🖇️Herkese selamlar, nasılsınız?
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim…
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen:) Finale doğru giderken birbirimizi üzmeyelim artık son bölümlerdeyiz. Bence oyu ve yorumu hak ediyor diye düşünüyorum… Lütfen…
44. Bölüm
“Cezaevinde tek kişilik hücrede tutulan terör örgütü üyesi eski savcı Volkan Tanrısever için arıyorum.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bildiğim kadarıyla bir sorun yoktu. İtinayla koruma altında tutuluyordu. “Volkan Tanrısever bir şeyler itiraf edeceğinden bahsetti ancak sadece size itiraf edeceğini beyan etti. O yüzden aramak durumunda kaldık.”
Algıladığım cümleler kaşlarımın daha da çatılmasına neden olurken bir an için ne cevap vermem gerektiğini bilemedim. Hapse girmeden önce yaptığımız sorguda her şeyi itiraf ettiğini düşünmüştük ancak bitmemişti belli ki.
“Başsavcımla konuşup geleceğim savcım.” Dediğimde karşı taraftan cevap gecikmedi. “Ne zaman gelirseniz savcım, vakit problemimiz yok. İyi günler dilerim.” Teşekkürlerimi ileterek telefonu kapattım. Buraya getirtemezdik. Buraya getirtirken kaçırılmayacağının garantisi yoktu ya da öldürülmeyeceğinin. O yüzden onu oradan çıkartmadan benim gitmem en makul olanıydı.
Oturduğum yerden ayağa kalktıktan sonra direkt olarak odadan çıkıp başsavcımın odasına doğru ilerledim. Ona da danışmam gerekiyordu. Kendi kafama göre iş yapmak olmazdı. Odasına ulaşıp kapıyı tıklattığımda gerekli komutu alarak odadan içeri girdim. Muhammed başsavcı odaya girmemle başını dosyadan kaldırırken direkt olarak konuya girdim.
“Savcım biraz önce cezaevinden Sezgin savcı ile konuştum, Volkan Tanrısever bir şeyler itiraf edeceğini ancak yalnızca bana söyleyeceğini beyan etmiş. İzninizle gitmek istiyorum.” Dediğimde kaşlarını çattı başsavcı. “Her şeyi itiraf etmemiş miydi? Şimdi neyi itiraf edebilir?” dediğinde bilmiyorum dercesine başımı iki yana salladım. “Gidince öğreneceğiz savcım, belli ki örgütle ilgili yeni bilgiler verecek.”
“Tamam Devrim savcım, gidin. Örgütle ilgili bilgi verirse Kubilay savcı ile bağlantı kurarız.” Dediğinde onayladım. “İyi mesailer.” Diyerek odadan çıktıktan sonra kendi odama ilerledim tekrardan. Kabanımı ve çantamı alarak odadan çıktıktan sonra hızlı adımlarla adliyeden dışarı çıktım. Merak duygusu içimi kemirmeye başlamıştı çoktan.
Hazır olarak bekleyen aracıma binerek cezaevine gideceğimi söylediğimde Mesut ve Engin tarafından sorgulanan bakışlar altında kalmıştım. Bir yılı geçmişti buraya geleli ve geldiğimden beridir ilk defa gidiyordum oraya. Bundandı şaşkınlıkları. Yine de başka bir şey söylemeyip istediğim yere götürürlerken çantamdan suyumu çıkartıp içtim ve rahatlamaya çalıştım. Yol boyunca elim karnımda oğlumla gerginliğimi atmaya çalıştım.
Cezaevine geldiğimizde araçtan inerek derin bir nefes aldım. Buranın havasını hiç sevmemiştim. Umarım bir daha gelmek zorunda kalmazdım. Mesut ve Engin kapıda beni beklerken kapıdan içeri girdim. Elimdeki savcı kimliğini nöbetçi olarak bekleyen jandarmaya göstererek konuştum. “Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan. Sezgin savcının geleceğimden haberi var, Volkan Tanrısever ile görüşeceğim.”
Jandarma oturduğu yerden ayağa kalkarken masada bulunan telefonundan muhtemelen Sezgin savcıyı aradı. “Savcım, Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan geldi. Volkan Tanrısever ile görüşmek istiyor.” Diye açıklama yaptığında karşıdan olumlu cevap almış olacak ki saygı çerçevesinde cevap vererek telefonu kapattı. “Emredersiniz savcım.”
Bakışları bana doğru döndüğünde eliyle içeriyi işaret etti. “Buyurun savcım, düz gidin. Orada sizi karşılayacaklar.” Dediğinde onayladım. Gergin adımlarla söylediği yere doğru ilerlerken başka bir jandarma personeli beni karşıladı. Loş ışığın aydınlattığı koridorda yan yana ilerlerken görüş odası olduğunu düşündüğüm kısma geldiğimizde jandarma eliyle içeriyi işaret etti. “Buyurun savcım, Volkan Tanrısever’i getiriyorum şimdi.”
Odadan içeri girdiğimde yan yana dizilmiş birçok masa ve sandalye dikkatimi çekti. Kim bilir burada buluşan kimler kimler vardı. Gerçek suçlular, kader mahkumları, aileleri… Düşününce tüyler ürperten bir yerdi. Kim bilir şu duvarlar nelere şahit olmuştu. Cebimden telefonumu çıkartıp ses kaydını açtım ve kabanımın cebine koydum. Konuşmaları kaydetmek her açıdan daha iyi olurdu. Ellerimi arkamda birleştirip kapıya doğru arkamı dönmüşken gıcırtıyla açılan kapıyı duydum. Bakışlarımı kapıya doğru çevirdiğimde bakışlarım direkt olarak Volkan ile buluştu.
Zayıflamıştı, epey çökmüştü. Onu ilk tanıdığım halinden eser yoktu. Ama acıyacak değildim, sonuçlarını bilerek seçmişti örgütle iş birliği yapmayı. Şimdi de cezasına katlanacaktı ve belli ki katlanıyordu.
“Sende kal burada.” Diyerek Volkan’ın yanında dikilen jandarmaya baktım. Ardından bakışlarım Volkan’ın eline kaydı. Kelepçeler takılıydı. Bu içimi biraz olsun rahatlatmıştı. Karşımda bir suçlu vardı. Kendim olsam bir sorun olmazdı ama söz konusu bebeğim olduğunda önemleri üst seviyeye çıkartmak daha doğruydu. Ayrıca herhangi bir sorunda jandarmanın da burada olduğunu söyleyerek tanık olarak kullanabilirdim. “Emredersiniz savcım.”
“Korkuyor musunuz sayın savcım?” Volkan alaylı bir şekilde konuşurken dik dik suratına baktım. Korkuyordum, bu doğruydu ama bunu ona belli etmeyecektim elbette. “Senin gibi itlerin ne yapacağı belli olmaz.” Dedim bende alaylı bir şekilde. Yüzündeki alaylı gülüş suratında donup kalırken ona hiç yaklaşmadan konuştum. “Konuş ne konuşacaksan, senin gibi vaktim bol değil. Malum ülkede senin gibi çok kişi var.”
“Önce bir oturalım savcı hanım.” Dedi Volkan pişkin pişkin dediklerimi umursamadan. Bu huyundan hiç vazgeçmemişti belli ki. Benim bir şey söylememi beklemeden boş olan sandalyelerden birine oturup kelepçeli olan ellerini masanın üzerine çıkardı ve birbirine birleştirdi. Bakışları benim üzerimdeyken ben oturmadım. Yalnızca birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kısalttım. Yine de aramızda epey mesafe vardı. Böyle olması daha iyiydi.
Dik dik ve nefretle bakmaya devam ettim suratına. Bir vatan haininden ne kadar nefret ediliyorsa o kadar nefret ediyordum ondan. Acıyordum. Koskoca savcıyken para için sattığı şerefine acıyordum. Devletin saygın bir savcısıyken şimdi acınası bir mahkumdu. Ne oldum demeyecekti işte insan ne olacağım diyecekti.
“Nadya…” diye söze başladığında kaşlarım çatıldı. Pamir döndüğünde gönderilen fotoğraftaki, Pamir’in yakalattığı kadındı. Silah temin ediyordu örgüte. “Tanıyorsun değil mi? Kocanın yakalattığı kadın.” Dediğinde boş boş suratına baktım. Evlendiğimizi nereden öğrendiğini sorguladım bir an için ancak parmağımdaki yüzüklerden bunu çıkarması zor değildi. Üzerimde kaban olduğu için karnımı göremiyordu.
O ise devam etti sözlerine. “Yeni bir plan için hazırlanıyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Ama çok önceden planlanmaya başlamıştı.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “TSK’den herhangi biriyle bunu konuşabilirdin, beni bunun için mi çağırdın?”
Bu konu bizim alanımıza girmiyordu. Pamir’i çağırtsa daha kolay olurdu her şey. Daha çabuk yol alırlardı. “Bir tek sana güveniyorum.” Dediğinde yüzümde mimik oynamadı. Ancak merak ettiğim soruyu dile getirdim. “Neden şimdi anlatıyorsun bunu? Sana defalarca kez sorduk tutuklanmadan önce. Neden şimdi?”
“Orada daha fazla bilgi versem beni yaşatırlar mı sanıyordun? Tek hain ben miydim sence içeride? Hadi ama Devrim, sen zeki bir kadınsın.” Derken sesinden taşan hayranlıkla midemin bulandığını hissettim. En başından beri bana karşı niyetini belli etmişti de hala daha buna devam etmesi iğrençti. Onun hayranlığına falan ihtiyacım yoktu. “Zeki olup olmamam seni bağlamaz. İsim ver!” dedim sertçe.
İçeride başka bir hain daha vardı yani. “Adliyede mi, emniyette mi?” dedim tekrardan. Aynı zamanda çantamdaki küçük not defterini çıkardım söyleyebileceği en küçük şeyi not etmek için. Volkan ciddileşerek bana doğru baktı. “10052……” tane tane söylediği sayılarla birlikte ciddi bir şekilde dinleyerek sayıları deftere yazdım. Muhtemelen T.C. kimlik numarasıydı bu. Bu kimlik numarasını araştırdığımızda her şey açığa çıkacaktı. İçerideki haini bulacaktık.
“Nadya’nın yeni planından bahset.” Dediğimde Volkan yutkundu. “Detaylı şeyler bilmiyorum ama büyük bir plan. Örgütün gizli evlerinden birine gittiğimde defterlerden birinde görmüştüm. Örgüte para getirecek şeyler planlıyorlar. Silah konusunda zaten sıkıntıları yok, dış güçler sağ olsunlar besliyorlar. Ancak daha çok para lazım. Yaptığınız uyuşturucu baskınında büyük vurgun yediler. Epey para kaybettiler. Bunun için o para getirecek şeyleri işleme sokmuş olmalılar. Belki organ kaçakçılığı, çocuk ticareti, fuhuş. Yapacaklarının sınırı yok sende biliyorsun bunu.”
Yaparlardı, her şeyi yapabilirlerdi. Ülkeyi bitirmeye o kadar odaklanmışlardı ki ellerinden geleni artlarına koymazlardı. Uyuşturucu en büyük para kaynaklarıydı. Uzun süredir iç işleri bu konuda çalışıyordu. Epey baskın yemişlerdi. Volkan bu konuda haklı olabilirdi. Bahsettiği şeyler doğruysa çok büyük şeyler dönüyordu. Aynı zamanda örgütün elemana da ihtiyacı vardı, bunun içinde çocukları veya gençleri alıkoyabilirlerdi. Özellikle sınıra yakın bölgelerde.
Tüm bunlar zihnimde dolaşırken aklıma gelen şeyle irkildim. Can’ı bu yüzden kaçırmış olabilirler miydi? Böyle bir şey söz konusuyla tek bir çocukla da kalmayacaklardı. Birden fazla kişi tehlike altında demekti.
“Söylediklerim mantıklı geldi değil mi?” dedi Volkan sakin bir sesle. İlk defa sesinde alay yoktu ve ciddiydi. Gerçekten söyledikleri doğruysa korkunçtu. “Önlem alın.” Dedi kendinden emin bir sesle.
Bu söylediğiyle gözlerimi devirdim. Sanki kendisi onlara çalışmamış gibi şimdi konuşuyordu. “Dedi bir zamanlar örgüte çalışıp onlarla iş birliği yapan savcı.” Dedim tahammülsüz bir şekilde. Oturduğu masaya yaklaşıp ellerimi masaya yasladım ve yüzüne doğru eğildim. “Teşekkür beklemiyorsun umarım. Şimdi bu ülkeye yardım etmen bir şeyi değiştirmiyor, ihaneti en başta ettin zaten. Yani bize bilgi vermen adi bir terörist olduğun gerçeğini değiştirmiyor.”
Bu söylediklerimle dişlerini sıktı Volkan. Ancak başını da yere doğru eğdi. Belli ki utanıyordu. Ellerimi masadan çektim ve tekrar konuştum. “O defterde başka ne gördün, anlat!” dediğimde Volkan bir süre düşündü. İster örgütle olsun isterse başka bir konuyla ilgili olsun önemli meselelerdi bunlar. “Size söyleyebileceğim sadece birkaç adres, belki orada bulursunuz yapılan planlarla ilgili şeyleri.”
“Adresi ver.” Derken tekrar deftere yöneldim. Volkan hiç itiraz etmeden iki yerin adresini verdiğinde okunaklı bir şekilde adresleri yazdım. Buraları temizlemek TSK’nın işiydi. Volkan’ın başka bir şey söylemeyeceğini anladığımda defterimi çantama koyarak kapıya doğru ilerledim.
O sırada arkamdan sesini duydum. “Devrim…” Acı çeker bir sesle ismimi zikrettiğinde ona doğru dönmedim ama adımlarım sekteye uğradı. Volkan devam etti sözlerine. “Telafisi olmayacak biliyorum ama yaşattığım her şey için özür dilerim, bu hayatta kaybedeceğim hiçbir şey yoktu. Ülkemi satmayı seçtim. Belki bir ailem olsaydı böyle olmazdı ya da beni seven biri. Bana hırsın doğru olmadığını gösteren, içimdeki hırsı sevgisiyle söndüren biri olsaydı böyle olmazdı... Yine de tüm bunlar benim suçum biliyorum. Beni terörist olarak görüyorsun bunu da biliyorum ama pişmanım, şimdi zamanı geriye alabilsem asla onlarla iş birliği yapmazdım. Bunu da böyle bil. Umarım size yardımcı olabilirim. Kurduğun ailenle birlikte mutlu olursun umarım, kendine dikkat et.”
Normal biri olsaydı karşımdaki, terörist olmasaydı mesela söyledikleriyle duygulanıp ağlayabilirdim. Ama yine de pişmanlığını anlamıştım. İyi bir oyuncuydu belki de, insanların içini bilemezdik ama söylediklerinde samimi olduğunu sezmiştim. Yine de umurumda değildi. Her şey farklı olsaydı mesela, Pamirle uğraşmamış olsaydı, beni taciz etmeseydi, terörist olmasaydı arkadaşım olmasını isterdim ancak bütün bunlar için çok geçti.
Bir şey söylemeden kapıdan çıktığında derin bir nefes aldım. Söylediklerinden 2 şey çıkarmıştım. 1.si Nadya önemli şeyler planlıyordu, örgüte para ve üye lazımdı. Bu mesele Can ile ilgili olabilirdi. 2.si verilen adreslerde bu konuyla ilgili daha fazla bilgi bulabilirdik. Yani yine TSK ile iş birliği yapmamız gerekiyordu. Aldığım ses kaydını ifade olarak temize çektiğimizde öncelik Sezgin savcı olmak üzere iç işlerini de bilgilendirecektik. Ancak elimde adresler varken direkt olarak tabura gidip Baran Albay’ı bu konu hakkında bilgilendirmek istiyordum. Tabii ki Kubilay savcıyla birlikte. Ses kaydını kapatıp koridorda ilerlemeye başladım.
Girişteki jandarmanın yanına ulaştığımda jandarma bana bakarak konuştu. “Savcım, Volkan Tanrısever ile görüştüğünüze dair şuraya bir imza alabilir miyim?” Bu gerekli bir prosedürdü. İmzamı attıktan sonra Volkan’ı daha önce ziyaret eden biri var mı diye baktığımda avukatı dışında kimsenin gelmediğini gördüm. Gerçekten kimsesizdi.
Ardından aklıma gelen şeyle konuştum. “Nadya Larson’un kayıtlarını da görebilir miyim?” Görevli hızlıca istediğim ismin kayıtlarını açarken dikkatle baktım kimlerin geldiğine. Tanıdık birileri var mı diye bakarken gördüğüm isim ve imza ile yutkunamadım; 20.03.2025 - 11.45 Pamir Arslan.
Mesajlaştığımız gündü. Bana toplantıya giriyorum demişti. Toplantıya gireceği saatte buraya gelmişti. Yani yalan söylemişti ve ben tesadüfen buraya gelip kayıtları incelemesem haberim olmayacaktı. Yine de görev gizliliği açısından böyle söylediği ihtimali aklımdaydı. Başımda bekleyen jandarmaya bir şey belli etmeden genzimi temizledim. “Teşekkürler, iyi mesailer.”
“Sağ olun savcım.” Jandarma arkamdan cevap verirken beklemeden cezaevinden çıktım. Dışarı çıktığım gibi derin bir nefes alıp vererek kendime gelmeye çalıştım. Buranın havası, Volkan’ın söyledikleri midemi bulandırmaya yetmişti çoktan. Bir yandan Pamir’in neden buraya geldiği, bir yandan Can meselesi zihnim allak bullak olmuştu çoktan ve başımda yine hiç istemediğim bir ağrı oluşmuştu.
Arabaya ilerlerken kapımı açan Engin’e karşılık konuştum. “Özel kuvvetler taburuna gidiyoruz.” Aracın içine bindiğimde Engin ve Mesutta yerlerine geçerek aracı çalıştırdılar. Yola koyulduğumuzda ilk iş olarak başsavcımı arayarak Volkan’ın söylediklerini özetledim. Ondan gerekli izni aldığımda Kubilay savcıyı durumdan haberdar ederek tabura gelmesini rica ettim. Sonrasında da Tuna beye ses kaydını göndererek temize çekmesini, sonra da bir kopyasını benim masama bırakıp başsavcıma teslim etmesini söyledim. En son Baran Albay’a önemli bir mesele olduğunu ve taburdan iki timi toplantı için toplamasını rica ederek telefon konuşmalarımı sonlandırdım. Elimizde iki adres olduğu için iki taraflı operasyon yapılması doğru olurdu.
Zaten tüm bunları hallettiğimde aracım tabura giriş yapmıştı. Aracımdan inip hızlı adımlarla binaya gireceğim sırada Kubilay savcının da geldiğini gördüm. “Merhaba savcım, sizinle tekrar görüşmek bir şeref.” Kubilay savcının sözleriyle küçük bir tebessüm ettim. “Sizinle de öyle savcım, yine bir şekilde yollarımız kesişti.” Dediğimde Kubilay savcı onayladı. “Bu pislikler bitmediği sürece bu devam edecek gibi duruyor.”
Sohbetimizi kısa keserek harekât merkezine doğru ilerlediğimizde merkezin önündeki asker elindeki kartı okutarak kapıyı açtı. Uzun masanın etrafında toplanmış olan tüm gözler açılan kapıya kaydığında benim bakışlarımda elalara doğru kaydı. Baran Albay yine beni şaşırtmayarak Pamir’in timini seçmişti ve tabii diğer timde ne tesadüf ki abimlerdi. Bizi gördükleri gibi hepsi ayağa kalkarken Kubilay savcı ile arkalı önlü bir şekilde girdik içeriye.
Pamir hem şaşkın hem de meraklı bir şekilde bana bakarken bir yandan da gözlerinin arkasında gizlediği endişesi vardı. “Devrim?” deyip duraksadıktan sonra kendini düzeltti. “Devrim savcım?” Burada ne işin var dercesine söylemişti bunu. Bense ciddiliğimi koruyarak cevap verdim. “Size de merhaba Pamir yüzbaşım.”
Pamir’den sonra abime kaydı bakışlarım. Onun gözlerinde de aynı Pamir’inki gibi bir ifade varken bunu umursamayarak bakışlarımı çektim. Pamir’in hemen arkasında duran tim üyelerine doğru baktım.
Kıdemli Üsteğmen Hakan Gediz
Kıdemli Üsteğmen Soner Çevik
Üsteğmen Taner Keskin
Asteğmen Kürşat Kılıç
Astsubay Kıdemli Başçavuş Ahmet Çelikkol
Astsubay Başçavuş Yiğit Kaya
Astsubay Astçavuş Batuhan Ünal.
(Bir önceki bölümlerde tim üyelerinin ismini ve yeni rütbelerini soranlar olmuştu, buyurun efendim:))
Onlar da aynı Pamir ve abim gibi meraklı gözlerle bana bakıyordu. “İyi mesailer arkadaşlar.” Diye tekrar konuştuğumda çoğunluğundan baş selamı aldım. Abimin timinden Kaan cevap verdi sesli bir şekilde. “Sağ olun savcım.” Kubilay savcı benden sonra konuştu. “Oturabilirsiniz arkadaşlar, Devrim savcım buraya neden toplandığımızın bilgisini verecek.” Dediğinde tim yerlerine geçti.
Benim için ayrılan sandalyeye yaklaşarak üzerimdeki kabanı çıkartıp sandalyenin koluna astım. Çantamı da koyduktan sonra tüm tim üyelerini, Baran Albay’ı ve Kubilay savcıyı görebilecek şekilde masanın ucuna geçtim. Hepsinin bakışları üzerimdeyken genzimi temizleyerek konuşmaya başladım. “Volkan Tanrısever, eski savcı. Bazılarınız yakından tanıyor.” Diye sözle başladığımda bakışlarım Pamir ile buluştu. Kaşlarını çatmış beni dinlerken devam ettim sözlerime. “Bugün onunla bir konuşma gerçekleştirdik. Bu konuşma sizinle de alakalıydı.”
“Hapiste değil miydi kendisi?” Pamir hesap sorarcasına bana bakarken başımı salladım. “Evet, cezaevinde bir görüşme gerçekleştirildi.” Dedim gözlerinin içine bakarak. Bundan memnun olmadığını gözlerinden geçen ifadeden anlarken sesini çıkarmadı. Şu an bana hesap soramayacağının bilincindeydi.
Kaydettiğim ses kaydının sesini en yüksek düzeye getirerek telefonumu masaya bıraktım. Volkanla olan konuşmamızın başladığı kısma getirdiğimde herkes pür dikkat dinlemeye koyuldu. “Nadya… Tanıyorsun değil mi? Kocanın yakalattığı kadın.” Volkan’ın cümlesi ile bakışlarım direkt Pamir’in üzerinde oyalandı. Tepkisini dikkatle izledim. Nadya meselesi belli ki kapanmamıştı. Ancak Pamir sadece yutkundu. Tepkisini büyük bir profesyonellikle sakladı. Bakışları benimle buluştuğunda yüzümde mimik oynatmadım. Volkan ise sözlerine devam etti. “Yeni bir plan için hazırlanıyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Ama çok önceden planlanmaya başlamıştı.”
Bu cümlesiyle Pamir’in timindeki üyeler birbiriyle bakışırken abimle Pamir’de sözsüz bir biçimde bakışarak anlaşıyorlardı. “TSK’den herhangi biriyle bunu konuşabilirdin, beni bunun için mi çağırdın?” ses kaydında benim sesim geldiğinde bakışları ayrıldı ve dikkatlice ses kaydını dinlemeye devam ettiler.
“Bir tek sana güveniyorum.” Volkan’ın cümlesiyle birlikte Pamir yüzünü buruşturdu. Masanın üzerinde duran elini yumruk yaptığını gördüğümde fısıltısını duydum. “Tipini siktiğim.” Baran Albay bunu duyarak genzini temizlerken ses kaydı akmaya devam etti.
Nadya’nın planından, verdiği kimlik numarasından, adreslerden bahsederek ses kaydının sonuna doğru yaklaştığımızda kaydı durdurdum. Özür dilediği kısmı dinlemelerine gerek yoktu. Cebimden not defterinden yırttığım kâğıdı çıkartarak direkt olarak Baran Albay’a uzattım. “Adresler burada hem savcılık olarak hem de Türk Silahlı Kuvvetleri olarak bu adreslerde bulunabilecek olan deftere veya herhangi bir bilgiye ihtiyacımız var. O yüzden direkt olarak sizinle paylaşmaya karar verdik savcılık olarak.”
Baran Albay elimdeki kâğıdı alıp odanın içinde bulunan askerlerden birine uzatırken konuştu. “Adreslere İHA gönderilsin. Etrafı incelensin.”
(İHA= İnsansız Hava Aracı.)
“Merak etmeyin savcılarım mekânın temizliği bizde, siz yine incelemelerinizi yaparsınız.” Baran Albay güven verircesine konuşurken abimin sesini duydum. “Bizi buraya çağırdığınıza göre komutanım temizlik işi bizde.” Kendi çıkarımını söylerken Baran Albay onayladı. “Eğer kabul ederseniz, bu iş sizin. Seve seve yapacağınıza eminim.”
“Elbette isteriz.” Dedi Pamir onaylayarak. Ardından bakışları bana doğru döndü. Bu bakışı biliyordum. Terör söz konusu olduğunda uzak durmamı istediğini açık ve net olarak dile getirmişti. Hele ki şu durumda bu konuyu sorun edeceğini biliyordum. Bu konuda anlaşmıştık ancak bile isteye girmemiştim bu işe. Kucağıma düşmüştü resmen. Eğer şu an baktığım dava ile bağlantılıysa buna devam etmem gerekiyordu. Kaldı ki operasyona geleceğim diye de tutturmayacaktım, benim de çıkardığım dersler ve korumam gereken biri vardı.
“Devrim savcım yine elinde bilgilerle geldi, Milli İstihbarat Teşkilatına katılmayı düşünür müydünüz savcım?” Hakan alaylı bir biçimde konuşurken istemsizce güldüm. “Savcı olmasaydım düşünebilirdim üsteğmenim.” Diye cevap verdiğimde abim itiraz etti. “İşte o zaman annemi düşünemiyorum.”
Yüzümdeki gülüş buruklaşırken ciddiliğimden önem vermeden Baran Albay’a yöneldim. “Nadya Larson’un planları hakkında bir bilginiz var mı? Bir istihbarat aldınız mı?” Meraklı bir şekilde ondan cevap beklerken aslında Pamir’in Nadya ile neden görüştüğü sorusu zihnimi meşgul ediyordu. Fotoğraf karesi zihnimde canlanmıştı ilk andan beri ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. İlk gördüğün anda da çok rahatsız olmuştum, şimdi de. (Hatırlatma: Görev için Nadya’ya yakınlaşmıştı Pamir.)
“Elimizde bir istihbarat yok ancak nasıl bir suçlu olduğunu biliyoruz, tedbirleri buna göre alacağız. Nadya yerine kim bu işin başında öğreneceğiz.” Baran Albay’ın cevabıyla tatmin olmayarak bakışlarımı Pamir’e çevirdim. Onun bakışları zaten bende olduğu için göz göze geldiğimizde ciddi bir tonda konuştum. “Yüzbaşım sizin bir malumatınız var mı?”
“Görevden dönmeden yani Nadya tutuklanmadan önce sağ kolu bendim, işlerinin çoğunu ben kontrol ediyorum zaten böylelikle yakalattım onu.” Diye anlatırken gururlu bir şekilde baktım ona. Her ne kadar onu yakalatma şekli hoşuma gitmese de ülkesine çok büyük bir faydası olmuştu. “Benden sonra başa kim geçti bilmiyorum, birçok depo, mağara zaten büyük çaplı operasyonlarla temizlendi. Yeni mekanların konumlarını bilmiyoruz.”
Bu kötüydü işte. Sadece Volkan’ın verdiği iki adres vardı elimizde. Ancak hemen umutsuzluğa kapılmayacaktım. Belki de o adreslerde yeni bilgilere ulaşacaktık. Düşünceli bir şekilde etrafa bakınırken telefonumun çalmaya başlamasıyla herkesin dikkati üzerime doğru kaydı. Hızlı bir hamle ile telefonumu çıkartıp ekrana baktığımda Tuna beyin aradığını gördüm. “Kusura bakmayın buna bakmam lazım.”
“Tabii.” Baran Albay beni onaylarken telefonu açarak kulağıma götürdüm. “Efendim?” benim ardımdan Tuna beyin heyecanlı sesini duydum. “Savcım şimdi cezaevinden bir telefon aldım, yaklaşık 10 dakika önce Volkan Tanrısever’in cesedine ulaşmışlar.”
Duyduğum cümle ile kulağım uğuldarken masaya tutundum düşmemek için. “Ne?” Şokla ağzımdan çıkan cümle ile tüm bakışlar bana doğru dönerken Pamir’in abimle aynı anda ayağa kalktığını gördüm. Yaşadığım şoku üzerimden atarak elimi kaldırıp mimiklerimi iyiyim manasında kullandım. Ardından Tuna beye hitaben sert ve otoriter sesle emir verdim. “Cezaevi savcısının numarasını istiyorum derhal.” Dedikten sonra telefonu kapattım.
“Kötü bir haber sanırım savcım.” Kubilay savcı ne olduğu sezercesine bana bakarken meraklarını gidermek için konuştum. “Volkan Tanrısever’in cesedine ulaşılmış.”
“Ne?” Odadaki herkes benim gibi tepki verirken aklımda nasıl böyle bir şey olduğu düşüncesi vardı. Hücrede iyi korunuyordu. Yemekler bile tadılmadan ona gönderilmiyordu zehir açısından. Biri mi yapmıştı? Kendi mi yapmıştı? Hepsi çok büyük soru işaretiydi. Ayrıca onunla son görüşen kişi bendim. Kalbim hızlı hızlı atarken ses kaydı aldığıma şükrettim. Jandarmayı da benimle odada tutmak çok mantıklı bir davranış olmuştu. İntiharsa benim azmettirmediğim böylece ispat edilirdi. Ya da kendini öldürmesi için bir cisim vermediğim.
Telefonuma mesaj sesi geldiğinde ekrana baktım hızla. Tuna beyin attığı numarayı arayarak kulağıma götürdüğümde dudaklarımı dişlemeye başladım. Çok gergindim. Daha 1 saat olmuştu neredeyse ve şimdi ölüm haberini almıştık. Telefon açıldığında muhtemelen Sezgin savcının kalemi açtı telefonu, daha önce sesini duymamıştım çünkü. “Hakkâri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, buyurun.”
“Cumhuriyet Savcısı Devrim Akyol Arslan, Sezgin savcıyla görüşmek istiyorum.” Dediğimde karşıdan cevap gecikmedi. “Bağlıyorum savcım.” Ayakkabımın ucunu yere doğru vururken Pamir’in sesini işittim. “Devrim, otur biraz.” Tedirgin gözlerle beni izlerken endişelenmemesi için mırıldandım. “İyiyim.”
Birkaç saniyelik sessizlik sonrasında Sezgin savcının tanıdık sesini duydum. “Buyurun Devrim savcım?” dediğinde hızla konuya girdim. “Savcım haberi şimdi aldım, nasıl oldu?” merakla cevap beklerken cevap gecikmedi. “Gardiyanlardan biri su vermek için odaya girdiğinde bulmuş. İntihar olduğunu düşünüyoruz. Cezaevinin içindeki kameralar incelenmeye başladı, onun kaldığı hücrede aynı şekilde.”
“Kayıtlara baktım, ben ve avukatı dışında kimse gelmiyordu ziyarete. İntihar edeceği maddeyi nereden buldu? Normal bir vatandaş üzerinde kesici aletle içeri giremez.” Diye çıkarımlarımı dile getirirken Sezgin savcı sorularıma cevap verdi. “Sizden sonra daha önce hiç ziyarete gelmeyen biri gelmiş. Elbette kesici aletle içeri girmemiş. Maktulün vücudunda da zaten kesik, delici alet yaralanması yok. Ağzından köpükler çıkar halde bulmuşlar. Yemeklerini kontrol ediyoruz biliyorsunuz. Yemeği tadan kişilerde bir sorun yok. Ancak içimizin rahat etmesi için şahit numuneleri incelemeye göndereceğiz. Ayrıca maktulü de adli tıpa gönderdik, incelemeler en kısa sürede tamamlanır.”
(Şahit numune: Diyetisyen veya gıda mühendisi tarafından yemeklerden alınan ve 72 saat boyunca buzdolabında tutulan numunedir. Kurumlarda zehirlenme gibi durumlarda incelenmek üzere alınır.)
“Anlaşıldı savcım, adli tıp sonuçlarını Kubilay savcım ve bende görmek isteriz.” Dediğimde Kubilay savcı beni onaylamak adına başını salladı. Sezgin savcı cevap verdi. “Tabii, iyi günler savcım.” Dediğinde nazikçe cevap verdim. “Size de.”
Telefonu kulağımdan indirdiğimde derin bir iç çektim. “İntihar olduğu düşünülüyor.” Bize bilgileri verip intihar etmişti. Çok pişmanım demişti ben giderken. Özür dilemişti. Bunu başından planlamıştı belki de. Bildiklerini itiraf edip bu hayattan kurtulmak istemişti. Bu planı yapmıştı. Diyecek bir şey yoktu.
“En başından planladı büyük ihtimalle.” Dedi Kubilay savcı aynı benim gibi düşündüğünü belirtircesine. Başımla onayladım. “Muhtemelen, o yüzden benimle görüşmek istedi. Her şeyi itiraf edip kurtuldu. Kameralara bakılıyormuş. Sonucu öğreneceğiz adli tıptan.”
Kubilay savcı beni onaylarken Pamir’in sesini duydum. “Devrim savcıya bir su getirin.” Pamir bunun beni ne kadar etkilediğini anlamış olacak ki odadaki askerlerden birine emir verirken bakışları Kubilay savcıya kaydı. “Siz bir şey ister misiniz?” dediğinde Kubilay savcı reddetti. “Sağ olun.”
Asker Pamir’in söylediğini yapmak için odadan çıkarken abimin sesini duydum. “Belki de itiraf ettiği için öldürüleceğini biliyordu ya da belki de biri tarafından öldürüldü.” Aklındakilerin cevabını almak için bana bakarken Hakan’ın sesini duydum. “Bence birinin öldürmesi daha büyük ihtimal, Nadya bilgi verdirdiğini öğrenip fişini çekmiş olabilir.”
“Özel bir hücredeydi. Giren çıkan belliydi. İki gardiyan görevliydi. İkisi de özel olarak seçildi. Dönüşümlü çalışıyordu. Yemekleri sürekli kontrol ediliyordu. Birisi öldüremez. Ancak öyleyse bile Sezgin savcı bunun peşini bırakmayacaktır.” Abim ve Hakan sorularının cevabını almış gibi baş sallarlarken harekât merkezinin kapısı açıldı.
İçeri biraz önce çıkan asker girerken elindeki su şişesini bana doğru getireceği sırada Pamir elinden alıp benim için kapağını açtı ve suyu bana doğru uzattı. Suyu elime aldığım sırada konuştu. “Otur biraz.” Bu sefer dediğini ikiletmeyip oturduğumda aslında yorulduğumu anlamıştım. Ayaklarım oturmanın etkisiyle rahatlarken teşekkür edercesine baktım Pamir’e. Güven verircesine gözlerini kırpıştırdığında sudan içtim birkaç yudum. Burada yalnız olsak beni kollarının arasına alıp daha da sakinleştirirdi ancak şu an şartlar müsait değildi.
Aklıma gelen şeyle birlikte oturduğum yerden ayaklanırken konuştum. “Benim birkaç telefon görüşmesi yapmam gerekiyor, izninizle.” Dediğimde Pamir konuştu. “Benim odama geç, orada daha rahat konuşursun.” Bakışlarından odama geç, ayaklarını uzatıp öyle yap konuşmalarını gibisinden bir anlam çıkartırken başımı salladım. “Tamam.”
“Bizde şu mekanlarla ilgili plan yapalım Kubilay savcı ile.” Dedi Baran Albay. Ben odadan çıkarken Pamir’de kendi yerine geçip oturdu ancak kapıdan çıkarken bile bakışlarının bende olduğunu hissedebilmiştim. Endişeleniyordu benim için.
Sakin adımlarla Pamir’in odasına girdiğimde direkt olarak masasına doğru yaklaştım. Onun önündeki sandalyeye oturacağım sırada masanın üzerindeki fotoğraf dikkatimi çekti. Balayımızda çekindiğimiz bir fotoğraftı bu. Birbirimize sarıldığımız, ikimizin yüzlerinde de güzel bir gülümsemenin olduğu fotoğraftı. Çerçevenin sol alt köşesinde ise bebeğimizin ultrason fotoğrafı vardı. Bu fotoğraflar yüzümde gülümseme oluştururken elimle karnımı sevdim. Pamir çok güzel seven bir adamdı.
Bakışlarımı fotoğraftan çekip sandalyeye oturduğumda telefonumdan Cenk’in numarasını tuşladım hızlıca. Telefon birkaç çalışta açılırken Cenk’in sesini duydum. “Buyurun savcım?” Fazla beklemeden konuya girdim. “Sana bir görev vereceğim ancak hiç kimsenin haberi olmayacak.” Dediğimde Cenk’in sesi ciddileşti. “Tabii ki savcım, şüpheniz olmasın.”
“Şimdi söyleyeceğim T.C. kimlik numarası kime ait araştır ve bana söyle. Bunu araştırdığını kimseye söyleme. Direkt olarak kendin bak ve o kişiyi bulduğunda soy ağacı dair tüm geçmişinin de içinde bulunduğu bir dosya hazırlayıp bana gönder.” Dediğimde Cenk sorgulamadan onayladı. “Emredersiniz savcım.”
Cenk’e kimlik numarasını söyledikten sonra başka bir şey söylemeden telefonu kapattım. Kim çıkacaktı çok merak ediyordum. Dahası eğer tanıdığımız biri çıkarsa diye korkuyordum. Öyle bir ihtimalin olmasını istemezdim. Tanıdığımız birini geçtim koskoca adliyede ve polis teşkilatında hainlerin olması insanın canını sıkıyordu. Gerçekten tadı kaçmıştı bu işin.
Gözlerimi kapatıp hem beynimi hem kendimi dinlendirirken elimi de karnıma yasladım. Oğlum küçük küçük hareketlerle sanki beni rahatlatmaya çalışırken sakin nefesler alıp verdim. Bu şekilde durmak çok iyi gelmişti birkaç dakikalığına olsa bile.
Kapının açılma sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Pamir odaya girip güçlü adımlarla yanıma yaklaşırken konuştu. “Bitti mi konuşmaların?” Başımı sallayarak onu onaylarken tam önümde durarak gözlerime baktı. “İyisin değil mi?” sesinden sezdiğim küçük endişe kırıntılarını fark ederek küçük bir tebessüm ettim. “İyiyim, sadece yorucu bir gün.” Hem ruhen hem bedenen yorucu olmuştu benim için.
“Seni karşımda görmek o kadar iyi hissettirdi ki.” Derken eliyle yüzümü avuçladı. Ardından da memnun olmadığını belirtircesine devam etti sözlerine. “Aynı zamanda örgütle olan bir davada yer alman bir o kadar kötü hissettirdi. Hele ki o Volkan itinin ayağına gitmen, bir de tek başına.” Kızgın bir ses tonuyla söylediklerine karşılık iç çektim. “Bu bilgileri öğrenmem için gitmem şarttı, sadece bana anlatacaktı.” Dediğimde Pamir tepki vermedi. Ancak gözlerinden endişesini ve kızgınlığını anlıyordum. “Ah Devrim, Ah. Hayır kızamıyorum ki.”
“Kızma zaten. Davada yer almayı düşünmüyorum, ben aracıyım. Tabii bilgileri alırım yine de.” Dediğimde rahat bir nefes verdiğini gördüm. Bu konularda çok kavga etmiştik, bana gitme demezdi ama içi içini yerdi biliyordum. Bu yüzden rahatlamıştı. “İçim rahatladı.” Dediğinde küçük bir tebessüm ettim. Artık ikimizi hatta üçümüzü strese sokacak, gerecek şeyler olsun istemiyordum. Böylesi daha iyi olacaktı.
“Ne zaman çıkıyorsunuz göreve?” dedim sıkıntıyla.
“Yaklaşık yarım saat sonra.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Hazırlanman gerekmiyor mu?” Pamir dudak büzüşümle gülüşüne engel olamazken içimi rahatlatmak istercesine konuştu. “Merak etme şip şak hallolacak bir şey. Öyle çok büyük mekanlar değil.” Dediğinde iç çektim. Küçüğü büyüğü fark etmiyordu, operasyon operasyondu neticede. Pamir ise ikinci olarak sorduğum soruya cevap vermek amacıyla devam etti konuşmasına. “Ayrıca karımı ve oğlumu görmek daha cazip geldi hazırlanmaktan.”
Yüzümde istemsizce gülüş oluşurken Pamir karşıma geçip oturdu. Biraz önceki tatlı gülüşüne nazaran aklını bir şey kurcalıyormuşçasına baktı bana doğru. Aslında birbirimize aynı bakışları attığımıza emindim. Çünkü benim de merak ettiğim şeyler vardı. Sessizliğimizi Pamir böldü. “Cezaevinde Nadya ile de görüştün mü?” Tedirgin bir biçimde sorduğu soruyla dikkatle bakıp mimiklerini inceledim. “Görüşmedim.” Verdiğim cevapla rahatladığını belirten bir nefes verirken tek kaşımı kaldırdım.
“Peki sen neden bana yalan söyledin?” dedim ciddi bir tonda. Pamir kaşlarını hafifçe çatarken soğukluğumu koruyarak konuştum. “Saat 11.30’da ben toplantıya giriyorum dedin ama Nadya’ya gittin.” Söylediğim cümle ile Pamir büyükçe yutkundu. Gözlerinde bir afallama yakaladığımda bu hoşuma gitmemişti elbette. Bana yakalanmayacağını düşünmüştü ama ne şanstı ki benim de cezaevine gitmem gerekmişti.
“Neden gittiğimi söyleyemem ama bir görev için olduğunu bil. Yoksa sana bile isteye yalan söylemem biliyorsun” Beni inandırmaya çalışırcasına gözlerime bakarken aldığım cevaptan tatmin olmamıştım. Ancak en başında da bildiğim gibi görev içindi. Görev gizliliği olduğundan yalan söylemişti. “Onu da bir çeşit toplantı gibi düşün.” Diye sözlerini devam ettirdiğinde mırıldandım. “Peki, öyle düşüneceğim. Görev gizliliği dediğinde akan sular durur.”
Nadya’nın ona ilgisi olduğunu bilmek kendimi rahatsız hissetmeme neden olmuştu. Öteki taraftan bakıldığında ise bende Volkan’a gitmiştim ve onun ilgisi de belliydi. İkimizde iş için sevmediğimiz ve birbirimizin sevmediği kişilerin yanına gitmek zorunda kalmıştık. Aynısı benim içinde geçerli olduğu için diyecek bir şeyim yoktu ki görev gizliliği denildiğinde akan sular dururdu.
“Volkan başa bir şey söyledi mi?” dedi Pamir meraklı bir şekilde. Ses kaydını yarıda kapattığımı görmüştü muhtemelen. “Özür diledi.” Dedim açıkça. Pamir tek kaşını kaldırdı. “Özür yaptığı şeyleri telafi bile etmeyecek de neyse. Nasılsa artık aramızda değil.” Dediğinde bir şey söylemedim. Haklıydı, artık aramızda değildi. Çok garip bir şeydi ölüm.
“Gel bakayım şöyle.” Pamir böyle uzak uzak oturduğumuza dayanamamış olacak ki elimden tutarak hızlı ama sert olmayacak bir hamle ile oturduğum yerden kalkmamı sağladı. Beni dizine doğru çekerken itiraz etmeyip kalçamı tek dizine yaslayıp bacaklarımı bacaklarının arasına soktum. Kolum boynuna doğru dolanırken o da kolunu belime sarıp avuç içini karnıma doğru yasladı. “Ha şöyle, karımızla bir hasret giderelim.”
Yüzümde istemsizce gülümseme oluşurken Pamir yamuk bir gülümsemeyle konuştu. “Davayla ilgilenirken, ciddi ciddi bize bir şeyler anlatırken çok havalı ve güzel olduğunu söylemiş miydim?” Hayran sesini işitirken bende yüzümdeki sırıtışla cevap verdim. “Hayır, söylememiştin.” Pamir gülüşünü silmeden hafifçe kaşlarını çattı. “İyi halt etmişim.” Dedikten sonra gözlerini gözlerimden çekmeden ekledi. “Muhteşemsin, her halin ayrı etkileyici ve güzel.”
“Hmm?” Egomun tatmin olduğunu hissederken bakışlarımı elalardan çekip Pamir’in dudaklarına yönlendirdim. Boşta olan elimi yanağına kaydırırken bakışlarımı tekrardan gözlerine çevirip dudaklarına doğru fısıldadım. “Sende öylesin, üniformayla nefes kesici duruyorsun.” Dudaklarına nefesimi vere vere konuşmamla Pamir sesli bir şekilde yutkundu. Bakışları dudaklarıma kayarken dudaklarımız arasındaki santimetreleri kapatmak bana düştü.
İstekle dudaklarını emmeye başlarken nefesimi dizginleyemediğimi hissettim. Pamirle bu şekilde olmak durduramadığım hormonlarım nedeniyle vücuduma ateş basmasına neden oluyordu ve şu an doğru bir yerde değildik. Daha fazla ileriye gitmek ikimizi de zora sokardı. O yüzden kısa kesip dudaklarımızı ayırdığımızda alnımı alnına yasladım.
Tam konuşacağım sırada kapının tıklanmasıyla birlikte hızlı bir hamle ile kocamın dizlerinden kalktım. Pamir ise pek memnun olmadığını belirten bir şekilde komut verdi. “Gel.” Kapı anında aralanırken bakışlarım hemen kapının önündeki Soner’le buluştu. Kısaca bana bakıp bakışlarını Pamir’e çevirdiğinde konuştu. “Tim hazır komutanım, emrinizle çıkabiliriz.” Siyah operasyon giysilerini giymişti çoktan. Pamir oturduğu yerden ayaklanırken başını salladı. “Geliyorum, siz araçlara geçin. Bora’nın timi hazır mı?”
“Hazır komutanım.” Soner, Pamir’in daha fazla bir şey söylemeyeceğinden emin olduğunda bana baş selamı vererek odadan çıktı. Bakışlarım Pamir’e kaydığında onun bakışlarının bende olduğunu gördüm ve burukça konuştum. “Gitme vakti geldi ha?” dediğimde Pamir belli belirsiz başını salladı. “Söylediğim gibi kısa bir iş, akşam yemeğine yetişirim.” Deyip aramızdaki mesafeyi kapatarak şakağımı öptü.
Küçük bir tebessümle bu anın tadını çıkartırken Pamir avcunu karnıma yaslayarak sevecen bir şekilde konuştu. “Babacım, sende merak etme. Akşama görüşürüz.” Bakışları bendeydi ama ikimize hitaben konuştuğunu biliyordum. “Görüşürüz, dikkat et kendine.”
“Sizde.” Dedikten sonra odadan çıktı. Onun çıkışıyla birlikte bende odadan çıktım. Harekât merkezine doğru ilerlerken abimi odasından çıkarken gördüğümde adımlarım yavaşladı. Abim benim aksime hızlı adımlarla yanıma ulaşırken şakacı bir şekilde konuştu. “Sayende operasyona çıkıyoruz savcım, teşekkür mü etsek ne yapsak?” dediğinde sırıttım. “Hayır demeyiz.”
Abim gülerek kolunu bana sararken bende sıkıca sarıldım ona. “Allah’a emanet olun.” Dediğimde abim onayladı. “Sizde.”
Vaktin gelmesiyle abimde Pamir’de yola çıkmak üzere onları dışarıda bekleyen araçlara binmişlerdi. Araç yola çıktıktan itibaren içime çöken sıkıntıyla adımlarımı harekât merkezine atmıştım. Eşyalarımı alıp emniyete geçecektim. Hem kimlik numarası belli olan hain için hem de Can meselesi için elimizden geleni yapmamız gerekiyordu.
İçeri girdiğimde Baran Albay’ın ve Kubilay savcının konuştuğunu görmüştüm. Benim içeri girmemle birlikte bakışları bana dönerken konuştum. “Benim emniyete gitmem gerekiyor, Kubilay savcım siz beni gelişmelerden haberdar eder misiniz?” dediğimde Kubilay savcı onayladı. “Tabii ki savcım, kolay gelsin size.”
Küçük bir tebessüm ederken kabanımı ve çantamı alarak Baran Albay’a baktım. “İş birliğiniz için teşekkürler.” Baran Albay baş selamı verdiğinde odadan çıktım. Ardından da hızlı adımlarla binadan çıkarak beni bekleyen Engin ve Mesut’un yanına doğru ilerledim. Arabaya bindiğimizde emniyete gideceğimizi söyleyerek camdan dışarı bakmaya koyuldum.
Kısa süren araba yolculuğunun ardından emniyete ulaştığımızda hızlı adımlarla cinayet büroya doğru ilerlemeye başladım. Tanıdığım birkaç kişiye baş selamı verdikten sonra yolunu ezbere bildiğim odaya ulaşarak kapıyı tıklattım ve bir cevap beklemeden kapıyı açtım. Kapının açılmasıyla birlikte Cenk başını dosyalardan kaldırıp bana bakarken oturduğu yerden ayaklandı. “Savcım, hoş geldiniz.”
“Hoş buldum komiser, sana söylediğim şeyi araştırdın mı?” dediğimde Cenk onayladı beni. Hızlıca masasındaki dosyayı bana uzatırken mırıldandım. “Tanıdık biri mi?” Böyle bir ihtimalden korkuyordum açıkçası. Birine güvenip de sonradan sırtından bıçaklanması koyuyordu insana. Volkan’da böyle olmuştu. Şimdi yine aynı şeyi yaşamak istemiyordum. Cenk içimi rahatlatan o cevabı verdiğinde derin bir nefes verdim. “Siz tanımıyorsunuz muhtemelen savcım, emniyetteki polislerden biri.”
“Polis öyle mi?” dedim hayal kırıklığıyla. Devletine çalışan, güvenlikten sorumlu olan bir adamlardan biriydi. Biz polisimize bile güvenemeyeceksek kime güvenecektik? Gerçekten çok acı bir durumdaydık. Adliyeye, emniyet teşkilatına kadar uzanmışlardı ve kim bilir daha kimler vardı. Dosyayı açarak incelemeye başladığımda soy ağacında falan yanlış olan bir şeyler yoktu. Banka hesaplarında bir sıkıntı söz konusuydu. Yüklü bir para aktarımı olmuştu. Normal bir memur maaşı aldığını hesaba kattığımızda bu paraya sahip olması mümkün değildi böylece yaptığı iş kanıtlanmıştı. Ancak emin olmakta fayda vardı.
“Banka hesabına parayı kimin yatırdığını araştır. Başkomisere bilgi geç. Gerekli işlemler başlatılsın. Terörle mücadeleye haber ver, sorgulasınlar. Sorgu bittikten sonra direkt olarak ifadeyi görmek istiyorum masamda. En yakın mahkemeye sevkini isteyeceğim.” Dedim otoriter bir şekilde. Cenk anında beni onayladı. “Emredersiniz savcım.”
Dosyayı alıp çantama koyarken odadan çıktım. Şimdi sırada asıl davayla ilgilenmek vardı. Volkan’ın söyledikleri beni düşündürmeye başlamıştı. Çocuk büroya girdiğim an artık tanıdığım yüzler beni selamlarken küçük baş selamıyla Alper komiserin odasına ilerledim. Kapıyı çalıp komutu beklemeden kapıyı araladığımda Alper komiserin bakışları bana doğru döndü. Hızla oturduğu yerden kalkarken içeri girip kapıyı kapattım.
“Hoş geldiniz savcım.” Dediğinde mimiksiz bir şekilde yüzüne baktım. “Hiç hoş bulmadım komiser, hala bir delil yok.” Dediğimde Alper komiser eliyle kendi yerini işaret etti. “Buyurun savcım şöyle geçin.” Üzerimdeki kabanı çıkartıp sandalyenin arkasına koyarken Alper’in yerine geçerek dirseklerimi masaya yasladım ve ellerimi birbirine birleştirerek ciddi bir ifadeyle yüzüne baktım. “Bir programın var mı bugün akşam için?”
Şok olmuş bir biçimde bana bakarken başını iki yana salladı. Yüzümde küçük ama samimiyetten uzak bir gülümseme oluşurken konuştum. “Güzel çünkü mesai seni bekliyor.” Söylediğim cümleyle memnun olmadığını yüz ifadesine yansıtırken başını salladı olumlu manada. “Nasıl isterseniz savcım.”
“Şimdi baştan bakıyoruz her şeye.” Dediğimde Alper’in bana saf saf baktığını görüp yutkundum. “Otur komiser, kendi odanmış gibi.” Diye alaylı ama sert bir şekilde konuştuktan sonra telefona doğru uzanıp çay ocağının dahili numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüm. “Alper komiserin odasına bir ıhlamur bir de çay gönderin.” Telefonu kapatıp Alper’e baktığımda mırıldandım. “Sana sormadım ama iyi gider komiser.”
Onun bir şey demesini umursamadan tekrardan konuştum. “Şimdi elimizde bir araç var. Aracın plakası değiştirildi. Ama aracın herhangi bir yerinde bir iz olabilir. O yüzden kameraya takılan aracı tekrardan inceliyoruz her bir santimini.” Dedim tek kaşımı kaldırarak. Devam edeceğimiz sırada kapının çalmasıyla birlikte sessizleştim.
Çayı ve ıhlamuru getiren görevliye teşekkür ettikten sonra ıhlamurumdan bir yudum içerek tekrar devam ettim sözlerime. “Araç daha önce o mahallede görülmüş aynı plakayla. Bu da demek oluyor ki Can’ı takip ediyordu. Okulunun bulunduğu kameralara da takılmış. Yani bu hipotezimizi kanıtlar. Senin bir tahminin var mı neden kaçırdıklarına dair?”
Sorumla birlikte Alper birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından cevap verdi. “Çocukla bir dertleri var belli ki, ailesiyle alakalı diye düşünsek annesinden başka kimsesi yok çocuğun. Annesiyle bir ilgisi olamaz. Bulunduğumuz konum dikkate alınırsa dağa çıkarmak için almış olabilirler.”
İşte en çok korktuğum şeylerden birisi buydu. Dağa kaçırılma ihtimali. Volkan söylediklerine bakılırsa bu olasıydı ama diğer ihtimallerden de korkuyordum. Ne araç, ne plaka, ne başka bir görgü tanığı olmadığına göre en büyük ihtimallerden biri buydu ve canımı çok sıkıyordu.
“Bu ihtimal güçlü olanı ancak biz diğer ihtimalleri de değerlendirelim.” Dediğimde onayladı Alper. Ihlamurumdan bir yudum daha içerken önümdeki dosyalara bakmaya devam ettim. Bir sonuç bulamadıkça moralim bozuluyordu…
◔◔◔
Yazarın anlatımından Taner ve Dilek,
Taner arabasını hastanenin otoparkına park ederek araçtan indi. Gittikleri operasyonda kolunu kurşun sıyırmıştı. Dikiş atılması gerekmiyordu ancak pansuman yapılması şarttı, en azından Yiğit öyle söylemişti. Bir de boğazı ağrıyordu. Buna istinaden Taner soluğu burada almıştı. Taburdaki revirde yaptırabilirdi elbet ancak yaptırmamıştı. İçinden bir ses buraya gelmesini söylemişti ve o da uzun süre sonra ilk defa içindeki sesi, kalbini dinlemeyi seçmişti. Dilek'i burada görüp görmeyeceğinden emin değildi. Ama bir umuttu işte, görme ihtimali vardı.
Yavaş adımlarla hastaneye girdiğinde adımlarını direkt olarak acil servise doğru attı. Gerekli kayıt işlemlerini hallettikten sonra acilden içeri girdi. Hemşirelerden birinin yönlendirmesiyle sedyelerden boş olana oturduğunda etrafına bakındı. Biraz kalabalıktı bugün acil. Dilek buralarda mı diye bakınırken elindeki dosyalara göz gezdirerek yanına doğru geldiğini gördü.
Dosyalardan başını kaldırmadan mırıldandı Dilek. "Nasıl yardımcı olabilirim size?" Zira bugün o kadar yoğundu ki başını kaşıyacak vakti bile yoktu. Sabahtan bu yana baktığı hastaları sayamamıştı. Taner kızın yorgunluğunu gördüğünde bir an için keşke gelmeseydim diye geçirdi içinden. Kıza ek bir iş çıkarmış gibi hissetmişti. Ancak Dilek bu düşüncesini bilseydi ona çok kızacağından habersizdi. Kızın yorgunluğu kalbinin hafiften acımasına neden olurken kendi acısı, yorgunluğu aklına bile gelmiyordu.
"Pansuman yaptıracaktım..." diye karşılık verdi nihayet Taner. O an Dilek duyduğu sesle aniden başını dosyadan kaldırıp karşısındaki adama baktı. Onu gördüğüne sevinse mi yoksa endişelense mi bilemedi. "Taner?" diye şaşkınlıkla mırıldanırken Taner kızın şaşkın haline güldü istemsizce. "Dilek?" dedi aynı kız gibi.
Birbirlerine bakarlarken Dilek yaşadığı gerçekliği kabullenerek endişeyle konuştu. "Yaralandın mı, nereye pansuman yapacağız? Bakayım hemen." Elindeki dosyaları sedyeye koyarken endişeli gözlerle karşısındaki adamı incelemeye devam etti. Pansuman cümlesini yeni algılamıştı ve bu içine ateş düşmesine neden olmuştu.
"Sakin ol öyle büyük bir yara yok, kurşun sıyırdı sadece." dese de Dilek'in bakışlarındaki o endişeyi net bir şekilde görmüştü. Kız sanki kendi yaralanmışçasına mahsun ve ağlayacak gibi bakıyordu yüzüne. Taner kızın bu ifadesine karşılık ne diyeceğini, ne tepki vereceğini bilemedi. Ancak içinde bazı şeyler anlamlanmaya başladı. Mesela kızın bu heyecanı, davranışları onu bazı şeyleri düşünmeye itti.
"Bakayım ben bir, nerede?" dedi Dilek merakla. Taner eliyle kolunu gösterirken Dilek hızla konuştu. "Üzerini çıkar o zaman." Dilek'in cümlesiyle üzerindeki tişörtü ensesinden tutarak çıkardı. Dilek gözünü kırpmadan bu anları izlerken nefesini tuttu. Taner’i bir gün bu şekilde görmek aklının köşesinden geçmemişti ancak aklının köşesinden geçmeyen o anları şimdi yaşıyordu.
Esmer teninden bakışlarını anında çekerek bakışlarını yaraya çevirdi. Çok büyük bir şey yoktu. Bir hemşire bile pansuman yapabilirdi. Yara deyince dikiş falan atılması gerektiğini düşünmüştü. İçi rahatlayarak derin bir nefes verirken mırıldandı. "Keşke buraya kadar gelmeseydin, sizin revirde de halledilirdi." dediği an ne söylediğini anlarken gözleri büyüdü. Hızla kendini açıklamaya çalıştı. "Yani öyle keşke gelmeseydin derken buraya kadar yorulmuşsundur, hem kolunda yaralı o halde araba kullandın bir de. Onu söyledim. Canın yanmıştır diye."
Duraksadı Taner. Canını kendinden başka birinin düşünmesi içine mıh gibi oturdu. Ne güzel bir duygu diye düşündü. Yüzünde oluşan küçük gülümsemeyle karşındaki kıza bakarken onun her bir mimiğini dikkatle izledi. Dilek'in telaşı, heyecanı her seferinde güldürüyordu onu.
"Canım yanmadı, evet belki revirde de hallederlerdi. Ama ben buraya geldim, yaralandığım andan itibaren aklıma revir değil de burası geldiyse bu biraz senin suçun." Lafını esirgemeden konuşurken Dilek şaşkınlıkla baktı sevdiği adama. Dili tutulur gibi olmuştu, kalbi duyduğu sözlerin etkisiyle hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Ne demek istiyordu Taner?
"Benim suçum mu?" derken şokla bakmaya devam etti. Taner ise bu halden daha da keyif aldı. "Evet, aklımda durman senin suçun." Şu cümlelerle yere yığılacağını hissetti Dilek. Utanmasa bayılacaktı. O dereceye gelmişti artık. Bir yandan da umutlanmak istemiyordu ama umutlanmadan da duramıyordu. Bir şey söyleyemedi Taner’in sözlerine. Ne diyebilirdi ki? Çözemiyordu, ne amaçla söylemişti Taner bunu. Kendini kaptırmamak için işine yönelmeye karar verdi. Kaptırırsa üzülmekten korkuyordu çünkü.
Eline eldivenlerini giyerken dikkatini işine verdi. Taner o sırada hafifçe kaşlarını çatıp kıza baktı. Gülen yüzünün hafiften asıldığını görmek iyi hissettirmemişti. Söylediklerinden rahatsız olduğunu düşündü bir an için. Bu içten içe kendisine kızmasına neden oldu.
Dilek yaraya bakarken lafı değiştirmek üzere mırıldandı. "Çok kötü bir şey yok. Sadece bir pansumanla hallolur, dikişe de gerek yok." dedi içi rahatlayarak. Ardından hızlıca pansumanı yapmaya koyuldu. Dikkatle işini yaparken Taner kızın yan profiline doğru baktı. Gözünü kaçırmadan itina ile her hareketini izlerken yutkundu. Garip bir şeyler vardı içinde anlamlandıramadığı.
"Yalnız öyle bakarsan canını yakabilirim." Dilek sesi içine kaçmış bir şekilde konuşurken Taner genzini temizleyerek bakışlarını kızdan çekti. "Pardon, dalmışım öyle."
Dilek başka bir şey demezken işini bitirerek baktı Taner’e. "Sık sık pansuman yaptırırsan çabuk iyileşir, ben sana antibiyotikli bir krem yazayım." dedikten sonra aklına gelen şeyle tekrar konuştu. "Sanırım grip oluyorsun, boğazına da bakalım." Taner’in sesinden anlamıştı bunu. Evet çok fazla duymamıştı çocuğun sesini, yeni yeni çokça duyuyordu ama onun sesini ezberleyecek kadar içselleştirmişti, dikkatle dinlemişti, aklına kazımıştı.
Taner'den bir karşılık beklemeden abeslang çubuğunu paketinden çıkartarak sevdiği adama doğru döndü. "Ağzını açıp dilini çıkartır mısın?" dediğinde Taner anlık duraksasa da kızın isteğini yaparak ağzını açtı. Dilek birkaç dakikada teşhisi koyarken birkaç soru daha sorarak teşhisini netleştirdi. "Boğazın epey şişmiş, antibiyotik de yazacağım. Boğazını rahatlatacak birkaç şey de yazarım."
Kaçarcasına Taner’den uzaklaşırken Taner arkasından bakakaldı. Dilek o ilk gün ki gibi cesaretini toplayamıyordu, utanıyordu. Tabii umutlanmak istememesi de ayrıydı. Taner ise kızın bu davranışlarını sorguluyordu kendi içinde. Hala daha biraz önce söylediği cümleden kaynaklandığını düşünerek kendini suçlamaya başlamıştı.
Dilek hızlıca sistemden ilaçları yazdıktan sonra Taner’e yaklaştı. "Geçmiş olsun."
"Teşekkür ederim, seni de yoğunluğunun arasında meşgul ettim." diye cevap verdi Taner tereddütle. Dilek ise küçük bir tebessüm etti. "Ne meşgulü, bu benim görevim." Taner aldığı cevapla hafiften bozulur gibi oldu, sonra da bundan dolayı kendine kızdı ne bekliyorsun oğlum diyerek. Ama başka bir cümle beklediğini inkar edemezdi. "Sen beni rahatsız etmezsin gibi, seni gördüğüme sevindim gibi' ancak bunları istemeye hakkı var mıydı onu da bilmiyordu? Neden böyle şeyler düşünüyordu o daha büyük bir soru işaretiydi onun için.
Üzerine tişörtünü geçirerek oturduğu yerden ayaklanırken mırıldandı. "O zaman ben gide-" sözünü bitiremeden Dilek'in cebindeki çağrı cihazından gelen sesle birlikte duraksadı. Dilek cebinden cihazı çıkartıp ekrana baktığında ambulansla hasta getirildiğini görerek hızla Taner’e baktı. "Gitmem gerekiyor, pansumanını ve ilaçlarını ihmal etme. Görüşürüz."
Taner’in bir cevap vermesini beklemeden koşa koşa ilerlerken Taner arkasından bakakaldı sadece...
*****
Saatler sonra...
Dilek taksiden inerken iç çekti. Şu an yapacağı şey yüzünden hem utanıp çekiniyordu hem de kendine kızıyordu. İşten biraz geç çıkmıştı. Çıkar çıkmaz da eve giderek çorba yapmış ve soluğu taburda almıştı. Taner’i hastaneden öyle göndermek hiç içine sinmemişti. Öyle ki hastalara bakmadığı süre boyunca aklından çıkmamıştı adam. Şimdi ne yapıyor, ilacını aldı mı, daha da hasta hissediyor mu, sıcak bir şeyler içti mi gibi gibi sorular aklında yer edinmişti gün boyu. Çorba vesilesiyle Taner’i görmek istemişti ve buraya gelmişti ancak adamın nasıl karşılayacağını bilmiyordu.
Taburun girişine ulaştığında nöbetçi askere hitaben konuştu. "Hayırlı nöbetler, Üsteğmen Taner Keskin ile görüşecektim. Dilek derseniz tanıyacaktır." Asker onu onaylarken Dilek heyecanla yerinde kıpırdandı. "Emredersiniz komutanım." cevabını duyarak yutkunurken askerin ona doğru yönelmesiyle merakla baktı. "İçeri girebilirsiniz Dilek hanım, komutanım geliyor."
Dilek içeri girerken Taner koşar adımlarla bahçeye doğru ilerliyordu. Dilek ismini duyduğunda büyük bir şok geçirmişti. Yanındaki Yiğit, Batuhan ve Soner bile Taner’in bu şaşkınlığını anlamış, aldıkları cevapla birlikte büyük bir şaşkınlık yaşamışlardı. Çünkü Taner’in ağzından ilk defa bir kız ismi dökülmüştü. Taner koşar adımlarla dışarı çıkarken onlar da bıyık altından gülmekle meşgullerdi.
Taner dışarı çıktığı anda gözlerini etrafta gezdirdi. Kahveleri mavi gözlerle buluştuğu anda kızın iyi olduğunu görüp derin bir nefes verirken adımlarını yavaşlatıp kızın yanına ilerledi. "Dilek?" Şaşkınlığı sesinden de gözünden de anlaşırken Dilek küçük bir tebessüm etti. "Rahatsız ediyorum kusura bakma." dediği anda Taner hızla reddetti. "Ne rahatsızlığı, bir sorun yok inşallah.."
"Hayır hayır bir sorun yok, endişe etme." dedi Dilek nazik bir şekilde. Ardından ekledi. "Sana bir şey vermek için geldim." diyerek elindeki ılık çorba tenceresini poşetiyle birlikte Taner’e doğru uzattı. Taner şaşkınlıkla kızın getirdiği poşete bakarken Dilek utançla mırıldandı. "Çorba yaptım sana."
O an Taner kalbinde büyük bir sıcaklık hissetti. Endişeli gözlerinde büyük bir şaşkınlık ama aynı zamanda sımsıcak duygular esir oldu. Kalbinin daha hızlı çarptığını, karşısındaki kadının şefkati ile sarıp sarmalandığını iliklerine kadar hissetti. Bugün bizzat görmüştü onu, çok yorgundu ama buna rağmen üşenmeyerek, Taner’i düşünerek çorba yapmıştı. Dahası ayağına kadar getirmişti. Bir an için ne diyeceğini bilemedi. Nutku tutulmuştu sanki.
"Gelmemden pek hoşlanmadın sanırım..." dedi Dilek hızlıca. Sesi birazcık da olsa titremişti çünkü Taner’in bakışlarını yanlış anlar gibi olmuştu. Bakışlarında yumuşaklık görmüştü ama şaşkınlığını başka yorumlamıştı. Oysa Taner’in bakışlarında büyük bir memnuniyet, hayranlık, minnettarlık vardı. Karşısındaki kadının güzel düşüncesinden de etkilenmişti.
"Hayır, hoşlandım." Taner hızla cevap vereceğim diye ne dediğini tartmazken ağzından çıkanı kulağı duyduğunda gözlerini büyükçe araladı. Sonra da kendini açıklamak için ekledi. "Yani hoşlandım derken sadece seni gördüğüme şaşırdım ve şimdi bana çorba yaptığını söylüyorsun ben ne diyeceğimi bilemiyorum."
"Bir şey söylemene gerek yok, hastaydın. Sıcak sıcak iyi gelir diye düşündüm. Yanından da hızla ayrılmak durumunda kaldım. Öyle." diye kendini açıklarken bakışlarını ara ara Taner’den kaçırdı. Ama Taner gözünü kaçırmak geri dursun bir saniye bile gözünü kırpmıyordu kıza bakarken. Duyguları allak bullak olmuştu..
"Teşekkür ederim..." dedi içten gelen bir sesle. "Çok teşekkür ederim.." Öyle etkilenmişti ki bunu sesinden bile belli ediyordu. Nasıl etmezdi ki? "Afiyet olsun, umarım severek içersin. Biraz fazla yaptım. Arkadaşlarına da vermek istersin belki."
Taner bu cümle ile yutkundu. Kendini düşündüğünü yetmiyormuş gibi bir de arkadaşlarını düşünmesi kalbine bir darbe daha indirdi. Bu darbeler duvarlarını birer birer yıkıyordu. Neredeyse sıfırlamak üzereydi.
Dilek, Taner’in bakışlarını üzerinde hissederken yutkundu. Şu an bile çok utanıyordu bu bakışlardan ancak bir kere gelmişti buraya. Taner’in bir şey söylemeyeceğini düşünerekten küçük bir tebessümle konuştu. "Ben gideyim artık."
"Arabayla mı geldin?" dedi Taner hızla. Dilek bu soruyla başını iki yana sallarken mırıldandı. "Taksiyle geldim." dediğinde Taner hızlıca konuştu. "Tamam, ben bırakayım seni evine."
Dilek duyduğu sözle birlikte hızlıca itiraz etti. "Olmaz öyle, dinlenmen gerekiyor senin. Zaten iki sokak ötede taksi durağı var, oradan binerim bir taksiye." dediğinde Taner kaşlarını çattı. "Sen yorgun halinle zahmet edip buraya geleceksin ben seni taksiyle göndereceğim öyle mi? Olmaz. Hemen arabanın anahtarını alıp geliyorum."
Dilek itiraz edemeden Taner hızlı adımlarla binaya girdi. Dilek'i gecenin bu vaktinde tek başına gönderemezdi. İçi rahat etmezdi kesinlikle. Aklı kalırdı. O yüzden hiç gocunmadan ilerlemeye başladı.
İlk önce elindeki çorba tenceresini mutfağa götürdü ve tezgâhın üzerine bıraktı. Mutfaktan çıkmadan oradaki askerlere dönerek konuştu. "Buna dokunursanız yakarım sizi." Sert ve emir verir bir şekilde konuşurken askerler onayladı. "Emredersiniz."
Sonrasında odasına ilerleyip arabasının anahtarını aldı ve binanın çıkışına doğru ilerledi. Dilek'i bıraktığı yerde bulurken yüzüne küçük bir tebessüm ekleyerek eliyle arabasının bulunduğu park yerini işaret etti. "Buyurun doktor hanım bu taraftan." Dilek çekimser adımlarla Taner’in işaret ettiği yere ilerlerken mırıldandı. "Çok zahmet veriyorum sana, gerçekten böyle olacağını bilseydim kapıya bırakıp giderdim." derken Taner kızın içini rahatlatmak adına konuştu. "Zahmet falan vermiyorsun, bu kadarını yapayım izin ver."
Daha fazla itiraz etmedi Dilek. Araca ulaştıklarında kapının kilitlerini açarak Dilek'in oturması için ön kapıyı açtı. Dilek küçük bir tebessümle içeri geçerken heyecanla yutkundu. Taner ise kendi tarafına ilerleyerek araca bindi ve motoru çalıştırdı. Ardından da taburun çıkışına doğru ilerlerken konuştu. "Yolu tarif etmen gerekiyor."
Göz ucuyla Dilek'e baktığında onun çoktan ona baktığını fark etti. Dilek bunu fark eder etmez bakışlarını kaçırırken başını salladı. "Tamam."
Taner aracı sürerken aklından geçen soruyu dile getirdi. "Ailenle mi yaşıyorsun?" Merakla kıza bakarken Dilek başını iki yana salladı. "Hayır, tek başımayım burada. Onlar Konya'da."
"Konyalıyım diyorsun yani. Komandoya bir yudum su, vermez misin Konya kızı?" Dilek'e bakıp tek gözünü kırparken Dilek nefesinin kesildiğini hissetti. Taner’in komando marşından söylediği söze büyükçe gülümserken içi içine sığmıyordu. "Vermez miyiz üsteğmenim, su da veririz, yemekte veririz. Gerekirse canımızı da veririz."
Taner aldığı cevapla tatmin olurken tatlı ve samimi bir gülüşle baktı Dilek'e. Bakışlarını üzerinden çekemezken Dilek genzini temizledi. "Buradan sağa dönüyoruz." Dilek'in aniden söylediği cümle ile dikkatini tekrar yola verdi. Dilek'in dediği yerden sağa döndüğünde tekrar ses işitti. "Sonra sola dönüyoruz, ileride sağdaki bina."
Bu sözle şaşırmadan edemedi Taner, beklediğinden yakındı evi. Ancak bu onunla biraz daha vakit geçirmesine neden olmuştu. Bu yönden yakın olması umurunda değildi, gerçi biraz daha uzak olmasını tercih ederdi. Dilek'in söylediği sokağa girip işaret ettiği yerde durduktan sonra bakışlarını kıza doğru çevirdi.
Dilek ise minnettarca baktı Taner’e. "Her şey için teşekkür ederim." dediğinde Taner gülümsedi. "Ben teşekkür ederim." Gerçekten minnettardı Taner. Dilek'e hayran olmuştu bu davranışı yüzünden. "O zaman sonra görüşürüz." dedi Dilek utanarak. Taner onun bu tatlı haline daha çok gülümsedi. "Görüşelim."
Dilek arabanın kapısını açarak araçtan çıktı. Apartmana doğru ilerlerken Taner’in gitmesini bekledi ancak Taner’in Dilek içeri girmeden gitmek gibi bir düşüncesi yoktu. Dilek bunu anlayarak apartman kapısını açarak içeri girdi. Kapıyı kapatmadan elini kaldırıp Taner’e selam verdi. Taner baş selamıyla bu selamı alırken Dilek içeri girerek kapıyı kapattı. Kapıyı kapattığı an elini kalbine yasladı. Bayılacağından çok korkmuştu ama öyle olmamıştı. Çok güzel geçmişti Tanerle olduğu birkaç dakikalık an bile.
Taner ise gidememişti. Elini istemsizce kalbine yaslarken hissettiği güçlü atışlarla kendi kendine mırıldandı. "Ne oluyor bana böyle?" Anlamlandıramıyordu ama o da farkındaydı bugünden sonra her şeyin farklı olacağının. Dilek bugün onun kalbindeki yaraları iyileştirmeye başlamıştı hiç çabasız. İçindeki yalnızlığa ilaç olmuştu. Evet yalnız değildi Taner, kardeşleri vardı ama ilk defa bir yabancı onu bu denli düşünmüştü. Gerçi yabancı da değildi artık. Taner’in kalbinde baş köşeye kurulmak için bekleyen bir kadındı...
◔◔◔
Birkaç gün sonra…
Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,
Can ile ilgili hiçbir gelişme yoktu. Ne araç, ne kamera, ne plaka… Her şeyi öyle kalıbına uydurmuşlardı ki bir sonuç yoktu. Alper komiser istediğimi yapıp detaylı bir şekilde incelemişti hem dosyaları hem görüntüleri, yeri geldiğinde bende yardım etmiştim ancak hiçbir sonuç elde edememiştik. Annesi Esra perişandı. Oğlundan haber alamadıkça çıldırıyordu. Neredeyse bir hafta olmuştu ve bir iz bulamamıştık. Kadını o halde görmek beni de perişan ediyordu ancak elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Davadan biraz uzaklaşmak ve an azından birkaç saatliğine de olsa kafa dağıtmak için Pamir ile plan yapmıştık. İş çıkışı dışarıda yemek yiyecek sonrasında da oğlumuz için alışveriş yapacaktık. Odası için mobilyaları sipariş vermek istiyorduk, şu aralar Pamir evdeyken odasını birlikte hazırlayalım istiyordum. O göreve giderse ben kıyafetlerini falan kendim hallederim diye düşünüyordum. O konuda yardımcım çok fazlaydı.
Adliyeden çıktığımda bakışlarım kendi arabama doğru kaydı. Ancak onun yerinde kocamın arabası vardı. Yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken Pamir benim aksime adliyenin çıkışına değil de etrafa doğru bakınıyordu. Özellikle araba çıkışına dikkat kesilmiş gibi duruyordu. Oradan doğru adliye binasının çevresinde bulunan kameralara doğru baktığında bende istemsizce oraya doğru baktım. Yanlış bir şey olmadığına emin olarak merdivenlerden inerken bu sefer dikkatini çekebilmiştim.
Bakışları beni bulduğu anda gerginliği azalmış dikkatini bana doğru vermişti. Benimkine benzer bir gülüş oluşsa bile içime kurt düşmüştü. Neler oluyordu anlamıyordum. Bu aralar çok tedirgindi.
Tam olarak yanına ulaştığımda güzel sesini duydum. “Hoş geldiniz güzelim.” Kollarını benim için açarken hiç beklemeden kollarının arasına girip sıkıca sarıldım. Pamir’de sıkı sıkı bana sarılırken mırıldandım. “Hoş bulduk, bir sorun mu var?” Sorumla birlikte yutkunuşu kulaklarıma dolarken hafifçe kaşlarım çatıldı. Bir sorun vardı. Pamir ise çıkarımımın aksine inanmayacağım bir cevap verdi. “Hayır, bir sorun yok.”
“Neden bu kadar gerginsin, sanki bir şeyler var.” Dedim dikkatle gözlerine bakarken. Pamir yüzüne taktığı gülümsemeyle başını iki yana salladı. “Gergin değilim. Etrafa bakındığım için öyle diyorsan sadece tedbir amaçlı baktım, mesleki deformasyon.” Söylediği cümlelere elbette inanmamıştım. Sadece rahatlamam için böyle söylüyordu. “Nereye götüreyim canlarımı? Nerede yemek istersin?”
Lafı değiştirdiğinde ona uyum sağladım. “Bilmem ki fark etmez bana.” Pamir beni onayladıktan sonra oturmam için arabanın kapısını açtığında onu bekletmeden ön koltuğa geçip oturdum. Emniyet kemerimi bağlarken Pamir’de şoför koltuğuna geçti. Benim gibi emniyet kemerini taktıktan sonra arabayı çalıştırdı. Adliyeden çıkarken merakla konuştum. “Senin günün nasıl geçti?”
“Aynıydı, şu aralar bir operasyon üzerinde çalışıyoruz.” Dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Bu demek oluyordu ki görev yakındı. Şimdiden içim sıkılmaya başlamıştı. İç çekişimden Pamir bunu anlamış olacak ki bakışlarını bana çevirip konuşmasına ekleme yaptı. “Siz nasılsınız? Dava ne durumda?” Sorduğu soruyla canım sıkılmıştı. Hala daha bir gelişme yoktu. “Gelişme yok.” Pamir pot kırdığını anlayarak dudaklarını birbirine bastırırken bir şey demedim.
Camdan dışarıya doğru bakarken reklam panolarındaki afişlerle ağzım sulanırken dudaklarımı yaladım. Canım aniden kebap çekmişti. “Ay Pamir kebap yesek ya. Şöyle acı biber turşusu da olur yanında, meze falan. Of.” Aniden sessizliğin içinde konuştuğumda Pamir bana doğru baktı. Algıladığı cümlelerle kaşları havalanırken yüzünde de büyük bir gülümseme oluştu ve heyecanla konuştu. “Kebap mı aşeriyorsun?”
Dudaklarımı yalayarak başımı sallarken Pamir’in yüzündeki gülüş büyüdü. “Karımın canı kebap çekiyorsa hemen kebapçıya gidiyoruz.” Yiyeceğim şeylerin görüntüsü zihnimde canlanırken benim de yüzümde gülümseme oluştu. Elimi karnıma yaslayıp oğlumu severken Pamir gittiği yolu dönmek için tek elinin avuç içiyle direksiyonu kırıp u dönüşü yaptığında onun yandan profilini izlemeye devam ettim.
Kısa sürede kebapçıya vardığımızda araçtan inerek direkt olarak mekâna girdik. Daha içeri girer girmez burnuma güzel kokular gelmeye başlarken dudaklarımı yaladım. Garsonlardan birisi bizi boş masaya yönlendirdikten sonra menüleri getirdi. Karasız bir şekilde menüye bakıp nihayet bir şeye karar vererek Pamir ile siparişimi verdim.
“Kebap aşereceğini hiç düşünmemiştim.” Pamir hevesli halime bakarak bıyık altından gülerken dudaklarımı büzdüm. “Bende düşünmemiştim ama öyle birden aklıma geldi, canım çekti. Ne yapayım?” Gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken Pamir gözlerime baktı. “Canın çektiyse yiyeceksin elbet. Yarasın güzelime.”
Siparişlerimiz yavaş yavaş gelmeye başladığında ağzım sulanarak baktım masadaki her şeye. Direkt olarak kendi tabağımdaki yemeğe odaklanırken hevesle yemeye başladım. Damağımda yayılan tat iştahımı kabartırken bakışlarım Pamir’in tabağına doğru takıldı. Şimdi onun tabağındakiler daha cazip gelmeye başlamıştı. Pamir ona doğru baktığımı görüp ağzındakini yutarken ne istediğimi anlamış gibi elinde biraz önce yapmış olduğu dürümü bana doğru uzattı. İştahla elindekini alıp yerken dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü engellemeye çalıştı ancak pek engelleyemedi. İçinden benimle dalga geçtiğine emindim.
“Gülme ama sevgilim.” Dedim ağzımdakini yutarken. Pamir başını iki yana salladı. “Gülmüyorum.” İnanmadığımı belli edercesine ona bakarken Pamir başka bir dürüm oluşturarak bana doğru uzattı. Onu da elime alırken kendi tabağımı Pamir’e uzattım ve mırıldandım. “Senin elin değdiği için sanırım bu daha hoşuma gitti.” Söylediğim hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde muzip bir gülümseme oluştu. “Afiyet olsun güzelim, doya doya ye..”
Birlikte yemeklerimizi yedikten sonra üzerine birer porsiyonda tatlı yiyerek mekândan çıkmıştık. Şimdi sırada bebeğimiz için alışveriş yapmak vardı. AVM’lerden birinin önüne aracı park ettikten sonra el ele içeri girdik. Pamir cüzdanındaki askeri personel olduğunu belli eden kartı güvenliğe okutarak güvenlik kontrolünden geçmemizi engelledikten sonra kıyafet bakmak üzere mağazalardan birine girdik.
İçeri girdiğimiz an küçük küçük kıyafetler gözümüze çarparken heyecanlı bir biçimde baktım kocama. “Ay Pamir, küçücük şunlara bak.” Birkaç adımda zıbınların olduğu yere ilerlerken Pamir’de benimle geldi. “Doğduğunda bu kadar küçük olması akıl alır gibi değil. Böyle bakınca insanın gözü korkuyor.” Diyerek eline aldığı zıbını incelerken haklılığı karşısında duraksadım. Gerçekten bir bebeğin doğduktan sonra büyümesi çok emek isteyen bir şeydi.
“Bunu kesin alalım.” Pamir birkaç reyon öteden bulduğu zıbınla bana doğru gelirken merakla baktım elindekine. ‘Babası gibi yakışıklı’ yazıyordu üzerinde. Gülüşüme engel olamazken kendimden emin bir şekilde konuştum. “Şüpheniz mi var Pamir bey?”
“Yok tabii de, yine de alalım biz. Kayınçomda beğenir bence.” Abimi işin içinde kattığında sırıttım. Abimsiz yapamıyordu. Kim bilir abim neler planlıyordu onu gıcık etmek için.
Lazım olacak olan zıbınları alırken etrafıma bakınmaya devam ettim. Pamir’in hevesle bana doğru seslendiğini duyduğumda tekrardan baktım ona doğru. “Devrim şunlara baksana.” Elinde bir sepet vardı ve sepetin içi birçok oyuncakla doluydu. Kıyafet alalım diye gelmiştik ancak oyuncakta alacaktık belli ki. “Canımın içi biraz fazla olmamış mı onlar?” diye mırıldandığımda Pamir elindeki dolu olan sepete baktı. Sonra da omuz silkti. “Bence az bile, topla kesin oynar bir kere. E arabada yani.” Diye kendi kendine sebeplerini sayarken hevesini kırmadan konuştum. “Ama onlarla oynaması için biraz büyümesi gerekiyor.”
“Olsun alalım biz, büyüyünce oynar.” Dediğinde itiraz etmedim. En azından doğum çantasını oluşturacak kadar eşya alarak alışverişimizi bitirdik. Aldıklarımızın ücretini ödedikten sonra AVM’deki kafelerden birine geçip oturdum. Pamir o sırada aldıklarımızı arabaya koyup geldikten sonra birer çay molası vererek dinlenmeye koyulduk.
Ufak bir aranın ardından odası için birkaç mağaza dolaşarak en içimize sinen oda takımının siparişini vererek işimizi hallettik. Odanın boyanması gerekiyordu, onu da en kısa sürede hallederdik. Tek oda olduğu için Pamir kendisi halledecekti tabii bende ona yardım edecektim, böyle bir karar vermiştik.
Her şeyin hallolmasıyla birlikte arabamıza binerek evimize doğru yola koyulduk. Yaklaşık 40 dakika sonra evimize ulaştığımızda kendimi epey yorgun hissediyordum. Kabanımı çıkarttıktan sonra direkt olarak odamıza ilerledim.
Üzerime geceliğimi giyerek dikkatle yatağa oturduktan sonra sırtımı yatak başlığına yasladım. Pamir’in nerede olduğunu kendi içimde sorgularken derin bir iç çektim. Bugün ayakta çok fazla durduğum için ayaklarım bağımsızlığını ilan edip ağrımaya başlamıştı. Ayaklarımı uzatıp dinlenmeye çalışırken elinde süt bardağıyla içeri giren kocamı gördüm. Her akşam rutinimizdi bu. Yatmadan önce mutlaka süt içiyordum Pamir sayesinde. Elindeki bardağı direkt olarak bana uzattığında elinden aldım.
İtiraz etmeden dudaklarıma götürürken kendisi de elini ensesine atıp tek çırpıda üzerindeki siyah kazağı çıkardı. Karın kasları gözler önüne serilirken hayranlıkla onu izlemeye devam ettim. Bir yandan da sütümü yudumlamayı ihmal etmiyordum elbette. Pantolonunu çıkartıp bir pijama altı giydikten sonra bakışları benim beğeni dolu bakışlarımla buluştu. Tek gözünü kırparken içim eriyerek baktım ona doğru.
“Çok yoruldun değil mi?” Pamir bana doğru gelirken başımı belli belirsiz salladım. “Evet ama değdi, çok güzel şeyler aldık değil mi?” heyecanla konuşurken aklımda yorgunluğum bile yoktu. Çünkü bunlar tatlı yorgunluklardı. “Oğlumuzu onların içinde görmek için sabırsızlanıyorum.” Diye karşılık verdi küçük bir tebessümle.
Ardından tam ayaklarımın ucuna doğru gelerek oradaki boşluğa doğru oturdu. Yönünü bana doğru çevirdiğinde sağ ayağımı tutup masaj yapmaya başladığı anda şaşkınlıkla baktım ona doğru. Gözleri ayağımdan bana doğru kaydığında noldu dercesine başını iki yana salladı ve bakışlarıma tercüme olmak adına dudaklarını araladı. “Bugün epey gezdik, ayağın ağrımıştır diye düşündüm. Bir de ayakların şişebilirmiş, öyle yazıyordu ki şişmiş. Biraz rahatlatmak lazım.”
O kadar düşünceli bir adamdı ki o bizi böyle severken benim ağlayasım geliyordu. Gözlerim hafiften sulanmaya başlarken Pamir kaşlarını çattı. “şşşt ağlamak yok, ağla diye yapmıyorum birtanem.” Ağlamamdan hoşlanmadığını hem bakışlarıyla hem sözleriyle belli ederken mırıldandım. “Ama elimde değil, o kadar güzel seviyorsun ki ağlamak geliyor içimden.” Dediğimde Pamir şefkatle baktı gözlerime doğru. Dudaklarında küçük bir gülüş oluşurken karşılık verdi. “Ağlamak gelmesin, öpmek gelsin içinden.”
Söylediği cümleye hazırlıksız yakalandığım için kahkaha atarken Pamir de benim gibi güldü. İki ayağıma da masaj yaparak işini bitirdiğinde banyoya giderek odaya geri döndü. Hemen sol yanımdaki yerini aldıktan sonra benim gibi sırtını yatağa yasladı ve yönünü bana doğru çevirdi.
Birbirimize aheste aheste tüm duygularımızı aktarırcasına bakarken Pamir başını hafifçe bana doğru yaklaştırdı. “Hizmetimin karşılığını isterim.” Söylediği cümle ile gözlerimi kısarak baktım yüzüne. “Fırsatçı.” Pamir tek kaşını kaldırdı. “Fırsatçı bir kocan var ne yapacaksın?” Kendinin fırsatçı olduğunu kabullenirken güldüm istemsizce. Pamir ise sırıtarak devam etti sözlerine. “Hem aylar öncesinde bir sözün vardı, canın ne zaman sigara isterse beni öp bağımlılığın ben olayım demiştin.”
Verdiğim sözü elbette hatırlıyordum ancak hiç lafı geçmemişti. “Sen bırakalı çok oldu sigarayı.” Dediğimde onayladı. Aslında çok olmamıştı. Hamile olduğumu öğrendiğinde tamamen kesmişti içmeyi. “Bıraktım. Ama şu an canım istiyor belki.” Dediğinde bahanesine karşılık göz devirdim. “Beni öp desen öperim zaten, hem neden benden bekliyorsun karınım ben senin.”
Sitemle konuşurken Pamir elini yanağıma yaslayarak yüzümü sevdi. “Senin öpmeni seviyorum belki.” Dediğinde yüzümde gülümseme oluştu. Madem kocam seviyordu, o zaman istediğini verecektim.
Başımı ona doğru uzatıp dudaklarımızı birleştirdim. Küçük bir öpücüğün ardından geri çekilirken başımı Pamir’in omzuna doğru yasladım. O da daha rahat etmem için kolunu sırtımın arkasından geçirip belime sardıktan sonra avucunu karnıma yasladı. Bense başımı göğsüne doğru yaslayarak yerimi rahatlattım.
“Pamir…” diye ismini seslendiğimde kalbinden sökülüp gelircesine cevap verdi. “Güzelim…” Yüzümde gülümseme oluşurken başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım alttan alttan. Pamir ise başını eğmiş çoktan yüzüme bakıyordu. “Seni o kadar çok seviyorum ki.” Dediğimde yüzünde hoşuna gittiğini belirten bir gülüş oluştu. “Bende seni çok seviyorum.”
Başımı tekrardan göğsüne doğru yaslarken yaşadığım huzur, günün yorgunluğu ve Pamir’in kokusuyla mayışarak gözlerimin yavaştan kapandığını hissettim. Pamir’in dudaklarını saçlarımda hissetsem de tepki veremedim. Kollarının arasında olmak çok güzeldi. Uykuya tam olarak dalmadan önce başımın yastığa yatırıldığını hissettim, sonra yanağımda bir iyi geceler öpücüğü ardından da karnıma konan küçük bir buseyi hissettikten sonra en son Pamir’in sesi kulağıma doldu. “İyi geceler canlarım.”
◔◔◔
Yazarın anlatımından Işık ve Bora,
İki genç sevgili aylar sonra ilk defa hastane dışında, kafe dışında bir yerde buluşmaya karar vermişlerdi. Bora her ne kadar Işık’ı görmek için her boşluk bulduğu anda kendini hastaneye atsa da sevmiyordu hastaneleri. Sadece Işık için katlanıyordu buna. Işık da bu durumu biliyordu, bunu bildiği için bugün Bora’yı evine davet etmişti. Hafta sonuydu. Hem kendisi izinliydi hem Bora müsaitti. Bu yüzden dışarı da çıkmak istemeyerek evde baş başa vakit geçirelim istemişti.
Tüm gün boyunca evde kalmışlardı. Bora sabah elinde simitlerle kapıyı çalmış birlikte kahvaltı yapmışlardı. Karşılıklı oturup sabah kahvelerini içmişlerdi, sohbet etmişlerdi. İlk defa ne telefonları çalmıştı, ne onları çağıran biri olmuştu. Keyifle geçirmişlerdi saatlerini.
Akşam üzerine yaklaşmışken Işık yemek yapmak üzere mutfağa girmişti. Bora’ya kendi elleriyle ilk defa yemek yapacaktı ve bu konuda heyecanlanıyordu. Bora her ne kadar dışarıdan söyleyelim dese de Işık kafasına koymuştu bile, o yüzden Bora’yı reddetmiş ve kollarını sıvamıştı. Bora ilk başta mutfağın bir köşesinde sevdiği kadını hayranlıkla izlemiş sonrasında da ona yardım etmek için oturduğu yerden ayaklanmıştı.
Ancak kıza sarılmak daha cazip geldiğinden dolayı sevdiği kadının arkasından kollarını bedenine dolayıp kendine çekti. Işık bu hamle ile irkilse de Bora’nın sıcacık şefkat dolu kollarında olmayı sevdiği için gülümsedi. Sırtını adamın yapılı göğsüne yaslarken Bora o sırada çenesini kızın omzuna yaslamış kızın sıcaklığında, kokusunda, teninde dinlenmeye koyulmuştu. O kadar huzurluydu ki anlatamazdı.
"Sen böyle kollarımda olunca sanki dertten, tasadan uzaklaşıyorum..." içten gelen bir sesle düşüncelerini paylaşırken Işık yüzündeki gülümsemeyi büyüttü. Çok hoşuna gidiyordu, içi kıpır kıpır oluyordu Bora böyle konuştuğunda. "İnsan sevdiğinin yanında huzuru tadarmış zaten, her şeyden uzaklaşıp zihnini sevdiğine verirmiş. Bizde öyleyiz." hem Bora’nın sözlerini onaylayıp hem de kendi düşüncelerini belirtirken Bora gülümsedi.
Dudaklarını kızın boynuna doğru yönelttiğinde hiç beklemeden şah damarına dudaklarını değdirip uzunca, sesli bir şekilde öptü. Sevgisinin sınırı yoktu Bora’nın. Katlanarak artıyordu. Işık ise gelen öpücük ile ilk önce irkilir gibi olmuştu. Sonra ise bu öpücüğün onda yarattığı etkiden keyif almış ve iç çekmişti. O da Bora’dan farksızdı. Korkmuştu, kaçmıştı ama şimdi içindeki sevgi dolup taşıyordu.
Bora kızın boynunun birkaç noktasını daha öperken Işık kıkırdayarak konuştu. "Bora ya, yemek hazırlıyorum." Kızın itirazı ile omuz silkti Bora. "Bende sevgilimle ilgilenmek istiyorum." Işık duyduğu cümle ile karıştırdığı çorbanın kaşığını bırakıp sevdiği adamın kollarının arasında döndü ve ellerini adamın ensesinde birleştirerek muzip bir gülümsemeyle ona doğru baktı.
Birbirlerine aşık, sevgi dolu bir şekilde bakarken Işık mırıldandı. "Daha ilgilenirsin sevgilim, gün bizim. Hatta istersen burada kalırsın. Nasılsa yarın da müsaidim. Sende." Bakışlarını adamın dudaklarına doğru indirirken Bora’nın yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. "Çok cazip bir teklif. Seninle uyuyacaksam kabul edebilirim." Gerçekten çok hoşuna gitmişti bu teklif. Işıkla geçireceği 5 dakika bile onun için kıymetli olduğundan bu gece onda kalma fikri aklına yatmıştı.
Işık duyduğu cümle ile aklına gelen fikri engelleyemedi ve ciddi bir şekilde konuştu. "Kanepede yatarsın tabii ki." dediği anda Bora’nın afallayan ve hafifçe çatılan kaşlarını görmek gülmesine neden oldu. Ciddiliği anında kırılırken Bora aynı ifadeyle bakmaya devam ediyordu. "Ay şu yüz ifadesine bak." diye dalga geçerken sesli gülüşüne engel olamadı. Bora ise olayı yeni kavrarken sitemle baktı sevdiği kadına. "Alacağın olsun."
"Olsun Bora bey. Seve seve alırız." Kahkahası yerini yamuk bir sırıtışa bırakırken yüzünü biraz daha yaklaştırdı sevdiği adama. "Tabii ki benimle uyuyacaksın, kanepede yatmana kıyamam ki senin." dediğinde Bora ona uyum sağlayarak gülümsedi. "Anlaştık o zaman."
Işık başını salladıktan sonra yakınlıklarını sıfıra indirerek dudaklarını sevdiği adamın dudaklarıyla birleştirdi. Bora bu anı beklediği için Işık’ın dudaklarını kavrayarak direkt ona karşılık verirken içlerindeki tüm sevgiyi, aşkı haykırırcasına hoş bir ahenkle dans etmeye başladı dudakları. Artık her şeyi aşmışlardı. İlk baştaki utangaçlıkları yoktu, açıklardı birbirlerine. Aylar geçmişti birbirlerine duygularını açık açık itiraf edeli ve o günden beridir aşkları büyüyerek devam ediyordu.
Öpücükleri derinleşeceği sırada aniden çalan kapı ikisinin de dikkatini dağıtarak birbirlerinden ayrılmalarına neden olmuştu. Bora hafiften kaşlarını çalarken memnuniyetsiz bir ifade ile konuştu. "Birini mi bekliyordun?" Bora’nın sorusuyla başını iki yana salladı Işık. "Hayır." Meraklı bir şekilde kapıya doğru ilerlerken Bora'da onun peşinden ilerledi ne olur ne olmaz mantığı ile.
Işık direkt olarak kapıyı aralarken karşısında gördüğü yüzle şaşkınlıkla konuştu. "Anne?" Bu kelime ile Bora’nın gözleri büyürken sertçe yutkundu. Işık’ın annesiyle bu şekilde karşılaşmayı hiç düşünmemişti ancak karşılaşmışlardı. Işık’ın annesinin bakışları da Bora’ya kayarken kaşları hafifçe çatılmıştı.
Gözleri Işık’tan farklı kahverengiydi. Saçları onun gibi kumral, bakışları ve duruşları aynıydı. Filiz hanım, emekli bir öğretmendi. Kocasıyla da görev yaptığı yerlerden birinde tanışmışlardı. Şehir şehir gezmişlerdi. Şimdi ise Tekirdağ’da hayatına devam ediyordu.
"Hoş geldin anne, geçsene içeri." diyerek kapıdan çekildi Işık. Bir yandan da tedirginliğini gizlemek için yutkundu. Borayla bu şekilde karşılaşmalarını istememişti. Annesinin bu konuda kızgın olduğunu biliyordu çünkü. Şimdi Bora'ya bir şeyler demesinden korkuyordu. Filiz hanım içeri girerken mırıldandı. "Hoş buldum kızım." Kollarını kızına sarıp sıkıca sarıldı. Işık annesini ne kadar özlediğini fark ederek hasret giderirken Bora ikisini tebessümle izledi. Işık’ın annesine düşkünlüğünü biliyordu.
Işıkla Filiz hanım birbirinden ayrıldığında Işık genzini temizleyerek sevdiği adamı işaret etti. "Bora, sevdiğim adam." Işık’ın çekinecek bir şeyi yoktu, o yüzden çat diye tanıtmıştı. Ancak Bora bu hitapla birlikte biraz şok olmuş biraz da çekinmişti. Elbette Işık’ın sevgisinden şüphesi yoktu yalnızca annesine karşı böyle tanıtması biraz heyecanlandırmıştı onu. Filiz hanımın tepkilerini an be an izledi. Küçük bir tebessüm ve ardından ona doğru uzanan eli gördü. “Memnun oldum, Filiz bende.”
Bora ufak bir rahatlamayla birlikte yüzüne kondurduğu gülücükle kadının elini tuttu ve kısaca sıktı. “Bende memnun oldum.”
“Ay çorba taşıyor!” Işık duyduğu sesle mutfağa doğru girerken Bora ve Filiz hanım baş başa, sessizce kalakalmışlardı ancak bu sessizlik çok kısa sürmüştü. “Yemek mi yiyecektiniz?” Filiz hanım merakla kızına doğru bakarken Işık onayladı. “Evet, tam zamanında geldin. İçeri geçsenize, hemen geliyorum bende.” Işık’ın cümlesinin bitimiyle Bora gözlerini kırpıştırarak yardım istercesine baktı ona doğru.
Filiz hanımla baş başa kalmak isterdi elbette ama çekiniyordu işte. Neden böyle olduğunu kendisi de anlamamıştı ama kadının tepkisinden korkuyordu. Haksız da sayılmazdı, Işık Bora’yı anlattığından beridir hiç memnun değildi Filiz hanım.
“İçeri geçelim o zaman biz, hadi Bora.” Filiz hanım, Bora’ya hitaben konuşurken Bora ona seslenilmesiyle hemen karşısındaki kadına baktı. Filiz hanımsa ekledi. “Sana Bora dememde bir sakınca var mı?” diye sordu. Bora hızla başını iki yana sallayarak cevap verdi. “Nasıl isterseniz öyle hitap edebilirsiniz.” Filiz hanım aldığı onayla birlikte salona geçerken Bora mecburen yavaş adımlarla arkasından ilerledi.
Filiz hanım koltuklardan birine otururken Bora karşısına geçti. Tedirgin gözlerle karşısındaki kadına doğru bakarken sesini duydu. “Meşhur Bora sensin ha, özel kuvvetlerdenmişsin.” Diye söze başladı Filiz hanım. Bora başını salladı gururla. “Evet.” Filiz hanım dikkatle karşısındaki adama bakmaya devam etti. Zaten dışarıdan bakıldığında da yapılı vücuduyla, sakal tıraşıyla kendini belli ediyordu. Zira alışık olduğu için bu görüntüye dışarıda görse de onu bu şekilde tanımlardı.
“Kızımın Tekirdağ’a dönmeme sebebi de sensin.” Çat diye konuya girmesiyle birlikte Bora yutkundu. “Tekirdağ’a dönmeme sebebi değil belki ama Hakkari’de kalması için var olan sebeplerden biriyim.” Diye kabullendi. Işık’ın gitmemesinin en büyük nedeninin kendisi olduğunu biliyordu ve itiraz edecek değildi. “Ama bu karar Işık’ındı. Hiçbir zaman gitmesini istememekle birlikte bu konuda üzerinde baskı kurmadım.” Diye de eklemeden edemedi. Karşısındaki kadının onu yanlış tanımasını istemiyordu çünkü.
“Işık, ben Hakkari’de kalacağım dediğinde ilk aklıma gelen orada birini sevmiş olmasıydı ki düşüncemde de yanılmadım. Öyle olmuş.” Dedi Filiz hanım. Ardından ekledi. “Ama beni şaşırtan şey bir askerle birlikte olmasıydı.” Bora bu cümle ile bir anlığına kaşlarını çattı. Filiz hanım ise yanlışlığı düzeltmek adına devam etti. “Yanlış anlama askerlik çok kutsal bir meslek, çok saygı duyuyorum. Nasıl duymam ki?” Aklına eşi geldiğinde burukluğunu gizleyemedi. Yine de devam etti sözlerine. “Ama babasını kaybetmişken bu travmayla böyle bir şey olması beni şaşırttı.”
Haksız değildi Filiz hanım. Zaten Işık’ta bu travmayla çok başa çıkamamıştı. Belki Bora ondan hoşlanmaya başladığı andan itibaren ona tutulmuştu ancak kendine itiraf edememişti. Korkuları çok ağır basmıştı. Babasıyla annesinin kaderini yaşamaktan çekinmişti. Ama sonra Bora’yı kaybetme düşüncesi, birbirlerini severlerken çaldığı zamanlar boğazına yular gibi dolanmış ve onun doğru kararı vermesini sağlamıştı.
“Işık bu konuda zaten epey çekimserdi.” Deyip duraksadı Bora. Ardından ekledi. “Hala daha çekimser, bana göstermediğini sanıyor ama ben her şeyin farkındayım. Korkuları devam ediyor.” Bunu bilerek bir yola çıkmışlardı zaten, tereddütler illaki olacaktı. Ancak önemli olan bununla nasıl başa çıkıldığıydı. “Ama emin olun Filiz hanım, Işık korkularının esiri de olsa bu benim sevgimden bir şey kaybettirmez. Öylesine sevmiyorum ben onu.”
Filiz hanım dikkatle dinledi Bora’yı. Zaten eve girer girmez de Bora’nın bakışlarından anlamıştı bunu. Diyecek lafı da yoktu. Sadece kızını yanında istemişti. Daha doğrusu eşinin kaybından sonra kızına çok daha düşkün olduğu için onunla beraber olmak istemişti. Ancak istediği olmamıştı. Yine de itiraf etmeliydi ki güzel bir vesile ile olmamıştı istediği.
“Bora hiçbir zaman beni engellemedi ki, her defasında istersen dön dedi. Onu bırakamayan benim anne. Sen söyle nasıl bırakırsın?” Işık birkaç dakikadır salon kapısının kenarında ikisini dinliyordu. Müdahale edememişti ancak şimdi bir suskunluk oluştuğunda içeri girmişti ve Bora’ya destek çıkmak istemişti. “Bende öylesine sevmiyorum Bora’yı. Çok seviyorum, öyle basit değil içimdeki sevgi. Kaldı ki Bora’nın söylediği gibi ben çok zor kabullendim bu durumu. Ama sen anla bunu kabullenebilecek kadar fazla sevgim.”
Işık’ın sözleriyle birlikte Bora gülümsemeyle, sevgiyle baktı kıza. Ağzından böyle laflar duymayı seviyordu. Filiz hanım yine dikkatle dinlemişti kızını. Ancak ağzından çıkan sözlerden sadece biri aklında yer edinmişti: Sen olsan nasıl bırakırsın? O an eşiyle kendisi gelmişti aklına. Doğu görevini yapmak için Diyarbakır’a gittiğinde tanışmışlardı. Filiz hanım orada aşık olmuştu eşine ve Işık’ın dediği gibi de bırakamamıştı. Ölüm ayırana kadar da birbirlerinden hiç kopmamışlardı zaten.
Işık annesine bakarken sevdiği adamın yanına geçip oturdu. Buraya hem sürpriz yapıp kendisini görmek için geldiğini biliyordu ama esas gelişinin Bora ile ilgili olduğunu da biliyordu. Çünkü Bora’dan bahsetmişti ve annesi epey sorguladıktan sonra pek memnun olmayarak bir şeyleri kabullenir gibi olmuştu. Bora ile tanışıp içinin rahatlaması gerekiyordu ve asıl geliş amacı da buydu zaten. Yavaş yavaşta rahatlamaya başlamıştı.
“Sevgi, aşk güzel şeyler çocuklar.” Dedi Filiz hanım küçük gülümsemeyle. Ardından ekledi. “Ama bunların getirdiği şeylere, özellikle de hayatın getirdiği sürprizlere hazırlıklı mısınız en önemlisi o. Sevgi hiç bitmiyor belki ama.” Deyip duraksadığında Işık’ta Bora’da neyi kastettiğini anlamıştı elbette. O yüzden tamamlama gereksinimi duymadı Filiz hanım. Bakışlarını kızına çevirdi. “Işık’a başta kızdım dönmedi diye ama şimdi görüyorum ki aslında kendi ailesini kurmak için çabalıyor.”
Işık bu cümle ile utanarak başını eğer gibi oldu. Bora ise bu cümleyle mest olmuştu. O yuvayı kurmayı her şeyden çok istiyordu.
“Işık her şeyin üstesinden gelebilirim diyorsa ben bir şey söyleyemem.” Filiz hanım sözlerini devam ettirirken Bora da Işık’ta rahatlamış bir biçimde baktı ona doğru. Filiz hanım karşısında çocuksu sevinçle ona bakanları gördüğünde hafifçe kaşlarını çattı. “Görende sizi öldürmek için gelmişim de canınızı bağışlamışım sanar. O bakış ne öyle?” Şakayla karışık bir şekilde konuşurken Işık güldü. Annesinin bu huyunu seviyordu. Ciddi olsa da araya şaka katıp gerginliğini alırdı her zaman. “Biraz öyle gibiydi anne kabul et.”
Bora ikisinin diyaloglarını dinlerken şaşırdı. Biraz önce Filiz hanımın karşısında gerginlikten zor oturuyordu, bakışlarından çekiniyordu ancak şimdi böyle bir şey kalmamıştı sanki. İçine bir rahatlama çökmüştü. Karşısındaki kadının tek derdinin Işık olduğunu biliyordu. Kendi annesi de onlar küçükken, okurken aynı Filiz hanım gibi üzerlerine titrerdi. Özellikle babalarının yokluğunu hissettirmemek için çok uğraşırdı. Filiz hanımda eşi şehit düştükten sonra Işık onun her şeyi olduğu için daha bir ilgilenmişti. Bu yüzden onu çok iyi anlıyordu ve asla sorularını garipsemiyordu.
“Bora’nın baştan gözünü korkutmak daha iyi.” Samimi bir tonda konuşurken şaka yaptığını belirten bir şekilde Bora’ya baktı. Işık ise mırıldandı. “Annecim..” uyarı dolu bir sesle konuşurken Bora araya girdi, Filiz hanımın şakasını anladığını belirtircesine konuştu. “Hiç merak etmeyin, ben uyarımı aldım efendim.”
“Efendim çok resmi oldu gibi, ne dersin? Teyze dersen çok memnun olurum. Sık sık görüşeceğiz belli ki.” Filiz hanım biraz önceki ciddi haline kıyasla şimdi daha rahattı. Hem kızının hem de sevdiğim adam dediği Bora’nın bakışlarını, kararlılığını görmüştü ve memnun olmuştu. Kızı yanına gelsin ister miydi? Bunun cevabı evetti ancak zorlamayacaktı, zorlayamazdı. Kendi de bu yoldan geçmiş biri olarak kızına destek olmak yakışırdı.
“Nasıl isterseniz.” Dedi Bora memnunca. Işık tebessümle baktı annesine. Başta korkmuştu ama şimdi korkusunun yersiz olduğunu görmüştü. Mutluydu. Yanında hem sevdiği adam vardı, hem de annesi vardı. Her şey hayal ettiği gibiydi ve hayal ettiğinden de güzel olacaktı buna inanıyordu. Çünkü bunu hak ediyorlardı…
◔◔◔
Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,
Sabah Pamir ile çıkmıştık evden her zaman olduğu gibi. Bugün kendimi biraz daha enerjik hissettiğim için hazırlanırken büyük bir keyif almıştım ve özenmiştim. Üzerime uzun kollu, siyah kruzave yaka, blazer elbise giymiş topuklu siyah, uzun botlarımla bir kombin oluşturmuştum. Saçlarımı ve makyajımı da aynı özenle yapmıştım. Vedalaşma, birbirimize iyi işler dileme faslından sonra da soluğu adliyede almıştım.
Pamirlerin yaptığı operasyon sonrasında elde edilen eşyaların taraması bitmişti. Kubilay savcıdan öğrendiğim bilgilere göre işimize yarayacak çok bir bilgi yoktu.
Oradan çok fazla bilgi elde edememiştik ancak Volkan’ın nasıl öldüğü konusu açığa çıkmıştı. Tahmin ettiğimiz gibi zehirlenmişti ama yemekten falan değildi. Benden sonra onu ziyarete gelen kişi yanında bir kitap getirmişti. Kitabın sayfalarına zehir sürülmüştü ve parmağını yalayıp her sayfayı çevirişinde bu zehri vücuduna almıştı. Kitabı getiren kişi itiraf etmişti. Volkan avukatı aracılığıyla ulaşmıştı ona. O da kendinden istenileni yapıp kitabı getirmişti. Böylece nasıl intihar ettiği de öğrenilmişti.
Her şeyi itiraf edip bu hayattan kurtulmak istemişti belli ki. Keşke böyle olmasaydı, keşke işini düzgün yapan bir savcı olup o da diğer insanlar gibi kendi hayatını kursaydı diye düşünmüştüm bir an için ancak yine de acımamak gerekiyordu. Sonradan pişman olması bir şey ifade etmiyordu.
Öteki yandan verdiği kimlik numarasının sahibi polis memurunun da sorgusu gerçekleştirilmişti. Para karşılığında bilgileri örgüte aktardığı ortaya çıkmıştı. Ağlayarak pişmanlığını dile getirmişti. Dosyasını incelediğimizde bir kızı ve eşi olduğunu görmüştük. Kızına bir yıl önce lösemi teşhisi konulmuştu ve tedavisi yarım kalmıştı maddi sebeplerden ötürü. İfadesinde paraya ihtiyacı olduğu için yaptığını itiraf etmişti. Böylece kızının tedavisini yaptırabilmişti. Diyecek bir şey yoktu. Kızını kaybetme psikolojisiyle yapmıştı belli ki ama bu vatana, devlete ihanet ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Gereği yapılmıştı. Emniyet teşkilatıyla ilişiği kesilmişti ve mahkemede tutuklanmıştı.
Ancak kızının bu haline elbette sessiz kalmayacaktık. Ben, adliyedeki birkaç kişi ve emniyetten birçok kişi kız çocuğunun sağlığının iyileşmesi için elimizden geleni yapacaktık. Onu öylece bırakmayacaktık.
Odama gireceğim sırada telaşlı bir şekilde yanıma gelen Tuna beyle adımlarım duraksadı. “Savcım, emniyetten bilgi geldi. Can’ın cesedi bulunmuş.”
Bölüm Sonu
✨️Bölüm sorularına başlamadan önce bir şey söylemek istiyorum. Çarşamba günü yani 1 Ocak'ta Hazan Vakti 3. Özel bölümü yayınlamayı planlıyorum. Şimdiden haber vermek istedim. Yine instagram'dan, WhatsApp kanalından, kitappad panosunda duyuru yapacağım. Bilginiz olsun istedim.
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?
‣‣‣ Pamir ve Devrim sahneleri nasıldı? Yine birlikte iş birliği yapılan bir davamız var:) Özledik bence… Sahnelerini doya doya okuyun derim:)
‣‣‣ Sizce Pamir Nadya ile neden görüştü? Ne konuştular? Tahmininiz var mı?
‣‣‣ Taner ve Dilek sahnesi nasıldı? Sevdiniz mi?
‣‣‣ Işık’ın annesi geldi, başta pek memnun değildi gibi ama zorluk çıkarmadı sonradan. Bekliyor muydunuz böyle bir şeyi? Nasıldı sahneler?
‣‣‣ Volkan’ın ölmesini bekliyor muydunuz? Ona da veda ettik bu bölümde, son iyiliğini yapıp aramızdan ayrıldı. Devrim ile sahneleri nasıldı?
‣‣‣ Dava hakkında ne düşünüyorsunuz? Can’a ne oldu, kim öldürdü sizce?
‣‣‣ Bu bölüm hariç son 3 bölüm kaldı finalimize. 47. Bölümde veda ediyoruz bizimkilerle:(
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
115.79k Okunma |
9.82k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |