🖇️Herkese selamlar nasılsınız?
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Lütfen satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, azalıyor oylar:)
39.Bölüm
Cenk emrimi yapmak için odadan çıkarken bende peşlerinden ilerledim. Bugün yine yoğun bir gün olacaktı belli ki. Mesai saatimin bitişini hesaba katarsak bugün fazladan mesai beni bekliyordu demekti bu. Odadan çıktıktan sonra Cenk'in odasına doğru ilerlerken bana doğru seslenen birini duyarak adımlarımı yavaşlattım. "Savcım?"
Bakışlarım arkamdan bana doğru seslenen genç, uzun boylu, esmer beyefendiyi buldu. Bana doğru yaklaşırken meraklı gözlerle baktım. "Buyurun?"
"Ben Mert'in avukatıyım, Ali Sungur." diyerek elini bana uzattığında elini tutup sıktım. Mert'in bir avukat tuttuğunu bilmiyorduk elbette. "Müvekkilim, Elif Taşan'ın intihar etmediğinden emin ve her türlü hukuki mücadeleye girmeye hazır. Elinizdeki bilgileri öğrenme şansımız var mı?" nazik bir şekilde kendini izah ederken taviz vermeyen bir ses tonuyla cevap verdim. "UYAP'a yüklendiğinde bilgileri görebilirsiniz."
Mert'te şu an bir suçlu sayılırdı. Sude baş şüpheli gibi görünse de Mert'in suçsuzluğu kesin değildi. Evet Türkiye'de değildi ve yine deliller onu göstermiyordu ama işleri her türlü kendi lehine çevirebilirdi. Yine buranın bilinen ailesinin oğluydu. Kılıfına uydururdu bazı şeyleri, bilemezdik.
Başka bir şey söylemeden Cenk'in odasına doğru ilerledim. Sude'nin getirilmesi saatleri alabilirdi. Onu beklerken telefonumu çıkartıp ekrana doğru baktım. Gözlerim yine bir telefon bekliyordu, aklım yine sevdiğim adamdaydı. Çoktan 18 gün olmuştu bile. Kim bilir daha ne kadar ayrı kalacaktık? Attığım mesajların iletilip iletilmediğine bakmak için mesaj uygulamasına girdim. Mesajların iletilmediğini görmek hayal kırıklığına uğratırken iç çektim.
Mesaj uygulamasından çıkıp babamın numarasını tuşladım. Ardındanbirkaç çalışın ardından açılırken babamın sesini duydum. "Efendim kızım?"
"Nasılsın babacım?" dedim camdan dışarı doğru bakarken. Babam hızlı bir şekilde cevap verdi. "Ne yapalım abinle oturuyoruz." dediğinde hevesli bir biçimde konuştum. "Oo baba oğul takılıyorsunuz ha? Çok özendim." Babam söylediğime karşılık gülerken abimin sesini duydum. "Sende gel güzelim, hep beraber olalım."
Abim neredeyse iyileşmişti. Henüz operasyonlara katılmaya başlamamıştı. Gerçi onların tim henüz operasyona başlamamıştı. Ama yine de Işık’ın operasyona çıkmaması için onu tembihlediğini biliyordum. Abimde onu dinliyordu elbette.
"Akşam gelirim belki ama yemeğe beklemeyin, siz yiyin." dediğimde babamın sesini duydum. "Burnuma fazladan mesai yapacağın kokusu geliyor." Şakavari bir şekilde konuşurken güldüm. "Burnun hala iyi koku alıyor yaşlı kurt." dediğimde babam alınmış gibi bir ses çıkarttı. "Yaşlı mı? Hiç üstüme alınmadım." Abimle ikimiz buna gülerken telefonun arka planda çaldığını görerek ekrana baktım. Sinem arıyordu. “Babacım ben kapatıyorum şimdi, akşam görüşürüz.”
Babamlardan onaylayan cevaplar aldıktan sonra aramayı kapatıp Sinem’in yaptığı cevapsız aramaya döndüm. Telefon birkaç çalışın ardından açılırken şakacı bir tavırla konuştum. "Oo hakime hanım siz beni arar mıydınız?" Sinem söylediğim şeye gülerken aynı benim gibi neşeli bir sesle konuştu. “Yüzünüzü gören cennetlik savcı hanım. Odana geldim, yoktun yine.” Dediğinde iç geçirdim. “Evet emniyetteyim.”
“Tahmin ettim, yoğunsun yine. Gerçi bu aralar bende yoğunum.” Diye cevap verdiğinde o görmese de tek kaşımı kaldırdım. “Yoğunluğun sanki Hakan gibi ama neyse. Koparıp alamıyoruz sevgilinden seni." dediğimde Sinem hak verircesine konuştu. “Her şey karşılıklı Devrim hanımcım.” Dedikten sonra ekledi. “Şaka maka insan gerçekten hep sevdiği insanın yanında olmak istiyormuş. Sana hak verdim." Gülümseyerek dinledim onu. Mutlu olmayı o kadar hak ediyordu ki. Hakan onu mutlu ediyordu eminim ki.
"Neyse bir şey demiyorum, beni anlamışsın neticede." dedim gülerek. Sinem'se tekrar devam etti sözlerine. "Beni bırak da sen nasılsın onu söyle, hallettiniz mi?” dediğinde gülümsedim. Halletmiştik. Hem benim hem Pamir’in karşılıklı hatamızı anlamamızla olmuştu bu. Ben ona bazı konularda hak vermiştim, o da bana vermişti. “Hallettik çok şükür.” Dediğimde Sinem derin bir nefes verdi. “Hele şükür be kızım. Pamir’in tersi gerçekten çok pismiş yalnız. Korktum.”
Öyleydi, bende ilk defa bu yüzüyle karşılaşmıştım. Tamam bu kadar hak etmemiştim ama bana sinirlenmekte haklıydı bazı konularda. Çünkü onun yerine kendimi koyduğumda bende sinirleneceğimi biliyordum ve belki ondan daha çok tepki verirdim. İkimizin arasındaki fark buydu işte. Ben duygularımı dışa vurarak yaşıyordum. Haklıyım diyordum, bağırıp çağırıyordum. Ama sonra sinirim saman alevi gibi sönüyordu. O ise sadece ilk gün bana bağırmış ve içini dökmüştü. Sonrasında görmezden gelip kendi sessizliğine gömülmüştü. Zaten beni afallatan da bu olmuştu. Çünkü ondan da kendim gibi tepki vermesini istemiştim.
Biraz sakin kafayla düşününce o da biraz fazla çıkıştığını anlamıştı, bende bir şeyler gizlememem gerektiğini kavramıştım. Bu zamana kadar da bu mesele hariç bir şey saklamamıştım zaten. Bundan sonra da asla saklamazdım, bir kere yaptığım hatayı bir daha tekrarlamazdım.
“Sinirlenmekte haklıydı, askeri ve kardeşi neticede. Ben biraz arada kaynadım gibi oldu.” Dediğimde Sinem onayladı beni. “Öyle, ister istemez kırıldı o da. Çünkü bu zamana kadar ondan bir şey gizlememiştin.” Sessiz kaldım söylediği ile. Doğruydu. Kırgınlığının büyük olma sebebi buydu zaten. En sevdiğinden darbe aldığı için. Aramızdaki sessizliği bozmak adına konuştum. “Sen anlat bakalım hâkime hanım? Nasıl gidiyor?”
"Çok mutluyum Devrim..." dedi Sinem içi giderek. Ayakları yere basmıyordu zaten mutluluktan. Bunu sesinden de anlayabiliyordum. "Hakanla tanıştığımızda hiç böyle olacağını düşünmemiştim ama şimdi onun yanında kendimi o kadar mutlu hissediyorum ki. Onunla dinleniyorum, yorgunluğum aklıma bile gelmiyor yanında. Sonra sözleriyle, davranışlarıyla sevildiğimi iliklerime kadar hissediyorum. Ailem dışında benim mutluluğumu, iyiliğimi düşünen birisi var ve bu beni çok sevindiriyor. Anlatabiliyorum değil mi? Diğer taraftan bu kadar mutluluktan sonra bir şeyler olmasından korkuyorum ama yine de onunla geçirdiğim zamandan çok zevk alıyorum."
Onların ilk tanışmalarını düşündüğümüzde birbirleri hakkında böyle düşüneceklerini tahmin etmek zordu. Nefretle başlayan aşklar sıklıkta görünse de herkeste böyle bir durum olmuyordu. Şimdi birbirlerinin her şeyiydiler. Sevgili, arkadaş, dost... Böyle bir duyguya sahip olmak çok güzeldi. Herkese nasip olmazdı ama bize olmuştu.
"Çok mutlu oldum senin adına canım arkadaşım." dedim içten bir şekilde. "Böyle gönlüne göre birini bulmak zor bu zamanda. Hakan gerçekten çok iyi bir insan, seni mutlu edeceğine şüphem yok ve birbirinize iyi geliyorsunuz bu inkâr edilemez.” Dediğimde Sinem iç çekti ve onayladı. “Öyle, yanında dakikaların bile nasıl geçtiğini anlamıyorum. Normalde utangaç olmayan ben onun sözlerinden sonra bazen utanıyorum. Aşk gerçekten garip bir şeymiş.”
Mutlu bir şekilde onu dinlerken gülümsemeden edemedim. Öyleydi gerçekten. Aşk çok güzel bir şeydi tabii ki doğru insanla yaşandığında. “Hep böyle mutlu olun canım benim, en kötü gününüz böyle mutlu geçsin.” Dediğimde Sinem içten bir şekilde amin dedi. Ardından da ekledi. “Ne zamandır buluşamıyoruz, nasılsa Pamir operasyonda. Hakan’da bugün akşam gidiyor. Kız kıza gecelerimizden birini yapalım. Işık’ı da çağırırız belki. Yengenle kaynaşırsın.”
Söylediği şeyle birlikte güldüm. Yengem… Garipti gerçekten. Ben Duru’yu asla yenge olarak görmezken Işık sanki bir anda bu hitabın içini doldurmuştu ve tamamen uymuştu buna. Gerçekten ikisi adına çok mutluydum.
“Olur, ayarlayalım. Işık akşamları müsait olmuyor genelde ama belki öğle yemeğinde buluşuruz onunla. Biz yine kız kıza gecemizi yaparız seninle.” Dediğimde Sinem hevesle güldü. “Anlaştık savcı hanım.”
Tam Sinem’le konuşurken kapının tıklanmasıyla birlikte gerekli komutu verdim. “Gir.” Sinem telefonun ucunda beni beklerken kapı açıldı ve içeri Cenk girdi. “Sude getirildi savcım.” Beklediğimiz anın gelmesiyle birlikte Cenk’i başımla onayladım. “Alın sorgu odasına, geliyorum.”
Cenk beni onaylayıp odanın kapısını kapatırken Sinem’e döndüm. “Zilin sesini duydun, beni çağırıyorlar.” Dediğimde Sinem onayladı. “Duydum duydum, hadi bakalım görev beklemez savcı hanım. Görüşürüz.”
Sinem’in kapatmasıyla birlikte telefonumu masanın üzerine bırakarak odadan çıktım. Hızlı adımlarla sorgu odasına ilerledikten sonra Cenkle birlikte Sude'nin bulunduğu odaya girdik. Sude'nin bakışları üzerimizdeyken mırıldandı. "Neden çağırdınız beni? Neler oluyor?"
Karşısına otururken derin bir iç çekerek gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Sırtımı sandalyenin arkasına yaslayarak kollarımı göğsümde bağladım. "Sen anlat Sude, o akşam ne oldu?" dediğimde Sude hafifçe kaşlarını çattı. "Anlattım, söyledim ya Elif'e gidiyordum sonra polisleri, komşuların oluşturduğu topluluğu gördüm." dediğinde dik dik baktım gözlerine. Nasıl güzel yalan söylüyordu. Açıkçası evinde bulduğumuz not olmasa inanabilirdik. "Biz öyle düşünmüyoruz ama, senin Elif ölmeden önce de orada olduğunu biliyoruz."
Söylediğim cümle ile şaşkınlık emareleri oluştu gözlerinde. Cenk'e başımla işaret verdiğimde yanında getirdiği laptopun kapağını açtı ve görüntüleri açarak Sude'ye doğru döndürdü. Bizim izlediğimiz şeyleri ona da izlettikten sonra tekrar konuştum sert ve tahammülsüz bir şekilde. "Şimdi anlat, o akşam ne oldu?"
Sude bir süre sessiz kaldı. Dikkatle ondan gelecek olan cevabı beklerken konuştu. "Evet önceden gittim, kavga ettik ama sonra çıktım. Sinirimden ağladım orada. Sonra tekrardan dönüp konuşalım istedim ama gittiğimde çoktan kendini atmıştı. Yemin ederim ben bir şey yapmadım." Gözlerinden akan damlalar samimi miydi bilemiyordum. Öyle değildi bence. Binayı gören tek kamera bu açıdaydı, zaten başka bir yol da yoktu apartmana gidebilmek için. Sude'den başka kimse girmemişti tanıdık olarak. Girenlerin çoğu apartman sakiniydi ya da yakınları.
Kavga ettik diyordu, bu komşusunun duyduğu sesi onaylıyordu. "Neden kavga ettiniz?" dedim merakla gözlerine bakarak. Sude sorduğum soru ile burnunu sildi. "Mertle ilgiliydi. Elif o konuda üzgündü, uzak olmak zor geliyordu. Bende eğer katlanamayacak gibiyse ayrılmasını söyledim. Bu yüzden çıktı kavga." Söylediği cümle ile yüzümde mimik oynamadı ama içten içe en yakın arkadaşım dediğin insana böyle tavsiye vermesi garibime gitmişti. Neden bu işin içinde başka bir şey var gibi hissediyordum?
"Elif ayrılmak istemedi mi?" dedim sorgular bir şekilde. Başını iki yana salladı Sude. "Hayır, onu çok sevdiğini falan söyledi. Sonra da bana çok ağır cümleler kurdu."
"Nasıl cümleler?"
"Benim gibi arkadaş olmaz olsunmuş falan ağrıma gitti. Ağlayarak çıktım evden. Sokağa gidip ağladığım bir süre. Sonra tekrar konuşalım istedim, o kadar süredir arkadaştık neticede. Böyle tek kavgada bitsin istemedim. Tekrar gittiğimde yerde yatıyordu." Son cümlelerini söylerken tekrar gözyaşlarına boğuldu ve hıçkırıkları odada yankılanmaya başladı. Belki söyledikleri doğruydu. Ama yine de onu itmediğini bilemezdik. Sorsam saate hiç bakmadığını söyleyecekti. Zaten bir şey de çıkmazdı. Görüntülere göre tek suçlu o gibi duruyordu. Ama anlattıkları da doğru olabilirdi.
“Belki de bu ağır laflara sinirlendin, attın kızı camdan.” Dedim tek kaşımı kaldırarak. Sude söylediğimle afalladı. “Yapmadım öyle bir şey.” Diye karşı çıkarken iç çektim.
Sessizliğimi bölen Sude'nin titreyen sesi oldu. "İnanmıyor musunuz bana? Arkadaşımı neden öldüreyim, aklınız alıyor mu?" Sonlara doğru yükselen ses tonuyla birlikte hiçbir tepki vermedim. Söyledikleri görüntüleri doğruluyordu ama elimizde sol eliyle yazdığı bir yazı vardı ve bu intihar mektubunu doğruluyordu. Yine de suçlamak için ilk önce verdiğimiz yazıların birbiriyle uyup uymadığını kontrol etmemiz ve sonuçlara göre bir şeyler yapmamız gerekiyordu.
Bu yüzden oturduğum yerden ayağa kalkarak başımla Cenk'e işaret ettim. "Vatandaşı nezarethaneye alalım." dediğimde Sude'den itiraz dolu bir ses yükseldi. "Hayır! Ne hakla böyle bir şey yapıyorsunuz? Ben hiçbir şey yapmadım." Söylediklerini umursamayarak cevap verdim. "Birkaç gün sizi misafir edeceğiz sadece, suçsuzluğunuz kanıtlandığında elinizi kolunuzu sallayarak çıkabilirsiniz."
Net bir cevap yoktu. Arkadaşını o mu itmişti yoksa Elif kendi kendini mi atmıştı bilmiyorduk. Bilmekte zordu. Tek şey elimizde var olan notu ve yazıyı karşılaştırmaktı. O süre zarfında da gözaltı kararı en doğru olanıydı. Çünkü onu suçladığımızı biliyordu, korkup kaçabilirdi.
Cenk, Sude’yi kolundan tutmuş nezarethaneye indirirken bende odadan çıktım. Sude’nin hala daha itirazlarını duyabiliyordum. Cenk’in odasına geçip çantamı aldıktan sonra odadan çıkarken kapının önünde bekleyen Avukat Ali Bey’i ve Mert’i gördüm. Benim odadan çıktığımı gördükleri anda yanıma doğru gelirlerken iç çektim.
“Sude mi yapmış?” Mert’in şaşkınlık dolu sesini işittiğimde dikkatle yüzüne baktım. Gerçekten şaşkındı. Sude’nin yapmasını beklemiyordu belli ki. “Elif’in kendini atmadığına emin olduğunu söylemiştin, şimdi neden şaşırıyorsun?” dediğimde avukatı Ali bey cevap verdi. “Sude hanım arkadaşı Elif hanımın, böyle bir ihtimal çok korkunç.” Dediğinde yüzümde mimik oynamadı. Ne yazık ki her şey olabiliyordu beklemediğimiz. Biz ne suçlular görmüştük sonuçta.
“Savcım gerçekten o mu suçlu?” Mert sorusunu yenilerken cevap verdim. “Birkaç güne kadar öğreneceğiz. Avukatına da söyledim, deliller ve sonuçlar sisteme yüklendiğinde bilgi sahibi olacaksınız.” Başka bir şey söylemelerini beklemeden Cenk’in odasına ilerledim. Eşyalarımı aldıktan sonra odadan çıkarak emniyetin çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Bugünlük burada işim bitmişti.
Elimizden sadece sonuçların çıkmasını beklemek gelirdi, sonrası da zaten hâkimin vereceği karara bağlıydı…
◔◔◔
Yazarın anlatımından Neva ve Yiğit,
Neva, Özel kuvvetler taburunun kapısında park halinde bulunan taksiden inerken dudaklarının arasından titrek bir nefes verdi. Buraya gelip gelmemek konusunda çok düşünmüştü. Gecelerce içi içini yemişti. Yiğit ona kitap getirdikten sonra aklından çıkarması zor olmuştu, daha doğrusu çıkaramamıştı bile. Üniformalı halinden epey etkilense de onu asıl etkileyen düşünüp kitabı satın alması ve hiç gocunmayarak gelip ona vermesiydi. Tabii bir de bir sorun olup olmadığını kendi gözleriyle görüp onun güvenliğini sağlaması vardı. Neva onun yaptığı her hareketten etkilenir hale gelmişti. En fazla 5 kere görüşmüşlerdi. İkisi zorunluluktan biri tesadüf eseri olmuştu ama bir önceki ve şu an olacak olan görüşme kendi istekleriyle olacaktı. Neva bundan dolayı heyecanlıydı.
Elindeki poşetin kulpunu sıkı sıkı tutarak taburun kapısına ilerlediğinde direkt olarak nöbetçi askerle karşılaştı. Ona Yiğit'i görmek istediğini söylediğinde nöbetçi olan asker Yiğit’i arayarak bir hanımefendinin onunla görüşmek istediğini söyledi. Yiğit duyduğu şeyle şaşırırken aklına Neva’nın gelebilme ihtimali hiç gelmemişti elbette. Kim olduğunu öğrenmek adına meraklı meraklı dışarı çıktığında kapıdaki kadını görmek onun epey şaşırtmıştı.
Onu gördüğü an afallarken bu ifadeyi saniyeler içinde yok ederek askere gerekli komutu verdi. "Hanımefendiyi alabilirsiniz, tanıyorum." İsteği üzerine Neva içeri alınırken utangaç bir şekilde karşısındaki adama baktı. Yine üzerinde hayran olunası üniforması vardı. Bu haline iç çekerken Yiğit bu sırada başka şeyler düşünmekle meşguldü. Mesela Neva’nın burada ne işi olduğuyla ilgili şeyler.. Okulun kapısında nöbetçi olan görevlilerden bir bilgi gelmemişti. Her şey yolundaydı diye düşündü.
Ardından tüm bu düşüncelerinin cevabını almak üzere nihayet konuştu. "Neva?" deyip duraksadıktan sonra ekledi. "Kötü bir şey yok değil mi? Bir sıkıntı mı var?" Hem meraklı hem tedirgin bir şekilde kıza bakarken Neva başını iki yana salladı. "Hayır, hiçbir sorun yok endişe etme." dedikten sonra dudaklarını yalayarak ekledi. "Kusuruma bakma habersiz geldim. Seni de böyle ayağıma çağırtmış gibi oldum." Neva mahcup bir şekilde konuşurken Yiğit kötü bir şey olmamasının verdiği rahatlamayla küçük bir tebessüm etti. "Sorun değil, kötü bir şey olmamasına sevindim. Hoş geldin..."
"Hoş buldum...Aslında ben sana bir şey vermek için geldim." dedi Neva nihayet. Yiğit meraklı gözlerle ona bakarken Neva elindeki poşeti Yiğit’e doğru uzattı. Yiğit anlamaz gözlerle poşete bakarken Neva mırıldandı kısık bir sesle. "Bunu sana getirdim, teşekkür etmek için." Utana sıkıla söylediği şeyle birlikte Yiğit’in yüzündeki gülümseme büyüdü. Neva’nın bu utangaç halleri hoşuna gidiyordu. Bu kadın istemsiz bir şekilde hayatına girmiş ve nasıl olduğu bilinmez bir biçimde hayatının en orta yerine geçmeye adaydı.
Neva’yı daha fazla utandırmamak için elindeki poşete doğru uzandığında poşetin kulpundaki elle eli istemsizce temas etti. Bu hamleyle ikisi de birbirine bakarken ilk gözünü kaçıran Neva oldu elbette.
Yiğit eline aldığı poşetin içinde hediye paketli bir nesne gördüğünde şaşırmadan edemedi. Hızlı ve meraklı bir biçimde hediye paketini açarken bir yandan da göz ucuyla Neva’ya bakmaya devam etti. O sırada Neva ise heyecanlıydı. Yiğit’in vereceği tepkiyi merak ediyordu. Biliyordu kötü bir tepki vermezdi ama yine de merak ediyordu işte.
Yiğit paketi açtığında karşısına onun satın aldığı ve Neva’ya hediye ettiği kitabı gördü. Buna şaşırırken kaşları havalanmış bir biçimde baktı kıza doğru. Bir an için acaba kitabı beğenmediği için mi geri bana veriyor diye düşündü. Ya da hediyeyi gereksiz bulmuştu belki..
Bu ihtimal canını sıkarken Neva kendini açıklamak için dudaklarını araladı. "Kitap o kadar güzeldi ki çok severek okudum. Senin de okuman gerektiğini düşündüm. Kitap okumayı seviyorsun." dediğinde Yiğit anlamıştı ve içindeki rahatlamaya engel olamamıştı. Hafifçe kitabın kapağını açıp içine baktığında sayfalardaki bazı paragrafların ve cümlelerin altının çizik olduğunu gördü. Neva ise bu hamle ile devam etti sözlerine. "Ben hoşuma giden sözlerin altını çizerim hep eğer senin de hoşuna giden bir yer olursa çizmekten çekinme."
Yiğit bu sözlerle daha da gülümserken mırıldandı. "Nedense aynı satırlarda kaybolacak olmamız hoşuma gitti, belki de aynı cümleler hoşumuza gider kim bilir?" dediğinde Neva utangaç bir gülümsemeyle baktı adamın gözlerine. "O zaman mutlaka çiz altını, bende anlayayım ki aynı satırlarda kaybolmuşuz, aynı cümlelerde hayaller kurmuşuz..."
Birbirlerine bakarlarken Yiğit samimi bir biçimde konuştu. "Teşekkür ederim, okuyacağım mutlaka. Ama hızlı bir şekilde okuyabilir miyim bilmiyorum." dediğinde Neva neden olduğunu sorgularcasına baktı adama doğru. Yiğit bunu anlamış gibi sözlerinin devamını getirdi. "Bugün göreve gidiyoruz."
Bu cümleyle birlikte Neva kalbinin endişeyle kasıldığını hissetti. Aynı şekilde bunu yüz ifadesine de yansıtırken Yiğit bunu an be an izledi. Neva zorlukla yutkunurken nihayet konuşmayı başardı. "Çok dikkat et kendine olur mu? Allah'a emanet ol." Yiğit babası ve abisinden sonra ilk defa başka birinden bu lafı duymanın vermiş olduğu etki ile kalbinin hızına engel olamadı. Başını belli belirsiz sallarken cevap verdi. "Sağ ol, sende dikkatli ol. Bir sıkıntın olduğunda Baran Albay’a gelebilirsin yani benim yokluğumda.”
Son cümleyi söyledikten sonra pişman olsa da Neva bunu umursamamıştı bile. Hatta duymamıştı çünkü aklı daha şimdiden karşısındaki adamda takılı kalmıştı. O yüzden aklındaki soruyu dile getirmeden edemedi. "Ne zaman döneceğiniz belli mi?" dediğinde Yiğit burukça gülümsedi. "Ne yazık ki hayır."
Aldığı cümle Neva’yı hayal kırıklığına uğratırken ikisi arasındaki sessizliği bozan Batuhan’ın sesi oldu. "Yiğido toplantı odasına hadi!" Batuhan'ın ona seslenmesinin ardından Yiğit tok bir sesle cevap verdi arkadaşına. "Geldim!"
Neva, Yiğit’in çağrılması üzerine hızlı bir şekilde konuştu. "O zaman gideyim ben, her şey için teşekkür ederim." dedi Neva minnettar bir biçimde. Aslında teşekkür edilecek bir şey yoktu ama içinden bu şekilde geliyordu, böyle rahat ediyordu. Yiğit bunu anladığı için sorun etmedi ama aklındaki soruyu sorup sormamak arasında kalmıştı.
Neva’nın ondan bir cevap beklediğini bildiği ve cesaretini toplayabildiği için konuştu. "Neva.." Çekimser bir şekilde kızın ismini söyledikten sonra ekledi. "Görevden döndükten sonra birer çay içer miyiz ya da kahve?" Sorduğu sorunun ardından yutkunup kızın gözlerinden vereceği cevabı anlamaya çalışırken Neva bu teklifle içinde kelebekler uçtuğunu hissetti. Bunu bekliyormuş gibi olmamak için kısa bir an düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra başını salladı olumlu manada. "Olur, içeriz."
Yiğit aldığı cevapla tatmin olup rahatlarken Neva'da onun gibi gülümsedi. "O zaman haberleşiriz." dedi Yiğit. Neva onu onayladığında içindeki kelebekler arttı.
Kız tekrardan veda cümlesi kurarak taburun çıkış kapısına ilerlerken Yiğit arkasından baktı bir süre. Ne zaman bu şekilde hissettiğini kestiremiyordu ama bir şekilde Neva ile vakit geçirmenin ona iyi geldiğini hissediyordu. Neva'da ondan farksız değildi. Yiğit’e kendini ne zaman kaptırmıştı bilmiyordu ama onunla tanıştığı için çok mutluydu. Hayat onları sürpriz bir şekilde bir araya getirmişti ancak bundan sonrası onların elindeydi...
◔◔◔
Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,
Mesut ve Engin’e teşekkür ettikten sonra aracımdan inip eskiden kaldığım binaya girdim. Merdivenleri çıkarken önceden Pamir ve benim kaldığım dairelerin bulunduğu kata geldiğimde adımlarım duraksadı. Gözlerimin önünden ilk konuşmamız geçti. Benim hesap soruşum, ondan gerçekleri öğrenmem, sarılmalarımız, vedalaşmalarımız, kapı önü buluşmalarımız… Güzeldi, onunla yaşadığım tüm anlar çok güzeldi.
Duygulanmış bir biçimde üst kata çıktıktan sonra abimlerin oturduğu dairenin kapısını çaldım. Kapı birkaç dakika içinde açılırken babamla göz göze geldim. “Hoş geldin kızım.” Babam içeri geçmem için çekilirken içeri girdim ve direkt olarak kollarına sarıldım sıkı sıkı. “Hoş buldum.”
Babamla sarılıp ayrıldığımızda düşünceli sesini duydum. “Aç mısın yavrum?” dediğinde başımı iki yana salladım. “Aç değilim.” Aç değildim ama şu aralar kendimi daha fazla bir şeyler yerken buluyordum. Belki de yaşadığım stres mideme vuruyordu. İkimiz salona doğru ilerlediğimizde elindeki telefona gülerek bakan abimi gördüm. Kiminle konuştuğunu tahmin etmek zor değildi. “Abicim ben geldim.” Diye kendimi öne çıkartırken abim mırıldandı. “Duydum kardeşim.”
Verdiği tepkiye göz devirirken babama baktım. “Gördün mü baba, ne kadar seviyor beni.” Sitemle konuşurken abim başını telefonundan kaldırıp oturduğu yerden ayağa kalktı. “Şuna bak şuna beni şikâyet ediyor bir de.” Dedikten sonra kollarını bana doğru açtı. “Gel bakalım kıskanç.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Hiçte bile kıskanç değilim.” Bunu söylerken kollarının arasına girmeyi ihmal etmemiştim elbette.
Abimle de sıkı sıkı sarılıp ayrıldığımızda ilgiyle baktım yüzüne. “Nasıl oldun? Yaran ne durumda?” dediğimde abim göğsüne doğru baktı. “İyiyim, bir sıkıntım yok. Işık yavaş yavaş iyileştiğini söyledi. Artık dağlar beni bekler.” Dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Işık’ın böyle bir şey söylediğini sanmıyorum.”
“Söyledi söyledi.” Dedikten sonra babama baktı onaylaması için. “Değil mi baba?” Babam belli belirsiz başını salladı. “Kızı zorladığını es geçersek evet söyledi.” Dediğinde istemsizce güldüm. Tam tahmin ettiğim gibiydi.
Karşılıklı olarak koltuklara oturacağımız sırada konuştum. “Kahve yapıyorum bize, karşılıklı içmeyeli uzun zaman oldu.” Dediğimde babamda abimde onayladı beni. Hızlı adımlarla mutfağa geçerek üçümüz için Türk kahvesi yaparken aklım telefonumdaydı. Pamir’in mesajlarımı görüp görmediğini merak ediyordum. Arayamıyordu belki ama onun mesajları gördüğünü görmek ve cevaplarını okumak içimi rahatlatıyordu.
Kahveleri yapıp salona tekrardan döndüğümde telefonumu masanın üzerine bıraktım ve abimle babama kahveleri ikram ettikten sonra bende karşılarına oturdum. Çok uzun zaman olmuştu böyle üçümüz oturalı. Özlemiştim gerçekten.
“Sen nasılsın? Davalar yoğunmuş sanırım.” Dedi abim kahvesinden yudumlarken. Onaylarcasına başımı salladım. “Biraz yoğun evet. Ama hallediyorum.” Dediğimde babam güldü. “İşkolik kızım benim, tabii ki hallediyorsundur.” Söylediği cümleyle sitemle ona bakarken mırıldandım. “Hiçte bile.”
Abim verdiğim tepkiye gülerken tek kaşını kaldırdı. “Bir de hiç de bile demesi yok mu? Sen değil miydin daha geçen gün iş için İstanbul’a giden.” Dediğinde duraksadım. Zorunluluktan gitmiştim aslında ama uzaklaşmayı bende istemiştim. “Gerçekten o konuda kızgınım sana Devrim, haber bile vermedin. Pamir’den öğrendik.” Dedi babam sitemli bir şekilde.
İç çekerek başımı yere doğru eğdim. “Planlı değildi, sonradan ortaya çıkan bir şeydi ve bende sinirliydim biraz. Pamir’e de son dakika haber verdim.” Dedim. Aslında son dakika haber verdim dediğimde sadece ben gidiyorum demekti. Abim başını iki yana sallayıp sen iflah olmazsın bakışı atarken babam cevap verdi. “Ne olursa olsun İstanbul’a gidiyorum demek zor değildi.”
“Bilmiyor musun baba sinirlenince gözü kimseyi görmüyor.” Abimin cümlesi ile hüzünle baktım gözlerine. Birden böyle bir şey söylemesini beklememiştim. Abim bakışlarını bakışlarımdan çekmeden ekleme yaptı. “Hiç öyle bakma bana, haklıyım bu konuda. Pamirle aranızda geçenleri bilmiyorum evet ama onu gördüğümde, konuştuğumda anlıyorum bazı şeyleri.”
“Neyi anlıyorsun?” dedim cevabı duymaktan korkarak. Abim elimdeki kahveyi sehpaya bırakırken mırıldandı. “Şimdi doğruya doğru konuşalım sen haksız olduğunu biliyorsun.” Dediğinde başımı salladım. Biliyordum. Bunu da defalarca kez dile getirmiştim. Burçe ve Batuhan konusunda haksızdım. Zaten bunu bildiğim için ilk anlarda alttan almıştım. “Ne yaşadınız bilmiyorum ama ben her Pamir’le konuştuğumda kara kara düşünüyor.”
Söylediği cümle ile kaşlarım çatılırken bir şeyler söylemek için dudaklarımızı araladım ama abim benden önce davrandı. “Hepsinde de seni kaybetmekten korkar gibi bir hali var, Allah korusun ölmenden bahsetmiyorum, ayrılık gibi. Sanki tek hareketiyle ondan ayrılacakmışsın gibi tavır takınıyor. Sadece bu çok dikkatimi çekiyor Devrim.”
Abimin cümlesi bir mıh gibi içime otururken ne diyeceğimi bilemedim. Bakışlarım onun gözlerinden yere doğru çevrilirken düşünceler zihnimde dönüp dolaşmaya başladı. Yüzük meselesinden haberleri yoktu. Bunun Pamir’i kırdığını biliyordum. Sonra kavgalıyken evlilik hakkında söylediğim şey belki de onun böyle düşünmesine neden olmuştu. Ben sadece o an aramız neden böyle diye sorgulamıştım. Yoksa evliliğimizi bitirmek söz konusu bile değildi. Ama Pamir belki de onu böyle anlamıştı.
Onun böyle düşünmesine neden olan bendim.
“İnsanların ilişkisine karışmak bize düşmez oğlum.” Dedi babam uyarırcasına. Abim ise umursamaz bir şekilde cevap verdi. “Karışmıyorum, çıkarımımı söylüyorum.”
Ortamda sessizlik oluşurken ben düşüncelerime dalmıştım. Bazen ağzımdan çıkan sözlere sahip çıkamıyordum evet ama kastettiğim şeyi Pamir’in anlayacağını biliyordum. Bundandı rahatlığım. Ama belli ki bazen söylediklerim istenmeyen şeylere neden oluyordu. Pamir kastettiğimi anlayamayabiliyordu.
Çalan telefonumla birlikte irkilirken oturduğum yerden kalktım anında. Ardından masanın üzerindeki telefonuma ilerledim. Ekrana baktığımda Pamir’in aradığını gördüm. O an içimdeki tüm sıkıntı uçup giderken yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Telefonu elime alırken babamlara hitaben konuştum. “Pamir.”
“Selam söyle.” Dedi babam.
Onu onaylayarak salondan çıkarken telefonu açarak kulağıma götürdüm ve genzimi temizleyerek sesimin düzgün çıkmasını sağladıktan sonra hevesle konuştum. “Efendim sevgilim?” Geçmişe kıyasla artık alışmıştım. İçimde hala daha bir yerlerde telefonu başka biri açma ihtimali olsa da bunu geri plana atmıştım. Benim sesimin ardından onun sımsıcak sesi kulaklarıma doldu. “Güzelim…”
İstemsizce gülümserken zihnimdeki kara bulutları dağıtmak adına konuştum. “Çok özledim seni, iyisin değil mi?” dediğimde Pamir’in aynı benim gibi hasretle kabaran sesini duydum. “Sensiz nasıl olabilirsem o kadar iyiyim, hasretinize dayanmak zor savcı hanım.” Dediğinde istemsizce güldüm. Tam konuşacağım sırada Pamir’in sesini duydum. “Sen söylemeden söyleyeyim, seni görmezden geldiğim günlerde gözümün önündeydin. Sesini duyuyordum, nefesini hissediyordum, iyi olduğunu görüyordum. Şimdi uzağımdasın ve ayrılık koyuyor.”
Daha ben ona bir şey söylemeden ne diyeceğimi bilmesi gerçekten çok hoştu ama halimiz bir o kadar da komikti. “Aşk olsun öyle bir şey demeyecektim.” Sitemle konuşurken Pamir cevap verdi. “Olsun ben yine de işimi garantiye aldım.”
Verdiği cevaba sesli bir şekilde gülerken Pamir iç çekti. “Gülüşünü özlemişim, keşke görebilseydim bir de.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Bende seni özledim, bir günlük hasret giderme bana yetmemiş. Keşke yanımda olsaydın.” İmalı bir şekilde söylediğim şeyle Pamir yakınarak konuştu. “Güzel karımın ağzından bal damlıyor ama ben yanında değilim.”
Konuyu değiştirmek adına mırıldandım. “Görüntülü konuşamaz mıyız? 20 gün oldu neredeyse…” Pamir reddetti. “Olmaz birtanem, aramak için zor fırsat buldum.” Dediğinde moralinin bozulmasını es geçerek hızlıca cevap verdim. “Olsun, sesini duydum. İyi olduğunu öğrendim ya bu bile yeter bana. Sen yeter ki iyi ol.” Dedim sımsıcak bir sesle. Görmesem de olurdu, onun iyi olduğunu bilmek benim için yeterdi.
“İyiyim, sende iyi ol. Kendini ihmal etme.” Düşünceli bir sesle söylediği şeyle boğazıma bir yumru oturdu. Her zaman söylediği cümleydi ama yanımda olmamasının verdiği etkiden olsa gerek kendimi kötü hissetmiştim. Belki de abimin söylediklerinin etkisi vardı. “Aklın burada kalmasın, bende iyiyim. Davalarla falan uğraşıyorum, sonra babamlardayım şimdi. Onların da sana çok selamı var.” Dedim duygulandığımı belli etmeden. Pamir cevap verdi. “Aleyküm selam, sende selam söyle.”
“Söylerim.” Dedikten sonra aklıma takılan bir diğer mevzuyu dile getirdim. “Tim bugün geliyor yanınıza, görev süresiyle ilgili tahmininiz var mı?” dediğimde Pamir cevap verdi. “Net olarak belli değil ama biraz daha süreceğini düşünüyoruz.” Verdiği cevapla onaylayan mırıltılar çıkardım. Pamir ise ismimi seslendi. “Devrim..”
“Efendim sevgilim?” dedim anında karşılık olarak. Pamirse tekrar konuştu. “Gizem meselesini hala kafana takıyor musun bilmiyorum ama bugün sabah onun işi bitti ve Iğdır’a geri döndü.” Dediğinde yüzümde gülümseme oluştu. Verdiği haber gerçekten güzeldi ama beni düşüren Pamir’in hala daha bu konuyu kafama taktığımı bilip bana haber vermesiydi. Bu gerçekten çok değerliydi. “Anladım, hayırlısı olmuş.”
Verdiğim cevapla güldü Pamir sesli bir şekilde. Bende onunla güldüm dayanamayarak. Ardından aynı onun yaptığı gibi seslendim. “Pamir…”
“Güzelim?” dediğinde burukça gülümsedim. “Vedalaşmadan önce konuştuklarımız…” Birden bodoslama girmiştim konuya, bu yüzden duraksayarak doğru kelimeleri seçmeye çalıştım. “Evliliğimiz için pişman değilim bunu biliyorsun değil mi? Eğer o gün sana söylediklerimle farklı şeyler düşünmene neden olduysam…” özür dilerim diyeceğim sırada sözlerim kesildi. “Bir an için farklı şeyler düşündüm ve kötü hissettirdi evet ama pişman olmadığını biliyorum…” Sakin bir sesle düşüncelerini söylerken durgun bir şekilde dinledim sözlerini.
“Kavgada etsek de birbirimizden vazgeçemeyiz, aramızdaki bağ öyle kolay kopmaz. Bunu da biliyorsun değil mi?” dedim emin olmak istercesine. Pamir onayladı. “Biliyorum, hiç aklımdan çıkmıyor ki.” Dedikten sonra meraklı bir sesle konuştu. “Nereden aklına geldi birden? Bunları halletmiştik.” Dedi Pamir kafası karışık bir şekilde. Bense hızlıca cevap verdim. “Öyle işte birden geldi, aklın kalsın istemedim.”
Pamir anladığını belirtircesine mırıltı çıkardı. “Hmm, emin ol aklım başka şeylerde takılı.” Dedikten sonra birkaç saniye duraksadı. Ardından fısıltı şeklinde mırıldandı. “Dudakların mesela, boynun…” Kışkırtıcı bir şekilde fısıldarken yüzümde bir sırıtış oluştu. Fena bir adamdı. “Neler diyorsunuz Pamir bey?” diye gülerken Pamir cevap verdi. “Aklımda neler olduğunu bil diye söylüyorum.”
“Çok iyi anladım, merak etme.” Diyerek kıkırdarken Pamir’in sesini işittim. “Güzelim kapatmam gerekiyor benim, vakit bulduğumda yine arayacağım.” Cümleleriyle içime bir kez daha ateş düşerken onayladım. “Tamam, Allah’a emanet ol. Aramanı sabırsızlıkla bekleyeceğim, dikkatli ol ne olur.” Dedikten sonra ekledim. “Seni çok çok çok seviyorum.”
“Olurum, sende dikkatli ol..” dedikten sonra aynı benim gibi ekledi. “Bende seni çok çok çok seviyorum.” Pamir’in cevabının ardından telefonu kulağımdan indirip ekrana baktım. İç çekerek içimdeki sıkıntıyı hafifletmeye çalıştım. Sesini duymuştum bu çok iyi gelmişti ama şimdi içim yine aynı sıkıntıyla dolmuştu. Tezgâhın üzerindeki sürahiden su doldurup içtikten sonra rahatlamayı beklesem de beklediğim gibi olmamıştı.
Gözyaşları gözlerime hücum ederken dudaklarımın arasından çıkan hıçkırığa engel olamadım. Neden bu sefer böyle olmuştu bilmiyordum ama zaten birbirimizi o kadar kırıp döktükten sonra ayrı kalmak ağır geliyordu, bir de abimin cümleleri bir ağırlık olarak çökmüştü bedenime…
◔◔◔
Yazarın anlatımından Sinem ve Hakan,
Sinem karşısındaki adama bakarken içindeki sıkıntıya engel olamadı. Çok uzun zamandır Hakan’dan ayrı kalmamıştı. Şimdi ne zaman biteceğini bilmedikleri bir ayrılığa sürükleniyorlardı. Endişe bir yandan korku bir yandan vuruyordu. Elbette alışıktı buna ama yine de o korku yüreğine düşmeden olmuyordu işte. Ayrıca günlerinin çoğunu Hakanla geçirirken şimdi büyük bir boşluğa düşecekti. Kapısını açtığında açılan bir kapı olmayacaktı ya da her aradığında açılan ve karşılık olarak duyduğu sıcacık ses. Sadece belli zamanlarda duyduğu kısacık bir ses olacaktı Hakan.
"Gözlerin ağlayacak gibi bakıyor ya hani, benim canımı yaralandığım zamanlardan daha çok yakıyor." Hakan sıkıntılı bir biçimde duygularını dile getirirken gözlerini Sinem’in gözlerinden çekmedi. Hakan gitmeden önce son kez yemeklerini yemişlerdi. Şimdi vedalaşma vakti gelip çatmıştı.
"Öyle söyleme..." dedi Sinem yakınırcasına. Hakan’a bir şey olma ihtimali yüreğini ağzına getirecek gibi olmuştu sadece bir sözde kalsa bile. Hakan kızın tedirginliğini iliklerine kadar hissederken uzanarak Sinem’in elini tuttu. “Tamam söylemiyorum...” dedikten sonra onu sakinleştirmek adına şaka yapmaya çalıştı. “Hani nerede benim her şeyi şakaya vuran, gülüşüyle, enerjisiyle herkesin hayatını güzelleştiren Sinem’im?”
Sinem duyduğu sözlerin hoşuna gitmesinin etkisiyle istemsizce gülümsedi. Bakışları birbirine kenetlenmiş ellerindeyken Hakan diğer elini kızın yüzüne uzatarak dudağının kenarına dokundu. “Ha şöyle gül bakayım, sana gülmek yakışıyor öyle somurtmak değil.” İçinden geçen cümleleri dile getirirken Sinem hafifçe kaşlarını çattı. “Somurttuğumda yakışmıyor yani, öyle beğenmiyor musun beni?”
Hakan, duyduğu alıngan sesle afalladı. Sinem’in aklı dağılsın diye onunla uğraşıyordu. Şimdi beklentiyle bakan gözleri gördüğünde yüzünde sırıtış oluştu. “Ne bileyim sanki pek hoş bir görüntü oluşmuyor.” Dediğinde Sinem hayretle baktı karşısındaki adama. Bunu duymayı hiç beklemediği için şaşırmıştı. “Düşüncelerinizi anlamış olduk Hakan bey, çok sağ olun.”
Küskün bir şekilde konuşurken Hakan kızın yanağından makas alarak güldü. “Şaka bir yana bu hallerin daha da hoşuma gidiyor, aklında bulunsun.” Sinem bu cümleyle göz devirirken yüzünde gülümsemesi eksik olmadı.
Hakan anlık olarak saate doğru baktığında Sinem’in biraz olsun azalan sıkıntısı şimdi tekrardan arttı. “Saate bakıldığına göre gitme vakti yaklaştı sanırım.” dediğinde Hakan iç çekerek başını salladı belli belirsiz. Oturduğu yerden ayağa kalktığında Sinem’de onunla birlikte ayaklandı.
“Yemekler çok güzel olmuştu, annemden sonra yediğim en güzel yemekler.” Dedi Hakan beğenmiş bir biçimde. Ardından ekledi. “Evlendiğimizde kilo alacağım sanırım.” Diye çıkarımda bulunurken Sinem duraksadı. Evlilik kelimesini duyduğunda içinde oluşan kelebeklere engel olamadı. Yine de garip geliyordu.
Devrim ile hep bu tarz şeyleri düşünürlerdi. Şimdi arkadaşı evlenmişti. Sıra ondaydı ama garip geliyordu işte. Kim derdi ki Ankara’dan sonra Hakkari’ye geleceksin ve orada aşkınla karşılaşıp evlenmek isteyeceksin. Böyle bir şey dense bile Sinem inanmazdı muhtemelen. Ama şu an bunları yaşıyorlardı.
Sinem’in sessizliği Hakan’ın kaşlarını çatmasına neden olurken içinden Sinem’in sessizliğinin sebebini de sorgulamaya başlamıştı. “Sinem…” diye kıza seslendiğinde Sinem düşüncelerinden sıyrıldı. Hakan ise ekledi. “Evlilik lafını duymak pek hoşuna gitmedi sanırım, düşüncelere daldın.” Dedi sıkıntılı bir şekilde. Sinem bu sözlerle hızla itiraz etti. “Hayır, olur mu öyle şey. Sadece düşününce garip geldi, ne bileyim..”
Hakan anlamaz gözlerle ona bakarken Sinem kendini açıklamak adına tekrar konuştu. “Yani ikimizin arasında bir şeylerin olması düşüncesi bile şaşırtırken evlilik daha da uzak geliyordu.” Sinem’in sözlerini Hakan devam ettirdi hevesle. “Ama şimdi yakın geliyor.” Dediğinde Sinem başını sallayarak onayladı.
Hakan aralarındaki boşluğu kapatmak adına Sinem’e yaklaşarak iki elini de kızın beline sardı. Direkt olarak gözlerine bakarken mırıldandı. “Bu konuyu sonra konuşuruz.” Aslında ima ettiği şey belliydi, artık gitmesi gerekiyordu. Sinem bunu anladığı anda başını Hakan’ın omzuna yaslayarak sıkıca sarıldı sevdiği adama.
Birbirlerine sıkıca sarılırlarken Hakan aylarca kızın kokusunu soluyamayacak olduğunu bilerek burnunu Sinem’in ensesine doğru yaslayarak derince nefes aldı birkaç kere. Ardından sıcacık dudaklarını kızın tenine yaslayıp öperken Sinem o anlarda içinin eridiğini hissetmişti. Hakan’ın dokunuşlarını her zaman için seviyordu ama bu daha da içine işliyordu sanki.
Aynı Hakan’ın yaptığı gibi onun kokusunu ciğerlerine hapsederken mırıldandı. “Kendine dikkat et ne olursun.” Bu sözlerle Hakan’ın kolları daha da sıkılaştı. “Ederim, aklın kalmasın diyeceğim ama kalacak biliyorum.” Sinem bu sözlerle bir şey söylemedi, çünkü ne söylese boştu. Yine de ağlamamak için gülerek konuştu. “İnstagramdan sana bir sürü reels atacağım, onlara görüldü atsan bile iyi olduğunu anlarım.”
Sinem’in sözleri ile Hakan güldü sesli bir şekilde. “Anlaştık.” Diye karşılık verdikten sonra hafifçe kızdan ayrıldı. Ancak aralarındaki mesafeyi açmadı. Kızın yüzünü avuçları arasına alarak saçlarının bitimine dudaklarını bastırıp uzunca öptü. Ardından hiç vakit kaybetmeden dudakları ait olduğu yere ulaştı; Sinem’in dudaklarına.
Uzun ve hasret giderircesine dudaklarını emerken Sinem’de ona karşılık verdi büyük bir istekle. Çok uzun sürmeden dudakları birbirinden ayrılırken ilk konuşan Sinem oldu. “Seni seviyorum..”
“Bende seni çok seviyorum.” Dedi Hakan hızlıca karşılık vererek. Birbirlerine derin derin bakarlarken Hakan mecburen temaslarını kesmek zorunda kaldı. Artık gitme vakti kalmıştı. Bu tarz ilişkilerde en zoru da buydu zaten, aralarına girecek olan uzun ayrılıklarla baş etmek. Ama ikisi de bunun üstesinden çok iyi bir şekilde geliyordu, gelmeye de devam edeceklerdi…
◔◔◔
5 gün sonra…
Devrim Akyol Arslan’ın anlatımından,
Sude’nin gözaltı süresini başsavcımın bilgisi dahilinde bir süre daha uzatmıştım ve verdiğimiz notların incelemesinin bitmesini beklemiştim. Nihayet 5 günün sonunda incelemeler bitmişti ve elimize ulaşan rapora göre Sude’nin yazdığı notla Elif’in evinde bulduğumuz intihar notu %75,5 oranda uyuşmuştu. Sonucun böyle çıkması biraz hayal kırıklığına uğratmıştı elbette. Ama yine de sonuç yadsınamayacak derecede yüksekti. Bu da yazıyı Sude’nin yazmış olma ihtimalini doğruluyordu. Mert’in yazdığı ise %5 bir benzerlik göstermişti.
Durum böyle olduğunda iddianamesini tamamlayarak nöbetçi mahkemeye başvurmuştuk ve hemen bugün için bir duruşma ayarlanmıştı. Sude hala kendinin yapmadığını savunurken ailesi onun için güçlü bir avukatta tutmuştu ve işin içine ailede girdiğinde onun ailesinin de Hakkari’nin ileri gelenlerinden olduğunu öğrenmiştik.
“Müvekkilimin Elif Taşan’ın evine girdiği, onunla kavga ettikten sonra evinden çıkıp bir sokakta duyduğu lafları sindirmek ve sakinleşmek için oturduğu kamera görüntülerinde görülmektedir sayın başkan.” Sude’nin avukatı Veli beyin savunmasını dinlerken bakışlarım hem Sude’de hem Sude’nin ailesinde hem de Mert ve onun avukatındaydı.
“Yine önünüzdeki ifadede görüldüğü gibi müvekkilim yaşadıklarını büyük bir şeffaflıkla anlatmıştır.” Diye sözlerine devam ettiğinde Sinem önündeki kâğıda baktı ve ardından suçlu kürsüsünde bulunan Sude’ye baktı. “Tekrar anlat, o gece ne oldu?”
Bakışlarım Sude’ye döndüğünde Sude ağlamaklı bir şekilde sözlerine başladı. “Savcı hanıma da anlattım, kavga ettik ve ağır laflar söyledi bana. Ben o yüzden evden çıktım ağlayarak. Sonra da barışmak için tekrar gittim.” Dediğinde yine gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı. O sessizleştiğinde avukatı tekrardan konuştu. “Gördüğünüz gibi sayın başkan Sude hanım, arkadaşının intiharı için çok üzgün. Ayrıca elinizdeki delillerde onun suçluluğunu kanıtlayan bir bulgu da yok. Savcı hanımın gönderdiği notlar ve intihar mektubunun karşılaştırılmasında %100’lük bir oran yok. Bu yüzden müvekkilimin tutuksuz yargılanmasını talep ediyoruz.”
Kılıfına çok güzel uyduruyorlardı ama bu oran yine de ihmal edilmemeliydi. “Devrim savcım?” Sinem’in bakışları bana doğru döndüğünde genzimi temizledim ve önümdeki iddianameye baktım. “Sude Rugay’ın o eve girdiği kesin ve kamera kayıtlarıyla belgelenmiş durumda. Evden çıktığı zaman aralığıyla ekiplerimize giden ihbarın zamanı uyumlu. Apartmanı gören tek kamera kaydında binaya Elif’in tanıdığı başka kimsenin girmediği bariz olarak belli. Sude’nin kendi eliyle yazdığı not ve Elif’in evinden çıkan intihar notu ihmal edilemeyecek kadar uyumlu. Ayrıca Elif intihar etmeyi aklına koyup not yazdıysa Sude o sehpanın üzerinde not kağıdını görürdü, ifadesinde bundan bahsetmedi. Bu da o intihar mektubunun sonradan oraya konduğunu kanıtlar.”
Bulduğumuz tüm delilleri sıraladıktan sonra ekledim. “Bütün bunlar dikkate alındığında sanığın tutuklu yargılanmasını talep ediyorum.” Sözümü bitirdiğimde Sude’nin ailesinin itiraz dolu sesini duydum. Sinem bakışlarını onlara çevirirken sert bir sesle konuştu. “Sessizlik!”
Ortamda sessizlik hâkim olurken Sinem konuşmaya başladı. “Sanığın savunması dinlendi, savcının mütalaası alındı. Bütün deliller incelendiğinde delillerin yetersiz olduğuna ve yeni deliller bulunana kadar sanık Sude Rugay’ın tutuksuz olarak yargılanmasına karar verilmiştir.”
Duyduğum cümle ile başımdan aşağı kaynar sular dökülürken oracıkta kalakaldım. Sinem ayağa kalkıp mahkeme salonundan çıkarken Sude ve ailesinin sevinç gösterilerini gördüm. Bu sinirime dokunurken boğazıma bir yumru oturdu. Notu Elif’in yazmadığı belliyken, Sude’nin o eve girdiği delillerle sabitken tutuksuz yargılama çıkmıştı. Bir genç kız öldürülmüştü ama onu öldüren elini kolunu sallayarak dışarıda gezecekti. Bundan sonraki senaryoda belliydi: Sude yurt dışına kaçırılacaktı. Bu kararı veren kişinin arkadaşım olması, dahası bir kadın olması gerçekten içime oturmuştu.
Tamam tutuksuz yargılama yapmıştı ama yurt dışına çıkma yasağı verilebilirdi. Deliller toplanana kadar bunun yapılması en makul olanıydı. Oturduğum yerden ayağa kalkarken Mert ve avukatının da hırsla salondan çıktığını gördüm. Odadan çıkıp Sinem’in odasına doğru ilerlerken sinirime hâkim olmaya çalıştım. Böyle olmamalıydı. Yaptığı yanlıştı.
Sinem’in odasına ulaştığımda fevri davranarak kapıyı çalmadan açtım hızlı bir şekilde. Sinem’in bakışları bana doğru dönerken şaşkın bakışlarla bana baktı. “Nasıl böyle bir karar verirsin?” Hırslı bir şekilde sorduğum soruyla birlikte kaşları çatıldı. Bense devam ettim. “Kızın suç işlediği belli, nasıl elini kolunu sallayarak gitmesine izin verirsin. Şimdi sırra kadem basacak, gencecik bir kız öldürüldü!”
“Siz bana hesap mı soruyorsunuz Devrim savcı?” Aniden büründüğü resmi halle birlikte afallasam da laflarımın arkasında durdum. “Bir haksızlık olduğunu düşünüyorum ve evet hesap soruyorum.” Dediğimde Sinem elini beline yasladı. “Kararlarımı sorgulamak sana düşmez. Arkadaşınım diye böyle gelip bana hesap soramazsın. Karşında kim olduğunu unutuyorsun.” Üstüne bastıra bastıra söylediği şeyle yutkundum. Sinem ise devam etti. “Deliller yetersizdi, bir genç kız öldürüldüyse başka bir genç kızın özgürlüğü söz konusuydu. Kusura bakma her zaman her şey senin istediğin gibi olmaz. Şimdi bir hâkime nasıl davranman gerekiyorsa öyle davran. Karşında üstün olduğumu unutma.”
Evet karşımdaki başka bir hâkim olsaydı gelip böyle hesap soramazdım bu doğruydu. Ama ona da yaptığının yanlışlığını söylerdim. Aynı şimdi Sinem’e yaptığım gibi. Çünkü verdiği karar yanlıştı. Yerimi hatırlatması iyi olmuştu. Yaptığı yanlıştı ve arkadaşımın böyle bir şey yapması gerçekten zoruma gitmişti. Deliller yetersiz falan değildi. “Peki Hâkime hanım.” Dedim üstüne bastıra bastıra istediği gibi. Ardından ekledim. “Kararınıza itiraz edeceğim.”
“Nereye itiraz etmek istiyorsanız edebilirsiniz, şimdi izninizle savcı hanım. Bir daha da karşıma bu tavırla gelmeyin, sonucu farklı olur bu sefer.” Dedi sertçe. Hiç beklemeden odadan çıkarken hırsla kapattım kapıyı. Elimi saçlarımın arasından geçirirken sinirimden dolan gözlerimi kapadım sakinleşmek adına. Fevri davranmıştım, gelmemem gerekiyordu ama o da çok büyük bir hata yapmıştı.
Ayrıca bu yaptığım ilk hataydı ve direkt olarak sonucunun farklı olacağını vurgulaması gerçekten kırılmama neden olmuştu. Belli ki eskisi gibi bir dava üzerinde tartışmayacaktık hâkime hanımla. Benden üstünlüğünü bu şekilde vurgulayacaksa zaten konuşmamıza da gerek yoktu. Yine de verdiği karardan sonradan pişman olacağını biliyordum. Çünkü en azından yurt dışı yasağı konması gerektiğini kendisi de düşündüğünde anlayacaktı. Ama ne yazık ki iş işten geçebilirdi bu süre zarfında. Bir suçlu elini kolunu sallaya sallaya gezebilirdi. Zaten ülkemin adalet sistemi buna çok uygundu.
Hızlı adımlarla kendi odama doğru ilerleyerek direkt olarak içeri girdim. Bilgisayarımın başına oturarak verilen karara itiraz dilekçesi yazdım ve hızlı adımlarla bunu verilmesi gereken yerlere teslim ettim. Ardından da çantamı alarak odamdan çıktım. Bu hiç iyi olmamıştı.
◔◔◔
Yazarın anlatımından Işık ve Bora
Bora ve Işık’ın birbirlerine, daha doğrusu Işık’ın duygularından emin olup Bora’ya duygularını anlatmasının üzerinden 1 buçuk ay geçmişti neredeyse. İkisi de bu kararı hayatımın en doğru kararı diye dile getiriyordu. Öyleydi zaten de. İkisi birbirlerinde huzuru bulup üzüntülerini, sevinçlerini birlikte yaşayacaklardı.
"Güzelim, ben iyiyim..." Bora sıkıntılı bir şekilde önünde dikilen kadına bakarken Işık kaşlarını çatarak elini beline koydu. "Susar mısın?" dedikten sonra Bora’nın gömleğinin düğmesine elini götürdü. Yavaş yavaş düğmeleri açarken Bora yutkunmadan edemedi. Işık’ın tenine değen parmakları iyi gelmek yerine başka şeyler düşünmesine neden oluyordu.
Yine de bu duyguları geri plana atarak elini Işık’ın saçına doğru götürdü. Gözüne doğru gelen saçları kulağının arkasına itinayla yerleştirdi. Işık bu hareketle bakışlarını Bora’nın çıplak göğsünden çekerek gözlerine çevirdi. O anda kahvelerle yeşiller birbiriyle buluşup bir renk cümbüşü oluşturdu. Yoğunlaşan bakışlarının ardından Işık mırıldanmadan edemedi. "Neden öyle bakıyorsun?"
Bora’nın dudaklarında küçük ama keyifli bir sırıtış oluştu. "Nasıl bakıyorum?" Bunu söylerken kızın yanağında tuttuğu eliyle yanağını sevmeye devam etti. Işık, tuttuğu yakaları bırakmayıp sıkıca tutarken gözlerini adamın gözlerinden çekmedi. "Öyle işte.." diyebildi sadece. Yoksa beni öpmek ister gibi demeyi becerebilir miydi bilmiyordu. "Nasıl işte?" Bora yüzlerini hafifçe yaklaştırıp sırıtışına devam ettiğinde Işık hafifçe kaşlarını çattı. Bora onun bu tepkisiyle gülüşünü büyütürken baş parmağı kızın dudağının kenarına doğru uzandı.
Bakışları da baş parmağıyla birlikte dudağına kayarken Işık bunu fark ederek dudaklarını yaladı. Bu hamle Bora’nın ilgisini daha da üzerine çekmesine neden olduğunda Işık'ın bakışları da sevdiği adamın dudaklarına kaydı. Bakışlarını kaçırmak yerine dudaklarını ona daha çok yaklaştırmayı seçti. Aralarındaki mesafeyi azaltırken Bora’nın yaptığı şeyi devam ettirdi. "Beni öpmek istermiş gibi." Lafının sonlarına doğru usulca Bora’nın gözlerine bakarken onu içi gidermişçesine kendine derin derin baktığını gördü.
Hamlenin Bora’dan gelmesini beklemeden gözlerini kapatarak dudaklarını sevdiği adamın dudaklarına bastırdı. Dudaklarının arasında yaşanan ilk temasla ikisinin içinde de kavuşmanın vermiş olduğu duygular ortaya çıkarken Bora diğer eliyle kızın belini tutup kendine daha çok yasladı. Yanağında yaslı olan elini ise boynuyla çenesi arasında olan kısma kaydırarak öpüşünü derinleştirdi. Daha aylar önce bu dudaklara kavuşmak için can atan dudakları şimdi isteğine ulaşmıştı. Işık da ondan farksız değildi. Eliyle Bora’nın yakalarını sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu öpücüğün etkisiyle düşmemek için.
Dudakları birbirinin dudaklarını ezerken aldıkları haz boylarını aşmıştı. İkisi de bu hissin bağımlısı olacağının bilincindeydi ve bundan çok memnunlardı. Ayrıca evde tek olmaları, yanlarında kimsenin olmaması da bu anı daha güzel ve özel yapıyordu.
Dudakları arasında santimetrelik bir boşluk oluşmuşken nefesleri birbirine karışmaya devam ediyordu. Alınları birbirine yaslanmışken ikisinin de gözleri kapalıydı. "Seni seviyorum, çok seviyorum hem de..." Bora, öpüşmenin verdiği yoğunlukla boğuk çıkan sesine engel olamadan kalbinden geçeni dile getirdiğinde Işık gülümsedi. "Bende seni çok seviyorum." diye karşılık verirken gözlerini araladı usulca. Sevdiği adamın yüzünü uzun uzun bakmaya doyamadı.
Ardından aralarındaki mesafeyi açmadan mırıldandı. "Sıra benim isteğimde." diyerek açtığı düğmelerin altından Bora’nın yarasına doğru baktı. Dikişler iyileşmişti. Yara kapanmaya başlamıştı. Bora kıza engel olmasa da gözlerini üzerinden çekmedi. "Ne şanslıyım ki doktorum ayağıma kadar geliyor her seferinde." Şakavari bir şekilde konuşurken Işık bakışlarını yaradan çekip adamın gözlerine baktı. "Sakın böyle şanslıyım diye düşünerek devamını getirme. Bu sefer ayağına kadar gelmem." dedi ima ile. Tabii ki içinden geçenler belliydi. Bir daha seni böyle görmek istemiyorum demekti. Bora bunu anlayarak güldü. "Ben senin ayağına gelirim merak etme." dediğinde Işık başını omzuna doğru eğdi. "Tamam demen gerekiyordu." Dedi sitemle.
"Pardon doktor hanım, tamam." dedi Bora kabullenerek. Işık aldığı cevapla tatmin olarak güldü. "Ha şöyle."
Işık yaradan emin olduktan sonra düğmeleri tekrardan ilikledikten sonra tekrar konuştu. "Yaran iyi durumda." dediğinde Bora ben demiştim der gibi baktı Işık’a. Ardından da konuştu. "Madem iyiyim, o zaman şöyle otur. Ellerimden bir kahve iç. Bak güzel yaparım."
"Çok iddialıyız." dedikten sonra kolundaki saate baktı Işık. Daha vakti olduğunu görerek onayladı. "Peki o zaman, bir kahveni içerim." dediğinde Bora onaylayarak salondan çıktı. O kahveyi hazırlamak için mutfağa giderken Işık televizyon ünitesine doğru yaklaştı. İlk geldiği gün dikkatini çerçevedeki bir fotoğraf çekmişti.
Çerçeveyi eline alarak dikkatle fotoğrafa baktı. Devrim, Bora, Turan Bey ve Ahu hanımın bulunduğu bir aile fotoğrafıydı. Bora’nın üzerinde haricisi, tüm aile üyelerinin yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Turan bey gururlu, Ahu Hanım hem gururlu hem duygulu, Devrim ise hayranlıkla bakmıştı Bora’ya. Tüm aile üyelerine baktıktan sonra bakışları sevdiği adamı buldu. Haricinin ne kadar yakıştığını düşünürken içinin eridiğini hissetti ve aynı Devrim gibi hayranlıkla baktı.
Ne kadar baktığını anlamazken Bora’nın sesini işitti. "Kahvelerimiz geldi." Işık, Bora’nın sesiyle bakışlarını fotoğraftan çekerken Bora elindeki kahve tepsisini sehpaya koyduktan sonra direkt olarak Işık’ın yanına ilerledi. Elindeki fotoğrafa bakarken aklında canlanan görüntülerle yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Üsteğmen rütbesi aldığım törende çekilmişti bu fotoğraf, sonra da zaten bir daha böyle fotoğrafımız olmadı."
Bora içi acıyarak söylediği cümle ile Işık’ın da içinde bir burukluk oluştu. Onun babasıyla olan fotoğrafları hep küçüklüğe dayanıyordu. Yine de şu an bunu düşünüp canını sıkmak istemediği için mırıldandı. "Annen çok güzel kadınmış, Devrim ona benziyor."
"Öyledir." dedi Bora kabullenerek. Ardından ekledi. "Hadi kahvelerimiz soğuyor." dedi lafı değiştirmek için. Işık buna uyum sağlayarak içten bir gülümseme sundu karşısındaki adama. "Bakalım övdüğün kadar var mı?" dediğinde Bora egoyla cevap verdi. "Ben övmüyorum, insanlar söylüyor."
Işık kahvesinden içerken tek kaşını kaldırdı. "Çok yaptın yani?" dediğinde Bora sırıttı kızın sözlerinin altında yatan imayı sezerek. Yine de cevap vermekten de geri kalmadı. "Sadece benim için özel olan kişilere."
Işık aldığı cevapla memnun olarak kahvesinden bir yudum daha içti. Hakkını yiyemezdi, gerçekten güzel olmuştu. Ayrıca buna ihtiyacı olmadığını da söyleyemezdi.
"Annenle konuştun mu?" Bora aralarındaki sessizliği bozarken Işık belli belirsiz başını salladı. "Konuştum, pek gönlü olmadı." Aslında hiç gönlü olmamıştı. Hep kendini Işık gelecek diye avuttuğu için şimdi kızının gelmemesi hiç iyi olmamıştı onun için. Bu yüzden Işık’ın üzerinde baskı kurmaktan çekinmiyordu ve yanına gelsin istiyordu.
Bora ne diyeceğini bilemedi o an. En başından söylemişti istersen annenle tanışırım ya da sen Tekirdağ’a dönebilirsin diye. Ama Işık ne annesiyle tanıştırmaya yanaşmıştı ne de Tekirdağ’a dönmeye. İlk konuda hak veriyordu, aralarında olan her şey daha yeniydi ve tanıştırmak istemeyebilirdi. Ama bir anneyle kızı arasında sorun olmak da istemiyordu.
Işık, Bora’nın aklından geçenleri okumuşçasına tekrar konuştu. "Tekirdağ’a dönmeyeceğim Bora. Burada bir düzenim var, sen varsın. Seni bırakmaya gönlüm razı değil." dedi samimi bir biçimde. Bora bu cümleyle kalbinin hızına engel olamazken elini uzatıp kızın elini tuttu sıkıca. "Bende senden ayrılmayı hiç istemiyorum, burada yanı başımdasın. İstediğim zaman görebiliyorum, sarılabiliyorum. Benim de seni bırakmaya gönlüm razı değil. Ama böyle de canın sıkılıyor, bunu da istemiyorum."
Işık duyduğu güzel sözlerle birlikte elini Bora’nın eline yasladı. Yüzünde güzel bir gülümseme oluşurken mırıldandı. "Neden daha önce karşıma çıkmadın ki sen benim?" dediğinde bunu samimi bir şekilde söylemişti. Gerçekten de daha önce Bora gibi biri karşısına çıkmamıştı. Bora istemsizce bu söze gülümserken mırıldandı. "Bizim için doğru zaman değildi belki de." Doğruydu, belki de birbirlerinin karşılarına daha önce çıksalar aralarında böyle bir ilişki olmayacaktı.
İkisi de kahvelerini içip bitirdiklerinde Işık kolundaki saate baktı. "Saate bakıldığına göre gitme vakti." Bora duygularına tercüman olurcasına konuşurken Işık başını salladı. "Mecburen, hastalar beklemiyor biliyorsun." dediğinde Bora onayladı. "Biliyorum..."
Işık ayağa kalkarken Bora’da onunla ayaklandı. İkisi arkalı önlü kapıya ilerledikten sonra Işık Bora’ya doğru baktı. "Bu zamana kadar siz misafir ettiniz beni, Turan amca gitmeden bana da gelin." dediğinde Bora düşünceli bir şekilde cevap verdi. "Sen hastanede yoruluyorsun, bir de bizi mi ağırlayacaksın?" Işık aldığı cevapla hafifçe kaşlarını çattı. "Olur mu canım öyle, seve seve ağırlarım. Gerçi sana neden söylüyorsam ben Devrimle ayarlarım." dedi Işık yeni aklına gelmiş gibi.
Bora buna güldü. "Kardeşimle benden daha samimisin gibi hissediyorum bazen." dediğinde Işık göz devirmeden edemedi. "Arkadaşım o benim, tabii ki samimiyiz." dedikten sonra ekledi. "Bak geç kalıyorum lafa tutma beni." dediğinde Bora onayladı. "Tamam, tutmuyorum." diyerek kollarını açtı usulca kıza sarılmak için.
Işık bu hamleyle Bora’nın kollarının arasına girdi ve sıkı sıkı sarıldı. Ardından kollarının arasından çıkmadan uzanarak Bora’nın yanağına uzunca dudaklarını bastırıp öptü. "Görüşürüz sevgilim." dediğinde Bora şapşal bir gülümseme ile baktı ona doğru. "Görüşelim güzelim."
Tam Işık’ı uğurlamak için kapıyı açarken çalmaya başlayan telefonuyla birlikte ikisi de irkildi. Bora direkt olarak cebindeki telefonu çıkartırken kapıdaki nöbetçi olan askerlerden birinin aradığını görerek beklemeden açtı telefonu. "Efendim?"
O sırada Işık’ta meraklı bir şekilde bakıyordu ona doğru. Böyle ansızın gelen telefonlar genelde görev emri için olduğundan dudaklarını dişlemeye başlamıştı bile tedirginlikle.
"Komutanım, kapıda bir bayan var sizi tanıdığını söylüyor ancak kimliğini vermiyor." dediğinde kaşları çatıldı Bora’nın. Onun tanıdığı kişiler böyle bir zorluk çıkarmazdı bunu biliyordu. "İçeri sokmayın, geliyorum." diye emir verdikten sonra telefonu kapattı. Ona merakla bakan kadına doğru dönerek konuştu. "Kapıda biri varmış beni soran."
"Gel götüreyim seni kapıya kadar." dedi Işık. Bora onu onaylayarak anahtarını aldı ve evin kapısını çekti. Arkalı önlü merdivenlerden indikten sonra Işık’ın arabasına bindiler ve kapıya doğru ilerlediler. Kapıya yaklaştıklarında kapının önünde, askerlerin önünde dikilen kadın dikkatini çekti ilk önce Işık’ın.
Sarı saçlı, giyiminden ben zenginim diye bağıran bir kadındı. Bu kadının Bora ile nasıl bir tanışıklığı olduğu sorgularken Bora o kadını görür görmez kaşlarını çatmıştı bile. Yanındaki kadının aşkla doldurduğu, sevgisiyle iyileştirdiği kalbinde karşısında gördüğü kadın için bir boşluk duygusu oluştu. Ona karşı nefret bile hissetmiyordu çünkü. En büyük hayal kırıklığıydı karşısındaki kişi, en büyük pişmanlığı...
◔◔◔
Yazarın anlatımından,
Tim operasyona çıkalı günler olmuştu... Günler günleri, haftalar haftaları kovalamıştı. Yaklaşık olarak 45 gündür dağ, taş, dere, tepe demeden günlerini gün ediyorlardı. Operasyonun ilk adımı çok başarılı bir şekilde gerçekleşmişti. Soner ve Gizem’in evli rolünde bulunduğu, Pamir’in ise onlara koruma olarak eşlik ettiği görevde birçok mühimmatın bulunduğu mağara, depo; uyuşturucu bulunan binalar gibi birçok bilgi elde edilmişti.
Ele geçirilen koordinatlar ülkenin özel kuvvetler komutanlığıyla, iç işleriyle paylaşılmış ve birçok operasyon düzenlenmişti. Elde edilen koordinatlar kah Anadolu’nun ortasında kah batıda kah doğuda birçok ildeydi. Hakkari’nin merkezinde olan yerler polislerin ve özel harekât timlerinin gözetimindeyken sınır dışında tespit edilen yerler Sancak timindeydi. Tabii ki diğer illerin sınırları da oradaki özel kuvvetleri ilgilendiriyordu.
Pamir ele geçirmeleri gereken depodan uzak bir tepede dürbünüyle depoya doğru baktı. Ellerinde tüfeklerle depoyu koruyan teröristler görüş açısına girerken telsize doğru konuştu. “Konum bildirimi yapın.”
Verdiği emirle birlikte telsizde Kürşat’ın sesi yankılandı. “Saat 9 yönünde 3 terörist var.” Kürşat’ın ardından Batuhan’ın sesi duyuldu. “12 yönünde 4 kişi.” Batuhan’ın ardından ise Ahmet cevap verdi. “3 yönünde 6 kişi var.”
O sırada Taner, nişancı tüfeğiyle depoyu net bir şekilde görebileceği bir yere gizlenmiş ve kontrol yapmaya devam ediyordu. Pamir kendilerinin bulunduğu tarafa tekrardan bakarak 6 teröristin de bu tarafta olduğunu gördü. İçeride kaç kişi olduklarını bilmiyordu ama halledilirdi. “Ne dersiniz beyler, kolay halledilir gibi duruyor.” Dürbünü indirip telsize doğru konuştuğunda Yiğit’in onaylayan sesi duyuldu. “Çocuk oyuncağı komutanım, sarı torbalar onları bekliyor.”
Pamir bu sözle gülümserken telsize doğru tekrar konuştu. “Kimse silahına davranmasın, dışarıdayı sessizce halledeceğiz ki içeridekiler bir şey anlamasın.” Dediğinde tüm timden aynı cevabı aldı. “Emredersiniz komutanım!”
Aldığı cevapla tatmin olduğunda konuştu. “Dikkatli olun. Dışarıdakiler hallolduğunda Soner, Hakan ve Batuhan arkadan girsin. Benle Kürşat’ta ön kapıdan gireceğiz. Yiğit ve Ahmet dışarıda güvenliğimizden sorumlu. Taner sende gözlerini dört aç.” Pamir’in verdiği emirle birlikte hepsi onun dediğini onayladığında harekete geçmeye başladılar.
Pamir kemerinde asılı duran bıçağını çekip çıkartırken sessiz olmak adına yavaş adımlarla depoya doğru ilerlemeye başladı. Önüne çıkan ilk teröriste seri adımlarla yaklaştıktan sonra omzunun üzerinden sarılıp bir eliyle ağzını bıçak olan eliyle adamın boynunu keserek sessiz bir biçimde yere yatırdı. Aynı sessiz adımlarla deponun duvarına yaklaşıp sırtını yaslarken yavaşça başını duvardan çıkartıp deponun diğer duvarına doğru baktı.
İki kişi olduğunu görüp derin bir nefes alırken hafifçe eğilerek arkası dönük olan diğer teröristin arkasından yaklaştı. Onu imha edeceği sırada duvarın önündeki diğer teröristin onları fark edip silahına doğrulduğunu fark ettiğinde elindeki bıçağı tam kalbine gelecek şekilde fırlatırken diğer kolunu da arkasında bulunduğu teröriste doğru sardı. Bıçağı attığı terörist kalbine giren keskin aletin etkisiyle yere yığılırken derin bir nefes verdi ve boynuna sarıldığı diğer teröristin boynunu kırdı hızlı bir hamleyle.
Onu da diğeri gibi yere yatırırken diğer teröriste ilerleyeceği sırada Hakan’ın onu imha ettiğini gördü. İki arkadaş göz göze gelirken Hakan göz kırptı. Pamir başını eğip kaldırarak selam verirken telsizden gelen fısıltıları duydu Pamir. “Saat 3 yönü temiz.”
“9 yönü de!”
“12 yönü de tamam!”
Pamir aldığı cevaplardan tatmin olurken Taner’de konuştu. “Etraf temiz, hepsi imha edildi. Başka tehlike görünmüyor. İçeri girebilirsiniz.”
“Konuştuğumuz gibi, giriyoruz.” Dedi Pamir. Kürşat ile ön kapıya ulaşarak sessiz bir şekilde içeri girdiklerinde en önden ilerlemeye devam etti Pamir. İlk kapıya yaklaştıklarında seri hamleyle başını uzatıp elindeki silahı içeri doğrulttu. Ancak boş olduğunu görerek hayal kırıklığına uğradı. O sırada Kürşat’ın başka bir odaya girdiğini gördü. Onun da eli boş olarak çıktığını gördüğünde kaşlarını çattı. Deponun böyle boş olması normal değildi.
İşaret ve orta parmağını birleştirip ileriyi doğru işaret ederken önden ilerlemeye devam etti. Deponun en büyük kısmına ilerlediklerinde bu sefer kapıdan ikisi de aynı anda girdiler ancak içerisi yine boştu. Yine de içeride bir şeyler bulabileceklerini düşünerek tarama yaparlarken Pamir beyaz bir çarşafın kapattığı nesneye doğru ilerledi.
Dikkatlice nesnenin üzerini açarken gördüğü düzenekle birlikte soğukkanlılığını koruyarak telsize doğru bağırdı. “ÇIKIN DEPODAN! TUZAK BU!” Pamir’in emriyle birlikte depodan acil olarak çıkış yaparlarken Pamir ve Kürşat’ta hızlı adımlarla girdikleri odadan çıktılar. Tam o sırada girdikleri en büyük kısmın karşı odasındaki 3-4 yaşlarındaki çocuk dikkatini çekti Pamir’in. Sandalyede bağlı, korku dolu gözlerle ona bakıyordu. Yanakları ve gözleri ağladığı için kıpkırmızıydı.
O an Pamir’in içindeki merhamet kıvılcımları büyüdü. Bu çocuğu burada bırakamazdı. Bombanın yaklaşık 3 dakikası olduğunun bilinciyle hızlı bir şekilde odaya girerken odanın içinde kesici alet aramaya koyuldu. Kendi bıçağı dışarıda kalmıştı. “Komutanım!” Kürşat’ın panik sesini işittiğinde hızla karşılık verdi Pamir. “Bıçağını verip çık buradan!” Birine bir şey olmasını istemiyordu. Kürşat hızlı bir şekilde komutanının isteğini yapıp silahını uzattığında Pamir eline alarak hızlıca bağırdı. “Çık şimdi!”
Kürşat emri yerine getirirken Pamir hızlı bir hamleyle çocuğun eli ve ayağını çözerken saniyelerle yarışıyordu. Yine de panik duygusunun onu ele geçirmesini engelleyerek hızlı bir hamle ile çocuğu iplerden kurtarıp tuttuğu gibi kucağına aldı ve seri adımlarla deponun kapısına doğru ilerlemeye başladı. Aynı anda telsizinden gelen sesleri de duyuyordu. “Pamir komutanım içeride!” Batuhan’ın sesiydi bu. Sonra Hakan’ın sesini duydu. “Sakın içeri gireyim deme, eli kulağındadır.”
Komutanlarını panik halinde depodan uzakta bekleyen tim üyeleri dikkatle depoya bakarken kulakları sağır edecek düzeyde bir ses yankılandı etrafta. Patlamanın etkisiyle yer sallanırken dumandan göz gözü görmeyecek hale geldi. Alevler depoyu sarıp aydınlık olan gökyüzünü daha da aydınlatırken ateşin sıcağı etrafı yakmaya başladı…
Bölüm Sonu
🌟Kaybolan Yıllar'ın finalinin ardından devam etmek üzere yeni kurgum olan 'ADAVET'in alıntısını yayınladım. Merak edenleriniz olursa profilimde bulabilirsiniz:)
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?
‣‣‣ Pamir ve Devrim’in telefon konuşmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
‣‣‣ Neva ve Yiğit sahnesi nasıldı? Neler olacak sizce aralarında?
‣‣‣ Işık ve Bora sahnesini beğendiniz mi? Bölüm sonunda gelen kişiyi tahmin ediyorsunuzdur muhtemelen...
‣‣‣ Bora’nın söylediklerine katılıyor musunuz? Bence birçoğunuz katılıyorsunuz ama katılmayan da çok olacak gibi:)
‣‣‣ Sinem ve Hakan nasıldı? Onları da evlendiriyor muyuz sizce yakında?
‣‣‣ Sinem ve Devrim sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sinem doğru bir karar mı verdi sizce? Devrim tepkisinde haklı mıydı?
‣‣‣ Yazarın anlatımından olan kısım nasıldı? Ufak bir operasyon kesiti okuduk… Sizce neler olacak? Tahminleriniz var mı?
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı merakla bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
115.79k Okunma |
9.82k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |