🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️ Satır aralarına yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen:))
43.Bölüm
Yazarın anlatımından Burçe ve Batuhan,
Burçe ve Batuhan yan yana geldikleri birçok andan sonra ilk defa bugün çok mutlu ve keyiflilerdi. Nasıl keyifli olmazlardı ki? Pamirle aralarındaki sorun çözülmüştü, aileler tanışmıştı, her şey yolundaydı. Böylece onların keyfine diyecekte yoktu. Bu dört aylık süreçte çok yıpranmışlardı. Her buluşmalarında akıllarında Pamir olmuştu. Vakit geçirirken aynı zamanda vicdan azabı da çekmişlerdi. Burçe birçok kez bu durum yüzünden ağlamıştı, Batuhan ne diyeceğini bilememişti. Ama şimdi ikisinin yüzünde de kocaman gülümseme vardı.
Ailelerinden, arkadaşlarından gizlemeden açık açık buluşmuşlardı. Artık her şey yoluna girmişti.
“Abime ne söyledin?” Burçe meraklı bir şekilde baktı karşısındaki adama. Batuhan’ın yemeğe geleceği bir yana abisiyle konuştuğundan bile haberi olmamıştı. Onu kapının önünde gördüğünde şaşkınlıktan yutkunamamıştı bile. Hele ki abisinin Batuhan’a olan davranışlarının yumuşadığını görmesi daha büyük bir şaşkınlık olmuştu Burçe’ye.
Çok mutlu olmuştu, çok sevinmişti o ayrıydı elbet ama merak duygusu daha çok ele geçirmişti bedenini.
Batuhan ağzındaki yemeği bitirdikten sonra yamuk bir gülümsemeyle Burçe’nin yüzüne baktı. “Batuhan etkisi diyelim güzelim.” Keyifli bir tınıda söylediği şeyle birlikte Burçe istemsizce gülümsedi. Sevgilisinin bu egolu halini seviyordu. “Sevsinler senin etkini.” Diye sevdiği adama bakarken Batuhan sırıttı. “Sevsene.”
Burçe aldığı cevap karşısında gözlerini belertirken etrafını işaret etti. “Burada mı?” dedikten sonra aklına gelen anla birlikte gözlerini kapattı utanç içinde. “Gerçi biz baş başa olsak da birine yakalanırız.” O an yengesine yakalandığı için çok utanmıştı. Tabii o utancın altında bir sevinçte yatıyordu çünkü abisine yakalansaydı olacakları düşünmek istemiyordu, yerin dibine girerdi muhtemelen.
Ama o an sevdiği adama dayanamamıştı. Hem abisiyle aralarının düzelmesi hem de Batuhan’ın rütbe almasına karşı hissettiği sevinci onu öperek göstermek istemişti ve onu da eline yüzüne bulaştırmıştı. Yine de pişman değildi, yine olsa yine yapardı.
“Ekşın oldu fena mı?” dedi Batuhan keyif aldığını belli edercesine. Aslında karşısındaki kadının renkten renge girişi onun keyfini daha da yerine getiriyordu. “Of Batuhan.” Dedi Burçe sitemle. Alındığını belli eden bir şekilde bakışlarını tabağına doğru çevirdikten sonra bir çatal alarak yemeği soğumadan yemeye koyuldu.
O sırada Batuhan kızın hafiften sinirlenmeye başladığını hissederek şakasını kesti ve ciddi bir tavır takınarak başını Burçe’nin yüzünü görmek istercesine eğdi. Yavru köpek gibi gözlerini kırpıştırarak kızın gözlerini görmeye çabalarken Burçe tebessümüne engel olamadı. Bakışlarını Batuhan’a çevirdiği sırada Batuhan elini kızın yanağına götürüp işaret ve orta parmağının arasına tenini sıkıştırıp çok acıtmadan makas aldı. “Hah şöyle gülümse sevgilim.”
Burçe’nin yüzündeki gülüş daha da büyürken Batuhan elini kızın yanağından çekip sorduğu sorunun cevabını vermek için dudaklarını araladı. “Açık açık duygularımdan bahsettim, bu hayatta vatanımdan sonra sadece seni sevdiğimi söyledim. Zaten kabullenmeye başlamıştı.” Dedikten sonra bıyık altından güldü. “Tabi baba olmanın etkisi de var. Yumuşatmış onu biraz junior Arslan.”
“Ay yumuşatmaz mı?” dedi Burçe hevesle. Onun bile içi ısınmıştı. Abisinin çocuğu oluyordu, hala oluyordu. Çok heyecanlıydı, heyecanı Devrim ve Pamir ile yarışacak cinstendi. Burçe merakla bakmaya devam etti Batuhan’a. “ee sonra?”
“Sonra işte o da kırgınlığından bahsetti, en sonra hayırlı olsun demek düşer bana dedi.” Batuhan cümlesini bitirdiğinde Burçe buruk bir tebessüm etti. “Canım abim benim.” Abisinin yaralandığı haberini aldığında onunla küs ayrılacakları düşüncesi boğazını bir halat olup sarmıştı. Abisi uyanmadıkça da o halat boğazını sıkmaya devam etmişti. Çok üzülmüştü, çok pişman olmuştu.
“Ben sana söylemiştim ama zaman geçtiğinde bize hak verecek diye.” Dedi Batuhan bilmiş bir şekilde. Ardından ekledi. “Hatta en başta söyleseydik araya kırgınlıkta girmeyecekti ama nasip böyleymiş. Çünkü kendisi de komutanın kızına âşık oldu, yengem haklıydı orada. Aşkı seçebilse Pamir komutanım yapmazdı en başta bunu.” En başından beri çekinse de düşünceleri bu yöndeydi Batuhan’ın. Burçe hak vererek onu dinlerken iç geçirdi. “Tamam haklısın, söylememiz gerekiyordu. Bir daha böyle bir şey yaşanacak olursa ilk ben konuşurum zaten..”
Batuhan, Burçe’nin cümlesi ile kaşlarını çattı. “Bir daha böyle bir şey olursa derken?” şakacı tavrının yerini ciddiliği alırken Burçe Batuhan’ın yanlış anladığını fark ederek hızla açıkladı. “Senin düşündüğün gibi bir şey değil tabii ki, aşk olsun yani. Evlilikten falan bahsediyorum.”
Batuhan içten içe rahatlayıp derin bir nefes verirken imalı bir gülüş ekledi suratına. “Evlilik meselesine ısındın yani?” dediğinde Burçe köşeye sıkışmış gibi hissetti bir an için. Bakıldığında 8 ayı geçmişti ilişkileri. Birbirlerinden eminlerdi. Okulunun bitmesine de bir dönem kalmıştı. Düşünülebilirdi. “Ben öylesine söyledim, lafın gelişi.” Dedi Burçe kaçamak bir şekilde.
Burçe’nin bu konuda çekindiğinin farkındaydı Batuhan. O yüzden üzerine gitmeyecekti ama fırsat kolladığını da inkâr edemezdi. Sinem yengesi ve Hakan komutanının nişan haberi tabura bomba gibi düştükten sonra bu kararından bir kez daha emin olmuştu. Bir gün Burçe’ye evlenme teklifi edecekti ama o gün geldiğinde Burçe’nin tereddütlerinin olmasını istemiyordu. Yine de kızı utandırmak, onunla uğraşmak en büyük hobisiydi.
“Sen hiç merak etme güzelim, bir gün sana evlenme teklifi edeceksem ilk abinin haberi olur.” Dedi biraz önceki söylenenlere hitaben. Ardından iç çekti. “Abinle aramızdakileri hallettik, annende beni seviyor gibi ama baban sanki pek sevmedi beni.” Bu konu aklında gezinip duruyordu. Burçe ise başını iki yana salladı hızlıca. “Hayır tabii ki seviyor. Sadece ortada bir şey yokken sevgisini belli etmiyor. Kız babası neticede bir ağırlığı olmalı. Bir de sen benim ailemle tanıştırdığım ilk erkek arkadaşımsın. Şaşırdı, kabullenmekte zorlandı.”
“İlk ve son erkek arkadaşın.” Dedi Batuhan üstüne bastırarak. Ardından ekledi. “Kız babası olduğu için öyle diyorsun yani.” Dedi teyit etmek için. Burçe başını sallayarak onayladı. “Aynen öyle diyorum sevgilim.”
Aralarında birkaç dakikalık bir sessizlik olduğunda Burçe aklına takılan soruyu dile getirdi. “Sen anlat, sizinkiler bir şey söyledi mi?” Merak ve tedirginlik içerisinde Batuhan’a doğru baktı. Batuhan evin tek oğluydu, dahası tek çocuktu. Burçe geleneksel bir anne ile büyüdüğü için Batuhan’ın annesinden de annesi gibi bir kayınvalide beklemişti. Dışarıdan bakıldığında hiç öyle durmuyordu ama bilemiyordu tabii ki Burçe.
Tanıştıklarında sıcak karşılamışlardı Burçe’yi. Özellikle Batuhan’ın babası çok ilgilenmişti. Aileleri de iyi anlaşmıştı. Yine de Burçe merak ediyordu.
Batuhan kıza doğru elini uzattığında Burçe tereddüt etmeden elini tuttu Batuhan’ın. Batuhan ise cevap verdi. “Seni sevmeyecek bir insan tanıyor musun sen? Bence seni sevmeyecek kimse yoktur şu dünyada.” Batuhan’ın verdiği cevapla Burçe tam tatmin olmamış bir biçimde ona doğru bakmaya devam ederken Batuhan ekleme yaptı. “Sevmişler seni, annem ciddi kadındır biliyorum ama emin ol onun bile hoşuna gitmişsin. Çok tatlı bir kız dedi. Babamdan da aferini kaptım sayende.” Deyip tek gözünü kırptı.
Batuhan’ın annesi Suzan Hanım psikiyatristti. Babası Kemal bey ise serbest meslek yapan bir beyefendiydi. İkisi de kendi hallerinde insanlardı. Batuhan’ın da söylediği gibi Suzan Hanım biraz daha sert duruşluydu ancak sevdiklerine karşı da en sıcak hallerini gösterirdi. Burçe ile yeni tanışmışlardı, daha tam kaynaşamamışlardı ancak oğlunun bu benim sevdiğim kadın diye tanıştırdığı kişiyi başının tacı yapardı. Kaldı ki Batuhan hayatında ilk defa bu benim sevdiğim kadın diye birini karşılarına çıkarmıştı ki bu da ne kadar ciddi olduğunu göstermişti onlara. Kemal bey ise daha sevecendi. O yüzden Burçe ile tanıştıkları andan itibaren oğluyla uğraşmayı bırakmamıştı. Yani Burçe’nin korktuğu gibi olmamıştı hiçbir şey. Her şey yolundaydı.
“Rahatladım.” Diyerek sesli bir nefes verdi Burçe. Bir an için korkmuştu. Batuhan ise kızın içinde ufakta olsa korku olduğunu sezdiği için ilgiyle kızın yüzüne baktı. “Diyelim seni sevmediler, bu neyi değiştirirdi? Ben seni bırakmazdım yine de. Karşıma alacaksam alırdım.” Dedi temin edercesine. Burçe buruk bir tebessüm ederek baktı sevdiği adamın gözlerine. Batuhan’dan yana şüphesi yoktu zaten. Ancak karşısında bir örnek vardı. O yüzden korkmuştu. “Biliyorum, ben zaten bundan korkuyorum. Ailenle aranın açılmasından. Abimle yengemin kaç kere huzuru bozulmuştu bu konuda. Yani annem yüzünden. Bunu bildiğim için tedirgindim sadece.”
“Halide teyze, Devrim yengemi istememiş miydi?” dedi Batuhan şaşkınlık içerisinde. Tabii aile içi olaylar olurken onlar henüz tanışmamışlardı. Sadece Devrim hastanede yatarken bir an için birkaç cümle duymuştu onu da umursamamıştı. “Oralar biraz karışık, aslında anlatmaya utanıyorum. O yüzden boş ver. Sadece abimde o zaman yengem için annemi karşısına almıştı, rest çekmişti.” Dedi Burçe gururla.
O anları hatırlarken aklından ettiği dua geçti. Bir gün onu da abisi gibi seven bir adamın varlığını dilemişti Allah’tan ve karşısına şimdi öyle biri çıkmıştı. Burçe o anları hatırlarken gözlerinin parlamasına engel olamadı. Batuhan’a büyük bir sevgiyle bakarken Allah’a şükretti.
“Yani o günler geride kaldı, baksana şimdi bir çocukları olacak.” Dedi Burçe tekrardan hevesli bir şekilde. Ardından ekledi. “Hala oluyorum, inanabiliyor musun?” dedikten sonra Batuhan’a takılırcasına konuştu. “Sende enişte oluyorsun bu vesileyle.” Dediğinde Batuhan yüzünü buruşturdu. “Enişte? Amca olsam olmuyor mu? Enişte pek hoşuma gitmedi.” Dediğinde Burçe bıyık altından güldü. “E abim sana enişte derse kabul etmeyecek misin?”
Burçe’nin sözüyle Batuhan’ın kaşları havalandı hayretle. O an gözlerinin önüne geldiğinde ufak bir kalp çarpıntısı yaşadı. “Komutanım demez öyle şey. Ben ona abi derken o bana enişte mi diyecek? Kabul etmez bunu. Hem kendinden yaşça küçük enişte mi olur?” Batuhan bahaneleri sıralarken Burçe sesli bir şekilde güldü dayanamayarak.
Batuhan hiç hoşnut olmadığını belirtircesine Burçe’ye bakarken Burçe dayanamayarak konuştu. “Merak etme demez zaten, diyemez.” Abisi ölse enişte demezdi bunu çok iyi biliyordu. Kaldı ki abisi de Bora abisi gibi inattı. Borayla dalga geçerken şimdi Batuhan’a enişte deyip Bora’ya alay konusu çıkartmazdı.
Batuhan aldığı cevapla derin bir nefes verdi. Güzel şeylerden bahsetmişlerdi ancak artık gerçeklerden, onları üzecek olan ayrılıktan bahsetme vakitleri gelmişti. “Ne zaman gidiyorsunuz?” dedi Batuhan hüzünlü bir şekilde. Böyle uzun süre yan yana olunca Burçe’yi hiç gönderesi gelmiyordu ama göndermek zorundaydı. Burçe, Batuhan’ın sesindeki hüznü anlarken elini daha sıkı tuttu sevdiği adamın. “Hafta sonuna biletimizi aldık.”
“O kadar çabuk mu?” diye iç çekti Batuhan. Burçe belli belirsiz başını sallarken mırıldandı. “Okula bir hafta gitmedim zaten biliyorsun, artık dönmem gerekiyor. Bir de son yıl. İyice ağır. Yoksa bende burada senin yanında olmayı seviyorum.” Dediğinde Batuhan buruk bir tebessüm etti. Kızın elini dudaklarına doğru götürüp avuç içini öptü uzunca. Bu onun dilinde bende senin yanında olmayı seviyorum demekti. “Olsun, az kaldı. Sonra belki temelli gelirsin Hakkari’ye.”
Batuhan umut dolu bir sesle konuşurken Burçe başını salladı. “Evet, belki de. Mezun olayım bir, sonra sınava gireceğim biliyorsun. Belki stajımı burada yaparım yengemin yanında.” Aslında isteği de bu yöndeydi Burçe’nin. O yüzden büyük bir hevesle dile getirmişti bunu. Batuhan ise aldığı cevapla tatmin olmuştu. “Mükemmel olur, her an görüşebiliriz o zaman. Yengemle sürekli dava peşinde koşarsınız.”
Kimsenin şüphesi yoktu Devrim ve Burçe’nin iyi bir ikili olacağından. Belki de hayat onlara böyle güzel bir sürpriz yapacaktı.
Uzun süre sonra ilk defa bu kadar güzel vakit geçirmişti Burçe ve Batuhan. Konuştukları gibi Burçe’nin buraya temelli gelmesi ihtimali Batuhan’ın kalbinde büyük bir heyecan yaratmıştı. Onun buraya gelmesi demek sürekli görüşecekleri anlamına geliyordu ve bu Batuhan için paha biçilmezdi. En baştan ikisi de evet demişti uzak mesafe ilişkisine. Ancak şimdi içlerindeki sevgi büyüdükçe hasretleri, özlemleri de büyüyordu. Yine de sabretmek ikisinin de elindeydi ve bunu ellerinden geldiği kadarıyla yapmaya çalışıyordu.
◔◔◔
2 ay sonra…
Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,
Pamirlerin rütbe töreninin ardından 2 ay geçmişti. Bu 2 ayda her şey o kadar yolundaydı ki uzun zaman sonra böyle sakin vakitler geçirmek hepimize iyi gelmişti. Hakan o gün kutlama çıkışı Sinem’e evlenme teklifi etmişti. Elbette ki bana da danışmıştı bu konuda. Ne yapayım diye. Arkadaşımı tanıdığım için öyle abartılı şeyler yapmamasını söylemiştim ve tam da abartı olmayacak şekilde teklif etmişti. Sinem için önemli olan abartı değil, sıcaklık, samimiyetti. Karı da sevdiği için eminim ki kendini çok iyi hissetmişti. Şimdi de nişanları için hazırlığa başlamışlardı.
Sinem’in soruşturması ise güzel sonuçlanmıştı. En başta söylediğim gibi diğer davalarında bir sorun olmadığı için soruşturma kapanmıştı. Sinem’de rahata ermişti böylece. Sadece cumartesi günü olan nişanlarına odaklanmıştı.
Halide teyzeler ve babam dönmüştü Ankara’ya. Burçe’de 2.döneme başlamıştı. Artık neredeyse okulu bitirecekti. Karşımızda bir avukat adayı vardı yani. Pamir ile Batuhan’ın arasının düzelmesiyle birlikte de morali düzelmişti. Bende çok mutlu olmuştum. İlk başları bizim için sıkıntılı olsa da sonrası iyi olmuştu. Sonra Yiğit ve Neva’nın bir ilişkiye başladıklarını öğrenmiştik, onlar içinde çok sevinmiştik. Işık’tan öğrendiğim kadarıyla Taner’de gönlüne göre birini bulmuştu, daha doğrusu bir doktor ile arkadaşlardı ancak arkadaşlığın bir ilişkiye dönüşeceğini düşünüyordum.
Abim ve Işık’ta çok mutlulardı. Duru’nun geldiğinden yeni haberim olmuştu. Hangi yüzle geldiğini anlamamıştım ama hem abim hem de Işık tarafından ağzının payı verilip gönderilmişti. Yüzüne bir de ben tükürmek istesem de bulaşmamam daha iyi olmuştu sinirlerimin gerilmemesi açısından.
Pamir ve ben ise hayatımızın en güzel dönemlerindeydik. Anne baba olmanın heyecanı tüm bedenimizi sarmıştı. Karnımın hamileliğimi belli edercesine küçük bir çıkıntı oluşturmasıyla artık tam olarak annelik psikolojisi içerisine girmiş sayılırdım. Hareketlerini henüz hissedemiyordum, daha doğrusu tam bir tekme gibi değil de ufak seğirmeler şeklinde hissetmiştim. Pamir çok hevesliydi bu konuda. O hiç hissedememişti ancak hiçbir şekilde umudunu kaybetmiyordu, her gece belime sarılıp onunla konuşuyordu, öpüyordu, seviyordu. Her anlamda sevgisini hissettiriyordu. Bende o bunları yaparken mayışıyordum, uykuya dalmam daha kolay oluyordu. Her açıdan bize iyi geliyordu yani…
Yanağımda küçük bir öpücük hissederken bilincim yavaştan açılmaya başladı. Ancak gözlerimi aralamadım, Pamir’in öpücüklerinin keyfini çıkarmaya başladım. Çenemle boynumun bitişiğine, boynuma konan derin öpücüklerle iç geçirir gibi oldum. Dudaklarının her hamlesi iç gıdıklayıcıydı. Pamir’in sıcak avcu kırmızı geceliğimin üzerinden artık kendini belli eden karnıma yaslandığında mırıltısını duydum. “Babacım, senin bu annen çok mu uykucu oldu ha? Ne dersin?”
Bebeğimize hitaben konuşurken kaşlarım hafiften çatıldı. Gözlerimi usulca araladığımda bana bakan elalarla karşılaştım. O elalarda keyifli bir ifade varken, benim kahvelerimde alınganlık vardı. Zaten şu aralar ne dese alıngan davranıyordum. “Sanki ben uyumak istiyorum, kolaysa sen uyuma.” Diye yatakta doğrulacağım sırada Pamir beni engelledi ve şaşkın bir biçimde gözlerime baktı. “Şaka yapıyorum güzelim…” diye kendini izah ederken kaşlarımı çatmaya devam ettim. “Hayır şikayetçiysen söyle de bileyim.”
Söylediğim cümle ile Pamir hayretle bana bakarken ne diyeceğini bilemedi anlık olarak. Hala daha alışabilmiş sayılmazdı bu hallerime. Ardından sakinliğini koruyarak cevap verdi. “Güzel karım, neden şikayetçi olayım. Aksine bu halinden çok memnunum ben. Dinlenmen her açıdan hoşuma gider.” Derken elini yanağıma yaklaştırıp elmacık kemiklerimi sevmeye başladı. Dokunuşları sakinleşmeme neden olurken Pamir açıklamasına devam etti. “Hastaneye gideceğiz ya bugün, cinsiyetini öğreneceğiz bebeğimizin. Geç kalmayalım diye uyandırayım dedim. Bir de kahvaltı hazırladım, tost yaptım sana soğumasın diye şey yapmıştım.”
“Ya Pamir.” Dedim i harfini uzatarak. Tost kelimesi ağzımın sulanmasına neden olurken ani duygu değişimim Pamir’in yüzünde bir gülümseme oluşturdu. Ben bile bazen kendime dayanamazken, katlanamazken Pamir çok iyi katlanıyordu ve hoşuna gidiyordu. “Hadi o zaman kalkalım güzel karım.” Elimi tutup yataktan kalkarken bana yardım etti. Ardından da odadaki makyaj masamın pufunda duran geceliğimin uzun hırkasını alarak arkama geçti ve kollarıma geçirmeme yardımcı oldu. “Mutfağı havalandırdım, üşüyebilirsin.”
“Düşünceli kocam benim.” Diye sevecen bir biçimde mırıldanırken Pamir kolunu omzuma doğru atarak beni kendine çekti. Cevap niteliğinde şakağımı öperken yüzümdeki gülüşüme engel olamadım. Sabaha mide bulantısı yerine kocamın öpücükleriyle gözlerimi araladığım için çok mutluydum.
Birlikte mutfağa girdiğimizde masanın özenle hazırlandığını gördüm. Pamir beni masaya oturttuktan sonra kendine demli, bana da açık bir çay doldurarak masaya geldi ve tam karşımdaki yerini aldı. Bakışlarıyla tabağımı işaret ederken hevesle elime tostu alıp ısırdım. Damağıma yayılan tatla iştahım daha da artarken sevdiğimi belirtircesine gözlerimi kapattım. “Ellerine sağlık hayatım, çok güzel olmuş.”
“Afiyet olsun canlarım.” Dedi Pamir. Aynı benim gibi kahvaltısını yaparken mırıldandım. “Sence cinsiyeti ne?” dediğimde Pamir çayından içerek bana doğru baktı. Gözlerinde bu konu yüzünden ne kadar heyecanlandığını anlatan bir pırıltı, dudaklarında küçük bir gülümseme oluşurken mırıldandı. “Sağlıklı olması önemli.” Dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. “Tamam orası öyle ama bir tahminin vardır, içinden geçen.”
“Kız diye düşünüyorum, bilmiyorum ama hep kız olacağını düşündüm.” Diye ağzındaki baklayı çıkarttığında gözümün önüne gelen görüntüler ile gülümsedim. Çok yakışırdı kız babası olmak. Gerçi ona genel manada baba olmak yakışmıştı. O yüzden cinsiyeti önemli değildi. “Sence? Anneler hisseder derler. Sen ne hissediyorsun güzelim?” diye sorduğunda düşüncelerimden sıyrıldım. Elimi karnıma doğru yaslayıp severken duraksadım. Çok bir şey hissetmiyordum aslında. Yine de cevap verdim. “Babası gibi yakışıklı bir erkek çocuğu, yani öyle hissediyorum gibi.”
Aslında his değildi bu, istekti. Pamir’inki de öyleydi. Ama cinsiyeti ne olursa olsun bizim canımızdı. Her türlüsü kabuldü. Yeter ki sağlıklı ve iyi olsundu.
“Bu konuda da ikimiz farklı düşüncedeyiz desene.” Dedi Pamir güler gibi bir sesle. Bense cevap verdim. “Öyle ama cinsiyeti ne olursa olsun seveceğiz onu.” Dediğimde Pamir dilini damağına vurarak cıkladı. Bu hareketiyle kaşlarım çatılıp tam konuşacağım sırada Pamir ekledi. “Seveceğiz değil, seviyoruz zaten.” Dediğinde çatılan kaşlarım eski haline döndü. Bebeğimizin bizi duyduğunu bildiğimiz için konuşmalarımıza dikkat ediyorduk daha şimdiden. O yüzden ellerimi karnımda tutmaya devam ederken tekrarladım. “Seviyoruz.”
Kahvaltımıza bu şekilde gülerek, sohbet ederek devam ettikten sonra ben üzerimi değiştirmek üzere mutfağa geçmiştim. Pamir ise mutfağı toplamıştı. Sonra benim gibi odaya gelip üzerini değiştirmişti. Ben makyajımı tamamlarken Pamir tekrardan mutfağa geçmişti.
İşimi bitirip yanına doğru giderken mutfaktan elinde bir bardakla çıkan kocamı gördüğümde adımlarım duraksadı. O da elinde muhtemelen portakal suyu olduğunu düşündüğüm bardağı bana doğru uzattı. “Çok bekletmeden iç güzelim, vitamini kaçmasın.”
Bardağı alıp yavaş yavaş içerken mırıldandım. “Her gün böyle yersem doğuma kadar duba göre olurum ben.” Diye yakındığımda Pamir omuz silkti. “Eminim o halinde çok güzel olur.” Diye iltifat ederken içim giderek baktım Pamir’e. Bardağımdaki meyve suyunu bitirip antredeki sehpa tarzımsı nesnenin üzerine bardağı bıraktıktan sonra kollarımı Pamir’in boynuna doğru dolayıp gözlerine baktım. “Her seferinde beni mutlu etmeyi nasıl başarıyorsunuz yüzbaşım, biraz anlatsanıza.”
Pamir kolunu belime sarıp aramızdaki mesafeyi kapatırken o da benim gibi içi giderek gözlerime baktı. “Sizi mutlu etmek benim görevim savcı hanım.” Dedikten sonra belimdeki elini karnıma doğru kaydırdı. “Senin mutluluğun bebeğimizin mutluluğu.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Ha yani o mutlu olsun diye yapıyorsun?” diye trip atarcasına konuşurken Pamir sesli bir şekilde güldü. Bense daha da alıngan bir tonda tekrar konuştum. “Bir de gülüyorsun yani.”
Kollarımı Pamir’den çekip karnıma yaslarken konuştum. “Duyuyor musun annecim babanın söylediğini.” Diye bebeğime hitaben konuşurken Pamir keyifli bir tınıyla araya girdi. “Evladıma şikâyet etme beni.” Kaşlarım çatık bir şekilde yüzüne bakarken Pamir kollarını tekrardan bana dolayıp aramızdaki mesafeyi kapattı. “İkinizin mutlu olması için yapıyorum. Ayrıca sen benim karımsın, yerin apayrı.” Dediğinde kaşlarım eski haline döner gibi oldu. Pamirse devam etti sözlerine. “Sana olan sevgimin sınırsız olduğunu biliyorsun.” Biliyordum, hem de çok iyi biliyordum.
Keyfim yerine gelirken kollarımı Pamir’e doğru sardım ve başımı göğsüne yasladım. O da benim gibi sıkıca sarılırken saçlarımı sırtımda doğru iterek omzumda kendisi için yer açıp dudaklarını boynuma doğru bastırdı. Bu hamlesiyle içim sımsıcak olurken huzuru iliklerime kadar hissederek gözlerimi kapattım.
Fazla vakit kaybetmeden evden çıktıktan sonra Pamir’in arabasına binerek yola koyulduk. Hastaneden sonra işe gidecektim. Birkaç saatlik izin almıştık ikimizde. Pamir beni adliyeye bıraktıktan sonra geçecekti karargâha. Çıkışta da gelip alacaktı. Ağır davalara bakmıyordum uzun süredir. O yüzden adliyeden de çıkmıyordum. Tabii Pamir’in de işine geliyordu bu. Ne yalan söyleyeyim benim de öyle. Bebeğimin sağlığı için böyle olması daha iyiydi çünkü.
Kim derdi ki bir gün savcı Devrim davadan davaya koşmayacak diye, deseler inanmazdım ama anne olunca ne dava ne de başka bir şey umurunda oluyordu insanın. Tek umurunda olan şey bebeği oluyordu.
Hastaneye ulaştığımızda arabadan inip el ele hastaneye girdik. Doktor hanımın odasına doğru ilerlediğimizde çok geçmeden ismimin okunmasının ardından odaya girdik. Ben direkt ultrason için karnımı açıp sedyeye uzanırken Pamir’de yanı başımdaki yerini almıştı. Doktor karnımda aparatı gezdirmeye başladığında ikimizde dikkatle ekrana bakıyorduk. İlk günlere göre o kadar büyümüştü ki duygulanmadan edemiyordu insan.
Her kontrolde olduğu gibi bu kontrolde de kalp atışlarını dinlerken sanki ilkmişçesine pırıl pırıl parlıyordu gözlerimiz, kalplerimiz mutluluktan hızlı hızlı atıyordu, her seferinde çok duygulanıyordum. İçimde bir can taşıdığımı daha iyi anlıyordum böyle zamanlarda. Çok garip bir histi.
“Cinsiyetiyle ilgili tahmininiz var mı?” Doktor keyifli bir şekilde bize bakarken heyecanla baktım ona. “Aslında ikimizin de farklı tahminleri var. Ben erkek gibi hissediyorum, babası da kız.” Dediğimde doktor hanım gülümsedi. Tekrardan ekrana doğru bakarken cinsiyetini öğrenmiş olacak ki bana doğru baktı. “Annesinin altıncı hissi kuvvetliymiş o halde.” Dediğinde şaşkınlıkla ağzım açık kaldı. Pamir ise heyecanlı bir tonda konuştu. “Erkek mi?”
“Evet, hayırlı olsun. Bir oğlunuz olacak.” Doktor hanım ultrason fotoğrafını çıkartıp oturduğu yerden kalkarken Pamirle birbirimize baktık. Bir oğlumuz olacaktı. Çok çok garip bir duyguydu. “İnanamıyorum.” Diye mırıldanırken yattığım yerden doğrulacak gibi olduğumda Pamir her zaman yaptığı gibi duvardaki aparattan peçete alarak karnımı temizledi.
“Oğlum…” diye sevecen ve sımsıcak bir tonda fısıldadığında gözlerimin dolmasını engelleyemedim. O kadar güzel bir histi ki bu. “Babasının aslanı.” Hevesle konuştuğunda gülümsemem büyüdü. Şu an ikisini yan yana hayal etmek bile o kadar güzeldi ki. Pamir temizlediği yere dudaklarını bastırıp küçük bir öpücük kondururken bende elimi karnıma yasladım. “Hayatımıza hoş geldin oğlum.”
Yattığım yerden doğrulduktan sonra Pamir ile doktor hanımın masanın önüne geçerek oturduk. Kendisi verdiğim kanların sonuçlarına bakarken merakla baktık ona doğru. Her kontrole gelişimizde bir sorun olacak diye tedirgin oluyordum. İlk geldiğimiz günlere kıyasla kendimi daha iyi hissediyordum ama korku içimde bir yerlerde varlığını devam ettiriyordu.
“Her şey yolunda mı doktor hanım?” Pamir meraklı bir şekilde doktora bakarken onun da tedirgin olduğunu bakışlarından anlayabiliyordum. İlk zamanlarda yaşadığım kanamanın ardından daha da evhamlı olmuştu. “Yolunda, bebeğin gelişimi gayet iyi. Ayıyla uyumlu bir büyümesi var. Devrim hanımın kan sonuçları da çok güzel. Tansiyonlarınız da normal seyrediyor. Bu gayet iyi.”
Bu iyi haberdi. Tansiyon problemi yüzünden bir şeyler olmasından korkuyordum. En azından şu an içim rahatlamıştı. Derin bir nefes verirken Pamir her zaman için aklını kurcalayan o soruyu sordu. “Düşük riski hala devam ediyor mu yani?” Bana belli etmiyordu ama içinde bir yerlerde bu korku vardı.
Ayakta çok fazla durmamı istemiyordu mesela. Ağır işler yapmamı engelliyordu. Yemeklerden sonra sofrayı o toparlıyordu. Hafta sonu evde olduğunda ev işlerinde bana yardım ediyordu. Yememe içmeme benden daha fazla dikkat ediyordu. Her açıdan bana destek olmaya çalışıyordu. Hareketlerimi dikkatle gözlemliyordu. En ufak yüz buruşmasında bir şeyler olmasından korkarcasına bakıyordu bana.
Oğlumuza o kadar bağlanmıştık ki kaybetmekten korkuyorduk ikimizde. “Hayır, ilk üç aydan sonra risk azalır. Şimdi 5.aya doğru ilerliyoruz. Risk daha da azaldı. Bu şekilde devam edildiği sürece sağlıklı bir doğum olmaması için bir neden yok.”
“Çok şükür.” Dedi Pamir rahatlayarak. O kadar içten söylemişti ki bunu sanki o sözle içindeki tüm kelimeler uçup gitmişti. Doktor hanım gülümseyerek bize bakıp elindeki ultrason resmini uzattığında resmi ben aldım.
Konuşmamızın bitimiyle birlikte odadan çıkarken ikimizde nasıl hissetmemiz gerektiğini bilmiyorduk sanki. Bir oğlumuz olacaktı. Bunu hayal bile edemezken şimdi tüm gerçekliğiyle karşımızdaydı. Birlikte arabaya bindiğimizde elimdeki resimlerden birini Pamir’e doğru uzattım. Pamir hevesle resmi alıp dikkatle bakarken dişlerini göstererek güldü. “Devrim şuna baksana, çok küçük ama hissettirdiği duygular dünyaya bedel.” İçli bir şekilde dile getirdiği cümlelerle gülümsedim. Çok haklıydı.
“Ben şimdi onunla ne maçlara giderim.” Diye keyifli bir şekilde konuştu Pamir. Ardından arabayı çalıştırırken gülerek konuştum. “Çocuğun daha hangi takımlı olacağı belli değil.” Dediğimde Pamir omuz silkti. “Olsun, hayal ediyorum.” Dediğinde bir şey demedim. Hayali bile güzeldi. Baba oğul neler yapacaklardı kim bilir?
Yolculuğumuza keyifli bir biçimde devam ettikten sonra adliyeye gelmemizle birlikte Pamir bana doğru döndü. “Kendini çok yorma güzelim.” Dediğinde başımı salladım. “Merak etme, elimden geleni yapıyorum.” Dediğimde ikna olmayarak bana baktı ama bir şey de söylemedi. Bana doğru uzanıp dudaklarımı uzunca öperken bende ona karşılık verdim. Arabanın camları filmli olduğu için çekinmiyordum.
“Oğlum, anneni çok yorma olur mu?” Dudaklarımdan ayrılıp karnıma doğru konuştuğunda güldüm. “Hiç merak etme babası, biz birbirimizi hiç yormayız.” Dediğimde Pamir gülümsedi. “Umarım öyledir.” Bana o kadar inanmıyordu ki. Haksız da sayılmazdı, hamile kalmadan önceki davalarda kendimi nasıl yorduğumun en yakın şahidi oydu. Ama şimdi öyle bir davam yoktu. Vergi kaçakçılığına falan bakıyordum şimdilik.
Pamirle vedalaşarak arabadan indikten sonra merdivenlerden çıkarak adliyeye girdim. “Günaydın savcım.” Güvenliğe baş selamı vererek koridorda ilerleyerek odama girdim. Dosyalar beni beklerdi. Bilgisayarımı açarak iddianamelerden birkaçını düzenlemeye başladım. Bugün katılacağım iki tane duruşma vardı.
Dosyalara dalmış bir biçimde saatlerimi adliyedeki odamda geçirirken gevşemek için sırtımı oturduğum sandalyenin sırtına yasladım, ellerimi karnıma yaslayıp gözlerimi kapattığım sırada telefonuma ardı ardına birkaç tane mesaj geldiğini bildiren bildirim sesi odada yankılandı. Merakla telefona doğru uzanıp kimin mesaj attığına baktığımda kocamdan olduğunu görerek gülümsedim.
Nasılmış benim güzellerim? Umarım ikinizde iyisinizdir.
Suyunu içmeyi unutmuyorsun değil mi? Sizin için gerekli…
Öğle yemeği için gelemeyeceğim, önemli bir toplantımız var bugün. Lütfen öğününü atlama birtanem.
Dışarı çıkarken yanına mutlaka Mesut ile Engin’i al, aklım sizde kalmasın.
Pamir’in mesajlarını okurken yüzümdeki gülümseme büyüdü. Rahat ve iyi olduğumu ispatlamaya çalışmak için ön kamerayı açarak bir elime cam su şişesini aldım. Yüzümü ve elimdeki su şişesini kadraja alacak şekilde telefonu uzaklaştırıp bir fotoğraf çekerek Pamir’e gönderdim ve altına cevaplarımı yazdım.
Biz iyiyiz sevgilim keyfimiz yerinde. Suyumuzu da içiyoruz. Aklın bizde kalmasın.
Adliyeden çıkmayı düşünmüyorum, öğle yemeğini yemekhanede yerim muhtemelen.
Sen işine bak hayatım, toplantında başarılar dilerim.
Gözüm gönlüm açıldı resmen… Bu fotoğraflardan daha sık atmalısın.
Afiyet olsun güzelim.
Belki çıkış saatine yetişemeyebilirim ama sana haber veririm.
Dikkat et, görüşürüz.
Tamam sevgilim, görüşürüz.
Tam telefonu kapatırken ekrana gelen aramayla birlikte gülümsedim. Sinem arıyordu. Hiç beklemeden telefonu açtım. “Nasılsın taze anne?” Sinem keyifle konuşurken sırıttım. “İyiyiz teyzesi, oğlumla dosyalara bakıyoruz.” Dediğimde Sinem’den çığlığa benzer bir ses duydum. “Oğlum mu!?” Şaşkınlık dolu bir sesle sorarken onayladım. “Evet, oğlumuz oluyormuş.” Dediğimde Sinem hayretle konuştu. “İnanmıyorum ya, ne zaman öğrendiniz? Aramasam söylemeyecektin sanırım.”
Trip atarcasına konuşurken sesli bir şekilde güldüm. “Söyleyecektim tabii ki, öğle arasında yemek yiyelim diyecektim. O zaman anlatacaktım sana.” Dediğimde Sinem keyifli bir tonda cevap verdi. “Hadi hadi inandım neyse.” Dedikten sonra hevesle ekledi. “Demek oğluşumuz oluyor ha? Bu iş Pamirlere yaradı. Ben onu süslü süslü giydirecektim.” Sanki üzülmüş gibi yapsa da sesinden hevesi belliydi. “Üzülme canım benim, kendininkini süslersin.”
İmayla konuşurken ekledim. “Sizin nişana da çok az kaldı. Hiç beklemeden düğünü de yaparsınız.” Diye kendi kafamdan devam ettirirken Sinem hızla araya girdi. “Ohoo Devrim Hanım o işler kolay mı?” dedikten sonra ekledi. “Ay Devrim ya babam vermezse beni.” Hafiften korktuğunu belli eden bir sesle konuşurken teselli etmek adına konuştum. “Olur mu öyle şey, Gökhan amcam yapmaz öyle. Senin mutluluğunu ister. Hem Hakan’ı kendi oğlu gibi seviyor.”
“Ne bileyim ya stres yaptım, çok az kaldı. Gün yaklaştıkça ben stres yapıyorum.” Dediğinde gülümsedim. Çok güzel heyecanlardı bunlar. Herkesin yaşaması gereken güzel anlardan biriydi. O yüzden Sinem’i çok iyi anlıyordum. “Stres yapman çok normal ama gerçekten her şey güzel olacak güven bana.” Dedikten sonra ekledim. “Mekan hazır mı?” dediğimde onayladı Sinem. “Evet.”
“Nişan elbisesi?” dediğimde yine onayladı. “Evet hazır, kaç hafta önce aldık ya beraber.” Diye hatırlatmak istercesine konuştuğunda bildiğime dair mırıltı çıkarttım. Amacım her şeyin hazır olduğunu göstermekti. “Pasta?” dediğimde yine onay aldım. “O da hazır.” Dediğinde neşeli bir sesle konuştum. “E o zaman? Tek eksik sen ve Hakan. Bir de misafirler. O yüzden stres yapma. Hakan bey o tuzlu kahveyi içecek, sonra da kurdeleniz kesilecek.” Sinem kadar bende heyecanlıydım. Arkadaşım evlilikleri için ilk adımı atıyordu, kim heyecanlanmazdı.
“Ay Devrim sağ ol ya, her şeyin hazır olduğunu duymak iyi geldi.” Dedi Sinem rahat bir nefes vererek. Bense o görmese bile tebessüm ettim. “Ne demek arkadaşım, her zaman.” Dediğimde Sinem’den cevap gecikmedi. “O zaman öğlen yemeğinde yemekhanede buluşalım, detayları konuşalım.” Dediğinde hızla onayladım. “Olur şekerim, görüşürüz.”
“Görüşürüz savcı hanımcım.”
Telefonu kapatıp tekrardan dosyalara gömüleceğim sırada dışarıdan gelen bağırmaya benzer sesle dikkat kesildim. Birkaç dakika ne olduğunu anlamaya çalışırken oturduğum yerden ayağa kalkarak kapıya doğru yaklaştım. Bağıran kişi bir kadındı anladığım kadarıyla.
Kapıyı aralayıp dikkatli bir şekilde koridora doğru baktığımda sesler netleşti. “Hiçbir Allah kulu yok mu bakacak? Hiç mi yetkili biri yok!?” Feryat edercesine bağırırken direkt olarak odadan çıktım tehlike olmadığına karar vererek. Bakışlarım kadına izah etmeye çalışan Tuna beyi buldu. “Hanımefendi bağırmayın burası adliye, savcılarımız müsait değil. Burada işler bu şekilde yürümüyor, dilekçenizi yazalım size dönüş yapılacak.”
Kadına dikkatli bir şekilde baktığımda gözlerinin ağlamaktan kan çanağına gördüm. Başındaki yazma omuzlarına düşmüş, kendini salıvermişti sanki. Bu hali yardıma ihtiyacı olduğunu bas bas bağırıyordu. “Tuna bey, neler oluyor?” diye sert bir sesle sorduğumda Tuna beyin bakışları bana döndü. “Hanımefendiye gerekli prosedürleri anlatıyorum savcım. Merak etmeyin.”
Tuna beyin hitabıyla birlikte kadının bakışları beni buldu. Ani bir hamleyle bana doğru gelirken koruma içgüdüsüyle kendimi geriye doğru çektim. Kadın tam önüme gelip elimi tutarken önümde diz çöktü “Elini ayağını öpeyim savcım hanım, ne olur yardım et bana.”
Yalvarırcasına gözlerime bakıp bir yandan içli içli ağlarken iki güvenlik görevlisi kadını ayağa kaldırdı. Muhtemelen adliyeden çıkarmak için hamle yapacaklardı, içime sinmeyerek onları durdurdum. “Tamam, bırakın.” Dedikten sonra kadının kolunu tutup elimle odamı işaret ettim. “Buyurun şöyle.” Bakışlarımı Tuna beye çevirip konuştum. “Su getirin odaya.” Tuna bey beni onaylarken kadınla arkalı önlü olarak odaya girdik.
Bizim ardımızdan Tuna Bey odaya girdiğinde kendi yerine geçerek oturdu. Odada olması her açıdan iyi olurdu. Bense elimdeki suyu kadına doğru uzatıp içmesini bekledim. Bu şekilde hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ederken konuşmamız, derdini anlamamız zor olacaktı. Birkaç saniye sakinleşmesini beklerken mırıldandım. “Öncelikle adınızı öğrenebilir miyim hitap etmek için?” Sesimi hem sert hem de nazik tutmaya çalışırken kadın titreyen sesiyle cevap verdi. “Esra, Esra adım.”
“Esra Hanım size nasıl yardımcı olabilirim?” dediğimde karşımdaki kadın büyükçe yutkundu. “Oğlum, oğlum bir buçuk gündür kayıp.” Aldığım cevapla birkaç saniye beynimin bulandığını hissettim. Ancak dikkatimi kaybetmeden hızla sorumu yeniledim. “Kaç yaşında, ismi nedir?” Eğer 16-19 yaş aralığında bir adolesan ise evden kaçma gibi olaylar çok sık oluyordu. “7 yaşında, Can Özer.” Kadının can havliyle dile getirdiği cümle ile kalbimde daha önce hissetmediğim bir yanma ve acı hissettim. Küçücük çocuktu. Evden kaçmış olabilir miydi? Bence hayırdı bunun cevabı.
“Herkese sordum, her yerde aradım. Yok evladım. Hiç kimse görmemiş, duymamış!” Feryat ederek anlatırken zorlukla yutkundum. “Kaybolduğu ilk gün polise gittim, hiçbir şey yapmadılar. 24 saat geçmeden kayıp sayılmıyormuş! Kayıp oğlum, nereye gidecek?” hem sitemini dile getirip hem de ağlarken ağlamamak için kendimi sıktım. Hormonlarım sağ olsun doğru açıdan bakamıyordum olaya, içselleştirmiştim anında. “Direkt buraya geldim, nereye gideceğimi bilemedim.”
Esra elini yüzüne kapamış hıçkıra hıçkıra ağlarken derin bir nefes alıp verdim. “En son nerede gördün, kaybolduğunu nasıl fark ettin? Bunların cevabı çok önemli.” Dedim hızlı bir şekilde. Esra elini yüzünden kaldırıp cevap verdi. “Evden çıktı en son, arkadaşlarıyla mahallede oynar hep. Yine oynamaya çıktı. Öptüm, kokladım, güle oynaya gönderdim yavrumu.” İç çeke çeke ağlarken dişlerimi sıktım karşısında dağılmamak için. Çok acı bir şeydi.
Esra devam etti sözlerine. “Sonra göremedim. Akşam ezanında eve gelirdi, gelmedi. Aradım sokakları yoktu. Arkadaşlarına sordum bir ara yanımızdan ayrıldı, sonra gelmedi dediler. Komşulara sordum, yine aynı cevabı aldım.” Tekrar bir ağlama krizine girerken masamın üzerindeki sudan bir yudum içtim aklımı toparlamak adına. “Evden çıktığında ne giyiyordu tarif edebilir misiniz?”
“Siyah renkli montu vardı üzerinde, öyle çok yeni bir şey değildi. Lacivert eşofmanını giymişti, çok severdi onu. Sonra beresini zorla takmıştım. O da siyahtı.” Sanki o anlar gözlerinin önüne geliyormuş gibi boşluğa doğru bakarken gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Öperek severek yollamıştı evladını. Kim bilebilirdi ki oğlunu bir daha göremeyeceğini. “Ben bilemedim, bilseydim gönderir miydim onu.” Kendini suçlarcasına konuşurken mırıldandım. “Elimizden geleni yapacağız, lütfen müsterih olmaya çalışın.”
Bir anneye bunu söylemek ne derece doğruydu bilmiyordum. Sakin olamazdı, müsterih olamazdı. Canının içi kayıptı, evladı yanında değildi. Çok zordu. Elim istemsizce karnıma kayarken oğlumu korumak istercesine sıkıca bastırdım parmaklarımı. Ben daha onu görmeden kaybetmekten korkarken karşımdaki kadın bunu yaşamıştı.
“Tuna bey, Esra hanımdan evinin adresini alalım.” Dedikten sonra direkt olarak Esra hanıma baktım. “Şimdi sizi evinize götürelim, ben her şeyiyle ilgileneceğim bu davanın. Takipçisi olacağım aklınız kalmasın.” Dediğimde Esra başını iki yana salladı. “Gidemem, ben o eve nasıl sığarım. Sığamam. Her yerde oğlumun kokusu var. Ondan haber almadan gidemem.” Zorlukla dile getirdiği cümle ile iç çektim. Uzanarak karşımdaki kadının elini tuttum. “Burada beklemenizin bir faydası olmayacak, evinize gitmeniz en doğru olanı. Belki eve gelecek Can, evde olmanız daha iyi olur. Bir sonuca ulaşır ulaşmaz haberiniz olur.”
Esra kan çanağına dönmüş bir şekilde bana bakarken belli belirsiz başını salladı. Oğlunun eve gelme ihtimali onu ikna etmişti muhtemelen. Aldığım onayla birlikte Tuna beye hitaben konuştum. “Esra Hanım evine bırakılsın. Ekipler fotoğrafını da alsın Can’ın.” Tuna bey beni onaylarken ilk önce adresi alıp sonra ifadeyi imzalattıktan sonra Esra hanımla birlikte odadan çıktı. Onların arkasından hızlı bir şekilde cama ulaşarak pencereyi açtım. Pencereyi açmamın etkisiyle buz gibi olan hava yüzüme vururken derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım.
Çok zordu. Bir annenin evladıyla sınanması en zor şeyi bu dünyada. Tavan yapmış hormonlarım bu konuda bana hiç yardımcı olmuyordu. Esra’nın yerine kendimi koyduğumda ölecek gibi hissetmiştim. İki elim karnımda sakinleşmeye çalışırken derin nefesler almayı ihmal etmedim. Ben ufak bir sancıda, bir ihtimalde bile çok korkmuşken şimdi karşımdaki kadın bunu yaşıyordu. Onu sağ salim bulmak için elimden geleni yapacaktım. Bir anne ile yavrusunu kavuşturacaktım.
Biraz kendime geldiğimi hissederken pencereyi kapatarak açık olan bilgisayarımı kapattım. Duruşmaya kadar vaktim vardı. Hızlıca kabanımı giyerek çantamı aldıktan sonra odadan çıktım. Emniyete bizzat gidecektim ve takipçisi olacaktım olayın. Hızlı adımlarla adliyeden çıktıktan sonra beni bekleyen aracıma doğru ilerledim. Mesut ve Engin’e emniyete gideceğimi söyledikten sonra Pamir’e bilgilendirmek için mesaj attım. Adliyede olacağım demiştim, eğer gelirse olmadığımı görüp merak ederdi. Pamir’in ekranından çıkıp Sinem’e geçerek onu da bilgilendirdim. Aniden çıkan bu dava yüzünden arkadaşımı ekecektim ama telafi ederdim mutlaka.
Kısa süre sonra emniyete vardığımızda hızlı adımlarla çocuk büroya doğru ilerlemeye başladım. Bürodan içeri girdiğimde bakışlar bana doğru döndü. Burada daha önce işim olmadığı için kimseyi tanımıyordum ama bugünden itibaren hepsiyle mesaimiz olacaktı belli ki. Yanıma doğru yaklaşan polis memurunu gördüğümde arabadan inmeden cüzdanımdan çıkardığım savcı kimliğimi yüzüne doğru doğrultup konuştum. “Cumhuriyet savcısı Devrim Akyol Arslan, komiserinizin odası nerede?”
“Buyurun savcım, eşlik edeyim size.” Polis memuru saygı çerçevesinde eliyle işaret ederken önden ilerledim. Komiserin odasına geldiğimizde polis memuru kapıyı tıklattı. Gerekli komutu aldıktan sonra içeri girdiğinde komiserine hitaben konuştu. “Komiserim savcı hanım sizinle konuşmak istiyor.” Dediği anda odanın içinde bir hareketlenme oldu. “Alın içeri, bekletmeyin.” Polis memuru içeri girmem için geri çekildiğinde ciddi bir şekilde odaya girdim.
Komiser kapıda beni karşılarken dikkatle baktım yüzüne. Daha önce hiç karşılaşmamıştık. Esmer tenli, kahverengi gözlü bir beyefendiydi. Muhtemelen aynı yaşlardaydık. “Komiser Alper Tekgündüz.” Diyerek elini bana doğru uzattığında kısaca elini tutup sıktım. “Devrim Akyol Arslan.” Dediğimde karşımdaki adam şaşırdı. “Hoş geldiniz savcım, isminizi bu koridorlarda bilmeyen yok. Başarılı operasyonlarınızı duyduk.” Övgü dolu bir şekilde konuşurken bir şey söylemedim, övülmek için yapmamıştım. Görevim olduğu için yapmıştım. Alper bey ise konuşmaya devam etti. “Nasıl yardımcı olabiliriz size, ayakta kalmayın. Bir şey ikram edelim.”
“Bir şey istemiyorum komiser.” Derken masasının karşısında bulunan sandalyelere geçip oturdum. Alper beni onaylayıp kendi yerine geçerken sözlerime devam ettim. “Can Özer. Aralamalara başlandı mı?” dediğimde komiser hatırlamaya çalışırcasına duraksadı. Ardından hızlıca masasının üzerindeki dosyalara uzanarak karıştırdı. Dikkatle onu izlerken duyacaklarımdan korktum. Sanıyordum ki henüz başlanmamıştı.
Nihayet masanın üzerindeki dosyaların arasından bir dosya çıkardığında cevap verdi. “İhbar üç saat önce yapılmış savcım.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Çocuğun evinin bulunduğu adresteki kameralar incelenmeye başlandı mı?” diye sorumu farklı bir şekilde yinelediğimde karşımdaki adam belli belirsiz başını iki yana salladı. Bu nasıl bir işti? “Siz işinizi böyle mi yapıyorsunuz komiser!?” sert sesim odanın içinde yankılanırken cevap almam gecikmedi. “İhbar yeni yapılmış savcım, ilgileneceğiz elbette.”
“Ne zaman tam olarak?” dedim tahammülsüz bir biçimde. Ardından ekledim. “7 yaşındaki bir çocuk söz konusu olan. Nereye gidebilir? Tanıdıklarında değilse kimse de görmediyse ihtimaller azalmıyor mu komiser!?” En kötü ihtimali düşünmek her zaman daha iyiydi. Mahallede değilse ya kaçırılmıştı ya da başına bir şey gelmişti. “Derhal kamera görüntüleri incelenmeye başlansın. Çocuğun fotoğrafı tüm birimlere dağıtılsın, her ihbara açık olunsun. Ailenin geçmişini de bilmek istiyorum. Mahalledeki komşuları, Can’ın arkadaşları. Hepsi ifadeye alınacak. Çocuklar pedagog yardımıyla sorgulanacak. Okuldaki arkadaşları, öğretmenleri hepsinin ifadelerini masamda görmek istiyorum. Anlaşıldı mı!”
İtiraz kabul etmeyeceğimi belirtircesine emirlerimi sıralarken komiser onayladı. “Emir anlaşıldı savcım.” Dediğinde oturduğum yerden ayağa kalktım. Komiserde benimle ayaklanırken tekrar konuştum. “Kamera görüntülerinden bir şeyler çıkarsa mutlaka haberim olacak saat kaç olursa olsun. Kaybedecek vakit yok!” dediğimde tekrar onayladı beni. “Emredersiniz.”
Başka bir şey söylemeden odadan çıkarken sert bir nefes verdim burnumdan. Acaba ben gelmeseydim ne zaman başlayacakları aramaya. İşte bu tam bir muammaydı…
******
Sırtımı ve başımı kanepenin arkasına yaslamış gözlerimi kapatmıştım. Ellerim karnımda hem bebeğimi hissetmeye çalışıp hem de ağrıyan başımı geçirmek için uğraşıyordum. Kaybolan çocuğu çok takmıştım kafama. Bir haber yoktu. Eve geldiğimde biraz kestirmiştim bu konuyu düşünmemek için. Sonra da Pamir’in gelmesi ile yemeğimizi yemiştik. Ben salonda kendimi rahatlatmaya çalışırken o da mutfakta telefonla konuşuyordu. Bu aralar yoğun sayılırdı.
Dakikalar sonra salon kapısından duyulan adım sesleriyle gözlerimi araladığımda elinde tepsiyle içeri giren kocamı gördüm. Kısık gözlerle ona bakarken o da endişeli bir biçimde bana bakıyordu. Elindeki tepsiyi sehpaya bırakırken bakışlarım tepsiye kaydı. Üzerinde dumanı tüten iki kupa ıhlamur ve bir meyve tabağı vardı.
Direkt olarak önümde dikilip yüzümü avuçlarken dudaklarını alnıma doğru bastırdı. Bu kendimi daha da iyi hissetmeme neden olurken mırıltısını duydum. “Ateşinde yok, neden bu kadar durgunsun güzelim? Bir yerin mi ağrıyor?” Tedirgin gözlerle beni izlerken aheste aheste gözlerine baktım. “Sadece başım ağrıyor, o da çok fazla değil. Endişe etme.” Dediğimde Pamir iç çekti. “Endişelenirim, böyle sessiz olman hoşuma gitmiyor.” Dedikten sonra ıhlamur kupasına uzanıp eline aldı. Birini bana doğru uzattığında hiç beklemeden aldım.
Sıcak ıhlamurdan bir yudum içerken hem kokusu hem de sıcaklığı içimi ısıtmıştı bile. “Baş ağrına iyi gelebilir.” Derken Pamir’de yanımdaki boşluğa oturdu ve direkt olarak yönünü bana doğru çevirdi. Birbirimize doğru bakarken tatlı bir tebessüm ettim. “Teşekkür ederim sevgilim.” Pamir gülümsemesiyle cevap verirken aklına takılan soruyu dile getirdi. “Adliyede mi bir şey oldu? Gerçi fotoğrafta mutlu duruyordun.” Dediğinde iç geçirdim. Pamir’de sorunun adliyede olduğunu anladığında merakla yüzüme baktı. Ayrıntı veremezdim ama üstünkörü bahsedebilirdim. Böylece Pamir’in de içi rahatlardı.
“Bir dava var. Kayıp bir çocuk davası. Daha 7 yaşında, annesi oynaması için dışarı göndermiş bir daha da eve gelmemiş. İki gün olmuş.” Derken hafifçe gözlerim buğulandı. Engelleyemiyordum. “Babası vefat etmiş 3 yıl önce, iş kazası. Sadece anne ve oğul.” Dosyasında okumuştum bunları. Ne Esra’nın ne de vefat eden eşinin yakını yoktu. Yani destek olan kimseleri yoktu. Esra’da temizliğe giderek oğlunu okutmaya çalışıyordu.
“Sende bunu içselleştirdin.” Pamir yaramın tam üzerine basarken hafiften dolu gözlerimle ona doğru baktım. Elindeki kupayı sehpayı bırakırken benimkini de aldı herhangi bir aksiliğe karşı. Ardından eliyle yanağımı severek gözlerime baktı. “Ah güzel karım benim…” O konuşurken bende yanağımı avuç içine bastırıp sıcaklığına sığındım. “Pamir annenin halini görecektin, perişandı. Kendimi yerine koydum, biz bile daha oğlumuzu görmeden onun hasretiyle yanıp tutuşuyoruz. Kaybedeceğiz diye korkuyoruz. O kadın belki de oğlunu gerçekten kaybetti.” Derken gözümden akan yaşları engelleyemedim.
Ama engelleyen biri vardı. Pamir daha yanağıma yeni damlamışken gözyaşlarını temizledi hızlıca. Söylediklerimle iç çekerken beni kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. Başım göğsüne yaslandığında kalp atışlarının sesiyle sakinleştiğimi hissettim. Saçımı öperken mırıltısını duydum. “Belki de kaybetmedi, belki sizin sayenizde oğluna kavuşacak. Böyle düşün güzelim.” Derken iç geçirdim. Haklıydı. Bu da ihtimallerden biriydi. Ama ben en kötüsünü düşünmekte ustaydım. “Sana canını sıkma diyeceğim ama sıkacaksın bunu da biliyorum ama en azından bu konuda strese girmemeye çalış. Elinden geleni yapacağını biliyorum ben senin.”
Yapacaktım. Bu işin peşini asla bırakmazdım. O çocuğa ne olmuştu, nereye gitmişti öğrenmemiz gerekiyordu.
Sessiz sessiz Pamir’in göğsünde rahatlarken aniden karnımda hissettiğim ufak, iç gıdıklayıcı hareketle kaşlarım çatıldı. Elimi karnıma yaslayıp hareketin oğlumdan gelip gelmediğini anlamaya çalışırken Pamir’in sesini işittim. “Devrim?” Hafifçe geri çekilip endişeyle yüzüme bakarken nefesimi tuttuğumu hissetmişti muhtemelen. Ona cevap vermeyip karnımdaki hareketlenmeye odaklanmışken Pamir tekrar konuştu. “Sancı mı girdi? Devrim?” korku dolu bir sesle tepkimi anlamaya çalışırken yüzümde büyük bir gülümseme oluştu.
Bakışlarımı Pamir’e doğru çevirdiğimde gözbebekleri titreyerek bana baktığını gördüm. Hızlı bir hamleyle elini bileğinden tutup avucunu karnıma yaslarken mırıldandım. “Hadi annecim, babaya da gösterelim.” Bebeğime hitaben mırıldanırken Pamir anlamaz gözlerle bana bakarken biraz önce hissettiğim hareketlerin daha güçlüsünü hissettim bu sefer. Pamir avcunun altında hissettiği hareketlilikle gözlerini kocaman aralarken heyecan dolu sesini işittim. “Tekme mi atıyor?”
Bir cevap beklercesine bana bakarken başımı salladım gülerek. Pamir daha da heyecanlanıp bu sefer diğer avcunu da karnıma yaslarken başını da karnıma doğru eğdi. “Babam…” Oğlumuz sanki onu duyduğunu belirtircesine hareketlenirken Pamir sesli bir şekilde güldü. “Aslan oğlum benim.” Diyerek dudağını karnıma bastırarak sesli bir şekilde öptü.
Ardından hafifçe doğrularak benim yüzüme doğru baktı. “Annem daha fazla üzmesin kendini diyor.” Dediğinde sesli bir kahkaha attım. “Öyle mi diyormuş?” Pamir bilmiş bir şekilde başını salladı. “Evet, ben öyle anladım.” Dediğinde gülüşüm devam etti. Pamir ise başını göğsüme yaslarken avcunu karnımda gezdirmeye devam etti. Elim saçlarındaki yerimi alırken ipek gibi yumuşacık olan tellerin arasında ellerini gezdirdim bende.
“Merak etme oğlum, annen anladı. Kendini üzmeyecekmiş.” Diyerek oğluna kendi çıkarımını söylerken ses tonu heyecanını o kadar belli ediyordu ki. Yüzümdeki gülümsemeyle onu dinlerken oğlumuzun hareketleri devam ediyordu. “Devrim şuna bakar mısın, resmen bize kendini hatırlatıyor.” Gülücükler saçarak konuşurken onayladım. “Evet, bende buradayım diyor.” Mucizeydi bu. Hayatımıza renk atacak olan mucize.
Pamir karnımla ilgilenmeye devam ederken aklına bir şey gelmiş olacak ki başını hafifçe kaldırıp bakışlarını yüzüme çevirdi. “Cinsiyetini öğrendik ya isim düşünmemiz gerekiyor artık. Gerçi doğuma var daha ama yine de işimizi garantiye alalım biz.” Dediğinde hak verircesine onayladım ve merakla konuştum. “Aklında bir isim var mı?” dediğimde Pamir başını iki yana salladı. “Hayır…”
Benim de yoktu aklımda bir isim. Kız olsaydı annemin ismini koyabilirdik ama şimdi aklımda hiç isim yoktu. Yine de daha vaktimiz vardı. “O zaman araştırmaya başlayalım.” Dediğimde Pamir onayladı. “Anlaştık.”
Başını göğsümden kaldırıp sehpanın üzerindeki tepsiyi kucağına aldı. “Ihlamurlar soğudu ama meyvelerimiz bizi bekliyor.” Diyerek elma dilimini bana doğru uzatırken iştahla ısırdım elmayı. Yeşil elmayı severdim. Bu yüzden Pamir birkaç kilo kadar depolamıştı eve. Bende tabağa uzanıp başka bir meyveyi ona uzattığımda benim gibi hevesli bir şekilde yemeye başladı. İştahlı bir şekilde meyvemi yerken davayı biraz olsun unutabilmiştim.
“Sen naptın bugün? Toplantım var diyordun.” Dediğimde Pamir başını belli belirsiz salladı. “Öyle her zamanki toplantılardan biriydi işte.” Diye geçiştirircesine konuşurken onayladım. Sıkıştıracak değildim elbette. Pamir birkaç saniye sessiz kalıp yüzüme doğru baktığında bir şey söyleyeceğini düşünüp bekledim. Ancak söyleyeceği şeyden vazgeçmişçesine bakışlarını benden çektiğinde yüzümde mimik oynatmadım ama içime merak duygusu yerleşmişti bile. “Bir şey mi oldu?” dediğimde Pamir başını iki yana salladı. “Yok güzelim, ne olacak?”
Fazla üstelemeden meyvemi yemeye devam ederken aklıma gelen şeyle birlikte konuştum. “Babamları arayalım mı? Bebeğimizin cinsiyetini söyleriz.” Dediğimde Pamir onayladı beni. “Arayalım güzelim.” Dedikten sonra sehpaya uzanıp telefonunu aldı. Ailecek kurduğumuz whatsapp grubundan görüntülü arama yaparken telefonu ilk açan abim oldu. Pamir ile ikimizi yan yana gördüğünde mırıldandı. “Hayırdır kayınço, iki adımlık yerde yanıma gelmek yerine görüntülü mü konuşalım istedin?”
“Hayır hayır abicim, bir şey söyleyeceğiz ailecek olalım istedik.” Dediğimde abim belli belirsiz başını salladı. “Öyle olsun bakalım.” Abimden sonra Burçe açtı telefonu. Gülümseyerek bize bakarken konuştu. “Cümleten hayırlı akşamlar, nabersiniz?” keyifli bir tonda konuşurken çalışma masasında oturduğunu gördüm. “İyiyiz güzelim, sen nasılsın? Ödev mi yapıyorsun?” merakla bakarken Burçe başını salladı. “Ne yazık ki yengoşum, bitmiyor.”
Onu en iyi ben anlardım. Artık son dönemiydi ve her şey üst üste yığılıyordu. Burçe’ye moral verirken Halide teyzeler açtı telefonu. Onun bulunduğu kısımda babamı ve Serhat babamı gördüğünde güldüm. “Oo keyifler yerinde.” Dediğimde abim bana katıldı. “Kankalar buluşmuş yine.” Pamir, Burçe ve ben sesli bir şekilde gülerken Halide teyzede bıyık altından gülerek eşlik etti bize. “Şunun dediği lafa bak.” Babam şikâyet edercesine konuşurken Serhat babam önündeki çay bardağını kaldırıp konuştu. “Dünürümle çay keyfi eşliğinde tavla oynuyoruz.”
Gerçekten birbirlerini o kadar seviyorlardı ki bir gün görüşmeseler özlerlerdi eminim ki. “Sizde gelin beraber olsun yavrularım.” Dedi Halide teyze bana, Pamir’e ve abime hitaben. Çok isterdik ancak mümkün değildi. “İnşallah bir gün.” Dedi abim kısaca.
“O zaman günün anlam ve önemine geçmek istiyoruz müsaadenizle.” Dedi Pamir. Herkes sessizleşip bize doğru bakarken Pamirle birbirimize baktık. Anlatması için başımla işaret verirken Pamir devam etti sözlerine. “Bugün doktor kontrolümüz vardı biliyorsunuz, bebeğimizin cinsiyetini öğrendik.”
“Ay neymiş!” Burçe heyecanlı bir biçimde konuşurken hepsinin gözlerinde aynı heyecan vardı. Pamirle birbirimize bakıp aynı anda söylemek için anlaşırken dudaklarımızın arasından o güzel kelime çıktı. “Erkek.”
“Hadi be!” Abimden gelen tepkiyle birlikte gülerken Serhat babam sesli bir şekilde güldü. “Duydun mu dünür bir aslan parçası daha geliyor.” Keyifli keyifli sırıtırken babamın yüzünde de onunkine benzer büyük bir gülüş ve heyecan oluştu. “Duymam mı! Paşamız geliyor.” Halide teyze onları keyifle dinlerken memnun olduğunu belirten bir yüz ifadesi takınmıştı. “Allah sağlıkla kucağımıza almayı nasip etsin oğlumuzu.” Diye tebriklerini iletirken Burçe burukça ekledi. “Kız diye düşünmüştüm. Ama olsun, sağlıklı olsun da. Ben onunla ne oyunlar oynarım.”
“Pamir, PS5’ı kur şimdiden. Dayısının paşasıyla rakibiniz.” Abim takılırcasına konuşurken Pamir başını salladı. “Hazır kayınço beklerim ama oğlum senin rakibin olur şimdiden haber vereyim.” Dediğinde abim omuz silkti. “Göreceğiz bakalım.” Çok iddialıydı bu konuda. Tam emin değildim ancak oğlumun dayısıyla bir olup babasını kızdıracak gibi bir his vardı içimde.
Onların derdi de başkaydı. Yine de gülmeden edemiyordum hallerine. Tebriklerini kabul edip biraz sohbet ettikten sonra telefonu kapattığımızda ikimizin heyecanına da diyecek yoktu. “Erkek annesi olacağım inanamıyorum.” Diye keyifle gülümserken gözümde görüntüler canlanmaya başladı. Çok güzel olacaktı her şey. “Bir gün bu günlere geleceğimize olan inancım tamdı.” Dedi Pamir yüzündeki gülümsemeyle.
Onun inancı tam olmasa bu günlere gelir miydik bende çok emin değildim. Bana yeniden hayal kurdurtan adamdı Pamir. Kurduğumuz hayalleri gerçekleştireceğiz diyen ve onları gerçekleştirmek için her şeyi yapan adamdı. İyi ki bizden vazgeçmemişti.
Tüm bu düşünceler zihnimde kol gezerken elimi sevdiğim adamın yanağına yasladım ve yüzünü sevdim. Pamir gözlerime ilgiyle bakarken minnettar bir biçimde konuştum. “İyi ki inancın tamdı ve beni de buna inandırdın.” İçten bir şekilde gözlerine bakarken Pamir küçük bir tebessüm etti. Ardından avuç içimi öperek tekrardan gözlerime baktı. “İnanmasaydım biterdim, dayanamazdım. Sizin hayaliniz benim yaşam kaynağımdı.” Hafiften gözlerim dolar gibi olduğunda bende gülümsedim. Böyle söyleyince yüzümde buruk bir gülümseme oluşmasına engel olamıyordum.
Hiç beklemeden Pamir’e doğru yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdim. Açlıkla alt dudağını kavrarken Pamir’de üst dudağımı dudaklarının arasına alarak sevgisini aktarırcasına dudağımı emdi. Ona daha da yakınlaşmak için dizlerimin üzerinde doğrulduğum sırada Pamir benden önce davranıp belimden tuttu ve dizlerinin üzerine doğru çekti bedenimi. Yan bir şekilde dizlerinde otururken elimi ensesine sarıp öpücüğümüzü derinleştirdim. Pamir’in elleri bedenimde arsızca dolaşırken iç çektim.
Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında ben nefesimi dizginlemeye çalışırken Pamir vakit kaybetmeden dudaklarının yönünü boynuma doğru çevirdi. Öpüşleri, nemli dudakları büyük zevk ve haz verirken gözlerimi kapatıp boynumu yana doğru eğdim ona yer açmak için. Pamir büyük bir istekle boynumla ilgilenirken aniden telefonumun sesi odada yankılanmaya başladı. “Hay sıçayım böyle işin içine.”
Pamir sinirli bir şekilde başını boynumdan kaldırıp boğukça konuşurken açmama gibi bir lüksümüz yoktu. Bu saatte arayan az kişi olurdu, ailelerimizle de yeni konuştuğumuza göre arayan başkasıydı. Pamir’in kucağından kalkacağım sırada Pamir yine benden önce davranıp dikkatle beni kanepeye oturttu ve kendisi de masanın üzerindeki telefonuma doğru ilerledi. Ekrana bakarken hafifçe kaşlarını çattığını gördüğümde merakla mırıldandım. “Kim?”
“İsim yazmıyor.” Dediğinde benim de kaşlarım çatıldı. “Ben açayım istiyorsan.” Dediğinde reddederek bana uzattığı telefonu elime aldım. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde konuştum. “Efendim?” Pamir tetikte olarak bana doğru bakarken karşıdan gelen sesle merakım giderildi. “Savcım iyi akşamlar, rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Alper komiser ben.”
“Efendim komiser?” dediğimde Pamir’in de merakı giderilmişti. Dudaklarının arasından rahat bir nefes çıkarken neden bu kadar stres yaptığını anlamayarak baktım yüzüne. Bu konuyla sonra ilgilenecektim.
“Savcım kamera görüntüleri incelenmeye başlandı. Annesinin söylediği saatler özenle incelendiğinde bir görüntüye ulaştık. Beni bilgilendirin dediğiniz için böyle bir saatte aramak istedim. Görüntüleri görmek istersiniz belki, yarın sabah için buradaki arkadaşlara talimat veriyorum.” Dediğinde reddettim. “Hayır, geliyorum hemen.” Dediğimde Pamir kaşlarını çattı. Karşı taraftaki ses ise onaylayan şekilde çıktı. “Nasıl isterseniz savcım.”
Telefonu kapatıp oturduğum yerden ayağa kalkarken Pamir’in meraklı sesini duydum. “Nereye gidiyorsun? Hem Cenk’in numarası kayıtlı değil mi sende?” ardı ardına sorularını sıralarken ben salondan çıkarak odama doğru ilerlemeye başladım. Pamir ise peşimden geldi. “Cenk değil arayan, Alper komiser. Çocuk bürodan. Yeni bir şeye ulaşmışlar. Haber verin demiştim.” Dediğimde Pamir sıkıntılı bir şekilde mırıldandı. “Bu saatte?”
Gardıroptan siyah bir kazak ve kot pantolon çıkartıp üzerimi giyinirken Pamir’e doğru baktım. “Evet, ufak bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekiyor ki işler daha hızlı ilerlesin. Biraz baştan sağma iş yapıyorlar.” Dedim şikâyet edercesine. Bugün ben gitmesem kim bilir ne zaman bakılacaktı görüntülere. Zaten ondan kalkıp gidiyordum. Yoksa bu saatte gitmeye en azından hamilelik döneminde can atmıyordum. “Şimdiden kıl oldum adama. Hayır gece gece ne diye arıyorsun tövbe tövbe.”
Pamir söylenirken bir an için duraksayıp derin bir nefes aldı. Ardından ekledi. “Tamam, ben götüreyim seni.” Kabullenerek söylediği şeyle yüzüne doğru baktım. Artık o da biliyordu beni ikna edemeyeceğini. Bende söylediği şeye itiraz etmedim. Böylece onun da içi rahat ederdi. Karşılıklı olarak gönlümüz olurdu.
Pamir’de benim gibi hızlıca hazırlanırken birlikte evden çıktık. Pamir’in arabasına binerek yola koyulduğumuzda yarım saat içinde emniyete ulaşmıştık bile. Arabadan inerken Pamir’e hitaben konuştum. “Gel sana bir emniyet çayı ısmarlayayım.” Dediğimde Pamir güldü. “Sağ olun savcım ama hizmetimizin karşılığını başka bir şekilde almak isteriz.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Fırsatçı kocam benim.” Dediğimde Pamir tek gözünü kapatarak kırptı. “Senin için her zaman ayrıca bununla yetinmeye çalışıyorum acı bana.”
“Çok ayıp.” Diye gülerken aslında hoşuma gitmiyor değildi bu. O yüzden hiç beklemeden dudaklarımı dudağına doğru bastırıp kısaca öptüm. Ardından araçtan inerken Pamir’in de indiğini gördüm. “Hizmetinizin karşılığını almıştınız yüzbaşım.” Dediğimde Pamir omuz silkti. “Sen işini hallederken bende Cenk’e uğrayayım bir, çayını içeyim.” Dediğinde onayladım. İkisi iyi anlaşıyordu. Pamir yaralandığında Cenk birkaç kere ziyarete gelmişti. Bu hem benim hem de Pamir’in hoşuna gitmişti.
Birlikte emniyetten içeri girdiğimizde adımlarımızı cinayet büroya doğru atmaya başladık. Birçok polis memuruyla selamlaşırken aniden karşımıza çıkan Cenk ile adımlarımız duraksadı. “Savcım?” Cenk hem bana hem de Pamir’e merakla bakarken cevap verdim. “İyi akşamlar komiser.” Dediğimde Cenk cevap verdi. “İyi akşamlar savcım, bir sorun yok inşallah.”
“Devrim savcımın işkolik olduğunu unutuyorsun, paslanmışsın komiser.” Dedi Pamir yüzündeki sırıtışla. Küçük bir gülümsemeyle kocama doğru döndüğümde mırıldandım. “Sağ olsun yüzbaşımda bana hep destek olur.” Dediğimde Pamir’de bana baktı. Birbirimize gözlerimizi kırpıştırarak bakarken Cenk araya girdi. “Ama savcım böyle olmasa suçlular elini kolunu sallayarak gezmeye devam eder.” Zafer kazanmış bir edayla Cenk’e bakarken ekledim. “Çocuk bürodan Alper komiserle görüşmeye geldim. Yarım saat kadar işim var.”
“Çok uzun zaman oldu savcım, sizi burada görmek şeref.” Dedi Cenk. Ona gülümseyerek bakarken Cenk bakışlarını Pamir’e çevirdi. “Savcım işini hallederken bende sana bir çay ısmarlayayım.” Dediğinde Pamir onayladı. “Tamam.” Ardından bakışlarını bana doğru çevirdi. “Dikkatli ol.” Dediğimde istemsizce güldüm. “Emin ol burada güvendeyim.” Dediğimde Pamir tek kaşını kaldırdı. “Nasıl kaçırıldığını unutuyorsun güzelim…”
Aylar önce olan şey aklıma geldiğinde duraksadım. Haklı sayılırdı. Gerçi o gün dışarı çıkmıştım. Emniyetin içinde bir sorun olmazdı. “Merak etme hayatım, hadi siz keyfinize bakın.” Dediğimde Pamir küçük bir tebessüm etti.
Onları arkamda bırakarak çocuk büroya ilerlerken ciddiliğimi takındım. İçeri girdiğimde bugün sabah beni görüp kim olduğumu öğrenen polis memurlarından biri ayağa kalktı. “Hoş geldiniz savcım, Alper komiser kamera odasında. Buyurun eşlik edeyim size.” Diyerek beni odaya doğru götürdüğünde sesimi çıkarmadım.
Odaya girdiğimizde Alper komiserin bakışları beni buldu. “Hoş geldiniz savcım, görüntüler şu bilgisayarda.” Diyerek beni bilgisayarlardan birine yönlendirdi. Başıyla görüntüleri açması için işaret verdiğinde ekranda oynayan görüntüleri izlemeye başladım. “Savcım annesinin söylediği saatte dışarıda oynamaya çıkıyor Can. Yaklaşık bir saat kadar da oynuyor. Sonra arkadaşlarının yanından ayrılıyor. İlk önce bakkala gidiyor. Oradan bir çikolata alıyor.” Alper komiser görüntüleri açıklarken izlemeye devam ettim.
“Çikolatasını yerken başka bir sokağa sapıyor. Olayda tam olarak burada başlıyor zaten.” Dediği anda görüntülere bir araç takılmıştı. Siyah rengi arazi tipi araç Can’ı anında kucaklayıp kaçıracak kadar yakınlıkta bir yerde durmuştu. Sonra da arka kapı açılıp araçtan uzatılan iki el Can’ı koltuk altından tutup direkt olarak aracın içine çekmişti. Ne Can’ın bağırmasına ne de kaçmasına fırsat tanınmıştı. Direkt olarak araca alınmıştı. Aracın plakası görünüyordu.
“Aracın plakası tüm birimlere anons geçilsin.” Dediğimde Alper başını salladı. “Geçildi savcım. Ancak araç kör noktada bir sokağa giriyor. Muhtemelen plakası değiştirildi orada.” Sonra da zaten kameralara takılmıyor. Muhtemelen kör noktadan sonra ana yoldan çıkıp başka bir yere gidiyor.” Anayoldan çıktıysa ya ara sokağa sapmıştı ya da herhangi bir toprak yola, dağa çıkan bir yere girmişti. Yani izini kaybettirmişti.
Bu görüntülerle çocuğun kaçırıldığından tamamen emin olmuştuk. Peki neden kaçırılmıştı, amaçları neydi? “Çocuğun kaçırıldığı sokağa gidin, gören duyan olmuş mu bakın. Herhangi bir dükkânın kamerası, evin kamerası her şey bizim için önemli. Ayrıca başka bir ekipte o kör noktaya gitsin. Oradan hangi yola sapabilecekleri değerlendirilsin. Bir yandan da ekipler onlara anons geçilen plakayı takip etsinler.”
“Emirleriniz anlaşıldı savcım.” Dedikten sonra odadan çıkarken Alper komiserde benimle odadan çıktı. Birlikte ilerlerken tekrar konuştum. “Komşularıyla falan konuştunuz mu?” dediğimde Alper komiser başını iki yana salladı. “Hayır savcım, kamera görüntülerine yoğunlaştık bugün.” Aldığım cevapla kaşlarım çatılırken sert bir tonda cevap verdim. “Komiser, işler yavaş yürüyor ve bu da hoşuma gitmiyor. Haberiniz olsun.”
Cenkle birlikte iş yaparken her şey tıkır tıkır yürüyordu. Anlaşılan bu komiserle pek anlaşamayacaktık. “Savcım burada daha önce bu tarz bir vaka yaşanmadı, daha doğrusu çok uzun süredir yaşanmıyor.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Bu beni alakadar etmiyor komiser. En kısa sürede o ifadeleri masamda göreceğim. İnsan canı, bir çocuğun hayatı söz konusu. Kaçırılmış bu çocuk!”
Çok uzun süredir böyle vakalar yaşanmıyor diye bir bahane yoktu, her şekilde bir olaya hazır olmak zorundalardı. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda.
Sesimi yükseltmemle birlikte polis memurlarının bakışları bize doğru dönerken sertliğimden ödün vermeden konuşmaya devam ettim. “Zaten kaçırıldığını tahmin ediyorduk sadece tahminimiz doğrulandı. Yani bu ne demek elimizde hiçbir delil yok! Emirlerim sabaha kadar yapılmış olacak. Mesai saati başladığı an burada olurum ve eğer emirlerim yerine getirilmemiş olursa ne olacağını bilmek istemezsin komiser.”
Başka bir şey söylemeden çocuk bürodan çıkacağım sırada arkamı dönerek tekrar baktım komisere. “Annesine bir şey söylemeyin şimdilik. Kaçırıldığını bilmesin. Sende doğrulanan tahminimiz sonucu Can’ın neden kaçırıldığına dair fikirlerini sabah bana sunarsın.”
Alacağım cevabı beklemeden hızlı adımlarla ilerlerken derin bir nefes verdim. Kaybedecek bir dakikamız bile yoktu artık. Bu çocuğun neden kaçırıldığını bilmeliydik. Planlı bir kaçırılma mıydı? Yoksa çocuğu görüp mü kaçırmak istemişlerdi? Neden kaçırmışlardı? Nereye götürmüşlerdi? Daha da önemlisi ne yapacaklardı? Bunların hepsi büyük bir merak unsuruydu ve cevabını almadan da durmayacaktık…
*****
Günler sonra nihayet Hakan ve Sinem’in nişan günü gelip çatmıştı.
Dava ile uğraşmaya o kadar dalmıştım ki günlerin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Elbette akşamları elde ettiğim boşluklarda Sinem ile son ayarlamaları falan yapmıştık. Yine de günlerim çok hararetli bir şekilde geçmişti, yine de elimizde bir delil var diyemezdik. Yoktu. Bu konu aklımı kurcalıyordu ancak bugün o konuyla ilgilenmeyecek, arkadaşıma odaklanacaktım.
Sabah erkenden Sinem, Işık, ben, Neva ve Ahsen kuaföre gitmiştik. Hepimizin saçı ve makyajı giyeceğimiz kıyafetlere uygun olarak yapılmıştı. Sonrasında da evlerimize dağılmıştık ve hazırlanmaya koyulmuştuk. Ben Sinem’in evinde aylar öncesinde kaldığım odada hazırlanıyordum. Sinem ise kendi odasında.
Burçe’nin okulu dolayısıyla Halide teyzeler gelememişti. Ama Serhat babam gelmişti Hakan’ı ve Sinem’i bu mutlu günlerinde yalnız bırakmamak için. Serhat babam, babam, Gökhan amca ve muhtemelen Pamir ile abimde salonda hazırlanmamızı beklerken Olcay teyze ve Sinem kendi odasında hazırlanmaya çalışıyorlardı. Işık çoktan hazırlanıp çıkmıştı. Bense elbisemin fermuarını kapatmakla uğraşıyordum.
Siyah, askılı düz bir elbise giymeyi seçmiştim. Çok abartılı olmayı istememiştim. Mekân sıcak olacağı içinde askılı giymek sorun olmayacaktı. Siyah topuklu ayakkabılar ve takılarla kombinimi tamamlamıştım. Buğulu bir makyaj ve kırmızı rujla da hazır sayılırdım. Tek sıkıntım elbisenin fermuarıydı.
Elbiseyi daha yeni almıştım ancak büyüyen karnım ve aldığım kilolar sağ olsun elbisenin içine girişimi engelliyordu. Ağlamaklı bir şekilde aynadan kendime bakarken gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı bile. Kapalı olan odanın kapısı imdadıma yetişircesine çalınırken ağlamaklı bir şekilde konuştum. “Müsaidim.”
Kapı komutumla birlikte açılırken Pamir başını doğru uzattı içeri doğru. “Dakikalardır seni bekliyorum bir gelip bakay-“Daha cümlesini bitiremeden yaşlı olan gözlerimi gördüğünde kaşlarını çatıp lafın devamını getiremedi. Anında içeri girerken panik dolu sesini duydum. “Neyin var? Sancı mı girdi?” Sorduğu soruyla yüzümü buruşturdum. Her defasında aynı soruyu soruyordu. “Hayır, sancı falan girmedi.” Dedim ters bir biçimde.
Pamir gözlerini kırpıştırarak yüzüme bakarken elleri yüzümdeki yerini aldı ve itinayla gözyaşlarımı temizledi. “Neyin var o zaman birtanem? Bu gözler niye yaşlı?” İlgiyle yüzümü incelerken sesimin üzgün çıkmasına engel olamayarak konuştum. “Fermuarı çekemedim.” Diye mırıldandığımda Pamir’in kaşları havalandı. Ağzı da şaşkınlığını belli edercesine hafif aralanırken ciddi misin dercesine baktı yüzüme. “Bunun için mi ağlıyorsun?”
“Sanki keyfimden ağlıyorum, şuna bak giremiyorum elbisenin içine. Çok kilo aldım ben.” Aynada tekrardan kendime bakarken gözyaşlarımın yerine yenileri aktı. Pamir gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken kaşlarımı çattım. “Komik mi?” Hızla başını sallayıp reddetti. “Asla komik değil.” Dedikten sonra genzini temizleyip ekledi. “Dön bakayım sırtını bir de ben deneyeyim çekmeyi.”
İstediğini yaparak sırtımı ona doğru döndüğümde aynadan onu izledim. Pamir büyük bir dikkatle fermuarı çekerken tekte bunu başarıp zafer gülümsemesiyle baktı bana doğru. “Bak hallettim.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Bu kilo aldığım gerçeğini değiştirmiyor.” Neden bunu kafama takmıştım bende anlamıyordum ama bir anda normalde rahatlıkla girebileceğim elbisenin içine girememek çok yaralamıştı beni.
“Güzelim… Güzel sevgilim.” Pamir arkamdan sarılıp bedenlerimiz arasındaki boşluğu kapatırken ellerini karnıma doğru sardı. Bir yandan da çenesini omzuma doğru yaslayıp aynadan gözlerime doğru baktı. “Biraz kilo aldın ama bu çok normal. Hem oğlumuz büyüyor, kilo alman çok normal değil mi?” Sakinleştirici bir tonda konuşurken başımı belli belirsiz salladım. Normaldi. “Ayrıca istersen 20 istersen 100 kilo al, benim için dünyanın en güzel kadını sensin ve bu hiç değişmeyecek.”
Dudaklarını sakinleştirmek istercesine çenemle boynumun arasındaki noktaya bastırıp öperken iç çektim. Sırtımı Pamir’e doğru daha rahat bir şekilde yasladığımda biraz önceki ağlama isteğinin bedenimden yavaş yavaş uzaklaştığını hissettim. Elimi Pamir’in elinin yanına, karnıma yaslarken gözlerimi kapadım. Gerçekten beni teselli etme konusunda çok iyiydi.
Birbirimize yaslı bir şekilde dururken oğlumuzun hareketlerini hissetmemizle birlikte ikimizde gözlerimizi araladık. “Değil mi babacım, annen çok güzel bir kadın.” Ufak hareketlenmeler devam ederken Pamir başıyla işaret etti. “Bak gördün mü?” Bu yaptığına gülerken Pamir bedenlerimizi ayırdı ve hafifçe eğilerek karnımı öptü uzunca. Ardından tekrardan bana yönelip eliyle beni kendine çekip şakağımı öptü.
“Baba oğul beni şımartıyorsunuz.” Diye keyifle mırıldanırken Pamir yamuk bir gülüşle yüzüme baktı. “Hak ediyorsun.” Bu cümle keyfimi daha da yerine getirirken aldığım kiloların umurumda olmadığını fark ettim. Aslında en önemli şey eş desteğiydi gerçekten bu süreçte. Pamir sayesinde bunu daha iyi anlamıştım.
“Odada işin yoksa çıkalım hadi.” Dediğinde onayladım. Kolunu omzuma atmış bir şekilde odadan çıktığımızda antrede görüş açımıza abim ve Işık girdi.
Işık abimin yakasını düzeltip kravatını ayarlıyordu. Abimse gülümseyen gözlerle hayranlıkla onu seyrediyordu. Daha dün abimin yakasını, kravatını ben düzenlerken bugün bu işi yengem devralmıştı. Abim adına çok mutluydum. Birbirlerine çok yakışıyorlardı ve mutlulukları gözlerinden okunuyordu.
Ayrıca Işık’ın da çok güzel olduğunu inkâr edemezdim. Beyaz bralet, kumaş pantolon ve ceketiyle çok şık bir görüntü oluşturmuştu. Saçlarına ise fön çektirmiş ve doğal bir hava katmıştı. Makyajı da yeşil gözlerini açığa çıkartacak biçimde yapılmıştı.
“Hah geldiniz mi?” Işık abimin yakasını düzeltmeyi bitirip bana doğru döndüğünde merakla baktım ona. Işık ise konuştu. “Sinem’in eşyalarını ben çantaya koydum, çıkarken almayı unutmayalım. Götürülecek olan diğer eşyalar da hazır.” Dediğinde onayladım. “Tamamdır yengecim, unutmayız.” Takılırcasına konuşurken Işık başını omzuna doğru eğip sitemle yüzüme baktı. Abim ise bu durumdan çok memnundu.
“Hiç öyle bakmayın Işık Hanım, yengesin kabul et.” Abim şakacı bir tavırla konuşurken Işık tek kaşını kaldırdı sen misin bana sataşan dercesine. Büyük bir bomba gelecek gibi hissediyordum. “Sen neden eniştene enişte demiyorsun o zaman?” diye bombayı patlattığında Pamir’in kıkırtı şeklinde gülüşünü duydum. Abim ise yüzünü buruşturdu. “Ulan, kalbimden vuruldum resmen. Yapılır mı bu bana güzelim?” Işık omuz silkerken bende gülerek baktım ikisine.
“Ayağınızı denk alın Bora bey.” Dedi Işık keyifli bir şekilde abimse yamuk bir gülüşle bundan keyif aldığını belirtircesine cevap verdi. “Alırız Işık Hanım.”
“Işık, bir bakabilir misin kızım?” Babam içeriden Işık’a seslenirken Işık hiç bekletmeden salona doğru girdi. Abimse o arada Pamir’e bakarak konuştu. “Sen erkek tarafı değil miydin damat?” diye alaylı konuşurken Pamir beni kendine doğru çekip abime baktı. “Karımın tarafındayım.” Söylediği cümle yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken abimle göz göze geldik. “Kardeşimi kendine nasıl düşürdüğünü şimdi anlıyorum.”
Pamir sırıtırken mırıldandı. “Seni de gördük. Alırız Işık Hanım.” Abimin taklidini yaparken kahkaha atmamak için zor durdum. Abim sinir olmuş bir şekilde Pamir’e tip tip bakarken genzimi temizledim. Her an kavga çıkacak gibi bakıyordu.
“Abicim, sende çok yakışıklı olmuşsun.” Pamir’in kolundan çıkıp abime doğru yaklaştığımda abim bakışlarını Pamir’den çekti ve hafif sitemle konuştu. “Sende kocanı kurtarmak için çabalama.” Dudaklarımı büzerek ona doğru bakarken oğlumu işin içine katarak son kozumu oynamaya karar verdim. “Aşk olsun dayısı, insan bize de bir iltifat eder.” Dediğimde abimin çatık olan kaşları eski haline döndü. Yüzü aydınlanırken mırıldandı. “Çok fenasın sen, bir de yeğenimi işlerine alet ediyorsun.”
Yüzümde keyifli bir gülümseme oluşurken bugün biraz daha hareketli olan oğlumun küçük tekmelerini hissederek abime doğru baktım. “Elini uzatsana.” Abim anlamaz gözlerle bana bakarken uzanıp elini tuttum ve avuç içini karnıma doğru bastırdım. Abimde benim gibi hareketleri hissederken gözleri büyüdü şaşkınca. Dilini yutmuşçasına bana bakarken fısıltı şeklinde konuştu. “Ulan… Yapılır mı bu şimdi?” Gözleri hafiften buğulanırken dudaklarını yaladı. Bir şeyler söylemek istedi ama söyleyemedi.
Ardından “Ufaklığa bak sen nasıl hareketli.” Diyerek duygusallığını geri plana atarken mırıldandı. “Ne dersin damat özel kuvvetçi yapar mıyız bu aslanı da?”
“Yok artık.” Dedim hızlıca itiraz ederek. Pamir gururla cevap verdi. “Benlik sıkıntı yok, bizzat eğitirim.” Dediği anda bakışlarım hızla ona doğru döndü. Pamir bakışımdan çekinmiş olacak ki lafını çevirdi. “Ama tabii kendi kararı.” Oğlumda asker olursa dayanabilir miydim hiç bilmiyordum. Ama bir gün çıkıp asker olacağım derse de şaşırmazdım. Etrafındaki herkes askerdi çünkü.
Birkaç dakika daha antrede oyalandığımızda Sinem’in yanına gitmek üzere bizimkilerin yanından ayrıldım. Sinem’in odasına ulaştığımda işaret parmağımın arkasını kapıya vurarak kapıyı tıklattığımda içeriden heyecan dolu ses duyuldu. “Gel.” Kapıyı yavaşça araladığımda kapının hemen önündeki arkadaşıma doğru baktım.
Beyaz, askılı, pırıl pırıl simli bir elbise seçmişti nişan için. Dizlerinin birkaç santim altında biten bir elbiseydi. Bel kısmına doğru hafif transparanlık içeriyordu ancak çok güzel bir görüntü oluşturmuştu. Kıvırcık saçları bugüne özel düzleştirilmiş ardından su dalgası şeklinde hazırlanmıştı. Makyajı da elbisesi ve saçlarıyla bir uyum içerisindeydi. “Mükemmel görünüyorsun.”
“O senin güzelliğin arkadaşım.” Dedi Sinem. Buruk bir tebessümle ona doğru bakarken Olcay teyze burnunu çekti. “Kızlarımız birer birer yuvadan uçuyor.” Sesinden ne kadar duygulandığını anlarken Sinem başını omzuna doğru eğerek annesine baktı. “Öyle söyleme anne, daha evlenmiyorum ki. Sadece ilk adım.” Öyleydi ama kendisi bile bu cümleleri dile getirirken sesinin titremesine engel olamamıştı. Olcay teyze gülerek başını salladı. “Tamam, bir şey demiyorum.”
Sinem’in bakışları annesinden bana doğru dönerken konuştu. “Sizde hazır mısınız?” Başımı sallayarak onayladım. “Hazırız, bu güzelliğin hazır olmasını bekliyorduk.” Diye sırıttığımda Sinem gülümsedi. Bense elimi ona doğru uzattım. Sinem elimi tuttuğunda ellerimizi havaya kaldırıp kendi etrafında dönmesini sağladım. “Her şey hazır görünüyor.” Sinem bir tur kendi etrafında dönüp bana bakarken onayladı. “Hazırım, hem de çok hazırım.”
“O zaman çıkalım.” Dedi Olcay teyze. Ardından ekledi. “Erkek tarafından önce gidelim, onları kapıda karşılarız.” Dediğinde Sinem’de bende onayladık onu. Mantıklı olan oydu. Olcay teyzenin arkasından bende çıktığımda Sinem’de peşimizden geldi. Hepimiz arkalı önlü bir şekilde salona girdiğimizde beyler de oturdukları yerlerden ayağa kalkmışlardı. Pamir’in yanındaki yerimi aldığımda Gökhan amcaya takıldı bakışlarım.
Duygulu gözlerle kızına doğru bakıyordu. Kim olsa duygulanırdı. Sinem babasına doğru yaklaşırken küçük ve tatlı bir tebessüm etti. Gökhan amca ise sertçe yutkunarak mırıldandı. “Ne kadar güzel olmuşsun…” Hayranlığını dile getirirken bakışlarını kızından çekmedi. Ardından da ekledi. “Hakan çok şanslı bir adam.” Dediğinde Sinem’in yüzündeki gülüş büyüdü. Gökhan amcada muhtemelen iyice duygulanıp ortamı gözyaşlarına boğmamak için hemen lafı değiştirmişti.
“Haydi çıkalım, vakit yaklaşıyor.” Abim araya girdiğinde minnettar bir biçimde baktım ona. Biraz daha bu ortamda bulunursam hüngür şakır ağlayacağımdan korkmuştum. Hormonlarım normal çalışmıyordu çünkü.
Gerekli olan ve daha önceden hazırlanmış olan şeyleri abim ve Pamir alırken hepimiz evden çıkmıştık. Babam ve Serhat babam bizim arabaya binmişlerdi abimle Işık’ı yalnız bırakmak için. Sinem, Olcay teyze ve Gökhan amca da Sinem’in aracıyla geliyorlardı. Arkalı önlü bir şekilde mekâna vardığımızda Sinem direkt olarak görevlilerle eksik olup olmadığını kontrol etmeye koyuldu. Ben ve Işık’ta mutfağa gidecek olan malzemeleri koyarak salona geri döndüğümüzde her şeyin güzel bir şekilde hazır olduğunu gördük.
Kapının girişinde Sinem ve Hakan yazan bir tahta vardı. Mekân çok büyük değildi. Kapıdan içeri girildiğinde direkt karşıda Sinem ve Hakan’ın oturacağı, aydınlatmalarla ve tüllerle süslenmiş bir kısım vardı. Onların karşısında da 8’er kişilik dikdörtgen masalar vardı. Çok kalabalık olmayacaktık. Tim üyeleri, aileleri, Baran Albay’lar, Sinem’in adliyeden arkadaşları ve tabii ki bizler olacaktık. İstemeden sonra yüzük takıldığında küçük, atıştırmalıklar getirilecekti ikram olarak. Sonrasında da pasta kesilecekti ve tabii ki eğlence de doruklarda olacaktı.
“Geliyorlarmış.” Pamir telefonuna gelen bildirimden bize geri dönüş yaparken Sinem sesli bir nefes verdi. “Bayılacağım şimdi.”
“Aman sakın ha baldız.” Diye karşılık verdi Pamir. Sinem ona doğru sitemli bir bakış atarken dışarıdan gelen araba park etme sesleriyle ben, Sinem, Olcay teyze ve Işık kapıya doğru ilerledik. Tabii Gökhan amca, Pamir ve abimde biraz geride misafirleri karşılamak üzere dizilmişlerdi.
Kapıda ilk önce Hakan’ın anne ve babası Fulya teyze ve Ahmet amca görünürken yüzlerinde aynı bizimkilere benzer bir heyecan ve mutluluk vardı. Onun arkasında ise beyaz gömlekli, siyah takım elbiseli Hakan vardı. Elinde Sinem’in çok sevdiği şakayık buketi vardı. Onun hemen yanında Yiğit vardı. Elinde bir çikolata kutusu ve ayrıca küçük buketler şeklinde kır çiçekleri vardı.
“Hoş geldiniz.” Sinem sevecen bir sesle konuşurken Fulya teyze, Sinem’i kucakladı. “Hoş bulduk güzel kızım.” İkisinin ilişkisi gerçekten imrenilecek gibiydi. Fulya teyze, Sinem ile tanıştığı ilk andan beridir ona çok sıcak, kendi kızıymış gibi davranıyordu. Sevgisini her şekilde belli ediyordu. Tabii ki Ahmet amca da öyle. Sinem bu konuda şanslıydı, onun adına çok seviniyordum.
Sinem’in ardından hemen yanında duran Olcay teyze ile de samimi bir şekilde selamlaşırken benimle de sarıldı Fulya teyze. Gerçekten tatlı bir kadındı. Eşiyle birlikte Pamirlere doğru ilerlerken Hakan’ın aşk dolu bakışlarla Sinem’e doğru baktığını gördüm. Elindeki şakayık buketini sevdiği kadına doğru uzatırken bakışlarından hayranlık dolup taşıyordu. Sinem’de ondan farksız değildi, ağzı kulaklarında bakıyordu sevdiği adama. “Çok güzeller, teşekkür ederim.”
“Senin yanında sönük kaldılar.” Hakan’ın iltifatı ile Sinem büyükçe gülümserken hafiften utandığını belli edercesine bakışlarını yere doğru eğdi. Hakan bundan çok keyif aldığını belirten bir gülümsemeyle kıza bakarken aklına yeni gelmiş gibi Yiğit’e doğru döndü.
Onun elindeki çiçek buketlerini eline alırken birisini Olcay teyzeme uzattı. Olcay teyzem şaşkınlıkla buketi eline alırken mırıldandı. “Bana da mı aldın? Teşekkür ederim oğlum.” İçten bir şekilde Hakan’ı kucaklarken bir yandan da eşine takıldı. “Gökhan görüyor musun ne kadar düşünceli bir oğlan.” Gökhan amcam he he dercesine bakarken Işıkla gülmemek için dudaklarımızı birbirine bastırdık. Gökhan amcam böyle yapıyordu ama biliyorduk seviyordu Hakan’ı.
O sırada Hakan yönünü bize doğru çevirdi. İlk önce bana ardından da Işık’a buketi uzattığında bizde şaşırarak baktık Hakan’a. “Gelinin arkadaşlarına almadan olur mu? Hele ki baldıza.” Diye takılırcasına konuşurken büyükçe gülümsedim. “Sağ ol enişte düşünmen bile yeter.” Hakan heyecanını küçük bir tebessümle saklarken Pamir’e doğru yaklaşıp sitemle konuştu. “Hanım köylü de buradaymış, nasıl sattın ama beni?”
Bozuk bir sesle dile getirirken Pamir sırıtarak cevap verdi. “Nikahta Sinem neredeyse ben oradayım diye kız tarafının takı töreninde dolaşan arkadaşım mı söylüyor bunu?” Birbirlerine komik bakışlar atarlarken benim bakışlarım tekrardan misafirlere doğru döndü.
Yiğit elindeki çikolata buketini bana doğru uzatırken teşekkür ederek aldım. Yanındaki Neva ile göz göze geldiğimizde büyükçe gülümsedim. Tatlı kızdı. Onlar içeri ilerlerken Ahmet abi ile Seray abla girdi tabii kızlarıyla birlikte. Sonra da Kürşat ve Ahsen. Herkes eşleriyle salona doğru ilerlerken en sonra Soner, Taner ve Batuhan üçlüsü kalmıştı. Onlar da sırayla içeri girerken Sinem hepsiyle teker teker selamlaştı. Herkesin geldiğini düşünürken Baran Albay ve eşi Arzu Hanım ardından da Sinem’in arkadaşlarının gelmesiyle birlikte karşılama töreni sona ermişti.
Hepimiz mekâna giriş yaptığımızda Sinem ve Hakan kendileri için ayarlanan kısma geçip oturmuşlardı. Kız tarafının büyükleri ve erkek tarafının büyükleri bir masada karşılıklı olarak oturduklarında bize de hemen yanlarındaki masa düşmüştü. Hatta iki masayı birleştirmeye karar vererek tüm ekip bir arada oturmuştuk.
“Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu, Olcay’ı bir arayayım diyordum.” Diye hevesli bir şekilde konuşmaya başladı Fulya teyze. Ardından devam etti. “Görüşmek bugüne kısmetmiş, çocuklar çok güzel bir sürpriz yaptılar bize.” Dediğinde Olcay teyze onayladı. “Hem de ne sürpriz ama ne yalan söyleyelim bekliyorduk böyle bir şeyi.”
Onlar kendi aralarında sohbet ederken Ahmet amcanın sesini duydum. “Sen nasılsın Gökhan?”
“İyiyiz çok şükür, sizleri sormalı?”
“Ortam çok gergin.” Taner’in bizim masaya hitaben fısıltıyla söylediği şeyle birlikte güldüm. “Normal o normal hem isteme heyecanı hem kız verme heyecanı.” Dediğimde Seray abla beni onayladı. “Aynen öyle, kızı bir alalım gerginlik merginlik kalmaz.”
Haklıydı, yüzükler takıldıktan sonra müzikle birlikte ortam hem hareketlenir hem de gerginlik azalırdı ve keyifli dakikalar geçirirdik.
“Bundan sonra sıradaki kutlamamız Işık yenge ve Bora’da sanırsam.” Soner’in laf olsun diye ortaya attığı cümle ile hepimizin bakışları Işık’a ve abime kaydı. Abim küçük bir tebessümle Işık’a bakarken mırıldandı. “Neden olmasın?” Ucu açık bir şekilde cevap verdiğinde tek kaşımı kaldırdım. Işık ise bize doğru baktı ancak göz ucuyla abime doğru bakması imali sözlerinin hedefinin o olduğunu gösteriyordu. “Henüz bir evlilik teklifi almadım.”
Abimin dudaklarında keyifli bir gülüş olurken mırıldandı. “Evlilik teklisi alsan okeysin yani?” Muziplik içeren ses tonuyla birlikte Işık bakışlarını abime doğru çevirip omuz silkti. “Bilmem, göreceğiz.”
“İsteğiniz alınmıştır efendim.” Abim kolunu Işık’ın sandalyesine atıp keyifli bir şekilde sırtını da sandalyeye yasladı. Anlaşıldığı üzere gerçekten bir sonraki isteme abimin olabilirdi. Şimdiden itibaren kafasında evlilik teklifi hazırlığı yaptığına emindim.
Herkes kendi arasında sohbete dalmışken Hakan’a takıldı bakışlarım. Giydiği beyaz gömleğin yakalarıyla oynayıp stresini azaltmaya çalışıyordu. Onu daha önce böyle heyecanlı görmemiştim. Gerçi Sinem’in de ondan kalır yani yoktu. Heyecanlı heyecanlı etrafa bakınıyordu. Bir yandan da Hakan’ın kulağına eğilmiş bir şeyler fısıldıyordu. Muhtemelen mekanla ilgili şeyler söylüyordu. Hakan ise heyecanın yanında onu dinlemeye çalışıyordu. Tabii bakışlarını ondan çekememesi de cabasıydı. Haksız da sayılmazdı çok güzel olmuştu Sinem.
Olcay teyze başıyla mekânda bulunan mutfağı işaret ettiğinde Sinem oturduğu yerden kalktı. Hiç beklemeden bende ayağa kalktığımda Kürşat ile konuşan Pamir’in bakışları bana doğru döndü. Mutfağı işaret ederken anladığını belirterek başını salladı. Işık ile mutfağa ilerlediğimizde Sinem’in çoktan kahveleri yapmaya başladığını gördüm. Her şey hazırdı. Sadece kahveler sunulacaktı.
"Ay ben çok heyecanlıyım, kahveyi Hakan’ın üzerine dökmesem bari." Sinem telaşlı bir şekilde konuşurken gözümün önüne gelen görüntülerle güldüm. Yapabilirdi, telaş insanın iki ayağını bir pabuca sokuyordu. Yine de heyecanını geçirmek adına konuştum. "Dökmezsin dökmezsin. Hem heyecanlı olman çok normal. Sakin ol."
Sinem eliyle kendine yelpaze yaparken poşetlerin içinden 2 gramlık hazır tuz paketini çıkardım. Sinem’in gözü önüne tutup sallarken Işık keyifli bir şekilde güldü. "İşte şimdi keyifli olmaya başladı." Işık’ın söylediğini onaylarcasına gülerken Sinem gözlerini kırpıştırarak bize doğru baktı. "Koymasak mı?" diye itiraz ederken kaşlarımı çattım hızlıca. "Öyle bir ihtimal yok canım. Sen benim kocama koymuştun." dediğimde Sinem masum bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Ama azıcık koymuştum, asıl bombayı Bora abi patlatmıştı."
Pamir’in yüz ifadesi şu an gözümün önüne geldiğinde gülmek istiyordu insan ancak o zaman şok olmuştum, bir şey olmasından endişelenmiştim.
"Bak şanslısın, bu sefer Bora abin bir şey yapmıyor. Minicik bir tuz." dedi Işık beni desteklercesine. Göz göze geldiğimizde göz kırpıp gülümserken bende keyifli bir şekilde gülümsedim. İyi bir ikili olmuştuk.
"Aman iyi be, gelin görümce üzerime oynuyorsunuz." Sinem pes ettiğini belirten bir yakınmayla kabul ederken Hakan için hazırladığı fincana tuz paketinin tamamını döktüm. Sinem içine kahveyi de koyduktan sonra yavaş yavaş karıştırdım. İşte hu kadardı.
Sinem, Hakan’ın tepsisini alırken benle Işık'ta kalan iki tepsiyi alarak mutfaktan çıktık. Sinem, Hakan’ın tepsisini önündeki sehpaya bırakırken Hakan’ın heyecanlı tınıdaki sesini duydum. "Ellerine sağlık." Sinem ise tatlı bir tebessümle cevap verdi. "Afiyet olsun." Işıkla birlikte sırayla kahveleri dağıtıp yerimize oturduğumuzda bakışlarımız Hakan’a dönmüştü elbette.
“Tuz atmışsınızdır umarım.” Pamir kulağıma doğru fısıldadığında Işık ile birbirimize baktık. Atmaz olur muyduk? Bu bugünün olayı buydu neticede. “Attık, hiç merak etme.” Dediğimde Pamir tatmin olarak Hakan’a doğru baktı.
Hakan bakışların onda olduğunun bilincinde olarak ufak bir gülümsemeyle kahve fincanını eline aldığında Sinem yerinde kıpırdandı. Hakan fincanı dudaklarına götürüp birkaç yudumu arka arkaya içerken yüzünde mimik oynatmadı, sanki şekerli bir kahve içiyormuşçasına rahatlıkla kahvesini yudumlamaya devam etti. Bununla birlikte Sinem’in yüzünde yamuk bir gülüş meydana gelirken Işık ile bana bakın görün dercesine bir bakış attı. Çok gururlanmıştı.
“Yarasın aslanıma.” Ahmet amcam keyifli bir şekilde oğluna bakarken Yiğit’in sesini duydum. “Olmuyor ama böyle hiç kimse püskürtmüyor. Eğlencenin tadı damağımızda kalıyor.” Dediğinde sesli bir şekilde güldüm. “Sen püskürt Yiğido. Bize de eğlence çıkar.” Batuhan Yiğit’e bakıp göz kıprarken Yiğit kaşlarını çatarak baktı Batuhan’a.
“Bana da sen püskürtecekmişsin gibi geliyor.” Diye mırıldandı Yiğit. Bakışları Pamir’e doğru kaydığında Pamir’in yerinde rahatsız bir biçimde kımıldandığını gördüm. Pamir’in de abim gibi olduğunu düşünürsek Batuhan’ı sürpriz bekliyor olabilirdi. Batuhan’da bunu anımsamış olacak ki Pamir’e doğru baktı. İkisi göz göze geldiğinde Batuhan sertçe yutkundu. Pür dikkat onları izlemeyi sürdürdüm. Komiklerdi.
“Maşallah aslanlar hiç zorlanmadan dikiyorlar kahveyi.” Baran Albay memnun bir tonda konuşurken Hakan, bakışlarını Sinem’den çekmeden sanki aşkını haykırırcasına gözlerine bakmayı sürdürdü. “Sinem’in elinden zehir olsa yerim, içerim.” Bu cümle Sinem’in yüzündeki tebessümün büyümesine neden olurken elini Hakan’a doğru uzatıp sıkıca tuttu. Çok güzel görünüyorlardı. Hakan’ın romantik tarafıyla daha önce karşılaşmamıştım ama arkadaşıma bakarken ki hali gerçekten insanın içini ısıtıyordu.
“Madem kahvelerimizi de içtik.” Diye söze başlayan Ahmet amca ile Sinem ve Hakan bakışlarını birbirinden çekip babalarına doğru baktılar. Fulya teyze heyecanlı bir şekilde Gökhan amcaya bakarken Ahmet amca devam etti sözlerine. “Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızımız Sinem’i, oğlumuz Hakan’a istiyoruz.” Ahmet amcanın sözleriyle küçük bir sessizlik oluşurken Sinem’in dudaklarını dişlediğini gördüm. Hakan’da ondan farksız değildi, heyecanını bakışlarından belli ediyordu.
Gökhan amcanın bakışları kızına doğru döndüğünde ikisi arasında bir bakışma yaşandı. Kısa süre sonra da Gökhan amcanın sesi duyuldu ortamda. “Sinem evimizin tek kızı, gözbebeğimiz. Daha önce hiç karşımıza ben bu adamı seviyorum diye gelmemişti ama Hakan’ı ilk günden bizimle tanıştırdı, bu da ona ne kadar güvendiğini, onu ne kadar sevdiğini gösterdi bize. Olcay’da bende kızımızın mutluluğunu isteriz. O yüzden hayırlısı olsun, Allah tamamına erdirsin.”
Sinem bu sözlerden sonra derin bir nefes verirken ortamda gerginlikten öte sevinç dalgası oluşmaya başlamıştı. Fulya teyze, Gökhan amcanın sözlerine hitaben konuştu. “Hakan’ın hayatında da bu zamana kadar kimse olmadı, bizim karşımıza ilk Sinem’i çıkardı. O kadar mutluyuz ki biz bu durumdan. İçiniz rahat olsun biz gelin değil, kız alıyoruz. Benim bir kızım yok, sizin de dediğiniz gibi Hakan evimizin tek oğlu ve biriciğimiz. Onun sevdiği kadın, eşi bizim baş tacımız, kızımız. Bundan sonra bizim de bir kızımız var.” Fulya teyze bunları ilk önce Olcay teyzeye bakarak dile getirmişti, sonrasında da Sinem’e bakmıştı.
Sinem duygu dolu gözlerle Fulya teyzeye bakarken tebessümle izledim onları. Umarım bugünkü gibi yüzü hep gülerdi arkadaşımın.
“O zaman yüzükleri takalım.” Olcay teyze oturduğu yerden ayağa kalkarken bana doğru baktı. “Devrim, hadi canım.” Tepsiyi ben tutacaktım. O yüzden oturduğum yerden kalkıp üzerimi düzelttikten sonra üzerindeki kırmızı kurdele takılı olan yüzüklerin bulunduğu süslü tepsiyi elime alarak Hakan ve Sinem’in ortasındaki yerimi aldım. Bu günleri görmekte kısmet olmuştu ya, çok mutluydum.
“Baran Bey yüzükleri siz takın.” Gökhan amcanın sesiyle birlikte Baran Albay hevesli bir şekilde oturduğu yerden ayağa kalktı ve tam olarak karşımıza doğru geçti. Yüzükleri tepsiden aldıktan sonra ilk önce Sinem’in parmağına ardından da Hakan’ın parmağına yüzükleri geçirerek kırmızı kurdeleyi makasla keseceği sırada Baran Albay ile göz göze geldik. İkimizin bakışları da şu an aklımdan geçen şeyi yapmamı söylerken dayanamayarak konuştum. “Makas kesmiyor damat bey!”
Keyifli bir şekilde gülümserken Hakan elini pantolonun cebine sokup iki yüzlükleri tepsinin üzerine bıraktığında Baran Albay kesmeye yöneldi. Ancak bu sefer de Pamir’in sesi duyuldu ortamda. “Makas hala kesmiyor damat bey, oğlum içinde yollayıver amcası birkaç yüzlük.” Pamir keyifli bir şekilde arkadaşına bakarken Hakan sen iflah olmazsın dercesine Pamir’e baktı. “Feda olsun yeğenime.” Dedikten sonra cebinden birkaç iki yüzlük daha çıkartıp tepsiye koydu.
“Başka isteyen var mı?” Baran Albay’ın sorusu ile sesli bir şekilde gülerken Hakan mırıldandı. “Komutanım boş verin siz kesin şu kurdeleyi.” Hakan’ın sabırsız ses tonuyla birlikte Baran Albay kırmızı kurdeleyi keserken cümlelerini de sıraladı. “Burada yüzüklere bağlı olan kurdeleler gibi hep birbirinize bağlı olun, sevginiz hep daim olsun…” Kurdeleyi kestiği anda ortamda alkış tufanı oluşurken sevinçle izledim Hakan ve Sinem’i.
İkisi de birbirlerine doğru dönmüş aşkla gözlerini birbirlerinden ayırmazken Hakan sevdiği kadının yüzünü avuçları arasına alarak sanki karşısındaki büyülü bir şeymişçesine hayran hayran bakmayı sürdürdü. Ardından da dudaklarını Sinem’in alnına yaslayarak küçük bir öpücük kondururken yine herkes alkışlamaya başladı. Ahsen’in uzaktan fotoğraflarını çektiğini görürken bende yanlarından uzaklaşmaya başladım.
O sırada Sinem ve Hakan’ın seçtiği Zerrin Özer- Her şey seninle güzel şarkısı çalmaya başladığında ikili yavaş adımlarla sahneye ilerledi. Hakan kızın beline ellerini sararken Sinem’de omzundan ensesine doğru kollarını sarmış küçük bir tebessümle bakıyordu sevdiği adama. Aralarındaki mesafe sıfıra inmişken hayranlıkla onları izlemeye devam ettim. Birbirlerine bakarak bir şeyler söylüyorlardı muhtemelen şarkının sözlerini tekrar ediyorlardı. Ancak ne olursa olsun çok güzel bir görüntü oluşturmuşlardı. Yakışmadıklarını kimse inkâr edemezdi. Güzel bir ikili olmuşlardı.
Onların dans şarkısının ardından diğer misafirler için dans şarkısı çalmıştı ve tabii ki sonrasında ise oyun havaları, halaylar girmişti işin içine. Mekânda bulunan herkes dahil olmuştu tüm bu eğlenceye. Hatta bir ara Hakan ile Gökhan amcanın karşılıklı oynamasına bile şahit olmuştuk. Tabii ki Olcay teyze ve Fulya teyze de onlardan geri kalmamıştı ve çocuklarının mürüvvetini görmelerinin sevinciyle kurtlarını dökmüşlerdi. Eğlencenin ardından küçük bir pasta kesilmişti ve kutlamalara devam edilmişti.
Nefretle, kavgayla başlayan bir aşk şen şakrak bir nişanla başka bir seviyeye geçmişti. Hakan ve Sinem, kavgayla başlayan aşklarını mutlu bir ilişkiye çevirerek kitapta adlarını altın harfle yazdırmışlardı…
*****
Dün o kadar güzel geçmişti ki anlatmazdım. Böyle kutlamalara, toplanmalara ihtiyacımız olduğunu insan zamanla daha iyi anlıyordu. Sinem ve Hakan, kavga ve gürültüyle başlayan aşklarını birer alyansla taçlandırmışlardı. İkisinin mutluluğuna söylenecek yoktu. Sinem’i mutlu gördükçe bende çok mutlu olmuştum. Çünkü benim arkadaşım her şeyin en iyisine, mutlulukların en güzeline layıktı.
Ancak bir günlük kutlama sona ermiş herkes işlerine dönmeye mecbur kalmıştı. Bende öyle. Adliye koridorunda ilerlerken aklım hala daha Can’daydı. Kamerada görüntülediğimiz araçtan kimsenin haberi yoktu, mahallede kimse görmemişti. Arkadaşları, komşuları Can’ın annesi Esra hanımın söylediği şeyleri anlatmışlardı.
Odama girdiğimde direkt olarak masama oturup masanın üzerindeki dosyalara tekrar bakmaya odaklandım. Bir şeyleri kaçırıyor olabilirdik. Her şeyin en ince detayına kadar incelenmesi gerekiyordu. Böylelikle aklımızda soru işareti kalmazdı. Hatta belki de bir şeyler bulurduk. O yüzden tüm dikkatimi bulduğumuz kanıtlara vererek görüntüleri baştan sona izlemeye başladım. Esra hanımın söylediği saatten değil de daha önceki vakitleri kapsayan kamera görüntülerini açtım. Belki araç başka bir yönden kameraya takılmış olabilirdi.
Dakika dakika hiç atlama yapmadan görüntüleri izlerken odamdaki dahili telefonun çalmaya başlamasıyla görüntüleri durdurdum. Hiç beklemeden telefonu açıp kulağıma götürdüğümde Tuna beyin sesini duydum. “Savcım, Hakkâri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan Cumhuriyet savcısı Sezgin Polat sizinle görüşmek için hatta. Bağlıyorum.” Duyduğum sözlerle şaşırdım. Daha önce hiçbir konuşmuşluğumuz olmamıştı savcı beyle. Daha doğrusu cezaevi savcısının benimle ne konuşacağını anlayamamıştım. “Bekliyorum.”
Biraz şaşkınlık biraz merakla telefonun bağlanmasını beklerken karşı taraftan bir ses duydum. “İyi mesailer Devrim Savcım.” Dediğinde hızla cevap verdim. “Sağ olun Sezgin savcım, nasıl yardımcı olabilirim size?”
“Cezaevinde tek kişilik hücrede tutulan terör örgütü üyesi eski savcı Volkan Tanrısever için arıyorum.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bildiğim kadarıyla bir sorun yoktu. İtinayla koruma altında tutuluyordu. “Volkan Tanrısever bir şeyler itiraf edeceğinden bahsetti ancak sadece size itiraf edeceğini beyan etti. O yüzden aramak durumunda kaldık...”
Bölüm Sonu
‣‣‣ Nasıldı bölüm? Umarım beğenmişsinizdir…
‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? onlara daha çok sahne yazmaya çalıştım. Bebeğimizin cinsiyetini de öğrendik. Oğlumuz oluyor, tebrik ederim tahmin edenleriii:) isim önerilerinizi bekliyorum.
Herkes neden ikiz istiyor çok merak ediyorum ya. Gerçekten çoğu yorum ikizdi. Arkadaşlar Devrim tek çocuğu zor kabullenmişken sizce ikiz olması mümkün mü hehehe. Şaka bir yana zaten tek çocuk büyük bir sorumluluk, Devrim gibi işine aşık biri yıllarca mesleğine ara verip iki çocuk büyütmek istemezdi. O yüzden şimdilik tek çocuk olması daha mantıklı bana göre.
‣‣‣ Dava sahnesi yazmayı o kadar özlemişim ki aktı gitti resmen. Umarım sizde okumayı seviyorsunuzdur. Sizce bu davada bizi neler bekliyor? Can’a ne oldu var mı tahmininiz? Teorilerinizi bekliyorum.
‣‣‣ Batuhan ve Burçe sahnesi nasıldı, onları uzun zamandır okumamıştık? Sizce onların cephesinde neler olacak?
‣‣‣ Hakan ve Sinem’i nişanladık, darısı diğer çiftlerimize olsun inşallah. Nasıldı sahne genel olarak? Beğendiniz mi?
‣‣‣ Gelelim bölüm sonuna, sizce Volkan neyi itiraf edecek? Var mı tahmini olan?
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı merakla bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
115.85k Okunma |
9.82k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |