14. Bölüm

11| İstemek Yetmiyormuş...

Nathalie Pall
nathaliepall

 


Ben geldimm!
Hepiniz hoş geldiniz ballarım.
Bir haftada özlüyorum sizi, nasılsınız, iyi misiniz?

 

Umarım iyisinizdir, her şey yolundadır, mutlusunuzdur ve umarım bu bölüm de sizi ufak da olsa mutlu etmeyi başarmıştır.

 

Satırlar arası bol bol yorum yapmaktan çekinmeyin lütfen, çünkü yorumlarınızı tek tek okumak ve sizinle bu duygulara ortak olmak beni son derece mutlu ediyor.

 

Başlamadan yıldızımıza da basalım mı?

 

Yazım yanlışlarım olabilir, şimdiden affınıza sığınıyorum.
Keyifli okumalar diliyorum.

 

•••

•••

 

•••

 

• Ayten Alpman-Ben Varım •
• Semiramis Pekkan-Nerdeysen •

 

~ • ~

 

"Gözlerini parlatan şey için
savaşmamak ne büyük korkaklık."

 

~ • ~

 

SARP ÇAĞAN DİNÇER

Sadece istemek o şeyin olmasına yeter miydi? Kim demişti şu lafı? Hani çok istersek olurdu, az istememiştim, ne kaldı ondan bana? Sonu boş çıkan, inandığım ne kadar laf varsa sonucuna hiç bu kadar üzülemezdim.

Gerçekten sevdiğini hissettiğin birinin başka biriyle olduğunu görmek, insanı yaralardı. Bilirdim, aldatılmak yıkardı insanı. Aldatıldıktan sonra hissettiğim tek şey saf nefret ve öfke olmuştu, olan sevgi yerini yitirmiş, nerede duruyorsa orayı boş bırakmıştı.

Bu farklıydı, aldatılmamıştım ama dileğim aldatıldı, isteklerim tek tek yitip giderken elimle tutup durduramadım. Aldatma değildi, bu yüzden nefret de yoktu, azalan sevgi de. İçimdeki kıyaslama duygusu gömüldüğü yerden çıkıp varlığını can yakıcı bir şekilde hissettirdi.

Kilitli bir kutuda saklanan kalp tam çıkmaya niyetlenmiş, kilitleri tek tek kırıp yeni bir sevdaya bağlanmıştı. Uzun yıllar sonra o heyecan yeniden tüm vücudumu etkisi altına almıştı. Heves, onu görmediğim her saniye büyük bir heyecanla onu istiyordu.

Öyle bir durumdaydım ki, ne bir nefret kırıntısı vardı içimde ne de bir sinir. Sadece ona olan isteğim artmaya devam etti. Senden gideni daha çok sever ve isterdin. İçimde ona karşı hissettiğim büyük kıskançlığım vardı, tek kelime söyleyemedim. İtiraf konusunun ne bu kadar erken olacağını, ne böyle ani ve ayak üstü olacağını, ne de sonucunda öylece geride kalan olacağımı hiç beklememiştim.

"Abi?" Doruk yanıma geldiğinde, bu sefer de kapağını kapattığım kitaba baktı. "Sen iyi olduğuna emin misin?"

"Emin değilim Doruk, çünkü iyi değilim." Mutluluk hariç tüm duyguları barındırıyordu içim. Sadece tek bir konuda yeteneğim dışında, işim dışında hiçbir şey de iyi olamamaktı belki de derdim. Zaten boş geçen hayatım aynı hızda devam ederken rahatsız olduğum şey, duygularımın nötrken bir heyecana yenik düşmesiydi. Gerisi ip ipliğin söküğü gibi çekildi, ip elimde kaldı, birbirini tutan ne varsa arası açıldı.

"Görev mi? Birine bir şey olsa haberim olurdu. Durum işten daha farklı gibi, daha vahim gibi?" Öyleydi. Elimdeki duran kitabına baktım, mesela bunu geri verebilecek miydim? Saat artık on ikiyi geçmişti. Teknik olarak bugün olan kardeşimin isteme gününde yanında olmasam büyük ayıp olur muydu? Kaçışını gördüğüm an beni istemediği gerçeği suratıma çarptı, belki de iğrenç bir adamdım? Fırat'ın bile yaptığı şeyler benim için zor bir şeydi.

Demek ki iki aya yakın sürede veremediğim tüm duyguyu Fırat dört günde tamamlamıştı.

"Görev değil Doruk." Balkondan çıktım. "Gelme benim peşimden!" Odama girdim, kitabı usulca başına bir şey gelmeyeceğinden emin olduğum masanın o köşesine koydum. 'Kırmızı Zambak' yazan kitaba karşılık aklıma sadece Ahsen'in elinde tuttuğu güller geldi.

Üstüme bir ceket alıp odamdan çıktım. Tüm gözler bana değdi yine ama kimse sesini çıkarmadı. Belki bir umut çöpe atılmış bir gül için çıktım evden. Belki geri dönmüştü, o güller çöpe atılmıştı. Son bir şans verdim tüm dileğime. Yavaş inen asansöre sövdüm.

İlerleyip bahçede en yakın çöpe ilerledim. Çöp boştu, önü açık biten bir cevapla kaldım. Güvenlikteki Yavuz'un yanıma koşuşunu izledim. "Komutanım bir şey mi arıyorsunuz?"

"Çöpleri ne zaman topladınız?" Güllerin ne çöpte, ne de Ahsen'de durduğunun cevabı yoktu. Yüksel bir olasılık onu evine götürdüğünü, onda olduğunu söylese de bir tarafım çöpe gittiğine inanmak istedi.

"Komutanım bir saat oluyor. Bir şey mi arıyordunuz?" Başımı iki yana salladım. Aradığım şey burada yoktu.

"Yok." Apartmana geri yürüdüm. Asansöre binmek istemedim, merdivenlerden ağır ağır çıktım, zamanın geçmesine ihtiyacım vardı. Beklediğim o şeyin merdivenlerde olmasını beklemiyordum, alakasız bir alıklıkla merdivenlerin başında duran güllere baktım.

Geri dönmemişti çünkü geri dönüp atacağı şeyi evinin içine bile sokmamıştı. İçinde duran hala açılmamış, mühürlü notu ilk ben açtım.

'Sen ciğerlerimdeki nefes,
gözlerimdeki ışık,
kalbimdeki çarpıntı...'

Bana ayırdığın vaktin için en sevdiklerini göndermek istedim.
-Fırat

Biri sevdiği kişiden gelen çiçeği kenara savurmazdı, onun için hazırlanan nota bakmadan durmazdı diye düşündüm. Bu güller Ahsen'in evinde değil de bir merdivenin başındaydı, kendi katında bile değildi. Küçük zarfın mührünü ben yırtmıştım.

Bunun başka bir sebebi varken, bu bilinmezliğin arasında keyiflendim. Gülleri olduğu gibi bırakıp notu yanıma aldım. Nottan hoşlanmamıştım, onu kendi ellerimle çöpe atacaktım...

Şiirleri sevdiğini ben de biliyordum ama bu şiirin yazarı benim ilgilimi daha çok çekti. Altında yatan sebebi bulmak tüm odağımı nota yöneltti. Nazım Hikmet Ran.

Timle görevlere gittiğimizde bulduğumuz bir sürü Nazım Hikmet Ran'ın kitapları. Sonra patronun kod adı, Ahsen'in 'Büyük patron o değil.' derken Harun'dan bahsetmesi, patronun Nazım ismini kullanması, Ahsen'in Fırat ile konuşması ama ondan gelen çiçekleri kabul etmemesi ve merak edip nota bakmaması... Bulmuştu, yakından takip ediyordu, yine kendini sonunun belli olmadığı bir karanlığın yanına atıyordu.

Nazım, Fırat'tı...

Sevinmek ve üzülmek arasında bir yerde durdum. Sevinmeye daha yakın, daha ümitli. Asıl olayın söyleneceği biri olmayacak kadar üzüntüye bakar bir yerde.











***









 

Ahsen odasına girdiği an hala ona sunulan itirafın şokunu üstünde taşıyordu. Küçük bir çocuğun hızlıca bir şeyi saklamak için basit bir yere koyduğu bir eşya gibi merdivene bırakmıştı gülleri. Açık olan camını kapatmak için ilerlediği camın ucunda durdu, aşağıda çöpün başında başını uzatarak çöpe bakan Sarp'ı gördü.

Geçmişteki korkusu gibi bir his içini kapladığında fark etmeden dudaklarını kemirmeye başladı, hala Sarp'a bakıyordu. Sarp'ın orada aradığı şeyi biliyordu, gülleri inerken görmediği belliydi ama çıkarken göreceğinden şüpheliydi. Eve de getiremezdi, abisi soracak diye üst üste aldığı her gülü çöpe atıyordu, bunu atamamıştı.

Minik bir fısıltı kapının sesinden hemen sonra duyuldu. "Halam?" Duru minik adımlarla camın yanında duran Ahsen'e yürüdü. Ahsen'in derdi başkaydı, tüm dikkatiyle Sarp'ı yukarıdan izlerken Duru'yu fark etmemişti. Yatağın üstüne çıktı, oradan halasının yanına, camın dibinde duran komodinin üstüne çıktı, Ahsen'e değdi minik eli. "Halam?"

Ahsen'in Duru'ya değen gözleriyle komodinin üstünden kucağına alması bir oldu. "Miniğim..." Camı kapatıp, perdeyi örttü. Aklı hala aşağıdaydı, şu anda değil, dakikalar öncesindeydi. İtiraftaydı. Sarp'tan böyle bir şey beklemiyordu, bir aşk itirafı da onu ilk kez bu kadar şaşırtmıştı. Aşktan bihaber yaşıyordu Ahsen. Geçmişte bir kere denediği o ilişki bu itirafı anlayacak kadar ileri değildi. Aşka bakış açısını bir kere daha değiştirmeye niyeti yoktu.

Duru çekilen perdenin öncesinde duran Sarp'ı görmüştü. "O abi dönmüş mü?" O da herkes gibi Sarp'ı bekliyordu. Herkesin endişesinin yanına o da eklenmişti. "Asker abi." İki el Ahsen'in yanaklarını buldu.

"Dönmüş." dedi Ahsen minik bir sesle. Kucağında Duru'yla yatağına oturdu.

"Kötü mü olmuş? Neden üzgünsün?" Duru da Ahsen'in halini gözlerinden anlayan biriydi. Bu Ahsen için şaşırtıcı değildi. Ahsen, Duru'ya da Dide'ydi. Sarp'ın anlamasına şaşırdı, herkesin her duygusunu gözlerinden anlayan Ahsen sadece aşkı kimsenin gözlerinden anlamadığını anladı. Başkalarını da anlamamıştı, Sarp ilk değildi. Ama onu anlayan birini anlamaması ilkti.

"Yok, iyiymiş." Şu an Sarp'ın vurulmaktan beter hissettiğini bilmiyordu Ahsen. "Üzgün değilim miniğim, yorgunum." Hissettiği yorgunluk yalan değildi.

"Bu gece seninle uyuyayım mı halam?" Duru başını Ahsen'in omzuna yasladı.

Ahsen de başını, ona yaslanan başa dayadı. "Uyu balım." Duru'yu yatağa bıraktığı an kendini toparlamak için yataktan kalktı. Üstünü değiştirmek için dolabını açtı, ceketini koymak için açtığı bölümde hala onda kalmış olan Sarp'ın ceketiyle göz göze geldi. Mete görmesin diye dolabının içine koymuştu.

Kendi kitabı Sarp'taydı, Sarp'ın ceketi de Ahsen'de... Bir ara Doruk'a iletir diye düşündü.

Sessizce arkasını döndü, üstünü çıkarmadan önce Duru'ya baktı, yatakta onu bekleyen yeğenine karnındaki sargıyı göstermemek için çırpınarak üstünü değiştirdi. Normalde Duru ile uyumak pek mantıklı gelmiyordu. Ahsen, artan kabuslarını, sıçrayışlarını Duru bilsin istemiyordu ama bu gece pek uyuyabileceğini düşünmüyordu.

Olayın şoku Ahsen'in üstünde hala yaşamaya devam ederken kimse Ahsen'i bu şekilde görmemişti, Duru o küçük haliyle bir şey olduğunu görse de anlayacak kadar olaylara hakim değildi. Yanına yatan halasının derdinin sadece onlara uzak olduğunu düşündüğü için Ahsen'e sokuldu. Olabildiğince yakın durup bunca yılın özlemi için halasını teselli etmeye çalıştı.

Ahsen'in sırtında hissettiği, sırtına zor uzanan Duru'nun minik eli Ahsen'i pışpışladı. Duru'nun gözleri kapanıyordu ama Ahsen gözlerini kırpmaktan uzaktı. Sadece yanındaki Duru'ya sarıldı.

Saatler sonra Duru'nun gözleri açıldı, halasının da açık gözlerini gördü. "Hala? Uyuyamadın mı?"

Uyuyamamıştı. "Uykum yok miniğim... Sen de kapat gözlerini uyu hadi." Duru'nun saçlarını okşadı, bir öpücük kondurdu.

"Sana masal anlatayım mı? Uyutayım mı halam?" Duru parlak gözleriyle Ahsen'e bakmaya devam ederken kendisindeki gibi olan Ahsen'in bukleleriyle oynadı.

Ahsen sesini çıkartmadan sadece başını salladı. Duru, Ahsen'in saçlarıyla oynarken minik bir gülümsemeyle heyecanlandı. "Babam hep bu masalı anlatır, onu anlatacağım."

Ahsen yine başını salladı. Duru bildiği masalı anlatmaya başladı. "Bir varmış, bir yokmuş..." Ahsen gözlerini kapatıyor mu diye baktı. "Kapat gözlerini halam..."

"Tamam." Ahsen gülümseyerek gözlerini kapattı.

"Günlerden bir gün bir kız çocuğu varmış. Bu kız daha çok küçükmüş, iki kardeşlermiş, abisi varmış. Bu kızın babası kötü birisiymiş." Bu kısımda sürekli sinirleniyordu Duru, yine sinirle kaşlarını çatarak devam etti masalına.

"Annesi de çok iyiymiş, abisi de ama kızın babası kızı sürekli üzüyormuş. Günlerden bir gün küçük kız evden kaçmayı başarmış ama annesi ve abisini çok özlediği için geri dönmüş. Babasına yakalanınca babası kıza kızmış, kızın abisi gelmiş." Bu kısım hoşuna gidiyordu, asık suratı düzeldi.

"Kızın abisi, babasına kızmış, evden kovmuş. Anne, küçük kız, abi üçü beraber yaşamaya başlamışlar. Herkes mutluymuş, kız büyümüş, abi büyümüş, anne de yaşlanmış ama hala birliktelermiş." Ahsen'in gözleri açıldı, masal tanıdık bir hayaldi onun için. Fark etmişti.

"Kız büyüyünce anne ve abisinden ayrı yaşamaya başlamış, abi çok üzülmüş ama kardeşi ondan kaçıyormuş." Masal giderek daha da bilindik bir hale gelmişti.

"Abinin bir başka ailesi olmuş ama kardeşini de annesini de hep özlüyormuş. Öyle çokmuş ki sevgisi, annesine benzeyen kardeşine benzeyen bir kızı olmuş. O küçük kız doğunca, kız kardeşi abisine geri dönmüş. Abisi bu kez bırakmamış kardeşini, her gün onu sevdiğini söylemiş, hep beraber mutlu olmuş yaşamışlar..." Gülerek bitirdi masalı. "Bitti..."

Ne Mete, ne de Ahsen masal bilmezlerdi. Mete'nin bildiği tek masal uydurduğu bu masaldı. Masallar mutlu biterdi, kızına anlatamadığı karanlık ailesinin karanlığını almış, bir masal gibi kızına anlatmıştı. Gerçek geçmişini düzeltebildiği kadar düzeltti. Ahsen hiçbir zaman kaçmaya cüret etmemişti, Mete masalda Ahsen'in evden kurtulabileceğini ama kendisi ve annesi için gitmediğini biliyordu. O gün olan olayda kendisini düzeltti, babasını kovduğunu, annesini yaşatmaya devam ettiğini belirtti.

İlerleyen kısımlarda Aylin'in bir anda ortadan kayboluşunu hissettirmeden masalını anlatmaya devam etmişti. İzmir'e giden Mete'nin inadına gelmeyen Ahsen'i, ondan kaçışını da ekledi masala, sonra Duru'nun doğduğu anda gelişinin müjdesini ekledi masalına. Bu hikayenin sonu henüz belli değildi ama masallara bir son gerekirdi, mutlu bir sonu hak ederdi masallar. Mete'nin de hayattan istediği mutlu bir sondu, masalını nasıl yaşanacağı belirsiz olan mutlu bir sonla bitirdi.

Duru'ya anlattığı masal buydu, Duru da sürekli dinleye dinleye babasından daha iyi bilecek şekilde ezberlemişti. Ahsen ve Mete'nin hayatını bilmeden Ahsen'e anlattı. Doğru bir hayat değildi, Ahsen farkındaydı ama ses etmedi. Kapalı gözleriyle uyuduğunu düşündürdü Duru'ya.

Duru, halasını uyutmayı başarmış bir mutlulukla gözlerini kapattı. Ahsen'e daha da sokularak yeniden uykuya daldı.



***




 

Sabahın köründe yatağından kalkan Ahsen, yanında uyumaya devam eden Duru'yu uyandırmamaya özen göstermişti. Azra'nın günüydü bugün, işlerini erken bitirmeye çalışacaktı. Her şeyin bitmesini ister gibi bir hali vardı, uykusuzluğuyla üstüne temiz takımlarını giyerek odasından çıktı.

Karşısına çıkan abisini beklemiyordu. "Günaydın, nereye? İzinli değil misin bugün?" Ahsen'ine eve geldiği o haline şüpheliydi, kardeşine bakıyordu.

"İzinli değilim, az bir işim var halledip geleceğim. Siz geçin Azra'nın evine ben geleceğim." Kapıya ilerledi Ahsen.

Mete peşinden gitti, kapının önüne geçti. "Uykusuz görünüyorsun. Yıllık iznin yok mu? Biraz dinlensen ya keşke abim?" Mete buraya geldiğinden beri Ahsen, sabah akşam çalışıyordu. Ahsen'in kafasını dağıtan tek şeyin işi olduğunun farkındaydı ama bu kadar fazla hırpalanıyor olmasını görmek hiç hoşuna gitmiyordu. Mete, Ahsen'e baktıkça gördüğü görüntüden yoruluyordu. Sanki onda olan tüm acılar Mete'ye de geçiyor gibiydi.

"İyiyim ben abi. Bugün işim az, söz erken geleceğim." Mete'yi bu konudan uzaklaştırmak için elinden ne geliyorsa yapmaya hazır gibi konuşuyordu. Mete'ye gülümsedi ama Mete bunu yemedi. Kapının önünden usulca çekilen abisini öptü. "Geç kalmam, beni merak etme." Kapıdan çıktı.

Ahsen'in ilk durağı Alperen'in kaldığı evdi. Arabaya binen Alperen'i görünce gülümsedi. "Günaydın zibidi!"

"Günaydın savcım, ben gelirdim. Siz neden geldiniz?" Ahsen onu ne zaman düşünerek bir şey yapsa Alperen kendini kötü hissediyordu. Ahsen'in koruması olan oydu.

"Sabah sabah beni sinirlendirmeye yeminli misin sen? Yolumun üstüydü geldim aldım." Araba daha fazla aynı yerde durmadı, emniyete ilerledi.

Alperen cevap vermedi, Ahsen konuşmaya devam etti. "Bugün bir planın var mı?" diye sordu, gözleri saniyeli yoldan ayrıldı, Alperen'e döndü.

"Ne gibi savcım?" Alperen de Ahsen'e bakıyordu. Burada pek bir arkadaşı yoktu. İşten eve evden işe gidiyordu. Planı yoktu.

"Azra'nın istemesi var bugün, işin yok değil mi?" Ahsen de bu durumun farkındaydı, Alperen'i yanında tutmak için her şeyi deniyordu. Alperen iş için Ahsen'i koruyor ve yanında duruyorsa, Ahsen de iş dışında bir abla olarak beladan uzak tutup, yanında tutacaktı.

"Yok ama benim orada ne işim var savcım?" Alperen aileden değildi, tanıdığı bildiği tek bir kişi vardı, o da Ahsen'di.

"Ne demen ne işin var, kız tarafıyız biz oğlum? Neyse işimizi halledelim sana birkaç parça bir şeyler bakalım, belki ben de bir şeyler alırım?" Alperen'i kendi ailesine almak gibi bir düşünce içindeydi, arkadaşları, abisi, Duru, Leyla ve yeni bir yer açarak girmesini istediği kişi Alperen. Kendisine benzetiyordu Ahsen.

"Ben mi? Kız tarafı mıyım?" Çocukça bir tebessüm belirdi yüzünde, bir yere zorla değildi kendiliğinden girmiş olmanın heyecanıyla tutuştu. Bir anda yüzündeki tüm ifade silindi, ona ait görülen yere ait hissetmedi. "Yok savcım, yani öyle değilim."

"Alperen kafanda ne dönüyor bilmiyorum ama şu yaşlı bunalımından acil çıkman gerek. Ben sana insan gibi bir şey söylüyorum, sen beni sinirlendirecek cevaplar veriyorsun. Seni istersem oraya zorla götüreceğimi biliyorsun değil mi? İlla bağırıp dövüşeyim, ağlatarak mı götüreyim seni oraya? Mutlu mutlu gitmek varken bunu istiyorsan söyle." Alperen'e istediği an sözünü geçireceğini biliyordu Ahsen. Dediği gibi ağlatarak da götürebilirdi istediği yere ama önce insan olmayı seçiyordu.

"Siz nasıl isterseniz savcım..." dedi Alperen. Yarışmadan çekildiğini belli ederek geriye yaslandı, sessizce yolu izledi.

"Bugün abimle de tanışırsın, onun ailesiyle de, Azra'nın ailesiyle de. Ayrıca tim de gelecek onları tanıyorsun ama gidip o tarafa oturma, onlar erkek tarafı. Biraz ağır ol biz kız tarafıyız." O an Ahsen de duruldu, tim gelecekti, Sarp da. Tim gelmese bile Sarp'ın geleceği gerçeği çarptı suratına. O Ahsen'in kız tarafına olan yakınlığından daha yakındı erkek tarafına. Doruk'un abisiydi.

Fırat'tan gelen mesajla Ahsen bir iç çekti. Telefonu Alperen'e uzattı. "Yaz şuna 'İşlerim var, bitince ofisine uğrarım.'" Alperen, Ahsen ne dediyse bir bir yazdı.

"' Azra'nın evine oradan beraber geçeriz o zaman?' diyor savcım." Alperen yani gelen mesajı Ahsen'e okuduğu an Ahsen içinden çoktan sövmeye başlamıştı.

"Yaz. 'Ofisinde çok oturamam başka işlerim de var, ayrıca saatinde gelirsin.' Erkenden gelip beynimizi sikmesin. Son dediğimi yazma sakın." Sövme içinden biraz da dışa vurmuştu.

"Tamam savcım." Ahsen, Fırat'ın olayını Alperen'e de henüz söylememişti ama söyleyecekti. Anlamadan olaylara ayak uydurmaya çalışan Alperen'e güldü. "Yazdım."

Ahsen telefonunu geri aldı, arka koltuğa attı. Daha fazla mesajla uğraşacak zamanları yoktu.

SARP: Nazım'ın Fırat olduğunu biliyorum. Güllerin sende olmadığını da. Fırat'la neden konuştuğunu da...


















***



















 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Emniyete geldiğimizde Birol'la görüşmem gerekti. Sorgu odasına aldırdım, bu kez ondan önce sorgu odasında ben oturuyordum. Birol odaya geldiğinde karşımdaki sandalyeye çöktü.

"Savcım!" dediği an elimi aramızda kaldırarak onu susturdum. Elimdeki dosyayı önüne sürükledim, dosyayı açıp içinden çıkan kağıtta yeni bir adres vardı. Bir süre burada yaşaması gerekiyordu. Hemen altında yeni bir kimlik duruyordu. Kimliği alıp adına baktı. "Sadi Bayar." diye mırıldandığında başımı salladım, başını dosyadan kaldırarak bana baktı.

"Ne oldu, beğenmedin mi ismini Sadi?" Yeni adına alışmak zorundaydı, mecburdu. Verdiği bilginin doğruluğundan emindim, tanık korumaya alacaktım ama her adımından haberim olacaktı. Bu sadece bir süreliğineydi, ufak bir gözdağı olacaktı, bana güvenmesi için bir jestti.

"Beğenmemek değil savcım, teşekkür ederim." Tüm yaptıklarından pişman olur muydu, sanmam ama en azından teşekkür etmesi iyiydi.

"Kafana göre gezeceğin bir şey değil bu, ev hapsi gibi düşün Sadi. Ayrıca ismine de alışmaya başla." Evden çıkıp, özgür bir hayat yaşayacağını falan düşünüyordu sanırım ama yanılıyordu. Suratı düştü ama ses etmedi. "Ölmekten iyidir değil mi?" Oturduğum yerden kalktım.

"Öyle..." dediğini duydum ama çok önemsemedim.

Sorgu odasından çıkıp Alperen'le birlikte Erkin başsavcının odasında geldik. "Başsavcım?" Hafif bir selamlamayla masasının karşısında duran iki koltuğa Alperen ve ben oturduk.

"Ahsen savcım?" Meraklı bakışlarıyla benim konuşmamı bekleyince daha fazla beklemeden konuyu açtım.

"Başsavcım ben patronu buldum." Onun olduğuna da emindim, itirafın ardından bu dava son bulacaktı. İki savcıyı alan dava dosyası bir aşka kurban giderek kapanacaktı. İyi ilerleyen Fırat aşka yenilmiş olacak ki bana karşı oldukça açıktı. İtirafı alacağımdan da bu yüzden emindim.

"Kimmiş?" dediğinde kaşları havalanan Erkin başsavcının aynı anda kaşları çatıldı.

"Fırat. Avukat Fırat Sobay..." İki çift göz bana ciddiyetle baktı.

Alperen'in yüzünde büyük bir şok vardı. "O yüzden..." diyen kısık sesini başımı sallayarak susturdum. Mesajlardaki sinirim sebebini de anlamış oldu.

"Nereden biliyorsun peki? Emin misin onun olduğuna?" Erkin başsavcımın hala kafasında dönen tonla soru olduğunu gördüm ama hepsinin tek bir yanıtı vardı.

"Kullanılan bir kelime, bana gönderdiği notlarda yazan şiirlerin şairi, odasından çıkan Nazım Hikmet'in kitabında çizilen yerler, timin bulduğu kitapla aynı ve çizilen yerler de... Biz konuşuyoruz, sadece itiraf almam yeter." Temennim de bugün olmasıydı.

"Bu işe daha fazla karışma savcım. Gerisini bize bırak, kendini tehlikeye atma." Başımı iki yana salladım, bana daha yeni yeni güvenmişken, bu fırsat bana bu kadar yakınken bunu bırakamazdım. Dokuz yıl kaçmayı başarabilen şimdi de kaçardı.

"Bugün alırım itirafı başsavcım." Bu dava için bir başkasının daha yaralanmasını istemiyordum. Davanın savcısı bendim, işimi bitirene kadar bırakmazdım.

"Tehlikenin içine atlamanı istemiyorum Ahsen. Eminsen gerisini bize bırak. Adamdan da uzak dur." Adamdan uzak durmam mümkün değildi, kimseye söyleyemediğim bir şey yüzünden Azra'nın istemesine de gelecekti.

"Başsavcım adam bana aşık, itirafı alıp bitireceğim söz. Ayrıca çok yakınımın bir arkadaşı, bugün herkesin içine girecek, aileme yaklaşacak, uzak duramam. Bugün dava kapanacak, ben kapatacağım." Başımı hafifçe eğerek saygıyla kalktım koltuktan. İtirazları duymak istemedim. Alperen de benimle birlikte kalktı. "İyi günler başsavcım." Odadan çıktık.

"Savcım şimdi mi alacaksınız itirafı?" Peşimden koşuşturan Alperen'e döndüm.

Şimdi olmazdı, ofisine gidip fotoğrafını çekemediğim o kitabın fotoğrafını çekecektim. O kadar vaktim yoktu. "Gün sonu." Abim konusunda da uyaracaktım ki, istemede çok sırnaşmayacaktı. "Bugün işimiz çok Alperen." Her zaman olduğu gibi.

"Kendinizi tehlikeye atmayın da savcım. Ne olursa olsun." Arabaya geri dönerken şimdiki gideceğimiz yer Fırat'ın yanıydı.















***













 

"Komutanım?" Ruhi seslenmesine bakmayan Sarp'a yürüdü. "Komutanım?" Sigar içen Sarp'a sesini duyurmaya çalışıyordu ama duymuyordu Sarp. Gözünün önüne gelen Ruhi'yi görünce dalgın halinden çıktı.

"Hayırdır?" diyen Sarp, Ruhi'nin konuşmasını bekliyordu.

"Komutanım biz çıkıyoruz, siz çıkmıyor musunuz? Saat geldi. Siz iyi misiniz?" Ruhi kısa bir süreliğine Sarp'ın yanına çöktü.

"İyiyim." Sarp bileğindeki saate baktı, saat Ruhi'nin dediği gibi yaklaşmıştı. Ahsen'e yazdığı mesajın henüz bir karşılığını almamıştı. Artık aklının kaldığı daha çok yer vardı. Fırat'la olmasını istemeyen kalbinin yanına Fırat'ın gerçek kimliği de eklenince büyüyen endişesinin önüne geçemiyordu. "Çıkıyorum ben de şimdi."

Oturduğu yerden kalktığı gibi time son kez bakıp arabasına ilerledi. 'En azından o da orada olacak.' diyen iç sesini dinledi.

***

 

"Abi geciktin, bir şey oldu sandım." Doruk, kapıdan yeni giren Sarp'ı görünce rahat bir nefes verdi.

"Gel oğlum çabuk bir şeyler ye de hazırlan. Az kaldı." Aynur aceleyle kurduğu masaya geçti.

Sarp girdiği evinde ses etmeden lavaboya girdi, ellerini yıkamak için geçtiği musluğun karşısında duran aynadan kendini gördü. Çöken gözaltlarını, solmuş ten rengini fark etti. Bir su da yüzüne çarptı. İçeriye ailesinin yanına geçti, masaya oturdu.

"Yorgun gibisin, görevden sonra yapmasa mıydık?" Sarp görevden geleli bir gün bile olmamıştı. Bu daha dolmayan yirmi dört saate çok şey sığmıştı. Yorgundu ama başını iki yana salladı.

"İşim belli değil anne. Belki bir saate yine görev gelecek, yapmışken yapın işte. Ben iyiyim." Askerliğin bir kesinliği yoktu, her an her yerde olmak için beklemeden çıkarlardı yola. Bazen döner bazen dönemezlerdi. Sarp buradayken bunun yapılması en doğrusuydu. Beklemek dert değildi, Sarp'ı bulup bulmamak önemliydi. Son görev bunun en güzel mesajıydı.

Aynur oğlunu öptü. Anneler çocuklarının hallerinden en derin duyguları anlardı, Aynur da anlıyordu. Sarp'ın kızgınlığını, mutluluğunu, üzüntüsünü nedenlerini bile doğru tahmin edecek şekilde biliyordu. Bu kez biraz farklıydı, Sarp'ın aklında birinin olduğu anlaşılmış ama kim olduğu belli değildi Aynur'da. "Şöyle konuşma annem."

Hızlıca yemek yiyip kalktıklarında Doruk'un büyüyen heyecanıyla gömleğinin düğmelerini iliklemesi zorlaştı. Bir zamanlar bir hiç uğruna yaşadığı o günler gözünün önüne geldi Sarp'ın. Yavaşça kardeşinin yanına giderek yardım etti. "En azından seninki buna değecek..." Kardeşinin kravatını bağladı.

"Sana da sıra gelecek abi. Bir kere olacak bir iş değil. Bu defa senin için de değecek biri çıkacak karşına." O kişinin kim olduğu önemli değildi ama Doruk'un da, Sarp'ın da aklında aynı kişi vardı. Ahsen.

Sarp bu sözün üstüne bir şey demedi. Kendisi de giyinmek için odasına girdi. En nefret ettiği şeyi giydi; takımlar. Takım elbiselerinin içinde acı çeken Sarp, onu zorlayan gömlek, pantolon ve ceketi sevmiyordu.

"Anne hepsi hazır mı?" Doruk çikolatalara, çiçeklere, geride duran süslenmiş bohçalara baktı.

"Hazır annem." Aynur her şeyi hazırlamıştı. Burası pek rahat gelinecek ve kalınacak bir yer olmadığından burada kim arsa onlar davetliydi. Erkek tarafı Doruk'un birkaç iş arkadaşı, tim olurken, Azra'nın da ailesi, iş arkadaşları, Ahsen ve ailesi olacaktı. Fazla kalabalık olacak bir şey yoktu.


















***
















 

"Bunu alalım Alperen." Fırat'ın yanından sinirle çıkıp Alperen ile alışveriş merkezine gelen Ahsen, Alperen için bir şeyler bakıyordu. Alperen'in üstünde duran takımlara baktı. "Zaten normalde de takım giyiyorsun, günlük de kullanırsın. Dön bakayım."

Alperen, Ahsen'in dediğini yapıp etrafında döndü. Üstündeki takıma aynadan baktı, beğenmişti. "Bence de oldu savcım."

"Tamam çıkart üstünden de alalım." Alperen'i kabine geri gönderdi.

Ödeme kısmını da Ahsen üstlendi. "Savcım?" diyen Alperen şaşırmıştı.

"Doğum günü hediyen olsun oğlum." Aldığı takımı ödedi. Paketlenen takımı Alperen'in eline tutuşturdu. "Al bakalım, üstünde paralansın."

"Sağ olun savcım." Karşı çıkacaktı ama konuşmadan önce konuşmanın sonunu tahmin etti, kaybedecekti, biliyordu, sustu.

***

 

Ahsen lojmana sürdü. "Zamanımız kalmadı Alpo, burada giyin ben de hazırlanayım hemen çıkalım."

"Olur savcım." İkisi de asansörü beklemedi. Ahsen asansöre binmiyordu, asansör hızlı değildi, olsa bile merdivenle çıkardı. Alperen de hiç sorgulamadan Ahsen'in peşinden, merdivenlerden çıktı.

Hızlıca eve girdiler. "Onlar bir tek sen denedin, yani temizdir ama olmaz diyorsan kurutmaya at havalandır, sonra da ütüleriz?"

"Yok savcım sıkıntı yok. Nerede giyineyim?" Alperen'in sorusuyla hızlıca abisinin kaldığı odaya girdi. Ortalığın toplu olduğunu biliyordu ama yine de önce odayı kontrol etti.

Bir sorun olmadığını görünce Alperen'i odaya çağırdı. "Burada giyinebilirsin. Abimin parfümünden de sık gitsin." Daha fazla oyalanmadan odasına ilerledi. Hızlıca seçtiği düz siyah elbisesini giyindi.

Tamamen hazırlandığında odadan çıktı.


Salonda çoktan hazırlanmış kendisini bekleyen Alperen'i gördü. "Hazır mısın? Çıkalım mı? Aç mısın, orada bir şeyler vardır."

"Çıkalım savcım." İkisi de aynı anda kapıya yürüdü. "Asansör?" diye söylediğinde Ahsen'in topuklularına baktı.

"Benim bunlarla yürüyemeyeceğim hiçbir yol yok Alpo... Ben merdivenleri kullanıyorum, sen bin asansöre." Ahsen kapıyı kilitleyip merdivenlerden indiğinde Alperen yine Ahsen'in arkasındaydı. O da merdivenlerden indi.

Hızlıca Azra'nın evine sürdü bu kez de.

İçeride çoktan muhabbet koyulaşmış Mete ve Adnan konuşuyordu. Kapı çaldığı an Beste kapıya koştu. Ahsen ile karşılaştığı an afalladı. Uzun zaman sonra ilk kez görüyordu Ahsen'i. Tanıyamadı. "Dide?" dedi soru sorar gibi.

"Beste Teyze..." Ahsen tebessümle baktı Azra'nın annesine. Adnan oturduğu yerden kalktı, kapıya ilerledi. Beste'den önce o sarıldı Ahsen'e. "Adnan Amca..." İki büyük kolun arasına girmişti.

"Dide'm. Hoş geldin..." Uzun zaman sonra tekrar görüşüyor olmanın tuhaflığı ve mutluluğu sadece Adnan'da değil herkesin içindeydi. Adnan'dan sonra Beste sarıldı Ahsen'e. "Kocaman olmuşsun, tanıyamadım..."

"Sen hala aynısın..." dedi Ahsen. Beste pek yaşlanmamıştı, hala aynı naifliği yüzündeydi.

Adnan'ın bakışları kapıdaki Alperen'e döndü. "Kapıda kaldın oğlum gelsene." Alperen'e de sarılmıştı. Onlara göre kapıya gelen herkesin başlarının üstünde yerleri vardı. Ahsen'in getirdiği kimse o da onlardandı.

İçeriye geçtiklerinde bu sefer de başka bir erkek gören Mete kaşlarını çattı. "Yeni bir erkek daha..." İç çekti.

Alperen anlamadan Ahsen'e baktı. Ahsen gülerek konuştu. "Abim Mete." Abisine döndü. "Alperen, korumam abi. Atık senin de kardeşin sayılır."

Mete'nin duymuş olduğu 'koruma' kelimesiyle içi rahatladı. Düşündüğünün aksine aslında iyi biri olduğunu görünce yüzü güldü. "Hee... O şekil." Alperen'e sarıldı. "Hoş geldin koçum."

"Hoş buldum Mete Be-" Ahsen'in kalkan kaşlarıyla düzeltti. "Mete abi." Mete'nin yanına oturdu.

Ahsen etrafına bakındı. "Azra nerede? Leyla abla nerede?" Abisine döndü.

Cevap veren Beste olmuştu. "Odasında, biraz heyecanlı da."

"Yalnız bana sağdan soldan geliyorlar. Çağır şu kızı gelsin zaten yüzünü gördüğümüz yok bir de evlenecek iyice gidecek elimizden avucumuzdan. Hiç de veresim yok kızımı." Adnan sahte bir kızgınlıkla araya girdi.

Ahsen oturduğu yerden kalkıp Azra'nın yanına gitti. Kapıyı çalıp içeriye girdiğinde bir adet ağlayan Azra vardı.

"Ne oldu?" Azra'nın ağladığını görünce şaşırdı. Azra kafasını kaldırıp Ahsen'e baktığında, Ahsen anında kapıyı arkasından kapattı. Azra oturduğu yatağından kalkıp Ahsen'e sarılınca Ahsen de ona sarıldı.

"Dide!" diyen ince sese "Azra!" dedi Ahsen. Azra kafasını Ahsen'in omzumdan çekerek tekrar ona baktı. "Ben evleniyorum." dedi inanamayarak.

Ahsen başını salladı. "Evet, farkındayım. Niye ağlıyorsun ama vaz mı geçtin yoksa?"

Ahsen'in bu sözüyle Azra hemen başını iki yana salladı. "Hayır Dide vazgeçmedim tabii ki."

"E neden ağlıyorsun o zaman?" Ahsen hala Azra'nın ağlama sebebini anlamamıştı. Ortada kötü bir şey yokken neden ağladığını anlamaya çalışıyordu ama olmuyordu.

"Bilmiyorum bir garip geldi." Ahsen bu sözle gülmeye başlayınca ağlayan Azra da bir anda gülmeye başladı.

"Kızım sen değil miydin yüzüğünü gösterip iki metre zıplayan?" Ahsen gülmeye devam etti. "Doruk'la uzun zamandır sevgilisiniz, nesi garip geldi?"

"Ya Dide dalga geçme, evlilik başka. Ne bileyim tuhaf hissediyorum." Ahsen'e bir kez daha sarıldı.

"Adnan Amca seni biraz daha görmezse evlenemeyeceksin benden söylemesi." Ahsen'in elleri Azra'nın gözlerini sildi. "Çok güzel olmuşsun..." dediğinde bir kez daha sarıldı Azra'ya.

Aynayla karşılaşan Azra telaşla Ahsen'e döndü. "Dide! Suratım kıpkırmızı olmuş!" Ahsen de bunun farkındaydı, hatta başından beri. "Hemen geçmez bu. Nasıl geçecek?" Ellerini gözlerine sürmeye devam ederken Ahsen, Azra'nın ellerini tuttu.

"Şu ellerini bastırmaya devam edersen suratın moraracak, yavaş ol. Ağlamayı bırak da biraz gül." Azra, Ahsen'in ona söylediği 'gül' kelimesine şaşırdı.

"Ne yapayım, ne?" Ellerini yüzünden çekmişti ama hala gülümsemiyordu.

"Ciddiyim, gülümse biraz, rengin yerine gelsin sonra yıka yüzünü geçer." Kendisi zamanında bu yöntemi çok kullanmıştı. İşe yarıyordu.

Azra boş boş gülümsemeye başladı. Kısa sürede toparlanan Azra ile Ahsen odadan çıkmak için kapıya ilerlerken kapı açıldı. Azra'nın annesi Beste kapıdan başını uzatıp içeriye eğildi. "Kızlar sohbetin bol olsun." deyip Azra'ya baktı. "Hadi kızım kahveleri yap geldiler."

Azra küçük dilini yuttu. "Ne?" Şakayı gerçek sanıp panik bir hale bürününce Ahsen ve Beste aynı anda gülmeye başladılar.

"Hadi kızım sabahtandır sizi bekliyoruz bir çıkamadınız şuradan. Biraz daha kalırsanız gelecekler. Baban zaten gerim gerim gerildi." Beste son sözünü söyleyip odadan çıktı.

Ahsen de daha fazla odada durmadan Azra'nın kolundan çekip odadan çıkarttı. Herkes hazırlanan yemekleri ayakta atıştırdı. Eray ve Duru kendi aralarında oyun oynuyorlardı. Azra herkesten ayrı kendi içinde heyecanını yaşıyordu. Alperen, Ahsen'in yanında öylece oturuyordu.

"Sen kaç yaşındasın oğlum?" diyen Adnan, Alperen'e gülümseyerek bakıyordu.

"Yirmi beş oldum daha yeni..." diyen Alperen'e gülümseyen bir tek Adnan değildi. Ahsen de sıcak bir gülümsemeyle Alperen'e baktı, destekler bir şekilde omzunu sıktı.

Azra'nın diğer arkadaşları geldi, Yeliz, Kutay ve Fırat. Mert de Yeliz'le birlikte gelmişti. Ahsen timden birini görünce şaşırdı. Mert gülerek Ahsen'e baktı. "Savcım ben de kız tarafıyım valla." İçeriye girdiler.

Fırat, Ahsen'in yanına her yaklaştığında Mete'nin ters bakışlarına maruz kalıyordu. Ahsen, Fırat'tan bu nedenden dolayı biraz daha rahat kaçabiliyordu.

Dışarıdan gelen kalabalık seslerle Azra heyecanlandı. "Geldi, geldi." Balkona koştu. Ahsen de, Leyla da, Beste de balkondaydı.

Adnan iç çekti. "Sanki hiç görmedi sevgilisini!" Kendi kendine söylenmeye başladığında Mete de gülüyordu. "Gülme lan, Dide'yi istediklerinde kapına gelince göreceğim ben seni, sen de iki tane var. Bu iki kez kalp krizi geçirmek anlamına geliyor." Mete anında ciddileşti.

"Gelmesin kimse kapıma!" Kafasında kurmaya başlamıştı.

Dışarıdan gelen kalabalığa onlar da camdan, bir uçtan baktılar.

Doruk elinde çikolatası ve çiçeğiyle en önde, arkasında Aynur, Bekir, Sarp. En arka da tim ve eşleri. Küçük bir kalabalık oluşturmuş geliyorlardı. Timin ellerinde kırmızı meşaleleri dumanlar ve kıvılcımlar çıkararak geliyorlardı.

Kapı açıldı, Azra kocaman bir gülümsemeyle kapının başındaydı. Doruk'un verdiği çiçekleri aldı. İkisi de birbirlerini gördüklerinde içleri gitti. Ahsen'in suratında ince bir tebessümle Azra'ya bakıyordu. Herkes içeriye geçerken birbiriyle selamlaşırken üç kişi birbirleriyle görüşmediler. Ahsen kendini Sarp'tan uzak tuttu, Sarp da Fırat'a samimiyet göstermemiş es geçmişti.

Mutfakta Azra, Leyla ve Ahsen varken Fırat göründü. Ahsen, Fırat'ın yanına ilerledi. "Bir şey mi oldu?"

Başını iki yana salladı Fırat. "Senin işin var mı? İçeriye gelsene."

"İşim var tabii. Senlik bir şey yok sen geç içeriye. Ayrıca böyle gelme Fırat, abimi anlattım sana. Şu olay bitene kadar pek yakın olmayalım olur mu?" Abisinin bu kargaşada gelmesini sinirlenmişti Ahsen ama şu an bir hayli işe yarıyordu.

Fırat başını salladı. "Ben geçiyorum o zaman?" dediğinde Ahsen de başını salladı. Fırat içeriye geçti.

Yeniden mutfağa geçen Ahsen, Azra'nın ilgilendiği tuza baktı. "Az koy tuzu." Koca bir tatlı kaşığı tuza baktı, çoktu. "Tansiyondan gebertecek misin çocuğu?"

Azra anında tatlı kaşığındaki tuzun hepsini boşaltıp bir çay kaşığı aldı, onun ucuna biraz tuz alıp kahvenin içine attı. Diğer kızlar da mutfağa yardıma gelince tatlı tuzlu tabaklar hazırlayıp içeriye gönderildi. Ahsen diğerlerine yapılan kahveleri içeriye götürdü. Azra da Doruk'un kahvesiyle içeriye geçti.

Sıra Sarp'a geçtiğinde Ahsen inatla Sarp'a bakmadan Ruhi'ye geçti. Sarp inatla Ahsen'e bakıyordu. "Sağ ol." diyen sese karşılık Ahsen yalnızca başını salladı. Elindeki tepsiyi bırakıp Fırat ve Alperen'in ortasında boş duran bir sandalyeye oturdu.

Fırat'ın karşısında dikilen Duru'nun kaşları çatıldı. "Kalk." dedi Fırat'a.

"Anlamadım." diyen Fırat, Duru'nun kimin çocuğu olduğunu öğrenmek için etrafa bakıyordu. Ahsen, Duru'ya güldü.

"Kalk diyorum, anlamıyor musun? Türkçe biliyor musun?" Ellerini beline atarak Fırat'ın kalkmasını bekledi.

Fırat'ın Duru'ya uzanan eli Duru'ya değmeden Ahsen, Duru'yu kendine çekti. "Yeğenim." dedi sessizce. Fırat'ın Duru'ya dokunmasını istemiyordu. Duru'yu kendi kucağına çekti.

"Ya ben burada oturmak istemiyorum, kalksın o. Ben sandalyeye oturacağım." Fırat'ı oradan kaldırıp kendisini oraya oturtmaya kararlıydı. "Kalksın." Ahsen'e döndü. "Kaldır halam..." Duru'nun minik elleri Fırat'ın koluna, ceketine gitti, cimcikleyerek ittirmeye çalıştı.

"Başka sandalye yok ama? Halanın kucağında otur." Fırat'ın sözlerine daha da sinirlendi.

"Ayakta kal o zaman! Ben oraya oturacağım. Kalk dedim." Eli küçük olsa da ağırdı. Fırat'ın tuttuğu kolunu sıktı. Ahsen, Duru'yu tuttu.

"Miniğim..." dediğinde Duru, Fırat'ın kolunu bıraktı. Ahsen'in omzuna yasladı başını. "Ama hala ben sandalyeye oturmak istiyorum, senin yanına..."

Alperen, Duru'ya döndü. "Burası da halanın yanı, kalkayım mı?" dedi.

Duru cıkladı. İşaret parmağı sertçe Fırat'ı buldu. "Sen kal, ben onun kalkmasını istiyorum." Duru birini sevmeyince bir daha sevme şansı yoktu. Alperen'in da bakışları Fırat'ı buldu. "E kalkın o zaman Fırat Bey? Duru'yu duymuyor musunuz?"

Fırat sinirlendi, bu duruma Alperen'in karışmasını kızıyordu. Ahsen'e baktı ama Ahsen sadece Duru'ya bakıyordu. Duru da Fırat'a. "Kalk hadi!" Fırat yerinden kalktı. Duru, Fırat'ın kalktığı sandalyeye kuruldu, kalkacağı an Fırat'ın oraya yeniden oturacağını biliyordu, kalkmayacaktı.

Nasılsın faslı başlayıp bittiğinde bir saat geçmişti. En son Bekir Bey söze girdi. "Efendim buraya gelme amacımız belli. Gençler birbirlerini sevip saymışlar, bir yola baş koymuş, kendi kararlarını vererek bize bildirmişler. Bizim de bu karara saygı duyup kabul etmemiz icap eder. Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Azra kızımızı, oğlumuz Doruk oğlunuza istiyoruz."

Adnan, Doruk'a baktı sonra da kızı Azra'ya ikisi de mutlu ve sevgi dolu bir şekilde Adnan amcanın ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu. "Evet gençler birbirlerini sevmişler. Kendi kararlarını da verebilecek yaştalar. Annesi ve babası olarak kararlarına saygı duyuyoruz. Kızım kızınızdır, oğlunuz oğlum. Hayırlı uğurlu olsun."

Azra ve Doruk ayağa kalkıp sırayla herkese sarılıp öptü. Yüzükler takıldı, kurdele kesildi. Evin içinde alkış sesleri dışarıya taşındı, her yerde yankılanacak şekilde ses çıkardı. İki kişinin bağlı kalbine bir düğüm daha atıldı.

Sena, Yeliz ve Ahsen tabakları içeriye götürdüler. Mutfakta sadece Ahsen kaldığında biraz kafa dinlemek için mutfakta kalmayı düşünmüştü ama kuyruğu onu rahat bırakmadı. Fırat içeriye girer girmez Ahsen'e sarıldı.

Şaşıran Ahsen'in şaşkınlığını fark eden Fırat'ın kaşları çatıldı, Ahsen de hemen sarıldı Fırat'a. Fırat'ın arkası kapıya dönüktü ama Ahsen kapıyı görüyordu.

Biri geldi birden, Sarp. Ahsen ve Fırat'ı sarılırken görünce elleri yumruk oldu. Bunun bir oyun olduğunu bilse bile bu şekilde görüyor olmak içinde bir şeyleri kopartmaya yetmişti.

Ahsen'in gözleri Sarp'ın ellerine değdi, bir süre orda durdu sonra gözlerine baktı. Sinirliydi ve biz hala sarılıyorduk. En sonunda sarılma bitti, Sarp raftan bir bardak alıp su doldurdu kendine. Fırat'a bakarak kafasına diktiği bardağı tezgaha sertçe bıraktı ve bardak parçalandı.

Eskiye giden aklıyla çıkan sese sıçradı Ahsen. Gelen eski anıları bir kenara ittirmeye çalışmıştı. Yine çıkan bir olayda babasının parçaladığı bardak geldi aklına. Yere düştüğü an tuzla buz olan bardağın camlarına baktı.

"Topla!" diyen Ali'nin sesi geldi aklına. Nefesi hızlandı.

"Topla!" diye çıkan ses gerçekti. Fırat'tan çıkmıştı ama sanki Ali'den çıkıyor gibi algıladı Ahsen. Küçük Dide vardı şu an bu mutfakta, yere eğildi.

"Bana emir vermeyi kes sikerim senin o sesini!" Sarp'ın gözleri Fırat'tan Ahsen'e geçti. Yere eğilen Ahsen'in camlara uzanan elini tuttu. "Ahsen ben toplayacağım. Sorun yok." Ahsen'in elinden tutarak eğildiği yerden kaldırdı.

Ağzına gelen kan tadı da gerçek değildi, geçmişten gelen anın bir iziydi. Sarp giderek daha da endişelendi. "İyi misin Ahsen?" Ahsen'in yüzüne eğildi.

"Bırak Ahsen'i, ben yanındayım. Yaptığın pisliği temizle yeter." Fırat, Ahsen'i kendine çekti.

Mutfağa gelen yeni isim Ahsen'in yanına koştu. "Savcım!" Alperen'in yanına gitti Ahsen. Camların üstünden atlayarak Alperen'e tutundu. Mutfaktan çıktı. "İyi misin?"

Başını sallayan Ahsen, Mete'ye baktı. Küçük Dide için abisi buradaysa ölüm yoktu, Ali yoktu. Rahatladı. Bir süre daha içerideki konuşma devam etti. Ahsen sadece önüne bakıyordu, Fırat bir köşeden Ahsen'i izliyor. Sarp da tam karşısında oturmuş gözünü kırpmadan Ahsen'e bakıyordu.

Herkes ayaklanmaya başladığı an Ahsen, abisinin yanına gitti. "Benim son bir işim kaldı abi, siz geçin ben geleceğim." Evin anahtarını Mete'ye uzattı. "Alperen yanımda olacak abi merak etme."

Mete bir şey diyemedi, bu durumdan rahatsız olduğunu bakışlarıyla belli etse de başını sallayıp onayladı. Evin anahtarını alıp kapıdan çıktı. Ahsen, Alperen'in yanına gitti. "Ben arabanın kapısını balkondan açacağım, fırla arabanın bagajına at kendini." Alperen başını sallayarak evden çıktı.

Fırat, Ahsen'i bekliyordu. "Çantamı alıp geliyorum." Balkona çıktı hızlıca, arabasını açtı, Alperen'in bindiğinden emin oldu, Erkin başsavcıya mesaj attı.

AHSEN: Başsavcım bir saate Gülhane Parkı'na ekip gönderin ama sessiz gelsinler.

BAŞSAVCI ERKİN BEY: Tamam. Dikkat et!

AHSEN: Tamamdır başsavcım.

Fırat'ın yanına geri döndü. "Çıkalım." Herkesle görüştükten sonra Fırat'la beraber arabaya yürüdüler.

"Ne yapıyoruz. Kaçırıyor musun beni yoksa?" diyen Fırat güldü.

"Önce sana bir şey söylemem gerek ve ona rağmen benimle birlikte olacaksan oradan sana geçeriz." Büyük kozu bugün oynayacak ve bu işi bu gece, bir saat içinde bitirecekti.

"Kabul ediyorum." dedi sırıtarak. Göz devirme hissine engel olarak Ahsen de Fırat'a sırıttı.

Ahsen, Gülhane Parkı'na sürdü. Fırat arabadan indiğinde hazır arkası Ahsen'e dönükken ses kaydını açtı. Ahsen de inip yanına ilerlediğinde tüm bankları boş olan parkın bir bankına çöktü. Merakla ona bakan gözlere döndü. Rolüne iyice büründü ve biraz endişeli gözüktü.

"Bunu sana nasıl diyeceğim bilmiyorum Fırat ama seni seviyorum ve senden saklayamam. Sonuç ne olursa olsun seni seviyorum." Tüm gerçek hislerini bastırdı, küfürleri, duyduğu nefreti kendine sakladı.

"Ben de seni seviyorum canım da ne oluyor?" Fırat konunun ne olduğunu çözmeye çalışır gibi bakıyordu. Endişe yoktu, saf bir merak vardı sadece.

"Fırat ben iyi bir savcı değilim." Bu rolü yapmak zorunda kalmasından nefret etti. Kendini rol için bile o kefeye koyması kendinden nefret etmesine sebep olacaktı ama devam etti.

"O ne demek sen mükemmel bir savcısın." Kendi davasına Ahsen'in bakmadığını düşünüyordu, defalarca Ahsen2in odasına gizlice girmiş dava dosyasına bakmıştı Fırat. Karşısına çıkan dosya hep İskender Atay'ın dosyasıydı. Aşık olmaya o anda karar vermişti.

"O anlamda değil. Devletin dilinde hain olacak biriyim." Kendini o kızma sokmaya başladı, Fırat gibi biri olma rolündeydi. Sanki Fırat'ın iyi bir adam olduğunu, bozuk olanın kendisi olduğunu bilir gibi.

Anlamaz ifadelerle Ahsen'e bakınca Ahsen dayanamadı. "Anlasana işte devletten değilim amacım farklı." dedi.

Fırat, Ahsen'e yaklaşıp gözlerini açarak "Terör gibi mi?" dediği an Ahsen kafasını hızla aşağı yukarı salladı.

Ardından Ahsen üzgünmüş gibi, ağlamaya başladı. "Beni böyle kabul eder misin, hatta şikayet mi edersin bilmiyorum ama seni seviyorum ve senden bir şey saklamak istemiyorum." dediğinde Fırat, Ahsen'in eline uzanıp tuttu. Yüzüne baktığında Fırat'ın yüzü mutlulukla gülüyordu.

"Sevgilim inan daha mutlu olamazdım." Ahsen'in habersiz bir tavırla kaşları havalandı. Fırat tuttuğu eli daha da sıktı. Mutlu olmuştu.

"Ne? Nasıl yani kızmadın mı?" İtiraf henüz gelmemişti, devam ettirdi.

"Ne? Hayır tabii ki, benimle aynı işi yapan birine neden kızayım ki? Baştan demiştim akıllı birisin diye, meğer bu yüzdenmiş." Ahsen'in elini öpmeye başladı.

"Sen de mi?" dedi Ahsen merakla. Fırat anında heyecanla kafasını salladı. Sesli bir kabule ihtiyacı vardı. Gerçi tüm bunları duyan başka biri daha vardı; Alperen.

"Yalan yok ilk başlarda senden şüphelenmiştim hatta dava dosyalarına bakmak zorunda kaldım ama temizdin. Birkaç kişi planlarımı patlattı şu an adamlarımdan biri benim yerime içerde." Fırat ötmeye başlamıştı.

"Nasıl? Seni içeri mi atacaklar? Elimden bir şey gelir mi?" diye hala panik tavırlarını sürdürüyordu Ahsen.

"Sakin ol olay kapandı yeni planlarım var." Ahsen heyecanlanmış gibi yaptı. "Ne yapacağız?"

"Güzel. Yanımdasın yani?" diyen Fırat uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok sevinmişti. Devlet içinden biri daha aralarındaydı, Ahsen'in onu sevdiğini düşünüyordu.

Ahsen gülümseyerek başını salladı. "Öyleyim..."

"Benimle sınır dışına çıkabilir misin ki?" Çok sık çıkmayan Fırat yanında biri olunca çıkmayı planlıyordu. Aklında yeni şeyler vardı, bunları da ötecek gibi duruyordu.

"Yıllık izin alırım da ne yapacağız ki?" Planları da kayıt altına almak istiyordu Ahsen.

"İstanbul, İzmir, Bursa ve Antalya da biraz eğleneceğiz." İller için çoktan kurulmuş planları vardı, hepsini dinledi Ahsen. Ses kaydı hala açıktı, her şey kayıt altındaydı.

"Bir sorun çıkmaz değil mi?" dediğinde Fırat'ın elleri Ahsen'in yanaklarına geçti.

"Hiçbir şey olmaz özellikle de sana." Çünkü olan zaten çoktan Ahsen'e yeterince zarar vermişti. İzi hala karnındayken yarası varlığını hissettirerek sızladı.

O kadar insanın canına kıymaktan bahsediyordu ve bunu anlatırken içi şehvet doluydu. Ahsen ona dokunmak, göz göze gelmek bile istemiyordum. Kafasını sallayıp gülümsedi. Bu kadar bilgi yeter de artardı. Birazdan Fırat'tan kurtulacağını düşününce keyiflendi. Fırat, Ahsen'in anlattıklarından dolayı keyiflendiğini düşünüyordu.

"Devlet yerimize baskın yapmış, elimizdekileri almış ama yeni malzemeler gelecek bu perşembe. Orayı temizledikleri için tekrar oraya dönmezler muhtemelen yine aynı yere getirttireceğim malzemeleri sonrası eğlence." derken gözünü kırpmıştı.

Ahsen usulca kafasını kaldırıp üzerinde dalları olan ağaca baktı, ceviz ağacıydı. Ardından kafası çevirip onlara yaklaşan ekibi görünce ayağa kalktı.

"Ne oluyor?" diye soran Fırat, gelen ekiplerce paket olmuştu ve elleri çoktan arkasındaydı.

Ahsen'in aklına kitapta çizili bir yer geldi. 'Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, ne sen bunun farkındasın sen de polis farkında.' Gülhane Parkı'ndalardı, ceviz ağacının altında duran bir banka oturmuşlardı.

Suratına bakarak tek bir cümle söyledi. "Artık ben de, polis de bunun farkında Fırat." göz kırparak oradan uzaklaştı. Ses kaydını kapatıp Erkin başsavcıya attı. Üstünden kalkan ağır yükle derin bir nefes verdi, rahatladı.



***

 

Gece gece son dakika haberleri televizyona düştü. Sarp dalgındı, Bekir televizyona kitlendi. "Şu kumandadan sesi açsana oğlum çabuk." dediğinde Sarp göz devirip kumandayı aldı. Sesi yükselttiğinde haberlerin sesi artık daha netti. "Aranan terör örgüt liderinin Türk asıllı Fırat SOBAY isimli bir avukat olduğu ortaya çıktı." Bekir şok içinde Sarp'a döndü. Sarp da elindeki telefonla Ahsen'e yazıyordu, o da durdu.

"Bu istemedeki avukat değil mi? Ahsen'in sevgilisi miydi, değilmiş?" Harun ile olan konuşmada öğrendiği bilgi geldi aklına Bekir'in. O da çözmüştü şimdi tüm bunları.

"Sevgilisi deyip durma sevgilisi değil , evet o avukat." Yazdığı uzun şiiri gönderdiği an haberlere geri döndü.

"Davayı üstlenen savcı, terör örgütü lideri Fırat SOBAY'ı tutuklayarak davasından başarıyla söz ettirdi. Savcının Fırat SOBAY'dan şüphelenip kanıt araması sonucu gerçekleri ses kayıtlarıyla ve birkaç fotoğrafla kanıtlayıp Fırat SOBAY'ın tutuklanmasını sağladı. Dokuz yıldır süren dava dosyası nihayet aranan kişinin bulunmasıyla kapandı. Terör örgüt lideri Fırat SOBAY'ın gelecek için planladığı terör faaliyetleri savcı tarafından kayıt altına alındı."












***



















 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Telefonuma gelen iki mesaj vardı, Sarp'tandı. Biri sabahtı görmemiştim ama yeni gelen bir başka mesaj bildirimiyle şimdi görmüştüm.

SARP: Nazım'ın Fırat olduğunu biliyorum. Güllerin sende olmadığını da. Fırat'la neden konuştuğunu da...

SARP: gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit Maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım

Attığı şiirle gözlerim doldu. Severdim bu şiiri. 'Üçüncü Şahsın Şiiri'

Fırat'tan bahsediyordu ama Fırat yoktu artık. Aramızda hiçbir engel kalmamasına rağmen olamazdık. Ben birine istediği sevgiyi veremezdim. Birinin de beni sevmesini istemezdim ki zaten! O anlamıştı, Fırat'ı paketlemiştim ama biz olmazdık. Sadece tek bir şekilde cevap verebilirdim ve eminim ki beni ancak öyle anlayabilirdi.

BEN: Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.

O kısmı attıktan sonra son satırı atmadan dışımdan tamamladım. "Aysel git başımdan seni seviyorum..."

Cevap gecikmemişti, ben anlar sanmıştım ama verdiği cevap bunu anlamaya yakın bile olmadığının bir kanıtıydı. Şiirde sorun yoktu, herkes bu şiir ona atılsa ne denileceğini anlardı ama anladığım kadarıyla Sarp'ın o sularda pek işi yoktu. Zorlayacaktı beni, belliydi.

SARP: Bu ne demek?

Telefonum çaldı, Sarp mesajını gördüğümü ama cevap vermediğimi anlayınca aramayı seçiyordu ama kapattım aramayı.

SARP: Evde değilsin biliyorum, dönünce beni ara.

İçim içimi yedi, aramak istemiyordum, ona gereksiz bir umut verip daha da üzmek gibi bir amacım yoktu ama bir yanım bu isteğimin üstüne çıkıyordu. Aramak istiyordu, onu dinlemek istiyordu. Alperen'in hala arabada olduğunu hatırlayınca arabaya koştum, onu da eve bırakmam gerekiyordu. Ayrıca Sarp'ı evde arayamazdım.

"Savcım ne oldu? Az önce gülüyordunuz, Fırat bir şey mi dedi?" Fırat bir şey dememişti, o mevzu kapanmıştı ama Ahsen teke düşer miydi? Asla.

İki işi ne zaman teke düşürsem hayat bana tek olan bu fırsatı vermiyor üstüne yenisini ekliyordu. Yaptığım hiçbir iş beni korkutmazdı, ucunda çoğunun ölüm olsa bile, bildiğim işi yapmak adımlarımı geriye götürmezdi, daima ileriye atılırdım ama bu yeni yük farklıydı. Konu aşktı, ve ben bu konudan oldukça uzaktım. Hiç bilmediğim bir işti, daha önce denediğim ama öğrenemediğim, korktuğum, adımlarımın hep geriye gideceği, sonu hüsranla biten bir şeydi benim için. Ölmekten bile korkutucu geliyordu.

"Bir şey olmadı, yoruldum, uykum var." Gerçekten uykum vardı, gece boyu uyku uyumamıştım, sanırsam bu uykusuzluk bu geceye de taşacak gibiydi. Alperen'i evine bıraktım, indiği an aklımı kurcalayan iki farklı isteğin hangisini dinleyeceğim konusunda hala çok kararsızdım. Ellerim kendiliğinden telefonumu açarak Sarp'ın isminin üstüne tıkladı, arıyordum.

"Ahsen?" Arayacağımı beklemiyordu, sesi şaşkındı.

"Ne oldu Sarp?" Ne konuşacağımızı bilmiyordum.

"Neden bana söylemedin beraber de halledebilirdik?" Halledilecek ne varsa kendi başıma halletmeyi tercih ediyordum, bu her zaman böyleydi ve her zaman da böyle olacaktı.

"Neden söyleyeyim Sarp bu benim işim yardım gerektiren bir durum yok ortada hallettim işte." Fırat sorunsuz bir şekilde elimizdeydi, sorun ortadan kalkmıştı, herhangi bir yara almadan bu iş kapanmıştı. Benim işimi ben yapmıştım, olması gereken buydu.

"Ahsen ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum." Anlıyordum ama anlamak istemiyordum.

"Sarp herkes en iyi bildiği işi yapsın. Teklifin için sağ ol ama sana ihtiyacım yok. Yıllardır zaten kendi başıma bir şekilde yaşıyorum. Ben başımın çaresine bakarım, sen de başına bela arama." Benim ona bela olacağımı anlaması için açık açık konuşmam gerekiyorsa konuşurdum.

"Ne belası Ahsen! Fırat mevzusu da kapandı ne diye hala böyle konuşuyorsun? Yanında olmak istiyorum işte niye beni anlamak istemiyorsun?"

"Yanımda olma işte Sarp ben de bunu anlatmaya çalışıyorum. Bak benim hayatım normal değil ben de normal biri değilim nasıl bir kafayla beni sevmeye karar verdin inan onu da hiç bilmiyorum üstelik seni anlamak istesem de anlayamam lütfen bana fazla bağlanmadan, yol yakınken dön biz olamayız. Bak git başka birini sev, aşık ol, o da seni sevsin birlikte mutlu bir hayat sürün. Benden sana hiçbir şey olmaz sadece sana ayak bağı olurum." Sinirlenmiştim.

Ne ben ona iyi gelirdim, ne de o bana. Ben yalnız kalmayı benimsemiş biriydim. Biriyle birlikte ayak uyduramazdım. Sevmek ne demek bilmiyordum, uzaktım. Kimseye sevmeyi değil de sevilmemeyi öğretmek istemiyordum. Öğreteceğim tek şey buydu çünkü.

"Ahsen bunları yüz yüze konuşalım mı? Neredesin işin bittiyse oturalım konuşalım?" Yüz yüze konuşmak da kaçacağım bir şeydi. O benim üzüntümü anladığını söylemişti, karşımda onunla konuşurken ya yanlış bir şey hissedersem? Gözümden anlardı.

"Sarp konuşmayalım, görüşmeyelim, yazışmayalım. Yazma bana, merak etme beni, sevdiğini söyleme, belli etme, yanımda durma." İlk geldiğim günü hatırladım, bana olan sert ve nefret dolu o tavırları. O günlere olan nefretim bugüne kadardı. O günlere geri dönmek istiyordum. Beni sevmesindense nefret etmesi benim için daha başa çıkılabilir bir durumdu. Nefreti sürekli görüyordum, alışkındım. Konu sevgi olunca bocalıyordum...

"Neden böylesin? Ben sana farkında olmadan yine yanlış bir şey mi yaptım? Oturalım konuşalım çözelim işte." Sesi titrek bir hale dönüştüğünde daha fazla bu sesi duymak istemedim.

"Sarp! Beni rahat bırak. Lütfen. Kapatıyorum arama, yazma beni rahatsız etme artık." Telefonu bir cevap beklemeden kapattım. Bu da canımı yakmıştı. Kendimi düşürdüğüm bu hale de üzüldüm. Ahsen olmaya en ihtiyacım olduğu halde Dide olmuş olmama da sinirlendim.

Lojmanın kapısından girer girmez Sarp'ı görmeyi beklemiyordum. Ona görünmeden kaçıp gitmek imkansızdı farkındaydım.

Arabada yatma fikri çık aklımdan.

Arabamı park edip indim, karşıma dikilmişti. Kafamdaki sesleri susturup yüzüne baktım. Yorgun gözüküyordu, ona söylediğim sözlerin de ağır olduğunu bildiğim için mutsuz olduğunun da farkındaydım. "Telefonumu engellemişsin." dediğinde kafamı iki yana salladım. Engellememiştim sadece profil fotoğrafımı silmiştim. Ama tabii amacım böyle düşündürmekti. Onunla bu kadar erken karşılaşmayı beklemiyordum.

"Engellemedim." dedim.

Telefonunu cebinden çıkarıp benimle olan mesajlaşmalarına girdiğinde işaret parmağıyla küçücük fotoğrafsız bir yuvarlağı gösterdi. "Emin misin?"

Ben de çıkardığım telefonumla profil fotoğrafımın olduğu kısmı girip ona çevirdim ekranı. "Eminim, sadece profil fotoğrafımı kaldırdım." Onunla olan mesaj kısmına girip engellemediğimi gösterdim. Derin bir rahatlama nefesi verirken gözleri benim gözlerimi buldu.

"Ben de engelledin sandım." Daha fazla gözlerine bakamayacağımı anladığımda gözlerimi kaçırdım.

"Ne konuşacağız? Konuşalım." Buradan başka türlü rahatça evime girmeyeceğimi biliyordum.

"Ahsen merak ettiğim şeyler var?" Evet, şu andan itibaren tüm gerginliğim üzerimdeydi. Sadece ona bakmaya devam ettim, o da konuşmaya devam etti. "Fırat mevzusu kapandı, yakaladın. Benim asıl merak ettiğim tüm her şey ortaya çıkmış ve problemler kalkmışken neden beni kendinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun?" Boş boş bakıp gözlerimi kırpıştırdım. Ne diyebilirdim ki?

Bir şey de artık Dide!

Direkt sevmiyorum seni de kalksın gitsin.

Ama üzülecek.

Burada kalırsa daha çok üzülecek.

Hayır. Dide artık adama da açıkla.

Sakın Dide hikayeni anlatma. O anlamaz seni.

Anlar Dide. Seni seviyor işte anlat anlar o seni.

Kendimi toparladım, derin bir nefes aldım, yutkundum. "Sarp ortada hiç Fırat olmasaydı da aynı şey olacaktı. Ayrıca problemler hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmaz."

"Tamam bana problemi anlat ki çözeyim." Her şeyi yapmaya hazır gibi duruyordu. Bir sorunum olduğunu gözlerime bakarak gerçekten anlıyordu.

"Çözülemez Sarp. Çözülmek için artık çok geç artık hep orada kalacak." Tüm her şeyin üstünden uzun bir zaman geçmişti, elimden geleni yapsam da üstü kapanmayan bu problemlerin artık kapanacak bir tarafı yoktu.

"Ahsen bana problemin ne olduğunu söyler misin? Bak ne yaşadığını bilmiyorum ve eminim ki zor şeyler yaşadın ama bunun bizimle ilgisini anlamıyorum. Anlat bana, ben de sana yardımcı olayım." Yardımcı olabileceğini düşünmesi hoştu, ama bir o kadar da imkansıza yakın.

"Kimsenin yardımını istemiyorum Sarp. Dediğim gibi sorunu ortadan kaldırmak için artık çok geç sen de daha fazla bunları kurcalayıp durma. Bunlar benim sorunlarım, sen de bulaşma hiç." Bana bu kadar ağırlık veren problemi bir başkasına bulaştırmak istemiyordum, bu kişinin de Sarp olmasını hiç istemiyordum.

"Ahsen, sana seni seviyorum dedim. Seni bu şekilde görmek istemiyorum, ben bırakınca mutlu olacağını bilsem bir daha karşına çıkmam ama anladığım kadarıyla problem farklı. Eninde sonunda öğreneceğim şimdiden anlat ki hiç olmazsa yükünü hafifleteyim?"

"Hafifletilecek bir yük değil, niye üstüme gelmeye devam ediyorsun?" Kimseyi istemiyorum cümlesi bu kadar anlaşılmaz bir cümle olamazdı, Sarp niye anlamıyordu ki?

"Sen anlat bir çaresini buluruz."

"Ne duymak istiyorsun Sarp?" sıkılmıştım. Ne istiyorsa alacaktı. Eminim ki öğretmenine laf söyletmeyecekti. Öğrenciler için mükemmel bir idol olan babam benim hayatımı karartırken kimse bana inanmayacaktı. Belki bu laflar onu benden uzaklaştırırdı.

"Sakladığın şey ne? Geçmişin hakkında, muhtemelen ailen hakkında..."

"Bunları duymak istediğinden emin misin?" son kez uyarımı da yapmak istedim çünkü eminim bunları duymak da hoş değildi. İnanıp inanmamak ona kalmıştı ama bu uyarıyı yapmam gerekiyordu çünkü bu anlattıklarımı duyduktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Hissediyordum.

Hızla kafasını aşağı yukarı salladı, çardağı gösteren eliyle çardağa yürüdüm. Beni dinlemek için masada bir eli çenesinin altında bana bakıyordu.

Çok uzatmadan konuya girdim. Benim için daha zor olacaktı çünkü zaten aklımdan çıkaramadığım onca şeyi anlatmak özellikle başka birine anlatmak beni daha çok yıpratıyordu. "Annem öldü. Ben 16 yaşındayken. Babam öldü demiştim ya. Yalan söyledim."

"Babanın durumunu anlatmıştın, sarhoştun muhtemelen hatırlamıyorsun. Anneni..." Sustu, babamın annemi öldürdüğünü de öğrenmişti. Sarhoşken ne konuşulduğunu hatırlamıyordum.

"Annemi babam öldürdü. Annem beni koruduğu için." Son cümlemi anlatmamıştım demek ki çünkü şaşırmıştı.

"Konunun seninle ne alakası var ki?" Buruk bir gülümsemeyle baktım suratına.

"Konu zaten hep benimle alakalıydı Sarp. Babamın derdi benim geberip gitmemdi." Olmamıştı, başaramamıştı. On altı yıl uğraşıp öldüremediği kızının annesini, kendi eşini bir gecede öldürmeyi başarmıştı. Artık babam da diyebilir miydim onu da bilemedim ama en azından abimin bile babam bildiği bu adamdan bahsederken babam diyecektim.

Sarp pür dikkat beni dinliyordu. Bunları duymak ona da ağır gelecekti ama yaşayan ben olduğum için en çok acıyı ben çekmiştim ve bunu anlatmamı istiyorsa bunları duyacaktı.

"Babam, benim üç yaşına girdiğim günden itibaren benim ölümümü istemeye başlamış." İlk üç yıl her şey normalken üç yaşında bir bebeğe ansızın duyulan nefretin sebebini hep merak ediyordum.

"Neden?" Kendime defalarca kez sorduğum, babama hep sormak istediğim ama karşısında sadece korkudan titremekten başka bir şey yapmadığım o soru bana soruldu. Bunun bir cevabı yoktu bende.

"Bilmiyorum Sarp. Sevmemiş beni demek ki." Bu benim için yaralayıcı bir cümleydi. 'Sevmemiş demek ki Dide. Zorlama sevilmiyorsun.'

Konuşmayınca ben devam ettim. "Odam benim evimdi. Odadan dışarıya çıkıp babama yakalandığım her günüm de hastane kayıtlarımdı. Kendi evimin salonunu on üç yaşıma kadar hiç gezmedim. Ya da abimin odasını ilk defa on bir yaşımda görmüştüm. Odam o yaşama göre ayarlanmıştı, çalışma masası dışında yemek masam vardı mesela. Üç sandalyesi vardı ama genelde bir tanesi hep boş kalırdı, ki babam benimle ilgilendiklerini anlamayıp yine bana zarar vermesin diye. Ben de mal gibi odamda tek başıma oturup zaman geçirirken annem ve abimin yanıma gelmesini beklerdim. Gelince çok duramazlardı ama en azından gelirlerdi." Gözlerim dolduğu an kısa bir ara verdim.

"Baban sana şiddet mi uyguluyordu?" dediğinde güldüm. 'Şiddet' ağır bir ithamdı ama yaşadıklarıma 'şiddet' demek durumu hafifletiyordu. Yaşadıklarım bir şiddetten çok daha ağır şeylerdi.

"İnanmıyorsun değil mi? Herkesin bayıldığı Ali Hoca kendi çocuğuna asla böyle bir şey yapmaz değil mi?" Babamın, onun öğretmeni olduğunu biliyordum. Öğrencileri tarafından sevildiğini de biliyordum.

"Hayır inanıyorum. Polis? Aramadınız mı hiç?"

"Aradım. İlk ve son kez aradım. Babam ne yaptıysa polisler geri döndü. O akşam da onu şikayet ettiğim için sol elimdeki tüm parmaklarım teker teker kırıldı." Babamın o dönem arkasında birilerinin olduğunu büyüyünce anlamıştım. Hep polislere kızardım, babamı o gece almadıkları için uzun bir süre ağlamıştım. Ama sorun polisler değildi, o gece kapımıza gelen o iki polisti, belki de polis değildi...

Sarp karşımda yutkunmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Anlattıklarım sanki yaşanıyormuş gibi bir hal aldığında Sarp'ın olduğu yerde gerildiğine şahit oldum. Suratı kızardı, alnındaki damarı şişti. "Sarp?" Onu böyle görünce ben de panik oldum. "Sarp!" Oturduğum yerden kalktığımda hala oturduğum yere aynı bakışlarıyla bakmaya devam etti.

Yanağına bir tane tokat attığımda bana dönen gözlerle tekrar sorumu sordum. "Sarp iyi misin?"

Donuk halden çıkıp "Ahsen ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Bunu bilmiyordum, onun böyle biri olduğunu bilmiyordum. Bu kadarını hiç tahmin etmezdim." Kaşlarını çatmıştı ama bana yumuşak bakıyordu.

"Tamam bu kadar yeter Sarp." dedim konuşmayı sonlandırmam gerekiyormuş gibi hissettim çünkü benden daha kötü durumda gözüküyordu. Yaşadığım her olayı anlatırsam bunun daha kötü bir hal alacağını tahmin edebiliyordum.

"Ahsen beni kendinden uzak tutma!" diye konuşmaya başladı Sarp. Anında bakışları değişti, oturduğu yerden o da ayaklandı.

"Sarp uzatmanın bir manası yok." Yine başa sarmıştık.

"Ahsen uzattığımız bir şey yok zaten. Bak bana karşı bir şey mi hissetmiyorsun bu yüzden mi böyle davranıyorsun?" O ihtimali hiç düşünmedim.

"Alakası yok Sarp. Bak benim birine olan güvenim iki tarafı da yıpratıyor. Biz zaten olamayız, daha fazla bu konuları açıp da birbirimizi kırmanın bir anlamı yok." Gerçekler acıydı, bunlar acı veriyorsa gerçek de, doğru da buydu.

"Tamam sen bana güvenene kadar beklerim seni. Zamanımız bol." İç çektim.

"İstemiyorum Sarp. Bak ya böyle davranmayı bırak ya da ben tayinimi isteyip gideyim." Bunu daha kaç kez söylemem gerekiyordu bilmiyordum. İstemiyordum. Kendimden çok onu yıpratmak hiç istemiyordum. Çünkü biliyordum bu durum en çok onu yıpratacaktı.

"Ahsen saçma sapan konuşma. Ne bu laflar güven testin mi?" Güven testi falan değildi, içimden geçen en yoğun ve doğru hissettiğim kelimelerdi.

"Hayır söylediklerimde ciddiyim."

"Anlayabiliyorum yaşadıklarından dolayı böyle düşünüyorsun ama ben beklerim seni. Ne kadar istersen o kadar beklerim. Sıkılmam, usanmam." Gitmeye çalıştığımda attığım her bir adımımın önüne geçiyordu.

"Bekleme Sarp. Bunu yapmak zorunda değilsin. Ben senlik biri değilim." Kendimi düşündüm. Geçmişten gelen iki kişinin bana iğrenerek söylediği o ses geldi. Kimseye göre olmadığımı suratıma tükürürcesine söyleyen iki kişi; babam ve eski sevgilim. Ben kimseye göre değildim.

"Benlik biri nasıl oluyormuş?" Benim tam tersim olan biri.

"Bilmem işte sevginin karşılığını alacağın, daha sakin, daha ılımlı, sevilmeyi bilen seni koşulsuz sevebilecek bir kadın." Ben ne 'seni seviyorum' diyebilirdim, ne sakin kalabilirdim, ne de sevilmeyi öğrenip birini koşulsuz sevgiye boğabilirdim.

"Ben zaten benlik birini seviyorum Ahsen, sen bilmiyorsun. Ben seni karşılıksız da severim, sakin birini istemiyorum ya da daha ılımlı birisini. Sevilmeyi bilmiyorsan ben öğretirim sana. Ben seni seviyorum, bir tek seni..."

Çaresizce ofladım. Ne diyeceğimi bilmiyordum ve her ne kadar daha fazla uzamadan ya da kimse kırılıp üzülmeden bu işi bitirmek istesem de her seferinde daha çok konu uzuyor ve karmaşık bir hal alıyordu. Ben de ona karşı bir şeyler hissetmiyor değildim. Onun yanındayken güvende hissediyordum. Ben nasıl onun hislerinden eminsem o da emindi ona karşı olan hislerimden. Bu yüzdendi zaten bu olayı sürdürmeye çalışması ama beni de anlamak zorundaydı.

Ben ona sadece bakmayı tercih ettim, o da aralıksız bana bakıyordu zaten. "Sen beni isteyene kadar uzaktan seveceğim seni. Sadece beni yanına çekmediğin gibi itme de? Aksi takdirde yakana sülük gibi yapışırım Ahsen, ve emin ol bunu hiç istemezsin."

ABİM: Yukarıya!

Beni bu durumdan kıskançlığıyla çekip kurtarıyordu. "Benim eve çıkmam gerek, abime çok gözükme. Askersin diye son dönemde duyduğu saygıyı şu an biraz kaybetmiş olabilirsin." Kafamı kaldırıp balkonuma baktım, abim oradaydı.

Sarp'ın gülüşüyle ona geri döndüm. "Merdivenlere çiçek bırakma işinin bittiğine sevindim savcım."

Apartmana ilerlerken güldüm. Arkamı dönmeden konuşacakken yanımda duyduğum adım sesleriyle Sarp'a döndüm. "Uzaktan kastın bu mesafeyse kabul edemem?" Bir kez daha güldü.

"Bu değil tabii ki, sana merdivenlerde eşlik edeceğim sadece." Benimle birlikte çıktı merdivenleri.

Dördüncü kata gelince gülümsedi. "Neye gülüyorsun sabahtan beri?"

"Gülleri koyacak yeri iyi seçmişsin, asansör yavaş olmasaydı o gün o gülleri göremeyecektim. Gerçi bir gün erken öğrendik durumu ama olsun, en azında dünüm o kadar da üzgün geçmedi." Gülü bıraktığım basamağı da çıktık.

Kendi katıma gelene kadar sustum, kapımın önüne geldiğim an o da durdu. "En sevdiklerim gül değil..." Kapıyı açan abim beni içeriye çektiği an başını dış kapıdan dışarıya çıkardı. Ayağımdaki topuklu ayakkabımı çıkarıp merdivenden çıkan Sarp'a attı. "Abi!"

"Hayırdır lan? Abi kardeş siz hayırdır, biriniz Azra'nın yanında, diğeriniz benim kardeşimin peşinde?" Öbür ayağıma geçti, topuklu ayakkabımın diğerini de atmak için hazırlanıyordu.

"Bunu alıp vermeyebilirdim ama size olan saygımdan geri getiriyorum." Ayakkabım Sarp'ın elinde geri gelmişti. "Bir dahakine getirmem."

Abim iyice sinirlendi, kapıdan tüm vücut çıkacakken ben tuttum. "Abi bir dur!" Sarp da hala kapının önündeydi. "Git sen de evine! Hadi!"

Abimi evin içine çektiğim an kapıyı kapattım. "Abi ne yapıyorsun sen ya?" Ben de sinirlenmiştim. Ayakkabılarımı atmak ne demekti?

"Ben hiç iyi değilim Dide tamam mı? Zaten birini istediler verdik, bu olmaz." Anlamadım, suratım buruştu.

"Ne?" Ne saçmalıyordu bilmiyordum, yine kafasından senaryolar yazmıştı belliydi.

"Bu adamla sevgili misin?"

"Hayır abi, arkadaşım dedim neyi anlamıyorsun? Ayrıca bir sevgilim olsa da küçük çocuk değilim ben. Beni biraz rahat bırakır mısın?" Odama girdim. Biraz fazla cesurca konuşmuştum, onun gözünde hala Duru kadar boyum olduğunun farkındaydım ama fazla darlıyordu beni. Haklıydım kendimce.

Ses etmeden yatağıma atladım, yorgun olduğumu derinden hissettiğim an kalkıp üstümü çıkarttım, rahat bir şeyler giyip yattığımda yine uyuyamayacağımı düşünmüştüm ama yanılmıştım. Kafam yastığa değdiği an uykunun içine çekildim.

 

 

***

 

Bölüm sonu...

 

Nasıl buldunuz bölümü, beğendiniz mi?

 

Umarım beğenmişsinizdir, şimdiden oy ve yorumlarınız için teşekkür ederim.

 

Sizleri seviyorum, mutlu yıllarınız olsun. Hepiniz için bu yeni yıl çok güzel olsun, her şey gönlünüzce olsun.

 

Kendinize cici bakın ballarım...

 

 

 

 

Bölüm : 27.12.2024 23:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...