17. Bölüm

13| Ukte Kaldı

Nathalie Pall
nathaliepall

 

Hepiniz hoş geldiniz ballarım.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır.

 

Kitabı kitappad'e de atıyorum ve kitappad, wattpad kadar rahat bir platform değil.
Kitap orada bir ara yayından kaldırılmıştı, artı on sekiz yazdığı için.
Geri geldi ama yine gitme ihtimali var, bu nedenle her an gider diye whatsapp kanalı açmam istenmişti.
Eğer gelmek isterseniz profilde instagram linki var orada whatsapp linkimi biyografime yazdım. İsterseniz girebilirsiniz.

 

Yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür diliyorum.

 

Satırlar arası bol bol yorumlarınızı bekliyorum ballarım.
Başlamadan da yıldıza basalım mı?

 

KEYİFLİ OKUMALAR DİLİYORUM!

 

•••

**Gurbet-Özdemir ErdoğanGitti Canımın Cananı-Cengiz Özkanİntizar-Elmira Rəhimova🎵

 

**
Gurbet-Özdemir Erdoğan
Gitti Canımın Cananı-Cengiz Özkan
İntizar-Elmira Rəhimova
🎵

 

**
"Yaşarsın, yaşadığının izi kalır.
Yaşamazsın, içinde sızı kalır."

 



Ölüm kısa bir an yaşanır ve seni yaşadığın dünyadan koparır. Bedenin artık yaşamayı bırakır, geçmişte olan hatalarının hiçbir anlamı kalmaz. Gelecek için kurduğun hayaller seninle birlikte olasılığını yitirir. Artık yapılacak bir şey yoktur. Yapılması gereken tek şey toprağın altında derin bir uykudur.

Ölüm zordur ama yaşayana değil, geride kalana. Hala yaşamaya devam eden tüm yakınlara, sevdiklerine. Bir yerde hala duran eski fotoğrafların tutulduğu o kişilere zordur. Asıl yaşanılan ölüm onlaradır.

Ruhunu yitirmiş bedenin canı yanmaz, içi acımaz. Duygular dirilerin işidir. Acıyı da kederi de gideni aklında ve kalbinde taşıyan, ruhu bedende ama ölü diriler taşır.

Birini kaybetmek normaldir. Duyunca içimdeki his nadir değişir, anlıktır. Ta ki o kayıp senin tanıdığın biri olana kadar. O zaman herkesin üzülmesi gerektiğini düşünen derin bir anlam yüklenir. Ölüm akla gelir, herkes bir gün öleceğini düşünür. Kısa bir an sonra kaybettiği kişiyi bir daha göremeyeceğini anlar.

Duymaya ve görmeye alışık olunmayan şeyler silinir yavaş yavaş. Bir kaydı yoksa ses gider, görüntü bulanıklaşır. Yalnızca betimlemeler kalır. Doğduğumuz andan itibaren dayatılan ve kazınan ismimiz gibi... Kahverengi saçları vardı deriz artık, güzeldi deriz ama hatırlayamayız, bir fotoğrafa ihtiyaç duyarız.

Her halini gören Mete için silinmesi zor olan bu suret Sarp'a çok yeniydi. Unutma korkusu da sarmıştı şimdi Sarp'ın bedenini. Bir tek resim vardı, doğum gününde olan bir fotoğraf. Sesini hatırlayacağı bir videosu vardı...

Ahsen'in yatağında ağlamaktan gözleri kapanmış, uyuşan bedeniyle bir anda uyuyakalmıştı Sarp.

"Gelmene gerek yok." diyordu Ahsen. Arabadalardı, Sarp'a bir çift göz bakıyordu. Ahsen yine yanında istemiyordu Sarp'ı.

Sarp dejavu yaşıyordu... İçinde bulunduğu bu duruma adapte olmak zordu. "Geleceğim." diyordu sadece.

Zaman kavramı ortadan kalkmıştı. Rüyalarda istediğin neyse olurdu, bunun da bir düzenbazlığı vardı. Evren istediklerimiz olmasın diye algımızı yanıltıyordu yine, rüyada istediklerimizi yapamayalım diye rüya ile gerçeği karıştırıyordu. Anlamamızı istemiyordu. Sarp da anlamıyordu, gerçek sanıyordu. Yaşadıklarını yaşamamış ama ders çıkarmış gibi bir haldeydi.

Ahsen'i daha yeni götürüyor gibi, ama olacaklardan da haberi var gibi hissediyordu. Engel olacaktı. "Birlikte gider geliriz o zaman." dedi. İstediği şeyi oldurmak ister gibi.

Ahsen, evren rolünü kendi üstlendi. Rüya ile gerçeği karıştırdı. Tüm istekleri imkansız kılarak gerçekliği Sarp'ın yüzüne vurdu. "İşin gücün yok mu senin? Ne zaman görev geleceği belli bile değil. Ben kendi işimi hallederim."

Gitti aklı, gerçek bir an gibi durdu Sarp. Asker olduğunu hatırladı. Rüya dünyasında yarın işe gideceğini kodladı. Cevap veremedi. "Sen gitme o zaman!" dedi düşündükten sonra.

Tek bildiği şey seni oraya göndermemek ya da yanında gitmekti.

"Sarp iş bu, iş." Ahsen her zamanki gibi rahattı. Sarp'a olan tavrı rüyada da değişmemişti. Sarp'ın gözünden Ahsen cevap veriyordu.

"Ahsen, İskender kim?" diye sordu Sarp. Aklına kazınan yeni bir isimdi, unutulacak gibi de değildi. Hiç görmediği, sadece isminin ezbere olduğu adamı sordu Ahsen'e.

Ahsen, Sarp'a göre konuşmaya devam etti. "Organize suç örgüt lideri..." Bu da Demir'in verdiği bir bilgi olduğu için bir cevabı vardı.

"İstanbul'da mı?" Ahsen'i son gördüğü kıyafetler vardı. Ahsen'in ellerine düştü bakışları, hediyesini tutuyordu Ahsen. Zambaklara baktı.

"Evet." dedi Ahsen. Önüne bakıyordu, Sarp'a döndü. "Sen nereden biliyorsun?"

Yeni bir karışıklık daha eklendi. Gerçek ve rüya gelip gidiyorken Sarp'ın sürdüğü arabanın camları tek tek kurşunlandı. "Ahsen! Eğil!" Kurşunlar arabayı delmeye devam ederken Ahsen eğilmiyordu. İçeriye gelen kurşunlar sadece Ahsen'i acıtırken Sarp'a hiçbir şey olmaması daha çok yaktı canını.

Ahsen'e uzandı eli, aşağıya itmek, saklamak istedi. Yapamadı. "Ahsen!" Ahsen'in ellerinde sıkıca tuttuğu hediye ayaklarının ucuna düştü. Sarp gözünün önünde vurulan Ahsen'i izleyebildi sadece. Araba durdu. Ahsen cevap vermeyince inatla adını seslendi. "Ahsen..."

Etrafına baktı Sarp. Ne kurşunlar kesildi, ne Sarp yaralandı, ne Ahsen cevap verdi, ne de İstanbul'dalardı... Olan şeyin olması mekan gerektirmemişti. Hala Diyarbakır'da, Sarp, Ahsen'in yanındayken olmuştu her şey.

Boğazında hissettiği koca düğümle uyanan Sarp rüya diye düşünürken tam olarak uyandı. Bulunduğu odaya, yattığı yatağa baktı. Kendi evi değildi, yastıkta kendi kokusu değil de Ahsen'in kokusu vardı. Yine derinlerden gelen iç çekişle omuzları titredi, gözyaşları yeniden eklendi göz pınarlarına. Dudakları büzüldü, başını yastığa gömdü.

Bir yerlerde duran telefonu titremeye devam etti. Timden, annesinden, babasından, Doruk'tan defalarca gelen aramaları gördü. Mesajların sayısı çoktu bakmadı. Artık karanlık olan odada saate baktı; 22.06.

Kimsenin haberi yoktu, Ahsen'in anahtarı Sarp'a verdiğinden ve Sarp'ın burada olduğundan. Sarp'ın da buradan çıkmaya niyeti yoktu. Sağdaki komodinin üstünde duran çerçeveye baktı, Duru ve Ahsen yan yanaydı. İkisi de gülüyordu. Sarp'ın hiç canlı görmediği bir mutluluktu bu gülüş. Gözleri yandı yeniden.












***












 

Olay günü keyifli olan Mete de bitmişti. Herkese öğlen gelen haber ona daha erken gelmişti. İşteyken gelen bir numarayı açmıştı. "Mete Korkmaz." diyen sese karşılık iş için arandığını sanan Mete nazik bir sesle cevap vermişti. "Benim..."

"Kız kardeşiniz, Ahsen Dide Korkmaz için arıyorum." Yumuşak surat ifadesi dondu. Devamı gelmeden yavaş yavaş ciddileşti Mete. Kardeşi hakkında bir başkasından bir kere bile telefon almamıştı.

"E-evet?" Bir cevap bekliyor ama gelecek cevabın da iyi olmadığından büyük bir eminlikle kaçınıyordu.

Etraftaki sesler kesildi, tüm odağı telefondayken karşı taraf konuşmuştu. "Hastaneden arıyoruz Mete Bey, kardeşiniz Ahsen Dide Korkmaz'ın bir çatışma sonucunda ağır yaralandığını ve tüm müdahaleye rağmen kurtaramadığımızı söylemek için aradım. Başınız sağ olsun..."

Tüm vücudu kasıldı, olduğu yerde taşa döndü adeta. Boş bakan gözleri doldu, idrak etmeye çalıştı durumu. Anlayamamıştı, kabullenmesi zordu. "Emin misiniz? Ben iki gün önce yanındaydım... İyiydi... Bir şeyi yoktu." Hala Diyarbakır'da olduğunu düşünüyordu kardeşinin. "Yanlış bir isim, benzerlik olabilir mi? Nereden arıyorsunuz?"

"İstanbul'dan Mete Bey." diyen sese karşı bir nefes verdi. Yanlış olduğunu düşündü.

"Karışıklık olmuş... Benim kardeşim İstanbul'da değil, Diyarbakır'da." Soğuk terler aktı alnından.

"Anne adı Aylin, baba adı Ali değil mi?" Mete'nin duyduğu bilgiler doğrultusunda yeniden elleri titredi. Tüm acı geri geldi.

"Benim kardeşim İstanbul'da değil!" diyerek bağırdı telefona. "Ne bu? Şaka falan mı?" Telefonu kapattı. Kardeşini aradı. Ahsen telefona cevap vermedi. Mesaj attı.

METE: Dide işin bitince bana hemen dön olur mu?

Attığı mesajın da iletilmediğini görünce inanmak istemediği o gerçek Mete'nin yüzüne acıyı vurmaya devam etti.

Bir süre bekledi, hastaneye geri dönüş yapmadı. Azra'yı aramayı tercih etti.

"Mete Abi?" diyen ses sakindi. Umutlandı Mete.

"Azra nasılsın?" diyerek telaşlandırmadı Azra'yı.

"İyiyim Mete Abi sen?" Azra o sırada karargaha giriyordu.

"Ben de iyiyim, Dide yanında mı? Ulaşamıyorum." Bir yere oturma ihtiyacı hissetti. Beklediği cevap Ahsen'in, Azra'nın yanında olmasa bile yakın bir zamanda onu görmüş olmasıydı.

"Mete Abi yine mi sana haber vermedi Dide? Dide iş için İstanbul'a gitmiş. Ben de yeni öğrendim, siz yola çıktıktan birkaç saat sonra gitmiş." Azra hastaneden gelen telefondan bihaberdi.

"İstanbul mu? İstanbul'a mı gitti Dide? Siz konuştunuz mu hiç?" Mete'nin artık inanmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ağlamaya başladığında sesi Azra'ya gitti.

"Konuşmadık." Mete'nin ağlayışını duyan Azra şaşırdı. "Mete Abi ne oldu?"

Mete'nin verdiği tek bir cevap vardı. "Gitti!" Bir eli telefonu tutarken diğeriyle başını tuttu, saçlarını çekiştirdi acıyla.

Azra'nın da sesi titredi. "Ne? Ne gitti Mete Abi? Bir şey mi oldu?" Karargahta Doruk'un yanına ulaşmıştı. Nişanlısının panik ifadesini gören Doruk, Azra'yı tuttu. "Ne oldu?" diye fısıldadı.

"Aradılar beni... İstanbul'dan aradılar beni, Dide için. Hastaneden aradılar Azra. Gitti!" Mete'nin sesi yükselmişti. "Gitti kardeşim gitti! Kime gitti Dide! Kim öldürdü?"

Azra da ağlamaya başladı. Doruk şaşırdı. "Ne oldu Azra'm?" Azra'yı ilk kez bu kadar perişan ağlarken görünce endişelendi. Bir elinden tutup oturtmaya çalışırken Mete konuştu yine.

"Kim bu Azra? Biliyor musun? Lütfen söyle kime gitti Dide? Kim kıydı kardeşime?" Mete ile eşdeğer büyük ağlayışlar vardı.

Azra çöktü yere... Telefon kapandı. Azra kimi arayacağını bilemedi ilk başta. Başsavcıyı aramaya karar verdi. Duyulan çığlıklara koşan askerler doldu Azra'nın etrafına. Demir Albay geldi Azra'nın yanına, Azra'nın tutmakta zorlandığı telefonu kaptı. "Dide gitti..." dediğinde Doruk anladı.

Demir de haberi hem Azra'dan hem de telefonda olan başsavcıdan duymuştu. Başsavcının verdiği detayla kaldı. Ne hissedeceği konusunda kararsızdı, bir zamanlar sevdiği kadının kızı olduğuna, manevi oğlunun kız kardeşine üzüldü. Ondan da öte o da alışmıştı Ahsen'e.

Sonra tim, Sarp duydu...

Başsavcının Mete'yi arayarak belirttiği tehlikeli durum nedeniyle oraya gitmemesi talebini Mete tabii ki dinlemedi. İşten çıktı, eve gitti, İki gün önce Diyarbakır'da kardeşinin yanındayken şimdi de İstanbul'a yeniden kardeşinin yanına gidiyordu. Bulamayacağı kardeşinin yanına...

Leyla'ya söylemişti, ikisi beraber ağlıyorlardı aynı zamanda da eşyaları topluyorlardı. Duru indi odasından. "Babaa!" Eve erken dönen babasına yapıştı. Mete elinin tersiyle gözyaşlarını silse de çok ağlamaktan dolayı oluşan şiş gözlerini, kızarıklığı saklayamamıştı. "Babam?" diyen içli sese döndü.

"Miniğim..." dedi titreyen çenesiyle. Sadece bir miniği kalmıştı. Kucakladı kızını.

"Ağlıyorsun baba... Neden?" Minik elleriyle babasının gözyaşlarını silmeye çalıştı.

Mete nasıl açıklayacağını bilemedi. İstanbul'a giderken o da gelecekti yanlarında. Mezara gelemezdi ama artık bir miniğini daha yanından ayırmak istemiyordu. İş için gittiği söylense de Ali'den şüphelenmeye devam etti Mete.

"Biraz üzgünüm kızım." Birazdan da fazlaydı ama nedenini soracak olan kızına verecek cevabı olmadığı için geçiştirmeye çalıştı.

Duru toparlanan kıyafetlere baktı. Gözleri büyüdü. "Yine mi tatil? Halama mı gidiyoruz anne yine. Bugün doğum günü değil mi? Ama o zaman niye döndük ki baba?" Duru'nun peş peşe gelen sorusuna tek bir cevap verdi Mete.

Halasının yanına gideceklerdi ama göremeyecekti, saklı tuttu. "Babaanneni ziyarete gideceğiz bu sefer." İstanbul'a her defasında gitme sebepleri bu oluyordu.

Duru duruldu. "O yüzden mi ağlıyorsun baba? Özledin anneni değil mi?" Başını babasının omzuna dayadı, sarıldı babasına. Babaannesine ziyarete gitmeyi seviyordu.

"Özledim..." dedi Mete anında. Duru'nun saçlarından öptü. Ahsen'in Aylin'in yanına gömüleceğini biliyordu Mete. Ahsen için çukur kazılmadan Duru'yu babaannesine götürmesi gerekiyordu. Kucağından inmeyen kızına sarılmaya devam etti. İçli içli ağlamak gelse de içinden tuttu kendini.











***












 

"Sarp nerede? Gelmeyecek mi o?" Aynur hala oğluna ulaşamadıkları için endişeliydi. Sarp'ın içine düştüğü durumu Doruk söylememişti ama Aynur da, Bekir de durumu anlamışlardı. Sarp ortalıkta yoktu.

Defalarca aramışlardı, Ahsen için herkes hazırlanmıştı, Demir'in kararıyla gideceklerdi İstanbul'a. Sarp'ın bu haberden haberi yoktu. Aramalar açılmıyordu, mesajlar görülmüyordu. Aynur bir çanta da Sarp için hazırladı.

"Açmıyor telefonlarını, bilmiyorum. Gittiği tek yer ev ve karargah, araba burada." Doruk bir kez daha aradı abisini. Bu kez açıldı telefon. "Abi!"

Sarp konuştu. "Annemler uyudu mu?" Sesi ağlamaktan boğuk geliyordu, duygusuzdu.

"Hayır. Neredesin sen abi? Sesin hiç iyi gelmiyor, neredeysen söyle alayım seni." Doruk, anne ve babasından uzaklaşarak balkona çıktı.

"Bana bir çanta hazırla, ben İstanbul'a gidiyorum Doruk. Kapıya koy ben kapıdan alacağım." Ailesine gözükmek istemiyordu. Gitmesine engel olsunlar istemedi.

"Abi hepimiz gidiyoruz. Annem zaten hazırladı, gel de gidelim." Nerede olduğunu merak ediyordu. Aşk illetinin farkındaydı, abisinin de yaşadıklarını biliyordu. Empati duygusu ağırdı.

"Baktım Doruk, İstanbul'a kar yağıyormuş... Yok uçak falan." Duraksadı Sarp. Her şey üst üste geliyordu. İstanbul'a uçak yoktu şu an. "Ben arabayla gidiyorum. Çantayı koy kapıya."

"Tamam abi buluruz bir yolunu. Neredesin sen?"

"Kapıya koy buralardayım." Telefon kapandı. Doruk içeriye girdi, bir şey demeden Sarp'ın eşyalarının olduğu çantayı kapıya koydu.

"Ne olmuş? Niye kapıya koydun?" Aynur kapıya baktı, çanta kapanan kapıyla dışarıda kalmıştı.

"İstanbul'a uçak bileti yokmuş arabayla gidecek..." Kapının önündeki sesleri duydu, abisinin çantayı almaya geldiğini biliyordu. Ne kadar görmek istese de açmadı kapıyı.

"Biz de gidelim arabayla." diyen Aynur'a döndü Doruk.

"Bize gözükmek istese gözükürdü anne, biraz yalnız kalsın. Ellemeyin." Yalnız gitmek istiyorsa Doruk bunu sağlamak için elinden geleni yapacaktı. "Biz de kiralayalım araba çıkalım yola."

"Oğlum ya kafası doluyken kaza maza yaparsa?" Aynur dalgın oğlunu düşündü. Sarp'ın sinirli bir kişiliği vardı, duygusal yönden sert olsa da bazı durumlar onu yıkabiliyordu. O anlarda ne yapacağı belli olmuyordu, bunu da en iyi ailesi biliyordu.

"O oraya her türlü gider anne. Önemli olan dönüş yolu, o zaman ben bırakmam onu tek merak etme. Ama şimdi bırak." Balkona çıkıp baktı arabaya, Sarp'ı gördü. Arka koltuğa fırlatılan çantayla saniyeler içinde çalışan arabaya baktı. Gitti.












***












 

İstanbul'a çoktan ulaşmış bir aile vardı. Mete, Leyla ve Duru. Ege'nin evinin önündeydi Mete. Ahsen'in İstanbul'daki evinin anahtarının onda olduğunu biliyordu. Kapıyı çaldı. Ege çıktığında karşısına gülümsedi. "Mete Abi?"

"Dide'nin evinin anahtarları sendeydi değil mi?" diye soran boğuk sese Ege şaşırdı.

"Evet. Bir şey mi oldu? Niye kötüsün sen abi?" Kendi anahtarlığında olan iki anahtarı çıkartıp Mete'ye uzattı.

"Dide..." dedi Mete. Gerisini söylemeye dili varmadı. Dudakları titredi. "Vef-" Kesti kelimeyi. "Gitti." dedi son olarak.

Gitti kelimesinden önce duyduğu üç harfli kelimeyi anlamıştı Ege. O da konduramadı. "Nasıl yani abi?" Vefat kelimesine başka bir şey bulmaya çalıştı ama bulamadı. "Abi?" Bir cevap bekledi.

"Buraya gelmiş... Yanınıza hiç geldi mi? Son kez gördün mü onu Ege? Nasıldı biliyor musun?" İki gün görmüş olmak yetmiyordu, son saniye bile yetmezdi.

"Abi benim haberim yoktu buraya geldiğinden. Kim dedi sana gitti diye?" Ahsen'in buraya geldiğinden haberi yoktu, diğerlerinin de olmadığından emindi. Berkin bilse çoktan ağzından kaçırır söylerdi bile. Kimsenin haberi yoktu, o yüzden görmemişlerdi.

"Hastaneden aradılar. Leyla ve Duru'yu Dide'nin evine bırakacağım, sonra hastaneye gideceğim." Mete arabaya döndü, arabada duran eşine ve kızına baktı.

"Ben de geliyorum abi." Ege içeriye girmeden kapının kenarında duran bir ceketle çıktı. Arabaya geçtiklerinde evde kalmayacağını biliyordu Mete. Ege de hastaneye gelecekti.

"Kar yağıyor baba! Çok güzel..." Duru habersiz dışarıda yağan yoğun kara seviniyordu. Mete de toprağın altına girecek kardeşinin üşüyeceğini düşünüyordu.

Ahsen'in evine geldiklerinde Leyla'ya baktı Mete. Leyla, Duru'yu alıp indi arabadan. Ahsen'in evinin anahtarını aldı. Bir anda durdurdu Leyla'yı. "Binin arabaya geri." dedi.

"Niye?" diyen Leyla gitmeye çalışan kızını tuttu sıkıca.

"Ya evini biliyorlarsa, bırakamam sizi tek... Binin arabada beklersiniz." Her yerde tehlikeli olan Ahsen'in evinin farkına vardı. Onları da kaybetme korkusu sardı her bir yanını. Duru ve Leyla geri bindi arabaya.

Hastaneye gittiklerinde Ege bir mesaj attı gruba, Ahsen'in de içinde olduğu gruba...

EGE: Mete abi burada, Dide'den şehit haberi gelmiş.

Telefonun kilidini kapatıp cebine attı, aramaları meşgule attı şimdilik. Duru'nun farkında olmadığını biliyordu. Peş peşe gelen mesajların defalarca titremesini hissetti.

BERKİN: Şu konularla sikik şakaları yapmayın.

ZEYNEP: Harbiden bu salak şaka nereden geldi aklına?

BERKİN: Lan Ege, Dide'ye ulaşamıyorum.

BERKİN: Buluştunuz da bilerek mi şaka yapıyorsunuz?

ZEYNEP: Bıktım şu muhabbetinizden, bir gün gerçekten birimize bir şey olsa kimse inanamayacak sizin yüzünüzden.

ZEYNEP: Yanında işte belli, Dide'ye ulaşılmıyor.

BERKE: Söyle tamam açsın şu telefonunu.

Hastaneye geldiklerinde arabadan Mete'yle beraber indi Ege. İçeri girdiklerinde gidecekleri yeri bulmak için hastanenin krokisine baktılar. Aradıkları bir oda değildi, morga bakıyorlardı. Aşağıdaydı, hastanenin zemin katının altında, bir bakıma toprağın altındaydı zaten kardeşi. Kapı başında bekleyen iki polis, bir görevli vardı. "Ahsen Dide Korkmaz. Kardeşim için geldim."

"Mete Bey?" diyen polis memuruna baktı Mete, dolu gözlerle, ağrıyan başını aşağı yukarı ağır ağır salladı. Polisler morgun kapısını açtırmadı. Bir kutu vardı diğer polis memurunun elinde. Mete'ye uzatıldı. "Savcımın eşyaları."

Titreyen vücuduyla uzanamadı Mete kutuya. Ege aldı kutuyu. "Göremez miyiz?"

Başını iki yana sallayan üzgün iki polis memuru aynı anda konuştu. "Adli incelemede." Sadece geride kalan eşyaları vardı.

"Bir kere göreyim kardeşimi!" diye yalvaran Mete buna hazır olmak zorunda hissetti kendini. Yeniden içli içli ağlamaya başlamıştı.

O an değişen bir şey daha vardı; Ege. Bir an vardı ki kabullenme. O evreye kadar tutmuştu, idrak edememe durumu geride kalmıştı. Olayın kabullenme aşamasındaydı. Önünde durduğu kapı içini titretti. Dışarısı soğuktu, karlıydı, hastane sıcaktı ama bu kapının ardının da soğuk olduğunu biliyordu.

İçeride Ahsen'in olduğunun farkına varmıştı. Beyni bir oyunun içinde değildi, gerçekler nihayet Ege'ye de gelmişti. Ege de titredi, elinde tuttuğu kutunun içinde olanları bilmiyordu ama titremesi tüm bunların sallanıp ses çıkarmasına sebep olmuştu.

Polisler Mete'nin isteğini reddetti. İçeriye kendileri bile giremiyorlardı. Başında bekleme ve kimseyi içeriye kabul etmeme görevlerini sonuna kadar yapacaklardı.

"Lütfen! Kısa dururum, çok bakamam zaten ona bu haldeyken. Bir kez göreyim. Son kez ya..." Mete çatallaşan sesiyle yalvarmaya başladı. "Çok bakamam zaten..." diye mırıldandığı an yere yığıldı.

Ege elindeki kutuyu atamadı, yere bırakıp Mete'ye yöneldi. Mete için bir sedye morga indi. Ege de Mete'yle birlikte morgdan çıktı, ölünün yanına gidemedi, diriye destek oldu. Kutunun en üstünde duran telefona baktı, kapalıydı.

***

 

"Hastaneye niye geldik anne?" Arabada uyumaya çalışan Duru saatlerdir dönmeyen babasını bekliyordu uyumak için.

"Babanın işleri var annecim." Leyla da bu kadar uzun sürdüğü için endişelenmişti. Birkaç kez aramış ama cevap alamamıştı. Hastaneden elinde bir kutuyla çıkan Ege'yi gördü, yalnızdı Ege.

Arabaya bindi, yan koltuğa kutuyu bıraktı. "Mete abi iyi, sizi annelere götürmemi söyledi Leyla abla." Arabayı çalıştırdı. Leyla konuşacakken Ege tahmin ettiği soruların cevabını verdi. "Sizi bıraktıktan sonra buraya geleceğim, göremedik. Göstermiyorlar."

Kutuya değdi Leyla'nın gözleri. "Eşyalar mı?" diye sordu üzgün sesiyle. Ege başını salladı.

Henüz kimse açıp bakmamıştı, kimsenin kutuya bakmaya eli gitmiyordu. Gözleri yalnızca bir telefonu görüyordu.

Ege, Mete'nin isteği doğrultusunda Leyla ve Duru'yu bıraktıktan sonra geri döndü Mete'nin yanına. Yolda aradığı iki arkadaşına da olayın bir şaka olmadığını söylemişti.

Zeynep de, Berkin de hastanedeydi. Morgda değil, Mete'nin yanında durabiliyorlardı. Mete kendini ayağa kalkacak kadar iyi hissetse de buradan gidecek kadar iyi değildi. Kardeşinin kaldığı yerde kalacaktı.















***
















 

Buraya geldiğinden beri kızının sadece uzaktan arabasını takip edebiliyordu sadece. Kızının kaldığı yerden uzakta arabada uyukluyor, emniyetin uzağında bir yere gelene kadar takip ediyor, gittiği ne kadar yer varsa uzaktan uzaktan takip edip eve varmasını izliyordu sadece. Bir suret olarak görmüştü kızını. Onu tarif edecek kadar detaylı görememişti, bir uzun boyunun farkına varmıştı.

İstediği zaman yaralamak için yaklaştığı kızına yaklaşamıyordu, korkusu vardı, yüzü yoktu.

Ahsen'in havaalanına giderken yine peşindeydi. İçinde göremediği kızı yüzünden eve Ahsen'in arabasıyla tek dönen Sarp'ı kızı bilmiş lojmana dönmüştü yine. Ertesi günün sabahını bekledi, kızının her sabah çıktığı saatte çıkmayan arabasını göremedi Ali.

Evinde olduğunu düşündüğü için içinde bir şüphesi yoktu. Lojmanın etrafında dolaşan sesleri anlayamadı. Akşama kadar sadece olduğu yerde kaldı. İki büyük araç ayarlanmıştı, üzgün suratlarla ellerinde çanta olan insanlara baktı Ali. Kıstı gözlerini, bir şey olduğu belli olan bu durumda araçlara binen insanlara tek tek baktı. Kızı var mı diye baktı ama anlayamadı.

Ağlayan bir kadına çarptı gözleri, Azra'ya bakıyordu ama onu da çıkaramamıştı. Arabaların arkasında küçük çakarlı arabalar da vardı. Sonra Ahsen'in arabasının çıktığını gördü. Gözüne çarpan kadın, yanında bir erkek kızının arabasına bindi.

Uzun bir yol, konvoy şeklinde geçerken o sadece siyah arabayı bekledi. Onun da geçişine izin verdikten bir süre sonra bekledi. Peşlerine takıldı. Arabayı sürenin kızı olduğunu düşünüyordu. Süren Alperen'di, binenler de Doruk ve Azra...

Yolu hesap edememişti, gidebildiği kadar gitti ama takip edemediği arabaları kaybetti. Nereye gidildiğini bilmiyordu, İstanbul'a sürdü. Belki bir umut orasıdır diye düşündü. Doğru tahmin etmişti.

Durduğu yer eski evleriydi. Kaybettiği arabaların hepsinin burada olduğunu görmüştü, kaşlarını çattı. Ne olduğunu anlamıyordu. Kızının arabasını görünce daha da şaşırdı. Ahsen'in bu eve gireceğini düşünmemişti, yeniden burada diye düşündü.

Evine uzaktan baktı, kendisi bile girmek istemezken kızının neden girdiğine yordu kafasını. Belki çıkar umuduyla da kapıdan bir saniye bile gözlerini ayırmadı Ali.

***

 

Demir Ahsen'in evine geldiğinde içi bir tuhaf oldu. Bu evi biliyordu çünkü. Demir kendi oğlu gibi sevdiği Mete'yi de tanıyordu ama Ahsen o zamanlar yoktu. Geri döndüğünde Aylin'i yine bu evde Ali ile birlikte gördüğünde çekip alacaktı, içeriden kucaklanan kız çocuğunu görene kadar; Dide. Kırılmıştı, yıkılmıştı. Ali'ye geri dönmüş olmanın yanı sıra bir başka bebekle karşılaştığı an karşısına çıkamadı Demir. Gömdü sevgisini içine, Diyarbakır'a geri döndü. Aklı kalsa da dönemedi.

Mete de hastaneden sabaha karşı çıkmak zorunda kalmıştı. Ahsen'in yeni evine gidemedi, eski evlerine geldi. Gelenler de bu eve gelmişlerdi. Evde tozlar temizlenmişti, iki kapı kapalıydı sadece; Aylin'in öldüğü yatak odası ve Dide'nin odasının kapısı.

İçeride olan herkesin aksine Mete evde olan değişikliğin farkındaydı. Ali'nin buraya girdiğini anlamıştı. "Babam buraya da girmiş." diye mırıldandığında Demir duydu. Azra da duydu, gözleri büyüdü. "Ali amca döndü mü?" Mete'ye baktı.

Mete başını salladı, aklına gelen ilk şeyle Dide'nin odasına girdi. Babasının odayı dağıtıp dağıtmadığına baktı. Ali girdiği yeri dağıtmamıştı, Mete anlamadı. Kimse odayı görmeden odadan çıkıp kapıyı kapattı. Sürekli göz göze geldiği adama baktı, Demir'in suratı tanıdık geliyordu ama bir o kadar da yabancıydı.

Ege, Berkin ve Zeynep üçü yan yana oturmuş ellerinde her birinin farklı olan Ahsen'le olan resimlerini tutuyorlardı. Gözlerindeki yaşlar çoktan resimlere damlamış damladığı yerin rengini bozmuştu. En çok da Ege'nin içi yanıyordu. Tek çocuktu ama Dide ile kardeş gibilerdi. Babasının yaptıklarına şahit olan ailesi ve Azra dışındaki kişiydi Ege. Zamanında Ali'den o da dayak yemişti, elinin ne kadar ağır olduğunu biliyordu.

Azra tam olarak Doruk'a sarılarak güç bulmaya çalışıyor içi sökülürcesine ağlıyordu. Yaşadığı tüm acıları biliyordu. Yaşaması mucize gibi gözüken birçok şeyden kurtulmuş ve hayata sıkıca tutunmuş arkadaşı, kardeşi şimdi bir anda doğduğu andan beri istenen şeyi yaşamıştı. Ali amcası huzura ermiş miydi? On üç yıldır ölmesini istediği kızını o öldürmemiş olsa bile öldüğünü öğrenip sevinecek miydi? Dide'yi bilen herkesin Dide'nin ölümünün ancak kendi elinden olacağını düşünürken neden böyle olmuştu?

Aynur ve Bekir sessizdi. Sevmişlerdi onlar da Ahsen'i. Aynur ve Bekir salak değildi, oğullarının Ahsen'den hoşlandığını anlamışlardı. Oğullarını böyle bitik görmek üzüyordu ama verebilecek pek bir tesellileri yoktu. Bekir gurur duyuyordu küçük hukukçusuyla, kendisi de avukat olduğu için bu işlerin nasıl olduğunu biliyordu ve emindi ki onlar da askerler gibi şehit olmaktan gurur duyuyorlardı o yüzden Ahsen'in mutlu olduğunu hissediyordu. Aynur da keza öyle düşünüyordu, Azra kızı olmuşken Ahsen'i de kızı olarak görmeyi bekliyordu. Annesinin yanına gitmeyi tercih etmişti lakin. Hakkıydı ama bu kadar erken gitmesi adil değildi Aynur'a göre.

Duru'yu anne ve babasına bırakıp gelen Leyla, sessizce ağlıyordu. Eşinin yanında duruyordu ama o da eşi gibi yıkılmıştı habere. Aklına onunda ilk kayınpederinin yapmış olduğu düşüncesi gelse de duydukları öyle olmadığını söylüyordu. Kız kardeşi gibi gördüğü, eşinin canından olan ve ömrünün sonuna kadar korumaya özen gösterdiği, küçük kızının halası artık yoktu. Tek tek gözünün önüne geliyordu tüm anıları. Tüm bu sevgisizliğe rağmen sevgisini göstermeyi ihmal etmeyen Dide kocaman olmuştu. Ama abisinin ve Leyla'nın gözünde hep küçük bir çocuk olarak kalacaktı. Biliyordu eşi şu an kendini suçluyordu.

Demir sessizdi, sadece tek birine bakıyordu gözleri; Mete. Gözünün önünde bitmiş koca adamı ağlayışı içini yakıyordu. Gidip sarılarak teselli vermek istiyor ama alacağı tepkiden korkuyordu. Hiç babalığı tatmamıştı ama bir baba gibi gözünün önünde duran Mete'yi onun yanında minicikken o halleriyle görüyordu. Üç yılına şahit olmuştu Mete'nin.

1995 Nisan ayında son kez vedalaşmışlardı birbirleriyle. Demir asker olduğu için kimsenin onun için üzülmesini, yıpranmasını istemiyordu. Zaten başlarına bir şeyler de gelsin istemiyordu. O gece kaldıkları evden çıkmadan önce, Mete'nin odasına girdi öptü saçlarından, kokusunu içine çekip uyuyan manevi oğluna baktı son kez. Yüzünde buruk bir gülümsemeyle izledi bir süre Mete'yi. Odadan çıkıp sevdiği kadının yanına gitti uzandı yanına. İzledi önce sarıldı Aylin'e boynuna gömüldü derin bir nefes çekti. Öptü yüzünün her yanını, anında ona sarılan Aylin'in kollarını geri çevirmeden Demir de sarıldı. Tekrar uykuya dalmasını bekledi Aylin'in, bu sürede bir daha alamayacağı bu kokuyu çekti içine. Uykuya geçtiğini anlayınca sessizce kollarından sıyrıldı Aylin'in. Notu kendi yastığının altına bıraktı, elinde kıyafetlerini koyduğu çantasını aldı içine eklediği iki adet şeyi de unutmadı. Oğlunun oyuncak arabası ve sevdiği kadının kokusunu sindirdiği fuları...

Evden çıktı. Hiç gitmek istemiyordu. Kalmak istiyordu sevdiği kadının yanında, oğlunun yanında. Bir aile kurmak istiyordu hatta ama peşinde bir sürü terörist varken onların canını da hiçe sayamazdı. Sevmek fedakarlık etmek demekti. Vatanındaki insanlar rahatça uyusun diye çalışırken en sevdiklerini de düşünmek zorundaydı. Başlarına onun yüzünden bir şey gelirse kendini çok suçlu hissederdi. Bunu yapmaktan başka çaresi yoktu. Geri dönmeye niyeti vardı ama kalarak tehlikede kalmamaları içi belirsiz bir ayrılık gerekiyordu.

Aylin'in fotoğrafını gördü bir çerçeveden. Ali'ye döndüğü zaman bir şey yapamamıştı, içinde yaşadığı aşkı kırk iki yaşına kadar sürmüştü. Yeliz ile de o zamanlar evlenmiş, geçmişini bırakmıştı ama geçmişi şimdi eksik bir parçayla karşısında yıkılıyordu. Yeliz de kenarda sessizce üzüntüsünü yaşıyordu.

Ruhi kendi kendine ağlıyordu. Dide buraya geldiğinden beri birlikte iyi anlaşıyorlardı. O bomba olayında ilk korkusunu yaşayan Ruhi, Ahsen'i kurtarmak için koşturmuştu yanına. Hiç düşünmeden kan vermiş o gün iyi olduğu haberini almak için herkesle birlikte başında beklemişti. Şimdi kan vermesine ihtiyacı bile olmayacak durumda olan Ahsen için üzülüyordu. Bir anda gelen bu haberle herkes gibiydi. Kendisinin de bir kız kardeşi vardı, Mete'yi izlemek onun içini daha çok parçalıyordu. Mete'nin kesilmeyen sesi, hıçkırıklarıyla kalkıp Mete'ye sarıldı.

Onat da keza ilk günden beri Ahsen ile iyi anlaşan kişilerden biriydi. Onun da içi yanıyordu. Asker olan onlardı ve tim olarak o kadar göreve gitmişlerdi ki, hiç olmayacak zamanlarda son anda kurtulup döndükleri sayısız görevleri vardı. Onlar şehit olmamışken bu kaderin Ahsen'e vurmasına üzgündü. Vatanı korumaktı görevleri, sadece askerler şehit olmazdı. İçlerinden biri gitmişti, sıradan bir ölüm değildi. Şehit olmuştu Ahsen. Şu an Onat tam olarak Ruhi ve Mete'ye bakarak kenarda gözyaşlarını döküyordu.

Timdeki diğerleri de en az Onat ve Ruhi kadar üzgündü. Hepsinin aklında iki gün öncesine kadar hep birlikte güldükleri o gün vardı. Bugünün gelişi hızlıydı. Buraya arabayla gelmenin süresi çoktan Ahsen'in doğum gününü geride bırakmıştı.

Alperen eli suratında gözlerini kapatmış hıçkırarak ağlıyordu. Ellerinden dışarıya uzanan gözyaşları duracak gibi değildi. En çok o kendini suçlu hissediyordu. Korumasıydı o, işini yapamamıştı. Gelme demişti Dide ama dinlemeyecek o nereye giderse peşine o da gidecekti. Şu an sanki kendi elleriyle öldürmüş ve kendisini Dide'nin katili olarak görüyordu. Babasının işi yüzünden hor görülüp ezilen biriyken şüphesiz ona yanaşan ve sahip çıkan tek biri vardı hayatında. Dide ablası. Onu da kaybetmişti şimdi. Onu korumak uğruna ölmesi gereken biri olmasına rağmen onu kaybetmiş olmak, o yaşamıyorken burada olmak Alperen'in tüm suçu kendine bağlıyordu.

Adnan ve Beste de haberi öğrenir öğrenmez döndükleri Almanya'dan tekrar İstanbul'a dönmüşlerdi.

Mete hıçkırıklarını toparlamak için kapının önüne çıktı. Yanına gelen gölgeye döndü. Gelen adamı görünce Demir'i gördü. Gözlerini silmeye çalıştı. Tanıdık gelen ama nereden geldiğini bilmeyen Mete sesini toparlayarak sordu. "Albayım yanlış anlamazsanız tanıdık geliyorsunuz. Daha önce tanışmış olabilir miyiz?" dedi ağlamaktan boğuk çıkan meraklı ses.

Demir önce Mete'ye baktı, ne diyeceğini bilemedi. "Anneni tanıyordum." dedi sessizce.

"Beni?" diye sordu Mete. Çünkü Mete'nin de aklında Demir'in değişmeyen siması silik bir şekilde duruyordu.

"Seni de tanıyorum." durdu bir süre. "Adım tanıdık geliyor mu sana?" diye sordu.

Mete, Demir ismini hatırlamaya çalıştı. Yanına eklediği bir şey vardı geçmişten. Mete'nin aklında Demir ismi yalnız değildi, yanında bir sıfat vardı; baba. Gözleri büyüdü. "Demir baba?" Dört yaşındayken ayrılmışlardı yanından ama unutmamıştı. Üç yılda Ali'den daha çok baba olan Demir'i unutamazdı. Ara sıra Aylin'den de duyardı Demir ismini.

Demir de bakmaktan başka bir şey yapamadı. O an her şeye hazırdı. Sövülmeye, bağırılmaya, azar yemeye hatta belki okkalı bir tokada. Ne olursa sesini çıkarmayacaktı, hakkıydı Mete'nin. Ama beklediği olmadı, Demir'in az önce düşündüğü hiçbir şey olmamış bir de üstüne sırtına dolanan kollar vardı. Mete sıkıca sarılıyordu Demir'e, Demir de karşılık verdi, uzun süredir görmediği Mete'ye sarıldı. Mete yine Demir'in omuzlarında güçsüzce ağlamaya başladı. "Önce annem gitti. Şimdi de canımdan bir parça. Ben iyi bir evlat, iyi bir abi olamadım."

Demir de üzgündü, o da daha fazla tutamadı gözyaşlarını aktı birkaç damla gözlerinden. Süzüldü yanaklarından omuzunda yatan adamın saçlarına damladı. "Öyle deme oğlum. Eminim ki elinden geleni yaptın." Biraz bekledi. "Özür dilerim." dedi. "Gitmek istememiştim..." Ali'nin Aylin'i öldürdüğünden haberi vardı. Eğer gitmeseydi Aylin yaşıyor olacaktı.

"Bunu yapanın babam olmadığına eminsiniz değil mi? " Mete hala emin değildi babasının yapmadığından, İskender denen o adamın işinde babasının da bir parmağı olup olmadığı düşüncesi hiç çıkmıyordu aklından. Sanki Dide'nin canını bir tek o yakmak istiyormuş gibi düşünüyordu ama yanılıyordu. Mete hiç bilmiyordu, Dide bu işe girdiğinden beri neler çekti, kaç kişi tarafından tehdit edildi ya da zarar gördü. Dide, daha fazla endişelenmesin, abisin başına bela olmasın diye bunları söylemiyordu abisine.

"Eminiz ama bir şey mi oldu?" Ali'nin Aylin'i öldürdüğünün farkındaydı, Ahsen'e bir şey yapıp yapmadığı konusunda da emin değildi. Mete'nin de Ahsen'in de bur evde Ali'den çektiğini tahmin ediyordu.

"Babam gelmişti evime ama biliyorum önce kesin buraya geldi. Dide'den özür dilemek için geri döndüğünü söyledi ama inanmadım. Dide öldü diye yalan söyledim sonra çıktı gitti evimden. İnandı mı inanmadı mı bilmiyorum ama ya bulursa diye hep korktum. Dide'ye söyleyemedim..." Çünküsünü anlatamadan kesti cümlesini.

Ama Demir merak ediyordu. "Baban Ahsen'e ne yaptı oğlum?" Cevabından korktuğu soruyu nihayetinde sordu ya da sormak zorunda hissetti. Kollarından çıkıp ona bakan Mete'yi izledi.

Önce soluklandı Mete. Ne diyeceğini, nasıl anlatacağını bilmezken anlatsa da tekrar yaşayacak gibi olacak daha çok üzülecekti. "Ne yapmadı ki?" demekle yetinmek istedi ama sonra düşündü annesini. O gecenin sabahında Demir babasını bulamayınca annesiyle ağlamışlardı gün boyu. Annesiyle tekrar eve geri döndüklerinde babası kendinde değildi hala ama annesi Mete'ye karnında kardeşini taşıdığını söylemişti. Aklına yıllardır gelmeyen ama yerinden kımıldamamış bilgiyi hatırlaması için Demir'i görmeyi beklemişti sanki. Şu an düşündüğü şey Ahsen ile aynı babaya sahip olmama düşüncesiydi. Ahsen'in muhtemel babası karşısındaydı.

"Dide çok zor yıllar geçirdi. Çocukluğunu mutlu ve sıradan yaşamayı bırak sadece acı çekti. Babam pek sevmezdi Dide'yi, pek de değil. Hiç sevemedi." Ufak bir hıçkırık kaçtı dudaklarının arasından Mete'nin. "Dide," dedi yine devam ederek. Demir sadece bakıyordu konuşan Mete'ye. "Biz döndüğümüzde annemin karnındaydı Demir baba..." Babasının Demir olduğuna emindi Mete. Düşünmek şimdi aklına gelmişti, Demir'i görmeden önce bu bilgi önemsiz geliyordu.

Gözleri büyüdü Demir'in. Ne diyeceğini bilmiyordu. İster miydi diye düşündü. İsterdi. Kendi canından kanından bir çocuğu olsun isterdi ama doğruysa kızı çoktan büyümüş diye üzülecekken bir de üstüne ölümü kaldıramazdı. "Ne?" dedi şok içinde.

"Annem biz eve, babamın yanına geri döndükten bir süre sonra 'karnımda kardeşin var.' demişti. İlk başlarda aklım ermiyordu anlamamıştım babamdan sanıyordum. Hala kesin diyemem ama annem eve geri döndüğümüzde babamın suratına pek bakmazdı. Şimdi düşününce..."

Demir bir şey demedi. İçine şüphe düşse de daha fazla üzülüp, tükenmemek için hiçbir şey yaptırmayacaktı. 'Ya gerçekten benim kızımsa?' düşüncesi beyninde yankılanmaya başladı. Zaten kendi yiyip bitirmişti yeterince, bu ihtimali duymak hiç hoşuna gitmemişti. Eğer Ahsen onun kızıysa neden Aylin ona söylememişti diye düşünmeye başladı. Kızıysa bu kadar acı çekmesine nasıl katlanmış Demir'i habersiz bırakmıştı. Kendine de kızıyordu, böyle bir ihtimal vardı ama aklına hiç gelmemişti. Hiç bu ihtimalle düşünüp Aylin'e sormamıştı. Bilememişti hiçbir şeyi. Yanılmıştı yine.

Mete'ye gelen telefonla artık vaktin geldiğini anlamışlardı. İkisi de bu konuyu sonra konuşmak için kapattılar. İçeriye herkesin yanına döndüler.






***







 

Sarp yoktu evde, Doruk haber vermiş, evin konumu atmıştı ama Sarp gelmemişti. Arabasını hastanenin önüne çekmiş morga girmeye çalışmış, giremeyince ortalığı birbirine katmıştı. Değişen bir şey olmamıştı, içeriye giremediği morgun dışında, hastanenin bahçesinde arabasında bayraklı bir tabut bekliyordu.

Hastaneden çıkan tabutu görünce arabadan indi. "Nereye gideceksiniz şimdi?" dedi zayıf sesi.

"Adalet Bakanlığı'nda kısa bir tören yapılacak." diyen polis memuruna baktı. Ahsen'in tabutuna bakınca tüm vücuduna saplanan ağrının tarifi yoktu. Sarp'ı beklemeyecek olan aracı kaçırmamak için Sarp arabasına koştu.

Herkesten önce gitmişti. Bir salonda kürsünün yanına koyulmuş tabutun karşısına geçti. Yüzünü görememişti, gerçi görse de kaldıramayacağının farkındaydı. Tabuta dokundu. Daha önce dokunduklarında farklı hissediyordu bu defa. Tahta da aynıydı, bayrak da. İçindeki de şehitti ama farklı bir yakınlık da vardı ona. Tabutun önünde bir çerçeve; takım elbisesinin üstünde cübbesiyle saçları salınmış ama kıvırcık değil düz öylece gülümsüyordu.

Bir de yazı vardı tabii.

ŞEHİT CUMHURİYET SAVCISI
AHSEN DİDE KORKMAZ
D.T. 01.01.1996
Ş.T. 01.01.2024

Salonun içi dolmaya başladı. Mete girdiği an gördüğü tabutla boğazını parçaladı. Salon doldu, hiç bilinmedik savcılar girdi içeri cübbeleriyle, başsavcı Erkin de buradaydı. Avukatlar, üniformalı polisler, askerler.

Sarp, Erkin başsavcıya tutuldu. Erkin başsavcı kürsüye çıktı. "Bugün burada toplanma sebebimiz olan şehit meslektaşım için büyük bir üzüntü içerisindeyim." Sarp dinlerken çenesini sıktı. Sakin duran Erkin'in üstüne atlamamak için tuttu kendini. Kımıldanıyordu, Doruk kolunu sıktı abisinin.

Erkin konuşmasına devam etti. "Tanımaktan onur duyduğum savcı Ahsen Dide Korkmaz'ı vahşi bir saldırı sonucunda uğurlamış olmaktan büyük üzüntü duyuyorum. Bilinen failinin adalete teslim edilmesi için sorumlu olan herkesin elinden geleni yapacağını bilmek tek tesellim, tesellimizdir. En kısa sürede başka bir can kaybetmeden failin yakalanmasını içtenlikle temenni ediyorum."







***








 

Ali bu kez de adliyeye gelmişti. Ne olduğunu hala bilmiyorken bir cenaze arabası olduğunu gördü. Daha kim olduğunu görmeye kalmadan kapıdan çıkan birkaç kişinin yakasında minik bir fotoğraf vardı.

Fotoğraftan çıkaramazdı kızını ama altında yazan isme takıldı gözleri. 'Cumhuriyet Savcısı Ahsen Dide Korkmaz' Geçen herkesin yakasındaydı minik fotoğraflar. Sarsıldı Ali.

Adliyenin dışında uzun duvarlara yaslandı. Ağlamaya başladı o da. Kızını ağlatan adam kızı için ağlayacak hale gelmişti. Özür dileyecek bir kızı kalmamıştı, yine korkaklığını ortaya koymuştu. Takip ettiği süre boyunca çıkamamıştı karşısına şimdi özür dileyemeyecekti.

Gözyaşları gözlerinden nehir gibi akmaya başladığında durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Kenara geçti yere çöktü, iki elini kafasına atarak çekiştirdi saçlarını. Geç kaldığı için de üzülüyordu ama en çok üzüldüğü şey kızının ölmüş olmasıydı. Hep korkakça davranıp bir şeyleri erteleyen ve onlardan kaçan Ali bu şeyin pişmanlığını yaşarken bile yine aynı şeyi yapmış düzeltmek istediği o şeyden bir adım öteye gidememişti. Kızını kaybetmenin acısını yaşayan sıradan bir baba gibi de davranamıyordu, çünkü kızına iyi bir babayı bırak sıradan bir baba bile olamamıştı. Yaptığı şeyler kesik kesik bir hatıra gibi olsa da hatırladığı o şeyler içini yakıyor, nefesini kesiyordu. Ağlamalar yavaş yavaş hıçkırıklara dönüştüğünde yerde oturup kalmaktan başka bir hareket yapamıyordu. Şu ana ayağa kalksa ayakta duramayacağından emindi.

Göğsüne çöken sızıyı önemsemedi yerde durmaya devam etti. Bir süre sonra göğsünde oluşan sızı daha da şiddetlendiğinde elini göğsüne götürüp tuttuğunda hala içini sökerek ağlıyordu. Bir el ense tarafından kıyafetini tutunca o kişiye döndü. Demir, Ali'nin ensesinden tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Ali, Demir'i tanımıyordu ama Demir tanıyordu Ali denen herifi. Zaten dün akşam resmini görüp öfkesi artmışken şu an canlı olarak karşısında görmek içindeki acısını öfkeyle doldurmuştu.

"Kalk lan! Kalk!" Demir'in sinirli sesi hiç sakin olmaya yatkın değildi.

Ağlayan Ali ensesini kavrayan güçlü elle mecburen kalkmıştı. Göğsünü tutmaya devam ederken sürükleniyordu bir taraflara. Demir çekiştirip Ali'yi bir köşeye aldığında karşındaki duvara fırlattı. Kalbini tuttuğunu gördüğünde Ali'ye yaklaştı. "Kalp krizi mi geçiriyorsun lan?"

Ali tanımadığı bu adama karşı koyamıyordu. Gücü yoktu. Kesik nefesler alırken kesik kesik konuştu. "Ga-galiba. Bilmiyorum." Sıkışan kalbine vurdu eliyle.

"Ölmek yok Ali. Sakın ölüp kurtulmaya çalışma seni kendi ellerimle geberteceğim." Ali'nin acılı hali Demir'in umurunda değildi, yakasını sıkmaya devam etti.

"Beni tanıyorsun?" Eli hala kalbinde kendini düzeltmeye çalışıyordu ama başaramıyordu. Demir'in gücüne karşılık verecek kadar iyi değildi. Aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiği adamdan çok daha zayıf ve güçsüz olduğunun farkındaydı.

"Senin gibi iğrenç birini tanımak ne kadar hoşuma gitmese de seni geberteceğim aklıma geldikçe rahatlıyorum." Ali'nin Ahsen'e baktığı gibi sert bakıyordu Demir'in gözleri. Ali de Demir'e Ahsen'in ona baktığı gibi ürkek bakıyordu.

"Nereden tanıyorsun?" Ali burada yalnızca bazı kişiler tarafından tanınıyordu, herkese kendini yeni kimliğindeki ismiyle tanıtıyordu. Onun tanımadığı ama tanındığı adama bakarken çoktan korkmaya başlamıştı.

"Ahsen'den, oğlundan ve Aylin'den tanıyorum. Ne boklar yediğini de biliyorum. Niye geldiğin lan buraya ne istiyorsun daha kızdan?" 'kızından' kelimesini kullanamıyordu. Demir'in kızı olma ihtimali olduğu için söylemek istemiyordu öyle olmasa bile 'kızın' demeyecekti. Ali'nin kızı olsa bile demeyecekti, Ali babalık yapmamıştı.

"Ben özür dilemeye geldim." tekrar hıçkırıklara boğuldu Ali. "Dileyemedim ama. Gitti."

Demir'in gözünden bir yaş süzüldü. Elinin tersiyle sildi hemen, fırlattığı adamın boğazına sarıldı. Ali'yi nefessiz bıraktığında acısı yerini tamamen öfkeye bırakmıştı şu an. Aklına gelen Aylin ve Ahsen'in ölümüyle daha da sıkı kavradı elleri Ali'nin boğazını. Nefessiz kaldığını gören Demir dişlerini sıka sıka, sinirle konuştu. "Nasılmış nefessiz kalmak? Güzel mi? Bundan sonra böyle Ali, artık öğrendim seni. İstediğin deliğe gir, cehennemin dibine de girsen gelir bulurum seni. Yaşattıklarını sana yaşatmadan ölmen yasak. Duydun mu lan beni?"

Elleri Ali'nin boğazını bıraktığında Ali alamadığı nefesi almaya çalıştı önce, öksürük tuttuğunda Demir arkasını döndü Ali'ye. "Katılmam gereken bir cenaze var sonra geri döneceğim. Senin için döneceğim Ali. Zebanin olacağım senin, bu saatten sonra senin dönemin başlayacak. Kısasa kısas." Gitmeden önce Ediz'i gördü, yanına çağırdı.

"Emredin komutanım?" Ediz, Ali'ye baktı.

"Bu bizimle dönecek, Diyarbakır'a. Elinden kaçırma, kimseye de söyleme!" Kimseden kastında tim de vardı.

"Emredersiniz komutanım." Ediz, Ali'yi aldı götürdü.

Cenaze alanına geri dönen Demir kapıdan girerken tüm öfkesini de kapıda bırakıp tekrar topluğun arasına geri döndü.

Herkes Feriköy Mezarlığı'na geldi. Aylin'in mezarının hemen yanı çoktan açılmıştı. Duru açılmadan görmüştü babaannesini ama şimdi yanında bir boşluk daha vardı ve Duru burada değildi.

O an geldi, tabut açıldı, kefene sarılmış beden çıktı, kimseye değmeden toprağın kazılı çukuruna koyuldu. Tutmak için kim zorlansa da belli olacaktı. Demir de ağladı, Sarp da... Herkesten farklı ağlıyorlardı ama yine de Mete'ye yetişemiyorlardı.

Sarp'ın yanında duran Mete'nin vücudu sallanırken onu tutan Sarp olmuştu. Mete'nin Sarp'tan nefret sebebi şu an toprağın altındayken Sarp'a kızmak aptallık olurdu. Sarp'a tutundu ama Sarp da pek sağlam değildi.

Ona dokunmaya izin yoktu ama kürekler bırakılmıştı. Mete uzandı, yanında Sarp da onu tuttu. "Atamam ben." dedi. Bağırdı. "Atamam. Atamam toprak falan!" Toprağın içinde çoktan kirlenmiş kefenin üstüne bir parça toprak atacak cesaret yoktu. Ölüler hissetmezdi, herkes biliyordu ama atamadı Mete. Elinde tuttuğu küreği herkesten önce Demir'e uzattı. Demir de bekledi bir süre, küreğin ucuna az bir toprak alıp attı çukura. Kürek elden ele dolaşmaya başladığında Doruk'a, Sarp'tan önce gelmişti.

Sarp'a uzattı küreği. Sarp da atmak istemiyordu. Herkes onu beklemeye başlayınca o da Demir gibi küreği az doldurdu. Çukura baktı, atmadan önce düşündü, gelişi güzel atamadı, acıtmayacak şekilde toprağı Ahsen'in ayaklarının dibine denk getirdi ama atarken de gözlerini kapattı. Kürekte biten toprakla hemen elinden bıraktı küreği.

Herkes tek tek attı. Tim, Ahsen'in arkadaşları, Alperen, Adnan, Bekir, Doruk.

Doruk, Sarp'ın yanına gitti. "Mete abi kalacak biraz daha burada. Sonra yine gelirsin. Dide'nin evine gideceğiz."

"Ben Ahsen'in büyüdüğü eve girmek istemiyorum." diye söylendi Sarp. Ahsen'in öğrendiği geçmişi sevmiyordu. O eve girmek istemiyordu.

"Buradaki evine gideceğiz, büyüdüğü değil." Ahsen'in kendi taşındığı evden bahsediliyordu.

"Dide'nin evine geçelim eşimde daha sonra gelecek." Leyla'nın sesi duyuldu. Kalmak isteyen Sarp'ın itiraz etmeye hakkı yoktu. Çaresizce başını salladı sadece.

 

 

***

 

 

Dayısına döktüğü dil yüzünden sıkılmıştı Duru, annesi ve babasını merak ediyor yanlarına gitmek istiyordu. Leyla'yı arattı, annesinin halasının evinde olduğunu öğrenince zorla halasının evine gitmek için yalvardı. Leyla onaylayınca Duru da, Ahsen'in evine gitmişti.

Küçük Duru halasının evine gelen herkese bakıp kim olduğunu çözmeye çalışıyordu. Halasını aradı gözleri, en son gelen babasına kaydı bakışları. Babasının yanına gitti kucağına tırmanıp küçük kollarını ağlayan babasının kollarına sardı.

Sarp içeride oturuyordu ama ortamdan soyut bir şekilde sadece aklında tek bir sureti düşünerek boş boş bakıyordu etrafa. Sonra gözüne takılan kutuya baktı uzunca, bu onun doğum günü için aldığı hediyeydi. Ahsen'in en son geldiği yer burasıydı. Kafasındaki sorular ağrıyan başına ağırlık oldu. Neresinden vurulmuş, saat kaçta, kaçıncı dakikasında, kaçıncı saniyesinde kopmuştu hayattan? Neden durdurmamış, onu gitmemeye ikna etmemişti? İstanbul'a gömülmüş olması da yıkıyordu onu. İstediği an gidip göreceği bir zamanı olamayacaktı.

Canlısına doyamamışken mezarına uzak kalacağını bilmek, yanında hissedememek bitiyordu Sarp'ı. Çok sevmişti Ahsen'i, canını bir saniye bile düşünmeden verecek, ona hedeflenen her kurşunun karşısına geçecek, sabahtan akşama kadar hiç sıkılmadan dudaklarının arasından çıkacak sesi dinleyecek, uyurken kendi uykusunu siktir edip tüm uyku saatini onu izleyecek, her halini ezberlemek isteyecek, hayatının sonuna kadar sadece ona sadık olacak, hiçbir fikrinin mantığını düşünmeden yapacak kadar çok sevmişti onu. Hala da sevecekti. Tek bir düşünce belirdi. Önce intikam alınacaktı sonrası dileğiydi 'şahadet'.

Duru, babası ağlamaya devam edince annesinin yanına gitti. "Halam neden yok? Halam misafir sevmez ki bunlar kim? Gitsinler artık, halam onların gitmesini mi bekliyor? Çağır gelsin ben kovayım içeridekileri ama Berkin abiler ve Azra abla kalsın onlara kızmaz halam." diyen küçük Duru halasının gittiğini hala bilmiyordu.

Derin bir nefes aldı Leyla. "Annecim. Halan yok burada." dedi ne diyeceğini, nasıl anlatacağını bilemeyerek. Duru da ona anlamaz bir şekilde baktı. "Nasıl? Nerede halam, herkes burada ama?"

Leyla, kızını kucaklayıp Ahsen'in odasına geçti. "Halan artık babaannenin yanında." dedi Leyla ancak bu şekilde anlatabilirdi küçük kızına.

"Melek mi oldu o da?" dedi Duru. Babaannesinin yaşamadığını biliyordu ama halasının da artık olmayacağını anladığında keşke bunu bilmeseydi diye söylendi. Gözleri dolan Duru annesine sarıldı. "Halam bizi bırakıp gitti mi?" dedi. Kızgındı halasına, nasıl onu bırakıp da giderdi?

"Hayır annecim bizi bırakıp gitmedi. Halan biz onu göremesek de hep aklımızda olacak. Babaanneni unuttuk mu?" diye sordu. Duru başını iki yana salladı. "Halanı da unutmayacağız."

"Halam bana söz vermişti ama beni bırakmayacaktı hani? O hep sözünü tutardı?" Gözleri odanın kapısına gitti Duru'nun. Uzun boylu kocaman bir adam kapının dibinde duruyordu. Ona bakıp gözyaşları gözlerinden akarken burukça gülümsüyordu adam. Leyla da kapıya baktı. Sarp'ı gördü. Sarp odaya girdiğinde yatağın ucunda oturan Duru'nun önünde durup diz çöktü. Leyla durumu anlamıştı kafasını Sarp'a sallayarak odadan çıktı.

"Asker abi." dedi Duru. Tanıyordu Sarp'ı. Halasının arkadaşı olduğunu biliyordu.

"Ben Sarp. Halanın arkadaşıyım." dedi Sarp. "Halan bana da söz vermişti." diye devam etti sözleri. Onu buraya göndermeden önce Ahsen, Sarp'a büyük bir söz vermişti, tutamamıştı ama Sarp kızamıyordu.

"Gerçekten mi?" dediğinde Sarp kafasını salladı. "Ne sözü verdi ki sana?"

"Evine ve bana geri döneceğine söz vermişti." Kendisine dikkate edeceğine de söz vermişti.

"Ama dönmedi. Melek olmuş annem söyledi az önce. Babaannemin yanına gitmiş. Çok mu özlemiş ki onu?" dedi Duru.

Dudaklarını 'bilmiyorum' der gibi büzdü Sarp. Özlediğine emindi ama annesinin yanına gitmek için can atması ihtimalini düşünmek istemedi. "Demek ki çok özlemiş ama annenin de dediği gibi sen görmesen de, hissetmesen de o seni görüp yanında olmaya devam edecek."

"Ama halam hep sözünü tutardı." Olayları idrak edebilecek yaşta değildi pek Duru. Halasını bir daha göremeyeceğinin farkındaydı üzgündü de ama şu an kızgındı halasına.

"Bazen verdiğin sözü tutmak için ne kadar uğraşsan da senin kontrolün dışında oluşan bir sebep buna engel olabilir. Eminim ki halan sana ve bana verdiği sözü tutmak için elinden geleni yaptı. Halanı suçlayamayız bunun için değil mi?" Burada, içeride oturan, kendini suçlayan kişiler vardı. Sarp da bu kişilerden biri olarak görüyordu kendisini.

Kafasını sallamakla yetindi Duru. Halasını suçlamadı sadece onu bir daha göremeyeceği için üzgündü. Zaten toplasa beş-altı yıllık yaşamı boyunca yirmi, en fazla otuz kez görmüştü halasını. Anaokuluna başlayalı sadece dört ay olmuştu ve öğretmenini halasından çok görüyor olması bile onu üzmeye yetiyordu.

Sarp, sevdiği kadına benzeyen küçük kıza baktı. "Askersin değil mi?" diyen Duru'ya başını salladı.

"Halam da asker olmak istiyormuş biliyor musun? Ama olamamış." Bir bilgi daha öğrendi Sarp.

Asker değil de savcı olan Ahsen'in neden olamadığını merak etti. "Neden olamamış?"

"Bilmem. Sonradan vazgeçtim dedi bana." Duru'nun bilmediği olaylardı.

Sarp bunun nedeninin çok daha farklı ve büyük bir neden olduğunu anlamıştı. Başka bir sebebi vardı ve bunu Duru'nun bilmiyor oluşu da nedeninin hoş şeyler olmamasıydı. Kafasını sallamakla yetindi. İçeriden gelen sesle ayaklandı. "Sen burada kal." dedi Duru'ya.

İçeriden gelen ses Mete'nin sesiydi. "Ama babam çok üzgün."

Sarp içindeki yangını anlatmak isterdi ama karşısındaki küçük bir çocuktu. Akıllıydı ama anlamayacağı şeylerdi bunlar. "Babanın biraz toparlanması gerek. Şimdi burada kal zaten sonra en çok sana ihtiyacı olacak, o zaman yanında olursun. Anlaştık mı?" Kafasını sallayan Duru'ya burukça gülümseyip odadan çıktı.

İçeriden çıkan kargaşaya baktı. Ahsen'in abisini üç erkek zor tutuyordu. "Koruyamadım. Bu sefer başaramadım. En tehlikelisinden korumuşken bu sefer yapamadım." hem ağlayıp hem de kendine bağırıyordu. Alperen kendini daha da ezdi.

Ahsen'in evi de olsa içinde Ahsen'in olmaması boğmuştu Sarp'ı evden çıktı. En tehlikelisini biliyordu, duymak istemiyordu artık. Nefes alacağı tek yere gitti; mezarlığa.

 

 

***

 

 

Gittiği mezarlıkta sabah Aylin'in mezarlarının üstünde duran gülleri görünce bir demet gül ve bir buket zambakla gelmişti Sarp bu sefer. Mezarın başında iki çelenk görmeyi beklemiyordu. 'Bu Dünyada Benimle Uğraşmanın Bedeli Buydu' Altında da 'İ.A.' harfleri vardı. İskender'den geldiği belliydi. Sarp çelengi parçaladı.

Diğerinde de yazı vardı. Türkçe yazmıyordu, İtalyanca yazıyı anlamadı, yazıyı çevirdi. 'Yıllar sonra sonunda öldü ve acı dolu hayatı sona erdi.' Bunun altında hiçbir harf yoktu. Bu yazıya da sinirlendi.

Parçaladığı iki çelengi kenara fırlatıp getirdiği gülleri Aylin'in mezarına, zambakları Ahsen'in toprağının üstüne bıraktı. Eğilip şimdiden dolmuş karla kaplı toprağın karını attı, bir avuç toprak doldurdu cebine. Ahsen'in adına baktı, onun olduğuna dair görebileceği tek şey yazan bir isimdi. "Hala gittiğine inanamıyorum." dedi sessizce.

Bir rüzgar esti, yavaş yavaş yağan kar lapa lapa yağmaya başladı. "Görev geldi bu gece dönüyorum ama belki yanına gelirim ben de." Gitmek, onu burada tek bırakmak istemiyordu, yeniden Aylin'in mezarına baktı. Ahsen'in burada yalnız olmadığını biliyordu. Yalnız kalan Ahsen değildi, Sarp'tı.

"Sadece tek bir şey istedim, o da sendin. Seni seviyorum. Seni o kadar çok seviyorum ki Ahsen, yemin ederim en kısa zamanda yanına gelebilmek için her şeyi yapacağım." Kendi yalnızlığını sevmedi. İçine çektiği nefesi battı ciğerlerine.

Bir süre daha durdu, geldiği yolun izleri kardan silinecek kadar durmuştu Sarp. Bıraktığı çiçekleri karın içinde kaybolmuştu. "Seni özledim." dedi yeniden konuşarak. Cevap yoktu, mezarlıktaki tek ses Sarp'ın sesiydi. Burada olanlar sessizlerdi, aykırı olan Sarp'tı.

Mete'nin geldiğini gördü uzaktan. Mete'den kaçar gibi uzaklaştı Sarp, mezarlıktan çıktığı an adımları yeniden yavaşladı. Uyuşuktu, içmeye karar vermiş olması ani bir karardı. Buralarda büyümüştü, iyi biliyordu yolları. Gittiği yerin de farkındaydı.

Yanan içinin daha fazla yanması mümkün değildi, düşünmeden aklına gelen ilk içkiyi söyledi, viskiyi peş peşe söyleyip dikti kafasına. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Barmene döndü. "Kavanoz var mı?" diye sordu.

"Var?" Neden böyle bir soru sorulduğunu anlamayan barmen Sarp'a bakmaya devam etti.

"Sorduysam lazım, versene." Sarhoş olmuştu. Önüne konan kavanozu aldı. Cebinde dolu olan nemli, çamurlaşmış toprağı herkesin içinde kavanoza koydu. Herkes Sarp'a bakarken Sarp pek umursayacak halde değildi. "Eyvallah." Son yudumunu dikip içtiklerinin parasını ödedi. Ayaklandı, adımları sarsaktı ama düşmezdi. Caddeye çıktı.

Arabasına yürüdü, elinde bir kavanoz vardı. Sıkı tuttuğu, dikkat ettiği tek şeydi kavanoz. Sinirli bir duygu içerisindeyken sokakta duyulan bağırış sesiyle o tarafa döndü. Bir kadının sokağın başında bir adam tarafından azarlanıyor olması hoplattı sinirlerini. Düşünceli bir kafadan uzak, sarhoş ve uyuşuk bir beyinle duygularına hakim olmadan ilerledi çifte. "Lan! Ne bağırıyorsun kadına?"

"Sen kimsin kardeşim, biz tartışıyoruz kendi aramızda sana ne oluyor?" diyen adamın cevabı beklenen, klişe olmuş bir cevaptı. Kadın korkudan titremeye başlamıştı. "Bir şey yok biz aramızda konuşuyoruz sadece." dediğinde sesinin titremesi bu cümleyi zorla kurduğunu belli ediyordu.

"Tartışma çift taraflı olur. Sabahtan beri bir senin sesin çıkıyor ama." Bu adamların çok olduğunun farkındaydı. Kadının da şu an korktuğu için sesini çıkartmadığını anlamıştı. O sevdiğini bugün toprağa koymuş biri olarak sevgilisi ya da karısı belli olan kadına adamın bağırıyor olmasına sinirlendi.

"Sana ne kardeşim sevgilimle nasıl konuşacağımı sana mı soracağım?" Sarp bu cevap üzerine kadına baktı, bir işaret bekledi dalmak için ama kadın bir şey yapmadı.

"Ben senin kardeşin değilim, bu bir." Adamın üstüne yürüdü. "Sevdiğin insanla konuşacaksan otur adam gibi konuş, sesini yükseltme, üstten üstten konuşma." Böyle insanlara gelen aşka lanet etti. Aşkı hak etmeyen insanların aşkı buluyor oluşuna, davranışlarına küfretti. "Karşındakine gücün yetiyor diye götün başın ayrı oynamasın." Sarp'ın adama gücünün yeteceğinin adam da farkındaydı.

"Sen de pek işe yaramamış bu taktik sanırım. Leş gibi alkol kokuyorsun, sen de az benim gibi yapsaydın da böyle aylak aylak dolaşmasaydın. Yazık kimin altına girdi de göt gibi kaldın." Bardağı taşıran son damla olmuştu. Birinin onunla böyle konuşuyor olmasında önceden sorun olmuyordu ama artık sevdiği birinin olduğu ve bu tarz konuşmaların ucunun nerede olursa olsun ona da dokunduğunun farkındaydı Sarp.

Lafın ucunun dokunduğu kişi Ahsen'di. Henüz acısı çok tazeyken, sinirliyken, aklını kullanacak kafası yerinde değilken adamın yaptığı büyük cesurluktu. Elini kaldırdı Sarp, adama vuracakken durdu, kavanozu kafasında parçalamak istedi ama kavanozun görevi önemliydi.

Bu Sarp'ın durulmasına yetmemişti. Diğer boşta duran eliyle adamın suratının ortasına geçirdi. Gerisini getiremedi. Yere yığılan adama vurmak istedi, tüm öfkesini çıkarmak istedi. Kadına döndü. "İyi olacak mısın?" diye sordu sadece. Bunu hangi amaçla sorduğunu anlamıştı kadın, başını salladı.

Kadının tehlikede olmadığını anlayınca daha fazla bela almamak için yürümeye devam etti. "Sik beyinliler. Size gelen aşkın bahtını sikeyim!" O bahtın ona gelmeyişine kızıyordu.

 

***

 

Sarp yumruk attığı adama arkasını dönüp uzaklaşmaya başladığında adam yerde kıvranmaya devam ediyordu. Elini suratına atmış kanayan ağzının ve burnunu acısının dinmesini bekliyordu. Sevgilisi yardım edip kaldırdığında "O piçi şikayet edeceğim." diyen adamın arkasından gelen kadın adama yaklaştı.

"Kimi şikayet edeceksin?" diyen kadına döndü bu sefer adam. "Sana ne kadın! Bir siktirin gidin sizde. Ne meraklısınız ota boka bulaşmaya!"

Kadın da sinirlendiğinde bu sefer de karın boşluğuna sert bir tekme yiyip yeniden yere savrulan adam ağzındaki kanı yere tükürüp öksürmeye başladı. Kadın adama yaklaşıp yanına çömeldiğinde adamın sevgilisi uzaklaştı sevgilisinden. "Siktirin miktirin duymaktan pek haz etmem. Ayrıca şikayet işini unut yoksa kafana yiyeceğin darbeyle tüm hayatını silerim o kafandan."

"Sen kimsin amına koyayım?" Adam üst üste yediği darbelerden sinirliydi.

Dibine çöktüğü adamın elini botuyla ezdi kadın. "Ben az önce ne dedim sana?"

Karşılığında adamın acıyla inlediğini duydu.

"O değil! Başka bir şey dedim." Kadının da sinirli olduğunu görüyordu adam. Yutkundu. Bağırdığı, üstün gördüğü cinsiyetin altında acıyla kıvranmayı yediremedi kendine.

"Tamam tamam küfretmeyeceğim dur artık." Botunu elinden çekmedi ama üstünde tutuyordu sadece bastırmıyordu.

"Seni sadece uyarıyorum o adamı şikayet etsen de bir bok değişmeyecek. Ayrıca beni de öyle." Kadın adamın sevgilisine döndü. "Ben burada değildim," adama döndü ardından. "Siz de beni bilmiyorsunuz, görmediniz?" Ortam karanlıktı, sokak tekin değildi. Kadın tanınmıyordu.

Ses çıkmadı. "Tamam mı?" Kadın bağırınca botunu bastırdı. Adam bağırarak başını salladı. "Yüzüne ne oldu?" diye sordu.

Adam biraz bekledi. "Kapı... Kapıya çarptım derim."

"İyi." Kadın, adamın sevgilisine döndü. "Bir gece de hak edenler dayak yesin." Bu gece bu olay olmasa dağılan yüz adamın yüzü olmayacaktı biliyorlardı. Şikayet edilince de değişmeyecekti. Kendi gözünün önünde adamın sevgilisini çekti kadın. Adamdan uzaklaştırdı, caddeye kalabalığa çıkarttı.

"İyi misin sen?" diye sorduğunda adamın sevgilisi başını sallayıp onayladı. Kadın bir taksi çevirdi. "Evine git bence, en kısa zamanda da emniyete..."

Adam olduğu yerde kalmışken sevgilisi taksiyle tek başına gitti. Kadın geldiği yere geri döndü. "Rahatladın mı biraz?" diye soran Taylan'a baktı.

"Rahatlamadım Taylan. Kes sesini o yüzden." Kadın, Taylan'ı azarlayınca sustu.

Bir süre sonra dayanamadı, konuştu. "Ne dedim ben şimdi?"

"Sıkıldım." dedi kadın.

"İşimiz bu?" diyen Taylan'a döndü. "Benim işim artık bu değil ve hiç bu şekilde de olmadı."

"Daha yeni başladık..." diyen Taylan'a başını salladı, yine sinirlendi ama bir şey demedi.

 

***

 

 

Attachment.png

 

Şuraya Sarp ve Duru temsili bir fotoğraf koyayım…

 

***

 

BÖLÜM SONU...

 

NASIL BULDUNUZ YENİ BÖLÜMÜ? UMARIM BEĞENMİŞSİNİZDİR.

 

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER. KENDİNİZE CİCİ BAKIN SİZİ SEVİYORUM.

Bölüm : 17.01.2025 23:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...