13. Bölüm

10| Ya Dilek, Mumun Ateşiyle Sönüp Gitmişse?

Nathalie Pall
nathaliepall

 



Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz!
Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır. Değilse bile umarım her şey düzelir.

 

Yazım yanlışlarım olursa şimdiden çok özür dilerim.
Umarı beğeneceğiniz, güzel bir bölüm yazmayı başarabilmişimdir.

 

Satırlar arasında bol bol yorumlarınızı bekliyor olacağım. Başlamadan yıldıza da basmak isterseniz diye hatırlatmak isterim.
Sizleri seviyor ve keyifli okumalar diliyorum.


 

 


🎶 Sezen Aksu ~ Biliyorsun

 

~ • ~

 

"Papatya gibiydi kalbi,
bazen sevdi, bazen sevmedi."

 

~ • ~

Herkesin bir eni vardır, en yakını. Kimisi bu kişiye anne der, kimisi baba, kimisi dost, abi, abla, kardeş, sevgili. Kimisi de kendim derdi... Yalnız olduğumuzu düşündüğümüz her an bizden ayrı hareket eden iki ayrı organ bile varlığını hissettirir. Akıl beynin işidir, kalp duygunun. Onlar bizim içimizde ikiye ayrılmışken biz yalnızız diyebilir miydik?

Anne deriz, baba deriz, kardeş deriz, bizim her halimizi gören anlar diye düşünürüz. Sonra bir yabancı çıkagelir, herkesin hatta kendimizin bile bilmediği ya da alışmadığı halimizi görür ve alışır. Bir çift gözle bakması yeter, sözler sesli olarak söylenmese de anlar.

Aşk insanın içini yer, ilk seven her zaman bir karşılık bekler. Belki ufak bir bakış, belki hoş bir gülüş ister. İlk zamanlar için yeterli sayılan bu minik istekler gün geçtikçe aşkla birlikte büyür. Bir süre sonra sabırsızlıklar başlar. Çabalanan her an alınamayan karşılık kemirmeye başlar içini bu sefer.

Gerçekten vurulmak gibi bir şeydir, bir kurşun kalbi delip geçince öldürmeye yeter ama kalpten bir kalbe vurulmak insanı ölmekten beter edebilir.

Bu yüzden bazıları kalbini kapatır, taşa çevirir, etrafına uzun bir duvar örer, üstüne dikenli telleri serer. Ölmekten beter eden sevda bu kalbe denk gelirse iş daha da zorlaşır, acı büyür, elinden bir şey gelmeden can çekişirmiş gibi hissettirir.

Bu hikayede Ahsen'in kalbi o büyük duvarla çevriliydi. Evin o unsuru Ahsen'i etkilemişti. Anne ve baba figürü gerçek aşkın nasıl olduğunu öğretirdi. Sarp'ın büyüdüğü evdeki aşk ile Ahsen'in büyüdüğü evdeki aşk bir değildi. Sarp da vurulmuş o kişiydi. Sonunu henüz bilmediği, önünün karanlık olduğu, Ahsen'in uzun duvarından dolayı göremediği o kalbin henüz farkında değildi.

Şu an kendini minik bir dileğin gerçekleşmesini bekleyerek avutan bir adam gibi heyecanlıydı. İlk dilek gerçek olmuşsa diğerlerinin de olması yüksek bir ihtimal miydi? Dilek dilemek yeterli miydi, olacağına inanıp olmasını çabalamadan beklemek?

Peki bir şeyi gerçekten çok istersek olur muydu?

Sarp'ın elinde duran telefonun ekranında bilmem kaçıncı kez yeniden başlamış doğum gününden gelen video. 41. saniyesine sürekli sürüklenen parmakları Ahsen'in hoş sesiyle, neşesini belli eden kahkahasında duruyordu.

Devamında herkes ona bakınca sustuğu o anı izledi. Azra'nın bile Ahsen'in güldüğünü, o sesi duyduğuna şaşırdığını gördü. Kendisinin Ahsen'e defalarca kez baktığını gördü. Kendisi de pek gülmezdi ama istemediği içindi. Ahsen'in gülmemesinin nedenini anlıyordu artık; onu güldürmeye değer şeyler yoktu burada, kalmamıştı.

Bunun bir hoşlantının ötesine gidiyor olduğunun farkındaydı. Kapattığı gözlerin önünde açılan kahve gözlerin içine çekilmişti. İsmini duymak bile onun kalbiyle beynini aynı anda uyandırıyordu. Her dakikasını merak etmek, gününün büyük bir kısmını kaplamaya başlamıştı. İş içinden çıkılamayacak bir hal almışken Sarp'ın zaten çıkmaya niyeti hiç yoktu.

Net çıkan fotoğrafa baktı videonun hemen ardından, yanındaki Ahsen'e yaklaştırdı. Yüzünde oluşan gülümsemeyi saklamadı. Dilek olana kadar bu gülümseme buruk olacaktı. Balkona çıkan Doruk'u fark ettiğinde telefonu kapatıp cebine koydu.

"Ne yapıyorsun?" Sarp'ın yanındaki sandalyeyi çekip abisinin yanına oturdu Doruk.

"Oturuyorum..." dedi Sarp sakince. Vermiş olduğu sakin cevaba şaşırdı Doruk.

Abisinin eline baktı, sigara yoktu. Öylece balkonda oturan Sarp'a döndü yeniden. "Sigara içmiyorsun. Bıraktın mı?"

"Deniyorum. Hemen bırakamam ama amacım o yönde." Ahsen'in sigaradan hoşlanmadığı, verdiği tepki ilk günkü gibi aklındaydı. Hemen bırakmak zor olacaktı, bir bağımlılıktı ama yeni bağımlılık bunun önüne geçmişti; Ahsen bağımlılığı.

"İyi yapıyorsun. Sana bunu bıraktıran ne peki? Derdin bu kadar mıymış? Bitti mi her şey?" Doruk, Sarp'ın Ahsen'e olan ilgisini gören, emin olan tek kişiydi. Ahsen'in sigarayı sevmediğini o da biliyordu.

"Sigara içecek dert daha da büyüdü de, derdi sigarayla çözmek istemiyorum." Paketini açtı, içinde duran sigaraları saydı tek tek. On altı tane vardı, normalde çoktan bitmesi beklenen paketten üç tanesini Sarp içmiş, birini de Mert'e vermişti.

"Aşık mı oldun?" Cevabın evet olduğunu biliyordu, yine de sordu. O 'evet'i duymak istedi. Hayata küsmüş abisinin geri dönmesini istiyordu.

Sarp şaşkın bir ifadeyle Doruk'a döndü. O kadar kapalı bir kutuydu ki onu tanıyanlar bile çoğu şeyi anlamazdı, bunun anlaşıldığına şaşırdı. "Çok mu belli lan?"

"Yok be abi, belli olsa diğerleri de fark ederdi. İnsan kendine olan bakışı bilmez mi? Anlaşılan Dide anlamamış ki bilmiyor. Kimseye söylemem, söz." Abisine gülümsedi. "Ama şaşırdım. Nefret ettiğin birine aşık olmak..."

"Tükürdüğümü yalıyorum işte. Nefret etmiyordum, korktuğum şey başıma geldi. Tersledim belki aklıma düşmez diye, buraya ait olmadığını söyledim, bu karmaşanın içinde hem onun için hem kendim için. Ama olmadı." Yine düştü Ahsen, Sarp'ın aklına. Ellerini yüzüne attı.

"Babam ne için konuşmaya gitti Dide ile?" Bekir akşam akşam Ahsen ile konuşmak için aşağıya inmişti. Sarp ne olduğunu söylese de Bekir konuşmamış, bir bilgi vermeden öylece evden çıkmıştı.

"İş için konuşacaklar." Balkondan görünen çardakta ikisinin de sırtı görünüyordu. Bekir evde konuşamazdı, Ahsen hiç konuşamazdı. Lojman dışına çıkmak da bu tür şeyleri konuşmak için mantıklı gelmeyince ikisi de aşağıda konuşuyorlardı.

"Babam burayı da mı ele geçirmeye başladı?" Doruk da aynı yere bakıyordu.

Sarp başını iki yana salladı. "Küçük bir yardım sadece." Ahsen için babasında istediği küçük bir yardımdan fazlası değildi. Karşılığında alacağı büyük bir şey yoktu, sadece bir teşekkürden ibaret olacaktı. Dileğin yanından bile geçmezdi bu yardım.












***













 

"İçeriye ben girdiğimde şaşırdı, beklediği başkasıydı. Ben önce belli bir avukat var da onu bekliyor sandım. 'Savcı buraya girmeden beni bir sürü soru yağmuruna tuttu, patron acil yolladı beni.' dedim. İlk bir anlamsız baktı sonra sinirlendi. 'Kendi gelememiş mi? Ayak işlerini yapıyoruz, kendisi olmayı red mi etti?' dedi." Ahsen de Bekir'in anladığı şeyi anladı.

"Avukat... Patronun mesleği avukat." Bekir, Ahsen'in söylediği cümlenin üstüne başını salladı.

Anlatmaya devam etti. "Onun gelmediğini görünce baya sinirlendi, geleceğine emindi demek ki..."

Ahsen, Bekir'in sözlerini devam ettirdi. "Çünkü patron o kadar içimizde ki belki onun girmesini bizzat ben bile isteyebilirdim." Sadece kendisi için değil asıl tim için yakın olan bir avukat olması gerekiyordu. Fırat vardı, Yeliz vardı yeni tanışmıştı ama tim biliyordu, bir de Azra vardı ama onun olmadığına eminlerdi. Ahsen'in bilmediği, timin yakın olduğu avukat biri de olabilirdi. Bunu en çok Azra bilirdi ama Ahsen, Azra'ya sorup sormamak arasında kaldı.

Azra'yı panikletecek bir şey yapmak istemiyordu ama bu küçük bir şey değildi. Büyük bir terör örgütünün dokuz yıldır aranan başkanıydı. Bu dava dosyası buraya kadar gelene kadar iki savcıyı şehit etmişti. Ahsen birikmiş bilgilerin üstüne gelmiş devam ettiriyordu. Laneti bozmak için elinden geleni yapıyordu.

"Onu hala bekliyor. Bir avukat gelirse ya odur ya da ortaya çıkmamak için başka birisini yollamıştır. Harun onu beklediğine göre şu patronun gelme ihtimali var." Diğer bilgisiz, önemsiz kısımları da anlattı. Bekir'in asıl endişesi ses tonundan bunu belli etti. "Dikkat et olur mu?"

"Beni merak etmeyin Bekir Bey, ben başımın çaresine bakarım." Tebessüm ederek durumun kasvetini bozdu. Ailesi dışında birinin onun için endişeleniyor olmasına hiç alışık değildi, alışmak gibi de niyeti yoktu. Ailesinin endişesinden bile sıkılıyordu. Hem bu lanet ile kapışacak kendi laneti vardı; ölümsüzlük gibi büyük bir lanetti.

"Olsun sen yine de dikkat et. Bir kez daha konuşulması gerekilirse ya da yardıma ihtiyacın olursa bana söylemen yeter. Ben gelir yardım ederim sana." Oturduğu yerden kalktı.

Peşinden Ahsen de kalktı. "Daha fazlasına gerek yok, çok teşekkür ederim. Bu benim için büyük bir şey." En azından elinde patrona dair bir meslek vardı. Kendi bildiklerini de bunun üstüne eklemek bir ilerlemeye sebep olacaktı.

İkisi de aynı anda apartmana girerken Ahsen merdivenlere yöneldi. Asansörde kaldığı andan itibaren etkisi geçene kadar merdivenleri kullanmaya niyetliydi. "Asansörle çıkmayacak mısın?" diyen Bekir'e döndü.

"Yok ben merdivenlerden devam..." Ahsen'in lafına Bekir gülümsediğinde Ahsen hızlıca merdivenleri çıkmaya başladı. Altıncı kata gelip kendini eve attı, karşılaştığı ciddi surata baktı. "Senin suratın niye sirke satıyor abi?"

Aklında hala arabadaki adam vardı, Sarp'ın ona sorduğu 'hayırdır' sorusu da sinirini diri tutuyordu.

"Kimdi o adam Dide?" Sinirini susarak yaşıyordu ama artık dayanamadı.

"Kendisi söyledi ya abi, Sarp." Merdivenlerden yorulmuş kendini koltuğa attı. Yanına gelen Duru, babasının suratsızlığına, bunun karşısında rahatça duran halasına bakıp duruyordu.

"O anlamda sormadım. Öyle camı açıp erkeklere hayırdır diyorsa bir şey beklenir ya hani?" Sarp'ın açıkladığı toplu yemek olayının bir yalan olduğunu düşündü. "Süslenip yemekten dönmüşsünüz ya?"

"Görmeyeli çok boş konuşmaya başlamışsın abi. Ne bekliyorsun, ben ne bileyim senin buraya geleceğini, o olmasa ben iner anlık sinirle döverdim bile seni. Buranın neresi olduğunun farkındasın değil mi? Selektör yapıp durdun, adam asker ben savcıyım ne bekliyorsun tam olarak?" Ensesinde onun için çoktan yazılmış dört harf vardı; ölüm. Onun için karar dışarıdakiler tarafından veriliyordu.

Mete'nin aklına gelen lojman girişindeki güvenliğiyle olan konuşma geldi. Buranın aydınlığı İzmir'in karanlığı gibi bile değildi. Ahsen'in derdi, Mete'nin izlediği aksiyon filmleriyle kapışırdı. "Asıl sorumun cevabı ne?" diye sordu. Sarp'ın hala Ahsen için kim olduğunun cevabını duymamıştı.

"Kocam abi, birazdan gelir eve! Kimse falan değil, komşu, iş arkadaşı." Ahsen şakayla başlamış ciddiyetle bitirmişti cevabını.

Duru olayı pek anlamadı. "Evlendin mi halam?" Duru cevabı beklemeden inandığı şeyi sürdürdü. Leyla'ya döndü. "Karı koca mı oluyorlar anne? "

"Duru sus, öyle deme babacım. Evli değil halan, sadece arkadaş." Mete sinirlendi, bu konuları duymak hoşuna gitmiyordu.

"Nasıl bir arkadaş?" Yine Leyla'ya döndü Duru. "Batu ve benim gibi bir arkadaş mı?" Mete'nin gözleri büyüdü.

Ahsen ve Leyla gülmeye başlayınca, Ahsen konuştu. "Konuya pek hakim değilim ama sanırım sen ve Batu, bizim arkadaşlıktan daha arkadaşsınız miniğim. Ve babanın kalbi bunu duymaya kesinlikle hazır değildi." Ahsen yanındaki Duru'yu, karnını çok zorlamadan kucağına aldı. "Konuyu üstüne çektiğin için teşekkür ederim." Duru'yu iki yanağından da öptü.

"Ne Batu'su?" Mete'nin gözleri bu durumdan haberi olan karısına döndü. "Ne Batu'su Leyla? Ne arkadaşı bu? Benim üstüme çok geliyorlar yemin ederim şimdi düşüp bayılacağım." Elini kalbine atarak olayları abartmaya başladı.

"Abi abartma istersen, alt tarafı bir arkadaşı var kızın..." Ahsen'in Dide olma vakti gelmişti, gülüyordu, hem de en içteninden. "Sen bana anlat halacım, ben seni dinlerim."

Duru da Ahsen'den aldığı cesaretle gülerek konuşmaya başladı. "Batu işte, arkadaşım. Hala biliyor musun ben seneye birinci sınıfa başlayacağım. Batu dedi ki ben senlen aynı sınıfta olurum, zaten aynı yaştayız, oluruz di mi?"

"Ben buradayım burada, duyuyorum ve hiç hoşuma gitmiyor. Babacım hani erkeklerden uzak duruyorduk, Batu nereden çıktı?" Başı ağrımaya başlamıştı Mete'nin.

"Annesinin karnından çıktı baba."

Ahsen, Duru'nun cevabına güldü. "Herhalde..." Duru'yu dayanamayıp bir kere daha öptü.

"Ona ne şüphe... Sen Batu'yu boş ver yok mu kız arkadaşların?" Mete kendinden başka erkek ismini daha fazla duymak istemiyordu.

"Var işte üç, dört tane. Niye sordun ki?" Duru şimdiden açılmıştı, Ahsen'in kucağına daha da kuruldu, başını halasının göğsüne yasladı. Ahsen'in ellerini tutup kendine sarmaladı, ellerini bırakmadan parmaklarıyla oynamaya devam etti.

"Bak ya! Kızım Batu olunca anlatıyorsun ama?" Duru'ya bakarken Ahsen'e kaydı gözleri. Uzun zaman sonra canlı canlı görmek, hala iyi olduğunu bilmek iyi hissettiriyordu Mete'yi. Karşısında Ahsen'in güldüğünü görmek Mete için her zaman en büyük keyifti. Onu özlediği zaman özlemini gidermek için genelde kızına bakardı. Duru gerçek anlamda görünüş olarak da, karakter olarak da Dide'ye benziyordu. Kardeşini küçükken gülerken gördüğü an nadirdi, o yüzden sık sık Duru gülerken kızına bakardı. Dide'yi de buna dair ederdi. Dide için Duru'yu iki kat güldürür, mutlu ederdi, sonra bunu keyifle izlerdi.

"Siz aç mısın? Sormayı unuttum..." Ahsen yemekten gelmişti ama ailesinin yoldan geldiğini unutmuş, sormamıştı.

"Aç değiliz, yedik biz canım." Leyla cevapladı Ahsen'in sorusunu.

"Ben size odayı hazırlayayım." Ahsen kucağındaki Duru'yu koltuğa bırakıp kalktı. Hepsi de aynı anda kalkıp Ahsen'in peşinden ilerlediler. "Ne oluyor?"

"Hiç, bizi nasıl ağırladığına bakıyoruz, zaten yemek de vermedin bize." Mete gülerek kardeşine bakıyordu.

"Aç değiliz dediniz! Benim evim sizin eviniz, açın dolabı alın istediğinizi. Yediğini laf edip boğazına mı sarılacağım senin abi?" Mete'nin onula uğraşmasını anlayıp abisinin keyfini kaçırmak için o da sert cevap veriyordu.

"Her an her şey olabilir..." Bunu söyledikten hemen sonra Ahsen'den uzaklaştı. "Şaka bir yana benim uykum geldi."

"Niye arabayla geldiniz ki?" Hediye içindi. Ahsen'in henüz haberi yoktu.

"Arabayla gelmemiz gerekiyordu o yüzden arabayla geldik. Abin yoruldu, bana hizmette kusur olmasın. Erkek adı evde geçmesin..." İsteklerinin en önemlisiydi.

"Mesela abi?" Aklında bir sürü isim vardı, çoğu erkekti. "Nazım, Harun, İskender, Aslan, Alperen..." Liste uzatıp gidiyordu.

"Mesela Sarp!" Ahsen'den hemen sonra minik kızına döndü. "Batu'da yok." Odaya girdi. Hazırlanmış yatağa atladı. "Bana bir moral öpücüğü?" Duru koşarak Mete'nin kucağına zıpladı.

Ahsen odadan çıkmak için kapıya ilerledi. "Karın öpsün seni..." Leyla gülerek Ahsen'i tuttuğu an Ahsen'in kaşları havalandı. Leyla'yı tutup yatağa attı.

"Dide! Buraya gel!" Mete'nin sesiyle gözlerini devirerek o da Duru'nun yanına yatmıştı. Mete'nin göğsüne sığabilecek üç kişi vardı, şu an üçü de yan yanaydı.






***

 

Sarp içinde yanıp tutuşan duyguyla göreve gitti.
*
Ahsen işini yapmaya devam etti.
*
Azra ve Doruk'un istemesi için Azra'nın annesi, babası ve küçük kardeşi Almanya'dan Diyarbakır'a geldiler. İsteme için Sarp'ın görevden gelmesi bekleniyordu.
*
İçeriden çıkmayı başaran Altay, İskender'in avukatı olmayı başarmış ilk görevini almış yakalandığını bildiği Birol ile konuşmak için Diyarbakır'a gelmişti.
*
Ali, henüz kızının arabasını takip etmiş sürekli arabadan açık bir yerde inmesini bekliyordu.
*
Demir, Mete'yi görmüştü. Aile kurduğunu gördü, yanından geçtiğinde tanınmadığını anladığı an yanına gitmek ve kendini hatırlatmaktan vazgeçti.

***













 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Emniyete geldiğim an gelen haberle şaşırdım. Birol için bir avukat gelmişti, tahminim İskender'in bu adamı bilerek içeriye sokmasıydı, yanlış mı tahmin etmiştim? Emre gitmiş, yeni bir avukat gelmişti. Odama girmek için yürüdüğüm an gördüğüm kişiye şaşırdım. "Altay ab- Bey?"

"Ahsen!" O da beni gördüğüne şaşırmıştı. "Birol'u yakalayan sen misin?" diye sordu bir anda. Onlar içinde olduğu için beni aradıklarından da haberi vardı. İskender'in yanında yer alması aklımın ucundan geçmezdi. Hala şaşkınlığımı tüm yüzümle belli ediyordum.

"Birol'un avukatı sen mi olacaksın?" diye sordum. Emre ile düşman olan adam, Emre'nin yerine geçmişti. Onu tanıyordum, kötü işin içine girmezdi. Sinirlendim.

"Evet." Başka bir şey demedi, yalnızca tek bir kelimeyle özetledi bu işin içinde olduğunu.

Ona dil dökecek kişi ben değildim, söyleyeceğim ne varsa zamanında o bana öğretmişti, her şeyin fakındaydı. Bile bile seçtiği şey yüzünden çenemi yormayacaktım. "Görüşebilirsin niye beni bekledin? İskender'e yetiştireceğin haberi görmek için mi? Numaram vardı sende, söyleseydin daha kolay bulurlardı beni."

"Hayır, savcının sen olduğunu bilmiyordum ama seni görmek iyi geldi. İskender, Birol'u çıkarmam için göndermedi, konuşmam için gönderdi. Senin peşinde olandan haberin varmış, aferin." O an anladığım şeyin nedenini anlamadım. İskender'in amacını bana söylemesi bu işte pek de gönüllü olmadığını açıklar nitelikteydi.

"Odama!" Kapımı açıp içeriye girmesini bekledim.

Benim hala sinirli bakışlarımın tam tersine bana gülümseyerek baktı. "İyi olmuş iyi... Yakışmış."

"Sana pek yakıştıramadım ben ama... Neden bu adamların içine girdin? Seni tehdit mi ettiler?" Başka bir açıklaması olamazdı. Ya o tarafa oynuyordu ya da bana. Bana oynasaydı anlardım, oyun bana değildi.

"Emre senin adını vermiş. Ölmeden önce içeride bıçaklanmış, bana bir şey söyledi, şaşırdım." Bir şey demedim çünkü söylediği şeyi bilmiyordum. Anlamaz bir ifadeyle kaşlarım iyice çatıldı, konuşmaya devam etmesini bekledim. "Bıçaklanırken 'Ahsen savcının selamı var' demişler. Sen mi yaptırdın?"

"Benim o taraflarda suyum yok, olsa da iş farklı olurdu. Konumuz ben değilim, biliyorsun." Benim için işlerin rengi değişmezdi, renk örtülür iş bitince eski haline geri dönerdi. Bunu Aslan yapar mıydı, yapardı. Emre uydurur muydu, uydururdu. İki cevap da benim umurumda olur mu diye düşündüm, beni ilgilendiren bir durum yoktu. Biri ölmüştü diğerinin ipleri benim elimdeydi.

"Konu ben de değilim Ahsen. Konu sensin... Konu İskender'in her yerde köpek gibi seni araması, konu seni gördüğü an öldürmek için bir saniye bile beklemeyeceği gerçeği. Seninle iletişime telefonla geçmem zor, rahatça konuşabileceğim tek yer burası. Ne yaparsan yap İstanbul'a sakın gelme, en azından İskender yakalanana kadar." Onu karşımda çoğunlukla ciddi görürdüm ama bu sefer biraz fazlaydı. Durumun bizzat içinde olan biri olarak bu ciddiyetine inanmaktan başka bir seçenek yoktu ama İskender'i bir muhbir ile yakalamak gibi bir düşünce içindeydim.

"Sen oraya bu yüzden mi girdin?" Fark ettiğim bir başka şey de buydu. Benim için girdiyse daha çok sinirlenecektim çünkü.

O da sinirleneceğim konuları biliyordu, bir şey demek yerine sadece baktığı an aldım cevabımı. Ağzını bıçak açmadı ama gözleri 'evet' diyordu.

"Benim için içeriye girmene gerek yoktu Altay abi, ben kendi işimi halledebilirim." Beni düşündüğünün farkındaydım ama sırf bu yüzden kendini tehlikeye atması beni sinirlendirmişti. Ben kimseden bir şey istemiyordum. Onu yakalamak için zaten Aslan'ın muhbirliğini kullanacaktık. Artık bunun içinde o da vardı, ben onu düşünüp artık ona göre hareket etmek zorunda kalacaktım.

"Bu adamların ciddiyetinin farkında değilsin Ahsen. Sadece dediğimi yap, İstanbul'a uzun bir süre dönme. Duydun mu?" Duyuyordum, İskender'in ciddiyetinin de farkındaydım. Onun bana söylediklerine karşılık söylemek istediğim şeyler vardı ama söyleyemezdim.

"Birol'la konuş. Beni sen eğittin, bana bir şey olmaz." Kapıya baktım. Anladı, karşımdan kalkıp odadan çıktı.

Buraya geldiğim an hayatımın çoğu şeyi değişmişti. Geçmişimi bilmeyen kim varsa burada gözlerimden anlıyordu. İstanbul'da nüfus daha fazlaydı ama burada daha fazla insanla göz göze geliyordum. Ağrıyan başım buraya geldiğimden beri ağrıyı katlıyordu. Başımı masaya yasladım...

Gerçekten hiçbir şey yapmak istememek iğrenç bir şeydi. Uyumayı severdim, müzik dinlemeyi, bir şeyler yemeyi severdim ama şu an onlara bile vakit ayırmak hiç istemiyordum. Bunun içten içe depresyon olduğunun farkındaydım ama artık beni daha fazla uyuşturan antidepresan ilaçları istemiyordum. Bana faydası yoktu. Beni uyuşturacak bir şey değil, beni kendime getirecek bir şey lazımdı. İlk defa yorulduğumun bu kadar farkındaydım.

Odamın kapısı çaldı. "Gel." Elinde bir çiçekle giren polise baktım. "Bu ne?"

"Savcım size gelmiş. Biz içini biraz aradık, dağıldı kusura bakmayın." Dağılmış çiçekler masama geldi. Minik zarfı gördüm.

"Tamam, çıkabilirsin. Sağ ol." Minik zarfı açtım, notu okudum.

'Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...'

-Benimle bu akşam yemeğe çıkar mısın?

Şiirleri severdim ama kitaplarda. Son iki gündür avukat haberi yüzünden gördüğüm üç avukata daha
yakındım. Yeliz, Fırat ve timin tanıdığı avukat Kutay.

Bu çiçekleri gönderen de Fırat'tı. Sinirle notu
buruşturup atacakken fark ettiğim detay ile elimde sıkıştırdığım notu açıp bir kez daha baktım. Şiiri kimin yazdığını biliyordum. Nazım Hikmet'in şiirinin bir kısmıydı. Tesadüf mü bilinmezdi ama içimde çok büyük bir şüphe vardı.

Telefonum çaldığı an arayanın Fırat olduğunu bilmek için ekrana bakmam gerekmiyordu. "Efendim?"

"Çiçekleri aldın mı?" diye sorduğunda yaprakları dökülmüş, yamuk güllere baktım. Odama gelmeden önce incelenmişti.

"Aldım. Teşekkürler." Yemeğe gitmek istemesem de yemeğe gidecektim. "Bana yerin konumu atarsın."

"Seni almamı ister misin?" İstemezdim, kendim kendi arabamla gidebilirdim. Öyle yapacaktım. Çıktığım yemeğin amacı üstü kapalı bir sorgu olacaktı. Umarım buna değerdi.

"Yok benim işlerim var, sen bana konum at ben direkt oraya gelirim." Onun için hazırlanmayacaktım, buradan çıkıp kendi başıma gitmek ve günün sonunda evime kendi başıma dönmek benim için her zaman en uygun olanıydı.

"Tamam ben sana konumu atıyorum. Saat 19.30'da ben orada olacağım." Daha telefon kapanmadan üstten gelen bildirime baktım. Konumu hemen atmıştı.

"Tamam." Telefonu vedalaşmadan, daha fazla uzatmadan suratına kapattım. Çektiğim derin nefesi uzunca verdim. Derdim kadar çekememiştim, keşke verdiğim nefes derdimden bir kısmı alıp götürseydi. Ne olurdu ki tüm derdimi attığım o kuyuya ben de atlasam? Kara delik değildi, eninde sonunda gün yüzüne çıkıyordu, ben de eninde sonunda gün yüzüne çıkardım.

Ya da ben hiç rahat bir nefes alamayacak mıydım? Dinlenmek için çektiğim, zaman sıkıntısı olmadan rahatça oturup tamamen hiçbir şey düşünmeden çektiğim bir 'oh' nefesim olmayacak mıydı? Zorunda olduğum için değil de rahatça çektiğim bir nefes istiyordum. Bu zamana kadar hiç olmamıştı, ne zaman olacaktı?

Kapımdan içeriye başını uzatan kişiye baktım. "Gireyim mi savcım?"

"Gel Alperen, gel." İçeriye girip karşıma oturdu, sesi çıkmıyordu. Benim konuşmamı bekliyordu hep. Onunda aldığı nefes rahat değildi, batıyordu farkındaydım. Babasının yakalanmasında parmağı olan bir kadına korumalık yapıyordu. Babası içeride yatıyor o koca ismiyle devlete muhbirlik yapıyordu.

"Bir şey mi oldu? Niye suratın böyle asık?" Suratının hali pek belli olmasa da ben anlamıştım. Biraz daha toparlamaya çalıştı ama hala bir şeylerin olduğu anlaşılıyor gibiydi.

"bir şey olmadı savcım, suratım asık değil." Gözlerime baktı. Beni bir şey olmadığına inandırmaya çalışıyor gibi izledi.

"Alperen aptal değilim, bir şey olmuş belli. Kızdırmamış da, üzmüş. Kim ne yaptı? Biri bir şey mi söyledi sana?" Onu üzen şey beni sinirlendirmişti.

"Bir şeyim yok, gerçekten." Anlatmak istemediğini anladığımda üstüne gitmedim. Anlatmasını isterdim ama bunun için onu zorlamanın ne kadar sinir bozucu olduğunu biliyordum.

"Durum her neyse olan şeyi geri alamayacağını ve hayatına bakman gerektiğini biliyorsun." Bunu söyleyecek son kişi belki de ben olabilirdim. İki kez intihar girişimim hayatıma bakmamın zor olduğunu vuruyordu suratıma ama sonuç olarak hala yaşıyordum. Beni kurtaran kişi abim olmuştu, kardeşi olmayan asıl yalnız olan Alperen'e abla olmak istedim.

Bana olan bakışları daha üzgün bir hal aldı. "Alperen bana biraz daha böyle bakarsa kafana silah dayayarak zorla konuşturacağım seni. Ne yapayım sorguda kullandığım taktikleri üstünde mi kullanayım. Anlat bir bok olmuş belli. Üzgünsün." Birinin kötü bir halde olduğunun, kötü günlerden geçenler bilirdi. Kırgınlıklar farklı olsa da dışa vurum aynıydı. Mutsuzluk ağlatırdı, mutluluk güldürür, üzen şey gözlerinin ferini söndürürdü.

"Konuşmasam olmaz mı? Sessiz kalabilir miyim?" İçimde tuhaf bir duygu yerini belli ederek içimi sızlattı. Karşımda küçük bir çocuğun bakışı yer aldı, sanki onunla birlikte ben de küçüldüm.

"Konuşmak istemiyorsan konuşma. Benim bok gibi bir hayatım vardı, ben de konuşmazdım. Abim hariç. Farkındayım kan bağımız yok, babanın içeriye girmesine sebep olan kadını da abla olarak görmek istemeyebilirsin ama bana anlatırsan seni anlayabileceğimden eminim." Şu an ancak bu kadar açık konuşabilirdim.

Bir şey demedi. Anlatmaya gerçekten hevesi olmadığını tamamen anladım, bir şey söylememek üzere sustum.















***













 

"Birol, beni İskender gönderdi." Altay sessizce kendini tanıttı. Artık herkes onu İskender'in avukatı olarak bilecekti.

"Ne zaman çıkarabilirsin beni?" Birol'un onun için gönderilen avukata bakışları umut doluydu.

Altay elleri birbirine girdi. Karşısında oturan Birol'a İskender'den söylenmesi gereken haber 'İçeriye girecek." olmuştu. Altay, Birol'u buradan çıkartmayacaktı. "İskender senin içeri girmeni istiyor."

Birol bu haberle sinirlendi. "Ne demek içeri girmemi istiyor. Buraya geliş amacım farklıydı, burada yakalandım, yakalanmak için gelmemiştim. Bana ihtiyacı var. Burada kadın savcı var, belki aradığı buradadır, beni tanıdı, Aslan'ı da tanıyor. Bunun haberi için beni buradan çıkartman gerek, konuş onunla."

Altay başını iki yana salladı. "İçeriye girmeni istiyor, cezaevine. Emre itaatsizlik karşılığında alacağın şeyi biliyorsun. İçeride yatmak ölmekten iyidir bence?"

"Biz böyle anlaşmamıştık! Söylediği şeyi yapmama bile izin vermediler. Aslan hakkında yalan ihbar bile yapamadım. Beni buradan çıkarması gerek!" Birol artık sinirden titriyordu.

"Büyük balık küçük balığı yer Birol. Bilmiyor musun? Asıl patron o, ona tüm hatalar legal, bize sadece emirler. Verdiği görevi yapamamışsın, buradan seni çıkartırsam işine devam edeceğini düşünmüyorsun herhalde." Kendini küçük balık kısmına katmıyordu ama görünüşe göre oraya girdiğini kendisi de biliyordu. "Senden istenen şey sadakatin devamı? Anlıyor musun?"

"Benimle işi bitmiş biri benden neden böyle bir şey istiyor?" İskender'in sevkiyat sırlarını biliyordu Birol. Sadakatten kastı İskender'in sırlarının Birol'da kalmaya devam etmesiydi.

"Onu da sen bilirsin, benden daha iyi tanıyorsun. Belki seni bağışlıyordur..." Oturduğu yerden kalktı. Bu görüşme İskender için tehdit ve uyarı niteliğindeydi. Altay, Birol'un içeride ölmeyeceğini anlamıştı. İskender ise Birol'un içeride Aslan tarafından öldürüleceğine emin görünüyordu. Üstündeki şüpheleri Aslan'a çekerek sevkiyatı için kendine zaman yaratmayı planlıyordu.

Altay, Ahsen'in odasına ilerledi. Kapıyı çalarak içeriye girdi. "İskender onun içeriye girmesini istiyor. Amacı Birol'un içeride Aslan Uğur'u kızdırması. Aslan Uğur'un onu öldüreceğinden emin. Adamlar eski dost belki de doğrudur ama Birol, senin Aslan Uğur'u iyi tanıdığını söyledi. Ne yapman gerektiğini sen daha iyi bilirsin."

Ahsen odada olan Alperen'e baktı. "Onu benden, İskender'den daha iyi tanıyan biri var." Alperen'e gülümsedi.

Altay da Alperen'e baktı. Kaşları havalandı. Ahsen, Alperen'i tanıttı. "Alperen. Korumam, aynı zamanda Aslan Uğur'un oğlu."

Altay kaşlarını çattı, bunu beklemediği açıktı. "Babası..."

Ahsen, Altay'ın sözlerinin gerisinin gelmesine izin vermedi. "Baba konusunun önemsiz olduğunu bana öğreten sendin. 'Suç bireyseldir'" Altay'ın yıllar önce onun için söylediği şeyi Alperen ilk geldiğinde Alperen'e söyleyen Ahsen bu lafın kimden geldiğine bakıyordu şu an.

Altay, duyduğu söze güldü. Öğrettiği ne varsa hala Ahsen'de olduğunu bilmek onu gururlandırdığında elini Alperen'e uzattı. "Ben de İskender'in avukatı."

Bu sefer şaşıran Alperen'di. Ahsen tüm bunlara hakim olduğundan en rahatlarıydı. Alperen ona uzatılan eli sıkmak için Ahsen'e baktı. Ahsen'den gelen gülümseme ile Altay'ın elini sıktı. "Şaka herhalde?"

"Şaka değil, ama en azından avukatlık amacı farklı. Altay abi benim için önemli biri, bana ne kadar güveniyorsan ona da o kadar güvenebilirsin." Alperen sessizce başını salladı. "Ben Birol'la konuşacağım o zaman. Sen gidiyor musun?" Altay'a demişti bunları. Burada fazla duramayacağını biliyordu.

Altay başını salladı. "Adamlarından biri beni bekliyor, İstanbul'a dönüyorum." Ahsen'e ilerledi, sarıldı. "İstanbul'a ben sana yazana kadar gelme lütfen." Her şeyi halledeceğini düşüyordu. İskender yakalandığı an telefonundan ona yazabilirdi. Telefonunda şu an bile farklı bir isimle kayıtlıydı Ahsen.

"Denerim Altay abi..." Altay odadan çıkarken Ahsen, Alperen'e döndü. "Pişt, sen de takıl burada kafan göre." Fırat'ın onun için gönderdiği gül buketinden düzgün bir tanesini çıkarıp Alperen'e verdi. "Al benden sana." Göz kırptı, amacı Alperen'i biraz da olsa güldürmekti. "İşim bitince çıkarız, babanla görüşmek ister misin? Konuşmak için gideceğim."

Alperen başını salladı. "İyi olur." Ahsen, Alperen'in saçlarını karıştırdı, gülümseyerek odadan çıktı.

"Birol Savni..." Ahsen'in suratında iki dakika önce olan tebessüm yerini ciddiyete bıraktı. En sevdiği yere girdi.

"Avukatımla daha yeni konuştum?" Birol bu kadar çabuk içeriye gireceğini düşünmüyordu.

"Yani?" Ahsen'in Altay'dan öğrendiği şeylerden sonra buraya gelmesi normaldi.

"Yani hiçbir şey konuşmayacağım..." İskender'in bahsettiği sadakati düşündü.

"Ama konuşacaksın. Zamanımın harcanmasından nefret ederim ve sen şu an sustuğun her saniye benim içimdeki sinir giderek büyüyor. O yüzden bana cevap ver, konuş ki senin için sağlıklı bir sorgu olsun." Yorgunluk Ahsen'de sinir yapıyordu. Birol ile olan konuşmasına yumuşak başladı, ama duruma göre değişiklik gösterebilirdi.

Altay'ın Ahsen'e bilgi verdiğini bilmiyordu. "Avukatımı bekliyorum." O an Ahsen sinirden gülmeye başladı.

"Geri zekalı mısın oğlum? Ne avukatı? Sen İskender'in sana avukat yollayacağını mı düşünüyorsun? Sen piyonsun işte neyini anlamadın?" Birol bunu zaten Altay'dan az önce duymuştu, ama Ahsen'in bunu bildiğini bilmiyordu. Kafasını iki yana salladı.

Ahsen konuşmaya devam etti. "İskender'in sevkiyat işleriyle ilgileniyormuşsun, ne oldu sana verilen iş sevkiyat mıydı? Hayır. Seni bizim elimize bilerek verdi bunu sende biliyorsun. Zaten planı bu olan bir adam neden sana avukat göndersin?" Ahsen bilmediği konuları kendi kafasında yürüterek konuştu. Birol'u kendi konuşmasına inandırmaya çalışıyordu.

Başarıyordu da... Birol'un kafası karışmaya başlıyordu. Başını masaya eğip bakışlarını Ahsen'den kesmeye çalıştı. "Kaldır o kafanı, ben konuşurken bana bak!"

Birol kafasını kaldırdı ama ona olan bağırışa sinirli gibi bir hali vardı. "Konuşacak bir şeyim yok! Bana burada yalan yanlış konuşup durma, İskender'in yanında olan sen misin ben miyim?"

İskender'in yanında olmamasına rağmen Ahsen doğru konuluyordu. Birol'dan daha çok şey biliyordu. "Demek ki bir sik bildiğin yokmuş. Ben bile senden daha çok şey biliyorsam, İskender'in yanında olmadan bunları düşünebiliyorsam neler yapabilirim sen düşün Birol!"

Ahsen'in karşısında yutkunmak gibi bir hata yapmıştı. Ahsen Birol'un üstüne gitmeye devam etmesi gerektiğini anladı. "Aileni de buldum Birol... Karın üzgün müdür? Gerçi mafyanın elinde olmak devletin elinde olmaktan daha tehlikeli olmalı, buna göz yuman devletin eline düşünce rahatlamalı."

"Ailem işin içinde değil, karıştırma. Ne yaparsan bana yap." Ailesini işin içine sokmak istemedi.

"Yanlış cevap Birol. Aileni işin içine sokacak kişi sensin. İskender ilgilenir senin ailenle, ben değil. Bende her şey yasal. Sizin gibi boş işlerle uğraşmıyorum, sizin gibileri yakalamakla uğraşıyorum." Ahsen'in karışacağı kişi Birol'du. Ailesinin bir suçu yoksa kimse bir şey yapamazdı ama buna İskender sahil olur muydu orasından emin değildi.

"Benim bildiğim bir şey yok." Birol son kez denedi şansını. Ahsen'in sorguyu bitirmesi için yalvardı içinden.

"Oğlum yeme beni. Yanlış bir şey mı yaptın ya da eksik bir şey? Gözüne kestirmiş seni işte, çöp yapmış, kullanıp atıyor. İskender seni sadece kullanmadı sen burada öleceksin farkında mısın?" Gereken yemi ortaya attı. Aslan'ın Birol'u öldüreceğinden emindi, bunu söylediği an Birol da Aslan tarafından öldürüleceğini düşünmeye başladı.

"Ne ölmesi? Ne demeye çalışıyorsun?" İçinde bir şeyler kopmaya başladığında bacaklarını tedirgince sallamaya başladı. Gözleri Ahsen'in gözlerinden ayrılmıyordu.

"İçeride Aslan Uğur ve adamları var. İçeriye girmeni sağlayarak nefesini kesecekler işte neyi anlamadın?" Ahsen için sorun yoktu. Aslan ile aynı koğuşa koyulsa bile Aslan'a söz geçirebilirdi. Bunu düşünecekti...

"Bak ben yanlış bir şey yapmadım!" Korktuğunu gizlemeye çalışmadı. Korkusu gözlerinden olunurken şimdi tüm vücudu bunu açık açık dile getiriyordu.

"Ne yaptın peki Birol?" Birol'u konuşturmaya kararlıydı Ahsen.

"Ben konuşmak istemiyorum." Belki bir umut İskender yeniden avukat gönderir ihtimaliyle susmaya çalıştı.

"Şimdi madem konuşmak istemiyorsun, biliyorsun ki bu sorgular kayıt altına alınıyor ve 'Ben yanlış bir şey yapmadım.' cümlen de gayet net bir şekilde kayıtlara geçti. Ben diyorum ki dava süresince seni tutukluğunu isteyeyim ve senin davanın gecikmesi için elimden geleni yapayım." Ahsen'in yumuşaklığı tamamen kaybolmuştu.

Birol bir şey demeden sadece Ahsen'e bakmaya devam etti. Konuşmak ile konuşmamak arasında gidip geldi.

"Sadece bu da değil. Bu ne demek biliyor musun? Aileni benden habersiz göremezsin, ki ben buna müsaade edecek bir kadın değilim ve ailenle bir kez olsun görüştürmem seni. Ve tabii sen içerideyken, dışarıda dolu adamıyla İskender senin savunmasız hamile eşini eline geçirirse ne olur biliyor musun? Tabii biliyorsun ben kime işini öğretiyorum. Yani uzun lafın kısası sen bilirsin, ben her türlü İskender'i yakalayacağım, sen olsan da olmasan da. Karar senin, etkilenecek kişi de sensin..." Son sözüyle arkasına yaslanan Ahsen, Birol'un konuşacağını biliyordu.

Birol'un hem sinirden hem de üzüntüden dolan gözleri Ahsen'e baktı. "Ne söylememi istiyorsun?" Birol istenen kıvama gelmişti.

Ahsen keyiflendi. Yaslandığı yerden rahatça konuştu. "Bir savcı bir suçludan ne isteyebilir? İskender'in yanında yaptığın o değerli işin ayrıntısını istiyorum. Bana bilmediğim şeyleri söyle."

"Söylersem bunun bir karşılığı olacak mı?" Ahsen ile anlaşma sağlamaya çalışıyordu.

"Önce söyleyeceksin, ben de dinleyeceğim. Araştıracağım bir süre, doğrulundan emin olduktan sonrası Allah kerim..." Anlaşma gibi bir şeyin söz konusu olmayacağını dile getirdi Ahsen.

"Ölmek istemiyorum." İçeriye girmek istemeyen adam şimdi sadece ölmek istemiyordu. İskender'in Birol'dan beklediği sadakat son bulacaktı.

"O zaman bildiklerini söyle, ben de seni yaşatayım." Ahsen'i öldürmek isteyenler ölmemek için Ahsen'e muhtaç hale geliyordu.

"Ben mallardan, yapılan sevkiyatların güvenli ve eksiksiz bir şekilde varmasından sorumluydum." Birol bu cümleden sonra sustu.

Konuştuğu tek bir cümle olunca Ahsen sinirlendi. "Bu ne oğlum? Bu bilgiye parmağımı bile oynatmam. Bana detay ver, bilmediğim sırları ver."

"Gidecek yolları ben ayarlıyordum, gelecek ay sevkiyat olacak. O yolu da ben ayarlamıştım." O sevkiyatın değişip değişmeyeceğini bilmiyordu artık. İçeriye girilmesi istendiğine göre bir şeyler olmuştu.

"Sen ayarladın o zaman yolları?" Ahsen, Birol'un aklında dönüp duran soruyu sordu.

Başını salladı Birol, Ahsen ona bakmaya devam ettiğinde bir süre bekledi. Konuşmaya karar verdi. "Kaçak olarak yük gemisine yüklenecek Yunanistan'a gidecek mallar. Oradan sonrası zaten kolay, İtalya ve Rusya'ya tırla gidecek. Bunu planlayan bendim, şimdi burada olursam erteleyebilir ya da başka birini bulur benim yerime, başka şekilde yapar sevkiyatı."

"Görevin bu kadar önemliyken neden seni buraya attı? Yanlış bir şey mi yaptın?" Ahsen asıl sorunun cevabını merak ediyordu. Burada, karşısında duran kişi İskender için değerli biri olmalıydı, neden buradaydı?

"Bilmiyorum. Onun için bir şeyin yanlış olmasına gerek yok. İstediği istediği an olur." Başı yine eğildi. Artık bir tarafı yoktu, ortadaydı. Konuşmuştu ama bunun sonucunda ne olacağını bilmiyordu.

"Aslan Uğur hakkında ne biliyorsun?" Buraya ihbar amacıyla geldiği için Aslan Uğur'u tanıyacak kadar uzun süredir İskender'in yanındaydı Birol.

"İskender'in eski dostu, şimdiki hasmı. İçeride olduğu için kolu uzanamıyor. Geçenlerde buraya alındığına dair bilgi geldi kulağına, ama bulamadık, yanına yaklaşamadık. Oğlunu arıyorlar şimdi." Birol bildiği en önemli konuyu anlatmıştı; kendi işi. Asıl sır olanı anlatmışken bunu anlatmak bir tehlike değildi.

"Bulamazsınız zaten. Beni bulamadığınız gibi..." Birol'un gözleri büyüdü, kaşları anlamadığı durumdan dolayı çatıldığında, Ahsen devam etti. "Savcı Ahsen Dide Korkmaz." Gülümsedi Ahsen.

"Senin ölüm emrini verdi. Sen o savcısın... Bizden haberin var." Birol'un öğrendiği bilgi İskender için büyük bir bilgiydi.

Ahsen bu bilgiyi verirken emindi. Sorun yoktu. "Sen mi? Siz diyeceksin! Karşında akranın yok, devletin savcısıyla konuşuyorsun!"

"Özür dilerim, sayın savcım... Bildiklerim bu kadar." En önemli bilgiyi Ahsen'e vermişti ama Ahsen'in bundan haberi vardı zaten. Ölüm emrini çıktığı an almıştı.

"İyi... Aferin lan." Ahsen sandalyesinden kalktı. Birol'un yanına yürüdü, omzuna iki defa vurarak sorgu odasının kapısına yürüdü. Çıkmadan Birol'un sesiyle durdu.

"Savcım?" Ahsen, Birol'a döndü. "Şimdi ne olacağım?"

"Sen biraz daha düşün, belki aklına başka şeyler de gelir. Seni yaşatmak için verdiklerinin doğruluğunu çözmem gerek. O süre boyunca seni güvenli bir yerde tutacağım. Aileni buraya getiremem ama güvenlikleri için elimden geleni yaparım. Duruma göre tanık korumaya alırım." Onu yaşatmak için emin olduğu süre boyunca da Birol'un yaşamasını sağlaması gerekiyordu.

"Tanık koruma?" diye sordu Birol. Durumu pek anlamamıştı.

"Yeni bir hayat. Bunu bilmen yeterlidir umarım." Sorgu odasından çıktı Ahsen.















***
















 

Adnan ve Beste, Azra'nın anne ve babasıydı. Kardeşi Eray ile tüm aile yeniden buluşmuş ve Azra'nın evine gelmişlerdi. Azra, Mete ve ailesinin burada olduğunu biliyordu. Bu akşam eski aile yeni eklenen fertler ile birlikte bir yemek yemeyi düşündüler. Doruk'un ailesi de çağırılmıştı.

Mete'yi arayan Azra geleceklerini kesinleştirdi. Azra, Ahsen'i aradı. "Dide? Naber?"

"İyi Azra sen?" Arabadaydı, Alperen ile birlikte Aslan'ın yanına gidiyordu. Akşam olmak üzereydi, Fırat ile olan yemeğine geç kalacak gibi duruyordu.

"İyi ben de. Annem, babam, Eray buradalar. İsteme için... Yemek yiyeceğiz, Mete abileri de çağırdım, Doruk ve ailesi de olacak. Sen de işin bitince gel olur mu?" Ahsen, Azra'dan uzaklaştığı an Adnan ve Beste'den de uzaklaşmıştı. Eray ile tanışmamıştı bile, yedi yaşında bir çocuk olduğunu, en son bir yaşındayken fotoğraftan gördüğünü hatırlıyordu.

"Azra, bu akşam ben başka birine söz verdim." Fırat ile yemeğe çıkmak zorundaydı.

"Kime söz verdin? Nasıl bir yemek? Randevu gibi bir yemek mi? Tabii ki öyle sen arkadaş yapmıyorsun ki! Kim o kişi?" Meraklanan Azra bir yandan da bunu duyduğuna sevinmiş gibiydi.

Fırat, Azra'nın arkadaşıydı. Azra'nın kulağına her halükarda gideceği için bunu kendinin söylemesi daha doğruydu. "Fırat'la. Arkadaşın olan."

"Şaka yapıyorsun?" Azra'nın sesi daha heyecanlı çıkıyordu. Fırat'ın onunla Ahsen için konuştuğu günü hatırladı. Sevindi içten içe.

"Şaka yapmıyorum. Abim bilmesin sakın, zaten iki gündür başım erkek isimlerinden dolayı şişiyor daha fazla duymasın. İşler ilerlerse ben söylerim zaten." İşlerin ilerlemeyeceğinden emindi. Fırat aranan kişi olursa içeriye girecekti, değilse Ahsen uygun bir dille ondan ne kadar haz etmediğini anlatacak ve işi bitirecekti. Mete'nin çekilemez çenesini dinlemek istemiyordu.

"Ağzımı bağlıyorum Dide... Ama yemekten sonra bana anlat tamam mı nasıl geçtiğini?" Ahsen'in anlatmayacağını bilse de istedi bunu.

"Yemek nasıl geçebilir Azra. Hangi yemeğimi sipariş ettiğimi soruyorsan seçince yazarım sana." Azra cevabını almıştı, anlatmayacaktı.

"Zıkkım ye Dide, tamam mı?" Arabaya bağlı telefonda Alperen de bu konuşmayı duyuyordu. Güldü.

"Neye gülüyorsun lan?" Alperen'e ciddiyetsiz bir sinirle sordu bunu.

"Bana mı diyorsun Dide?" Azra durumdan bihaber üstüne alındı.

"Sana demiyorum. Ben şimdi kapatıyorum, şu zıkkım iyi bir seçenekse bu akşam misafirlere de yaparsın. Görüşürüz." Telefonu kapatmak için Azra'yı bekledi.

"Çok komiksin! Görüşürüz." Azra telefonu kapattı.

"Randevuya mı çıkıyorsunuz savcım?" diyen Alperen hala gülüyordu.

"Neye gülüyorsun? Ben randevuya çıkamaz mıyım? Siz ne biçim konuşuyorsunuz benimle?" Ahsen'in bu sitemiyle Alperen sustu.

"Yok savcım, o anlamda söylemedim." Ciddi bir ifadeyle Ahsen'e baktı.

"Hangi anlamı var randevunun? Yemek yiyip geleceğim işte." Alperen yine gülecekken zor tuttu kendini.

"Adam şu avukat Fırat mı? Şu her yerden çıkan, ondan olmaz savcım ben size diyeyim... Ayrıca siz de hiç romantik bakmıyorsunuz bu duruma, sanki sadece karın doyurmak için gider gibi." Ahsen, yoldan kısa süreliğine ayırdı gözleriyle Alperen'e baktı.

Kaşları havalanarak konuştu. "Niye olmazmış? Ayrıca neden romantik bakacağım, ilk yemekte ne romantikliği?"

"Erkek kafası farklı savcım, şimdi bence bir kere bu adam size basit kalıyor, yani o sizi değil siz onu çekemezsiniz. Böyle bir anda bırakır gidersiniz. Sizi taşıyacak biri lazım, bu adam biraz fazla geveze ve sulu." Alperen'in çenesi açılmıştı, takır takır konuşmaya, kendi düşüncelerini söylemeye başladı.

Ahsen ağzı açılan Alperen'e şaşırdı. "Ne biçim konuşuyorsun sen lan? 'Sizi taşıyacak' falan hayırdır?" Göz kırptı. "Bu açık çeneni neye borçluyuz yiğidim. Ne oluyor sana?" Şakalaştı Alperen ile.

"Savcım yanlış anlamayın. Bu adam sizin baya altınızda..." Ellerinin birini yukarıya uzattı. "Siz buradaysanız..." Diğer elini aşağıya indirdi. "Fırat burada."

Ahsen'in kaşları havalandı, güldü. "Sizin şu erkek kafanızı böyle alıp yerden yere vursam ne kadar rahatlarım biliyor musun Alperen. Şöyle bir tutsam, duvar vursam, haşat etsem tüm derdimi alır götürür."

Alperen güldü. "Fırat'ta deneyin savcım..."

"Az kaldı" dediğinde saate baktı. Az kalmıştı yemeğe. "Ya da babanı alıp vururum yerden yere..."

Alperen ciddileşti. "Yok savcım babam sonuçta, böyle bir şeyi kabul edemem."

Ahsen güldü bu sefer. "Bu akşam Fırat'la yetinir, zıkkım yeriz artık ne yapalım." Cezaevine gelmişlerdi.

***

 

Önce Alperen girdi. "Alperen!" Oğlunun daha erken gelmesini bekliyordu. Sarıldı oğluna. "Doğum günün kutlu olsun..." Bunu söylerken sesinde derin bir burukluk vardı. Aynı zamanda Alperen'in annesi, Aslan'ın eşi Tansu'nun ölüm yıl dönümüydü. Alperen doğum günü kutlamazdı, bugünkü hüznü bu yüzdendi.

"Sağ ol baba..." Formaliten kutlanan doğum gününün teşekkürünü etti Alperen.

"Nasılsın, savcı nasıl, bir şey oldu mu?" Aslan oğlunu baştan aşağı süzdü. Ahsen'in oğluna karşı iyi olduğunu biliyordu. Ondan yana içi rahattı.

"İyiyim, o da iyi. Benden sonra o konuşacak seninle." Alperen, zaten Ahsen'in anlatacağı şeyleri anlatıp boşu boşuna zamanını harcamak istemedi. Babasıyla normal bir sohbete devam etti.

***

 

"Savcım..." Ayağa kalkan Aslan elini Ahsen'e uzatarak gülümsedi.

"Aslan..." Zorlama bir gülüşle ona uzanan eli tutup sıktı. Oturması için elini aşağıya bastırdı.

Aslan oturdu ama konuşmadı. Alperen'in anlatacak dediği durumu duymak için Ahsen'e bakmaya devam etti.

"Birol Savni. Tanıyor musun?" İlk isimden başladı Ahsen. Sıra sıra konuşacaktı.

"Sevkiyatçı, İskender'in finosu Birol." Sevmezdi Aslan. Gerçi İskender'in yanında olan kimseyi sevmezdi.

Ahsen başını sallayarak onayladı. "Elimde." Aslan'ın kaşları havalandı. "İskender bilerek getirtmiş. Senin için bir ihbar vereceğini söyledi, benimle konuştuktan sonra ihbarı daha söylemeden vazgeçti. Amaç senin koğuşuna girip seni kışkırtmak. Sen de nefesini keseceksin, İskender de zaman kazanacak."

Aslan Uğur güldü. "Sen ne düşünüyorsun?"

"Sorguda konuştu, belki içeriye bile sokmam." Tanık koruma programını uygulama konusunu düşünüyordu.

"Onu öldürüp kendimi yakmayacağımı biliyorsun?" Muhbirlikten sonra devletten, Ahsen'den minik bir ödül bekliyordu Aslan Uğur, hakkıydı.

"Öldüremezsin zaten Aslan. Benim borumun öttüğünü biliyorsun." Aslan Uğur'a söz geçirecek iki kişi vardı. Biri Alperen, diğeri Ahsen'di.

"Sen ne dersen o savcım, bunun sözünün çok önceden verdim, biliyorsun." Ahsen'in ona olan sert tavırları Aslan'ı sinirlendirmiyordu, aksine bu durum hoşuna gidiyordu. Bir savcının suçlulara karşı yapması gereken şey sert olmasıydı. Ahsen bu sertlik için biçilmiş bir kaftan gibiydi. Sinirinin en azı bile bu duruma yeter de artardı.

"Bir aya sevkiyat olacakmış ama adamı bilerek içeriye soktu bu şerefsiz. Sevkiyat sence iptal olur mu?" Ahsen'in bilmediği bir konuydu bu. Aslan Uğur'un bir zamanlar içinde bulunduğu işi sordu. En bilir kişi şu an oydu.

"İptal olmaz, ertelenir. Öleceğini düşünüyor ama kazandığı zamandan haberi nereden olacak. O kendi kafasına göre yine aynı yoldan yapar. Sevkiyatçı bir bok yemiştir, ondan dolayı gözünden çıkarmış atmıştır buraya. Kendi oğlunu atıyor ortaya bunlar çok dert değil. Yeni sevkiyatçı alamaz, kimseye güvenmez o şimdi. Dediğim gibi erteler, iptal etmez, rotayı da değiştiremez."

Ahsen aldığı bilgiyle başını salladı. "Tamam." Oturduğu yerden kalktı.

"Savcım?" Ahsen durdu. Aslan'a baktı. "Alperen'in bugün doğum günü, o şimdi salak salak bunalıma girer, bugün malca şeyler yapmasın."

"Ne gibi şeyler? İnsan doğum gününde niye bunalıma girer ki?" Anlam veremdi Ahsen.

"Tansu'nun ölüm yıl dönümü ile aynı gün."

"Tansu kim?"

"Eşim..."

Ahsen o an dondu. "Merak etme oğlun salak değil, bunalımı salakça bir bakıştan ilerisi değil." Aslan başını salladı.

Ahsen içinden konuşmaya devam etti. "En azından benim gibi, intihar etmek gibi salakça bir şey yapmıyor.

Ahsen buradan çıktı, Alperen'e bu konuda bir şey diyemedi. Ne denirse densin insanı pek etkilemeyeceğini kendisinden biliyordu, susmak daha iyiydi. Gereken yerde yanında olurdu zaten. Alperen'i sağa salim eve bırakıp Fırat'ın attığı konuma gitti.












***













 

Ahsen'in yemeğe gelmeyeceğini Azra'dan öğrenen Mete şüphelendi. "Şu Sarp da yok. Onunla mı buluşacak?" Doruk'un ailesinin aynı zamanda Sarp'ın da ailesi olduğunu öğrenmişti. Sarp'ın görevde olduğunu bilmediği için Ahsen ile buluştuğunu sanıyordu.

"Sarp ne alaka Mete abi. Aradım işim var dedi. Önemliymiş, ararsak açmazmış." Azra, Sarp'ın alakasını hala pek anlamamıştı. Evde günlerdir Sarp terörü estiğini bilmiyordu.

Mete ise bu duruma pek inanmamış, kısılmış gözlerle Azra'ya bakmaya devam etmişti. "Bunlar yemeğe gitmişler işte, yine mi gittiler?"

"Kimle kim gitmiş? Sarp abi ile Dide mi? Ne zaman gitmiş?" Azra bilmediği başka bir yemek muhabbetini mi öğreniyor diye düşündü.

"Süslenmiş püslenmiş gitmişler işte, bizim geldiğimiz gün aynı arabadalardı." Azra'ya o an dank etti.

"Tim yemeğini diyorsun sen. Yok topluydu, hepimiz vardık. Ayrıca şu an Sarp abi görevde, burada değil." Mete son söze inanarak sakinleşti. "Sen Dide'yi mi kıskanıyorsun Mete abi?"

"Kardeşim, o benim her şeyim, tabii kıskanacağım. Her erkek çıkıp gelemez benim kapıma. Her isteyene veremem." Mete ciddi ciddi konuşuyordu. "Seni de vermem herkese de geç kalmışım. Ailesi iyi ama, sanırım. Doruk da iyi. İyi değil mi?" Azra'ya baktı.

"İyi iyi. Merak etme..." Güldü Azra.

İkisi de mutfakta konuşmayı bitirip içeriye geçtiler. Masaya geri döndüler. Aylin ve Bekir, Azra'nın ailesini tanıyordu ama Ahsen'in abisiyle ilk kez tanışıyorlardı. Gayet iyi gidiyordu sohbet. Aylin'in öldüğünü bildikleri için Mete'ye olan bakışlar gururluydu. Ahsen'in tek ailesi olduğunu biliyorlardı. Mete'nin ne kadar iyi bir abi olduğunu da.

Mete, Azra'ya dediği gibi Doruk'u da, Aynur'u da, Bekir'i de samimi bir şekilde karşılamıştı. Sarp'tan haz ettiğini söyleyemezdi ama şu an olduğu kişiden dolayı ona da saygısı vardı.












***















 

 

AHSEN DİDE KORKMAZ

 

Kendimi rahatsız hissediyordum. Söylediği konuma geldiğimde manzarası olan güzel bir restorandı. Kapıda duran adamla birlikte masaya geldiğimde beni gören Fırat ayağa kalktı. İsteksiz adımlarımla yanına ilerledim.

"Hoş geldin" dediğinde elini uzattı, ne kadar tokalaşmak istemesem de, elimi ona uzatarak tokalaştım. Bir sarılma beklemişti, yeltendi ama istediğini vermedim.

"Hoş buldum." Benim için çektiği sandalyeye kabanımı çıkartıp oturdum.

O da kendi yerine geçti. "Çok güzel olmuşsun." Ona döndüm. Ne diyeceğimi bilemiyordum, normalde teşekkür edilmesi gerektiğini biliyordum ama bu farklıydı. Hiç hislerinizin olmadığı birine öyle davranmak zorunda kalmak, bunu belki de bir hiç uğruna yapmaktı. Fırat eğer aradığım o kişi değilse bulunduğum bu zaman tamamen çöp olacaktı.

"Teşekkür ederim. Sen de çok şık olmuşsun." dediğimde bana gülümsedi. Şık mıydı? Yani... İlgimi çekiyor muydu? Kesinlikle hayır. Sonuçta özenilmiş bir şekilde gelmişti.

"Nasıl, beğendin mi burayı?" Cevabımı merak ediyordu, gözlerimin içine bakarak bekledi.

Etrafıma göz gezdirdim. "Evet, çok güzel gözüküyor." dediğimde "Sen daha güzelsin." cümlesini duymayı beklemiyordum.

Söylediği sözle kaşlarımı çattım, bu kadar ani olması şaşırttı ama o gülüyordu. "Kimse ne kadar güzel olduğunu söylemedi mi?" Bunu düşünmesi beni şaşırttı. İlk kez yemeğe çıktığı birine anında bunu söyleyen birine ne denirdi ki? Abaza?

Ben de mecburen güldüm. "Hayır ondan değil, yani şaşırdım." Abaza herif iki gün yüzüne gülen birine böyle atlar gibi iltifatlar ediyordu tabii şaşırırdım. Hemen şu an eve dönmek istiyordum.

"Şaşırma, hayatımda gördüğüm en güzel kadın olabilirsin." dediğinde gelen mide bulantısını bir köşeye atarak yüzüne güldüm sadece. İçim daraldı, üstelik oturalı beş dakika olmamıştı. Sanırım yemek bana gerçekten zıkkım olacaktı.

Susmuyordu bu adam. Konuşmaya devam etti. "Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin." dediğinde aklıma gelen şiirle yüzüne baktım. "Aşk Mönüsü." dediğimde o da gözleri parlamış bir şekilde bana baktı. İşte benim de ilgimi çeken bir şeyler oluyordu.

"Biliyor musun şiiri?" Sanki bunu bilmem onun için çok önemliymiş gibi bir hali vardı. Bu da şüphelerimi arttırıyordu. İçimden bir ses burada olmanın bana zaman kaybı olmayacağını söylüyordu. Eve elim boş dönmeyecektim. Anlamıştım.

"Evet. Nazım Hikmet RAN'ın şiiri." dediğimde başını aşağı yukarı salladı. 'Nazım' demem onu mutlu ediyordu sanki.

"Şiirin sadece o kısmı hoşuma gidiyor ama." dediğinde aklıma gelen şiirin devamını aklımdan okudum. "Ülkem, memleketim." Bu kısmı sevmiyor olması da bir tesadüf değildi.

"Neden?" diye sordum, sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi. Patronun 'Nazım' adını kullandığını bilmiyormuş gibi, dava hakkında hiçbir bilgim yokmuş gibi.

Bu bazı şeyleri açıklıyor olsa da elimde somut bir kanıt olmadan hiçbir şey yapamazdım.

"Bilmem ben sadece aşk kısmıyla ilgileniyorum." dedi biraz düşünerek. Ben de zorla gülümseyip kafa salladım. Yemeklerimiz geldiğinde önce onun yemesini bekledim. Yemeği yedikten sonra ben de yemeye başladım.

"Ee Azra ile nereden tanışıyorsun?" Sorduğu soruyla ona baktım. Ağzımdakini yutmayı bekledim, o da beklemek zorunda kaldı.

"Biz çocukluk arkadaşıyız. Aynı sokakta oturuyorduk sonra da yollarımız ayrıldı. Şimdi de tekrar bir aradayız." Ben gitmiştim, yıllar sonra ben yine gittiğim o kişiye geri dönmüştüm.

"Neden ayrıldınız ki?" dediğinde hikayeyi istediğim gibi anlattım. Çok fazla yalan söylemeyecektim çünkü Azra'ya sorup farklı bir cevap alırsa benden şüphelenirdi. Eksik anlatacaktım ve Azra'nın söyleyemeyeceğini bildiğim şeyleri, benim özelimi söylemeyecektim; ailemi.

"Belki biliyorsundur Azra'nın ailesi Almanya'da yaşıyor. Onlar oraya taşındılar. Sonra da üniversite işleri falan oldu ama Doruk ile tanışıp buraya geri döndü ama bu sefer de ben yurtdışına çıktım. Avukatlık stajlarımı orada tamamlamak istedim üniversitem de bunu sağlamıştı. Sonra da İstanbul'a döndüm. Savcı olunca da bölge durumları oluyor, burası çıkınca tekrar kavuştuk birbirimize." gülerek ve fazladan anlatınca daha inandırıcı olacağını düşündüğüm için uzatıp durdum. Kafasını sallayıp onayladı.

"Anladım. Ne güzel olmuş seninle tanışma fırsatım oldu." Benimle tanışma fırsatı... Ne yazık ki ben de onunla tanışmıştım. Ne güzel diyemiyordum.

Ama dedim. "Evet değil mi? Ne güzel oldu." Kendimi gülmeye zorlamak şimdiden yanaklarımı mahvetti, abim şu an burada, karşımda olup güldüğümü görse muhtemelen tarihini aklına kazırdı. Ya da muhtemelen Fırat'ı duvara dayamış detaylı bir tarama yapardı.

"Eee sen neden buradasın? Yani yanlış anlama zorunlu görevin de yok neden Diyarbakır merak ettim sadece?" İşler buradan daha mı kolay oluyor diye düşündüm. Bu pislikler haşere gibilerdi. Her borudan çıkıp pislik yapıyorlardı.

"Yok sorun değil. Burada doğdum, büyüdüm. Burada olmak benim hoşuma gidiyor işlerim iyi. O yüzden buradayım ve gitmeyi de düşünmüyorum." Başımı sallamakla yetindim. Biraz daha oturduktan sonra içki teklif etti, amacını tam olarak çözemesem de arabayla geldiğimi söyleyip bahanemi sunduktan sonra üstelemedi, hesabı istedi. Çantama uzandığım, eliyle beni durdurduğunda suratına baktım.

"Bir sonrakinde denersin." dedi göz kırparak. "Kapiş..." Bu söz o kadar kısıktı ki bir an anlayamamıştım, anladığım an tüm taşlar yerine oturdu. Suratına gülümsedim, üstümden sanki büyük bir yük kalkmıştı. Bu söz ne kadar midemi bulandırsa da ilk kez bunu birinden duyuyor olmak beni mutlu etmişti. O anlamsız, saçma kelime sahibinden çıkmıştı.

Bir sonraki, işte o olmayacaktı. İlkti ve son olacaktı. En azından yemek işi...

Ayağa kalkıp kabanımı aldım, giyip çantama uzandığımda benden önce çantama uzatıp aldı. Elimi, çantamı almak için uzattığımda bana gülerek çantamı elime verdi. Eşyalarıma habersiz dokunulması hoşuma gitmezdi, bence bu herkes için geçerliydi.

"Çantanda ne var bu kadar ağır?" dediğinde sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Ben dışarıya boş çıkmazdım, silahım vardı. Belime koyarsam görürdü, gerçi görmesi pek problem olmazdı, savcı olduğumu biliyordu ama erkekler koruma hissini severlerdi. Onun ona güvendiğimi bilmesini istedim.

"Hiç, bazen elime geçen boş şeyleri dolduruyorum. Çantadan çıkartmayı unuttuğum parfümüm, şarj aletim falan var."

"Anladım." O arabasına doğru adımlamadan önce durdu ve bana döndü. "Çok güzel bir yemekti, eşlik ettiğin için teşekkür ederim." dediğinde ben de aynı şekilde "Ne demek, ben teşekkür ederim. Çok güzel bir akşam geçirdim sayende." diyerek karşılık verdim.

Bana atılan adımla arkamı dönmem bir oldu. Sarılmak için yaklaşacaktı muhtemelen ama öyle bir dönmüştüm ki sanki gerçekten görmemiş gibiydim. Hızlıca yürüyerek araba bindim ve eve gittim. Artık o olduğuna emindim, tek ihtiyacım olan bir itiraftı, sevgili olursam bana içini açacak kadar güvenirdi. Bir savcıya aşık olmuş olması büyük bir cesaretti...

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

SARP ÇAĞAN DİNÇER

 

 

"Komutanım!" diyen sesle gözümü açtım. Başımdaki ağrıyla suratımı buruşturdu. Sesin geldiği yöne, hemen sağımda olan Ediz'e baktım. Suratı kanla kaplıydı.

"İyi misiniz?" Karşımda çökmüş bir şekilde duran time bakarak. Hepsi onaylar şekilde mırıltılar çıkarttığında rahat bir nefes verdim. Yaklaşık altı gündür buradaydık ve iki gün önce yakalanıp buraya kapatılmış esir tutuluyorduk. İki düşman terör örgütünün arasında kalmıştık.

"Komutanım ne yapacağız?" diyen Ediz ile kendime geldim. Odaya göz gezdirdim. Her gün odada adam tutanlar bugün bizi ihmal etmişler ve kimseyi başımıza koymamışlardı.

Etrafı hızlıca gözümle taradıktan sonra herhangi bir tehlike görmeyince sessizce konuştum. "Elleriniz ne durumda." Hepsi elleriyle uğraşmaya başladı, ben de dahil. Oldukça sıkı ipleri çekiştirdik. "Biriniz bile çözerse olur hadi aslanlarım." dedim.

Hepimiz hala uğraşmaya devam ettik. Ruhi'den çıkan sesle kafamı ona çevirdiğimde ellerini çözmüş havada tutuyordu. "Aferin lan. Çöz ayaklarını sonra da bizi hallet oğlum hadi."

Ruhi ayaklarını çözerek önce bana geldi. Benim ellerimi çözdüğünde ben de hızla ayaklarımdaki ipleri çözdüm. "Ruhi hızlanın ben kapıyı kontrol edeceğim." Ayaklanıp kapıya doğru geçtim. Kilitli değildi. Aralık bırakıp kapının ardına baktığımda iki adam koridorun ucunda arkası bu tarafa dönük bekliyordu. Time geri döndüm.

"Koridorda adamlar var arkaları dönük karşıdaki odaya bakmam gerek siz burada beni bekleyin." Gelecek olan itirazları gelmeden önce elimi kaldırarak durdurdum. Sessizce kapıdan çıkıp karşı odaya geçtim, kapıyı elimle ittirdiğim an içeride olan silahlarımızı gördüm. Enayiler bizim uyanamayacağımızı düşünmüş tüm kapıları açık bırakmış başımıza adam bile koymamıştı. Elime aldığım silahımla ve telefonumla odaya geri döndüm ama kimseyi bulamadım. Dışarıdan gelen ayak sesleriyle kapının arkasına geçtim.

"Bu komutan nerede amına koyayım?" Konuşan adam ve ayak seslerinden tek başına geldiğini anladığımda kapının arkasından çıkmaya karar verdim. Timi aldığı, uyandığımız odadaydım, odanın boş olduğuna emin oldukları için şu an bu odaya girmeyip, az önceki girdiğim karşı odaya girdi adam. Kapıdan yine koridoru kontrol ettikten sonra adamın arkasından gidip boynunu kollarımla sardım, tek bir hareketle çatırdayan boynu kırıldı. Yere sesli düşmesin diye usulca yere bıraktım.

Her yer, herkes bok gibi kokuyordu. İki gündür buradaydık ve dayaktan başka derin yaralar almamıştık. Bu demek oluyordu ki başlarındaki her kimse henüz burada değildi ve buradakilerin de bize bir şey yapmaya götü yemiyordu.

Koridora tekrar çıkmadan silahıma susturucu taktım ve yanıma birkaç tane de el bombası aldım. Koridora geri çıktığımda bir adam bu tarafa doğru geliyordu. Bu sefer kapının arkasına saklanmadım, kapının kenarında gelen adamı bekledim.

Geldiği an onun da önce suratına yumruk attım, bayıldığında onu da diğerinin üzerine bırakıp kafasına silahımı dayadığımda susturucu yüzünden ses çıkmayacağından emin bir şekilde kafasına rahatça sıktım.

Koridor artık rahatça çıkabilir duruma geldiğimde hızlı adımlarla olduğum yeri keşfedip timi bulmamaya çalıştım. Yan odadan gelen ayak sesleriyle, boş olduğunu düşündüğüm bir odaya girdim kapı hala açıkken kapının üstünde olan demir boruları gördüğümde sağlamlıklarına bakmadan tırmandım. Düşmemiştim. Benim gibi birini taşıyorsa sağlamdı.

Ardından yeni girdiğimi gösterecek şekilde kapıyı hızla kapatarak ses çıkarttım. Kapı yavaşça açıldığında içeriye giren adamların göğüslerine hedef alarak sıkmaya başladım. Yaklaşık sekiz adam art arda gelip tek tek yere serildiğinde kapının önünde duran leş yığınlarına baktım.

Tam aşağıya inecekken birinin daha gelen ayak sesiyle olduğum yerde durdum. Titrek bacaklarıyla önce leşlere baktı. Sonra silahını içeriye doğrultup korkuyla içeriye göz gezdirdiğinde silahımı ona tuttum.

"Pişt! Beni mi arıyorsun lan piç?" dediğim an kafasını yukarıya kaldırıp bana baktı. Titreyen bacakları ile yere doğru çöktüğünde tek el ateş edip kafasından vurduğum, zaten çöken bedeni diğerlerinin yanına düştü.

Tam olarak gelenin olmadığından emin olduğum zaman bulunduğum konumdan aşağıya atlamak istesem de uzattığım bacaklarımla yere temas etmem bir oldu. Üst üste düşen leşleri ezerek kapıdan çıktım. Şarjörü yeniledim.

Bir odaya daha geldim ve içeriye baktım timden biri var mı diye. İçeride olan on iki tane teröriste göz gezdirdim. Bizden kimse yoktu o yüzden gerisini düşünmeden elimdeki bombanın pimini çektim biraz uzaklaşıp bulunduğumuz binanın köşesinde, yanında yöresinde başka bir oda olmadığı için rahatça içeriye attığım bombayla oda patlattım. Koridora koştum, odadan uzaklaştım. Elimde silahımla kapıya geri geldim, içerideki dumanların gitmesini bekledim bir süre. Görüş açım biraz düzeldiğinde yaşayan var mı diye baktım, yoktu.

"Git git bitmiyor ki siktiğimin yeri!" Söylendiğimde başka bir odada, içeride duran bilgisayara kaydı gözlerim. Planlar yazıyordu. Kapıyı kapatıp kilitledim. Telefonumu çıkarttım şarjına baktım. %2 olan şarjımı gördüğümde ekran parlaklığını son ayar kısıp pil tasarrufunu açtım. Ekrandaki yazılanların fotoğrafını çektim. Çekiyor mu diye baktığımda çeken telefonumla albayı aradım. Albay telefonumu açtığında konuştu ama susturmak zorunda kaldım.

"Oğlum Sarp ne yaptınız? Nerdesiniz?"

"Komutanım şarjım çok az timi bulmam gerek 2 saat içinde buraya helikopter gönderebilirsiniz." Telefondaki şarj ve içinde bulunduğum bu yerden dolayı ne diyeceğini beklemeden suratına kapatmak zorunda kalmıştım. Hemen telefon kapanmadan konum attım.

Telefonu cebime sıkıştırdım ve odadan çıktım. Okul gibi büyük bir binaydı, sürekli bir oda vardı. Bir başka oda daha bulduğumda tam kapıyı açacakken kapıdan çıkan sesle silahımı o tarafa tuttum. Kapı açıldığında karşımda duran Mert, Kıraç ve Yunus'a baktım. Onlar da ellerini kaldırmış bekliyorlardı.

"Komutanım silahı nereden buldunuz?" diyen Kıraç'a söylendim. "Neredesiniz lan siz?"

"Komutanım bizi gelip aldılar valla. Diğerleri başka bir yerde." Mert bana bakarak konuştu. Elinde bir bıçak vardı, kanlıydı.

"Burası temiz." diyen Yunus'un kafasının kenarından eğilip odaya baktım. Yerde yatan dokuz leşi saydım, yüzümde gururlu gülümsemeyle onlara döndüm. "Aferin lan size. Takip edin beni de silah alın elinize."

Önce bombalanan odanın önünden geçtik, geldiğimiz yol geri döndük. Mert'in arkadan gelen sesiyle yürümeye devam ederek onu dinledim. "Ne olmuş lan buraya? Komutanım sizin eseriniz galiba?" Cevap vermeden kafamı sallamakla yetindim.

"Hey maşallah komutanıma!" diyen Kıraç ve ardından "Valla komu-" diyen Yunus'un lafı kesilmişti. Arkama döndüm ve Yunus'a baktım. Bir başka odaya bakıyordu. Üst üste yatan leş yığını olan bir odaya. "Yunus, yürü oğlum!" Sert çıktı sesim. Yürümeye devam ettik.

"Komutanım?" dediğinde ona bakmadan "Ne?" dedim.

Heyecanlı çıkan sesiyle yanıma koşturdu. "Ben size şey demiş miydim?" Bedeni yanıma yetişti.

"Ne demiş miydin?"

"Taşşaklarınız komutanım... Beton yetmez valla." sırıtıyordu, Mert de, Kıraç da "Yetmez valla." dediğinde sinirlendim. Derdimiz buradan çıkmakken işi şakaya vurmanın sırası değildi.

"Susun lan artık!" Odaya geldiğimizde ben kapıda bekledim. Kısa sürede onlarda silahlanıp yanıma geldiler, onlara döndüm. "Diğerlerinin nerede olduğunu biliyor musunuz?"

Hepsi kafasını iki yana salladı. "Biz onlardan önce o odaya bırakıldık komutanım." Mert konuştu. Koridora geri döndük. Patlayan odanın sesini duymamış olmaları imkansızdı. Bu da demek oluyordu ki sayıca çok fazla değillerdi, geri kalan herkes timin başından ayrılamıyordu.

Mert ve Kıraç'a döndüm. "İkiniz şu odaya! Yunus sen benimle gel."

Yunus ve ben geldiğimiz odanın önünde durduk. Kapının önüne hedeflediğimizde ayağımla kapıya tekme attım, kapı önümüze bütün bir şekilde devrildi. Bize dönen gözlerle tüm vücutları titremeye başladı. Timin geri kalanı burada da değildi.

"Beyler naber ya?" diyen Yunus tüm keyfiyle adamlara sıkmaya başlayınca karışmadım. Son bir tane kaldığında adam yere çökmüştü. Yunus bana döndü. "Komutanım izniniz olursa siz bir hayli leş almışsınız bu da benim olsun?"

Bizim için pislikleri temizleme büyük keyifti, kendimizi övdüğümüz en güzel kısımdı. "Sende aslanım." Son adamı da Yunusa bıraktım.

Yunus hızla "Sağ olun komutanım." derken daha sözü bitmeden adama sıktı. Odandan çıktıktan sonra yanımıza gelen Kıraç'la ona döndüm. "Komutanım buradalar ama başları biraz kalabalık."

Başımı salladım. "Bekleyin." Kıraç'la Mert'i gönderdiğim odanın kapısına gelmiştik. İçeriye kapının kenarından göz gezdirdiğimde içeriden gelen sesleri dinledim.

"Komutanınız nerede? Bıraktı sizi." diyen teröristi sona bırakma kararı aldım. Adamların arkaları bize dönüktü sadece biri vardı, kapı kenarında duruyordu. Arkama döndüm. "Bahçeye çıkın bu odanın camını bulun, altına tüneyin. Ben onları vurmaya başladığımda, ses çıktığı an camları kırıp camdan onları çıkarın sonra da koşarak uzaklaşın."

"Komutanım siz?" Yunus'a sertçe baktım.

"Dediğimi yap Yunus! Yürüyün hadi vakit kaybediyoruz!" Hepsi istemeyerek ayaklandı. Camdan ufak bir işaret bekledim vardıklarına dair. Dışarıdaki çimenlere düşen sessiz mermiyi gördüğümde kapıdan sessizce içeriye girip yanda duran adamın ağzını ve burnunu aynı anda kapatıp sesini kestim, odanın dışına koridora çıkarttım. Boyun kilidine alıp bir süre sonra hareketsiz kaldığını görünce yere bıraktım.

Tim beni görüyordu, Ruhi'nin sesini duydum. "Bizim komutan şu an sizinkileri sikiyordur muhtemelen." Diğerleri de aynı anda gülerek kafasını salladığında kapının ucuna geri döndüm.

"Ruhi'm duyuyor musun?" diye devam etti Onat'ın sesi.

"Neyi Gözcü'm?" Ruhi ile Onat'ın keyfi yerindeydi.

"Sela sesini?"

"Bunlara sela okunmuyor, duymam kardeşim."

"Bize okunur o dualar sadece, duymadığına göre sonuç ne olur?" Onlar teröristlerle dalga geçmeye devam ediyordu. Hiçbiri başımızda durmaktan ya da birkaç yerimize vurmaktan başka bir şey yapamamıştı. Elimiz kolumuz bağlıyken bile kafamıza sıkmak için cesaretleri yoktu.

Ortada duranı hedefledim. Silahım ateşlendiği an kapının kenarına kaydım. "Kaldı dört..." Ayak sesleri kapıya yaklaştı, elimi içeriye uzatarak kapıdan gelen kişinin kim olduğunu görmeden sıktım. Aynı anda cam da kırıldı. "Kaldı üç..." Daha fazla ses yoktu, bekledim ama ne timin, ne de adamların sesi çıkmıyordu. Başka bir ses duydum. "Komutanım temiz temiz!" Yunus'un sesiydi. Odaya girdim, camdan sırıtarak el salladı. "İndirdik komutanım. Camı kırmışken onlara vurduk, iyi yapmış mıyız?"

Elimle eşyalarımızın olduğu odanın camını gösterdim. "Gidin şu odadan eşyalarınızı alın!" Ediz, Ilgaz, Ulaş, Onat ve Ruhi elimle gösterdiğim yere doğru ilerlediler. Geri döndüklerinde hepsinin elinde bir el bombası vardı.

"Atın eğlenin keratalar." dediğim an hepsi gülmeye başladı. Hepsi ellerindeki bombaların pimlerini aynı anda çekip binaya fırlattılar. Çıkan patlama sesiyle arkamızdan gelen helikopter sesi karıştığında Yunus bana döndü.

"Komutanım helikopter geldi?" şaşkın sesi ile benden cevap bekliyordu. Albayımın gönderdiğini tek ben biliyordum.

"Biliyorum oğlum." dediğimde iyice şaşırdı maskesini çıkarttı.

"Kim burayı nerden buldu komutanım?"

"Ben söyledim." Yunus yanıma koştu.

"Allah ayağınıza taş değdirmesin komutanım." dediğinde hepimiz gülmeye başladık.

"Yürüyün hadi. Altı gündür burada olduğumuz yetmiyor, bir de bu pisliklerleydik. Bok gibi kokuyoruz amına koyayım." Kısa sürmesi gereken görev kısa sürmüştü. Biz biraz hırpalansak da hiçbirimizin ciddi bir durumu olmadığı ortadaydı. Ediz biraz fazla hırpalanmıştı ama onda da sorun yoktu. Küçük temizlik biraz büyük olunca hepimizin yorgunluğu üstümüzden silindi.

Hepimiz tek yapması gereken şey şu an gelen helikopter ile evlerimize dönmekti. Ardımızda bıraktığımız patlamış binanın içinden çıkacaklar için bolca sarı torba gerekiyordu, neyse ki bizde bol bol torba vardı, sarı torba, çöp torbası, çöp kutusu... Leşlerin koyulacağı ne varsa, alternatif boldu.

Altı gün boyunca içim içimi yiyordu. Aylarca süren görevden daha uzunmuş gibi hissetmemin sebebini biliyordum. Beni merak etmediğine emindim ama benim için önemli olan, benim onu merak ettiğimdi. Eve gitmek için hiç bu kadar istekli olmamıştım.

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

Azra'nın isteme merasimi için Sarp'ın gelmesini bekleyen herkes albaydan gelen tim ile iletişimin kesildiği haberiyle panikledi. Mete bile duyduğu an panik olmuş, görmek istemediği Sarp'ın dönmesini bekler hale gelmişti.

Ahsen de bunlardan biriydi, time yakın hissediyordu kendini, işe gittiği her gün eve gitmeden önce bir umut döndüler mi diye karargaha gidiyordu. Yine bir akşam vakti, kendini iyice inandırmak için sürdürdüğü oyunun yanından geliyordu. Timden gelmeyen haberle Fırat'tan bile bilgi almaya çalışmıştı ama elinde hiçbir sonuç yoktu.

Arabasını çekti lojmana, yarı uykulu bir şekilde arabadan indi, elinde yine Fırat'ın her buluşmada olduğu gibi aldığı güller vardı. En sevdiği çiçekler olduğunu Azra'dan öğrenmişti Fırat, bu yüzden sürekli gül alıyordu ama Ahsen en sevdikleri onlar değildi, bunu da söylemedi. En sevdiği çiçeği bilen bir abisi bir de Ege vardı, başka kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu. Lojmanın bahçesinde duran çöpe ilerledi, atacakken lojman kapısından gelen kişiye kaydı gözleri.

O kadar uykulu halinin arasından Sarp'ın gerçek olup olmadığını anlamak için uzun bir süre baktı.

Lojmandan içeri giren Sarp bu saatte Ahsen'i görmeyi beklemiyordu, gördüğü an keyiflenerek gülümsedi. "Ahsen? Ne yapıyorsun bu saatte?"

Ahsen, duyduğu sesle Sarp'ın gerçek olduğunu anladı. "Dönmüşsünüz. Hepiniz?" Cevaptan biraz çekindi.

"Hepimiz döndük. Sağlam olarak." Sarp'ın gözleri Ahsen'in gözlerinden, ellerine kaydı. Gül buketini gördü. Morali bozuldu. "O kimden?" diye soruverdi.

Çöpe atacakken vazgeçti Ahsen. Bu oyunu sürdürürken abisi hariç herkesin Fırat ile sevgili olduğunu bilmesini tercih etti. "Fırat'tan."

"Fırat'tan? Avukat Fırat'tan? Niye ki?" Sarp olduğu yerde gerildi. Fırat, Sarp'ın yapmadığı neyi başarmış da bu altı günde Ahsen ile bu evreye gelmişti bunu merak ediyordu.

"Biz konuşuyoruz..." Ahsen hiç beklemeden cevap verince Sarp afalladı.

"Anlamadım? Ne zamandan beri?" Fırat'ı oldu bitti sevmemişti, şimdi sevdiği kadının ona gittiğini, onu tercih ettiğini öğrenince Fırat'a olan nefreti bir çığ gibi büyüdü.

"Dört gündür ciddi konuşuyoruz?" Sarp'ın önünde gülleri çöpe atmak tüm söylediklerinin yalan olduğunu ortaya çıkaracaktı. Sarp asker olsa bile, Fırat'tan itiraf almadan işinin batmasını göze almadığı için bir şey söylemedi. Kimse bilmiyordu.

"Ne kadar ciddi Ahsen? Ben pek idrak edemiyorum, şu an kafam iyi çalışmıyor benim. Beynime kan gitmiyor da! Dört gün öncesi yok, yani ne kadar ciddi olabilirsiniz ki?" Sinirin yanına kıskançlık da eklendi. Dişlerini sıktı, çenesi gerildi, kemikleri gözler önüne serildi. Kaşlarını çattığı an derin çizgi ortaya çıktı, alnındaki damar şişti. Olduğu gibi durdu, Ahsen'den bir cevap bekledi.

"Ciddi işte! Konuştuk, kafalarımız uyuştu." Ahsen de Sarp'ın yersiz sorularına sinirlendi.

Sarp'ın sorduğu tek şey "Abin biliyor mu? Benden daha mı çok sevdi onu? Laf etmedi yani?" olmuştu. İçinde geçmişten gelen yaranamama duygusu yeniden kabardı. Canını yaktı.

"Abim falan bilmiyor, ayrıca sana ne bundan! Karışmasana sen benim işime!" Sarp ile konuşmanın yanlış olduğunu düşünen Ahsen arkasını döndü, apartmana doğru ilerlemeye başladı.

"Bir dakika bir dakika! O şerefsiz ne dedi sana? Nasıl kandırdı seni?" Fırat'ın Ahsen'i hak etmediğini düşünüyordu. Fırat'a olan nefretinin nedeni farklıydı, bir şeyleri olduğunu düşünüyordu.

"Ya Allah aşkına yürü git evine be adam! Sana ne! Yeni gelmişsin görevden git yatsana." Sert adımlarıyla apartmana yürümeye devam etti.

Sarp, Ahsen'in peşindeydi. "O sana göre biri değil! Duyuyor musun beni? Pis bir şey var, kokusu çıkar yakında..." Kendisini seçmemesinin dışında düşünüyordu Ahsen'i. Gerçekten düzgün bir adamı sevse bir şey demeye hakkının olmadığını biliyordu. Fırat'ın düzgün biri olmadığının nedenini bilmese de içindeki uzun yıllardır süren garip his ona bu konuşmayı yapması için hak veriyordu.

"Sarp, abim Fırat ve benim aramızdaki durumu öğrenirse senden bilirim. Seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokma. Kiminle sevgili olup olmadığım senin üstüne vazife değil! Çık evine yat, uyu." Sarp'ın suratına patlatmamak için kendini zor tutuyordu.

"Senin kiminle ilgilendiğin beni de ilgilendiriyor Ahsen. Sana gerçekten inanamıyorum, kaç haftadır kendimi yiyip bitiriyorum sen diye? Beni görmedin de dört günde Fırat'ı mı gördün? Hata ben de mi? Gül mü almam gerekiyordu? Hala sana bok gibi davranıp seni üzüyor muyum? Dönüp bana baktığında seni sevdiğimi anlamıyor musun sen?" İtirafı bu şekilde etmeyi hiç düşünmemişti Sarp ama bugüne kısmetti. Zaten itirafın sonrası da boştu. Dilediği dileğe, kutladığı doğum gününe, üflediği muma lanet etti.

Ahsen bu sözleri beklemiyordu, bir oyuna birini inandırmaya çalışırken o kişiden aşk itirafı duymak beklediği son şeydi. "Ne?"

"Ne 'ne' Ahsen? Ben gerçekten o kadar hödük müyüm anlamıyorum? Bak ben ne yapacağımı bilmiyorum, zaten bu saatten sonra da yapabileceğim bir şey var mı onu da bilmiyorum ama ben belki gözümden anlarsın sandım. Ben sana bakınca nasıl olduğunu söylemesen de anlıyordum, ne bileyim sen de benim sana aşık olduğumu, seni sevdiğimi gözlerime bakınca anlarsın sandım. Senin kadar kapalı kutu değilim, Doruk bile anladı ama demek ki sana yeterince geçmemiş sevgim." Görevden dönmek için can atan kalbinin bu denli, geldiği an parçalanacağını hayal etmemişti. Bambaşka bir şey hayal etmişti... Dilekleri gibi bu da suya düştü.

"Abine de söylemem, zaten suratıma bakmak istemiyor. Amacım sizi ayırmak değil, mutlu olmanı istiyorum ama Fırat'tan olmaz. O senin seviyende biri değil. Belki ben de değilim bilmiyorum ama en azından Fırat'tan daha üstteyimdir diye düşünüyordum." Daha içinde haykırmak istediği tonla kelime vardı.

"Sarp bunu hiç duymamış gibi yapacağım." Fırat'la olan ilişki bir oyundu ama Ahsen gerçek bir ilişki de istemiyordu. Fırat olmasa da, o kişi Sarp da olsa bundan kaçacaktı.

"Böyle bir şey mümkün değil Ahsen. Tüm kelimeler ağzımdan çıktı, sen de duydun. Ben hiçbirini geri almıyorum, sen de duyduklarını unutmayacaksın..." Ahsen'in elindeki güllere yeniden baktı. "Umarım hislerim beni yanıltıyordur da bir şey olmaz..."

Ahsen merdivenlere ilerlerken peşinden gitmek çok istedi ama Ahsen'in onu yanında istemediği açıkça belliydi. Sarp, Ahsen'i gözünden anlıyordu. Ahsen anlamamıştı...

Gözleriyle konuşan herkesi anlayan Ahsen konu aşk olunca anlamıyordu, bilgi sahibi olduğu bir konu değildi. Gözlerinde acı olan bir şeyi hemen anlardı ama sevgi, aşk, güzel bir his anlayacağı bir şey olmamıştı.

Eve girerken gülleri yanına götüremezdi, Sarp'ın asansörle inip çıktığını biliyordu, gülleri merdiven basamağına bırakıp eve girdi. Mete kardeşine döndü. "Niye böylesin?"

Panikledi Ahsen. "Nasılım?"

"Panik, nefes nefese. Biri bir şey mi yaptı sana?" Mete, Ahsen'in yanına, kapının önüne ilerledi.

"Merdivenler yordu beni, yorgunum zaten. Ben yatıyorum." Aceleyle odasına girdi. Dakikalar önce duyduğu şeyin şokunu yaşıyordu. Sarp'ın itirafı Nazım'ın kim olduğunu bulmaktan daha çok şok etkisi yaratmıştı.

Sarp eve girdiğinde tüm ailesi başına toplandı. "Oğlum! İyi misin? Ne oldu? Yaralandın mı?" Suratında hiçbir duygu barındırmıyordu Sarp. Ailesi bu durumdan endişelenerek Sarp'ı inceledi. Sarp sadece Doruk'a baktı. Bilen artık sadece o değildi, artık Ahsen de biliyordu ama artık kimse hiçbir şey yapamazdı. Sarp'ın kurduğu hayaller tek tek suya düştü.

"İyiyim." Duygusuz bir sesle kelimesini söylediği an balkona çıktı. İyi olmadığını herkes görebiliyordu, bunu Ahsen de görebilirdi ama Sarp'ın göstermek istediği bu değildi.

Azaltmak için yırtındığı paketi açtı. Sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi, yaktı.

O paket günde üç dal azalırken bu gece bitecekti. Her daldan çıkan dumanın yarısı dışarıya çıkarken bu gece tüm duman içini yakacaktı. Sarp'ın düşündüğü şeyler hep farklıydı, karşılığı ne düşündüyse onun tersi oluyordu...

 

 

***

 

 

Bölüm sonu...

 

Wattpad kaydetme sorunu yaşattı, oradan yazıyordum. Sabah bunu yaptı 3000'e yakın kelimeyi kaydetmediği için sayfayı yenilediğim an silindi. Akşam yine aynı şeyi yaptı, bu sefer kelimelerim silinmesin diye bekledim ama yine kaydetmedi. Telefondan girdiğim an o versiyonu sayıp yine yazdıklarım silindi. Ancak şimdi atabiliyorum. Silinenlerin yerlerin de aynısını birebir yazamadım...

 

O yüzden umarım bölüm güzel olmuştur, umarım beğenmişsinizdir.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, hepiniz kendinize çooook dikkat edin, sizleri seviyorum.

Bölüm : 21.12.2024 00:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...