in içeri girmesini beklerken Ahsem kapıda Demir'i bekliyordu. İhtiyacı olmayan anahtarı ısrar yüzünden almaya gelmişti. Girmeyi düşünmüyordu.
Demir geldi kapıya. "Gel içeriye."
"Yok ben gelmeyeyim. Anahtarı alayım." Evin kalabalık olduğunu görmek zor değildi. İçeriden çok ses geliyordu.
"Olmaz. Yemeğe çağırdım seni, geç içeri." Sahte bir kızgınlıkla söylendi Demir. Anında suratını düzeltti, Ahsen'in yanlış anlayıp anlamadığını anlamaya çalıştı.
"Size afiyet olsun, ben anahtarı alsam yeter bana."
"Evde yemeğin yok, yemeğini ye burada kızım. Bol bol yemek var. Gel." Demir, Ahsen'in kolunu tuttu. "Geç hadi içeri, dikilme kapıda."
Daha fazla direnemedi Ahsen. Ayakkabılarını çıkarıp girdi eve. İçerisi düşündüğünden daha kalabalıktı. Yaşlı bir adam, iki çift, beş genç toplanmıştı salonda.
Ne yapacağını bilemedi, başını eğerek uzaktan selam verdi. Gözü tanıdık birini aradı. Yeliz'i görünce gülümsedi. "Ellerimi yıkayayım?"
"Ben sana göstereyim canım lavaboyu." Yeliz, Ahsen'e yardımcı oldu.
"Yardım edilecek bir şey var mı?"
"Yok yok, her şey hazır. Sen içeri geçebilirsin."
Ahsen içeri girmek istemiyordu. Kapının ucunda salondaki boş yerlere baktı uzun uzun. Nereye oturacağını bilemedi, Demir elini yanına vurdu. "Gel kızım." Demir'in yanına oturdu.
Herkesin ona baktığını hissedince kendini garip hissetti. Genelde girdiği kalabalıkta tanınırdı, bu onun için farklıydı. Ailesiydi ama çok uzaktı herbirine.
"Ahsen." dedi Demir. Ailesine kızını tanıttı. Hepsi gülümsedi. Tek tek diğerlerine döndü Demir. "Babam Levent, annem Seher, kardeşlerim Mercan, Oltan. Eşleri Ertem ve Cemre. Yeğenlerim Pars, Yağız, Leman, Karaca, Hakan."
Fazla kalabalık geldi ama hepsini aklına kazıdı Ahsen. Başını salladı hafifçe, gülümsedi.
"Yemekler! Hadi gelin." Herkes masaya tek tek dizildi. Demir'in iki yanı boştu; biri Ahsen için, biri Yeliz için. Soluna aldı kızını.
Herkese çorbalar uzatılırken Ahsen kendine gelen çorbayı önü boş olan Demir'in önüne koydu. "Ben içmiyorum kızım, senin o."
"Yok ben içemem, mantara alerjim var." Demir ile ortak bir durumdu bu. Herkes sevdiği için yapmıştı, Demir yemiyordu, Ahsen de yiyemiyordu.
Kızına baktı sadece. "Öyle mi? Biz de diğerlerinden daha fazla yeriz o zaman." Ahsen'in tabağına diğer yemekleri doldurmaya başladı.
"Çok bu, biraz az alayım ben." Aslında başka bir yerde başka bir şey yemeyi planlıyordu. Sarp'a sözü vardı. Tabağına azar azar yemek aldı.
"Doymazsın o kadar şeyle." Levent, Ahsen'in tabağına baktı.
"Çok aç değilim zaten, sağ olun." Aldığı yemekleri yemeye başladı.
"Savcıydın değil mi Ahsen abla?" Karaca konuşurken Ahsen sesin kimden geldiğini arıyordu. Buldu. Karaca gülümsedi.
"Göremedim seni." Gülümsedi. "Savcıyım."
"Hangi üniversitede okumuştun?" Heyecanlı heyecanlı soruyordu.
"Galatasaray'da okudum ben."
Karaca'nın gözleri parladı. "İmkansız, yapamam ben."
"Neden?"
"Derece istiyor."
Ahsen de son durumun farkındaydı. Okuduğu okul gerçekten ilkokul için bile öğrenci seçiyordu. "Çalışmadın mı?"
"Çalışıyorum." Annesine ve babasına kaçamak bir bakış attı.
Oltan konuştu. "Genelde telefonla oynarken rastlıyoruz aslında."
"Çalışıyorum. Hem bir sürü üniversite var."
"İstanbul, Ankara iyi. Galatasaray şart değil, benim biraz mecburi gibi oldu. Liseyi de orada okumuştum, o yüzden istedim. Şart değil Galatasaray."
"Matematik olmuyor." Karaca kendi kendine mırıldanmaya devam etti.
Ahsen güldü. "Halledersin." Karaca'ya göz kırptı.
Karaca yeniden konuşacakken Cemre susturdu. "Yemek yerken konuşma, sıkma kızı."
"Sorun değil." Ahsen için sorun değildi.
"Burayı sen mi seçtin?" Karaca da soru sormaya devam etti.
"3 yılda bir değişiyor. Tayinim çıkıyor gidiyorum. Daha üç senem var burada."
"Hangi davalara bakıyorsun?"
Durakladı, Demir'in asker olduğunu bu durumdan dolayı yeterince bazı şeyleri bildiğini düşündüğü için cevapladı. "Teröre baktım burada ama değişiyor."
"Koruması da vardır." diye lafa girdi Pars.
Başını salladı Ahsen. Demir kızına döndü. "Alperen yine koruman, değil mi?"
"Öyle."
"Başka birini bulacak mısın? Yani babası..."
"Bulmayacağım. Babası Aslan'ın yaptığı hatayla Alperen'in bir alakası yok. Alperen'e güveniyorum. İlk andan beri başka birini bulmak gibi bir düşüncem olmadı, olmaz da." Ahsen bu konuda biraz sertti. Kendini katıp düşünüyordu.
Demir karşılığı net alınca başını salladı. "Doğru..." Konuyu değiştirmek istedi. "Abin öğrendi mi?"
"Hayır henüz söylemedim, biraz karışık olacak." Nasıl söyleyeceğini bilmiyordu, alacağı tepkide sorun yoktu, sorulara be cevap vereceğini bilmiyordu.
"Ben söyleyeyim mi? İster misin?"
"Yok o sizi dinlemez. Ben hallederim. İlk şaşırır, biraz ağlar ama sonra hallolur. O bana kıyamaz." Abisini üzdüğünü hatırlayınca içi sıkıldı.
"Abin, nerede?" Levent, Mete'yi tanıyordu, o da onayların torunu sayılırdı. Belki kan bağı yoktu ama manevi olarak gereken düğümler yıllar öncesinde atılmıştı.
"İzmir'de yaşıyor o. Kendi ailesiyle birlikte." Gülümsedi. Duru'yu da düşündü aniden, Leyla'yı...
Mesaj geldi.
SARP: Beni kandırdın mı?
SARP: Mesaj atmanı bekliyorum?
Ahsen telefonuna baktı, parlaklığı sona aldı. Yanında oturan adamın askeri ile konuştuğunu belli etmek istemedi.
AHSEN: Demir albaydayım, evde değilim.
SARP: Yani, yattı mı bizim iş?
AHSEN: Çocuk musun, erken mi yatacaksın?
AHSEN: Bekle biraz daha.
SARP: Ben seni gelmeyeceğini düşünerek bekledim kızım, beklerim. Neyi bekleyeceğim?
AHSEN: Eve geçmemi?
SARP: Geç o zaman?
AHSEN: Sus.
Telefonundan başını kaldırdı, herkes ona gülümseyerek bakınca telefonunu kapatıp altına koydu. "Pardon." Herkes samimi bir şekilde gülmeye devam edince Ahsen, Demir'e döndü. "Albayım?"
"Ayıp bir şey yapmadın ki kızım." O da gülümsüyordu.
Yemeğin devamı sessiz geçti Ahsen için. Yemeğini bitirdi, direkt kaçmak ayıp olur diye herkesin bitirmesini bekledi. Toplamaya yardım etmek için ayaklandı. "Biz hallederiz kız, sen otur şöyle." Halasıyla göz göze geldi.
"Yok, yardım edeyim."
"Onlar halleder." Gençlere baktı. Pars ve Yağız çoktan masayı toplamaya başlamıştı. Herkes eline bir şey alınca masada toplanacak şey kalmamıştı bile.
Ahsen, Demir'e baktı. "Ben gideyim artık." Yeliz'e baktı. "Elinize sağlık."
"Eve mi geçeceksin hemen? Tozlu falandır? Sen gelince nerede kaldın?" Demir gitmesini istemiyordu.
Sarp'ta kaldığını söylemedi. "Yok ben havalandırdım evi, evde kaldım."
Demir anlamadı. "Anahtar bendeydi?"
"Gerek kalmadı anahtara aslında. Ben girmek zorunda kalınca kapıyı kırdım, girdim." Bunu söylerken sesi kısık çıkmıştı.
"Kırdım derken?"
"İçeriye girmem gerekiyordu, size de gelemedim hemen. Ben de kırdım."
"Nasıl kırdın?"
"Tekmeledim, çok da sağlam değilmiş, değişmiş oldu." Demir'in elinde artık evinin anahtarı olmayan anahtarı aldı.
"Sağ olun. Her şey için teşekkürler." Evdeki kalabalığa döndü. "İyi akşamlar." Kapıya yürüdü.
"Otursaydın biraz daha."
"İşim var. Yeterince kaldım zaten sağ olun." Kapıdan dışarı attı kendini.
Demir yine sarılamadı kızına. Kapı kapandı. "Kapıyı mı kırmış o?" Oltan başını Demir'e uzattı.
"Kırmış."
Mercan güldü. "Sevdim ben bu kızı, aynı bana benziyor." Halası olarak diğer kız yeğenleri gibi Ahsen'i de kendine benzetti.
"Aynen, hık demiş burnundan düşmüş aynı. Bir kere sen kısasın." Yaş kaç olursa olsun kardeşler birbirleriyle uğraşmaya devam ediyordu. Oltan da Mercan'la uğraşıyordu.
"Benim biraz hormonlu halim gibi işte."
"Tabii tabii. Öbürü nasıl oldu acaba?" Mete'den bahsediyorlardı.
Demir kapıya dalmışken cevapladı. "O da kocaman olmuş, artık kendi ailesinin başında. Güzel bir baba olmuş." Örnek alacağı kişi oğlu gördüğü kişi olunca yarasına tuz basıldı.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Sarp'ı götüreceğim yer için ikimizin de özenmesine gerek yoktu ama o gideceğimiz yeri bilmiyordu. Ona iyi giyinmesini söylerken kendim de basit giyinemeyeceğim için ben de giyinmiştim.
Muhtemelen gideceğimiz yer onun hoşuna gitmeyecekti ama benim çok hoşuma gideceğine emindim. Bazı şeyleri hatırlamanın vakti gelmişti, o da buna bu kadar hevesliyken yerine getirmek istemiştim.
Beni beklediğini söylediği için hazır olduğu belliydi. Mesaj attım. Kapıdan çıkmadan önce gideceğimiz yere uygun olacak bir battaniye aldım, bir de fularım.
Kapıyı açtığım an çoktan benim kapımın önündeydi. "Farklı bir ev gibi geldi."
"Ne?" Ne dediğini kapıya bakınca anladım. "Hee anladım."
"O ne elindekiler?" Battaniyeyi açıklayamazdım ama fularımın hangi amaçla kullanılacağını söyleyebilirdim.
"Fular gözlerini bağlamam için. Gideceğimiz yer sürpriz." Sarp suratıma gülümserken ben de geleceği düşünüp gülümsedim. İyi görünüyordu, o da siyah giyinmeyi tercih etmişti, kumaş bir pantolon ve polo yakalı üstüyle parlayan tek şey altın rengi saçlarıydı.
"Çok güzel olmuşsun." O da beni süzdü.
"Sen de fena sayılmazsın." Takmadı bu sözlerimi, sırıttı sadece. "Gidelim diye başımın etini yedin, gidelim artık."
Asansöre değil de merdivenlere yürüdüğünü gördüm. Peşinden gittim. "Dikkat et. Topuklu giymeseydin keşke."
"Biri çekiştirmeyince bu topukluların üstünde her şeyi yaparım ben." Her zaman aynı şeyi savunurdum, merdiveni inmek zevkti, çıkmak zulüm.
Arabaya geçtiğimizde battaniyeyi arkaya fırlattım. Fularımla ona baktım. "Gözlerini bağlayacağım."
"Ne diyebilirim?"
"Maskaram bozulur bağlama desen bağlamazdım aslında." Bu sözüme göz devirdi. Gözünü bağladım. "Bu kaç?" Elimi önünde dört yaparak tuttum.
"Dört." Doğru bilmesini beklemiyordum.
"Sarp? Görüyor musun?"
"Bildim mi?" Şaşkındı.
"Görüyorsun çünkü."
"Ahsen çok affedersin ama fuları biraz daha sıksan beynime kan gitmeyecek nasıl görebilirim?" Haklıydı fazla sıkmıştım. Beyaz teninden alnı kızarmıştı bile.
"Gevşeteyim biraz." Bu bahaneyle tekrar bağlayabilirdim. Hafif gevşek bağlayınca yine parmağımı tuttum önüne. "Şimdi bu kaç?" Görmemesi gerekiyordu.
"Dört."
Dört yapan parmaklarımı indirdim. "Sarp!"
"Bir daha dört yapmazsın diye düşündüm, bu sefer tutmasın diye dedim, yine mi dört yaptın?"
"Ben de bir daha dört demezsin diye yaptım ne bileyim."
"Ahsen yemin ederim görmüyorum." İkna olmakla olmamak arasında kaldığım an inanmaya karar verdim. Daha fazla uğraşamazdım. Son kez suratına vuracak gibi yaptım.
"Rüzgarı geliyor Ahsen, amel defterimi kapatmadan gidelim lütfen. İstediğin görmememse sökeyim gözlerimi ama artık gidelim."
Arabayı çalıştırdım. "Tamam be." Bir şeyler yemediğine emindim. "En sevdiğin yemek ne?" Basit bir şeyse en azından gideceğimiz yerde avutacağım bir şey olabilirdi.
"Yemek seçmem ben, ama senin biber dolman çok iyiydi." Göğsüm kabardı ama o görmüyordu. Rahat rahat gülümsedim.
"Yani onu yapamayacağıma göre başka bir şey seç."
"Fark etmez. Sakat at yiyesim yok ama şu an."
"İyi." Araba ötmeye başlayınca kendime baktım, kemerim takılıydı. Sarp'a döndüm. "Kemerin ötüyor."
"Takılı değil çünkü."
"O yüzden ötüyor diyorum zaten, tak."
"Çıkarıyorum fularını?"
"Hayır açma gözünü, gözün kapalıyken takamıyor musun?"
"Uğraşırım."
Uğraşmaya başlayınca ofladım. "Arabaya biner binmez insan takar kemerini..." Arabayı çektim sağa, eğilip kemerine uzandım, kemerini taktım. "Kaldır şu elini."
"Hangisini?"
"Sağ koltukta oturduğuna göre sağını kaldır da geçireyim aradan elini." Elini çekiştirip kemerden geçirdim. Önümüzdeki dürümcüyü görünce buradan almak için inmeye hazırlandım. "İniyorum ama daha gelmedik, gözünü açma sakın."
"Tamam."
Arabadan indim. Dürümcüye girdiğim an geri çıktım.
"Erken döndün."
"Beğenmedim, pis bir yerdi orası." Zehirlemek gibi bir niyetim yoktu, henüz... Arabayı çalıştırdım. En azından ne alacağımı bulmuştum. Sarp'a iki dürüm yeterdi, üç mü alsaydım acaba?
Başka bir dürümcüye girdim. Üç dürüm ona, ben de yanında eşlik etmek için bir yarım aldım. Çıkıp arabaya koşturdum. Bu kılıkla dolaşmak bana da biraz ceza gibiydi ama alacağım keyif için hiç sorun değildi.
Nihayet asıl yere geldik. "Eveet. Geldik." Emniyete çektiğim arabadan indim. Yanıma gelen polisleri elimle uzaklaştırdım. "Açma ben götüreceğim seni."
Kapısını açıp indirdim. Battaniyeyi de elime aldım. "Yavaş yavaş gel şimdi."
"Merdivenler var şimdi, çıkıyoruz." Emniyet sakindi, koridorlar boş görünüyordu. İçeriye girdiğimizde bu sefer de inmemiz gereken merdivenler vardı. "Merdiven! On iki basamak, iniyoruz."
Her dediğimi sorgulamadan yapıyordu. "Üç bu, düşme sakın."
"Tamam."
"Adımlarını minik at koca ayak, düşersen seninle birlikte ben de yuvarlanırım." Merdiveni atlattıktan sonra ona ait olan yere geldik. Sarp'ı yürüterek oturttum, battaniyeyi bıraktım. Dışarıya çıkıp parmaklıkları kapattım, kilitledim. "Açabilirsin gözlerini."
Ben dışarıda karşısına sandalye çekmiş oturuyordum. Gözünü açtığı an olanları idrak etmeye çalıştı. "Ta daa." Yerlere sahte gül yaprakları bile serpiştirilmişti.
"Bu ne?"
"First date? Beğenmedin mi? Yerlere güller bile serpiştirdim."
Pek memnun değildi. "Sen niye oradasın? Gel yanıma o zaman." Orada olduğunu sorgulamayıp benim onun yanında olmamamı sorulmasına güldüm.
"Benim bir suçum yok."
"Benim suçum nedir tam olarak? Ben de öğrenebilir miyim?"
"Hatırlatırım dedim, hatırlat dedin. Savcıya hakaretten getirdim seni buraya." Çok az kinciliğim olabilirdi, çok çok az. "Sevmedin mi?"
"Sevmedim. Yani her şeyi halletmişken sana söylediğim şeyler için beni şimdi buraya getirmen hoşuma gitmedi."
"Yanındaki yemeği aç, karşılıklı yiyelim." Sarp söylenerek yanındaki poşetten ona alınan dürümleri çıkarttı. Benim ayranım da o poşette kalınca konuştum. "Ayranım orada kalmış, alabilir miyim?"
"Yok sana ayran falan!"
"Peki."
"Gel al ayranını." Ayranımı bana uzatınca almaya gittim. "Ben buradan çıkınca bunun rövanşını alırım ama."
Şaşırır gibi yaptım. "Bir de tehdit, sana inanmıyorum. Hala devam ediyorsun."
"Ahsen..."
Ayranımı alıp uzaklaştım, yerime oturdum. "Sarp?"
Bir şey söyleyecekken durdu, bir süre konuşmasını bekledim. Konuşmaya başladığında ironiyle söylendiğinin farkındaydım. "Ne iyi yaptın da geldik buraya."
"Öyle."
Yemeklerini bitirdiğinde onun bitirmesi için çok beklemiştim. Ayaklandım. "Çıkıyoruz sonunda." derken gülümsedim.
"Pardon? Bu gece buradasın Sarp, ne çıkması?"
"Ne demek bu gece buradayım? Ben buradayken sen neredesin?" Bana yaklaşabileceği maksimum mesafeye gelerek parmaklıklara dayandı.
"Yarım saatlik ceza mı olur? Akşam geldik zaten, sabah çıkarırım. Ayrıca ben eve gidiyorum."
"Saçmalama."
"İyi geceler Sarp."
"Ahsen!"
Buraya gelmeden önce gerçekten eve dönmeyi düşünüyordum ama dönemedim. Odama girdim, kapıyı kilitledim, eteğim yüzünden uzanamadığım koltukta oturur pozisyonda uyumaya çalıştım.
***
Sarp arabadayken bir kez gözünü açmıştı. Ahsen yemeklerle uğraşırken ayağına sürünen kağıt sesine eğildi, kağıdı aldı ama açamadan Ahsen'in döndüğünü görünce cebine sıkıştırmıştı.
Ahsen'in çantasından düşen kağıtlar gün boyu arabadaydı. Ahsen'in de haberi yoktu, çantayla beraber eve çıktığını sanıyordu.
Geldiği yerden memnun olmayan Sarp, Ahsen'in gerçekten eve gittiğine emin gibiydi. Cebinden çıkardığı kağıdı açtı, karşısına çıkan şey bir çizimden başka bir şey değildi. Aylin'i gördü, Ahsen'in çizdiğini anladı. İki kağıt olduğunu fark edince ikinciye geçti.
Yine bir çizim bekliyordu ama beklediği kendisi değildi. Ahsen'in odasının düzenini hatırladı ama o an farkına vardığı başka bir şey vardı. O hiç Ahsen'in yatağında uyurken Ahsen'e görünmemişti. Bu sadece bir kez olmuştu o da Ahsen'in öldüğünü öğrendiği gece.
Bir hayal ya da bir rüyadan olduğunu düşündüğü an burada yatmanın onu tatmin edeceği tek şeye baktı. Ahsen'in hislerinden emindi, kendi hislerinden de...
***
Sabahın köründe Ahsen, Sarp'ın yanına gitti. Sarp hala uyurken seslendi. "Sarp!"
Sakince kalkan Sarp karşısında Ahsen'i görünce katlı kağıdı cebine sakladı hemen. "Ahsen."
"Kalk hadi." Şüpheli bakmaya başladı Ahsen. "Bir şey mi sakladın sen?"
"Yoo." Açılan kapıdan çıkan Sarp, Ahsen'in yanına ilerledi. Yüzü buruştu.
"Ne oldu?"
"Sırtım... Tutulmuş. Benim lavaboya da girmem gerekiyor."
"Ya bırak şu yalanı, tut çişini."
"Tutamam Ahsen. Yalan değil." Kağıt cebinden sarkıyordu, katlanması gerekiyordu.
"Prostat mısın Sarp?"
"Tövbe de."
"Tövbe." Ahsen çantasını almak için odaya ilerlerken Sarp'a döndü. "Git lavabona ben odadayım."
Sarp'ı bırakıp odaya girdi. Ahsen'in de iki büklüm uyumaktan boynu tutulmuştu ama söylenmemeyi tercih etti. Sarp'ın gelmesini bekledi.
Sarp bir süre sonra sırtını gererek gelince Ahsen göz devirdi. "Yalan değil kızım valla tutulmuş. Ahan da şimdi albayım arasa dese ki Sarp yetiş görev var ben oraya bu sırtla gitsem al başına bela iyi mi?"
"Abart!"
"Bu zıkkım adamı felç eder Ahsen, bir daha atma beni buraya. Aman sen de düşme buraya tamam mı? Gerçi sen düşersen ben seni çıkarırım buradan ama işte sen beni çıkarmak yerine içeriye atmayı tercih ediyorsun."
"Buraya boş beleş insan atmıyoruz Sarp. Bizim için önemli olan son şey konfor."
"Beni o adamları attığın yere attın ya o da senin ayıbın olsun."
"Sen de rahat dursaydın?"
Ahsen önden ilerlerken Sarp ikidir gördüğü Ahsen'in sırtındaki yarayı yine gördü. "Bu yaran... Baban mı yaptı?"
Ahsen, Sarp yaraya dokunduğu an ürperdi. "Hayır."
"Kim yaptı?" Sarp iyice meraklandı.
Ahsen önce cevap vermek istemese de söyledi. "Eski sevgilim." Gerisini anlatmaya pek niyeti yoktu.
"Eski sevgilin mi?" Ahsen başını sallarken başka soru gelmemesini temenni etti ama olmadı. "Nasıl yaptı bunu? Kocaman bu Ahsen, zarar vermek için mi yaptı, kaza mı?"
"Geçti gitti, çok konuşmak istediğim konular değil bunlar." Ahsen konuyu kaptmaya çalışırken Sarp, Ahsen'in elini tutup kendine çekti.
"Kaza değil... Sen de bu yüzden uzaksın bana. Sana zarar vereceğimi düşünüyorsun belki de?" Sarp tüm bunları düşünürken Ahsen, Sarp'ın söylediği hiçbir şeyi düşünmemişti.
"Hayır, öyle bir şey düşünmedim." Sarp'ın sorun olmadığını, sorunun kendisi olduğunu düşünüyordu.
"Bak Ahsen sana yemin ederim seni sevmeye kıyamıyorum. Eğer sorun buysa sana zarar vermeyeceğimi bilmeni istiyorum. Bilmiyorum sana nasıl kanıtlarım ama sana kıyamam ben, yemin ederim." Ahsen'in yara izi tekrar gözünün önüne geldi.
"Sarp biliyorum, senden asla şüphe etmiyorum şöyle konuşma. Sana güveniyorum zaten. Sorun o değil anlatamam zorlama lütfen." O yara izinin oluşması büyük bir olaydı, anlatmak istemiyordu.
Sarp dile getirmek istemediği şeyi söyledi. "O zaman kaza, hala ona aşıksın?"
Ahsen'in cevabı aniydi. "Hayır, aşık falan değilim, ondan nefret ediyorum."
"Başka bir konuda soru soracağım. Cevaplayacak mısın?" Sadece Ahsen'in gözlerine kilitledi gözlerini. "Dürüstçe, başka bir konuda."
Başını salladı. Saklaması gereken bir bu durum bir de babası vardı, babasını söylemişti başka bir konu olması sorun gibi gelmedi.
"Beni seviyor musun?"
Ahsen'in gözbebekleri titredi. Seviyordu ama dilini tutuyordu. Sadece baktı ama bunun bir cevap olduğunu unuttu. Sarp'ın onu anlamadı için konuşmasına gerek yoktu. Ahsen'in gözleri 'seviyorum' cevabını vermişti.
"Ben sana iyi gelmem Sarp. Daha düzgün birini hak ediyorsun. Hayatı daha sakin birini, sevgisini gösterebilen birini, başını belaya sokmayacak birini. Ben bunlara uygun biri değilim." Aldatılmanın kötü olduğunu düşünüyordu, ama en büyük korkusu Sarp'a Duygu'dan daha çok zarar vermekti.
"Sana daha ne kadar anlatmam gerekiyor bilmiyorum ama sonsuza kadarsa da tekrar edeceğim Ahsen. Sen benim bulabileceğimin en iyisisin. Ben sana değil, sen bana fazlasın. Seni istiyorum, sadece seni istiyorum, fikrimin hiçbir zaman değişmeyeceğini biliyorum. Sen seçilecek biri değilsin, seçecek kişi sensin Ahsen! Seni seviyorum." Sarp artık bir şeyler yapmak istiyordu. Dilediği dileklerin şimdi gerçek olmasına ihtiyacı vardı.
Ahsen derin bir düşünce içindeydi. İlişkisinin üstünden onunda uzun yıllar geçmişti. Sarp'ı onunla kıyaslaması mümkün bile değildi. Sarp'ın onu sevdiğinden de şüphesi yoktu. Aynı şekilde kendi hislerini de artık reddedemediğinin farkındaydı. Mutlu olmak istiyordu, Sarp ile mutlu olduğunu biliyordu. Onun gittiği görevlerde onu merak edişinin, onu görünce gülümsemesinin, hatta onunla uğraşmak istemesinin bile hangi duyguya karşılık olduğunu biliyordu.
Belki de Sarp, Ahsen'in çektiği cefa için sunulan bir sefa olmuştu. Bunu kaybetmek istemiyordu.
Onu şu an reddettiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, ama kabul ettiğinde de her şey değişecekti. Vereceği cevabın Sarp'ı mutlu etmesini de istiyordu. Yapacağı şeyin pişmanlığını yaşamamayı diledi. Elleri Sarp'ın iki yanağına değince Sarp gözlerini kapattı.
Ahsen bulduğu fırsatla Sarp'a yaklaştı, Sarp'ın gözleri kapalıyken dudaklarını Sarp'ın dudaklarına değdirdi. Kısa bir öpücükten sonra geri çekildi. Cevabını vermişti.
Sarp gözlerini açtığında şaşkındı. Bekledi en büyük tepki kuru bir evetti ama aldığı farklıydı. Yutkundu. "Beni öptün!"
Ahsen başını salladı. "Seni öptüm yüzbaşı..."
Bu sefer Sarp da Ahsen'in dilinden cevap vermek istedi. Ahsen'i kendine çektiği an öptü, Ahsen kadar kısa tutmadı öpücüğü. Onun içindeki hasret daha büyüktü.
Nefesleri bittiğinde bırakmak zorunda kalmıştı. Ahsen'e kollarını sarıp kendine yasladı. İkisinin de yüzünden hiç olmayacak kadar büyük bir gülümseme vardı. Beklenen bir cevap iki kişiyi de mutlu etmişti.
***
Bölüm sonu...
Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.
Duygu'nun bir şey söylemesine gerek kalmadı artık. Halloldu.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, şimdiden teşekkürler.
Sizleri seviyorum kendinize cici bakın ballarım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.57k Okunma |
2.63k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |