47. Bölüm

Kaybolan Yıllar| 45

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...

 

45. Bölüm

Duyduğum kelimeler boğazımda büyük bir yumru oluştururken yutkunamadım birkaç saniye. Beynim zonklarken kendimi toparlamaya çalıştım. Can’ın cesedi bulunmuştu. Elimi boynuma doğru götürüp yakamı çekiştirirken derin bir nefes aldım. Kaçırıldığını biliyorduk, dağa çıkarmışlardır diye düşünürken cesedi bulunmuştu. Şimdi annesine ne söyleyecektik? Bir anneye oğlun öldü nasıl derdik?

“Savcım iyi misiniz?” Tuna bey koluma doğru dokunduğunda gözlerimin doluşunu engelleyemedim. “Arabamı hazırlasınlar, birkaç dakikaya geliyorum.” Başka hiçbir şey söylemeden odama girdiğimde sandalyelerden birine tutunarak gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapamamın etkisiyle birkaç damla yanağıma doğru akarken elimle ağzımı kapattım.

Midem felaket derecede bulanmaya başlamıştı. Gözyaşlarımda bana yardımcı olmuyordu. Hamileyken böyle bir davaya denk gelmek gerçekten kötü olmuştu. Elimi karnıma doğru sarıp teselli bulmaya çalıştım. Hiçbir anne evladıyla sınanmamalıydı ancak bu elimizde olmuyordu. Oğlum kendimi iyi hissetmemi sağlamak istercesine güçlü hareketlerle kendini hatırlatırken gözyaşlarım akmaya devam etti. Ben daha görmediğim evladımı kaybetmekten çok korkmuştum ama şimdi bir anne oğlunun ölümüyle sarsılacaktı. Yavrusunu toprağa koyacaktı, nasıl dayanılırdı buna?

Birkaç dakika daha odada kalıp kendime gelmeye çalıştım. Kendimi daha iyi hissettiğimde kabanımı ve çantamı alarak odadan çıktım. Hızlı adımlarla adliyenin çıkışına ilerledikten sonra hazır olan aracıma bindim. Tuna bey muhtemelen adresi vermişti. O yüzden araç hareket ederken aracın camını hafifçe aralayarak içeri hava girmesini sağladım. Bir yandan da çantamdan suyumu çıkartarak içtim.

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından sarı şeritlerle çekilmiş olanın biraz ilerisine aracı park ettiğimizde ilk dikkatimi çeken Pamirlerin kullandığı Volkswagen marka siyah araba oldu. Plakası onların aracı olduğunu net bir şekilde ifade ederken araçtan indim. Depo tarzında bir yerdi. Muhtemelen temizlik için gelmişlerdi ama cesetle karşılaşmışlardı.

Yiğit ve Soner’in deponun sağ ve sol tarafında etrafı kolaçan ederlerken olay yerine doğru ilerlemeye başladım. Alper komiser ve Cenk’in sarı şeridin hemen önünde konuştuğunu gördüğümde yanlarına doğru ilerlemeye başladım. Benim geldiğimi topuk sesinden anlarlarken bakışları bana doğru döndü. Cenk hızlıca şeridi kaldırıp içeri girmemi sağlarken mırıldandım. “Ceset nerede?”

“Cesetler şurada savcım…” Alper’in cümlesi ile adımlarım duraksarken içimde daha büyük bir acı hissettim. Bir değil birden fazla mı ceset vardı yani? “Başka çocuklarda mı var?” dedim korkarak. Cenk başını belli belirsiz sallarken gözlerimi kapattım. Çok korkunçtu. “Kim bulmuş?” Aslında cevabını bildiğim bir soru sormuştum. Alper komiser zihnimden geçeni doğrularcasına cevap verdi. “Özel kuvvetler. Direkt emniyete haber verdiler. Bizde yeni geldik savcım. Olay yeri incelemeye başladı.”

Depodan içeri girdiğimizde beni ilk rahatsız eden şey içerinin garip kokusu olmuştu. Sonra da üzerleri uzun siyah örtülerle kaplanmış olan 5 ceset... Onların başında da Pamir ile Hakan vardı. Batuhan ve Kürşat hemen kapının kenarında olduğu için onlara selam verirken onlar da bana baş selamı verdi. “Komutanım.” Batuhan bizim geldiğimizi belirtmek için Pamir’e doğru seslenirken Hakan ile konuşan Pamir ‘in bakışları bize döndü. Bakışlarımız buluştuğunda gülümsemek istedim ama yapamadım. İçim öyle yanıyordu ki. Pamir’de benim gelmemden pek memnun olmamıştı, bakışlarından bunu gayet net anlamıştım.

“Savcım?” diye bize doğru yaklaşırlarken ekledi. “Dava sizde mi?” Muhtemelen cesetlerden birinin Can olduğunu bilmediği için bunu sormuştu. Tamamen yanımıza geldiklerinde onayladım. “Evet, dava bende. Aradığımız çocuğun cesediymiş içlerinden biri.” Zorlukla konuşurken Pamir şaşkınca baktı bana. Beklemiyordu böyle bir şeyi.

“Cesetleri siz bulmuşsunuz sanırım.” Alper komiser benim yerime konuşurken Pamir tek kaşını kaldırarak baktı ona doğru. Kim olduğunu bilmiyordu, sorgulaması normaldi. Alper ise bunu anlayarak konuştu. “Pardon, komiser Alper Tekgündüz. Savcımla birlikte bakıyoruz bu davaya.” Diyerek elini uzattığında Pamir’de elini uzatarak sıktı. “Yüzbaşı Pamir Arslan.” Dedi soyadına baskı yaparak. Ardından göz ucuyla bana bakıp konuştu. “Savcınızın eşiyim.” Bunu ayağını denk al dercesine söylemişti.

Ne yapıyorsun manasında ona bakarken Pamir bunu umursamadı. Alper’in şaşkınlığını yüzüne bakmasam dahi hissederken Pamir onu sevmediğini belli eden bakışlarını üzerinden çekti. O akşam beni aradığından beridir kıl kapmıştı. Bakışları Cenk’e doğru döndüğünde onunla da tokalaştı.

O sırada Hakan ve Alper’de selamlaşırken bu tanışma faslını geçmek üzere konuştum. “Depo boş muydu?” dediğimde Pamir cevap verdi. “Hayır, birçok terörist vardı. Şimdi hepsi sarı torbada.” Aldığım cevapla içim gururla dolarken hayranlıkla baktım kocama. Ancak bunu belli etmeden tekrar konuştum. “Sağ ele geçirilen var mı?” dediğimde onayladı. “Evet, istihbarat aldı. Sorgulanıyor.”

Bu güzeldi. Burada ne olduğuna dair bilgiyi ondan alabilirdik. Bakışlarım tekrardan cesetlere kaydığında iç geçirdim. Bakmak istiyordum. Adımlarımı oraya atarken bileğimde hissettiğim ellerle adımlarım duraksadı. Bakışlarım bileğimi tutan elin sahibine yani kocama kaydığında anlamaz gözlerle baktım ona doğru. “Sen bakma Devrim.” Emir verir tonda konuşurken dikkatle baktım gözlerine.

“Bakmak istiyorum.” Hem tatlı hem de sert bir şekilde cevap verdiğimde Pamir dik dik baktı suratıma. Onun yapma dediği şeyleri yapmak konusunda ne kadar usta olduğumu biliyordu. Ayrıca merak ediyordum. Nasıl öldürülmüşlerdi, ne olmuştu? Benim de görevim buydu neticede. Pamir geri adım atmayacağımı bilerek bileğimi bıraktı. Bunu şu an emrimde çalışan kişilerin yanında otoriterimi sarsmamak için yapmıştı ancak kızacağını da biliyordum.

Cesetlere doğru ilerlediğimde koku iyice arttı. Nefesimi tutarak bundan kaçınmaya çalışırken başımla üzerlerindeki siyak örtünün kaldırılmasını işaret ettim. Örtü kaldırıldığı anda gözle önüne serilen görüntüyle gözlerimi kapattım anında. Öğürme hissiyatıyla elimi ağzıma doğru götürdüğümde kalbimde inanılmaz bir acı hissettim. Kolumdan tutulup oradan uzaklaştırılırken Pamir’in kızgın sesini işittim. “Bir kere de sana söylediğimi yapsan şaşarım.”

Gördüğüm görüntü içimde ağlama isteği uyandırırken kendimi tutamadım. Gözlerim anlık olarak açık kalmıştı o görüntüleri gördüğümde ama zihnime kazınmıştı bile. Çocukların karınları sanki bir makasla kesilmişçesine açıktı. Kanları pıhtılaşmış ve bağırsakları etrafa dağılmıştı. Etrafında uçuşan sinekleri ve etrafa yaydıkları kokuyu saymıyordum bile. Çok korkunç ve mide bulandıran bir görüntüydü.

Depodan çıktığımız an midemden yükselen sıvıyı engelleyemeden boşluğa doğru eğildim. Tüm içimi boşaltırken bir yandan da ağlıyordum. Nasıl kıymışlardı küçücük çocuklara. Pamir saçlarımı geride tutup bana yardım ederken bir yandan da seslendi. “Su getirin buraya!” Öksüre öksüre kendime gelmeye çalışırken Pamir söylenmeye devam etti. “Ah Devrim ah.”

Mide bulantımın geçtiğini hissedip doğrulurken sırtım Pamir’in göğüs kafesine daha doğrusu üzerindeki yeleğe yaslandı. Tek kolunu bedenime sarıp beni sabit bir şekilde tutarken suyu eline döküp yüzüme, boynuma doğru sürdü. Bu hareket kendime gelmeme neden olsa da ağlamaya devam ettim. Nasıl söyleyecektik ailelerine?

“İyi misin güzelim?” Pamir endişeli bir şekilde beni kendine doğru çevirirken koluyla bedenimi desteklemeye devam etti. “Nasıl kıydılar onlara… Neden yaptılar?” diye yakınırken Pamir ensemden tutarak başımı omzuna doğru yaslamamı sağladı. Kollarımı bedenine sararken sıkıca sardı beni. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalışırken sesini duydum. “Vicdanlarını satmış kişilerden bir neden bekleyemezsin.”

Doğruydu, onlar vicdansızdı, acımasızdı. Gözlerini bile kırpmamışlardı bunları yaparken emindim. Ama canım çok yanıyordu. 5 aile çocuklarının ölümüyle sarsılacaktı. Hele ki nasıl öldürüldüklerini bilseler? Sahi canları çok yanmış mıydı acaba? Öldürüp mü deşmişlerdi vücutlarını, yoksa öldürmeden acı çeke çeke mi yapmışlardı? Bunları düşünmek insanın çıldıracak gibi hissetmesine neden oluyordu. Kendimi onların yerine koymak istemiyordum, nasıl dayanılırdı bu acıya?

Kendime nasıl geleceğimi düşünürken Pamir başımı omzundan kaldırdı. Yüzümü avuçlarının arasına alırken ciddi bir şekilde baktı yüzüme. “Güçlü olmak zorundasın, bu davayı bırakmayacaksan kendini onlar yerine koymaman gerekiyor.” Sert bir sesle beni kendime getirmeye çalışırken ağlamaklı bir şekilde baktım yüzüne. Nasıl koymayacaktım, bende bir anneydim. “Zor olduğu için buradasın, zorluklarla başa çıkabildiğin için bu konumdasın. Unutma bunu. Pes etmeyeceksin, üzüntünün seni ele geçirmesine izin vermeyeceksin.” Gözlerimin içine bakarak baskın bir tonda konuşurken burnumu çektim.

Haklıydı, böyle dağılırsam toparlanamazdım. Toparlanamazsam evlatlarını kaybeden ailelere destek olamazdım. Sözlerini başımı sallayarak onaylarken Pamir devam etti. “Sen çok güçlü bir kadınsın, yıkmalarına izin verme seni. İstediklerine ulaşmasınlar.” Sözleri içimdeki hırsın artmasına neden olurken daha güçlü bir şekilde baktım gözlerine. Pamir yanağımdaki yaşları temizlerken mırıldandım. “Bulacağım, onlara bunu yapanı bulacağım ve cezalarını çekmelerini sağlayacağım.”

“İşte benim sevdiğim kadın.” Dedi Pamir gururla. Ardından alnıma uzun bir öpücük bırakarak kendimi daha iyi hissetmemi sağladı. “Teşekkür ederim…” dedim minnettar bir biçimde Pamir’e bakarak. Gururla bana bakmaya devam ederken başını iki yana salladı. “Etme, seni toparlamak benim görevim.”

Bir an için o annelerin yerine kendimi koyup yıkılmıştım. Anne olmak böyle bir şeydi. Ama onlara yardımcı olmak istiyorsam annelikten öte savcı kimliğine geçiş yapmam gerekiyordu. Onlara ancak bu şekilde yardım edebilirdim çünkü.

“Daha iyisin değil mi?” Hala daha tereddütlü gözlerle beni izlerken onayladım. “İyiyim, sayende.” Dedim hem minnettar hem hayran bir şekilde. Bu davayı bırakmam için baskı yapabilirdi ama onun yerine beni teselli etmeyi ve desteklemeyi seçmişti. Minnettardım bu konuda. “Kendine de oğlumuza da iyi bak savcı hanım, aklım sizde unutma.” Dediğinde küçük bir gülümseme oluştu yüzümde. “Unutmam, benim de aklım sizde yüzbaşım. Sizde bunu unutmayın.”

Pamir benim gibi küçük bir tebessüm ederken genzimi temizleyerek depoya tekrardan ilerlemeye başladım. Ciddi bir şekilde tekrardan içeri girerken Alper komiserin bakışları beni buldu. Hızlı bir şekilde konuşmaya başladım. “Cesetleri adli tıpa alın hemen incelemeler başlasın, muhtemelen organlarını aldılar. Bu da demek oluyor ki organ mafyalarıyla karşı karşıyayız terörle birlikte. Yani daha çok çocuk tehlike altında.”

“Deponun içinde kamera var mı, görüntü var mı? Çocuklara ne yaptıklarına dair bir bilgi var mı her şey araştırılsın.” Dedim elimle depoyu işaret ederek. Ardından bakışlarımı Alper’e çevirip konuştum. “Bu depoya gelen tüm yollardaki mobeseleri incelenmeye başlayın derhal. Özellikle Can’ı kaçıran araç buraya gelmiş mi? Şoförü gözüküyor mu? Hepsinin incelenmesini istiyorum. Anlaşıldı mı!?” dedim sertçe. Alper komiser beni onayladı. “Emredersiniz savcım.”

Talimatları uygulamak üzere yanımdan ayrılırken bakışlarımı Cenk’e çevirdim. “Cesetlerin kimlik tespiti yapılsın hızlıca. Geçmişleri, soy ağaçları her şey araştırılsın. Haklarında kayıp ihbarı var mı bakılsın. Adli tıp incelemeyi bitirdiğinde ailelerine haber verilsin ve teşhis için morga götürülsünler.” Aynı sert ifade ile ona da emirler verirken Cenk onayladı beni. “Emredersiniz savcım.”

O da yanımdan ayrılırken hızlı adımlarla cesetlerin yanında dikilen olay yeri incelemede çalışan görevlinin yanına ilerledim. “Genel manada ne söyleyebilirsiniz bize?” dediğimde görevli cevap verdi. “İlk gördüğümüz kalpler, akciğerler ve karaciğerler yerinde değil. Muhtemelen onları almışlar. Kollarında bir morarma söz konusu oradan uyuşturmuş olabilirler ya da zehir verdiler henüz bilemiyoruz ne yazık ki.” Dediğinde biraz olsun içim rahatlar gibi oldu. En azından uykudayken, hiçbir şey hissetmeden yapmışlardı. İnsan öyle bir varlıktı ki buna bile sevinebilirdi şu olayda.

Tahmin ettiğimiz gibi organları almışlardı. Volkan’ın söylediği gibi organ kaçakçılığı yapıyorlardı ya da bir organ mafyasıyla iş birliği içerisindelerdi ve tüm bunların başında belki de Nadya denen kadın vardı. Ancak onunla ilgili de hiçbir şey bilmiyorduk. Volkan’ın ölümünün ardından sorguya alınmıştı ama hiçbir sonuç çıkmamıştı.

Bakışlarım hemen duvar kenarında bizi izleyen kocamla buluştu. Ela gözlerindeki gurur, hayranlık o kadar barizdi ki bu kendimi daha güçlü hissetmeme neden oluyordu. O kadar şanslıydım ki böyle bir eşe sahip olduğum için.

Konuşmam bittiğinde adımlarımı Pamir’e doğru attım. “Sizin de ifadenizi alsak iyi olur, adliyeye gelebilir misiniz? Operasyon sona erdi değil mi?” meraklı gözlerle ona bakarken Pamir küçük bir gülümsemeyle onayladı. “Savcım istiyorsa geliriz tabii.” Aldığım cevaptan tatmin olurken kapıdan içeri giren Cenk’i gördüm. Olay artık sadece çocuk kaçırma değildi, cinayette eklenmişti. O yüzden onunla çalışmak güzel olacaktı.

“Burası sana emanet, ben ifade almaya gidiyorum. Ne yapman gerektiğini biliyorsun, her detaydan haberim olacak.” Dediğimde onayladı beni. “Tabii ki savcım.” Ona güveniyordum, bunca zaman birlikte görev yapmıştık ve gönül rahatlığıyla işleri ona paslayabiliyordum artık.

“Buyurun beyler.” Diyerek kapıyı işaret ettiğimde eliyle bana işaret etti. “Siz önden buyurun savcım.” Önden buyurarak depodan çıkarken Pamir ve Hakan arkamdan geldiler. Dışarı çıktığımızda Pamir elini havaya kaldırıp tüm timin görebileceği şekilde toplanmalarını işaret ederken tim etrafımıza toplandı. “Adliyeye gidiyoruz, siz bizim araçla gelin.” Diye sözüne devam edecekken Hakan araya girdi. “Sende savcı yengemle gel.”

İkisi birbirine bakarken Pamir mırıldandı. “Sana da gün doğdu, gitmişken nişanlını da görürsün.” İmalı bir şekilde arkadaşına bakarken Hakan’ın yüzünde güzel bir gülümseme oluştu. “Ayağımıza gelen fırsatı geri tepmemeliyiz.” Dediğinde bende istemsizce güldüm. Onların konuşmalarını dinlemek olayları hatırlayıp kendimi üzmekten alıkoyuyordu.

Tim kendi aracına ilerlerken bizde Pamirle birlikte makam aracıma doğru ilerledik. Araca ulaştığımızda Pamir hem Enginle hem Mesutla tokalaşarak konuştu. “Var mı bir sıkıntı?” ne sıkıntısından bahsettiğini anlamayarak merakla onları dinlerken Mesut başını iki yana salladı. “Yok komutanım, her şey yolunda.” Pamir başını sallayıp onaylarken taviz vermeden konuştu. “Siz gözünüzü dört açın yine de.”

“Neler oluyor?” dedim dayanamayarak. Üçünün de bakışları bana döndüğünde Pamir güven verircesine baktı gözlerime. “Bir şey yok güzelim, her zaman söylediğim şeyler.” Bana pek öyle gelmemişti ama. Evet her zaman yanımda olmalarını istiyordu ama bu sefer farklıydı sanki. “Hadi daha fazla üşümeyin.” Diyerek arka kapıyı açarken itiraz etmeden bindim aracın içine. Pamir de kapımı kapatıp kendi tarafına geçti ve bindi. Araç çalıştığında konuştum. “Adliyeye gidiyoruz.”

Enginle Mesut beni onaylarken araç adliyeye gitmek üzere yola koyuldu. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde gözlerimin önüne katledilen o 5 çocuk geldi anında. İçimden hiç çıkmıyordu ki. Nasıl olacaktı, nasıl söylenecekti ailelerine? Nasıl toprağa koyacaklardı yavrularını. Bunları düşünmek içimde sönmeyecek bir yangın oluşturuyordu. İki elimi karnıma sarıp oğluma sığınırken yanağımın içini dişledim ağlamamak adına.

Kendimi düşüncelere kaptırdığım sırada elimin üzerinde sıcacık bir el hissettim. Bakışlarım elimi tutan kocama kaydığında gözlerinde ne düşündüğümü bildiğini ifade eden bir bakış yakaladım. Sanki düşünme der gibi bakıyordu gözleri. Zaten Pamir ben dilime dökmesem bile benim ne hissettiğimi anlardı, yine öyleydi.

“Operasyona çıkacağını söylememiştin.” Dedim aklımdaki düşünceleri dağıtmak adına. Pamir başını salladı. “Çok önemli bir şey değildi, Volkan’ın verdiği adreste bulunan defterde yazıyordu burası ve birkaç yer daha. Taburdan 4 tim olarak çıktık. Büyük bir şey olmadığı için haber vermek istemedim, endişelenirdin.” Dediğinde başımı omzuna doğru eğdim. “Olsun sen bir dahakine haber ver yine de.”

Pamir söylediğimi kabullenirken aklımdaki diğer soruyu dile getirdim. “Diğer operasyon?” dediğimde Pamir iç çekti. “Pazar günü çıkış yapacağız.” Algıladığım cümle ile içime büyük bir sıkıntı düşerken tepki vermedim Pamir’in canını sıkmamak için. Gerçekten hiç hoşuma gitmemişti bu. Yine de önümüzdeki günlerin tadını çıkartmak istiyordum. “Anladım.”

“Hemen yüzünü asma bakayım.” Dedi Pamir anında düşen modumu anlayarak. Zaten anlamamasını beklemek saçmalıktı. Her bir değişen mimiğimin ne anlama geldiğini biliyordu. Eliyle yanağımdan tutarak kahvelerimle elalarını buluşturduğunda devam etti sözlerine. “Kısa bir ayrılık olacak, aylarca süren bir görev olmayacak. En fazla bir ay.” Bu içimi rahatlatmıyordu hiçbir şekilde.

Bir ay uzun bir süreydi. O gelene kadar bebeğimizin beş buçuk aylık olması demekti. Yani uzun bir süreydi. “Buna dayanabiliriz.” Dedim içini rahatlatmak adına. Pamir gözlerini gözlerimden ayırmadan başını salladı. “Dayanırız, nelere dayandık.” Haklıydı, daha uzun ayrılıklarla sınanmıştık. Uzanarak yanağını öptükten sonra başımı omzuna doğru yaslayarak kollarında huzura eriştim.

Kısa süre sonra adliyeye giriş yaptığımızda araçtan indim. Önden adliyeye girerken arkamdan gelen tim üyelerinin sesini duyabiliyordum. Selam veren kişilere baş selamı vererek odama ilerlediğimde Tuna bey karşıladı beni kapıda. Hızlıca ona dönerek konuştum. “Odaya sandalye getirin.” Deyip odamın kapısını açtım ve elimle içeriyi işaret ettim. “Buyurun.”

Tuna bey sandalyeleri getirirken onları alarak içeri girdi üyeler teker teker. Herkese yetecek kadar sandalye taşıdıktan sonra bakışlarım onlara doğru döndü. “Ne içersiniz, ne ikram edelim sizlere?” dediğimde Batuhan’dan cevap gecikmedi. “Çay içeriz yenge.” Onaylayarak Tuna beye çay getirmesini söylerken kendi yerime geçtim. Benimle birlikte bizimkiler de yerlerine geçtiklerinde ellerimi masanın üzerine yerleştirip hepsine baktım teker teker.

“Yine aynı davadayız ha?” dediğimde Taner onayladı. “Sizinle birlikte aynı davaya bakmak şeref savcım.” Ona tatmin olmuş bir şekilde bakarken Hakan araya girdi. “Her ne kadar Pamir memnun olmasa da gerçekten seninle çalışmak her açıdan iyi, hem bizi tanıyorsun hem de işini düzgün yapıyorsun.” Aldığım övgüler yüzümde gülümseme oluştururken Pamir’in sesini duydum. “Ben ne alakayım şu an?” dedikten sonra ekledi. “Ayrıca karımızla çocuğumuzun başına bir şey gelmemesi için uğraşmak, endişelenmek ne zamandan beridir suç oldu?”

Birbirlerine bakarlarken Kürşat araya girdi. “Yine başladılar.” Onun tepkisi daha da gülmeme neden olurken dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için. Kapının çalmasıyla ve Tuna beyin içeri girmesiyle birlikte Soner hızlıca onun elinden tepsiyi aldı. Tuna bey kendi yerine geçerken Soner tepsideki çaylardan birini ilk önce bana doğru uzattıktan sonra diğerlerini arkadaşlarına dağıtmaya başladı.

Herkesin hazır olmasıyla birlikte konuştum. “Cesetleri nasıl buldunuz?” Sakin ama meraklı bir şekilde bizimkilere bakarken Pamir anlatmaya koyuldu. İlk önce deponun etrafındaki adamları temizlediklerini sonra içeri girdiklerini söyledi. İçerideki iki kişiyi sağ bir şekilde teslim aldıklarını, cesetleri bulanın Yiğit olduğunu söyleyerek devam ettirdi sözlerini. Büyük bir dikkatle anlattıklarını dinlerken emniyete haber verdiklerini, gördükleri cesedin Can’a ait olmadığını da ekledikten sonra anlatacaklarını bitirdi.

“İşbirliğiniz için teşekkür ederiz.” Dedim samimi bir tonda. Tuna bey yazdığı şeylerin çıktısını alarak imzalatırken bende hemen yanımda bulunan telefona uzanıp başsavcımın numarasını tuşladım. Telefon birkaç çalışta açılırken direkt olarak konuya girdim. “Kolay gelsin başsavcım, kayıp ihbarı bulunan Can Özer’in cesedi özel kuvvetler timi tarafından bulundu. Organlarının alındığı tespit edildi. Sınırdaki diğer illerde bu tarz kaçırılma vakaları var mı öğrenmek istiyorum, dilekçeyi tüm savcılıklara göndereceğim uygun mudur savcım?”

“Tabii, dilekçeyi ilk önce bana gönderirseniz imzamı atarım.” Dediğinde onaylayarak telefonu kapattım. Böylece diğer şehirlerde de buna benzer vaka var mı öğrenecektik. Varsa sıkıntı büyüktü ama yoksa yeni başlamışlar demekti.

Çayımdan birkaç yudum içtikten sonra bizimkilere doğru baktım. “Sizde benim düşündüğümü mü düşünüyorsunuz?” Merakla onlara bakarken Ahmet abi onayladı. “Nadya’nın işi olabilir savcım, Volkan’ın bahsettiği şey belki de buydu. Birçok çocuk tehlike altında demek oluyor bu.” Haklıydı, durmazlardı. O kadar fazla çocuk vardı ki nasıl durduracağımızı bende bilmiyordum. Okul çıkışlarına ekip yerleştirsek bile mahallede bile kaçırıyorlardı çocukları, başa çıkamazdık. Çok zor bir durumdu.

Sessizleşip kara kara ne yapacağımızı düşünürken Pamir’in sesini duydum. “Tamam, bu meseleyi daha fazla konuşmayalım artık.” Otoriter bir şekilde konuşurken bakışları bana döndü. “Bugünlük yeter.” O da endişeleniyordu. Çünkü biliyordu ki ben düşünmeye devam edersem kendimi hasta edecektim. Kimin yaptığı, nasıl yaptığı gibi şeyleri düşünürken sonuç yine çocukların o haline gelecekti ve ben yine ağlama krizlerine girecektim.

 

 

******

“Pamir ya şu fotoğrafı diğer tarafa mı koysak?” diyerek elimdeki çerçeveyi işaret ederken Pamir bıkkın bir nefes verdi dudaklarının arasından. “Güzelim onu zaten yeni oradan kaldırdık ya.”

Dün akşam kafam dağılsın diye eve geldiğimizde Pamirle bebeğimizin odasını boyamıştık. Mavi tonlarının hakim olduğu bir oda olmuştu. Belli yerlere bulutlar çizip hoş bir görüntü katmıştık. Sonra da birkaç raf eklemiştik. Mutlaka ihtiyacımıza yarardı. Sonrada duvarda delik açıp çiviyle bebeğimizin ultrason fotoğrafını sabitlemiştik. Doğduktan sonra da bizimle olan fotoğraflarını yerleştirecektik. Ancak ben yerine tam karar veremiyordum. Diğer tarafa da Pamir ile ikimizin fotoğrafını asmıştık. Mobilyaları henüz gelmemişti ancak yakında onlarda gelecekti.

“Ya karar veremiyorum.” Dediğimde Pamir elimdeki çerçeveyi alarak biraz önce indirdiği yere tekrardan taktı. “Gayet iyi burada.” Dediğinde dudak büzdüm. “San-“ itiraz edeceğim sırada Pamir sözümü kesti. “Hayır gayet yakıştı oraya, yerini değiştirmemize gerek yok.” Diye konuşmamı engellediğinde bunaldığını anlayarak daha fazla üzerine gitmek istemedim. “Tamam o zaman.”

Pamir aldığı cevapla derin bir nefes verirken haline güldüm. Bazen bu hallerimden sıkıldığını hissediyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu.

“Hadi o zaman mutfağa giriyoruz.” Dedim ellerimi birbirine vururken. Pamir anlamaz gözlerle bana baktığında dudaklarımı yalayarak cevap verdim. “Canım kek, poğaça falan çekti. Hatta şöyle bir gün tabağı olsa. Of.” Dediğimde Pamir konuştu. “Bir koşu pastaneden gidip alayım.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Ben anne poğaçası istiyorum, pastanedekiler öyle olmuyor.” Dediğimde Pamir beni kızdırdığını anlayarak dudaklarını birbirine bastırdı ve işaretle baş parmağını birleştirip dudağının bir ucundan diğer ucuna fermuar çekiyormuşçasına hareket yaptı.

“Ha şöyle.” Dedikten sonra ekledim. “Şimdi ben keki çırpacağım. Sende bulguru getirip yıkar mısın? Kısır da yapalım.” Pamir benim söylediğimi onaylarken bulguru çıkarttı dolaplardan birinden. Bende o sırada keki yapmaya koyuldum. Islak kek yapacaktım.

Keki çırpıp vanilyasını da ekledikten sonra kek kalıbına koyarken aniden burnuma dolan güzel aromalı kokuyla birlikte ağzımı şapırdattım. Canım bir şeyler istiyordu ama bir an için damağımdaki tadın ne olduğunu anlayamamıştım. Bakışlarımı Pamir’e doğru çevirdiğimde gözlerini kısmış yüzüme doğru baktığını gördüm. “Canın bir şey çekti. Ne çekti?”

Şaşkınlıkla yüzüne bakarken mırıldandım. “Nasıl anladın?” Pamir gülümsedi. “Bunca yıllık sevdiğim kadınsın bir zahmet anlayayım değil mi?” dediğinde içim giderek baktım ona. Mükemmel biriydi. “Ne çekiyor anlamıyorum ama tatlı bir şey böyle.” Derken aklıma gelen şeyle ağzımın sulanmasını engelleyemedim. “Karpuz gibi.”

“Ne?” dedi Pamir şokla. Ağzı hafiften açık kalırken gözlerimi kırpıştırdım. Pamir ise yakardı. “Güzelim ben nereden bulayım bu havada karpuzu?” Haklıydı, nisan ayına yeni girmiştik ve karpuz bulması biraz zordu. Söylediğine diyecek bir şeyim yoktu ama canım çekmişti işte. “Haklısın ama ne yapayım…” üzgün bir tonda söylediğim şeyle birlikte Pamir gözlerime baktı. Ona nasıl bakıyorsam dayanamadığını belli eden tonda konuştu. “Sen böyle bakarken ben sokaklara çıkıp nasıl aramam?” Bu demek oluyordu ki bulacaktı.

Beni kendine doğru çekip şakağımı öptükten sonra cebinden telefonunu çıkardı. Ne yaptığına bakarken zincir market ve manavlara doğru baktığını gördüm. Sonra da rehbere girerek Batuhan’ın numarasını tuşladı. Şaşkınlıkla ona bakarken Pamir numaraya tuşlayarak kulağına götürdü.

Bir kolunu omzuma sarmış dururken telefonun açılmasıyla konuştu. “Batuhan neredesin?” diye sorduğunda Batuhan’ın cevabını duydum. “Taburdayım komutanım.” Pamir anladığını belirtircesine mırıldandıktan sonra ekledi. “Kimler var yanında?”

“Yiğit, Soner, Taner ve ben oturuyoruz komutanım. Bir şey mi oldu?” dediğinde Pamir’den cevap gecikmedi. “Harika, şimdi çıkıyorsunuz ve en yakın market, manav ne varsa didik didik edip karpuz buluyorsunuz.” Dediğinde kaşlarım havalandı. Batuhan ise epey afallamıştı. “Karpuz mu?”

“Evet karpuz, yengenin canı çekti.” Dediğinde kolunu dürttüm. Ben ondan istemiştim o tüm taburu ayağa kaldıracaktı neredeyse. Pamir beni umursamazken Batuhan cevap verdi. “Hemen çıkıyoruz komutanım.” Pamir telefonu kapattıktan sonra tekrar bir numarayı tuşladı. Bu seferde Hakan’ı aradığını gördüm.

Hakan telefonu açarken konuştu. “Dün görüştük ya, bugün beni mi özledin?” Bu söylediğine gülerken karşı taraftan Sinem’in de gülüşünü duydum. Pamir ise göz devirdi. “Aynen çok özledim seni. Öyle böyle değil, burnumda tütüyorsun.” Dediğinde Hakan’ın şikâyet edercesine konuşmasını duydum. “Git karınla hasret gider, ben özlemedim seni.”

“Bunun tartışmasını sonra yaparız, iki dakikaya hazır ol. Çıkıyoruz.” Dediğinde Hakan afalladı. “Operasyon erkene mi çekildi?” Bu sorusuyla birlikte Sinem’in hüzünlü sesi eşlik etti. “Olamaz ya.” Pamir ise cevap verdi. “Yok öyle bir şey, karpuz arayacağız. Bizimkiler çıktı. Hadi bende çıkıyorum 5 dakikaya.” Dedikten sonra ekledi. “Hoparlöre alsana.”

“Ne karpuzu Pamir ya.” Hakan yakınırken muhtemelen telefonu hoparlöre doğru aldı. Pamir ise Hakan’ı umursamayarak konuştu. “Sinem kusura bakma nişanlını biraz çalıyorum, bir karpuz meselesi var da.” Dediğinde Sinem’in sesli gülüşü duydum. “Devrim’in canı istiyor değil mi? Onun için feda olsun enişte.”

“Ulan satıldım resmen.” Hakan alıngan bir şekilde konuşurken araya girdim. “Sadece ben değil, yeğeninizin de canı çekiyor. Oğlunun da.” Dedim sonda Pamir’e doğru bakarak. “Yerim ben sizi.” Dedi Sinem karşı taraftan. Ardından konuştu. “Hadi Hakan kalk, bulun şu karpuzu.”

Hakan onaylarken telefonu kapattılar. Bakışlarım Pamir’e kaydı. “Ben senden istedim sen ne yapıyorsun? Utandım vallahi.” Diye sıkıntılı bir şekilde konuşurken Pamir beni iyice kendine çekti ve konuştu. “Boşu boşuna yüzbaşı olmadık değil mi? İşimizi de görsünler bir zahmet.” Kendinden emin bir şekilde konuşurken ekledi. “Ayrıca utanma, bugün bize yarın onlara.”

“Hadi ama sana emir mi verecekler?” dedim hayretle. Pamir omuz silkti. “Emir veremezler ama yardım isterlerse giderim seve seve.” Dedikten sonra şakağıma tekrar öpücük kondurup konuştu. “Hadi gideyim bende, sana o karpuzu bulup geleyim. Sende çok yorma kendini bak.” Dediğinde belli belirsiz başımı salladım.

Pamir hiç beklemeden kabanını giyip evden çıkarken arkasından gülerek başımı iki yana salladım. Gerçekten alem adamdı. Kim bilir tim içinden nasıl sövüyordu. Bunu düşünmek bile komikti. Düşüncelerimden sıyrılarak kekime döndüm tekrardan. Hazırladığım karışımı kalıba döktükten sonra Pamir’in yarım bıraktığı işe döndüm.

Saatler geçerken gözüm bir yandan da kapıda ve saatteydi. Pamir gideli epey olmuştu ve ben merak etmeye başlamıştım. Müzik dinleyerek kendimi rahatlatıp bir yandan da kısır için malzemeleri doğrasam da aklım Pamir’deydi. Telefonla bir kez aramıştım, aradıklarını söylemişti. Anlamadığım bir şekilde abimde katılmıştı aralarına ve fellik fellik karpuz arıyorlardı. Düşününce komikti.

Kendimi kaptırmış giderken listemde çalmaya başlayan şarkıyla hareketlerim yavaşladı. Sözleri içime işlemeye başlamıştı.

“Dün güne dize gelince, yürek acılara doyunca

O tez dönüşün geç olunca

Kendime tahammülü öğrendim…

Kördüm bilendim, seni unutmayı öğrendim…

Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim,

Acıya duvar gibi durmayı öğrendim,

Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi köksüz bağsız durmayı öğrendim.”

Sözleri beni anlatıyormuş gibi hissederken gözlerim dolmaya başladı. Her zaman nereden nereye diye düşünüyordum. O üç yıl nasıl geçmişti, nasıl baş etmiştim, acıyla yaşamayı nasıl öğrenmiştim bilmiyordum. Ama şimdi Pamir yanımdayken aslında o üç yılda adam akıllı yaşamadığımı anlamıştım. Gelmişti hayatıma neşe katmıştı, anlam katmıştı. Şimdi bir de beni hayata bağlayacak evlat vermişti. Her manada bana iyi geldiği barizdi. O zamanlar aklıma hiç bu ihtimaller gelmezdi. Evlenmek, çocuk sahibi olmak sanki Pamirle birlikte yerin altına girmişti. Ama şimdi yanımdaydı. O yanımdayken her şey tamamdı.

Kapının anahtarla açıldığını duyarken hızlıca yanağıma akan yaşları temizleyip burnumu çektim. Bakışlarımı mutfak kapısına doğru çevirdiğimde elinde karpuzla içeri giren kocamı gördüm. Şaşkınlıkla ona bakarken Pamir’in odak noktası direkt gözlerim oldu. “Buldun mu?” sevinçle konuşup dikkatini dağıtırken Pamir bakışlarını gözlerimden çekmeden onayladı. “Güzel karımın canı çekmiş, bulmasam ayıp olur.”

Karpuzu tezgâha koyarken gülümseyerek uzandım ve dudaklarına kısa bir öpücük kondurdum. “Aslan kocam benim.” Ardından karpuzu kesmek için tezgaha doğru yaklaştığımda bileğimden tutarak durdurdu beni. Bakışlarımız tekrar buluşurken mırıltısını duydum. “Gözlerin neden yaşlı yaşlı bakıyor?”

“Soğan doğradım.” Dedim hızlıca. Aslında yalan değildi, soğan doğramıştım ama o kadar da acı değildi. Yine de Pamir’in bilmesine gerek yoktu neden duygulandığım konusunu. Çünkü canını sıkardı. Aslında bende düşünüp ağlayacak biri değildim ama hormonlar beni olmadığım birine çevirmişti.

“Pek inanmadım.” Dedi Pamir soğana bakarak. Bense ona doğru sırnaşarak konuştum. “İnan kocacım, gerçekten bir şey yok.” Dediğimde Pamir fazla üstelemedi. Çekmeceden bıçak çıkartarak karpuzu kesmeye koyuldu. “Gelmeyince endişelendim.” Dediğimde Pamir küçük bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Bulmak kolay olmadı, her tarafı gezdik. Sonunda tarlanın birinde bulduk. Amca olmamıştır belki dedi ama kısmet.”

“Harika bir adamsın sen.” Dedim keyifli bir tınıda. Pamir duyduğu cümleyle tatmin olurken karpuzu kesti. Hevesle içine bakarken gördüğüm pembelikle gülüşüm büyüdü. İşimizi görürdü bu. “Oh en azından işimizi biraz görür.” Dedi o da benim gibi rahatlayarak. Dilimi bana doğru uzattığında iştahla ısırarak yemeye başladım. Gerçekten güzeldi.

Pamir’e doğru uzattığımda başını iki yana salladı. “Sen ye.” İştahla yiyişimi izlerken yüzünde gülümsemeyle beni izlemeye devam etti. “Timdekilere teşekkür etmem lazım.” Dediğimde Pamir cıkladı. “Ben ettim teşekkürü merak etme.” Dese de içim rahat etmezdi. Bir gün tatlı veya yaptığım poğaçalardan götürüp telafi etmek istiyordum. Hatta bu yaptığımız şeylerden onlara göndermek iyi olurdu bence.

“Evet ne yapıyoruz şimdi?” dedi Pamir tezgahtaki malzemelere bakarken. “Poğaça yapacağım.” Dediğimde Pamir onayladı. “Bunca saat ayaktaydın. Otur sen artık.” Diyerek omzumdan tuttu ve beni sandalyeye doğru ilerletti. Oturmamı sağladıktan sonra tam ayaklarımın ucuna bir tane daha sandalye çekerek ayaklarımı kaldırdı ve bacaklarımı uzatmamı sağladı. Hem karpuzumu yiyip hem de aşık aşık Pamir’i izlerken Pamir bana doğru baktı.

Dudaklarıma doğru uzanıp kısa bir öpücük kondurduktan sonra karnıma doğru eğildi. Oğlumuza da küçük bir buse kondurduktan sonra tezgaha geçti. “Şimdi ilk önce ne yapıyoruz?” derken kafası karışık gibiydi. Ellerini yıkarken hızlıca cevap verdim. “Hayatım ben sonra hallederim, sende dinlensene.” Dediğimde Pamir reddetti. “Hani canın istiyordu, olmaz.”

Elimdeki karpuzu masaya bırakarak oturduğum yerden ayaklandım. Pamir’in bakışları anında beni bulurken sitemle gözlerime baktı. Bense ellerimi yıkayıp yapışıklığını giderdikten sonra elimi havluya silip kocama doğru baktım. “Canım şimdi başka bir şey istiyor.” Dediğimde Pamir hafifçe kaşlarını çattı. “Ne istiyor?” Korkarcasına sorduğu soruyla istemsizce yüzümde gülümseme oluştu.

“Seni.” Dedim hiç çekinmeden. Ellerimi ensesine doğru sararken Pamir’in çatık kaşları eski haline döndü. Yüzünde hoşuna gittiğini belirten bir sırıtış oluşurken elleri belimdeki yerini aldı. Aramızdaki mesafeyi kapatıp bedenlerimizi birbirine yaslarken keyifli bir tınıda konuştu. “Bu yapabileceğim en kolay istek.” Bakışları dudaklarıma doğru kayarken bende sırıttım. “O zaman tadını çıkar, her zaman böyle isteklerim olmaz.”

“Emrin olur güzel karım.” Hitabıyla yüzümdeki gülümseme büyüdü. Seviyordum bu hitabı. Evlendiğimizden beri duyduğum en güzel hitaptı. Pamir gülüşümden öpmek için dudaklarını bana yaklaştırdığında gözlerimi kapatıp kendimi ona bıraktım. Hem özlemiştim hem onunla vakit geçirmeyi çok seviyordum. Yarın ayrılacak olmamızın da etkisi vardı elbette.

Dudaklarımız bir ahenkle birbiriyle dans ederken Pamir usulca ayırdı dudaklarımızı. Gözlerimi araladığımda arzuyla harmanlanmış elalarını görmek keyfimi yerine getirirken Pamir hiç beklemeden eğilip kolunun birini dizlerimin altından geçirip diğerini de belime yaslayarak bir hamlede kucakladı bedenimi. Kollarım anında boynuna sarılırken heyecanla konuştum. “Ne yapıyorsun?”

“Karımı odamıza götürüyorum.” Dedi hiç gocunmadan. Mutfaktan yavaş adımlarla çıkarken güldüm. “Ağırım yalnız, belin acır sonra.” Diye şikayet eder gibi konuştuğumda Pamir güldü. “Güç gösterisi yapmamı istemezsin değil mi?” dedi imayla. Aklıma tutukluyu yakalamak için ayakkabısız bir şekilde sokakta koştuğum ve sonrasında da Pamir’in kucağında emniyete döndüğüm anlar gelirken güldüm. O zaman da aynı muhabbet geçmişti aramızda. “Aman yok.” Dedim itiraz ederek. Pamir güldü. “Bende öyle düşünmüştüm.”

Odamıza girdiğimizde tek dizini yatağa yaslayıp bedenimi yatağın üzerine bırakırken gözleri sanki şu dünyadaki en değerli parçaymışçasına bakıyordu gözlerime. Sevildiğimi o kadar hissediyordum ki bu paha biçilmezdi. Üzerime doğru eğilip dudaklarımızı birleştirdiğinde gözlerimi kapatıp karşılık verdim. Bir kez daha onunla bütünleştim, bedenine hapsoldum. Sevgisiyle, tutkusuyla, aşkıyla, verdiği hazla bulutların üzerine çıkıp yine kendimi onun kollarının arasında buldum…

◔◔◔

Yazarın anlatımından Neva ve Yiğit,

Yiğit arabanın içinde otururken parmaklarıyla direksiyonda ritim tutmaya başladı. Bugün için Neva’yla sözleşmişlerdi. Sinemaya gideceklerdi. Normalde sinemaya gitmek aklının ucundan geçmezdi Yiğit’in ancak Neva ile tanıştıktan sonra onu mutlu edecek her türlü şeyi sevmeye başlamıştı. Sinemada bunlardan biriydi.

Neva’nın oturduğu binanın kapısı açıldığında bakışları kapıya kaydı. Neva’nın tatlı bir tebessümle binadan çıktığını gördüğü anda kendisi de hızla araçtan çıktı. Neva adımlarını ona doğru atarken istemsizce kollarını kız için açtı. Her şey çok yeni sayılırdı. Daha birkaç ay olmuştu. Ama sanki çok uzun süredir birbirlerini tanıyormuş gibi hissediyorlardı. En azından Yiğit için öyleydi. Kendini rahat hissediyordu. Neva’nın çekimserliğinin de azaldığını hissetmek duygularını daha da ateşliyordu.

“Umarım çok bekletmedim seni.” Dedi Neva biraz mahcup bir sesle. Ne giyeceğine, nasıl makyaj yapacağına karar vermek biraz zorlamıştı onu. Sonra da ayarladıkları saate yetişemeyeceğini düşünmek panik olmasını sağlamıştı. “Hayır, yeni geldim.” Dedi Yiğit kızın içini rahatlatmak adına.

Neva, Yiğit’in ona açtığı kolların arasına girerken başını adamın göğsüne doğru yasladı. Gözleri huzurla kapanırken iç geçirdi. Böyle olmak aklının ucundan geçmezken şimdi burada olmak garip hissettiriyordu. Yiğit kızı sıkıca sarıp başını saçlarının üzerine yaslarken burnuna dolan kokuyla gözlerini kapattı. Kızın kokusunu duymak onu bağımlı hale getirmişti istemsizce.

İlk onu kucağında taşıdığı o an almıştı kokusunu. O an için bir şey hissetmemişti belki ama kıyısından köşesinden ona çekilmeye başlamıştı. Yoksa onun için kitap aramaz, güvenliğinden endişelenmezdi.

Birbirilerinden ayrılırlarken Yiğit, Neva’nın oturacağı tarafın kapısını açtı hızlı bir hamleyle. Neva bu hamleye gülümserken mırıldandı. “Sağ olun komutanım.” Yiğit de aynı onun gibi gülümserken cevap verdi. “Siz sağ olun öğretmen hanım.” Bu hitaplar ilk tanıştıkları anları hatırlatırken ikisi de bundan keyif alırcasına gülümsemeye devam ettiler.

Neva araca bindikten sonra Yiğit kendi tarafına geçerek yerine oturdu ve arabayı çalıştırdı. Gidecekleri AVM’ye doğru yol alırlarken ikisi de sessizdi. Aslında ne konuşacaklarını bilmiyorlardı. İkisi de utangaçtı bu konuda. Bu ikisinin de ilk ilişkisi olmasından kaynaklıydı. Aslında Yiğit pek utangaç sayılmazdı ama bazen o da ne diyeceğini bilmiyordu.

“Umarım filmi severiz.” Dedi Neva bakışlarını Yiğit’e doğru çevirerek. Yiğit ise yüzündeki sırıtışla baktı kıza doğru. “Yanımda sen varsan sevmemek imkânsız.” Neva duyduğu cümle ile utanırken başını yere doğru eğdi. Yüzü kızarırken mırıldandı. “Ama sen böyle şeyler söylediğinde ben ne diyeceğimi bilemiyorum.”

Neva’nın utangaç sesiyle Yiğit keyif alırcasına konuştu. “Bir şey söylemene gerek yok, şu halin bile yeter bana.” Dediğinde Neva kaşlarını çatıp Yiğit’e doğru baktı. “Ya dalga geçmesene.” Yiğit dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. “Geçmiyorum. Hoşuma gidiyor.”

Göz ucuyla kıza bakarken Neva gülümsemesini engelleyemeyerek cama doğru baktı. Bazen gerçekten ne söyleyeceğini şaşırıyordu. Ama alışacaktı. Hatta o da Yiğit’i şaşırtacaktı. Daha alışma aşamasındalardı. Yiğit onun da keyif aldığını anlayarak bakışlarını yola çevirirken gülümsemeye devam etti. Böyle böyle alışacaklardı birbirlerine. Aslında alışmaya başlamışlardı bile.

AVM’ye ulaştıklarında hafta sonundan kaynaklı olarak kalabalıkla karşılaşmışlardı. Arabayı park ederek araçtan indiklerinde Yiğit hiç çekinmeden kıza doğru elini uzattı. İlk el ele tutuşları değildi ama her seferinde ilkmiş gibi heyecanlanıyorlardı. Neva beklemeden elini Yiğit’in eline uzattığında parmakları birbirine geçti. Ellerine doğru bakarken güvende hissetmeden edemedi Neva.

Bu zamana kadar her şeyle kendisi başa çıkmıştı ama şimdi Yiğit vardı ve ona o kadar güveniyordu ki kelimelere dökemezdi. Şimdi elini tuttuğu anda içinde oluşan güven duygusunu tarif edemezdi mesela.

Birlikte AVM’ye girdiklerinde Yiğit cüzdanında bulunan askeri personel kartını güvenliğe gösterdikten sonra direkt olarak geçmelerini sağladığında Neva hayranlıkla izledi onun bu halini. Yanındaki Yiğit farklıydı. Ama asker Yiğit’i, o otoriteyi, o sertliği de ayrı bir sevip hayranlık duyuyordu. Hele ki rütbe töreninde hariciyle gördüğü o anda kalbine sahip çıkamamıştı. Çok gurur duymuştu. Bu gurur, onu teröristlerin elinden kurtardıkları andan itibaren vardı.

Yiğit, Neva’nın bakışlarını üzerinde hissederken bakışlarını kıza doğru çevirip tek gözünü kırptı. “Ne oldu?” Neva bu hareketle içinin eridiğini hissederken başını iki yana salladı. “Bir şey olmadı, sadece ne kadar havalı olduğunu düşünüyordum.” Açık açık söylediği şeyle birlikte Yiğit güldü. Bunu duymak gururunu okşamıştı. Hele ki değer verdiği biri tarafından duymak ayrı bir güzeldi.

Ne diyeceğini bilemedi ama tuttuğu eli bırakmadan kolunu kızın omzuna doğru atıp kendisine doğru çekti ve bedeninin bedenine yaslanmasını sağladı. Dudakları kızın şakaklarındaki yerini alırken uzunca öptü. İçindeki mutluluğu böyle hissettirmek istedi. Neva bundan keyif alıp gülümserken içinde oluşan huzura engel olamadı.

“Sinemadan önce mi yemek yesek, sonra mı?” dedi Yiğit meraklı bir şekilde. Neva ise cevap verdi. “Bilmem ki, açsan şimdi yiyelim.” Diyerek alttan alttan Yiğit’e baktı. Yiğit başını iki yana salladı. “Pek aç değilim, sen?” dediğinde Neva’da başını iki yana salladı. “Bende aç değilim, o zaman sinemadan sonra yeriz.”

“Anlaştık.”

Birlikte sinemaların bulunduğu kata doğru ilerlerken aniden duydukları sesle birlikte adımları duraksadı. “Öğretmenim!” Neva tanıdık olan sesle arkasını dönerken gördüğü öğrencisiyle gülümsedi. Öğrencisi Melis ona doğru koşarken elini Yiğit’in elinden çekerek hafifçe eğildi ve kollarını öğrencisi için açtı.

İkisi birbirine sarılırken Yiğit kenarda ikisini izledi gülümseyerek. Neva’nın öğrencileriyle kurduğu bağı çok seviyordu. O yüzden hayranlıkla onları izlemeye devam etti. “Öğretmenim siz de mi gezmeye geldiniz?” Melis heyecanla konuşurken Neva başını salladı. “Evet, bende gezmeye geldim canım.”

“İyi günler.” Yanlarını doğru yaklaşan adamla birlikte Yiğit bakışlarını Neva ve Melis’ten çekerek yanlarına yaklaşan adama çevirdi. “İyi günler.” Diye karşılık verdi Neva küçük bir tebessümle. “Nasılsınız öğretmen hanım?” Melis’in babası nazik bir biçimde konuşurken Neva cevap verdi. “İyiyim sağ olun Murat bey, siz nasılsınız?”

Yiğit, Neva’nın hitabıyla şaşırdı. Bir an için tüm velileri böyle tanıyor mu düşüncesi zihninde dolaşırken bakışlarını adamdan çekmedi. Bu konuda hassastı. Neva’nın başına gelenleri düşündükçe yanlarına yaklaşan her kişi de tedirgin oluyordu, geriliyordu. Kızın bir daha böyle bir şey yaşamasını istemiyordu. Hem Neva’nın hem de kendisinin böyle bir şey yaşanması durumunda neler hissedeceğini biliyordu çünkü.

“İyiyiz bizde, küçük hanımı sinemaya getirdim.” Dedi Murat bey küçük bir tebessümle. Ardından aklına gelen fikirle tekrar konuştu. “Sizin de işiniz yoksa bize katılmak ister misiniz?” dediğinde Melis yerinde zıpladı. “Evet evet çok güzel olur öğretmenim.”

Neva küçük bir tebessüm etti Melis’e bakarak. Melis’in anne ve babasının ayrı olduğunu biliyordu. Daha doğrusu annesi Melis daha küçükken terk etmişti onları. Murat bey bu konuyu özellikle anlatmıştı Neva’ya. Neva’da ona göre kelimelerini seçerek konuşuyordu Melis ile. Kendisi de bunun nasıl bir şey olduğunu bildiğinden Melis ile ayrı bir yakınlık kurmuştu. Ama yalnızca Melis ile.

“Çok isterdim tatlım.” Dedi nazik bir dille. Hiçbir zaman bir velisiyle ve öğrencisiyle bu tarz etkinlikle yapmamıştı. Genelde toplu etkinlikler düzenlerdi. Birçok velinin bulunduğu organizasyonlara katılırdı prensip olarak. Bakışları biraz gerilerinde duran Yiğit’i bulduğunda onun ne kadar rahatsız olduğunu gördü. Neva’nın bakışlarıyla Melis ve babası Murat beyin de bakışları onu bulurken Neva devam etti sözlerine. “Ama benim de planlarım var.”

“Aa okula gelen abi.” Melis, Yiğit’i hatırlayıp hayranlıkla adama doğru bakarken Yiğit göz kırptı kıza karşılık. Ardından müdahale etmesi gerektiğini anlayarak parmaklarını Neva’nın parmaklarının arasından geçirdi. Bunu yaparken elbette Murat beyden gözlerini çekmemişti.

Uzaktan onları izlerken Murat beyin bakışlarında farklı bir şeyler olduğunu, gözlerinin parladığını görmüştü çünkü. Ve bundan epey rahatsız olmuştu. Belki Melis görmemişti ama arkalarından gelen Murat beyin Yiğit’i görmemesi imkansızdı. Buna rağmen böyle bir teklif yapması daha da rahatsız etmişti Yiğit’i.

“Öğretmenim arkadaşınız mı o sizin?” Melis merakla öğretmenine bakarken Neva başını salladı. “Evet canım, erkek arkadaşım.” Melis söylediği şeyi anlamazdı ama Murat beyin anlayacağını biliyordu. Kendisi de üzerindeki ilginin farkındaydı. O yüzden Yiğit’in yanında olmasına sevinmişti. “Öğretmenini daha fazla rahatsız etmeyelim kızım, pazartesi günü okulda yine görüşürsünüz.”

Murat bey hafiften bozuk sesle düşüncelerini dile getirirken Melis babasını onayladı. “Peki, görüşürüz o zaman öğretmenim ve asker abi.”

“Görüşürüz.” Melis, babasının elini tutmuş yanlarından ayrılırken geriye bakıp Neva ve Yiğit’e el sallarken Yiğit ve Neva’da ona doğru el salladı.

“Başka bir AVM’ye mi gitsek?” dedi Yiğit memnun olmayan bir tonda. Şimdi sinemaların bulunduğu katta tekrardan karşılaşmak istemiyordu onlarla. Murat denilen adam hiç hoşuna gitmemişti. “O kadarına gerek var mı? Zaten çizgi filme girecektir.” Dedi Neva çıkarımını dile getirerek. Yiğit omuz silkti. “Öyle ama Murat beyin gireceğini pek sanmıyorum.”

Neva bunun doğruluğu karşısında bir şey demezken Yiğit şikayet edercesine konuştu. “Böyle her velin ile konuşuyor musun?” merakla kıza doğru bakarken Neva belli belirsiz başını salladı. “Evet, mecburum onları tanımaya. Zaten çok öğrencim yok biliyorsun. Veli toplantılarında, ortak etkinliklerde konuşuyorum.”

Yiğit bundan hiç memnun olmazken bir şey diyemedi. Diğer velilerle bir derdi yoktu da Murat bey gıcığına gitmişti. “Rahatsız olduğunu biliyorum, baş başa buluşmamızda öğrencimi göreceğimi düşünmemiştim. Özür dilerim.” Neva mahcup bir şekilde konuşurken meseleyi başka türlü anlamıştı. Yiğit kızın diğer elini de tutarak gözlerine baktı. “Hayır, öğrencini görmemiz değil beni rahatsız eden. Yanlış anladın.”

Neva anlamaz gözlerle adama bakarken Yiğit genzini temizledi. “Murat denen adam beni rahatsız eden, onun bakışları, tavrı. Bende erkeğim ve düşüncelerini tahmin edebiliyorum emin ol.” Dedi rahatsızca. Neva, Yiğit’in rahatsızlığının sebebinin ne olduğunu anlarken düşüncelerini dile getirdi. “İlgisinin bende farkındayım ve bunun için tüm sohbetlerimizi kısa kesiyorum. Diğer velilerin aksine en az iletişimim o adamla.”

Yiğit’in içini rahatlatmak adına konuşsa da Yiğit pek rahatlamış sayılmazdı. Aksine Neva’nın biraz önce söylediği kelime zihnine takılmıştı. “Ha fark ettin yani?” diye tek kaşını kaldırırken Neva başını salladı. “Hissettim. Ama bu bir şeyi değiştirir mi?” dedikten sonra duraksadı. Aklından geçen cümleyi diline dökmeden önce Yiğit’in gözlerinin içine baktı. “Benim ilgim yanımdaki, gözlerinin içine baktığım adamda. Onun ilgisi umurumda bile değil. Umurumda olan sensin.”

Bu cümleyle içindeki düşünce uçtu gitti Yiğit’in. Neva’nın kurduğu cümle içinde kelebekler uçmasına, kalbinde kıpırtılar oluşmasına sebep olurken yüzünde memnuniyetini ifade eden gülümseme oluştu. "Bu şey ilgiyi çoktan geçti emin ol." dedi kendinden emin bir sesle. Başta ilgiydi, hoşlantı olmuştu ama şimdi daha da büyüyordu. Aşk olmak üzereydi. Belki hatta olmuştu bile.

Neva bu cümle ile aynı Yiğit gibi içindeki heyecana engel olamadı. Şimdi Yiğit elini kalbine yaslasa kalp atışlarının hızını nasıl değiştirdiğini anında anlardı. Kaldı ki haklıydı Yiğit. İçlerindeki artık ilgiden fazlasıydı. "Duygularımızın karşılıklı olmasına sevindim." dedi çekinmeden. Bazen öyle laflar söylüyordu ki Yiğit şaşırıyordu ama yine de çok hoşuna gittiğini inkar edemezdi.

"Bende çok sevindim." dedi Yiğit yüzündeki sırıtışla. Ardından ekledi. "Hadi gidelim, geç kalmayalım."

Neva onu onaylarken el ele sinemaların bulunduğu kata çıkmaya koyuldular. Yiğit aklını kurcalayan şeyi diline dökerek Neva’ya doğru baktı. "O adam seni rahatsız ederse bana söyle olur mu? Hatta rahatsız etmese de söyle. Sevgilin olduğumu bilip de devam ederse onun saygısızlığı ama yine de haberim olsun olur mu güzelim?"

Neva, Yiğit'i dikkatle dinlerken duyduğu hitapla nefesi kesilir gibi olmuştu. Kalbi dört nala koşarken şaşkınlığını gizleyemedi. "Güzelim mi?" Bir an için dudaklarından çıkan sözleri engelleyemezken Yiğit yanlış bir şey söylediğini düşünerek duraksadı. Tedirgin bir şekilde konuştu. "Hoşuna gitmedi mi? Rahatsız olduysan..."

Neva, Yiğit sözlerini bitiremeden hızla reddetti. "Hayır hayır, sadece şaşırdım. Rahatsız olmadım."

Yiğit rahatlarken Neva devam etti sözlerine. "Tamam, sana haber vereceğim mutlaka için rahat olsun."

Birbirleriyle anlattıktan sonra sinemalara ulaştıklarında biletleri ve mısırlarını alarak salona ilerlediler. Yerlerine geçerek oturduktan sonra kocaman ekranda oynamaya başlayan filmi izlemeye koyuldular. Arada sırada Neva başını Yiğit'in omzuna yaslıyordu, Yiğit’te yanağını saçlarına yaslayıp huzuru iliklerine kadar hissediyordu. Film bahaneydi, yan yana olmak onları mutlu etmişti. Bundan sonra da yan yana olmak için ellerinden geleni yapacaklardı...

◔◔◔

Yazarın anlatımından Batuhan ve Burçe,

Batuhan taburdan içeri girerken derin bir iç çekti. Yanında Taner ve Soner vardı. Yiğit ise Neva ile buluşacakları için yanlarından ayrılmıştı.

"Hadi bunun sevdiği kadın ta Ankara'da görüşemiyorlar. Sen ne diye buradasın?" Soner, göz ucuyla Taner’e bakarken Taner kaşlarını çattı. "Nereye gideyim istiyorsun Soner?" diye çocuğun yüzüne bakarken Batuhan cevap verdi. "Dilek hanımın yanına."

Taner bir an için bunu düşünmüştü ama ne deyip gidecekti ki yanına. Bahanesi yoktu. O yüzden gitmeyip burada oturmayı seçmişti. Ayrıca içtiği çorbada iyi gelmişti. Ancak henüz bitirememişlerdi.

"Kadının işi gücü vardır." dedi nihayet. Soner ise tek kaşını kaldırdı. "Onun işi sensin bence, çorba bile getirdiğine göre." dediğinde Taner reddetti. "Ne alaka? İncelik yapmış, beni düşünmüş." dediğinde Batuhan güldü. "İncelik yapması düşündürücü zaten. Gerçi sende bu incelik karşısında biraz düştün gibi ama neyse." Soner Batuhan’ın söylediğine bıyık altından gülerken Taner iç çekerek baktı onlara. Haklılardı, etkilenmişti.

"Bu çorbaya dokunan olursa yakarım." diye Taner’i taklid etti Soner. Batuhan buna sesli bir şekilde gülerken Taner kaşlarını çatıp konuştu. "Ulan size de iyi eğlence çıktı." Öyle olmuştu, Tanerle uğraşmak çok keyifliydi. "Bu arada gerçekten lezzetliydi. Ellerine sağlık yengemin." dedi Batuhan daha da damarına basarak. Taner anında itiraz etti. "Ne yengesi lan? Bak kızın yanında da saçmalamayın şöyle şeyler." dediğinde Soner hızla araya girdi. "Ha yanımıza getireceksin yani, aileye girdi."

Taner onlarla daha fazla uğraşamayacağını anlayarak hızla yanlarından uzaklaşmaya başladı. Batuhan ve Soner arkasından gülerken Soner mırıldandı. "Bunlar olur benden söylemesi." Soner’in söylediğini onayladı Batuhan. "Aynen." Arkadaşlarını iyi tanıyorlardı. Onun da kafasının karışık olduğunu anlamışlardı. Ama yakında bu karışıklığın azalacağını ve her şeyin olacağına varacağını da biliyorlardı.

"Bende odama gidiyorum, Burçe’yi arayayım bir." dedi Batuhan. Soner onu onaylarken adımlarını odasına doğru attı.

Hiç beklemeden telefonundan Burçe’nin numarasını bulup tuşladı ve kulağına götürdü. Telefon birkaç çalışta açılırken Burçe’nin sımsıcak sesi duyuldu. "Efendim sevgilim?"

Batuhan istemsizce gülümserken hızlıca konuştu. "Nasılsın güzelim?" Burçe’nin sesini duymayı beklerken karşı taraftan işittiği erkek sesiyle afalladı birden. "Burçe şunu şuraya yapıştırıyorum." Hafiften kaşları çatılırken Burçe’nin onaylayan sesini duydu. "Orçun altına şunları da eklesene." Orçun, duyduğu bu ismi aklına kazırken Burçe’nin kendine hitaben konuştuğunu duydu. "İyiyim sevgilim, sunumumuz var bahsetmiştim ya onu hazırlıyorduk."

"Rahatsız ettim sanırsam.” Dedi Batuhan hiç beklemeden. Burçe itiraz etti. “Olur mu hiç öyle şey, sen daha bana iyi gelirsin.” Batuhan duyduğu cümlelerle gülümserken karşı taraftan yine Orçun’un sesi duyuldu. “Burçecim ben kahve alacağım, sana da alayım mı?” Batuhan’ın kaşları havalanırken içinde anlamsız bir kıskançlık duygusu oluşmasını engelleyemedi. “Olur, nasıl içtiğimi biliyorsun.”

Batuhan, Burçe’nin cevabıyla hayret ederken bir an için neden yanında değilim ki diye düşündü. Bu uzaklıktan nefret ediyordu. Evet ilk başta kendisi söylemişti ama şu an sabredemiyordu. “Burçecim?” diye Orçun’un cümlesini tekrar ederken ekledi. “Nasıl içtiğimi biliyorsun?”

Burçe duyduğu rahatsız ve kıskançlık dolu sesle hafifçe kaşlarını çattı. “Sınıf arkadaşım, dört yıldır aynı sınıftayız. İster istemez birbirimizi tanıyoruz.” Diye açıklama yaparken Batuhan keyifsiz bir tınıda mırıldandı. “Anladım.”

Burçe oturduğu yerden kalkıp üzerine şalını alırken kafenin dışına doğru ilerledi. Batuhan’ın rahatsızlığını anlamıştı ve şimdi konuşup içini rahatlatmak istiyordu. Bunu yaparken de baş başa olmak en iyisiydi. O yüzden dışarı çıktı. Kapının önündeyken konuştu. “Kıskançlık mı seziyorum ne?”

Batuhan bir anlığına duraksadı bu soruyla. Kıskanıyordu inkar edemezdi. Burçe ile hiç Ankara’da buluşmamışlardı. Kızın çevresini bilmiyordu, arkadaşlarını tanımıyordu. Evet Burçe sık sık bahsediyordu. Şununla çıktım, ders çalıştık gibisinden ama hiç yüz yüze görmemişti. Batuhan’ın aksine Burçe onun tüm yakınlarını, arkadaşlarını, çevresini biliyordu. Kıskanabileceği hiç kimse yoktu, aklı rahattı. Ama Batuhan’da tam tersiydi.

“Kıskanıyorum, evet.” Dedi inkar etmenin bir işe yaramayacağını bildiği için. Burçe telefonun ucundan gülümserken konuştu. “Kıskanacağın bir şey yok ama. Sınıftan bir arkadaşım yalnızca.” Dediğinde Batuhan ikna olmasa da uzatmak istemedi. Birbirlerinin yanında değillerken herhangi bir konuda tartışma çıkartmak istemiyordu. “Tamam, arkadaşın. Anladım.”

“Neden sesinden ikna olmadığını hissediyorum.” Dedikten sonra ekledi. “Bir gün Ankara’ya gelirsen sizi mutlaka tanıştırırım. Sende bir sorun olmadığını anlarsın. Zaten bir saate kadar işimiz biter, daha fazla durmam. İçin rahat olsun.” Dedi alttan almaya çalışarak. Batuhan kızın çabasını anlayıp iç çekerken Burçe tekrar konuştu. “Sen naptın?”

“Ne yapayım, tabura yeni geldim.” Dediğinde Burçe merakla konuştu. “Sizinkilerle mi çıktınız?” Aklı rahattı ama merak etmeden duramazdı. Batuhan hızlıca cevap verdi. “Bir karpuz meselesi vardı da. Karpuz aradık.” Dediğinde Burçe anladı hemen. “Ay Devrim yengemin canı mı çekmiş?” hevesle konuşurken Batuhan güldü. “Evet, ufaklık çok fena..”

“Yerim ben onu.” Dedi Burçe sevgiyle. Ardından ekledi. “Abim tabii sizi yollara döktü. Çok zevk almıştır eminim ki.” Dediğinde Batuhan onayladı. “Beni aradığında keyfi o kadar yerindeydi ki sorma.” Burçe güldü. “Bilirim bilirim.”

Aralarında birkaç saniyelik bir sessizlik oluştuğunda Batuhan konuştu. “Yarın göreve gidiyoruz biliyorsun, sabahtan seni ararım.” Dediğinde Burçe iç çekti. İşte şimdi içinde koskocaman bir sıkıntı baş göstermişti. Hem abisini hem sevdiği adamı beklemek çok zordu. Yengesini daha iyi anlıyordu böyle zamanlarda. “Ara tabii ki, bekleyeceğim aramanı.” Dedi içten bir sesle. Batuhan ile konuşmak için gerekirse uyumazdı.

Bu sözle gülümsedi Batuhan. Ardından konuştu. “Hadi sen içeri geç artık, üşütme.” Dediğinde Burçe telefonun ucunda gülümsedi. “Üşütmem, seninle konuşmayı seviyorum.” Dediğinde Batuhan’da gülümsedi. “Bende seviyorum. Hem seni hem de seninle konuşmayı.” Burçe içinin eridiğini hissederken başını yere doğru eğdi, gülümsemesi dişlerinin de göründüğü 32 diş gülüşe döndüğünde mırıldandı. “Bende seni seviyorum, hem de çok.”

Batuhan duyduğu cümle ile az önce kaçan keyfinin yerine geldiğini hissetti. Burçe’nin ağzından bu cümleleri duymayı seviyordu. “Daha fazla bekletme arkadaşını, madem az kaldı tutmayayım ben seni. Sonra yine konuşuruz. Hem kahvende soğumasın.” Dedi Batuhan hiç istemese de. Burçe lafın yine Orçun’a gelmesiyle konuştu. “O tamamlıyordur zaten, kahvemde soğusun. Senden önemli değil ya.” Batuhan bu cümlelerden daha da zevk alırken Burçe ekledi. “Ama tamam, gideyim de bir an önce bitsin. Zaten akşama az kaldı. Annem arar az sonra. Görüşürüz sevgilim.”

“Görüşelim güzelim, mümkünse hep.” Dediğinde Burçe sesli bir şekilde güldü. Batuhan kızın gülüşünü duyup görüntüsünü zihninde canlandırırken iç geçirdi. Onun gibi gülümserken konuştu. “Kapatıyorum.”

“Kapat.” Dedi Burçe. Ancak kapatamadı Batuhan. Birkaç saniye sessiz kalırken Burçe anlayarak konuştu. “Tamam ilk ben kapatıyorum.” Kıkırdayarak konuşurken Batuhan onayladı. “Kapat.”

“Seni seviyorum.” Dedi Burçe çabucak. Sonrasında da telefonu kapattı. Batuhan telefonu kulağından indirirken gülüşüne engel olamadı. Ekrandaki Burçe ile kendisinin fotoğrafına bakarken mırıldandı. “Bende seni seviyorum.”

Çok seviyordu. Şanslıydı ki duyguları karşılıklıydı. Çünkü Burçe’de onu çok seviyordu. İlk baştaki şüpheleri çoktan uçup gitmişti. Tüm kalbiyle, samimiyetiyle seviyordu Batuhan’ı, ona deli gibi aşıktı…

 

 

◔◔◔

Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,

Gece uykumun en tatlı yerinde hemen yanımda uzanan Pamir’in mırıldanmalarıyla gözlerimi aralamıştım. “Devrim, hayır!” Bir an için ne olduğunu anlamazken korku dolu sesiyle uykum iyice açılmıştı. “Oğlum!” Yattığım yerden yavaşça doğrulup Pamir’e doğru döndüğümde yüzünü buruşturduğunu, alnında nokta nokta terler biriktiğini görerek elimi koluna doğru yasladım. “Sevgilim, kâbus görüyorsun…”

Anlamsız mırıltıları hala daha devam ederken bedenini sarsarak konuştum. “Pamir, uyan hayatım.” Bizimle ilgili bir kabus görüyordu belli ki. Bir kez daha sarsacakken bileğimden sertçe tutup yattığı yerden doğrulması bir oldu. Bu hamleyi hiç beklemediğim için irkilirken o sırada Pamir hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Hala daha rüyanın gerçekliğinden kurtulamamış olacak ki etrafına dikkatli dikkatli bakarken bakışları birden bana doğru döndü.

Korku dolu gözlerle bana bakarken yutkundu. Gözleri bedenimde oyalanırken aradığını bulamamanın vermiş olduğu sevinçle gözlerini kapatıp başını geriye doğru attı. “Allah’ım çok şükür.” Eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra tekrardan bana bakıp hiç beklemeden bedenimi kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. O kadar sıkı sarılıyordu ki sanki bıraksa ondan gidecekmişim gibiydi. Burnunu saçlarıma yaslayıp kokumu içine çekerken yaslandığım göğsü alıp verdiği nefesle inip kalkıyordu.

“İyisin, iyisiniz.” Kendini inandırmak için konuşurken onayladım. “İyiyiz sevgilim.” Söylediğime ikna olsa da elini karnıma doğru yaslayıp aynı benim gibi oğlumuzdan güç almaya çalıştı. Elimi elinin üzerine yaslayarak burada olduğumuzu ona hissettirirken bir süre hiç kıpırdamadan sakinleşmesini bekledim.

Ne görmüştü bilmiyordum ama çok korkmuştu. Bizimle ilgili olduğu kesindi. Zaten bu aralar tuhaftı. İçinde, kendi kendine bir şeyler yaşıyordu ama ben anlayamıyordum. Yardımcı olamıyordum, destek olamıyordum. Sorduğumda geçiştiriyordu ama gergindi, tedirgindi. Korkuları vardı.

Sakinleştiğini hissettiğimde yavaşça başımı göğsünden kaldırdım. Gözlerine dikkatle baktığımda elalarının buğulandığını gördüm. Ne gördüğünü sorup onu tekrar o ana götürmek istemiyordum. O yüzden biraz daha rahatlaması için mutfağa gidip su almak üzere ayaklanacağım sırada mırıldandı. “Nereye gidiyorsun?”

“Su getireceğim sana, biraz sakinleşirsin.” Dediğimde küçük bir çocuk gibi başını iki yana salladı. “Gitme, sadece sana ihtiyacım var. Sen yanımda olursan sakinleşirim.” Söylediği cümleyle yutkunurken küçük bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Yatağa doğru uzanırken kolumu onun için açtım. “Gel o zaman.” Dediğimde bunu bekliyormuşçasına yanıma uzandı ve onun için açtığım kollarımın arasına girdi. Başını boyun girintime doğru sokarken kolunu karnıma doğru sardı.

Kolumu omzunun üzerinden saçlarına daldırıp yavaş yavaş okşarken iç geçirdi Pamir. Koynuma doğru iyice sokulurken saçlarına dudaklarımı yaslayarak öptüm. Sakin bir şekilde yatakta uzanırken mırıltısını duydum. “Bileğini acıttım mı? Birden temasını hissedince refleksle oldu.” Derken hemen kolunun üzerinde duran elimi tutarak dikkatle bileğime baktı. “Hayır, hiç acımadı.” Dedim yumuşak bir sesle. Pamir bir şey söylemeden dudaklarını bileğimin iç kısmına bastırdı. “Hiç acımasın canın.”

Söylediği cümle daha barışmadan, bir terörist tarafından neredeyse kaçırılacağım ama başaramadıkları gün bana söylediği cümlenin aklıma gelmesine neden olmuştu: ‘Emin ol senin canının yanması, hissettiğim kurşun yaralarından bile daha çok yaktı canımı. İyi ol Devrim, hep iyi ol’ Gözlerim istemsizce dolarken bir kez daha öptüm saçlarını. Bende o iyi olsun istiyordum.

Kaç dakika o şekilde durmuştuk bilmiyordum ama Pamir’in kokusu, tenimde gezinen elleri mayışmama ve sonrasında da uykuya dalmama neden olmuştu. Hamilelik nedeniyle uykuya çok fazla dayanamıyordum ne yazık ki.

Sabah olduğunda gözlerimi usulca araladım. Pamir’le uyuduğumuz pozisyonda uyanmayı beklerken öyle olmamıştı. Kollarımın arasından çıkmıştı, bense ona doğru yan bir şekilde yatmıştım. Gözlerimi aralar aralamaz bakışlarım âşık olduğum elalarla buluştuğunda hafifçe kaşlarım çatıldı. Gözleri kızarmıştı ve bu uyumadığını açıkça belli ediyordu. Bakışları uyanmamla birlikte huzurlu bir ifadeye bürünürken dudaklarındaki tebessümde görülmeye değerdi ama benim kafam uyumamasında kalmıştı.

“Günaydın…” boğuk sesiyle konuşurken karşılık verdim. “Günaydın.” Dedikten sonra dikkatle yüzüne bakarak ekledim. “Neden uyumadın?” endişeli bir şekilde gözlerine bakmaya devam ettim. Bugün operasyona çıkacaklardı ve belki günlerce uyumayacaktı. Nasıl dayanacaktı? Dinlenmesi gerekiyordu.

“Uyuyamadım.” Dedi keyifsiz bir tınıda. Bakışları yüzümde dolaşırken gülümsemesi büyüdü. “Uyku tutmayınca da güzeller güzeli karımı izleyeyim dedim.” Normalde bu söze düşerdim, eriyip biterdim ama hoşuma gitmemişti. “Ben mi rahatsız ettim seni, ondan mı uyuyamadın?” dedim merakla. Aslında gördüğü kabus yüzünden olduğunu biliyordum ama yine de sormadan edememiştim.

Pamir sorduğum soruyla hafifçe kaşlarını çattı. “Sen beni hiç rahatsız eder misin? Aksine bana iyi gelirsin. O nasıl laf öyle.” Söylediğim şeyin hoşuna gitmediğini belirtircesine konuşurken elini belime doğru atıp beni kendine çekti. Bedenlerimiz arasındaki mesafe sıfırlanırken sıkıca sarıldı bana. Bense konuştum. “Dinlenmen gerekiyordu ama, operasyona gideceksiniz.” Endişeli bir şekilde rahatsızlığımı dile getirirken Pamir cevap verdi. “Ben dinlendim zaten. Hem merak etme ben alışığım.”

Elbette endişelenirdim ama bunu ona söylemedim. Beni bu konuda ikna edemezdi. O yüzden kollarının arasında huzurlu dakikalar geçirmeyi tercih ederek kendimi ona bıraktım.

Dakikalar sonra yataktan kalktığımızda el birliğiyle kahvaltımızı hazırlayarak sohbet eşliğinde güzel bir kahvaltı yaptık. Hafta sonu olduğu için rahattım ancak bu rahatlığımın altında bastırdığım bir hüzün ve aynı zamanda endişe vardı. Onu her uğurladığımda bu korku içimde olurdu ama bu sefer ki daha da ağırdı sanki. Yine de bunu bastırarak birlikte geçirdiğimiz saatlerin keyfini çıkarmaya çalışıyordum.

Sabah kahvelerimizi içtikten sonra vaktin gelip çatmasıyla birlikte Pamir hazırlanmak üzere odamıza doğru geçmişti. Ayrılığın kapımızı çaldığını bilmek duygularımın kabarmasına neden olurken dudaklarımı birbirine bastırdım. Adımlarımızı odamıza doğru atarak kolumu kapının sövesine yaslayarak kocamı izlemeye koyuldum.

Pamir kazağını üzerine geçirip bana doğru baktığında yüzümdeki ifadeyi görerek başını omzuna doğru eğdi. “Bana öyle bakma ne olursun…” yalvarırcasına çıkan sesiyle gözlerim daha da dolarken yutkundum. “Elimde değil.” Ağlamaklı çıkan sesime karşılık bana doğru yaklaştı Pamir. Yüzümü avuçları arasına alıp gözlerimin içine baktı. “Uzun süreli bir ayrılık olmayacak sende biliyorsun..”

Öyleydi ama işleri belli olmuyordu. Daha da uzayabilirdi. Önceden olsa bir şekilde kendimi durdurabilirdim ama şimdi olmuyordu. Gözyaşlarım benden bağımsız akıyordu. “Yine de ayrılmak istemiyorum senden.” Diye nazlandığımda Pamir burukça baktı bana. Tamam gitmiyorum diyemezdi. Bunu biliyordum, yaptığım sadece canını sıkıyordu bunu da biliyordum ama her ihtimali deniyordum işte.

“Bende senden ayrılmak istemiyorum. Bu evden, bu yataktan, kokundan, teninden, oğlumuzdan ayrılmak istemiyorum ama mecburum.” Derken sesindeki hüznü saklayamadı. Özellikle de kabus gördüğü günün sabahı benden ayrılmak istemiyordu bunu biliyordum ama elden bir şey gelmiyordu. Daha fazla onu üzmemek adına burnumu çektim. “Sen bana bakma, hormonlar işte.”

Yüzünde tatlı bir tebessüm oluşurken yanağımdan makas aldı. “Sevsinler hormonlarını.” Bende onun gibi gülümsedim söylediği şeyle.

Oğlumuz kendini hatırlatmak istercesine hareketlenirken gülüşüm büyüdü. “Bak babası, oğlumuzda görüşürüz diyor sana.” Pamir elini karnıma doğru yaslarken hafifçe eğildi. Benim gibi o da hareketlerini hissederken ekledim. “Bir de seni seviyorum baba diyor.” Dediğimde Pamir dişlerini göstererek güldü. “Öyle mi diyor?” Başımı salladım sorusuna karşılık. “Hm Hm öyle söyledi.”

“Bende seni seviyorum babam.” Diyerek uzunca karnımı öptüğünde tebessümle izledim onu. Tekrar doğrulduğunda bakışlarımız buluştu. Beklentiyle gözlerine bakarken Pamir bunu anlayarak elini yanağıma yasladı. “Seni de seviyorum, hem de çok.” Dediğinde aşkla baktım gözlerine. “Bende seni çok seviyorum, bunu asla unutma tamam mı?” Pamir hafifçe kaşlarını çattı söylediğime. “Unutmam, şüphen mi var?”

Başımı iki yana salladım hızlıca. “Hayır ama içimden geldi öyle. Aklında hep bulunsun istedim.” Nereden çıktığını bende anlamamıştım ama içimden bir ses bunu söylememi söylemişti bende söylemiştim. “Hiç aklımdan çıkmıyorsun ki, bu da çıkmaz merak etme.” Dediğinde tatmin olarak gülümsedim. “İyi o zaman.”

Pamir kolundaki saate doğru baktığında vaktin geldiğini anlayarak iç geçirdim. Kapıya doğru ilerlerken peşinden ilerlerdim yavaş yavaş. Postallarını giyerek kabanını üzerine geçirirken keyifsizce izledim hazırlanışını. Tamam olduğunda bana doğru baktı. Kollarını benim için açtığında hiç beklemeden girdim kollarının arasına.

“Kendine çok dikkat et olur mu? Allah’a emanet ol.” Derken sesimin titremesini engelleyemedim. Pamir beni daha sıkı sararken onayladı. “Olurum, sende kendine de oğlumuza da iyi bak. Geldiğimde ikinizi de iyi görmek istiyorum.” Diye tembihlerken onayladım. “Hiç merak etme babası, biz iyi olacağız.”

Birbirimizden ayrıldığımızda Pamir tekrar konuştu. “Bir yere giderken Engin ile Mesut’u asla yanından ayırma olur mu? Mümkün olduğunca da tehlikeli davalara karışma. Aklım sizde kalmasın, gerçi bu biraz zor.” Derken sonlara doğru güldü. Gözlerinin içine bakarken onayladım. “Aklın kalmasın, elimden geldiğince dikkatli olacağım.” Dedim içini rahatlatmak için. Ancak bu işe yaramamıştı. Çünkü bakışlarında hala daha endişe, tedirginlik saklıydı.

“Öğünlerini atlama, suyunu mutlaka iç. Canın bir şey çekerse abin burada zaten. Ama o da giderse kapıdaki askerlere söyle ne bileyim.” Sıkıntılı bir şekilde konuşurken sözlerini devam ettirmesini engelledim. “Merak etme, Sinem’de kalacağım zaten. Canım çekerse o alır. Işık var, Ahsen var, Seray abla var, Neva var. Onlar bana iyi bakarlar.” Dediğimde Pamir ikna oldu.

Kapıyı aralayıp binanın koridoruna çıktı dakikalar sonra. Merdivenlere doğru ilerlerken bana doğru baktı son kez. Bakışlarım ondan bir saniye bile ayrılmadığı için anında göz göze gelirken elimi kaldırdım ve salladım gülümseyerek. Pamir benim gibi gülümseyerek baş selamı verirken merdivenlerden inmeye devam etti. Her bir basamak inişinde boğazıma yumru otururken gözden kaybolmasıyla birlikte yutkunamaz olmuştum.

Gözyaşlarım kendiliğinden akarken kapıyı kapatıp sırtımı kapıya doğru yasladım. Elimi kalbime doğru yaslayıp onlar için dua ederken aynı zamanda içimin ferahlaması için bir kez daha yalvarmıştım Allah’a. Bu sefer ayrılmak çok zor olmuştu, içimdeki sıkıntı büyüktü ve Pamir gibi bende korkuyordum…

*****

Depoda kamera yok, bu yüzden çocuklara ne yaptıkları belli değil. Depoya giden yolların Mobeselerine bakıldığında Can’ı kaçıran araçla aynı model ve renkte bir araç tespit edildi. Ancak plakası farklı elbette.” Cenk önündeki dosyadan buldukları şeyleri bana, Kubilay savcıya ve Alper komisere aktarırken dikkatle dinledim onu.

Otopsi sonuçları çıkmıştı, tahmin edildiği gibi çocukların organları alınmıştı. Kanlarında uyuşturucu tespit edilmemişti ancak kollarındaki izlerden enjekte ettikleri ilaca eser miktarda ulaşılmıştı. İlacın amacı çocukları uyuşturmak ve uyutmaktı. En azından acısız ölmüşlerdi, yani öyle umuyordum. Bugün ailelerine haber verilmişti. Teşhis için.

“Çocukların evleri, okulları etrafındaki kameralarda incelenmeye başlansın. Aynı araç mı kaçırmış görelim.” Dediğimde Cenk beni onayladı.

Diğer şehirlerden istediğimiz belgeler henüz gelmemişti. Ancak gelmesi an meselesiydi. Zaten maktullerin kimlikleri belli olmuştu. İçlerinden 3’ü Hakkâri sınırları içerisinde oturuyordu. Bunlardan 1’i yetiştirme yurdunda kalıyordu. 1’i zaten Can’dı. Diğer çocuğun ise ailesi kayıp ihbarı vermemişti. Bu da garipti. Diğer ikisinin ikametgahı Şırnak’tan çıkmıştı. Bu da demek oluyordu ki gerçekten diğer tüm illerden çocuk kaçırmaya başlamışlardı.

Odanın kapısı çalındığında komutumuzla birlikte içeri bir polis memuru girdi. Elindeki dosyalardan birazını bana uzatırken birazını da Kubilay savcıya uzattı ve açıklama yaptı. “Savcım istediğiniz belgeleri şimdi faksladı kalem müdürünüz.” Tam zamanında gelmişti. “Teşekkür ederiz.”

Polis memuru odadan çıkarken bana verdiği belgelere göz attım. Kayıp ihbarı bulunan çocukların listesiydi bu ve lise epey kalabalıktı. Gördüğüm 2 tanıdık isimle birlikte masanın üzerindeki fosforlu kalemi alıp üzerlerini çizdim. Bu ikisi bizim bulduğumuz çocuklardı.

“Şerefsizler, ne istiyorlar çocuklardan?” Cenk sinirli sinirli konuşurken Alper girdi araya. “Güçleri bize yetmiyor, çocuklara saldırıyorlar.” Haklıydı. Güvenlik güçlerimizle uğraşamayıp masumlara saldırıyorlardı. Her zaman yaptıkları şey buydu zaten.

“Depoda ele geçirilen adamlardan bir şey çıktı mı savcım?” dedim merakla. Kubilay savcı başını iki yana salladı. “Bildiğimiz şeyleri zırvalayıp durdular. Bir şey bilmiyorlarmış, sözde orada depoyu korumakla görevlendirilmişler ama yersen. Organlarını aldıklarına göre organ kaçakçılığı üzerinde hemfikiriz ama aldıkları organları nereye götürdüler, ne yaptılar, kimle götürdüler, organları kim çıkardı bunlar tam bir muamma.”

Söylediği cümlelerle içime büyük bir sıkıntı çöktü. Gerçekten elimizde hiçbir şey yoktu. “Depoya giden yolların kameralarında dikkat çeken araç falan olmadı mı?” dediğimde Cenk reddetti. “Olumsuz savcım, her araç seyrindeydi. Çocukları kaçıran o araçta yoktu.” Dediğinde iç çektim. Araç zaten deponun önündeydi. İncelenmeye başlanmıştı ama bir sonuç çıkmayacaktı.

Binlerce araç geçmişti aynı yerden. Hangi birisi sorgulanırdı ki? Resmen samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi bu.

“Aileler teşhis ederken siz yanlarında olur musunuz savcım?” dedim ricada bulunarak. Onların yanında duracak, acılarına ortak olacak gücü kendimde bulamıyordum. O an orada bulunursam bir daha nasıl toparlanırdım hiç bilmiyordum. Kubilay savcı onayladı hızlıca. “Tabii ki ben ilgilenirim savcım, siz işin dosya kısımlarına bakın. Diğer adliyelere bu kaçırılma olayıyla ilgili bilgi geçilmesi gerekiyor, onlarda daha hummalı bir çalışmaya girerler böylece. O çocukları sağ salim bulmak boynumuzun borcu.”

“Tabii bulabilirsek.” Dedi Alper komiser. Kubilay savcının da benim de bakışlarım da ona döndüğünde başını yere doğru eğdi. Kızamazdım çünkü haklıydı. Can’ı sağ salim bulamamıştım, bulamamıştık. O çocuklara da geç kalmış olabilirdik. Çünkü kaçırıldıkları tarih epey uzaktı. Bir hafta içinde işlerini hallediyorlardı.

Çok acıydı gerçekten, liste çok uzundu. Onca aile, onca yuva yıkılacaktı. Hele ki çocuklarının nasıl öldüğünü, ne için öldüğünü bilmek daha da yıkacaktı onları. O acıya nasıl dayanılırdı hiç bilmiyordum. Bu davanın bir anne adayıyken gelmesi hiç hoş olmamıştı. İstemesem bile onlarla empati kuruyordum ve bu çok can yakıcı oluyordu.

“Bizde kayıp olan çocukların fotoğraflarını falan ekiplerimize dağıtalım, sınırlarda polisler çevirmeye başlasın. Özellikle bunun gibi depo olan yerlerde, sınıra yakın çevrelerdeki otoyollarda, herhangi ormanlık alana giden yerlerde ekiplerimiz çevirmeye başlasın insanları. Özellikle şüpheli gördüklerini. Birçok ekip görevlendir, adam akıllı arabaları arasınlar.” Dedim sertçe. Cenk beni onaylarken oturduğum yerden kalktım. “Bende adliyeye geçip diğer illere gönderilecek yazıları yazayım. Size de bir kopyasını atarım savcım.”

Kubilay savcı benim gibi oturduğu yerden kalkarken onayladı. “Kolay gelsin.” Dedikten sonra bana elini uzattı. Tokalaştıktan sonra kabanımı ve çantamı alarak odadan çıktım. Bu davada çok iş bekliyordu bizi.

Beni bekleyen Mesut ve Engin’in yanına ilerleyerek adliyeye gideceğimizi söyleyerek aracıma bindim. Çantamdaki telefonumu çıkartarak mesajlaşma uygulamasına girdim ve ekrana baktım. Pamir’e attığım mesajlar hala daha okunmamıştı. 2 hafta olmuştu bugün. Bir kere konuşabilmiştik. O da göreve gittikten 2 gün sonra falandı. Ondan sonra bir daha konuşmamıştık. Çok özlemiştim ama sabretmeye çalışıyordum.

Bakışlarımı telefondan çekip elimi karnıma yasladım. Oğlumuz 5 aylık olmuştu artık. Onunla aynı bedende olacağımız 4 ayımız kalmıştı. Daha süre vardı ama şimdiden bir telaş kaplamıştı içimi. Umuyordum ki kazasız belasız atlatabilirdik bu süreci.

Gözlerimi kapatmış dinlenirken arabanın hızlanmaya başladığını hissetmemle gözlerimi araladım. Bakışlarım ön koltuklarda oturan Mesut ve Engin’e kaydığında Mesut’un dikkatle arabayı kullandığını, Engin’in ise dikiz aynasından arkayı kontrol ettiğini gördüm ve epey tedirgin duruyordu. “Neler oluyor?”

“Endişelenmeyin savcım, takip ediliyoruz.” Duyduğum cümleyle kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlı hızlı atarken Engin elindeki telsize hitaben konuştu. “Takip ediliyoruz.” Telsizden cevap gecikmedi. “Arkanızdayız.” Kaşlarımı çatmış ne olduğunu sorgulamaya çalışırken arkamızdaki aracın hızını artırıp yanımıza doğru geçtiğini gördüm. Mesut gaza daha da bassa da yanımızdaki araçta aynı şekilde hızlanıyordu.

Anladığım kadarıyla Mesut ve Engin dışında da başka kişiler vardı güvenliğimden sorumlu olan. Pamir ayarlamıştı. Tedirgindi, gergindi. Anlamış mıydı bunu yapacaklarını?

Düşüncelerim yaptığımız anı frenle yok olurken öne doğru savruldum. Kalbim korkudan ve heyecandan güm güm atarken sakin olmaya çalıştım ancak mümkün değildi. Önümüzü kesen araca bakarken birden ellerindeki taramalı tüfeklerle arabaya doğru ateş etmeye başlamalarıyla hızla kendimi iki koltuğun arasına attım. Silah sesleri kulaklarımı doldururken elimle kulaklarımı kapattım.

Mesut ve Engin araçtan çıkıp karşılık verirken korkuyla yerime sindim. Korkuyordum. Tek başıma olsam korkmazdım ama oğlum için korkuyordum. Panik tüm bedenimi sarmaya başlamıştı çoktan. Çantamdan silahımı çıkarttıktan sonra telefonumu alıp hızlıca Cenk’i arayıp kulağıma götürdüm. Telefon birkaç çalışta açılırken konuşmaya çalıştım. “Cenk saldırıya uğ-“ Sözlerim açılan kapımla kesilirken elimden telefon aniden çekildi.

Başıma dayanan metali hissetmemle birlikte korkuyla yutkundum. “İn savcı.” Sert ve tahammülsüz çıkan sesle birkaç saniye duraksadım. Adamın hiç beklemediği bir anda ona dönerek silahı ateşlediğimde kalbinden vurularak yeri boylaması hızlı oldu. En azından içlerinden birinden kurtulmuştuk. Ancak yerine yenisinin gelmesi zor olmamıştı. Hem sağ hem sol kapıdan bana doğrultulmuş namluları görmemle titrek bir nefes verdim. Mesut ve Engin neredeydi?

Korktuğum şeyin olmaması için içimden dua ederken kapıda dikilen adamın sesini duydum. “İn savcı, sakın ateş etmeye kalkma. Yoksa olacaklardan biz sorumlu değiliz.” Oturduğum yerden dikkatlice kalkarken kolumdan tutularak aniden dışarı doğru çekildim. “Bırak hayvan!” Kolumu kurtarmaya çalışırken adam beni hiç dinlemeden araban çıkmamı sağladı.

Bakışlarım arabamın yanında yatan Mesut’a takıldığında nefesim boğazımda düğümlendi. Göğsü kan içinde kalmıştı. Arabanın diğer tarafında yatan Engin’i de gördüğümde bu sefer kalbimin acıdan kasılmasına engel olamadım. Hareket etmiyorlardı, çoktan şahadet şerbetlerini içmişler miydi?

Bakmak için adamın elinden kurtulmak için hamle yaptığımda kolumu sertçe tutmaya devam etti. “Boşuna bakma savcı. Çoktan eşek cennetini boyladılar.” Dediği anda dişlerimi sıktım. O böyle konuştukça içimdeki hırs artıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. “Sizde cehennemin kapısını aşındıracaksınız hiç merak etmeyin piç kuruları.”

Gözlerim dolarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Umuyordum ki sadece vurulmanın etkisiyle öyle cansız yatıyorlardı. Peki arkanızdayız diyen o kişiler neredeydi? Arabamın arkasına doğru baktığımda siyah sedan bir araç daha olduğunu gördüm ve onun hizasında da birçok kişi yatıyordu. Hepsi benim için canlarından olmuştu belki de. Ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşardım?

Çok kişilerdi, üzerlerinde siyah kamuflajlar olan ben eğitimli paralı askerim diye bağıran adamlarla çevrilmişti her yer. Gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdi korumalarımı. Belki de ölmemişlerdi bilmiyordum ama bu halde olmaları bile canımın yanması için geçerli bir sebepti. Elimde bir silah vardı ama hangi birini vurabilirdim bilmiyordum. Profesyonel değildim. Birini vurup diğerine geçsem beni imha ederlerdi ve ben ilk defa canımı düşünmek zorundaydım. Şimdi burada ölsem umurumda olmazdı ama oğlumu düşünmem gerekiyordu.

“Ne istiyorsunuz benden?” dedim güçlü durmaya çalışarak. Belli ki istedikleri bir şey vardı. Yine mi davayı kapatmamı isteyeceklerdi? Yine mi süreceklerdi beni? Ne istiyorlardı? Tedirgin gözlerle onlara doğru bakarken adam uzanarak silahımı aldı. “Nadya Hanım seni görmek istiyor. Gidelim.”

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi? Çiftler, davalar iç içeydi..

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? Hoşunuza gitti mi? Bebeğimizin odasını da hazırladık sayılır. Sizce Pamir ne gördü de bu kadar korktu?

‣‣‣ Burçe ve Batuhan sahnesi nasıldı? Ufak ufak kıskançlıklar vardı eheheh.

‣‣‣ Yiğit ve Neva çok güzel oldular, sizce? Böyle böyle dolu dizgin aşklarını yaşayacaklar inşallah.

‣‣‣ Davayla ilgili sahneleri de okuduk, özellikle ilk sahne benim hoşuma gitti yazarken. Siz ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Gelelim bölüm sonuna, sizce neler olacak? Var mı tahmininiz?

Bu hafta finallerim başlıyor o sebepten önümüzdeki iki hafta bölüm gelmeyecek ne yazık ki. Ancak finallerden sonra okula giden okuyucularım gibi bende tatile giriyorum. Bölümü tamamladıktan sonra hafta içi de atabilirim. Şimdiden haber vereyim istedim.

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum.

Bölüm : 04.01.2025 14:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...