44. Bölüm

Kaybolan Yıllar| 42

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen:)

42. Bölüm

Yazarın anlatımından,

Baba ve anne olmak… İnsanın bu dünyada yaşayabileceği en güzel, en özel duygulardan biriydi. Birbirini çok seven iki kişinin aşklarının bir simgesi olarak dünyaya gelecek olan bir candı söz konusu olan. Devrim ve Pamir’in hikayesinin yeni başrolüydü. Annesi tarafından burukça karşılanan, babası tarafından dünyanın en güzel haberiymiş gibi mutlulukla karşılanan bir bebek. Ama ne olursa olsun hep çok sevilecek, şanslı olan bir bebek…

Daha yeni düşmüştü annesinin rahmine, 2 aylık olmuştu ancak şimdiden bekleyeni çoktu. Çekirdek ailesi onun geleceği günü sabırsızlıkla bekliyordu…

Çekirdek bir aile… Pamir’in düşmanları arasında yüzünü güldüren tek hayaldi yıllar önce. Elinde sigarasıyla gökyüzünün altındayken gözlerinin önünde kendi ailesinden başka tek bir kişinin görüntüsü vardı. O da sevdiği kadındı. Gün geçtikçe, içindeki özlem duygusu, hasreti arttıkça o görüntüye yenileri de eklenmişti. Devrimle bir aile olma düşüncesi… İlk gün kavuştukları anı hayal etmişti. Sonra barışmalarını, sevgili oluşlarını… Sonra evlilik teklifini, evlendikleri günü ve geceyi, balayı zamanları… Daha sonra geçirdikleri mutlu günlerin ardından doğacak olan çocukları ve çekirdek ailesi. Onun hayatta olmasını sağlayan, habersiz bir biçimde destekleyen o aile…

Haberi aldığı andan itibaren Pamir’in içinde engelleyemediği bir mutluluk, bir heyecan vardı. Hamileyim kelimesi Devrim’in ağzından döküldüğü andan itibaren içi içine sığmaz olmuştu. Ancak sonradan duyduklarıyla dünyası başına yıkılmış gibi hissetmişti. Kalbinde mutlulukla yeşeren ağaçlar Devrim’in sonradan söylediği sözlerle yapraklarını hafiften dökmüştü. Kendini suçlu hissetmek istemese de hissetmişti istemsizce. Sevdiği kadın onun yüzünden acı çekmeseydi böyle bir şey yaşanmazdı diye düşünmüştü. Böyle zamanlarda da bebeğinin iyi olduğu düşüncesi kendini rahatlatmasına olanak sağlamıştı, bir de karısının desteği…

Elbette ki içindeki endişe devam ediyordu. Devrim’in her bir hareketini itina ile izleyip durum değerlendirmesi yapıyordu. Karısının kaşları çatılsa onun içinde bir fırtına kopuyor, bir şey olmasından korkuyordu. Durum böyle olunca kendini paranoyak gibi hissediyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Sürekli yanında olamayacaktı ama bir telefon uzağındaydı. Evde birlikte oldukları anlarda ise ona destek olmak için uğraşacaktı.

“Komutanım, dışarıda pastaneden bir beyefendi var. Sizi soruyor.” Pamir ona hitaben konuşan erle birlikte oturduğu yerden ayaklandı. “Tam zamanında.” Dedikten sonra hızlı adımlarla odasından çıkıp binanın merdivenlerinden hızlı adımlarla indi. Kapının önüne geldiğinde arabanın yanında dikilen adama baktı. “Şefik usta getirdin mi siparişleri?” dediğinde adam onayladı. “Getirdim komutanım.”

Şefik Usta beyaz renkli doblonun arka kapısını açarken Pamir yanında dikilen erlere başıyla işaret etti. “Yardım edin ustaya.” İki er onun söylediğini yapıp arabaya ulaştığında arabanın arkasından tüm tabura fazlasıyla yetecek büyüklükte 3 adet baklava tepsisi çıktı. “Alın içeriye onları, yemekhaneye götürün. Gördüğünüz herkesi de çağırın.” Diye emir verdikten sonra Şefik ustaya ilerledi. Şefik usta küçük bir poşet uzatırken konuştu. “Bu da yengeye.” Dediğinde Pamir onayladı. “Ellerinize sağlık ustam.” Ardından siparişlerinin ücretini ödedi.

Ustaya selam verip tabura girdiğinde yüzündeki sırıtışa engel olamadı. Bugün kutlanacak çok şey vardı. 2 haftanın ardından tabura gelmişti Baran Albay’ın emriyle. Geldiğinden timinin haberi yoktu. Baran Albay’dan rütbelerinin yükseldiğine dair bilgi ve özellikle tüm time duyurması için emir almıştı. Bebeğinin varlığını öğrenmesiyle aklına koyduğu bu şeyi, bu haberle birlikte bugün yapmaya karar vermişti.

Binaya doğru ilerlerken koşar adımlarla binadan çıkan askerlerini gördüğünde sırıtışı devam etti. “Yemekhanede tatlı dağıtıyorlarmış, yağmalanmadan gidelim!” Pamir’i görmeyip hızlı adımlarla ilerlerlerken Pamir arkalarından iflah olmazsınız anlamında bakarak ilerledi.

Yemekhaneye girdiğinde etraftaki cümbüşü gördü. Herkes tepsilerin etrafına dizilmiş tatlıdan nasiplenirken Kürşat’ın sorgulayıcı sesini duydu. “Kim bu hayırsever söyleyin de ona göre dua falan edelim.”

Bir yandan tatlısını yiyip bir yandan da konuşurken Pamir onun sorusunu es geçti. “Afiyet olsun beyler!” Otoriter ve sert sesiyle tatlılarını yiyen askerlere hitaben konuşurken etraf sessizleşti birden. Askerler yemeyi bırakıp hazır ola geçerken Hakan konuştu. “Gelin komutanım hep birlikte olsun.” Pamir ona sırıtarak bakarken Soner meraklı bir sesle konuştu. “Komutanım sizin burada ne işiniz var?”

Tüm tim Pamir’e bakarken Pamir cevap vereceği sorada görevlendirdiği erlerden biri yanına geldi. “Başka bir emriniz var mı komutanım? Tatlıları dağıttık.”

“Lan Pamir komutanım mıymış o hayırsever?” Yiğit’in şaşkın bir şekilde dile getirdiği şeyle Taner ekledi. “Tabura dönmesinin şerefine sanırsam.”

“Birkaç tabağa tatlı koyup birini Baran Albay’ın odasına götürün, neden diye sorarsa hayırlı bir haber için Pamir komutanım dağıtıyor dersin. Diğer tabakları da nöbetteki askerlere götür.” Dedi Pamir emir veren bir tınıda. Er onu onaylayıp dediğini yapmaya giderken Pamir’in bakışları hazır ol da duran askerlerine döndü. “Rahat olun, devam edin yemenize.”

“Allah razı olsun komutanım, iyi geldi.” Askerlerden birkaçı bunlara benzer şekilde teşekkürlerini iletirken Pamir baş selamı verdi hepsine. Adımlarını kendi askerlerinin olduğu masaya attığı sırada Ahmet’in sesini duydu. “Hayırlı bir haber dediniz komutanım, işe mi başlıyorsunuz?” Hepsi meraklı gözlerle ona bakarken Soner konuştu. “Hayırlı haber ne bilmem ama gerçekten kesenize bereket, özlemişiz.” Pamir sağlam olan elini Soner’in omzuna atıp sıktı. “Afiyet olsun aslanım.”

“Komutanım ayrıntı almazsak meraktan ölürüz bizi biliyorsunuz. Neyi kutluyoruz?” Dedi Yiğit keyifli bir şekilde tatlısını yiyerek. Pamir daha fazla merakta bırakmamak için konuşacağı sırada bakışları teker teker askerlerinde dolaştı. Başka bir haber olsa onları çatlatana kadar söylemezdi ama kendi içi içine de sığmıyordu. “Yeğeninizin ilk hediyesi diyelim.”

“Ne? Yeğen?” Taner safça anlamazken Batuhan’ın yediği tatlı boğazında kalmıştı ve öksürmeye başlamıştı. Hakan gözlerini büyütmüş arkadaşına bakarken hepsinin yüzünde şaşkınlık emareleri oluşmuştu bile. Şoktan kurtulan Yiğit sevinçle komutanına yaklaşırken bir yandan da bağırdı. “Heyt be! Yakışır komutanıma!”

Yiğitle ikisi sarılırken Hakan’ın sitemli sesi duyuldu. “Ulan ben senin en yakın arkadaşın değil miyim? Niye bana daha önce söylemedin.” Trip atarcasına konuşurken Pamir sırıttı. “Şu an tribin sırası mı lan? Tebrik etmeyecek misin?” Hakan gülerek arkadaşına sarıldı ve sırtına vurdu birkaç kere. “Allah analı babalı büyütsün kardeşim. Tribimi sonra çekersin.”

“Yakışır komutanıma! Heyt be!” Taner de sevinçle komutanına sarılırken Yiğit’in tüm yemekhaneyi dolduran sesi duyuldu. “Bırakın yemeyi ulan! Pamir komutanım baba oluyor! Açın şuradan bir Ankara havası!” Pamir onun tepkisine gülerken etrafta büyük bir alkış, ıslık sesleri yankılandı. O sırada Ahmet girdi araya. “Tebrik ederim komutanım, sağlıkla kucağınıza alın.” Diye sarıldı o da Pamir’e. Sonra Kürşat sarıldı komutanına, ardından da Soner.

Yine en sona Batuhan kaldığında ikilinin bakışları buluştu. Batuhan çekimser bir şekilde komutanına bakarken yanına yaklaştı. “Hayırlı olsun komutanım, çok sevindim. Allah analı babalı büyütmeyi nasip etsin.” Samimi bir tonda sevincini belli edercesine konuşurken Pamir diğer askerlerine nasıl samimi davrandıysa ona da öyle baktı. Burada ayrımcılık yapacak değildi, özellikle diğer askerlerin içinde. “Teşekkür ederim.” Batuhan ile de sarıldıklarında Batuhan rahatladığını hissetmişti. Artık aralarında sorun olsun istemiyordu.

Sarılıp ayrıldıklarında ortamda oyun havası çalmaya başladı birden. “Hadi komutanım! Bayram bugün bayram!” Yiğit kollarını açmış oyun havasına uygun oynamaya başladığında Pamir sesli bir şekilde güldü istemsizce. Ama haklıydı Yiğit. Onun için bayramdı.

Birçok asker onlara eşlik ederken Pamir kırmadı onları, birkaç dakika aralarına katılıp eğlencelerine ortak olduktan sonra emir vererek yemekhaneden çıktı. “Yarım saat sonra içtima alanında hazır olun!”

Kendisi odasına doğru ilerlerken yüzündeki sırıtışa engel olamadı. Odasına girip elindeki poşeti masanın üzerine bıraktı. Yerine otururken yarım saatin dolması için cebinden telefonunu çıkartıp karısının numarasını tuşladı. Kalbi her zaman ondayken şimdi aklı da onda kalmıştı. Telefon birkaç çalışta açılırken sımsıcak bir ses duyuldu karşıdan. “Efendim sevgilim?”

“Nasılsınız güzelim?” dedi Pamir küçük bir gülümsemeyle. Daha yeni öğrenmişti bebeğini ama varlığını kabullenmesi o kadar kolay olmuştu ki. Artık iki kişiyi düşünmesi gerektiğine çok çabuk alışmıştı. “İyiyiz, Burçe ile oturuyoruz. Sen napıyorsun?” diye cevap verdi Devrim. Ardından ekledi. “Bak taburda yanında değilim diye kendini yorma.” Bu cümle ile sesli bir şekilde güldü Pamir. “Merak etme, bir şey yaptığım yok. Umarım sende ayaklarını uzatmışsındır ve evde olmanın keyfini çıkartıyorsundur.”

Pamir’in meraklı sesine karşılık cevap verdi Devrim. “Dinleniyorum hiç merak etme. Ne zaman geleceksin? Baran Albay neden çağırmış?”

“2 saate kadar gelirim muhtemelen.” Dedi Pamir. Ardından devam etti. “Gelince anlatırım, merak etme endişe edilecek bir şey değil.” Dediğinde Devrim rahatladığını hissetti. Pamir çağırılınca biraz endişe etmişti ama şimdi içi rahatlamıştı. “Tamam o zaman.”

“Canın bir şeyler istiyor mu?” Pamir bu konuda da epey heyecanlıydı. En başından bunu hayal ettiği için hamileliğin getireceği şeylere de hazırlıklıydı. Devrim’in aşerdiği şeyleri bulmak, duygusal değişimlerinde destek olmak, hamileliği boyunca yanında olup sevgisini ikisine de hissettirmek gibi. “Hayır, sen gelsen yeterli.” Dedi Devrim karşı taraftan gülümseyerek. Ardından ekledi. “Henüz aşermiyorum.”

“Sabırsızlıkla bekliyorum emin ol.” Dedi Pamir gülerek. Devrimse hızla cevap verdi. “O zaman geldiğinde göreceğiz Pamir Bey.” Dediğinde karşılık verdi Pamir’de. “Görelim savcı hanım.”

Devrimle bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattı Pamir. Askerlerine söylediği sürenin dolmasıyla odasından çıktı ve içtima alanına doğru ilerlemeye başladı. Onun geldiğini gören tim hizaya geçerken Pamir önlerine doğru geçti. “Komutanım verdiğiniz güzel haberin yüzü suyu hürmetine bugün haşatımızı çıkarmasanız.” Kürşat’ın konuşmasıyla birlikte Pamir gülmek istese de sertliğinden ödün vermeden baktı Kürşat’a doğru. O sırada Ahmet dişlerinin arasından fısıldadı. “Kaşınma oğlum.”

“Sancak timi!” dedi Pamir güçlü bir sesle. Tim kendilerine seslenilmesinin bilinciyle hazır ol pozisyonu alırken Pamir devam etti. “Ailelerinize haber verin, pazartesi günü törende size eşlik etsinler.” Dediğinde tim üyeleri şaşkınca baktı ona ne olduğunu anlamak istercesine. Pamir sert yüz hatlarını yumuşatarak ufak bir gülümseme eşliğinde aldığı haberi paylaştı. “Rütbe aldığınızda sizi görmek isterler.”

“Harbi mi komutanım?” Yiğit şaşkınca komutanına bakarken Pamir onayladı. “Harbiden.”

“Allah be! Çifte bayram desenize bugün!” Taner sevinçle konuşurken Pamir güldü. “Bugün yırttınız hadi yine iyisiniz.” Dediğinde Kürşat içten bir şekilde konuştu. “Sağ olun komutanım.”

“Dağılabilirsiniz.” Dediğinde tim emiri anladıklarını belirten mırıltılar çıkartıp uzaklaşmaya başladıkları sırada Batuhan olduğu yerde durmaya devam etti. Pamir ile bakışları buluştuğunda sertçe yutkundu. Pamir’in biraz önceki gülen yüzü ona bakarken sertleşirken Batuhan daha da gerildi. Konuşmak istiyordu ama Pamir’in bakışları engelliyordu onu. Yine de sözünün arkasında durarak kendinden emin bir şekilde konuştu. “Komutanım vaktiniz varsa konuşabilir miyiz?”

Pamir bir süre karşısındaki askerine, kardeşine baktı. Batuhan’ın mahcupluğunu ilk andan beridir görüyordu. Hissediyordu. Ama görmezden gelmek kolayına gelmişti. Ona verdiği görevi layığıyla yaptığını gördüğünde Batuhan’ın ciddiliğini de anlamıştı. Sonra Devrim’in söylediklerini de, kendi yaşadıklarını da düşünmüştü. Şimdi o kadar sinirli değildi ama yine de ufak bir sertliği kalmıştı.

“Konuşalım.” Dedi Pamir sert bir tonda. Yine de sertliğin yanında memnun bir ifade de söz konusuydu.

Eliyle ilerideki bankları işaret ederken Batuhan derin bir nefes aldı. İlk kısım tamamlanmıştı. Komutanı onunla konuşmayı kabul etmişti. Şimdi sırada ona kendini açıklamak, derdini anlatmak ve kabul ettirmek vardı. Komutanı yaralandığında onunla küs gidecek olma düşüncesi yanan canını daha da yakmıştı ve daha fazla vakit kaybetmeden onunla konuşmak istemişti. En azından vicdanını böyle rahatlatacağını düşünüyordu.

Yan yana banka doğru oturduklarında Batuhan genzini temizledi. Bakışları direkt olarak komutanındayken lafa nasıl başlaması gerektiğini kestiremiyordu. “Tekrar tebrik ederim komutanım.” Diye lafa başladığında Pamir anlık bir tebessüm etti. Daha şimdiden bebeklerini düşünmek sıkıntısını alıp götürüyordu. “Sağ ol Batuhan.” Diye cevap verdi. Aralarında tekrar bir sessizlik oluştuğunda Batuhan konuşması gerektiğinin farkında olarak mırıldandı. “Bana çok kızgınsınız biliyorum.”

Bu cümle ile Pamir’in bakışları da Batuhan’a doğru kaydı. Göz göze geldiklerinde Batuhan devam etti sözlerine. “Kızmakta da haklısınız. Sonuçta söz konusu olan kişi kardeşiniz.” Öyleydi, çok kızmıştı Pamir ilk duyduğunda. Kırılmıştı. Ama sonra Devrim’in söyledikleri mantıklı gelmişti. Kendini düşünmüştü, Batuhan’ın yerine koymuştu. “Ama yemin ederim komutanım niyetim ciddi olmasa değil kardeşinize yazmak, ona göz ucuyla bakmazdım.” Diye devam etti Batuhan sözlerine.

“İlk önce yazdın yani?” dedi Pamir tek kaşını kaldırıp. Olayın detaylarını bilmiyordu. Elbette bilmekte istemiyordu. Tek bildiği şey Burçe’nin, Batuhan’ı öyle hemen onaylamadığıydı. Batuhan dudaklarını birbirine bastırıp pot kırdığı için kendine kızsa da artık her şeyi açık açık konuşacaklarını bildiği için lafının arkasında durmayı seçti. “Evet, komutanım. Eğer Burçe’den ret cevabı alsaydım bir daha bunu denemezdim, denemedim de. O istemeseydi ben duygularımı zaten geri plana atardım. Önemli olan onun kararıydı benim için.”

Dikkatle dinledi Pamir bu cümleleri. İçten içe Batuhan ile gururlanmadan edemedi. Etraf kadınları bir şeyler için zorlayan şerefsizlerle doluyken Batuhan’ın bu ince düşüncesi ona kendini hatırlatmıştı ve bu da hoşuna gitmişti. Kardeşinin mutlu olmasını isterdi ve Batuhan’ın düşünce yapısını anladıkça bunun mümkün olacağına inancı tamdı. Batuhan’ın söyledikleriyle taşları yerine oturttu Pamir. Batuhan ilk mesaj yazdığında reddetmişti Burçe. Ancak daha sonrasında korkularını yenip evet demişti Batuhan’a. Şimdi bakıldığında 8 aydır beraberlerdi.

“Komutanım gözünüzde nasıl bir yerdeyim bilmiyorum. Belki dediğiniz gibi kalleşim, kardeşinize yan gözle baktım. Belki bir askeriniz olarak çok hayal kırıklığına uğrattım sizi bilmiyorum. Artık bana güveninizde kalmadı belki ama niyetimden şüphe duymanızı istemiyorum. Gözünüzdeki hayal kırıklığı ve sizin gibi bir abiyi kaybetmek canımı çok yakıyor. Ama duygularımdan emin olmanızı, içinizin rahat etmenizi istiyorum” dedi Batuhan kalbinden geçenleri dile getirirken. Aylardır Pamir’i her gördüğünde içinden geçen duygulardı bunlar utancın ve mahcupluğun yanında.

Sonra devam etti sözlerine. “Komutanım ben bugüne kadar kimseyi sevmedim vatanımdan başka. Ama şimdi yüreğimi öylesine hızlı attıran biri var hayatımda ve ben onu kaybetmeyi istemiyorum.” Duygularını ayrıntılı bir şekilde aktarırken Pamir bir dakika bile gözlerini ayırmadı Batuhan’ın üzerinden. Tüm mimiklerini, bakışlarını dikkatle inceledi. Emindi zaten. Burçe’yi bırakacak olsa korkusundan Pamir öğrendiği zaman bırakırdı. Ama Batuhan bunun aksine aşkının arkasında durmuştu ve komutanına kendisini açıklamaya çalışıyordu. Bu bile ciddiliğini gösteriyordu. Bu sözlerle bile kendisine benzetmişti onu. Bora ile konuşmaları gözünün önüne gelir gibi olmuştu.

Aşktı bu. İnsan kime âşık olacağını kendisi seçemiyordu ve insanın başına sürekli gelen bir şey de değildi. Bazı şanslı kişilerin başına gelen bir şeydi. Kendisi de o şanslı kişilerdenken aşkı için her şeyi göze almıştı. Komutanıyla, arkadaşıyla kötü olma pahasına o yolu seçmişti ve şimdi seçtiği yolda çok güzel günler geçiriyordu Pamir. Karşısında ona mahcup gözlerle bakan askeri de onunla aynı yoldaydı şimdi. Kendini açıklamaya, kabul ettirmeye çalışıyordu. Gözlerinden samimiyeti, utangaçlığı belli oluyordu.

Onu çok iyi anlıyordu ama içindeki kıskançlık duygusuna da engel olamıyordu. Meğer ne zormuş diye geçiriyordu içinden. Kız kardeşinin birini sevmesi, birinin aynı onun gibi kız kardeşini sevmesi, onunla ilgili söylediği şeyleri duymak ne zor diye geçirdi içinden. Şimdi Bora’yı daha iyi anlıyordu.

“Ben aşk ne sevgi ne anlamayacak biri değilim Batuhan.” Diye sözüne başladı Pamir nihayet dakikalar sonra. Batuhan hızla başını sallayıp onayladı. Biliyordu, gözlerinin önünde olmuştu zaten her şey. Devrim ile Pamir’in hikayesi başlı başına bir aşk hikayesiydi ve aşkı anlamayan biri bu hikâyeyi yazamazdı. “Anlıyorum seni, çok iyi anlıyorum hem de seninle aynı şeyleri yaşayan biri olarak. Benim kızdığım taraf benden saklamanızdı. Bu konuşmayı hadi ilk günler değil ama en azından bir iki ay geçtikten sonra yapmanı isterdim. Ben sana geldim, sordum. O an söylemedin ama o günün hatırına başka bir gün gelip böyle böyle diye anlatmandı tek istediğim. Çünkü emin ol birine aşıksan zaten bir ayda bile senin için kıymetinden emin oluyorsun.”

Öyle de olmuştu zaten. Batuhan ilk ayda kafasına koymuştu kızın kalbine girmeyi. Çünkü onun duyguları yadsınamayacak kadar yoğundu o zamanlar. Bu konuda haklıydı Pamir. Batuhan için ilk aydan belliydi bu ilişki için her şeyi yapacağı. Ama Burçe emin değildi. Hem kendisinden hem Batuhan’dan emin değildi. Onun için zamanın geçmesi gerekiyordu. Batuhan’da bu konuda Burçe’ye uymuştu. Çünkü onun için önemli olan Burçe’nin memnuniyeti ve rahatlığıydı.

“Bu konu hakkında ne söyleyeceğimi bilmiyorum gerçekten, özür dilerim.” Dedi Batuhan başını yere eğerek. Gerçekten nasıl telafi edebileceğini bilmiyordu. Pamir ise Batuhan’ın umutsuz umutsuz yere bakışını görerek derin bir iç çekti. “Bir şey söylemene gerek yok. Özür de dileme. Geçti gitti sonuçta. Şu an elden bir şey gelmez. Siz sadece neye sinirlendiğimi bilin ve bir daha bunu tekrarlamayın.” Dedi kendinden emin bir sesle. Batuhan bu sözlerle korkarak komutanına doğru baktığında Pamir düz bir ifadeyle baktı gözlerine. Batuhan’ın ondan bir şeyler beklediğini bilerek devam etti sözlerine. “Hakkınızda hayırlısı olsun demek düşer bana bunca sözden sonra.”

Batuhan duyduğu cümle ile aniden oturduğu yerden kalkarken hevesle konuştu. “Gerçekten mi komutanım? Yani affettiniz bizi? Doğru mu anladım?” Pamir, Batuhan’ın tepkisi ile gülmemek için kendini zorlayarak cevap verdi. “Affedilecek bir şey yapmadınız.” Dedikten sonra ciddi bir şekilde ekledi. “Ama Batuhan şimdiden uyarıyorum, Burçe senin yüzünden üzülürse ne bileyim derslerini aksatırsa hesabını senden sorarım haberin olsun.” Dediğinde Batuhan hızla cevap verdi. “Hiç merak etmeyin komutanım, onu üzecek hiçbir şey yapmam emin olabilirsiniz.”

Pamir ciddi bir şekilde Batuhan’ın yüzüne bakarken mırıldandı. “İnşallah.”

Aslında bilmiyordu ki Batuhan’da onun izinden gidiyordu. Burçe’nin derslerinde yardımcı olmaya çalışıyor, ona moral oluyordu. Bir gün mezun olduğunda da onu desteklemeye devam edecekti. Her ne olursa olsun yanında olacaktı.

“Batuhan işin var mı?” diye tekrar konuştu Pamir. Batuhan ise başını iki yana salladı. “Yok komutanım.” Dediğinde Pamir’in yüzünde bir sırıtış oluştu. Batuhan bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Yine de sesini çıkarmadan komutanından gelecek olanı bekledi. “Masamın üzerinde dosyalar var birikmiş, onları hallet. Malum ben izinliyim.” Diyerek kırık olan kolunu işaret ettiğinde Batuhan başını salladı olumlu anlamda. “Emredersiniz komutanım.” Böyle işler Batuhan’a koymazdı. En başta da kabullendiği gibi Burçe için her şeyi yapardı.

Hele ki şimdi hiç koymazdı, Pamir komutanından onayı almıştı. Artık ona bakarken mahcup hissetmeyecekti. Sevgisinin arkasında durup doğru bir karar verdiğini hissettirecekti. Burçe’yi ve onu güzel günler bekliyordu artık, bundan emindi…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Neva ve Yiğit,

Yiğit işaret parmağını masaya vurarak ritim tutarken bakışları kafede geziniyordu. İster istemez tetikte olurken Neva’nın gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Operasyon dönüşü haberleşememişlerdi. Pamir’in yaralanması falan derken araya epey zaman girmişti. Ancak bu zamanı kitabı okuyarak değerlendirmişti. Sonra da Neva’yı aramıştı kahve teklifini yerine getirmek için. Tabii aklında başka düşünceler de vardı.

Neva’nın duyguları ise karışıktı. Günlerce Yiğit’in yolunu gözlemişti. Gözü sürekli telefonda beklemişti. Derslere odaklanmakta zorluk çekmişti. Belli bir süre sonra beklemeyi bırakmıştı, daha doğrusu o böyle düşünmek istemişti ama içten içe de beklemeye devam etmişti. Uzun süre Yiğit'ten bir haber alamadığında belki de ben abarttım, görüşmek istemiyor diye düşünmüştü ve bu gerçekten çok acı vermişti. Böylece duygularından da emin olmuştu. Ancak beklemediği bir anda Yiğit’in numarasını ekranda gördüğünde heyecanına engel olamamıştı. Sözleştikleri gibi buluşmaya karar vermişlerdi o telefon konuşmasında.

Şimdi kafeden içeri girerken çok heyecanlıydı Neva. Uzun süre sonra hem Yiğit’i göreceği için hem de ilk defa okul veya tabur dışında görülecekleri içindi bu heyecanı. Kafeye girdiğinde bakışları etrafta gezindi Yiğit’i bulmak için. Yiğit oturduğu andan itibaren içindeki heyecan duygusuna engel olamayıp etrafa bakındığı için Neva içeri girer girmez onu görmüştü. Oturduğu yerden ayağa kalkıp kendini belli etmek isterken Neva ile bakışlarının buluşması ile yüzünde gülümseme oluştu.

Neva hızlı adımlarla Yiğit’e doğru ilerlerken heyecanını bastırmak için derin bir nefes aldı ve aynı Yiğit gibi yüzüne gülümseme takındı. Karşılıklı olarak birbirlerine bakarlarken ikisi de ne yapacağını bilemiyordu. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından Yiğit adım atmaya karar vererek konuştu. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." diye cevap verdi Neva. Ardından ekledi. "Çok bekletmedim umarım." dediğinde Yiğit başını iki yana salladı. "Yeni geldim bende zaten. Oturalım mı?" Neva onaylayıp yerine yani Yiğit’in karşısına geçerken Yiğit'te biraz önce kalktığı yere oturdu. "Ne içersin?" diye tekrar kıza baktığında Neva hiç beklemeden cevap verdi. "Sade Türk kahvesi alayım ben." Yiğit aldığı cevapla birlikte tatlı bir gülümsemeyle kıza baktı. "40 yıl hatırımız olsun diyorsun."

Yiğit’in sözü ile şaşırdı Neva. Ancak bunu belli etmeden şaşırtıcı bir şekilde utanmayarak bir cevap verdi. "Demeyelim mi?" Yiğit aldığı cevaptan hoşnut olduğunu belirtircesine başını sallarken onayladı. "Diyelim."

Ardından elini kaldırıp garsonu yanına çağırdı. Garson yanlarına geldiğinde kendine şekerli, Neva’ya da sade Türk kahvesi söyleyerek ilgisini yine karşısındaki kadına verdi. Aklına gelen şeyle getirdiği poşeti Neva’ya doğru uzattı. Ardından da konuştu. "Çok güzel bir kitaptı, seve seve okudum." İçtenlikle konuşurken Neva duyduğu sözlerle tatmin olmuştu. "Beğenmene çok sevindim." diyerek Yiğit’in uzattığı kitabı aldı. İçine bakmak için çok sabırsızdı ama bu kadar hevesli olduğunu belli etmemek için sadece alıp çantasının yanına bıraktı.

Çok geçmeden kahveleri gelirken Neva kahvesinden bir yudum içerek merakla baktı Yiğit’e. "Ben sormayı atladım, nasılsın? Umarım yaran falan yoktur." Bu konuda endişeliydi. Görünüşüne göre iyiydi ama yine de merak ediyordu işte Neva. Yiğit küçük bir tebessüm etti. "Merak etme iyiyim, bir sorun yok." dediğinde Neva derin bir nefes verdi. Yiğit ise yüzündeki munzur gülümseme ile konuştu. "Sen naptın benim yokluğumda?"

Operasyondayken bir iki kere Neva’nın oluşunun önünde bekleyen polislerden bilgi almıştı. Hiçbir sorun olmadığı biliyordu o yüzden. Yine de merak ediyordu işte kızı. Neva ise ona uyum sağlayarak cevap verdi. "Ne yapayım? Seni düşündüm, merak ettim." Yiğit böyle bir cevap beklemediği için eline aldığı fincanla kalakaldı. Kızın gözlerine bakarken bu duygunun ne kadar hoşuna gittiğini fark etti. Neva ise artık utanmıyordu. Duygularını belli ediyordu Yiğit’e karşı. Yiğit'te halinden gayet memnundu.

"Öyle mi?" dedi keyifle bir tınıda. Ardından ekledi. "Ardında bekleyenin olması güzel bir duyguymuş." dediği anda Neva ne diyeceğini bilemedi. Dudakları neden öyle söylediğini sorgularcasına açılıp kapanırken Yiğit kızın merakını gözlerinden anlayarak cevap verdi. "Aile dışında değer verdiğin birisinden bahsediyorum." O da açık açık duygularından bahsederken Neva yutkundu. Kahvesinden içerek kendini rahatlatmak isterken gülümseye de çalıştı. "Değer verdiğin biri... Sevdim bu hitabı. Haklısın, değer verdiğin birinin seni merak etmesi güzel bir duygu."

Neva, Yiğit sayesinde tatmıştı bu duyguyu daha öncesinde. Kaçırıldıktan sonra birinin ona destek olması çok iyi olmuştu ve o kişi de Yiğit olmuştu. Zaten Yiğit'e bir şeyler hissetmesinde en büyük etkenlerden biri buydu. Onun merhameti, şefkati...

"Bu konuşmanın sonrasında galiba çıkma teklifi etmem gerekiyor." Yiğit dalga geçercesine konuşurken Neva gözlerini büyüttü. "Ne?" İçi anlamsız bir heyecanla kaplanırken Yiğit bu tepki karşısında sesli bir biçimde güldü. "Yoksa kabul etmez misin?" diye kızın üzerine giderken Neva kaşlarını çattı. "Ya dalga geçmesene şaşırdım sadece." Alıngan bir biçimde Yiğit'e bakarken Yiğit kızın bu tatlı halleri ile gülüşüne engel olamadı. "Belki şaka yapmıyorum." derken ciddiydi ama. Bunu daha önce düşünmemişti ama kıza değer verdiğinin, kızın düşüncelerini kapladığının farkındaydı.

Neva bu sözlerle iyice afallarken Yiğit yutkundu. Kızın şaşkın bakışları ona hiç yardımcı olmuyordu. Tamam belki Neva’nın kendi yanında heyecanlandığının farkındaydı ancak yine de yaptığı şeyin doğruluğundan emin değildi. “Yani birbirimize değer veriyoruz, yan yana olmaktan keyif alıyoruz. Birbirimizi merak ediyoruz. Bence bu arkadaşlık değil, arkadaşlıktan daha öte.” Derken bakışlarını Neva’dan çekmedi. Neva’nın heyecanlı bir şekilde onu dinlediğini gördüğünde doğru yolda olduğunu anlayarak devam etti sözlerine. “Bunu böyle mi yapmam gerekiyor hiç bilmiyorum ama deneyelim istiyorum Neva. Tabii sende istersen…”

Neva’nın tepkisini ölçerek yüzüne bakarken Neva’da Yiğit’in gözlerinden gözlerini ayıramadı. Sanki bu sözleri duymayı uzun süredir bekliyormuşçasına rahat bir nefes verdi. Pat diye evet deyip sanki buna çok hevesliymiş gibi de görünmek istemiyordu ama hevesliydi de. Bu yüzden içinden nasıl geliyorsa öyle davranmaya karar verdi. “Deneyelim…” diyerek başını salladı. Denemekten zarar gelmezdi sonuçta.

Yiğit aldığı cevapla derin bir nefes verdikten sonra gülümsedi. “Bir an için söylediğim şeylerin hoşuna gitmediğini düşündüm.” Dediğinde Neva reddetti. “Bende senin gibi düşünüyordum ama ne tepki vereceğini bilmiyordum, benden önce davrandın.” O da Yiğit gibi gülümserken kahvesinin son yudumunu içti. Buluşma beklediğinden de güzel geçiyordu.

“O zaman sana bir şey söyleyeceğim.” Dedi Yiğit. Neva merakla ona bakarken Yiğit haberi aldığı ilk andan itibaren aklında bulunan teklifi yöneltti muhatabına. “Haftaya rütbe alıyoruz timce. Törene gelir misin? Akşamında da toplu bir kutlama yemeği düzenlenecek.” Dediğinde Neva bir an için duraksadı. Yiğit ise devam etti sözlerine. “Babamla abimde gelecek, senin de gelmeni çok isterim.” Temkinli gözlerle kızın cevabını beklerken Neva adamın isteği ile mesut olmuştu bile. Hayatında ilk defa bir törene katılacaktı ama bu son olmayacaktı.

“Bende gelmeyi çok isterim, yani gelirim.” Diye cevap verdi memnuniyetle. Ancak çoktan heyecan tüm vücudunu ele geçirmişti. Oraya gitmesi Yiğit’in abisi ve babasıyla tanışacağı anlamına geliyordu ve ister istemez onu çok germişti bu.

Yiğit, ailesinin ve arkadaşlarının yanına Neva’yı çağıracak kadar çok benimsemişti. Zaten bundan sonra da hep bir arada olacaklardı. Bu ilk, Neva için son olmayacaktı. Toplu yemeklerde, kutlamalarda hep bir arada olacaklardı. Şu an belki ciddiliğinin farkında olmasalar da aileye yeni bir fert katılmıştı…

◔◔◔

Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,

"Bak annecim bir de böyle bir model var." Halide teyze elindeki telefonu bana doğru uzatıp açtığı yelek modelini gösterdi. Dünden beri o kadar heyecanlıydı ki. Onların bu heyecanı beni çok mutlu ediyordu. "Bunun modeli daha güzelmiş, bu olsun o zaman." dedim hevesli bir biçimde. Halide teyze tatlı bir şekilde gülümsedi. "Bende beğendim, beyaz renk öreceğim. Cinsiyeti ne olursa olsun giyer."

"Anne daha örersin, ne bu acele?" Burçe alaylı bir şekilde konuşurken Halide teyze hafifçe kaşlarını çatıp baktı ona doğru. "Benim işime karışmasana kızım. Daha patik falan öreceğim ben torunuma." dedikten sonra tekrardan telefonuna doğru döndü. Burçe ise onun tepkisine güldükten sonra mırıldandı. "Tamam bir şey demiyorum."

Halide teyze onun söylediğine bir şey söylemezken bana doğru döndü. "Canın bir şey çekiyor mu kızım? Yapayım hemen. Bak çekinme söyle." İlgili bir şekilde yüzüme bakarken gülümsedim. "Teşekkür ederim, şu anlık bir şey çekmiyor canım. Düşünmen yeter Halide teyze." dediğimde kabullenerek önüne doğru döndü. O sırada Burçe hevesle bana baktı. "Yengoş bak canın tatlı falan çekerse bana söyle, seve seve yaparım yeğenime." dediğinde onayladım. "Tamamdır güzelim, söylerim."

İkisi de o kadar hevesliydi ki anlatılmazdı. Üzerime ayrı bir titremeye başlamışlardı. Tabii ilk torun heyecanıydı bu. Çok normaldi. Bir an için annemde olsa diye düşünmeden duramıyordum ama Halide teyze onun eksikliğini hissettirmemek için üzerime titriyordu. Burçe'de aynı şekilde. Bu konuda şanslıydım.

Telefonumun zil sesi odada yankılanırken Burçe benim yerime telefonumu alıp bana doğru uzattı ve gülerek mırıldandı. "7 ay boyunca abimin radarında olacaksın biliyorsun değil mi?" dediğinde kimin aradığını anlamamak imkansızdı. Daha 1 saat önce konuşmuştuk ama belli ki kocama yetmemişti o konuşma.

Tam telefonu açacağım sırada Halide teyze konuştu. "Karısını, çocuğunu merak ediyor normal. Hem sende biliyorsun kızım sevdikleri söz konusu olduğunda evham yapıyor abin. Konuşsun içi rahat etsin çocuğumun." Çok iyi biliyordum bunu. Söylediğinde haklıydı Halide teyze. Sevdikleri konusunda gerçekten evhamlıydı. Bazen sıkıyordu ama gerçekten ilgisi çok güzeldi.

Daha fazla bekletmemek için telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim canım?" dediğimde Pamir’in sımsıcak sesini duydum. "Nasılsın diye sormayacağım güzelim, daha yeni konuştuk biliyorum." dediğinde güldüm istemsizce. Pamir ise devam etti sözlerine. "Akşam yemeği için masaya bir tabak daha ekleyebilir misiniz demek için aradım."

"Misafirimiz mi var, kim geliyor?” dedim meraklı bir şekilde. Pamir onaylayan mırıltılar çıkardı. "Geldiğinde görürsünüz." dedikten sonra ekledi. "Hadi ben kapatıyorum şimdi, kendini çok yorma güzel karım." Pamir’in tembihini onayladım. "Merak etme, ben çok iyi bakılıyorum burada." Bakışlarım Halide teyzeye kaydığında söylediğim şeyden memnun olmuş olan yüz ifadesini gördüm. Ardından da ekledim. "Görüşürüz, sende dikkatli ol."

Pamir beni onaylayıp telefonu kapattığında merakla bana bakan Burçe ve Halide teyzeye yöneldim. "Akşam yemeğine bir misafirimiz varmış, onu haber veriyor." dediğimde Halide teyze başını salladı. "Tamam yavrum, bir tabak daha ekleriz masaya. Bende ona göre meze falan hazırlarım."

Halide Teyzeyi onaylayarak telefonu kanepenin kenarına doğru koydum. Misafiri merak ediyordum ancak akşama kadar öğrenemeyecektik belli ki…

*****

Masanın üzerine iki tane salata tabağını yerleştirdikten sonra ağzım sulanarak baktım masanın üzerindekilere. Halide teyze döktürmüştü yine. Bizde olmalarının en iyi yanı böyle çeşitli yemekler yememizdi. Ben bu kadar çeşitli yapamıyordum. İş çıkışı ne kadar olursa o kadar hazırlıyordum. Ama şu iki haftadır midemiz bayram ediyordu neredeyse.

"Devrim, Burçe halleder kızım. Gel sen otur." Serhat babam samimi bir şekilde bana bakarken gülümsedim. "Bugün tüm gün oturdum, sağ olsun Burçeyle Halide teyzem beni hiç ayağa kaldırmadılar. Biraz ayaklarım açılsın." dediğimde Serhat babam onaydı. O sırada babamın sesini işittim. "Ohoo bizim kız şımarır böyle giderse." Tek gözünü kırpıp bana bakarken Serhat babam cevap verdi. "Şımarsın dünürüm, hakkıdır."

Babama zafer gülüşümü atıp tekrardan mutfağa gideceğim sırada çalan kapıyla birlikte adımlarımı kapıya doğru attım. Hiç beklemeden kapıyı araladığımda karşımda gördüğüm Pamir ve hemen onun arkasında dikilen Batuhan ile ağzım açık kaldı anlık olarak. Pamir şaşkınlığımı görüp yamuk bir gülümsemeyle yüzüme bakarken şaşkınlığımı üzerimden atıp konuştum. "Hoş geldiniz?"

Önden Pamir içeri girerken Burçe mutfaktan çıkarak kapıya geldiğinde onun da bakışlarında büyük bir şaşkınlık ifadesi oluştu. Demek ki Batuhan ona da söylememişti geleceğini. Burçe ile şaşkın şaşkın onlara doğru bakarken aklımızdan geçen şey belliydi: Birlikte geldiklerine göre aralarındaki meseleyi konuşup halletmişlerdi. İşte buna çok sevinmiştim.

“Hoş geldiniz oğlum.” Halide teyze elini peçeteye silerekten mutfaktan çıktığında bakışları Batuhan’a takıldı. Meseleyi bildiği için o da oğluyla gelmesine şaşırmıştı ancak o bizim kadar bunu belli etmeyerek Batuhan’a hitaben konuştu. “Geçsene yavrum içeri, kapıda kalmışsın.” Batuhan çekimser bir ifade ile içeri girerken gülümseyerek ona kendini daha iyi hissettirmek istedim. Batuhan benimle göz göze gelince benim gibi küçük bir tebessüm ederken Burçe, Batuhan’ın elindeki poşete doğru uzandı. “Alayım ben onu.” İçeceklerin bulunduğu poşeti alıp mutfak kapısına doğru koyduktan sonra kabanını çıkartan Batuhan’a tekrardan yöneldi.

O an ikisi arasında küçük bir bakışma geçerken Batuhan hiç beklemeden Halide teyzeye yöneltti bakışlarını. Saygılı bir biçimde elini öperken Halide teyze bundan memnun olduğunu belirtecine küçük bir tebessüm etti. “El öpenlerin çok olsun yavrum. Hadi gel içeri geç.” Dediğinde Batuhan, Burçe’ye doğru baktı.

Onun onayını alırken Pamir’in mırıltısını duydum. “Bunlar sürekli bakışacak mı böyle?” Söylediği cümle ile dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi zorlarken kolumla dürttüm kolunu. Pamir uyarımla sessizleşirken yine de dudaklarının arasından sıkıntılı bir nefes vermeyi ihmal etmedi. “Sabır Allah’ım.”

Bakışlarım elindeki poşete kaydığında merakla konuştum. “Ne aldın?” Pamir’in bakışları kardeşinden bana doğru kayarken yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Baklava, senin için.” Benim de yüzümde onunkine benzer bir gülümseme oluşurken poşete doğru uzandım. “Tabağa koyalım.” Dediğimde Pamir poşeti geriye doğru çekti. “Abin, babamlar, ben, Batuhan yedik güzelim. Annemlerle yersiniz.” Anlamaz gözlerle ona bakarken yine de elindeki poşeti aldım. Nerede yediklerini anlamamıştım ama sorgulamayacaktım.

Poşeti mutfağa koyup bende salona doğru ilerledim. Aklımda neler olduğunu sormak varken bunu daha sonraya erteledim. Nasılsa konuşacaktık. Salona girdiğimizde Serhat babamın ifadesinin hafiften ciddileştiğini gördüm. Haberi yok diye biliyorduk ama Halide teyze çıtlatmıştı eminim ki. Batuhan’ın burada ne sıfatla olduğunu biliyordu yani. Şu an onun yerinde olmak istemezdim.

“Hoş geldin oğlum.” Batuhan ilk önce babamla selamlaştıktan sonra bakışları Serhat babama döndü. Ona da aynı Halide teyzeye yaptığı gibi tereddütle yaklaşıp elini öpmek için uzandığında Serhat babam karşı çıkmadı. “Sağ ol evladım.” İkisini izlerken hemen yanımda dikilen Burçe’nin rahat bir nefes verdiğini işittim. O da gergindi, hissedebiliyordum. Bakışlarımız buluştuğunda göz kırparak gerginliğini almaya çalıştım. Burçe dudaklarını birbirine bastırıp heyecanını atarken Halide teyze konuştu. “Oturalım hadi, ayakta kaldık. Bora oğlum geldiğinde yemeğe başlarız.”

Halide teyzenin sözüyle herkes yerine oturacağı sırada kapının çalması ile daha oturmadan salondan çıktım. Kapıya ulaşıp açtığımda karşımda abimi gördüm. Beni gördüğü gibi gülümserken konuştum. “Hoş geldin.” Abim içeri girerken hafif kısık sesle mırıldandı. “Eğlenceyi kaçırdım mı?” Hızlı bir şekilde montunu çıkartıp portmantoya asarken merakla mırıldandım. “Senin haberin var mıydı?”

“Olmaz mı? Kocan tüm tabura baklava dağıttı. Ona sataşmak için yanına giderken gördüm konuştuklarını. Sonradan söyledi Pamir.” İlk söylediği cümleye takılı kalırken şaşırmadan edememiştim. Ondan biz yedik demişti. Bebeğimiz için yaptığı jeste içim giderken abim hızlı adımlarla salona doğru ilerledi bir şeyler kaçırmamak için. Arkasından iflah olmazsın bakışı atarken mutfağa girdim. Şimdi masaya geçerdik.

Ocakta altı açık bir şekilde duran çorbanın ısındığına kanaat getirerek tencereyi alıp salona doğru girdiğim sırada herkesin masadaki yerine geçtiğini gördüm. Kaselere çorbaları koyarken Burçe’de teker teker ikram etti. İşimizin bitmesi ile ben kocamın yanındaki yere geçerken Burçe yanıma oturmuştu. Böylece Batuhan ile karşı karşıya gelmişlerdi. Serhat babam ve babam karşılıklı olarak masanın başlarına geçmişken Halide teyze Serhat babamın yanına geçmişti. Böylece bizde karşı karşıya gelmiştik. Abimleyse de Pamir karşı karşıyaydı.

Çorbamdan iştahla içerken önümdeki kırmızı mezenin kalktığını ve yerine zeytinyağlı yaprak sarmasının konduğunu gördüğümde bakışlarım bunu yapan elin sahibine yani kocama doğru döndü. Tek gözünü kapatıp kırparken yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Her halükârda beni böyle düşünmesi içime işliyordu. Çok şanslı bir kadındım. Hevesle sarmadan alıp yerken Batuhan’ın sesini işittim. “Çok tebrik ederim yengem, haberinizi aldık. O kadar mutlu olduk ki.”

Samimi bir şekilde bana bakarken bende ona baktım. “Teşekkür ederiz, darısı isteyenlerin başına olsun.” Diyerek abime doğru baktığımda bakışlarımız buluştu. Sırıtarak ona doğru baktığımda genzini temizledi. “Ne güzel oldu böyle ailecek, değil mi Pamir?” diye karşısında oturan kocama baktığında yüzünde munzur bir ifade vardı. Pamir belli belirsiz başını salladı. “Evet kayınçom, sorma çok güzel oldu.” Abim bu durumla o kadar eğleniyordu ki anlatamazdım.

“Ailemiz git gide büyüyor.” Dedi Halide teyze keyifli bir tonda. Beni şaşırtmıştı aslında. Batuhan için zorluk çıkartır diye beklemiştim. Sonuçta kızı asker yolu gözlesin istemeyebilirdi. Ama bize yaptığının aksine kızının mutluluğu ile mutlu olmuştu. Bu gerçekten sevindirmişti beni. Çünkü Batuhan’da Burçe’de mutlu olmayı çok hak ediyorlardı.

“Sen nasılsın Batuhan?” Serhat babamın sorusuyla birlikte Batuhan heyecanını güzel bir şekilde gizleyerek ona doğru baktı. “İyiyim efendim, siz nasılsınız?” diye cevap verdiğinde Serhat babam belli belirsiz başını salladı. “İyiyim bende.” Yine de Batuhan’ın saygısından tatmin olmuşçasına bakıyordu. Daha onu tanımak için ne sorular soracaktı tahmin edebiliyordum. “Ailen nasıl?” diye tekrar soru sorduğunda Batuhan yine saygılı bir biçimde cevap verdi. “İyiler.”

“Siz nereliydiniz?” diye tekrar sorusunu yinelediğinde Halide teyze araya girdi. “Serhat çocuğu ne sorguya çekiyorsun, yemeğini yiyemedi. Çaylarımızı içerken sorarsın ne soracaksan.” Gözlerini belertip eşine doğru bakarken abim mırıldandı. “Pamir size dosyasını getirsin isterseniz Serhat amca.” Diye güldüğünde Pamir göz devirdi. “Dosyaya gerek yok, Batuhan seve seve cevap verecektir.”

“Tabii ki komutanım.” Dedi Batuhan. Pamir ile aralarında sözsüz bir bakışma geçerken Pamir birkaç saniyelik sessizliğin ardından konuştu. “Bana günlük hayatta komutanım demek zorunda değilsin. Sonuçta sık sık görüşeceğiz gibi duruyor.” Bunu söylerken samimi olduğunu bakışlarından da sesinden de anlamıştım. Ancak yüzünde sanki memnun değilmiş gibi bir ifade vardı. Batuhan’ın gözleri parlarken onayladı. “Sen nasıl istersen abi.” Pamir tatmin olup yemeğine döneceği sırada kardeşinin bakışlarını fark etmiş olacak ki ona doğru baktı. Burçe’nin teşekkür edercesine ona baktığını görüp küçük bir tebessüm ederek bakışlarını yemeğe çevirdi tekrardan.

Yemeğimizin ardından masayı toplarken beyler koltuklara geçmişti. Halide teyze bu sefer bize yardım ederken bana çok fazla bir şey yaptırmamaya gayret ediyorlardı. Ancak yine de ben elimden geldiğince yardım ediyordum. Kirlileri makineye yerleştirdikten sonra Burçe çayı demlerken bende lavaboya gitmek üzere mutfaktan çıktım. Lavaboya gireceğim sırada odamızın kapısının açılmasıyla birlikte irkilerek oraya doğru baktım.

“Güzelim…” Pamir elimden tutup beni kendine doğru çekerken tekrar konuştu. “Gel bakayım bir yamacıma.” Söylediği şeyle gülerken kollarım çoktan belindeki yerini aldı. Başımı göğsüne doğru yaslarken hınzır bir ifadeyle mırıldandım. “Çok özlenmişiz bakıyorum.” Pamir saçlarımı öperken bir yandan da cevap verdi. “Özledim tabii ki, günlerdir sürekli yan yanayız. Birkaç saatte olsa ayrılık zor geldi.” Dedikten sonra sitemle konuştu. “Sen özlemedin sanırım.”

Başımı göğsünden kaldırıp elalarıyla kahvelerimin buluşmasını sağladım. “Çok çok çok özledim.” Dediğimde yüzünde güzel bir gülümseme oluştu. Uzanıp dudağına kısa bir öpücük bırakıp geri çekileceğim sırada Pamir elini enseme doğru atıp kaçmamı engelledi. Dudaklarımı daha da kavrarken iç geçirmeden edemedim. Şu an kendimi ona bırakmayı çok istesem de her an biri gelebilirdi. Çok kalabalıktı ev.

O yüzden hafifçe dudaklarımızı ayırırken mırıldandım. “Biri gelebilir.” Pamir başını geriye çekerken sıkıntılı ve sesli bir nefes verdi dudaklarının arasından. “Ulan kendi evimizde karımızla bile rahat yok.” Sinirli çıkan sesine gülerken elimi göğsüne doğru yasladım. “Bir iki gün daha sabret sevgilim, biliyorsun sonra baş başayız.” Dediğimde Pamir sırıttı. “O zamana kadar sabret, sonra istediğin kadar seversin beni diyorsun.” Diye imalı bir şekilde konuşurken kaşlarımı çattım. “Şuna bak ya, yaralı yaralı ne düşünüyor?”

“Annemler gidene kadar iyileşirim, yaralı falan olmam yani.” Dedi Pamir hala daha sırıtışına devam ederek. Anlamaz gözlerle ona bakarken Pamir heyecanlı bir şekilde bana baktı. “Devrim… İlk sana söylemek istedim. O yüzden uygun zamanı kolluyordum.” Dediğinde neyi dercesine baktım gözlerine. Pamir merakımı gidermek adına cevap verdi. “Haftaya rütbe törenimiz var.” Dediği anda şaşkınca baktım yüzüne. “Hadi canım?”

Pamir verdiğim tepkiye gülerken başını salladı hevesle. “Evet.” Dedikten sonra elini karnıma doğru götürüp avuç içini yasladı. “Bebeğimizin getirdiği güzelliklerden sadece biri.” Dediğinde içim erircesine baktım gözlerine. Ardından konuştum. “Tebrik ederim canımın içi.” Deyip yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Pamir tek kolunu belime sararken hayranlıkla, gururla baktım gözlerine. “Bunu o kadar hak ediyordun ki, emeğinin karşılığını alacağını biliyordum.” Pamir sevgi dolu gözlerle tebessümle bakarken uzanıp gülüşünün üzerini öptüm. “Keşke daha önce haber verseydin, kutlama yapardık.”

“Senin öpücüğün bile benim için kutlama.” Dedikten sonra o da tekrar öptü dudağımı. Birbirimize sevgiyle bakarken hiç istemesem de kollarından ayrılmak zorunda kaldım.

Yokluğumuz fark edilebilirdi. Pamir’de bunu anlamış gibi iç geçirdi. Kolunu omzuma atarak benimle salona doğru ilerlerken kolunun arasından kurtuldum. “Sen geç, ben bir mutfağa bakıp geliyorum.” Dediğimde Pamir beni onayladı. Bende adımlarımı mutfağa doğru atıp tam içeri gireceğim sırada adımlarımı duraksatmak durumunda kaldım.

Burçe ve Batuhan’ı dudak dudağa görmek asla aklımın ucundan geçmezken hızlı bir şekilde mutfak kapısından uzaklaştım. Gördüğümün etkisi ile şaşırsam da şaşkınlığım kısa sürmüştü elbette. Onlar sevgiliydi neticede. Ama herkesin bulunduğu bir ortamda bana değil de abilerine yakalansalardı her şey berbat olabilirdi.

“Yenge…” Burçe’nin kısık sesini duyduğumda genzimi temizledim. Mutfaktan içeri doğru baktığımda ikisinin ayrıldığını gördüm. “Kusura bakmayın.” Diye mırıldanırken ekledim. “Ben çaya bakacaktım.” Dediğimde Burçe utangaç bir biçimde bakışlarını kaçırdı. “Ben getiririm yenge, sen geç içeriye.” Dediğinde onayladım. Bakışlarım Batuhan ile buluştuğunda onun yüzünde de utangaç bir ifade vardı ancak Burçe’ye kıyasla keyifli de sayılırdı. “Bende geleyim.” Diye genzini temizlediğinde onu beklemeden mutfaktan çıktım.

Arkalı önlü bir şekilde salona girdiğimizde Pamir’in yanının benim için ayrıldığını görerek oraya oturdum. Pamir kolunu kanepenin arkasına doğru atıp benimle yakınlığını artırırken Batuhan’da abimin yanına doğru geçmişti. Bizden hemen sonra da Burçe girdi içeriye. İlk önce babasına, sonra benim babama verdikten sonra sırayla devam etti ikram etmeye. En son bana verip kendi çayını alıp oturduktan sonra ortamda sessizlik hâkim olmuştu.

“Ee Batuhan oğlum, daha daha nasılsın?” Halide teyze konu açmak için konuşurken Batuhan nazik bir biçimde ona bakarak cevap verdi. “İyiyim çok şükür, öyle uğraşıyoruz. Siz nasılsınız?” Dediğinde Halide teyze tebessüm etti. “İyiyim bende şükür.”

“Ailen geliyor değil mi haftaya?” Serhat babam meraklı bir biçimde Batuhan’a bakarken durumu bilenler olarak hiç yadırgamamıştık ancak Halide teyze biraz şaşkın sayılırdı. Batuhan hiç beklemeden cevap verdi. “Geliyorlar, haberi verdiğimde çok sevindiler.” Kendisi de çok mutluydu elbette. Burçe’de şaşırmadığına göre ona da haber vermişti. Aramızda tek bilmeyen Halide teyzeydi sanırım. “Bizde çok sevindik, ailenle de tanışmak isteriz.” Dedi Serhat babam.

Bu cümleyi Burçe’ye bakarak söylemişti bir nebzede. Şimdi Batuhan’ı hepsi tanıyordu Pamir’den dolayı. Ancak Burçe onun ailesiyle ilk defa tanışacaktı. Bunun heyecanı şimdiden vurmuştu belli ki çünkü ifadesini saklayamıyordu bile. “Tabii efendim, onlar da çok memnun olur.”

“Neler oluyor?” Halide teyze merakla bakarken Pamir annesine doğru baktı. “Baran Albay bana bir haber verdi bugün rütbelerimizle ilgili.” Dediğinde Halide teyzenin büyüyen gözlerini gördüm. Algıladığı cümle ile oturduğu yerden ayağa kalkarken oğluna doğru ilerledi. “Hayır olsun annecim, çok güzel bir haber bu.” Pamir’de annesiyle sıkıca sarılırken mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Bu mutluluğu hak etmişti.

Halide Teyze, Pamir ile sarıldıktan sonra Batuhan’a doğru baktı. “Seni de tebrik ederim oğlum, başarılarınız daim olsun.” Samimi bir biçimde onunla konuşurken Batuhan’da aynı samimiyetle karşılık verdi. “Sağ olun.”

Bu güzel haberin ardından sohbetimiz kaldığı yerden devam etmişti. Abimin arada sırada Pamir’e sataşması, Burçe’nin utanması, Serhat babamın Batuhan’ı tanımak istercesine sorduğu sorular derken gece yarısını etmiştik. Bu gecenin hepimize iyi geldiği aşikardı. Ayrıca Pamir’in kalkıp Batuhan’ı yemeğe çağırması da ayrı bir olaydı, bu onu kabul ettiğini gösteriyordu…

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Taner ve Dilek,

Taner arabasını park ettikten sonra aracından indi. Buraya neden geldiğini kendisi de bilmiyordu ama aklına esmişti ve o da gelmeyi seçmişti. Geçtiğimiz hafta tekrar görmüştü Dilek'i. Kısa bir an göz göze gelmişlerdi. Ancak Dilek sanki yakalanmışçasına gözlerini çevirdiği için Taner’in içinde anlamsız bir merak oluşmuştu. O yüzden ayakları onu burada getirmişti. Bazı şeylerin cevabını almak istiyordu.

Hastaneden içeri girdiğinde kızı nerede bulacağını düşündü. Pratisyen demişti Işık yengesi. O zaman büyük ihtimalle acil servisteydi. Ancak yine de izinli olup olmadığını bilmediği için danışmaya sormaya karar verdi. Hızlı adımlarla danışmada oturan kadına yaklaşıp konuştu. "İyi günler, doktor Dilek hanım burada mı acaba?"

Kadın onayladı. "Burada, acil servis kısmında. Ancak hastası var." dediğinde Taner belli belirsiz başını salladı. Ardından teşekkür ederek acil servise doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da kadının karşısına geçip ne söyleyeceğini aklından geçirmeye çalışıyordu ama hiçbir şey yoktu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu.

Kapının önüne geldiğinde iç çekti. Bir süre beklemesi gerekiyordu belli ki. Acil servis kapısını radarına alarak beklerken dakikalar içerisinde kapıdan çıkan kadını gördü. Yanındaki yaşlı sayılabilecek teyzeyle konuşuyordu. "Tansiyonunuz biraz yükselmiş ancak korkulacak bir şey yok. Eve geçip biraz dinlenirsiniz ve ilacınızı içerseniz hiçbir sorun kalmayacaktır."

Dilek tatlı dille yanındaki kadına bir şeyler anlatırken Taner onu izledi uzaktan uzağa. Dilek işinin bitmesiyle etrafa bakmayıp tekrardan acil servise gireceği sırada Taner dayanamayarak seslendi. Bu fırsatı bir daha yakalayamayabilirdi çünkü. "Dilek hanım?"

Dilek aniden duyduğu tanıdık sesle olduğu yerde kalakalırken kalbinin arkasından atlı kovalıyormuşçasına atmasını engelleyemedi. Bir gün Taner’in ağzından kendi ismini duyacağını hiç düşünmemişti. Ama şimdi o düşünmediği an saniyeler önce gerçekleşmişti. Eli ayağına dolaşsa da başını geriye doğru çevirip ona seslenen adama baktı. Taner kadının ona dönmesiyle birlikte üç büyük adım atarak tam olarak karşısına geçti. Dilek ise aklına yeni takılan o düşünceyi diline dökmeden edemedi. "İsmimi nereden biliyorsunuz?"

İlk karşılaştıkları gün, Taner’in ona sorduğu soruyu sormuştu Dilek. Taner bir an için duraksayıp elini ensesine doğru götürdü. Ancak çok beklemeden cevap verdi. "Doktor Işık hanımdan öğrendim isminizi." dediğinde Dilek belli belirsiz başını salladı. Ardından meraklı bir tınıyla konuştu. "Size nasıl yardımcı olabilirim Taner bey?"

"O gün bana söyleyeceğiniz bir şey mi vardı?" dedikten sonra kendini düzeltti. "Daha doğrusu yanıma gelme sebebinizin bir şey söylemek olduğunu düşünüyorum." dediğinde Dilek sertçe yutkundu. Evet bir şeyler söylemek istemişti. Ama şu an söyleyeceği şey için tüm cesareti uçup gitmişti. Uzaktan uzağa sevmek daha kolay diye düşünmeden edemiyordu. "Hayır, o zaman da söylemiştim. Uzaktan bakıldığında teselliye ihtiyacınız var gibiydi. Destek olmak istedim. Biliyorum vazifem değildi ama bir an için doğru bir karar gibi gelmişti. Sonradan yanlış olduğunu fark ettim."

Alelacele kendini açıklamaya çalışan kadını gözlerini bir saniye bile yüzünden çekmeyip ilgiyle dinledi Taner. Kızın her bir mimiğini incelerken Dilek devam etti sözlerine. "Kendimi rezil ettim değil mi?" diye mahcup ve çekimser bir şekilde konuşurken Taner hızlıca reddetti. "Hayır, rezil olmadınız. Teşekkür ederim, gerçekten bir desteğe ihtiyacım vardı." diyerek kızın kendini kötü hissetmesini engellemeye çalıştı. Neden yaptığını o da bilmiyordu ama bu konuda bocaladığının farkındaydı.

Dilek, Taner’in çabasını gördüğünde kendi içinde bir kez daha hayran oldu. Bunca zaman uzaktan görse de yüz yüze geldiklerinde de nazik bir olması onu şaşırtmamıştı.

"Başka yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" dedi Dilek meraklı bir şekilde. Biraz önce Taner’in söylediği cümle ile yüzünde küçük bir gülümseme oluşmuştu. Taner’in bakışları ise istemsizce o gülüşe kaymıştı. Gülümsemenin etkisiyle yanağında oluşan gamze dikkatini çekerken yaptığının yanlış olduğunun farkında varıp hızla bakışlarını kızdan çekti ve ondan başka tarafa baktı. "İşiniz var değil mi? Meşgul ettim sizi de."

Taner’in cümlesi ile Dilek elini kaldırıp iki yana salladı hızlı bir şekilde. "Hayır hayır. Meşgul falan etmediniz." Kızın panik bir şekilde konuşmasıyla Taner’in yüzünde istemsizce bir gülüş oluştu. Ana o kadar dalmıştı ki aslında kızın heyecanını fark edecekken edemiyordu.

"Tamam, etmedim." dedi Taner dalga geçerek. Dilek, Taner’in gülerek kurduğu cümle ile kalakaldı. Onunla böyle konuşma düşüncesi kalp krizi geçirmesine neden olacaktı. Elini kalbine koymamak için kendini zor tutarken Taner kızın yüz ifadesini görerek gülüşünü bastırdı. İfadeyi yanlış yorumlarken hızla konuştu. "Kusura bakma ben öyle birden." diye kendini açıklamaya çalışırken bu sefer de resmiyeti kaldırdığını fark ederek burnundan sert bir nefes verdi. "Kusura bakmayın demek istemiştim."

"Ne kusuru." dedi Dilek hızla. Tanerle böyle konuşabilmek için her şeyi yapardı. O yüzden devam etti sözlerine. "Hiç sorun değil. Ayrıca istediğin gibi hitap edebilirsin, böyle şeyleri sorun etmem. Hem tanışmış sayılırız. Sen desen de olur." Kızın açıklaması mantıklı gelmişti Taner’e.

Belli belirsiz başını sallayıp onu onaylarken elini kıza doğru uzattı. "Resmi olarak tanışmadık, yani kendi isteğimizle olmadı." dedikten sonra kendinden emin bir sesle ekledi. "Ben Taner Keskin." Dilek onun ne yapmaya çalıştığını anlayarak hızlı bir şekilde elini Taner’in avucuna doğru uzattı. Teni onun tenine değdiği an bayılmamak için derin bir nefes aldı. "Bende Dilek Aker, memnun oldum."

"Bende memnun oldum." dedi Taner memnun bir şekilde kıza karşılık vererek. Kahverengi gözleri mavilerle buluştuğunda kızın gözlerinin içinin bile güldüğünü gördü. Değişik bir andı bu Taner için. Bir annesinde bir de kız kardeşinde görmüştü bu bakışı. Şimdi bir de elini tuttuğu bu kadında görüyordu.

Zeki bir adamdı Taner, çok zaman geçmeden Dilek'in duygularını anlayacaktı. Belki de bunca zaman sonra annesinden başka birinin onu sarıp sarmalayabileceğini, sevgisiyle iyileştireceğini anlayacaktı. O da bu kadını kaybetmemek, sevgisine layık olmak için elinden geleni yapacaktı...

 

 

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Işık ve Bora,

Işık hastanın odasından çıktıktan sonra yavaş adımlarla odasına doğru ilerledi. Bir yandan da kolundaki saate bakarken iç geçirdi. Bora ile akşam yemeği için sözleşmişlerdi. Bora iş çıkışı gelip onu alacaktı. Çok özlemişti onu. Sabah konuşmuşlardı ancak sadece konuşmayla özlemi geçmemişti elbette. Onu görmesi, sarılması, kokusunu soluması gerekiyordu. Bora’nın sıcaklığıyla sarıp sarmalanmak, kollarında huzura ulaşmak istiyordu. Tüm saatlerini bunu düşünerek geçirmişti ve nihayet mesaisi bitmek üzereydi.

Ne ara Bora’ya bu kadar kapılmıştı, ne ara ona bu kadar bağlanmıştı hiç bilmiyordu ama halinden çok da memnundu. Hayatında verdiği en doğru kararlardan biriydi Borayla olmak. Her açıdan kadınların sahip olmak isteyeceği bir adamdı ve o adam yalnızca Işık'ı seviyordu.

Odasına gireceği sırada isminin anons ettirilmesiyle birlikte dikkat kesildi. Danışmadan çağırılıyordu. Yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu. Bora böyle sürprizler yapmayı seven bir adamdı. Daha ilk tanıştıklarında bile Işık’ı görmek için karın ağrısı bahanesi sunmuştu. Şimdi de böyle bir sürpriz yapabilir diye düşündü Işık. O yüzden hiç beklemeden adımlarını danışmaya doğru attı.

Gözleri sevdiği adamı görmek isterken gördüğü yüzle asla memnun olmadı. Gülüşü yavaşça söndü. İsminin Duru olduğunu daha yeni öğrendiği kadını karşısında görmek kaşlarının çatılmasına neden oldu. Bora onu göndermişti, şimdi burada ne işi vardı? İçi yine anlamsız bir kıskançlıkla dolarken sert adımlarla ona doğru ilerlemeye başladı. Belli ki ismini o anons ettirmişti. Nereden öğrenmişti, nasıl yapmıştı bilmiyordu ama öğrenmişti işte bir yerden.

"Doktor hanımınız da teşrif etti." Duru samimiyetten uzak bir sesle konuşurken Işık gözlerini kızın gözlerinden ayırmadan konuştu. "Ne istiyorsun?" Ciddi bir tınıda sorduğu soruyla Duru yüzündeki yapmacık gülümsemeyle mırıldandı. "Sakin ol Işıkcık." Işık duyduğu hitapla sinirlenirken gözlerini devirdi. "Ne söyleyeceksen söyle işim gücüm var, seninle uğraşacak değilim."

Duru yüzündeki gülümsemeyi silmeden kıza doğru bakmaya devam etti. "Beni tanıdığına göre Bora benden bahsetmiş." dediğinde Işık bir cevap vermeyip boş boş baktı kızın yüzüne. Duru ise devam etti. "Nelerden bahsetti merak ediyorum? İlişkimizin ne kadarını biliyorsun? Mesela beni çok sevdiğini, birlikte çok güzel zamanlar geçirdiğimizi anlattı mı? Marmaris'e gitmiştik bir yaz, sonra başka şehirlerde oldu tabii. Birbirimizden hiç ayrılamazdık. Uzun bir ilişkiydi bizimki."

Duru saçma salak cümlelerini sıralarken Işık alayla dinliyordu onu. Karşısındaki kadının kendini küçük düşürüşü gerçekten komikti. Yüzünde hiçbir mimik oynamıyordu, alayın yanında kalbinin alev alev yandığını da hissediyordu. Hissettiği kıskançlık tüm bedenini ele geçirse de sakinliğini korumaya çalıştı. Bakışları onlara doğru bakan birkaç kişiye kaydığında yutkundu. Pislik bir hemcinsi yüzünden rezil olmak istemiyordu.

"Bitti mi?" dedi direkt olarak Duru’nun yüzüne bakarak. Duru bu cümle ile kalakalıp bozulurken Işık onu umursamadığını belli ederek arkasını döndü ve koridor boyunca ilerlemeye başladı. Ancak Duru peşinden gidip kolunu kavrayarak onu durdurdu. "Bitmedi." dedi sert bir sesle. Işık ise omuz silkti. "Benim için bitti ama. Borayla olan geçmişiniz umurumda bile değil. Hele ki nasıl bittiğini bilirken uzun bir ilişkiniz olup olmaması umurumda bile değil. Derdin ne bilmiyorum ama benden de Bora’dan da uzak dur. Kendini daha fazla küçültme."

Işık kolundaki elden kurtulup odasına gitmek için ilerlerken Duru duyduğu sözlerle istediğine ulaşamamıştı. Işık’ın bu kadar umursamaz davranması beklediği bir şey değildi. Aslında Işık umursamaz da değildi. Sadece içindeki kıskançlığı Duru'ya gösterip isteğine ulaşmasını istemiyordu. Bora’ya olan güvenini ispat ediyordu. Duru hazmedemeyerek son kozunu oynamaya karar verdi.

"Ah be Işık babandan sonra yine bir askerle olmayı nasıl göze aldın merak ediyorum." Duru’nun alayla dile getirdiği söyle Işık’ın adımları duraksadı. Arkasını dönmedi ancak adımlarını da atamadı. Duyduğu söz kapanmayan yarasını tekrardan açarken Duru hem alaylı hem de küçümser bir sesle devam etti sözlerine. "Buna şey mi denir; acıyı sevmek. Annenden de mi hiç örnek almadın? Baban şehit olmuştu değil mi? Ne yazık, çok üzü-" Duru’nun sözlerini kesen şey yanağına sertçe çarpan tokadın etkisi olmuştu. Yanağı yana doğru savrulurken sesi de kesilmişti.

Ne Bora, ne mesleği, ne kendisi hiçbirine sinirlenmedi belki ama babası onun hassas noktasıydı. Ona laf söyletmezdi. Hele ki böyle iğrenç bir şekilde ağza alınmasına, alaylı sözlere dahil edilmesine izin vermezdi. Vermemişti. Duru’nun sözlerini duyduğu an dizginlerini bırakmış ve içinden geçen şeyi yapmıştı. Hiç yapmayacağı bir şeyi yapmış ona tokat atmıştı. Hem de sesi tüm koridorda yankılanacak kadar sert bir tokat.

"Ağzının payını aldıysan siktir olup gidebilirsin." dedi lafını geri çekmeden. Bora, karşısındaki bir kadın olduğu için küfredememişti ancak Işık’ın çekinecek bir şeyi yoktu. Olması gerektiği gibi bir cevap vermişti karşısındaki saygısıza. Duru hırsla Işık’a doğru bakıp üzerine doğru gideceği sırada adımlarını arkasında duyduğu ses duraksattı. "Bir adım daha atma!"

Bora’nın sert sesini duyduğu anda Duru yutkunurken Bora biraz önce duyduğu sözler, gördüğü manzara ile sinir katsayısının yükselmesini engelleyememişti. Hızlı adımlarla Duru’ya yaklaşırken kızı kolundan tutup sürüklercesine dışarı doğru götürmeye başladı. Duru kolunu Bora’dan kurtarmaya çalışırken çoktan duygu sömürüsüne de başlamıştı. "Bora, canım acıyor."

Işık peşlerinden giderken koridora doğru baktı. Bir iki hasta ve danışmada oturan bir kadın vardı. Çok fazla rezil olmuş sayılmazdı. Babasının sözü geçtiğinde dolmak için yer arayan gözlerini es geçip kendini toparlamaya çalışırken Bora’nın bağıran sert ve tahammülsüz sesini duydu. "Sana ne dedim ben! Gideceksin, karşımıza çıkmayacaksın dedim!"

"Bora bir şansı daha hak ediyoruz, ben gerçekten çok pişmanım." Biraz önce Işıkla konuşurken alaylı olan kadın şimdi süt dökmüş kedi gibiydi Bora’nın karşısında. Işık onun bu halini izlerken iğrenmeden edemedi. Hemcinsinin kendini düşürdüğü durum çok kötüydü. Bora duyduğu cümle ile sesli bir şekilde kahkaha attı. "Hayal dünyan o kadar komik ki. Sevmiyorum ben seni Duru, sevmiyorum. Sana karşı içimde en ufak bir duygu bile yok. Bu ne demek kavrayabiliyorsun değil mi? Sen yoksun bende, bir zamanlar olduğun içinde kendime çok kızıyorum. Anladın mı?"

Duru kabullenmek istemediğini belirtircesine başını iki yana sallarken gözyaşlarını akıtmaya devam etti. "Lütfen, bana kızgın olduğun için böyle söylüyorsun. Ama inan bana kendimi affettirebilirim." diye yalvarırcasına konuşurken Bora sakinleşmek adına gözlerini kapattı ancak sakinleşemedi. "Hastasın kızım sen! Ne affetmesinden bahsediyorsun. Sen biraz önce o cümleleri söyledin ya benim gözümde bir kez daha düştün." dedikten sonra alayla güldü. "Gerçi daha ne kadar düşebilirsin bilmiyorum."

Duru bu sözlerle daha da ağlarken Bora bakışlarını sevdiği kadına doğru çevirdi. Ona bakmasıyla birlikte nefret dolu bakışları aşk dolu bakışlara dönerken mırıldandı. "Hayatımda olmasını istediğim tek bir kadın var, o da şu an yanımda zaten. Kalbimin her yerini kaplıyor, hayatımı güzelleştiriyor. Beni ben olduğum için seviyor, mesleğim dahil." dedi Duru’nun biraz önce sarf ettiği cümlelere cevap olarak. Çünkü öyleydi. Işık başta zorlanmıştı ama hep gurur duymuştu. Hep desteklemişti.

"Şimdi rahat bırak bizi, bir daha karşımıza çıkma! Ne benim ne de sevdiğim kadının. Seni bir daha Işık’ın yanında, yakınında görürsem andım olsun bitiririm seni. Seni de o para için her şeyi yapan babanı da." Bora'nın sert ve tehditkâr sesiyle söylediklerinin ardından Duru duraksadı. Büyükçe yutkundu duyduklarından sonra. İçi korkuyla dolarken parasız olma düşüncesi bile Bora’nın söylediklerini kabul etmesi için bir sebepti. Bora'da bunu çok iyi biliyordu. Aynı Duru’nun babasının kara para akladığını bildiği gibi.

Aslında çok bildiği bir şey yoktu. Sadece tahmin ediyordu. Yani elinde delil falan yoktu, olsa zaten bir saniye bile düşünmezdi. Ancak Duru’nun gözlerinde gördüğü korku tahminlerinin doğru olduğunu kanıtlar nitelikte idi.

"Tamam, gideceğim." dedi Duru timsah gözyaşlarını temizleyerek. Hastanenin önünde bekleyen arabasına doğru ilerlerken arkasına bile bakmadı. Bu Işık’ın epeyce şaşırmasına neden olurken şaşkın şaşkın baktı gidenin arkasından. Bu kadar kolay mıydı diye düşündü. Belli ki kolaydı.

Bakışları ona doğru hızlı adımlarla yaklaşan sevdiği adama kaydığında mahzun gözlerle izledi gelişini. Bora, Işık’ın yanına yaklaştığı an kızı kendisine çekip başını göğsüne yasladı. Bir kızın ensesine yaslıyken diğerini de beline sarıp kendine bastırdı sıkıca. Dudakları kızın saçlarındaki yerini alırken içindeki mahcubiyeti saklayamadı. "Özür dilerim kalbim, o sözleri duymayı hiç hak etmedin. Çok özür dilerim yaranı deşmesine izin verdiğim için."

Işık ise o an tek bir kelimeye takılmıştı: Kalbim... Tek kelimeydi ama anlamı çok büyüktü. Çok güzel bir hitap şekliydi onun için. Kalbimin içindesin değil de kalbimi ele geçirdin gibi bir anlamı vardı. Çok özeldi. Kendini bir kez daha değerli hissetmişti. Bir de adamın özür dilemesi vardı. Hiçbir suçu olmamasına rağmen içtenlikle, sımsıcak bir sesle özrünü dilemişti.

"Senin hiçbir suçun yok." dedi Işık buna inandırmaya çalışırcasına. Başı hala daha sevdiği adamın göğsüne yaslıyken iç geçirdi. Biraz önce canı acımıştı ama şimdi o acı sevdiği adamın kollarında yerini tatlı bir sızıya bırakmıştı. Bora kızdan hafifçe çekilerek yüzünü avuçları arasına aldığında yeşillerle kahveler buluştu. "Bir daha gelmeyecek, karşına çıkmayacak yemin ederim." dediğinde Işık başını salladı. Biliyordu. Duru’nun korkusunu görmüştü. Işık elini yanağında duran elin bileğine yaslayıp küçük bir tebessüm etti. "Kendini suçlu hissetme senin suçun değildi, onun patavatsızlığı, duygusuzluğuydu bu. Senin değil."

Bora yine de kendini suçlu hissetmeden duramıyordu. Işık’ı kendinden bile sakınırken birinin gelip onu bu denli üzmesini hazmedemiyordu. Işık ise çoktan unutmuştu bunu. Zaten ona tokat atarak içindeki kini dökmüştü. Şimdi aklındaki tek şey karşısındaki adamdı. Bu yüzden hiç çekinmeden parmaklarının üzerine yükselerek dudaklarını kısa bir anlığına sevdiği adamın dudaklarına bastırdı. Kısa ama etkisi büyük bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi.

"Buna ihtiyacım varmış." dedi Bora şapşal bir gülümsemeyle. Işık onun sözüne karşılık gülüşünü büyütürken cüretkâr bir şekilde karşılık verdi. "Ne zaman isterseniz üsteğmenim." Bora bu sözle gülüşünü büyütürken Işık’ı kendine çekip kalbine, içine sokmak istercesine sıkıca sarıldı. Çok seviyordu.

Işık'ta ona sıkıca sarılırken Bora mırıldandı. "Özel kuvvetler düşünür müydün? Tokadın bayağı iyiydi." Alaylı bir şekilde söylediği şeyle birlikte Işık’ın kaşları havalandı. "Sen gördün mü onu?" Şaşkınlıkla konuşurken Bora gururla cevap verdi. "İyi ki gördüm, kaçmazdı."

"Bora ya, dalga geçme." dedi Işık sitemle. Bora gülerek omuz silkti. "Dalga geçmiyorum, hoşuma gitti. Ellerine sağlık benim güzelimin." dediğinde Işık gururla gülümsedi. Pişman değildi. Şimdi Bora’dan bu sözleri duymakta iyi gelmişti.

Birbirlerine sıkıca sarılırken huzura ulaşmaya devam ediyorlardı. Duru meselesini de halletmişlerdi. Şimdi ikisinin önünde pek bir engel kalmamıştı...

 

 

 

 

 

◔◔◔

Günler sonra….

Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,

Gurur… Karşımdaki manzarayı izlerken hissettiğim duygunun adıydı. Pamir başta olmak üzere tüm timi göz alıcı bir şekilde haricileriyle kürsüye çıkmışlardı. Albay gerekli konuşmaları yaparken tüm gözler onların üzerindeydi tören günü. Hayranlık içinde kocamı izlerken sanki ben rütbe alıyormuşçasına çok heyecanlanmıştım. Ona her zaman hayrandım ama bu sefer farklıydı. Yıllar önce ilk defa onu izlediğim ana giderken katettiğimiz yol göz doldurucuydu.

Halide teyze, Hakan’ın annesi Fulya teyze ve yeni tanıştığımız Batuhan’ın annesi Suzan hanım yan yana oğullarını izlerken Serhat babam, babam, Hakan’ın babası Ahmet amca ve Batuhan’ın babası Kemal amca gururla onlara doğru bakmıştı.. Ben, Burçe ve Sinem ise sevdiğimiz adamlara hayran olmakla meşgul olmuştuk o sırada. Asıl bizi şaşırtan ise Neva olmuştu. Yiğit ile aralarında bir şey olduğunu bilmiyorduk ama törene geldiğine göre gerçekten aralarında bir şeyler olabilirdi diye düşünmüştük ve şimdi rütbeleri kutlamak için toplandığımız mekânda onun da olması şüphelerimizi doğrulamıştı.

Baran Albay ve yüksek rütbeli başka bir komutan konuşmasını bitirdikten sonra teker teker bizimkileri tebrik edip yıldızlarını takdim etmişlerdi. Ortamda büyük bir şenlik havası oluşmuşken alkışlarda havada uçuşmaya başlamıştı. O kadar güzel bir görüntüydü ki bu hayran olmamak, gururlanmamak, bir kez daha aşık olmamak imkansızdı. Zaten öyle de olmuştu. Tekrar tekrar âşık olmuştuk.

Şimdi kocaman masanın etrafında birçok aile hep beraber otururken hepimizin keyfi yerindeydi. Baran Albay’ın talimatıyla organize edilmişti bu kutlama. Pamirler bir kez daha tebrik edilmişti, toplu bir şekilde yemek yenmeye başlanmıştı. Tüm tim üyelerinin aileleri, sevdikleri, taburdan rütbeli diğer askerlerin yakınları derken epey kalabalık bir topluluk oluşturmuştuk ama zevki böyle çıkıyordu. Mutluluk paylaştıkça artardı.

“Sen nasılsın Neva?” merakla karşımdaki kadına bakarken aslında meraklıydım. Yine de sıkıştırmayacaktım ancak kalabalık bir aileye giriş yapmıştı. “İyiyim savcı hanım, siz nasılsınız?” diye resmi bir cevap verdiğinde yüzümde tebessümle konuştum. “Savcı Hanım çok resmi oldu gibi, ne dersin? Devrim de sen bana. Hem sürekli görüşeceğiz bundan sonra.” Dediğimde Neva utangaç bir biçimde başını yere doğru eğdi. Yiğit’e baktığımda Neva’ya gülümseyen gözlerle baktığına şahit oldum. Çok güzellerdi.

“Hayırlı olsun Devrimcim, güzel haberinizi de aldık.” Seray abla samimi bir biçimde bize bakarken gülümsedim. “Sağ ol abla.” dediğimde Ahsen başıyla Pamir’i doğru işaret etti. “Kız babası olmak yakışır Pamir komutana, baksana.” Bakışlarım Pamir’e doğru kaydığında Azra’yı kucağına almış onunla tatlı bir gülümseme ile sohbet ettiğini gördüm. Hemen karşısında da Soner vardı kucağında Hira ile. Onun çok iyi bir baba olacağından asla şüphem yoktu ama cinsiyeti kısmetti.

“Kısmet bu işler, kısmet.” Dedi Seray abla. O sırada Sinem girdi sohbete. “Kısmet tabii ama kız olsa fena olmaz sanki. Biz onu ne güzel giydiririz, aramıza katarız.” Hevesle konuşurken gülümsemeden edemedim. Çok güzel hayallerdi bunlar. “Sinemcim sende yap bir tane, böyle maviş maviş bakar.” Işık takılırcasına konuşurken gözümün önünde canlanan görüntülerle Işık’a katılırcasına konuştum. “Haklı, onu da katarız aramıza.”

Sinem bir bana bir Işık’a baktı. “Şuna bak şuna, gelin görümce bir olup benimle uğraşıyorlar.” Dediğinde Işıkla birbirimize baktık gülümseyerek. Burçe ise araya girdi. “Sinem abla sitem edeceğine desene sizde yapın bir tane de sevelim diye.” Dediği anda şaşkınlıkla baktım Burçe’ye. Işık ise dudaklarını büzdü. “Aşk olsun ama.” Burçe ise omuz silkti. “Kusura bakma Işık yenge, Bora abim benimle çok uğraşıyor. Daha doğrusu Batuhan ile.”

“Ha Bora’nın suçunu bana kestin.” Dedi Işık alıngan bir şekilde.

Onların konuşmasına gülerken bakışlarım Taner’e doğru kaydı. Burada en buruk olan oydu. Herkesin annesi, babası, kardeşi buradaydı. Onun da dedesi gelmişti ancak yine de buruktu işte. Ama Işık’tan aldığım bilgilere göre onun da yakında hayatında biri olabilirdi. Şimdi de Yiğit’in kardeşiyle sohbet içerisindeydi.

“Sizde az fena değilmişsiniz ama Burçe. Batuhan’ı sıkıştırırken senin olduğunu hiç düşünmemiştik.” Ahsen güler gibi bir sesle düşüncelerini dile getirirken Burçe hızlıca cevap verdi. “Aman hiç girme oralara, bir zor çıktık.” Derken göz ucuyla abisine baktı. Pamir ise hem Azra ile oynuyor hem de yanında oturan birkaç askerle bir şeyler konuşuyordu. Babalarımız da kendi aralarında sohbet ederken herkes birbiriyle kaynaşmıştı.

“Neva, öğretmenlik nasıl zor değil mi?” Sinem onu konuşturmak için çabalarken Neva bu samimiyetimizi anlamış gibi yanımıza gelerek boş olan sandalyelerden birine oturdu. Ardından da Sinem’in sorusuna cevap verdi. “Çocuklarla uğraşmak zor ama hepsi kendi çocuklarım gibi. Bir de işimi severek yapınca zor gelmiyor. Yani sizler kadar yoruluyorum diyelim.” Sözlerini gülümseyerek dinledim. Öğrencilerini bu kadar benimsemesi çok güzeldi.

Sohbete dalmışken birden mekânda çalmaya başlayan Kenan Doğulu’nun Tencere Kapak şarkısıyla sözlerimiz kesildi. Mekânda sadece bize özeldi o yüzden istediğimizi yapmakta özgürdük. “Hadi bakalım gençler!” Baran Albay’ın cümlesi ile birbirimize bakarken Ahsen mırıldandı. “Babam çok sever böyle şeyleri.”

Ahsen’in söylediği cümleye gülerken yanımıza doğru gelen kocamı gördüm. Elini bana doğru uzatırken mırıldandı. “Bu dansı bana lütfeder misiniz dünyanın en güzel annesi…” Hitabıyla hem gülümseyip duygulanırken elimi avuçlarının arasına koydum. “Seve seve dünyanın en karizmatik babası…” Oturduğum yerden ayağa kalkarken Ahsen’in mırıltısını işittim. “Pamir komutan her seferinde zirveyi oynuyor.”

Haklıydı, her seferinde beni kendine düşürmeyi başarıyordu. Sahneye ilk biz giderek açılışı yaparken ellerim kocamın omzundaki yerini aldı. Etrafımız bizimkilerinde oluşturduğu çiftlerle dolarken Pamir belimi kavrayarak beni kendine daha çok çekti. Gülümseyerek ona bakarken şarkıya uygun bir ritimde sallanmaya başladık. Aylar geçmişti nikahımız sonrası ettiğimiz ilk danstı. Ve anlamı da büyüktü. Üçümüzün yaptığı ilk danstı diyebilirdik.

Sen gülünce, bizim için
Hep gülümse, için için
Hayata renk verenlerden
Bizi güzel sevenlerden
Bizim için önemlisin…

Gözlerinde kaybolmuşum
Zaman durmuş, mest olmuşum
Zaten başım dönüyor
Seni fazla kaçırmışım
Dudağından çok içmişim…

Şarkının sözlerini birbirimize bakarak fısıldarken sanki sözler içimizden geçen cümlelerin dile dökülmüş hali gibiydi. Gözlerimiz sevgimizi haykırırcasına birbirine bağlandığında etrafımızda olan kişileri görmüyorduk bile, mekândan soyutlanmıştık resmen. Ben zaten Pamir’in elalarına ne zaman baksam bu şekilde kayboluyordum, kendimi her zaman daha iyi hissediyordum. Onun da böyle hissettiğine emindim.

Bakışlarımızı birbirinden çekerken aramızdaki mesafeyi kapatıp başımı omzuna doğru yasladım. Yavaş yavaş sallanırken Pamir’de belimdeki elini sıkılaştırmıştı. Sarılır gibi bir pozisyondaydık ama ikimizde anın huzurunda olduğumuzda için etrafımızdakiler umurumuzda değildi. O kadar huzurluydum ki bu huzur hiç bitsin istemiyordum.

“Yorulduysan oturalım.” Pamir’in kulağıma doğru fısıldadığı cümle ile başımı iki yana salladım. “Hayır, yorulmadım.” Dedikten sonra başımı omzundan kaldırıp gözlerine baktım. “Aksine o kadar mutlu ve huzurluyum ki bu gece bitsin istemiyorum.” Dediğimde Pamir gülümsedi. “Hiç bitmesin o zaman, kollarımın arasında kalmaya devam et. Benim canıma sefa biliyorsun.” Dediğinde bende gülümsedim. Bilmez miydim? Çok iyi biliyordum hem de.

“Bilmez miyim yüzbaşım?” dediğimde Pamir’in gülümsemesinde gözle görülür bir büyüme oldu. Bu gülüşü için bile ona böyle seslenmeye devam edebilirdim. Emeklerinin karşılığını alıyordu. “Harp okuluna girerken aklıma yüzbaşı olacağım bile gelmezdi biliyor musun? Ama hayat hiç beklemediğimiz sürprizler yapma konusunda usta.” Dediğinde onayladım. “Güzel sürprizler ama.”

Öyleydi, güzel sürprizler yapıyordu. Pamir’in yaşadığını öğrenmem, bebeğimiz… Bunlar benim için en güzel sürprizlerindendi. “Hem de çok güzel sürprizler.” Diyerek onayladı Pamir beni. O da benim gibi düşünüyordu.

Tekrardan kollarımı boynuna doğru sararken o da beni sıkıca sarıp saçımı öptü. Bu gece hayatımın en güzel anlarını geçirirken yaşayacağımız diğer akşamlarında böyle geçmesini diledim…

◔◔◔

Yazarın anlatımından Hakan ve Sinem,

Kutlama bitmişti. Herkes evlerine dağılmaya başlamıştı. Ocak ayının vermiş olduğu soğukluk geceye çökmüştü ancak gökyüzünden iri iri yağan kar ortamın soğukluğunu kırmış çok güzel bir manzara ortaya çıkarmıştı. Çoğu kişi evine giderken Sinem ve Hakan ise bu güzel manzaranın tadını çıkarmak istemişlerdi. Her anlamda güzel geçen günün ardından yağan karın altında da bu güzel günü taçlandırmaya karar vermişlerdi.

El ele sokak lambalarının aydınlattığı sokakta yürürken kara basmalarının etkisiyle çıkan sesler boş olan sokakta yankılanıyordu. İkisi de sessizdi ancak bu sessizlik huzurun, mutluluğun vermiş olduğu bir suskunluktu. Yoksa ikisi de çok mutluydu hallerinden.

“Ne gündü be, çok güzeldi değil mi?” Dedi Sinem sessizliğini bozarak. Hevesli bir şekilde yanı başında yürüyen adama doğru baktı. Hakan yüzündeki küçük gülümsemeyle sevdiği kadına bakarken başını salladı. “Çok güzeldi. Günümün her saatinde yanı başımda olman güzel kıldı günümü.” Sinem duyduğu cümle ile gülümsemesine engel olamadı. Hakan’ın arada böyle cümleler söylemesine alışamamıştı. İçi erir gibi olurken başını sevdiği adamın omzuna doğru yasladı.

Hakan hiç beklemeden dudaklarını Sinem’in saçlarının üzerine bastırırken kızın saçlarını koklayıp biraz daha huzura ulaştı. İçindeki sevgi artık doyumsuz bir hale geliyordu. Sürekli öpmek, sevmek, sarılmak istiyordu. Sinem’de bundan şikayetçi değildi. Hakan ile geçirdiği dakikalar hep çok özeldi onun için ve halinden çok memnundu bu yüzden.

“Bugün törende o kadar yakışıklıydın ki gözlerimi senden alamadım.” Dedi lafını esirgemeden. Artık daha açıktı zaten Hakan’a karşı. Hakan ise keyifli bir tınıda cevap verdi. “Uzaktan sana bakarken de gözlerindeki hayranlığı görmüştüm, etrafta hariciyle mi dolaşsam ne yapsam?” dediğinde Sinem sitemle başını kaldırıp adamın gözlerine doğru baktı. “Sanki hiç söylemiyoruz.” Dedikten sonra ekledi. “Adama iltifat ediyoruz dediğine bak.”

“Pardon, her zaman iltifat alamadığımız için ne söyleyeceğimi bilemedim.” Dedi Hakan alaycı bir sesle. Amacı hem Sinem’i sinir etmek hem de kendi gerginliğini atmaktı. Sinem ise bu gerginliği anlamayıp kendi derdindeydi. O yüzden adımlarını atmadan olduğu yerde durdu. Hakan’da onunla birlikte duraksarken Sinem dikkatle adamın gözlerine baktı. “Sana olan hayranlığımı dile getirmeme gerek var mı ki? Zaten sana bakarken gözlerimden taşan kalpleri görüyor olman gerekiyordu.” Dediğinde Hakan ne diyeceğini bilemedi.

Duyduğu sözlerle yutkunurken Sinem gülümsedi, Hakan’ın şaşkınlığı karşısında. Ardından adımlarına devam ederken yerden aldığı karı top haline getirerek Hakan’a doğru fırlattı. Hakan aniden gelen kartopuyla irkilirken yüzünde muzur bir gülüş oluştu. “Savaş istiyorsun ha?” Sinem duyduğu cümle ile sırıtırken Hakan’da yerden kartopu alarak Sinem’e doğru fırlattı. Sinem kaçmak için hareket etse de topun üzerine isabet ettiğinde tekrardan kartopu alıp Hakan’a attı.

Hakan itinayla toptan kaçınırken Sinem kaşlarını çattı. Tekrar kartopu almak için eğildiği sırada saçlarına doğru gelen kartopuyla birlikte Hakan’ın kahkahasını duydu. Sitemli bir şekilde eğildiği yerden kalkarken konuştu. “Haksızlık ama bu! Senin atışların çok iyi.” Hakan bu sözlerle gülmeye devam ederken cevap verdi. “Ne yapalım mesleki deformasyon.” Dediğinde Sinem daha da hırslandı. “Olmaz ama böyle.” Yerden tekrar kartopu alıp Hakan’a attığında Hakan yine kartopundan kurtuldu. “Sen istedin savaşı ama güzelim.”

“Ya Hakan!” Sinem ayağını yere doğru vururken Hakan içi giderek izledi bu görüntüyü. Sinem ise devam etti sözlerine. “Sevgilinim ben senin, mesleki deformasyonunu bana göstermemen, bilerek yenilmen gerekiyor.” Diye bilmiş bilmiş konuşurken Hakan tekrardan kartopu alarak kıza doğru attı. Sinem bu hamleyle daha da sinirlendiğini hissederken bağırdı. “Bak kaşınıyorsun ama! Sonra üşüdüm Sinem bana çorba yap diye gelmeye geç kalırsın!”

Sinem tehditvari bir şekilde konuşurken Hakan yüzündeki tatlı tebessümle kıza doğru yaklaştı. “Yapmaz mısın?” Masum masum gözlerini kırpıştırarak kıza bakarken Sinem bu gözlere, sese, bakışlara dayanamayacağını biliyordu. “Yaparım…” diye yelkenleri suya indirirken ekledi. “Sen iste her şeyi yaparım.” Böyleydi işte Sinem. Çok çabuk kanardı sevdiklerine. Özellikle de Hakan’a.

Hakan kızın yüzünü avuçlarının arasına alırken karşılık verdi. “Bende senin için her şeyi yaparım.” Sinem bu cümleyle tatmin olurken aklına gelen fikirle konuştu. “Hadi fotoğraf çekinelim, karda da anımız olsun.” Deyip Hakan’ın kolları arasından kurtuldu. Birkaç metre uzaktaki bir çıkıntıya doğru yaklaşıp yerdeki karları temizledi. Telefonunun zaman ayarlayıcısını ayarlayıp telefonunu oraya yerleştirdikten sonra Hakan’a döndü. “Hadi poz verelim.”

Koşar adımlarla Hakan’ın yanına giderek kollarını sevdiği adama doğru sardı. Hakan bir koluyla onu kavrayıp dudaklarını saçlarına bastırırken telefondan fotoğrafın çekildiğine dair ses çıktığında Sinem telefona doğru ilerledi.

Nasıl çıktıklarına bakmak için galeriyi açtığında çekindikleri fotoğraftaki detayla nefesinin kesildiğini hissetti. Yanlış görüp görmediğini anlamlandırmaya çalışarak tekrar fotoğrafa bakarken Hakan’ın elinde bir kutu, kutunun içinde ise bir yüzük olduğunu görüp yutkunamadı. Şaşkınlık içerisinde Hakan’a doğru döndüğünde onun çoktan elindeki siyah kadife kutuyla ona doğru baktığını gördü. Gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmışken konuşamadı.

Konuşmasa daha iyiydi zaten. Çünkü o konuşursa Hakan aklında planladığı cümleleri söyleyememekten korkuyordu. Günlerce bu anı düşünmüştü. Operasyonda bile aklında bu vardı. Hatta gitmeden önce bile imalı bir şekilde konuşup Sinem’in tepkisini ölçmüştü. Erken olmasından tereddüt etmişti ama ikisi de birbirini severken erken diye bir şey yoktu. Yeteri kadar birbirlerini tanımışlardı, sevgilerinden emin olmuşlardı.

Yavaş adımlarla sevdiği kadına yaklaşıp eliyle kızın elini tutarken dudaklarının arasından derin bir nefes verdi. “Sinem, sevgilim, güzelim…” deyip duraksadı. Kafasında cümlelerini toparlamaya çalıştı heyecanla. “Çok düşündüm nasıl yapayım diye, ikimiz için özel bir an olmasını istedim.” Dedi kendini açıklayarak. Sinem ise o anda nefesini tutmuş heyecanlı bir şekilde sevdiği adamı dinliyordu.

“Seninle tanışmadan önce aklımda ne evlilik vardı, ne birine aşık olmak vardı. Hayatımda kimse olmaz, ömrümün bir yerinde şehadet şerbetini içip bu dünyadan göçüp giderim diye düşünüyordum…” dediği anda Sinem’in gözleri dolmaya başladı. Hakan’ın elini bırakmak istemediğini belirtircesine daha sıkı tutarken Hakan gülümsedi. “Ama sonra sen geldin, hayallerimin başrolü oldun, senin sayende geleceğe dair hayaller kurmaya başladım. Evlilik gibi, çocuk gibi, mutlu bir hayat gibi…”

Bir an için duraksadı Hakan. Sevgisi mavi gözlerinden taşıp karşısındaki kadına ulaşırken ondan güç alarak devam etti sözlerine. “İlk aşkı seninle tattım ben, sana aşık olmaya başladığımda beni sevmeyeceğini düşünüp hayal kırıklığını tattım, benimle olmak istediğini söyledin mutluluğu tattım, beni öptün bir insanın birine nasıl bağımlı olabileceği duygusunu seninle tattım. Ben bu hayatta her şeyin ilkini seninle yaşadım.” Sımsıcak bir sesle kalbinden kopup gelen cümleleri sıralarken Sinem gözyaşlarından karşısındaki adamı göremeyecek duruma gelmişti. “Bu heyecanı da ilk defa seninle tadıyorum…”

Kızın elini yavaşça bırakarak tek dizinin üzerine çökerken yutkundu. “Ömrümün geri kalanında senin yüzünü güldürmek için, şimdi bile akan gözyaşlarının mutluluktan akması için elimden geleni yapacağıma yemin edebilirim. Yeter ki ömrümün geri kalanında hep yanımda ol. Sevginle, enerjinle, aşkınla, cıvıltınla beni sarıp sarmala istiyorum. Her gece birlikte aynı yastığa baş koyalım, gözlerimizi her sabah birbirimizin yanında açalım, birbirimize yuva olalım istiyorum. Huzur bulduğum, aşkı tanıdığım, gözlerinde hayatı bulduğum güzel sevgilim bir ömür huzurum olur musun, benimle evlenir misin...?”

Sinem duyduğu cümlelerle kalakalmıştı. Gözyaşları ondan bağımsız yanaklarına akarken başını salladı belli belirsiz. Titreyen sesine inatla mutlu bir sesle cevap verdi. “Seninle huzuru da yaratırım, sen varsan bende her şeye varım, yeter ki yanımda ol sevgilim.” Söylediklerini aklında toparlayamazken ne söylediğini umursamadı. İkisi de heyecanlıydı. Ardından ekledi. “Evet, seninle evlenirim.”

Hakan aldığı cevapla tatmin olup derin bir nefes verirken sesli bir şekilde güldü. Kutudan yüzüğü çıkartıp Sinem’in parmağına takarken elinin titremesine engel olamıyordu. İlk defa bu kadar heyecanlanıyordu ve heyecandan bir şeyleri batırmadığı için çok mutluydu. Yüzüğü taktıktan sonra hiç beklemeden elleri kızın yüzüne gidip akan gözyaşlarını temizledi. Sinem burnunu çekip bir yandan sesli bir şekilde gülerken Hakan’ın gözlerinde bir kez daha kaybolarak mırıldandı. “Seni çok seviyorum.”

“Bende seni çok seviyorum…” dedi Hakan içi giderek. Ardından hiç beklemeden Sinem ile dudaklarını birleştirdi. Yaşadıkları anın mutluluğu ile birbirlerinde kaybolurken ikisi de hala daha içlerindeki heyecana engel olamıyordu. Bir gün bu anın geleceğinin ikisi de bilincindeydi ama bugün olacağını düşünmemişti Sinem. Tam bir sürpriz olmuştu onun için. Ama sürprizleri seven biri olarak bu anı ömrü boyunca unutmayacaktı…

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bu bölüm biraz daha çift ağırlıklıydı, nasıldı? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Devrim ve Pamir sahneleri nasıldı? Biraz daha diğer çiftlere odaklandık sayılır ama onları da doya doya okuyacağız… Sizce bebeğin cinsiyeti ne, bir tahmininiz var mı?

‣‣‣ Pamir ve Batuhan’ın konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok şükür kabullendi artık… Batuhan ve Burçe için güzel günler yakındır inşallah…

‣‣‣ Tim rütbe atladı, genel manada yazarın anlatımından olan kısım nasıldı?

‣‣‣ Taner ve Dilek hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Yiğit ve Neva’da oldu sayılır, nasıldı sahneleri? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Duru’yu da gönderdik bir daha gelmemek üzere. Işıkla olan sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bora ve Işık?

‣‣‣ Hakan ve Sinem’i de evlendiriyoruz ha, beğendiniz mi evlilik teklifini?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Bölüm : 14.12.2024 13:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...