🖇️Herkese selamlar, nasılsınız?
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
Çok uzun zaman oldu görüşmeyeli. Aslında ta temmuz ayında atmayı planlamıştım bunu ama wattpadin kapanması tüm ilhamımı alıp götürdü. Sonra ağustos ayında bir kayıp yaşadım. Toparlanmam biraz zaman aldı, üniversitem açıldı falan derken ancak vakit bulabildim yazmak için, epey soran oldu özel bölümü, beklettim sizi kusura bakmayın.
🖇️ Hepinize sağlıklı, mutlu, güzel yıllar dilerim. Yeni yılımız kutlu olsun…
✨️Bölümü ithaf edeceğim birkaç okuyucu vardı, isimlerini not almamışım. Bu yüzden bu bölümü onlara ve okuyan tüm okuyucularıma ithaf ediyorum...
Özel Bölüm.3
12 Aralık
Elimle karnımı severken bir yandan da oğlumun kıyafetlerini gardıroba yerleştiriyordum. Hazal büyük bir heyecanla yanımda dikiliyor, dürdüğüm kıyafetleri bana doğru uzatıyordu. En az bizim kadar heyecanlıydı kardeşi olacağı için ve elinden geldiğince bana yardımcı olmaya çalışıyordu.
Artık son haftalara giriş yapmıştık ve kendini tekrarlayan kasılmalarım doğumun yakın olduğunu bize haber veriyordu. Birkaç parça eşyası kaldığı için onları da yerleştirip bebeğimi kucağıma almak istiyordum.
Geçtiğimiz aylarda cinsiyetini öğrenmiştik, bir oğlumuz olacaktı. İsmi o daha rahmime düşmeden belli olmuştu. Fırat Türkoğlu. Bu ülkenin sayısız şehitlerinden biri olan amcasının ismini taşıyacaktı. Ve bizim gibi gururla onu hatırlayacaktı.
Kıyafetleri yerleştirmeyi bitirip gardırobun kapağını kapattığım sırada kasıklarıma giren sancı ile iki büklüm olarak hafiften eğildim. “Annecim iyi misin?” Hazal’ın endişeli sesiyle birlikte gülümsemeye çalışarak ona doğru baktım. “İyiyim bebeğim, merak etme.” Hazal gözlerini kırpıştırıp iyi olup olmadığımı sorgularken küçük elini elime yasladı.
Sancının hafiflemesiyle elini tutarak odadan çıkarak oturma odasına doğru ilerledik. Koltuğa yan yana oturduğumuzda Hazal’ın hala daha endişeli gözlerle beni izlediğini gördüm. Karnımda hissettiğim hareketlenme ile gülümseyerek üzerimdeki tişörtü sıyırdım. Hazal’ın elini tutarak karnıma doğru getirerek konuştum. “Kardeşin seninle oynamak için sabırsızlanıyor.”
“Bende oynamak istiyorum, evcilik oynarız, bebeklerimle oynarız sonra araba yarışı yaparız.” Hazal hevesli hevesli anlatırken bir yandan da kardeşinin hareketlerini hissetmeye devam ediyordu. “Evet, çok güzel oyunlar oynayacaksınız ama kardeşin şimdi birazcık küçük, büyüdükten sonra birlikte çok eğleneceksiniz. Bahçede oynayacaksınız, parka gideceksiniz.”
“Benim fotoğraflarımdaki gibi dimi?” dediğinde başımı salladım. “Evet, canımın içi.” Hazal başını omzuma yaslarken işaret parmağımla karnıma bastırıp çektim. Bu hareketimle birlikte Fırat karnıma tekme atarken hareketlerini net bir biçimde gördük. “Ayy anne bende bende!”
Hazal heyecanlı heyecanlı parmağını benim gibi karnıma bastırdığında Fırat o tarafa doğru hareket etti. Bu hareketle Hazal kahkahalarla gülerken bende büyük bir gülümseme ile onları izliyordum.
Bakışlarım kapıya doğru kaydığında Alparslan’ın kapının sövesine kolunu yaslayarak bizi seyrettiğini gördüm. Gözlerinden sevgisini çok net anlayabiliyordum. Bakışlarımız buluştuğunda o hayranlığı ve aşkı direkt olarak içime işledi. Evleneli yıllar olmuştu ama ilk günkü gibiydi bizim aşkımız, bitmeyecekti de.
“Baba baksana!” Hazal, bizim bakıştığımızı görerek eliyle babasını çağırdı. Alparslan birkaç adımda yanımıza ulaştığında Hazal’ın ona doğru uzattığı elini sıkıca kavrayarak kolunu omzuna doğru atıp kendisine çekti. Dudakları saçlarını bularak uzunca öptükten sonra konuştu. “Ne yapıyormuş benim güzellerim?”
“Kardeşimle oynuyoruz, hadi sende yap.” Babasının elini çekiştirirken Alparslan aralık duran bacaklarımın arasına doğru diz çökerek karnımla aynı hizaya geldi. Bir elini karnıma yaslayarak karnıma doğru seslendi. “Babacım, nasılmış benim aslan oğlum?”
Alparslan’ın teması ile o tarafa doğru bir hareketlenme olduğunda gülümsedim. Alparslan zaten çoğu gece konuşuyordu onunla aralarında bir bağ oluşması için tabii evde olduğu gecelerde. Alparslan, oğlumuzun tekmesine karşılık gülümserken karnıma iyice yaklaşarak uzunca öptü.
Ardından diz çöktüğü yerden kalktı ve diğer tarafıma geçerek oturdu. “Kızını öptün, oğlunu öptün. Bir şey unutmuyor musun?” diye sitemle konuştuğumda Alparslan yamuk bir şekilde güldü. “Benim karım unutulur mu hiç?” dedikten sonra yanağıma ardından da boynuma küçük öpücükler bıraktı.
Aldığım öpücüklerle gözlerimi kapatırken aniden karnıma giren sancı ile yüzümü buruşturarak yerimde kıpırdandım. “Ne oldu, sancı mı girdi!?” Alparslan’ın endişeli sesini duydum ilk önce. Tam ona cevap vereceğim sırada Hazal konuştu. “Biraz önce kardeşimin odasında da yüzü böyle olmuştu babacım.” Dediğinde Alparslan elini dizime doğru yaslayarak dikkatle yüzüme baktı. “Hazan?”
İkisi bir olmuş panik halinde bana doğru bakarlarken kasılmanın geçmesi ile sakinleştirmek için konuştum. “İyiyim, güzelim.” Dedim ilk önce Hazal’a bakarak. Ardından Alparslan’a dönerek konuştum. “Biliyorsun normal bunlar, ben kötü olursam sana söyleyeceğim.”
Söylediğim Alparslan üzerinde bir rahatlama oluşturmadı. Aksine endişeli ve tedirgin bir biçimde bana bakmaya devam etti. Biraz daha üzerime titremeye başlamıştı bu aralar. Neden olduğunu anlayamamıştım ama her sancıda sanki daha da panik yapıyordu. Normalde mesleği gereği sakindi, olaylara soğukkanlı bir şekilde yaklaşırdı ama şu an o soğukkanlılığı göremiyordum gözlerinde.
“Hazan, hastaneye gitsek mi?” dediğinde şaşkınca ona doğru döndürdüm bakışlarımı. “Ne hastanesi canımın içi?” Alparslan’a cevap verirken Hazal başını göğsüme doğru yasladı, elimi saçına koyarak saçlarını okşarken Alparslan hala tedirgindi. “Alparslan daha önce de yaşadık bunu, neden bu kadar tedirginsin?” dedim ciddi bir şekilde.
Anlamaya çalışmak için dikkatle yüzüne doğru bakarken Alparslan’ın gözleri Hazal’a doğru kaydı. Ne söyleyecekse Hazal’ın duymasını istemiyordu belli ki. Benim de bakışlarım Hazal’a kaydığında uyuduğunu gördüm. Saat dokuzu birazcık geçmişti, normal uyku saati dokuz olduğu için alışıktı erken uyumaya. Yarın hafta sonu olduğu için biraz daha geç yatmasına izin vermiştim ama dayanamamıştı belli ki.
Bana doğru iyice dönüp dikkatini verdiğinde konuştu. “Geçtiğimiz haftalarda sınırda bir köye gitmiştik, örgütün rahatsız ettiği bir köy. Hamile bir kadın vardı Hazan, senin gibi 37 haftalık hamileydi. Suyu gelince hastaneye biz yetiştirdik ama…” deyip duraksadığında anladım devamını. Hastaneye yetişmişti ancak anneyi kurtaramamışlardı. “Bebek?” dedim sesimdeki hüznü gizlemeden. Alparslan cevap verdi. “Çok şükür o iyiydi.”
“Çok şükür.” Dedim içten bir şekilde. İyiydi ama nasıl büyüyecekti, ne şartlarda büyüyecekti bilinmezdi. Şimdi anlamıştım endişesinin sebebini. Bende korkuyordum yalan yoktu. Çünkü bir şeyin en ince ayrıntısını bilince insan geriliyordu ki bunu daha önce de yaşamıştım. Ama korkunun ecele faydası yoktu ki. Olacakla öleceğe bir çare bulamazdık.
Ona doğru uzanıp elimi yanağına yasladım. Alparslan her zaman yaptığı gibi yanağını elime iyice yasladıktan sonra gözlerime baktı. “Risk her zaman vardır.” Diyerek söze başladığımda Alparslan’ın gözlerindeki korkunun arttığını gördüm ve hızlıca sözlerime devam ettim. “Ama çok çok az bir ihtimal böyle olması. Doğumda elbette ne olacağını bilemeyiz ama bu konuda doktorlarımıza güvenmekten başka çaremiz yok. Herhangi bir tansiyon problemim, kalple ilgili bir problemim yok. Bunlar gibi risk faktörleri olmayınca doğumun iyi geçmemesi içinde bir sebep yok.”
Birazda olsa rahatladığını hissederken ekledim. “Sende yanımdasın kontrollerde, her şey yolunda.” Dediğimde başını salladı. Elimi tutarak avuç içimi öptüğünde gülümseyerek baktım ona. Bana bir şey olması durumunda perişan olurdu ama çocukları için güçlü dururdu. Elbette onlardan ayrılmak istemezdim ama bir gün böyle bir şey yaşanırsa gözüm arkada kalmazdı. Funda annem, Semra ablam ve Nazlı başta olmak üzere çocuklarıma iyi bakarlardı.
“Fırat’ta doğsun sağlıkla, başka çocuğumuz olsun istemiyorum.” Alparslan’ın sözleri ile istemsizce güldüm. “Hani dört çocuk istiyordun.” Dedim şakayla karışık. Alparslan başını iki yana salladı ciddi bir şekilde. “Artık istemiyorum, iki tane nur topu gibi evladımız var. Allah isteyene versin.”
Bu konuşmadan sonra Alparslan, Hazal’ı almış yatağına yatırmıştı. Bense kalkmış ve odamıza geçmiştim. Kasılmalarım kısa süreli olarak gelip geçiyordu. Son rahat uykularımın olduğu bilinciyle yatağa uzanmıştım ve Alparslan’ın da yanıma gelmesiyle uykuya dalmıştım. Ancak daha gece yarısını yeni geçmişken kasılmalarımın artması ve onlara takiben suyumun gelmesiyle birlikte hastaneye gitmek durumunda kalmıştık.
Hazal’ı yolda giderken Semra ablalara bırakmış ve doğuma öyle gitmiştik.
Gece yarısı geçerken yeterli açıklık sağlandığında doğuma girmiştim. Yol boyu Alparslan’ın telaşlı hallerini izlemiştim. İkinci doğumda normalden daha sakin olunması gerekirken Alparslan’da tam tersiydi. Bu da şahit olduğu olaydan dolayıydı. Doğuma alınana kadar da volta atmış, kâh saçlarımı okşamış, kah üzerinde oturduğum plates topunda hareket etmem için bana yardım etmiş, kah eğilip kalkarak açıklığın artması için bana yardımcı olmuştu ama endişesini, paniğini, korkusunu hissettirmişti.
Doğuma ise benimle girmek istemişti. Aslında benimle girmesi korkularını daha da artırabilirdi ama isteğini elbette kırmamıştım. Doğum sırasında elimi sıkıca tutmuştu. Ben canımın acısıyla onun elini sıkmış, onun desteği ile kendimi daha güçlü hissetmiştim. Saatler sonra nihayet sancılarım dinmiş ve oğlumuzun ağlaması sesi doğumhanede yankılanmaya başlamıştı.
Ben yorgunluktan kendimi uzandığım yere bırakmıştım. Alparslan beti benzi atmış bir şekilde bana bakarken, titreyen elleriyle ellerimi tutmaya devam etmişti. Doğum boyunca ‘sabret güzelim, dayan birtanem, yapabilirsin, sen başarırsın’ diyerek konuşsa da doğum bittiği ilk an cümlesi ‘İkisi de iyi mi?’ olmuştu ve doktordan aldığı cevapla nihayet rahat bir nefes verebilmişti.
Fırat’ı ilk benim kucağıma verip aramızdaki bağın oluşmasını sağlarlarken gözyaşlarım durmayıp akmıştı. İkinci kere anne olmuştum, bu duygu o kadar güzeldi ki. Tarif edilemezdi. Hazal’ım ilk göz ağrımdan sonra Fırat’ımı da kucağıma almıştım ve şimdi benden mutlusu yoktu.
Benden sonra Alparslan almıştı onu kucağına. Titreyen elleriyle sıkıca kavramıştı onu. Hazal’da olduğu gibi bir çekingenliği olmamıştı ama ona da aynı dikkatle yaklaşmıştı. Yorgun bir gülümse ile onları izlerken Alparslan’ın gözlerindeki pırıltıları gördüm. Oğlunu kucağına alması, ikinci kere baba olması bir yana oğlunun, kardeşinin ismini taşıması eminim ki onda başka duyguların oluşmasına neden olmuştu.
Yanaklarına doğru birkaç damla yaş akarken burnunu Fırat’ın boynuna yaklaştırarak derin bir nefes aldı. “Hayatımıza hoş geldin babacım, iyi ki doğdun.”
13 Aralık, Fırat Türkoğlu’nun hayatımıza girdiği, bizim tekrardan anne-baba oluşumuzun tarihiydi. Sadece karnımda hareketlerini hissedebildiğimiz bebeğimiz artık kucağımızdaydı…
◔◔◔
Bir yıl sonra 18 Şubat,
İnsan bu hayatta bunları da yaşamaz dediğim ne varsa yaşamıştım. Aldatılmıştım, annemi arkamda bırakmıştım, kaçırılmıştım, aşkı tatmıştım, vurulmuştum, babamın başka biri olduğunu öğrenmiştim ve en önemlisi anne olmuştum. Bu hayatta en çok istediğim şeylerden biri mesleğimi yapıp insanlara yardımcı olmak diye düşünürken aslında en çok istediğim şeyin anne olmak olduğunu çocuklarım doğduğunda anlamıştım. En büyük iyikim eşim ve çocuklarım olmuştu bu hayatta ve tabii ki hayatın bana sonradan sunduğu o geniş ailem..
Kahvaltı için hazırladığım böreği fırına koyduktan sonra ocakta kaynayan suyla birlikte çayı demledim. Bakışlarım camdan dışarı doğru kayarken dışarıda yağan karı görerek gülümsedim. Hazal bunu gördüğünde çok sevinecekti. O da aynı benim gibi karı çok seviyordu.
Alparslan dün akşam görevden gelmişti. Gece geç saatlere kadar Hazal ve Fırat ile oynamıştı ve şimdi saat neredeyse öğlene yaklaştığı halde uyanmak bilmiyordu. Günlerin yorgunluğu vardı tabii üzerinde... Bense erken uyanmıştım, Fırat erken bir saatte uyanıp emdikten sonra tekrar uyumuştu, ben uyumamıştım. Sonra da bizim için börek yapmaya karar vermiştim. Eminim ki çök özlemişti Alparslan.
Sofraya malzemeleri yerleştirirken uykulu gözlerle kapıya gelen kızıma baktım. "Günaydın canımın içi." dediğimde Hazal gözlerini ovuşturdu. "Günaydın annecim, babam uyuyor mu?" diye sorduğunda başımı salladım. Ardından konuştum. "Dışarıda hoşuna gidecek çok güzel bir şey var." dediğimde Hazal'ın uykusu açılmış olacak ki heyecanla konuştu. "Kar mı yağdı!" Koşar adımlarla balkona doğru gittiğinde gülerek onu izledim. "Hemen kahvaltımızı yapalım, dışarı çıkalım!"
Ne zamandır kar yağmasını bekliyordu ve bugüne kısmet olmuştu. "Babanla kardeşin uyansın, kahvaltımızı yapalım. Çıkarız." dediğimde Hazal sevinçle yerinde zıpladı. Ardından bana yardım etmek için tezgâhta bulunan kahvaltılıkları masaya yerleştirmeye başladı. Artık büyümüştü, 5 yaşına girmişti.
"Ben kardeşine bakıp geliyorum bebeğim, sen onları masaya koyduktan sonra başka bir şeye dokunma tamam mı?" dediğimde Hazal onayladı beni. Bir şeyler yapmaya, bana yardım etmeye çok hevesliydi. Ancak hala küçük sayılırdı, bende yapabileceği işler veriyordum onu kırmamak için.
Merdivenlerden çıkarak odamıza doğru ilerledim. Kapıyı açıp içeri baktığımda Alparslan'ın yüz üstü bir şekilde yatakta uzanarak hala daha uyuduğunu gördüm. Çıplak omuzlarına dudaklarımı bastırıp uyandırmak istesem de yorgunluğunu atsın diye ellemeyecektim.
Alparslan'dan sonra bakışlarım beşiğinde yatan oğluma kaydığımda gülümsememe engel olamadım. Ellerini ayaklarını kıpırdatarak çipil çipil bana bakıyordu.
Zaman öyle hızlı geçiyordu ki, daha onun varlığını öğrendiğim ilk günü hatırlıyordum. Alparslan'ın ve Hazal'ın verdiği tepkiler dün gibi aklımdaydı. Aynı Hazal'a hamileyken yaptığı gibi bana destek oluşu, gözünden sakınması, her anımızda yanımızda olmaya çalışması... hepsini hatırlıyordum. Sonra doğum için korkması, doğumda yanımda oluşu, özellikle Hazal’ın kardeşini ilk görüşü...
3 kilogram ağırlığında, babasının iki avcunun birleşiminden biraz daha büyük, gözleri kapalı, elleri ayakları yumuk yumuk olan bebeği gördüğünde hayal kırıklığına uğramıştı. Bu kadar küçük olacağını beklememişti, doğar doğmaz oynayacağız sanmıştı ve gördüğünde ‘Çok küçük’ diye bir tepki vermişti. Fırat’ın elini kavraması ile yüzü gülmüş kardeşine hayran hayran bakmıştı.
Hastaneden eve gittiğimizde ve bir süre geçtiğinde işler değişir gibi olmuştu. İlk günler Fırat ağladıkça bana haber veriyor ben onu emzirirken yanımızda duruyordu ya da boyama yapmaya devam ediyordu, sağ olsun Funda annem onu oyalamayı biliyordu. Sonradan Fırat ağlamaya devam ettiğinde bağırıyordu. “Niye habire ağlıyor! Benimle oynamıyor zaten! Sürekli onunla ilgileniyorsunuz! Benimle de oynayın!”
Ufak kıskançlıklarını Funda annem ve Osman babam dahil olmak üzere Alparslanla birlikte güzelce yönetmeye çalışmıştık. İlerleyen aylarda bu durum biraz daha normale dönmüştü ama hala ufak kıskançlıkları oluyordu.
"Benim aşkım uyanmış mı?" diyerek Fırat'ı kucağıma almaya yelteneceğim sırada Alparslan'ın mırıltısını duydum. "Aslında bir öpücük alsam, uyanabilirim." diye boğuk sesiyle konuştuğunda Fırat'ı kucağıma alarak bakışlarımı kocama çevirdim. Alparslan ben cevap vermeyince gözlerini hafifçe aralayarak bize baktığında burnundan sert ve sesli bir nefes verdi. "Bende bana söylediğini sanmıştım." sitemle bana bakarken güldüm. "Nasıl oluyormuş Alparslan bey?" dedim Hazal ile beni kıskandırmasını ima ederek.
"İlla misilleme yapacağım diyorsun yani?" diyerek sırt üstü dönerek elini başının altına koydu ve bize doğru baktı. Bense Fırat'ı yanına doğru yatağa yatırdım. "Ne yapalım, ne zamandır bu anı bekliyorum. Az mı kıskandırdın beni." dedim sitemli bir şekilde. Alparslan ise güldü. "Ama ben daha evlendiğimiz ilk gün söyledim, kızım olursa senin yerini alır diye." beni gıcık etmek için sırıtarak söylediği şeyle birlikte gözlerimi devirdim. "İyi işte bende şimdi söylüyorum, oğlumda senin yerini aldı."
Alparslan'ın gülüşü kulaklarıma dolarken bir şey söylemeden oğluma doğru eğildim. "Benim oğlum altını mı kirletmiş, hemen temizlesin annesi." diyerek bez almak için odadan çıkmadan önce mırıldandım. "Hemen geliyorum, Fırat'a bakar mısın iki dakika."
Odadan çıkıp Hazal'ın odasına girdim. Şimdilik Fırat bizimle uyuyordu ama biraz daha büyüdüğünde ablasıyla aynı odayı kullanacaktı. Şimdilik planımız böyleydi, belki sonra odalarını ayırırdık.
Bezi ve gerekli malzemeleri aldıktan sonra odaya tekrar döndüğümde Alparslan'ın Fırat ile oynadığını gördüm. Yanına uzanmış bir eli Fırat'ın karnında boynunu öpüp koklarken Fırat gülerek karşılık veriyordu ona. “Aslan oğlum benim, babam, yiyeyim mi senin bu ellerini ayaklarını?”
Bu hallerine içim giderek bakarken gülümsemeden edemedim. Ben babasız büyümüşken çocuklarımın babasıyla böyle vakit geçirmesi kalbime dokunuyordu ve bir kez daha iyi ki Alparslan diyordum.
"Annesi ben değiştireyim altını oğlumun." Alparslan bana dönmeden konuşurken elimdeki malzemeleri ona doğru uzattım. "Buyurun yüzbaşım." dediğimde Alparslan elimdekileri alıp Fırat'ın altını açtı ve bezi değiştirmeye başladı. Hazal'dan alışık olduğu için hızlı bir şekilde hallediyordu. Fırat’ta elleri kolları yerinde durmasa da babasına bakarak gülmeye devam ediyordu, bir yandan da konuşmaya çalışıyordu. “Baba!”
“Babasının aslanı.” Alparslan yaptığı şeyden keyif aldığını belirtircesine istekli istekli oğluna bakarken aklıma Hazal geldiğinde odadan çıktım.
Mutfağa inerek fırına koyduğum böreği kontrol ettim ve fırından çıkardım. Hazal o sırada dışarı bakmaya devam ediyordu. "Baban uyandı güzelim." diyerek ona baktığımda Hazal bakışlarını bana çevirdi. "Ay ben babişimin yanına gidiyim o zaman." tatlı tatlı konuşarak mutfaktan çıkarken güldüm. Merdivenlerden hızlı hızlı çıkışı kulaklarıma dolarken böreği tabağa yerleştirerek masaya bıraktım.
Ardından bizimkileri çağırmak için odaya ilerlerken üçünün sesi, merdivenlerden bile duyuluyordu. "Ya ahahaha baba yapma!" Hazal gülüşlerinin arasından konuşmaya çalışırken Alparslan'ın sesini duydum. "Ne yapma, hm?" İkisi de kahkahalarla gülerken odanın kapısına girerek içeri baktım. Alparslan, Hazal'ı gıdıklıyordu. Hazal gülücükleri arasında onu engellemeye çalışıyor ve Fırat'ta anlaşılmayan sesler çıkartarak onlara eşlik ediyordu. Üçünün keyfide yerindeydi yani.
"Anne kurtar beni!" Hazal kollarını açarak benden yardım isterken koşar adımlarla yanlarına ulaştım. "Alparslan, bırak kızımı." diye gülerken Alparslan ile Hazal'ın arasında küçük bir bakışma gerçekleşti. Ne olduğunu anlamaya çalıştığım sırada aniden kolumdan tutulup yatağa çekilirken hem Hazal'ın hem Alparslan'ın ellerini vücudumda hissettim. "O zaman seni gıdıklarız." Gülerek Alparslan'ı engellemeye çalışırken kahkahalarımız aşağıdan bile duyuluyordu bundan emindim.
Yorularak sakinleştiğimizde nefesimi düzenlemeye çalışırken Alparslan Fırat'ı göğsüne oturtarak koltuk altlarından tuttu. Hazal başını benim göğsüme koymuş hala kıkırdarken bende gülmeden edemedim. Aile saadeti dedikleri buydu belli ki. Umuyordum ki bu mutluluğumuz her daim devam ederdi.
"Kalkın, kalkın, kalkın! Kar yağdı, kar oynayacağız!" Hazal aniden göğsümden kalkıp yatakta dikilirken hevesle konuştu. "Hadi, kahvaltıya o zaman." dediğimde yatakta doğruldum. Benim ayaklanmamla birlikte Fırat kollarını açarak bana doğru atıldığında gülerek kucağıma aldım. "Gel bebeğim." Kollarını boynuma sararak başını omzuma yaslarken Alparslan'ın sesini duydum. "Bu çocuk nispet yapıyor var ya, bakışlara bak bakışlara." başımı omzuma doğru eğerek Alparslan'a baktım. "Yok artık, minicik bebek nereden anlasın?"
Alparslan yataktan doğrulup kalkarken mırıldandı. "Kartal'la çok haşır neşirler o öğretiyor biliyorum, bende onun oğluna öğretmezsem." Diyerek Fırat’ın başına ufak bir öpücük kondurduktan sonra banyoya doğru ilerledi.
Abim ve İrem'in bir oğulları olacaktı. Fırat doğduktan yaklaşık 7 ay sonra hamile olduğunu öğrenmiştik İrem'in. Abimin sevincini gördüğümde o kadar mutlu olmuştum ki anlatamazdım. Daha dayı bile olmak istemezken yeğenleriyle çok güzel vakit geçirmişti. Daha hamile olduğumu öğrendiği ilk an bizi korumak kollamak için elinden geleni yapmıştı. Her an istediklerimi sorgulamış, Alparslan’ın yokluğunda bizimle çok ilgilenmişti. Yeğenlerinin bir eksiği olmaması için çabalamıştı.
Şimdi kendisi baba olacaktı. İrem’in anlattığına göre hamilelik testini gördüğü anda şoka girmişti. Bir teste bir İrem’e bakıp durmuştu. Sonra şoktan kurtularak sürekli bunun gerçekliğini sorgulamıştı ve en sonunda kabullenerek sevinç naraları atmıştı. İlk önce bana haber vermişti. Telefonla aramış direkt olarak ‘Hala olmaya hazır mısın’ demişti. Çok sevinmiştim elbette, abimin mutluluğu beni de mutlu ederdi. Şu an 5 aylık olmuştu bile yeğenim, onu kucağıma almak için sabırsızlanıyordum.
Fırat ile merdivenlerden indikten sonra mutfağa girdik. Hazal çoktan yemek masasına oturmuştu. Bende Fırat’ı mama sandalyesine oturttuktan sonra çayları koymak üzere tezgâha ilerledim. Birkaç dakika sonra Alparslan’ın sesini duydum arkamda. “Benim güzelim döktürmüş yine.”
Güzelim kelimesi ilk günde hissettiğim gibi kalbimi kıpır kıpır yaparken Alparslan elini omzuma atarak beni kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. “Annemin böreğini sende seviyorsun değil mi baba? Dayımda çok seviyor.” Hazal gülerek konuşurken Alparslan cevap verdi. “Hem de çok seviyorum. Dayından daha çok seviyorum eminim ki.” Dedikten sonra bana doğru bakarak göz kırptı. “Ben annenin her şeyini seviyorum zaten.”
“Bende seni çok seviyorum.” Diyerek başımı Alparslan’ın omzuna yaslayacağım sırada Fırat’ın mızırdanmasını duyarak bakışlarımı ona doğru çevirdim. “Geldim annecim.” Dediğimde Alparslan sıkıntılı bir nefes verdi. “Bak sen bana inanmıyorsun.” Dediğinde başımla çayları işaret ettim. “Hadi babası sen çaylarımızı koy, bende bir oğluma bakayım.” Dediğimde Alparslan dudaklarını büzdü. “Gözümde canlandı koskoca mazi.”
Kastettiği şeyle birlikte istemsizce güldüm. Hazal daha bebekken her temas ettiğimizde mızırdanıp babasını istiyordu. Alparslan o zaman benimle dalga geçiyordu hep. Şimdi devran dönmüştü, sıra bendeydi.
Fırat’ın yanındaki sandalyeye oturduktan sonra beyaz peynir tabağını alarak diğer tarafımda oturan Hazal’ın tabağına bir parça koydum. “Peynir almamışsın annecim, yemen gerektiğini biliyorsun.” Dediğimde Hazal yüzünü buruştursa da başını salladı olumlu anlamda.
Alparslan çaylarımızı getirip Hazal’ın yanına geçtikten sonra börekten bir parça alarak yemeye başladı. “En çok da senin yemeklerini özlemişim.” Derken Hazal’ın sesini duydum. “Ama bizi az mı özledin o zaman?” sitemli bir şekilde babasına bakarken Alparslan eliyle Hazal’ın yanağından makas aldı. “Olur mu fıstığım, hepiniz burnumda tüttünüz.”
“Bende seni çok özledim canım babam.” Dedi Hazal sevgiyle. Babasına bakarken gözleri ışıl ışıldı çok özlemişti onu. Birkaç kere telefonda konuşma şansımız olmuştu, her konuşmada ne zaman geleceksin diye sormuştu ve aldığı cevapla hayal kırıklığına uğramıştı.
Fırat’a azar azar sofradaki şeylerden yedirirken arada başını çevirse de zorluk çıkarmadan yerken Alparslan’ın sesini duydum. “Babacım, sen neden yemiyorsun?” Alparslan’ın sorusuyla bakışlarımı Hazal’a çevirdiğimde Fırat’a ve bana baktığını gördüm. “Anne ya, bana da sen yedirsene.” Dediğinde kaşlarım çatıldı hafifçe. Daha önce böyle bir şeyi hiç söylememişti. “Hep Fırat’a yediriyorsun, bana da sen ver.”
Mızmız bir şekilde konuşarak bize bakmaya devam ederken iyice döndüm Hazal’a doğru. Alparslan ise benim yerime konuştu. “Fırat daha bebek güzelim benim, kendisi yiyemiyor. Annen ondan onunla ilgileniyor. Sen bebekken seni de elleriyle beslerdi.” Dediğinde Hazal bana doğru baktı. “Gerçekten mi?” diye hevesle konuşurken başımı salladım. “Gerçekten, senin de ellerin böyle minicikti. Kardeşin gibi kendin yiyemezdin. Babanla ikimiz yedirirdik.” Dediğimde Hazal güldü. “Ama şimdi büyüdüm, kendim yiyebiliyorum.”
“Evet, kocaman kız oldun sen. Abla oldun.” Dediğimde Hazal keyifle güldü. Arada kıskansa da neden onunla ilgilenmek zorunda olduğumuzu anlattığımızda bizi anlıyordu, anlayışlı bir çocuğumuz olduğu için çok şanslıydık.
Fırat ile oynarken onunla da oynamaya çalışıyordum ama ikisine yetişmek biraz zor oluyordu. Fırat bebek olduğu için ilgim biraz daha onun üstünde oluyordu ve bu Hazal’ı kızdırıyordu. Ama yine de çok iyi bir ablaydı, kardeşiyle oynamayı seviyordu.
“O zaman ben yedireyim.” Diyerek oturduğu yerden kalktığında reddetmeyerek oturduğum yerden kalktım. Hazal benim yerime geçerek kardeşinin ağzına azar azar bir şeyler uzatırken Fırat’ta ablasına karşılık gülücükler saçıyordu. Her ne olursa olsun aralarındaki bağ çok kuvvetliydi. Onlar abla kardeşti, birbirinin destekçisiydi. Bir gün biz yanlarında olmadığımızda birbirlerine sığınacaklardı.
Duygulanmış bir biçimde ikisine bakarken Alparslan oturduğum sandalyenin tek bacağından tutarak beni kendine doğru çekti. Aramızdaki mesafe kapandığında eliyle kolumu okşayarak mırıldandı. “Onlarda ablamla kendimi görüyorum, bizim de ablam bana yemek yedirirken ki fotoğrafları vardı.”
“Umarım aralarındaki bağda sizinki gibi olur.” Dedim iç çekerek. Ben tek başıma büyüdüğüm için çocuklarımın birbirlerine eş olması beni duygulandırıyordu. “Olacak tabii ki.” Dedikten sonra dudaklarını omzuma bastırdı. Ardından aklına bir şey takılmış gibi duraksayarak ekledi. “Hazan… Bir şey diyeceğim.” Dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. “Sen sadece şeyken böyle duygulu olursun.” diye sorgular bir biçimde bana bakarken ne kastettiğini anlayarak ona doğru döndüm.
“Hayır, hamile değilim.” Dediğimde Alparslan dudaklarını büzdü hayal kırıklığı ile. “Tüh.” Dediğinde hafifçe kaşlarımı çatarak baktım. “O ses tonu neydi öyle?” dedikten sonra ekledim. “Bunu konuştuk hayatım, iki çocuk yeter dedik. Hatta sen istedin bunu” Dedim kararlı bir biçimde. Alparslan başını salladı. “ Evet ama sonradan düşününce ne bileyim, fena olmaz. 2 tane daha çocuk düşünebiliriz.”
Hazal ve Fırat’a bakıp bizi dinlemediklerine emin olduktan sonra bakışlarımı Alparslan’a çevirdim. “Sen bakacaksan neden olmasın?” dedim ciddi bir şekilde.
Hazal ile Fırat arasında 4 yaş vardı. Hazal neredeyse üç yaşına gelene kadar işe gitmemiştim ve kendim büyütmüştüm. Sadece 1 yıl çalışıp sonra tekrardan eve kapanmıştım. İşimi çok seven biri olarak bu benim için zor olmuştu. Fırat’ı da büyüttükten sonra artık çalışmaya devam etmek istiyordum.
“Bakamayacağımı biliyorsun.” Dedi Alparslan sıkkın bir biçimde. Başımı olumlu anlamda sallarken cevap verdim. “Biliyorum, sende benim artık işe dönmek istediğimi biliyorsun. Çok ara verdim.” Dediğimde Alparslan anlayışlı bir biçimde başını salladı. “Biliyorum.”
Aramızdaki konuşma Fırat’ın ağlaması ile son bulurken ben onu emzirmek için odamıza çıktım. Fırat emdikten sonra uykuya daldığında onu odasına yatırıp telsizi aldıktan sonra tekrardan mutfağa indim. İçeri girdiğimde Hazal’ın mutfak masasında oturmuş babasına bir şeyler anlattığını gördüm. Alparslan ise mutfağı toplamış, bulaşıkları makineye dizmeye başlamıştı bile.
“Gel güzelim, şöyle otur. Şimdi ikimize birer kahve yapacağım.” Dediğinde itiraz ederek konuştum. “Kahveyi de ben yapayım.” Dediğimde Alparslan cevap verdi. “Sen zaten yeteri kadar yoruluyorsun, otur ve dinlen.” Dediğinde istediği şeyi yaparak sandalyelerden birine oturdum. Böyle düşünceli oluşuna hayrandım.
Alparslan bulaşıkları bitirip Türk kahvesinin malzemelerini makineye koyarak çalıştırdı.
O sırada çalan kapıyla birlikte oturduğum yerden ayağa kalkarak kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda üzerinde mont, boynunda sıkıca sarılmış atkı ve başında şapka bulunan Metehan’ı gördüğümde güldüm. Muhtemelen Nazlı böyle sarıp sarmalamıştı.
Nazlı ve Emre geçtiğimiz yıl bizim evin yanındaki boş eve taşınmışlardı ve komşu olmuştuk. Bu hem benim için hem de Hazal ile Metehan için iyi olmuştu. Zaten sınıf arkadaşıydılar, komşuda olmuşlardı ve sürekli birliktelerdi. Babaları evde olmayınca bazen Nazlı gelip bizde kalıyordu, bazen biz gidip onda kalıyorduk ve hayatımızı bir şekilde devam ettirmeye çalışıyorduk.
“Hazan teyze, Hazal ile kartopu oynamaya çıkabilir miyiz?” diye tatlı ve nazik bir dille konuştuğunda gülümsedim. “Çıkabilirsiniz teyzecim.” Dediğimde Hazal’ın mutfaktan hızlı ve heyecanlı bir şekilde geldiğini gördüm. “Aaa Metehan gelmiş. Anne anne anne çıkabiliriz değil mi?” Hazal yerinde zıplarken gülerek başımı salladım. “Koş üzerini giyin hadi.” Dediğimde Hazal koşar adımlarla odasına ilerlemeye başladı.
“Gel hadi sende içeride bekle Hazal’ı, dışarısı soğuk.” Dediğimde Metehan içeri girdi beni onaylayarak. Kapının önünde dikilirken Alparslan’ın mutfaktan çıktığını gördüm. “Güzelim kahve hazır.” Diyerek bana doğru baktıktan sonra kapıda dikilen Metehan’a takıldı bakışları.
Metehan’da ona bakarken ikisi birbirlerine baktılar bir süre. Alparslan yere doğru eğilip kollarını açarken Metehan hızlı adımlarla amcasına yaklaşıp kollarının arasına girdi. Birbirlerine sarılıp ayrılırlarken Metehan konuştu. “Nasılsın Alparslan amca?” dediğinde Alparslan küçük bir tebessüm etti. “İyidir aslan parçası, sen nasılsın?”
Metehan elini kaldırarak sıkıntılı bir şekilde cevap verdi. “İyiyim bende, ödevlerle falan uğraşıyorum.” Bilmiş bir şekilde konuşurken ekledi. “ Hazal ile dışarı çıkacağız da onu bekliyorum.” Dediğinde Alparslan’ın kaşları havalandı ve bakışları bana doğru döndü. “Öyle mi?”
Sorduğu soruya karşılık cevap verdim. “Öyle, biliyorsun Hazal çok çıkmak istiyor. İkisi oynasınlar.” Dediğimde Alparslan kabullenerek konuştu. “Öyle olsun bakalım.”
“Geldim, geldim, geldim.” Hazal koşa koşa merdivenlerden indikten sonra kapıya doğru yaklaştı. “Çıkabiliriz Metecim.” Diyerek Metehan’a doğru ilerlerken Alparslan omuzlarından tutarak durdurdu. “Dur bakalım küçük hanım.” Dedikten sonra Hazal’ın portmantoda asılı duran şapkasını ve atkısını alarak sıkıca boynuna sardı. “Şimdi çıkabilirsiniz.”
Hazal çıkmadan evvel onun boyuna gelmek için eğilerek iki yanağını öptüm. “Çok uzaklaşmayın tamam mı? Kapıdan baktığımızda görelim sizi.” Dediğimde Metehan onayladı beni. “Merak etme teyze, ben Hazal’ı korurum.” Dediğinde Alparslan’ın mırıltısını duydum. “Dediği şeye bak sıpanın.” Bakışlarımı ona çevirmezken Metehan’a baktım. “Olsun, yine de uzaklaşmayın.” Dedikten sonra Metehan’ın da iki yanağını öptüm.
İkisi evden arkalı önlü çıkarken Metehan elini Hazal’a doğru uzattı. “Yerler kaygan biraz, elimden tut da düşme.” Dediğinde dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu. Çok düşünceliydi. Hazal tereddütsüz bir biçimde Metehan’ın elini tutarken Alparslan’ın sesini duydum. “Allah’ım sen sabır ihsan eyle bana yarabbi. Bu gözler bunu da mı görecekti?”
Kapıyı kapatarak Alparslan’a doğru döndüğümde eliyle yüzünü sıvazladığını gördüm. “Sakinleş hayatım, arkadaş onlar.” Dediğimde Alparslan başını omzuna eğerek bana baktı. “Neden inanmıyorum buna acaba?” dediğinde güldüm. “Bu yaşta nereden bilsinler el ele tutuşmak ne demek? Ayrıca çok takdir ettim, Nazlı’nın oğlu olduğu nasıl belli. Çok düşünceli çocuk.”
“Sen beni sinirlendirmek için yapıyorsun değil mi?” Alparslan birkaç adım atarak üzerime doğru geldiğinde bende geriye doğru birkaç adım attım. Ancak bu pek işe yaramamıştı çünkü sırtım kapıya yaslanmıştı bile.
Alparslan elinin birini başımın bir tarafına, diğerini de diğer tarafına yerleştirip beni kolları ve bedeninin yanına alırken sırıttım. “Diyelim seni sinirlendirmek için yapıyorum, ne olacak?” dediğimde Alparslan’da benim gibi sırıttı. “Kızımız evde değil, oğlumuz mışıl mışıl uyuyor. Bence ufak bir cezayı hak ettin.” Dediğinde bakışlarımı dudaklarına doğru indirdim. “Nasıl bir ceza?”
Alparslan anında dudaklarımızı birleştirirken elimi ensesine yaslayarak öpüşüne karşılık verdim. O da elinin birini belime koyarak beni kendine çekti ve aramızdaki mesafeyi sıfıra indirerek bedenlerimizi birbirine kenetledi. Nefesimiz kesilinceye dek öpüşürken dudaklarımızı yavaşça ayırdım. “Kahveyi unuttuk.”
Alparslan’ın bir şey söylemesine fırsat vermeden kolundan kurtuldum ve kaçar adımlarla mutfağa ilerledim. O sırada arkamdan Alparslan’ın hayal kırıklığıyla harmanlanmış sesini duydum. “Sen çok fena bir kadınsın Hazan.” Dediğinde bakışlarımı ona çevirerek güldüm ve konuşurken tek gözümü kapatarak kırptım. “Bunca yıllık karını yeni mi tanıdın?”
“Yok yeni tanımadım ama sende kocanı tanıyorsun, kaç bakalım nereye kaçabiliyorsun?” Alparslan aynı benim gibi sırıtırken mutfağa girdim.
Mutfakta hazır olan kahve tepsisini alarak salona doğru ilerlediğimde Alparslan’ın kanepeye oturduğunu gördüm. Kahveyi ona uzattıktan sonra kendiminki de alarak tepsiyi sehpaya bıraktım. Alparslan kolunu yaslanmam için bana doğru açtığında sırtımı göğsüne doğru yasladım. Böyle baş başa vakit geçirmeyeli çok uzun süre olmuştu.
Kahvemden bir yudum içerken bakışlarım televizyon ünitesinin üzerindeki fotoğrafa takıldı. Kadir ve Aydan’ın nikahlarında, ekipçe çekindiğimiz bir fotoğraftı. Tabii ekipte bir kişi eksikti ve yeri hiçbir zaman dolmayacaktı.
Hep birlikte geçirdiğimiz zamanlar çok hızlı geçiyordu. Timin tüm üyeleri evlenmişti. Ben aralarına katıldığımda bir tek Murat abi ve Semra abla evliyken şimdi hepimiz yuvalarımızı kurmuştuk, tek bir kişi dışında. İlk Nazlı ve Emre, sonra ben ve Alparslan, Sevde ve Barış, Büşra ve Caner… En sonuncu olarak geçtiğimiz aralık ayında Kadir ile Aydan’ın nikahını kıymıştık. Ve tabii ki abimle İrem’i unutmamamız gerekiyordu.
Sonra ailelerimizi büyütmüştük. Efe, benim buradaki ilk hayranım. Belki de Alparslan ile benim mimarlarımızdan birisiydi. Bana geldiği ilk günü dün gibi hatırlıyordum. Şimdi kocaman olmuştu.
Sonra Metehan, resmen hayatımıza neşe katmıştı. Özlediğimiz o bebek sevgisini onunla gidermiştik ve teyze olduğumu onunla hissetmiştim.
Hazal, anneliği bana tattıran güzeller güzeli kızım. İlk göz ağrım, destekçim.
Elif, Nazlı ve Emre’nin kızları, prensesimiz. Metehan’ın abiliği tatmasına neden olmuştu.
Fırat, ismini her duyduğumuzda içimiz buruklaşsa da amcasının adını yaşatan, bana anneliği ikinci kez tattıran yakışıklı oğlum.
İrem ve abimin oğulları, ismi henüz belli değildi ama babasının adını koyardı belki abim. Ya da buldukları daha anlamlı bir isim.
Nilay ve Furkan’ın bebeği, onların haberini Kadir ve Aydan’ın nikahında almıştık. Henüz çok küçüktü ama aramıza yeni biri katılıyordu.
Ve geçtiğimiz hafta Sevde ve Barış’tan da o güzel haberi almıştık. Ailemiz gittikçe kalabalıklaşıyordu. Çocuklarımız bizim yerimizi almak için büyüyorlardı.
Hepimiz hayatlarımıza bir şekilde devam etmiştik, yuvalarımızı kurmuştuk ama bir istisnamız vardı; Buse…
O, sevdiği adamın kaybıyla birlikte bir yuva kurma hayalini hiç açılmamak üzere rafa kaldırmıştı. Kendini işine vermişti. Boynunda taşıdığı alyans, cüzdanında taşıdığı fotoğraf ve her sabah sevdiğinin mezarına giderek kendini avutmaya çalışıyordu. Onun yaşadığı acının tarifi yoktu.
Fırat doğduğunda gelmişti buraya. Osman babam, oğlumuzun adını kulağına okurken Buse’nin gözyaşları hiç dinmemişti. Yine amcasıyla kendi adına hediyeler getirmişti. Fırat’ı bağrına ayrı basmıştı. O ağladıkça ben ağlamıştım, acısını yüreğimde hissetmiştim ama elimden hiçbir şey gelmemişti. İnsan yaşamadığı acıyla kimseye teselli veremiyordu, kimsenin de bu acıyı yaşamasını istemezdim.
“Neye bakıyorsun?” Alparslan’ın meraklı sesini duyduğumda çerçeveyi işaret ettim. “Ne kadar geniş bir aile olduk ona düşünüyordum fotoğraflara bakarak.” Dediğimde Alparslan’da benim gibi çerçeveye baktı. “Ailemiz genişliyor ama eksikler hiç dolmuyor.” Dedikten sonra ekledi. “Fırat’ta Buse’de yanımızda olsaydı, bir çocukları olsaydı. Çocuklarımızı görseydi.”
Söyledikleriyle durgunlaşırken iç çekti. “Ama biliyor musun hiç baba olmak istediğini dile getirmedi. İçten içe istiyordu, inşallah falan diyordu. Kim bilir belki hissetti, ondan hiç dile getirmiyordu.” Dediğinde düşündüm. Belki de gerçekten şehit olacağını hissetmişti ya da kendi babası şehit olduğu için hiçbir çocuğa bu acıyı yaşatmak istememişti, buna cesaret edememişti.
“Zaten en başta öyle yuva kurmak gibi hayalleri de yoktu, ne zaman Buse’yi gördü. O zaman değişti düşünceleri. Onların kaderi buymuş demek ki.” Diyerek sıkıntılı bir nefes verdi.
Başımı da göğsüne doğru yaslarken onun yanımda olduğunu hissetmeye çalıştım. Göreve gidip sağ salim döndüğünde dünyalar bizim oluyordu ama bir gün dönmeyeceği ihtimali hep içimizdeydi. En yakınımızda bunu görmüştük ve bu ihtimali içimizden atamıyorduk.
Onların kaderi buymuş diyerek kendimizi rahatlatıyorduk Buse ve Fırat için. Ancak belki de bu Buse’nin kaderi ve imtihanıydı. Fırat en başından beri onun imtihanı olmuştu. Bir adam vardı, onu seven, aşkını her şartta koşulda belli eden, onun gülüşünü uzaktan izleyen, onu bırakmayacağını ve ne zamana kadar olursa bekleyeceğini söyleyen. Ben bile bu sevgi karşısında şaşırmıştım, bakışlarından bile aşkını haykırmıştı Fırat. Ama Buse korkuları yüzünden, cesaretini toplamadığı için sürekli reddediyordu, annesi veya babası destek olsa belki onun da cesareti olurdu ama yetiştirilme tarzı yüzünden böyle önyargılı olmuştu.
Şimdi pişmanlıktan kavruluyordu, canı çok acıyordu. Sürekli kendini sorguluyordu. Neden Fırat’a en başta karşılık vermedim diyordu. Neden onu üzdüm, neden kırdım, neden bu kadar beklettim, incittim, babamların kırmasına izin verdim… Bunlar böyle uzayıp gidiyordu.
İşte Buse’nin Fırat’ı kabul etmemesi, Fırat’ın bir mecnun gibi uzaktan uzağa sevmesi, koruması onun imtihanıyken Fırat bunu hakkıyla tamamlamıştı. Birini uzaktan sevmek kolay değildi hele ki üç yıl hiç kolay değildi. Yanında birini görmek, başka biriyle olacağı korkusu, endişesi, beni neden sevmiyor düşüncesi bunlar gerçekten baş etmesi zordu ve Fırat bunun hakkını vermişti. Belki de bu yüzden şehit olurken bile mutluydu ve şehit olarak ebedi mutluluğa ulaşmıştı.
Ama Buse’nin imtihanı, Fırat şehit olduğu andan itibaren başlamıştı. Fırat’a evet deyip güzel bir şekilde sevilirken Fırat’a karşı gelişini belki de hiç düşünmemişti ama Fırat gittiği andan itibaren pişmanlıkları gün yüzüne çıkmıştı, kendini suçlamıştı, babasını suçlamıştı, annesini suçlamıştı. Kendine çok kızmıştı, defalarca Fırat’tan özür dilemişti. Bunlarla baş etmekte hiç kolay değildi.
İkisi de birbiriyle sınanmıştı. Fırat zaten anne ve babasının imtihanıyla da sınanan biri olarak sevdiğiyle de imtihan olmuştu. Buse’de Fırat ile. Hz. Muhammed (sav) hadisine göre de insan her daim en sevdiği ile sınanırdı zaten.
◔◔◔
Günlerden bir gün…
Yazarın anlatımından Buse,
Buse elindeki çiçeklerle birlikte artık gözünü kapatsa dahi ezbere bir şekilde gideceği mezara doğru ilerledi. Mezarlığa girdiği an içi yanmaya başlamıştı ama asıl Fırat’ın mezarının başına geldiğinde acısı katlanmış, gözyaşları birer birer yanaklarına akmaya başlamıştı. Her defasında ağlamayacağım diye kendine söz veriyordu ancak sözünü tutamıyordu. Gözyaşları bağımsızca akıp gidiyordu gözlerinden. Fırat’ın kıyamadığı gözyaşları, toprağına karışıyordu.
Yıllar olmuştu. Bir yarbayın ve Fırat’ın komutanı Alparslan’ın kapısına gelip de o şehit haberini vermesinin üzerinden neredeyse 10 yıla yakın bir süre olmuştu. Birçok Fırat doğmuş, birçok Fırat ölmüştü bu sürede. Ama hiç kimsenin içindeki o burukluk, o özlem, o hasret geçmemişti. Herkesin duasında, herkesin kalbinde, anılarında yer edinmeye devam etmişti. (Bizim de…)
Buse de onlardan biriydi. Hayatının aşkını kaybetmişti. Bu kaybı hala daha sindirebilmiş değildi. Sindiremeyecekti de, sadece kabullenmişti Fırat’ın yokluğunu. Artık bedenen olmadığını. Yoksa kalbindeydi.
Yine sevdiği adamın toprağını severken gülümsedi. “Bu da her gün geliyor diye içten içe sıkılmıyorsundur umarım.” Diye şakavari bir şekilde konuştu. Bir cevap alamayacağını biliyordu, buna alışmıştı. Bu cümleyi de içinden gelerek söylememişti çünkü biliyordu ki Fırat ondan asla sıkılmazdı.
“Sıkıldıysan da yapacak bir şey yok üsteğmenim.” Diye devam ettirdi sözlerini. Yanağına doğru akan gözyaşını sildi usulca. “Fırat sana bir haber vermeye geldim bugün…” deyip duraksadı. Uzun zamandır aklında olan, aklını kurcalayan şeyi yapmıştı Buse ve bu yüzden çok mutluydu. Bu haberi sevdiği adamla da paylaşmak istiyordu.
“Evlat edindim…” deyip duraksadı. Evlenme ihtimalini tamamen aklından çıkarmıştı. Ailesi bu konuda ne kadar baskı yapsa da umurunda değildi. Gelen görücüleri bir bir göndermişti. Ne kendine, ne Fırat’a, ne de karşısındaki adama haksızlık yapmaya hakkı vardı. Bunun bilincindeydi. Ancak anne olmayı çok istiyordu, Fırat’ın babası olduğu bir çocuğa annelik yapmayı çok isterdi ama bu mümkün değildi. Buse de böyle bir çözüm yolu bulmuştu. Annelik illaki doğurmak değildi, gönülden bağlanmaktı mesele.
“Fırat görsen o kadar tatlı bir kız çocuğu ki. 2 yaşında daha.” Derken gülücüklerine engel olamadı. Bu konuda çok heyecanlıydı. İşlemler tamamlanmıştı. Kızı yakında yanında olacaktı. “Senin yanına da getireceğim, tanıştıracağım sizi. Görsen sende çok seversin, o da seni çok severdi eminim ki.” Derken yutkunmaya çalıştı ama yapamadı. Boğazındaki yumru gitmiyordu. Hatta gülüşü bile solmuştu. Çünkü çok acı vermeye başlamıştı bu konuşma.
Sözleri boğazında takılıp kalmıştı. Bir çocukları olsun çok isterdi ama kısmet olmamıştı. Yine de bir çocukları olacaktı. Annesinin Buse olduğu bir çocuk. “İsmi Asya. Odasını falan hazırladım. Baş köşeye ikimizin fotoğrafını yerleştirdim.” Dedikten sonra hıçkırıklarına engel olamadı. Eliyle yüzünü kapatıp ağlarken mırıldandı. “Özür dilerim, her seferinde ağlamayacağım diye söz veriyorum ama dayanamıyorum.” Dedi kesik kesik. Sonra devam etti. “Beni görüyorsan üzülme… Ben mutluyum, sadece böyle olmak canımı çok yakıyor. Öteki türlü hiçbir sorun yok.”
Böyle karşısında cevap vermeyecek biriyle konuşmak, derdini anlatmak, mutluluğunu ve üzüntüsünü paylaşmak zor geliyordu Buse’ye. Ama aldığı her haberde de buraya gelmekten vazgeçemiyordu. Fırat yanındaymışçasına konuşmak sanki rahatlatıyordu onu, birkaç saniyeliğine olsa da gerçek dünyadan kopmasına neden oluyordu. Fırat yanındayken ona iyi gelirdi zaten ama şimdi yanında olmasa da mezarıyla, onun orada yattığını bilerek konuşmak bile Buse’ye kendini iyi hissettiriyordu. Ya da hissettirmek zorundaydı çünkü gideceği başka kimse yoktu.
“Kardeşlerinden de haber getirdim.” Diyerek gözyaşlarını temizledi tekrardan. “Hepsi babalığı tattı, Kadir ile Aydan’ın bebeği dünyaya gelmiş dün gece. Bir kez daha amca oldun.” Derken güldü. Hazan gece mesaj atmıştı bebeğin fotoğrafıyla birlikte. Zaten onlarla iletişimlerini de hiç koparmamıştı. Haftanın birkaç günü sürekli konuşurlardı.
Buse, onlardan uzaktaydı evet ama hiç yalnız bırakmıyorlardı. Yazları yanına gidiyorlardı, telefonla konuşuyorlardı, Buse onlara ziyarete gidiyordu. Hiç kopmamışlardı. Kopamazlardı da. Diyarbakır’ın onlara kattığı en anlamlı şeylerdendi bu dostluklar. Kolay kolay da bitmezdi.
“Yani her şey yolunda sevgilim, sen rahat uyu.” Dedi tekrardan içi gide gide. Hayat devam ediyordu, zaman durmadan akıyordu. Zamanın bu akışında Buse’de her şeyi yoluna koymaya çalışıyordu. Evet hayat arkadaşım dediği adam yanında değildi, bedenen hiçte olmayacaktı ama kalbindeki tahtı hiç sarsılmayacaktı. Yeri değişmeyecekti. Onların aşkı mutsuz son olarak kitaba geçmişti ama geçirdikleri mutlu günler Buse’nin kalbinde varlığını sürdürmeye devam edecekti.
Tarih bir kez daha mutsuzları yazmıştı ve yazmaya devam edecekti…
◔◔◔
Yazarın anlatımından,
Günler günleri, aylar ayları ve yıllar yılları kovalıyordu. Hayat böyle hızlı akıp giderken Türkoğlu ailesine de sadece buna uyum sağlamak düşüyordu. Her günleri mükemmel geçmese de birlikte geçirdikleri günleri ailecek güzel hale getiriyorlardı. Yaş alsalar da, Alparslan ve Hazan’ın aşkı dolu dizgin devam ediyor ve çocuklarına örnek olmaya devam ediyorlardı.
Alparslan arabasının kaputuna yaslanmış kolundaki saate baktıktan sonra okul kapısına doğru baktı. Zil çalmak üzereydi. Normalde Fırat’ı ve Hazal’ı alma sırası Hazan’da olmasına rağmen acil bir ameliyatı çıkması nedeniyle sıra Alparslan’a geçmişti.
Zilin çalmasıyla birlikte çocuklar koşarak dışarı çıkarken Alparslan yaslandığı araçtan doğruldu. Gözleri okulun bahçesini tararken yan yana okulun kapısından çıkan ikiliyi görerek hafifçe kaşlarını çattı. Metehan ile Hazal gülerekten çıkarken Fırat çantasını taşımakta zorlanarak arkalarından ilerlemeye çalışıyordu. Fırat’ın haline gülmek istese de dikkatini çeken ikili bunu engellemişti.
Saniyeler içinde Metehan kendi arkadaşlarının yanına doğru ilerlerken nihayet Hazal ve Fırat’ın bakışları babalarını buldu. “Baba!” Hazal hevesli bir şekilde ona doğru koşarken Alparslan büyükçe gülümseyerek kollarını iki yana açtı onlar için. Fırat’ta ablasıyla eş zamanlı koşarken ikisi de aynı anda babasının kolları arasına girdi. Alparslan ikisini de sıkıca sarılıp yanaklarından öptü. Daha sabahleyin görüşmüşlerdi ama özlemişti onları.
“Annem nerede?” Fırat’ın meraklı gözlerle etrafına bakınmasıyla birlikte Alparslan güldü. “Annenin ameliyatı varmış, sizi ben aldım o yüzden. Beğenemediniz mi Fırat bey?” Tek kaşını kaldırmış oğluna doğru bakarken Fırat dudaklarını büzdü. “Annemin gelmesini daha çok isterdim.” Diye itiraf ederken Alparslan’ın kaşları havalandı. “Demek öyle ha, eşek sıpasına bak sen.” Fırat’ın ne kadar anneci olduğunu unutmuştu birkaç dakikalığına.
“Onu boş ver baba ben çok mutlu oldum seni gördüğüme.” Dedi Hazal gülerek. Fırat, ablasının söylediği şeyle umursamayan bir bakış attı. “Bana bulaşma bak.” Diye tehditvari konuşurken Hazal omuz silkti. Fırat ise buna karşılık göz devirdi. Alparslan ikili arasında bir tartışma başlayacağını düşünerek ikisine hitaben konuştu. “Hadi bakalım arabaya geçelim, sonra annenizi de alırız ve eve gideriz.”
“Oley!” Fırat bu duruma sevinerek hevesle arabanın arka kapısına ilerledi. Annesini çok özlemişti. Hazal’da diğer tarafın kapısını açıp arabaya geçerken Alparslan şoför koltuğuna oturdu. Çocuklarının emniyetinden emin olduktan sonra arabayı çalıştırdı. “Çok ödeviniz var mı?” diye dikiz aynasından onlara bakarken Hazal başını salladı. “Evet, Matematik de yeni konuya geçtik.”
“Benim de var ödevim, öğretmenim yeni bir hikaye kitabı verdi. Onu okuyacağım ve özetini çıkartacağım.” Fırat’ta kendi ödevinden bahsettikten sonra ikisi de sırayla günlerini anlatmaya koyuldular. Hatta o kadar kaptırdılar ki hastanenin önüne geldiklerinde bile konuşmaya devam ettiler. Hazan’ın işi bitinceye kadar onu bekleyeceklerdi.
Alparslan ilgiyle ikisini de dinlerken bakışları da bir yandan görmek için can attığı karısındaydı. Hastanenin kapısına bakmaktan gözleri acımıştı ama hala gelmemişti Hazan. En son konuştuklarında çok uzun bir ameliyat olmayacak ama çocukları almaya yetişemeyeceğim demişti ve bu şekilde anlaşmışlardı.
“Aa o amca kim? Ben görmemiştim onu daha önce.” Hazal’ın sesi ile Fırat katılırcasına konuştu. “Eren dayım değil o, bende yeni gördüm.” İki kardeş birbirlerini onaylarken Alparslan’ın bakışları çocukların işaret ettiği yere kaydı. Hazanla birlikte çıkan bir adamı gördüğünde kaşları çatıldı. Üzerinde doktor önlüğü yoktu adamın, bir ceket vardı. Hastanede de daha önce görmediğine göre başka bir doktor da değildi.
“Siz burada bizi bekleyin, geliyoruz.” Diyerek arabadan indi Alparslan. Hızlı adımlarla onların yanına doğru ilerlerken adamın gülümseyerek karısına doğru baktığını görmek içindeki kıskançlık duygusunu fokur fokur kaynatmaya başladı. Hazan ise adama nezaketen küçük bir gülümsemeyle bakıyordu.
Alparslan onlara yaklaştığında seslenmeden edemedi. “Güzelim?” Hazan yıllardır duyduğu bu hitap ve aşık olduğu sesle bakışlarını adamdan çekip eşine doğru çevirdiğinde yüzündeki gülümseme büyüdü. Gözleri onu görmenin mutluluğu ile parıldarken cevap verdi. “Hoş geldin hayatım.” Dedikten sonra karşısındaki adama tekrar dönerek konuştu. “İyi günler size Sinan bey.”
Adamın bir şey demesini beklemeden kocasının yanına giderek elini tuttu. Alparslan göz ucuyla tekrardan adama baktıktan sonra Hazan’ın elini sıkıca kavrayarak onu arabaya doğru yönlendirdi. İkili yan yana yürürken Alparslan, Hazan’ın elini bırakmadan kolunu kadının omzuna atıp kolunun altına aldı. Dudaklarını karısının çok sevdiği saçlarına yaslayıp öperken Hazan huzurla iç çekti. Onca yorgunluktan sonra bu çok iyi gelmişti.
“O adamı daha önce görmemiştim..” dedi Alparslan meraklı bir şekilde. Hazan bakışlarını kocasının gözlerine çevirdiğinde gördüğü kıskançlık kırıntılarıyla sırıttı. “Bir hastamın yakını, birkaç gündür burada refakatçi olarak kalıyor.” Dediğinde Alparslan kaşlarını çattı. Adamın bakışları hoşuna gitmemişti. Ayrıca ne işi vardı Hazan’ın yanında. “Hmm, kapıda mı karşılaştınız?”
Hazan bu soru ile tek kaşını kaldırdı. “Sorguya çekiliyorum sanırım.” Dediğinde Alparslan omuz silkti. “Ne sorgusu canım.”
Arabaya ulaştıklarında Hazan ön koltuğa oturarak direkt olarak arka tarafa döndü ve çocuklarına doğru baktı. “Nasılmış benim canlarım?”
“İyiyiz annecim.” Dedi Hazal. O sırada Fırat oturduğu yerden ayağa kalkıp uzanarak Hazan’ın yanağını öptü. “Çok özledim seni anne.” Hazan, oğlunun hamlesiyle daha da gülümserken Alparslan’ın birbirini öpen ikiliye baktı sevgiyle. Çocuklarıyla annelerini bu şekilde izlemeyi çok seviyordu ama takılmadan da edemiyordu elbette. “Oh ya, hiç bizi öpen yok.”
“Kıskanma kıskanma.” Hazan gülerek Alparslan’a bakarken Fırat’ta annesini taklit ederek konuştu. “Kıskanma baba ama annemi daha çok seviyorum biliyorsun.” Alparslan alınmış gibi ona bakarken Fırat dayanamayarak uzanıp babasını da öptü. “Seni de seviyorum.” Bu hamleyle Alparslan’ın da yüzünde büyük bir gülümseme oluşurken Hazal’da araya girerek ilk önce babasını sonra da annesini öptü uzunca.
Alparslan arabayı çalıştırırken işaret parmağıyla yanağını işaret ederken göz ucuyla Hazan’a baktı. “Sizde öpmeyecek misiniz Hazan hanım?” Hazan dişlerini göstererek gülerken mırıldandı. “Fırsatçı kocam, öperim tabi…” dedikten sonra uzanarak kocasının yanağını öptü. Onun bu hareketiyle arkada oturan çocuklardan kıkır kıkır sesler gelirken Alparslan iç çekti. “Oh, şimdi gidebiliriz evimize.”
Dördü birlikte yola çıktıktan sonra kah gülerek kah müzik dinleyerek evlerine ulaşmışlardı. Hazal ve Fırat üzerlerini değiştirmek için odalarına çıkarken Hazan’da hızlıca üzerini değiştirmiş ve yemek hazırlamak üzere mutfağa girmişti. Alparslan’da yukarıdaki işlerini tamamlamış karısına yardım etmek için mutfağa girdiğinde ilk önce omzunu kapının sövesine yaslamış bir süre karısını izlemeye koyulmuştu.
Böyle orada dikilip Hazan’ı izlerken ilk evlendikleri zaman gelmişti aklına. Hazan yine böyle yemek hazırlarken onu izlemek, ona yardım etmek en büyük zevklerinden biriydi o zamanlar. Gerçi o karısını izlemeyi şu anda bile çok seviyordu, hiçbir şekilde de bundan vazgeçemezdi.
“Orada dikilip beni izlemeyi ne zaman bırakırsınız binbaşım?” Hazan sevimli bir sesle mırıldanırken Alparslan buna dayanamayarak omzunu yasladığı yerden çekerek karısına doğru ilerledi. Tam olarak arkasına geçip kollarını karnına sararken dudaklarını karısının açık olan boynuna bastırdı. Ardından da derin bir nefesle kokusunu içine çekti. “Seni izlemek en büyük zevkim biliyorsun.”
Alparslan’ın cevabıyla birlikte Hazan kıkırdadı. “Bilmez miyim?” diyerek o da başını kocasının omzuna doğru yasladı ve gözlerini kapattı. Bu iyi gelmişti.
“Bu Sinan bey sürekli yanına geliyor mu böyle?” Alparslan hala daha aklından silemediği adamı dile getirirken Hazan duyduğu cümle ile kapattığı gözlerini araladı şaşkınca. Bu konuyu kapattılar sanmıştı ama kapatmamışlardı. “Nereden aklına geldi Alparslan Allah aşkına?” Hazan sitemli sitemli konuşurken Alparslan omuz silkti. “Hiç çıkmadı ki.”
Hazan, Alparslan’ın ciddi olup olmadığını anlamak için başını kocasına doğru çevirdiğinde bakışları buluştu. “Hastamın refakatçisi, bilgi almak için geliyor. Bugün sadece teşekkür etti ilgim için.” Diyerek kocasını rahatlatmak isterken Alparslan bilgi almak için geliyor kısmına takılıp içinden küfretti. Adamın bakışlarını beğenmemişti, gördüğü hayranlık canını sıkmıştı.
“Sevgilim, kıskanacak bir şey olmadığının farkındasın değil mi?” dedi Hazan düşünceli bir şekilde bakan kocasına. Alparslan sıkıntılı bir şekilde cevap verdi. “Bakışlarındaki hayranlık canımı sıktı.” Dediğinde Hazan başını omzuna doğru eğdi. “Mesleğime olan hayranlığı o, yoksa kırk yaşında kadına hayran olacak değil ya.” Hazan’ın cümlesiyle Alparslan ilgiyle baktı karısına. “Sen hala güzelliğinin farkında değilsin, ister kırk yaşında ol ister elli. Hala bebek gibi cildin var, benim için dünyanın en güzel kadınısın.”
Bu iltifatlar Hazan’ın kalbine dokunurken gülüşü büyüdü. Ne şanslıydı ki Alparslan’dan her zaman böyle iltifatlar duyardı. Alparslan’ın kolları arasında çevrilerek ellerini adamın ensesinde birleştirirken gözlerine baktı uzun uzun. “Sende dünyanın en yakışıklı adamısın.” Dedikten sonra uzanarak dudaklarını birleştirdi.
Ardından bunu çok uzun tutmayarak ayrıldılar. Her an çocukları gelip bu manzarayı görebilirdi. Bunu istemezlerdi. El birliği ile sofrayı hazırladıklarında Fırat ve Hazal’ın da yanlarına gelmeleriyle birlikte mutfak masasında herkes yerlerini aldı.
“Anne, Mete beni çağırdı yarın akşam için. Nazlı teyzemlerde kalabilir miyim? Hem Elif’le de oynarız.” Hazal çorba kasesinden başını kaldırmış annesine güzel gözleriyle bakarken Alparslan’ın sesi duyuldu. “Ha Metehan istediği için gidiliyor Nazlı teyzenlere?” Alparslan tek kaşını kaldırmış kızına bakarken Fırat bıyık altından gülerek baktı ablasına. “Hadi açıkla.”
Hazal, Fırat’a doğru bir bakış atarken dişlerinin arasından konuştu. “Sen karışma.” Dedikten sonra çipil çipil gözlerle babasına doğru baktı. Fırat ise bu sözden sonra sinirlenerek konuştu. “Baba sende gördün okulda da hep beraberler zaten.” Şikayet edercesine konuşurken Hazan dayanamayarak ayağıyla Fırat’ın dizine doğru vurdu. Fırat aniden aldığı darbe ile inlemeye benzer ses çıkartırken Hazan müdahale etmesi gerektiğini anlayarak hızla araya girdi. “Ne oluyorsunuz? Birbirinizle uğraşmak yakışıyor mu size?”
“Ama anne…” Fırat mahzun gözlerle annesine bakarken Hazan bu numaraya gelmeyerek konuştu. “Hiç öyle bakma annecim, böyle davranışlar yakışmıyor size.” Dedikten sonra kocasına doğru döndü. “Hayatım sende biraz abartmıyor musun? Ne var Metehan çağırdıysa? Her zaman gittiği yer.”
“İyi…” dedi Alparslan trip atarcasına. Ardından ekledi. “Fırat sende git aslanım ablanla, canım sıkılıyor diyordun.” Diyerek oğluna bakarken Fırat onayladı. Hazal ise bu durumdan memnun olmayarak konuştu. “Ama babacım.” Dediğinde Alparslan itiraz kabul etmeyen sesle cevap verdi. “Kardeşini de götür kızım, o da sizinle oynar. Yazık evde sıkılıyor tek başına.”
Hazan, Alparslan’ın bahanesine gülmeden edemedi. Fırat’ı bile bile gönderiyordu. Yoksa sıkılacağı yoktu, kendi kendine oynamayı severdi oğlu. “Fırat’ta abimi görmem normal mi?” Hazan kocasına doğru mırıldanırken Alparslan yamuk bir gülümsemeyle baktı karısına. “Normal, dayısı iyi yetiştiriyor. Bu konuda eline su dökemeyeceğim kayınçomun.”
“İşine gelince nasıl seviyorsun ama.” Dedi Hazan sırıtarak. Alparslan onun söylediğini umursamadan yemeğine devam ederken Hazan tekrar masaya yöneldi. “Ödevleriniz ne durumda?” diye sorduğunda Fırat cevap verdi. “Yemekten sonra yapacağım, özet çıkarmam gerekiyor.”
“Benim de var ama çok değil.” Diye ekleme yaptı Hazal. Hazan onları onayladıktan sonra yemeğine devam etti.
Sohbet eşliğinde yemekleri devam ederken yemeklerinin bitmesiyle birlikte Hazal ve Fırat sofradan kalktılar.
Hazan masayı toplayacağı sırada bedenine doğru sarılan kollarla irkildi. Kocasının temas ettiğini bildiğinden gülümseyerek ona döndüğünde Alparslan konuştu. “Şimdi siz oturuyorsunuz doktor hanım, kocanız mutfağı toparlıyor.” Kocasının düşünceli bir şekilde konuşmasıyla birlikte cevap verdi Hazan. “Sende yorgunsundur, el birliği ile toplayalım.”
Alparslan dudaklarını karısının çenesiyle yanağı arasındaki kısma bastırıp sesli bir şekilde öptükten sonra karşılık verdi. “Yorgundum ama senin yanında dinlendim. Biliyorsun böyle bir özelliğin var.” Derken karısına daha sıkı sarıldı. En başından beridir bu böyleydi. İnsan sevdiğinin yanında dinlenirdi, huzuru bulurdu. Alparslan içinde öyleydi. Hazan’a aşık olduğu andan sonra yanında, kollarında, kokusunda her daim kendini daha iyi hissetmişti ve bu etki hala devam ediyordu.
“Sen ve senin şu sözlerin.” Dedi Hazan keyifle. Çok hoşuna gidiyordu bu anlar. Alparslan yüzündeki sırıtışla konuştu. “Hoşuna gidiyor kabul et.” Dediğinde Hazan onayladı. “Çok hoşuma gidiyor.” Dedikten sonra Alparslan’a doğru dönerek yanağını öptü. Alparslan bu hamle ile tatlı bir tebessüm ederken mırıldandı. “Enerjimi de aldığıma göre sizi şöyle oturtalım.”
Hazan’ı belinden tutup sandalyeye oturttuktan sonra tekrar konuştu. “Bulaşıkları yapayım sonra bize kahve yaparım, çocuklara da kakaolu süt hazırlarım.”
“Hayır demem.” Dedi Hazan keyifle. Alparslan tek gözünü kırpıp işinin başına dönerken Hazan keyifle izledi kocasını.
Rutinleri böyleydi genel olarak. Her evli, çocuklu çift nasılsa onlar da öyleydi evde. Hayatları monotonlaşmıştı. Sevgili olmadan, sevgili olduktan sonra kaostan kaosa sürüklenmişlerdi. Hayatlarından hiç istemedikleri insanlar geçmişti. Azra, Semih, Kerem, Aslan kod adlı terörist Faruk Eraslan. Çok acı çekseler de, zorlansalar da hepsinden başarıyla geçmişlerdi. Şimdi çocuklarıyla, aileleriyle güzel günler geçiriyorlardı ve geçirmeye de devam edeceklerdi…
◔◔◔
Hazan Candemir Türkoğlu’nun anlatımından,
“Annecim üzmeyin bak Nazlı teyzenizi.” Bakışlarım Fırat ve Hazal’dayken Nazlı gülerek konuştu. “Üzer mi hiç onlar annesi? Bizimkilerle takılacaklar işte.” Derken eliyle Hazal’ın saçlarını okşadı. Hazal gülümseyen gözlerle bana ve teyzesine bakarken onayladım. “Güzel güzel oynayın.” Dedikten sonra hem oğlumun hem de kızımın yanağını öptüm.
Sonra da çipil çipil gözlerle bana bakan Elif’e yaklaşıp onun da yanağını öptüm. Sonra da Metehan’ın. Küçücüklerdi ama zaman o kadar hızlı geçmişti ki şimdi kocaman olmuşlardı.
Nazlı ile vedalaştıktan sonra bahçeden çıkarak bizim evin bahçesine geçtim. Anahtarla kapıyı açarak içeri girdiğimde sessizlikle karşılaştım ancak bu normaldi. Çocuklar evde olmayınca ses olmuyordu. “Canımın içi?” diye seslenirken bir karşılık alamayarak kaşlarımı çattım. İlk önce mutfağa sonra da salona baktıktan sonra Alparslan’ın orada olmadığını görerek merdivenlerden çıktım ve odamıza ulaştım.
Kapıdan içeri baktığımda gördüğüm boşlukla kaşlarım çatıldı. Ancak bakışlarım yatağın üzerindeki beyaz renkli kutuyu bulduğunda merak duygusu daha da üstün geldi. Adımlarımı yatağa atarak beyaz kutuya ulaştığımda üzerine iliştirilmiş notu gördüm. “Eminim çok yakışacak, arabada seni bekliyorum güzel karım…”
Şaşkınlıkla kutunun kapağını açarken kırmızı renkte bir elbise çarptı ilk önce gözüme. Elbisenin askılarından tutup kaldırırken hayranlıkla bakakaldım. Çok güzeldi her detayı. Hızlı bir şekilde elbiseyi üzerime geçirdikten sonra makyaj masama geçtim. Böyle bir elbiseyi giymemi istediğine göre şık bir yere gidecektik. Şaşırmıyordum çünkü Alparslan her daim böyle sürprizler yapmayı severdi.
Saçımı ve makyajımı elbiseye uygun hazırladıktan sonra aynada kendime doğru baktım. Eski günlerimizi hatırlamıştım. Sadece ikimizin olduğu, ilk günlerimiz… Çok güzel günlerdi, tabii şimdi o güzellik evlatlarımızla artmıştı.
Hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra merdivenlerden inerek evden çıktım. Evi kilitleyip bahçeden arabanın bulunduğu yere ilerlerken Alparslan’ın arabanın kaputuna doğru yaslandığını gördüm. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve onu ilk takım elbiseyle gördüğüm andaki gibi çok karizmatik görünüyordu. Bu görüntüye içim gidip kalbim hızla atarken Alparslan büyülenmiş gözlerle bana bakarak mırıldandı. “Mükemmel görünüyorsun…”
“Sende her zamanki gibi çok yakışıklısın.” Dediğimde Alparslan yamuk bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Yanınıza yakışmaya çalışıyorum doktor hanım.” Hitabı yüzümde güller açmaya yetmişti. Çok seviyordum. Alparslan bakışlarını benden çekip arabanın arka kapısına ilerleyerek kapıyı açtı. İçerisinden çıkardığı bir demet çiçeği de alıp bana doğru tekrar geldiğinde şaşkınlıkla baktım gözlerine. “Buyurun efendim.”
Çiçeği bana doğru uzattığında hiç beklemeden alarak burnuma götürdüm ve kokladım. İçimi ferahlatan kokuyla birlikte bakışlarımı tekrardan sevdiğim adama çevirdiğimde konuştum. “Çok güzeller, teşekkür ederim.” Alparslan tek gözünü kırpıp cevap verdi. “Senin kadar değiller.” Her cümlesiyle, kelimesiyle sevgim katlanarak artarken Alparslan ön kapıyı benim için açtı. Hiç beklemeden arabaya bindiğimde kapıyı kapatıp kendi yerine geçti ve oturdu.
Arabayı çalıştırıp yola koyulduğunda merakla baktım. “Nereye gidiyoruz?” Alparslan bakışlarını yoldan çekip bana çevirirken gülümsedi. “Sürpriz.” Yüzümdeki gülüş büyürken aklıma dolan düşüncelerle konuştum. “Çocukları bu yüzden Nazlılara bıraktık değil mi? Baş başa kalmak için.” Dediğimde Alparslan sırıttı. “Zeki karım benim.” Dedikten sonra elime uzanarak tuttu ve dudaklarına götürüp öptü.
Gerçekten şaşkındım. Ne zaman planlamıştı böyle bir şeyi anlamamıştım. Çocukları bile organize etmişti. Böyle baş başa vakit geçirmeyeli epey zaman olmuştu. Alparslan’da bende hayatın koşuşturmasına kapılmıştık. Yine de düşünceli kocam sayesinde bir günlüğüne de olsa baş başa olacaktık ve buna ihtiyacımız vardı.
Yolculuğumuza devam ederken şehir içinden çıkışımızla birlikte etrafa bakınmaya devam ettim. Yollar biraz tanıdık gelmişti ancak öyle çok hatırladığım da söylenemezdi. O yüzden üstünde durmayarak etrafa bakınmaya devam ederken Alparslan keyifli bir tınıyla mırıldandı. “Beni kaçırıyor musun diye sorman gerekirdi.”
“Kaçırmana hayır demem, kocamsın. Seninle her yere gelirim.” Yüzümde büyük bir tebessümle Alparslan’a bakarken o da benim gibi güldü. “Sevdim bunu, aklımda bulunsun. Sonra bir yerde kullanırım.” Dediğinde başımı iki yana salladım iflah olmazsın dercesine. “Fırsatçı.” Alparslan tek gözünü kırparak karizmatik bir şekilde gülümsedi. “Sana her zaman.”
Arabayla ilerleyip bir süre sonra bir kulübenin önünde durduğunda yutkunamadım bir an için. Burayı çok iyi biliyordum. Evlilik teklifi aldığım yerdi. Evliliğimiz için ilk adımı attığımız yerdi. Çok güzel anlar geçirmiştim burada. O anlar gözlerimin önünden geçerken duygu dolu bir sesle mırıldandım. “Alparslan…” Bakışlarımı sevdiğim adama çevirdiğimde onun bakışlarının çoktan bende olduğunu gördüm. Her zamanki gibi sevgiyle gözlerime bakarken içi gidercesine o diline pelesenk olan hitabı dile getirdi. “Güzelim…”
Ne diyeceğimi bilemezken o benim yerime konuştu. “Hadi inelim.” Söylediğini yaparak arabadan indiğimde beni aracın önünde bekleyen kocamın elini tuttum. Birlikte kulübeye doğru ilerlediğimizde Alparslan anahtarı bana uzatarak konuştu. “Aç bakalım.” Hiç beklemeden anahtarı kilide takıp açtığımda mumların aydınlattığı ortam gözlerimizin önüne serildi.
Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken mumların ortasında duran masa dikkatimi çekti. Aynı evlenme teklifinde olduğu gibi düzenle kurulmuştu. İçeri doğru adımımı atıp girdikten sonra etrafa dikkatle baktım. Şömine yakılmıştı, kırmızı uçan kalpli balonlarla birlikte çok güzel bir ambiyans vardı.
Aniden belime doğru sarılan kollarla birlikte kocamın çenesini omzumda hissettim. “Evlilik yıldönümümüz kutlu olsun güzelim.” Söylediği cümle ile beynimden vurulmuşa dönerken başımı aniden ona doğru çevirdim. Unutmuştum. Aklımdan çıkmıştı. Yüzümü buruşturup dudaklarımı büzerken mırıldandım. “Nasıl unuturum…” Elimi yüzüme yaslayıp utancımı gizlemeye çalışırken Alparslan hızla buna engel oldu. “Unutman gayet normal birtanem, çok yoğunsun. Çocuklarla da sen ilgileniyorsun.”
“Yine de bu unutmam için sebep değil.” Dedim mahcup bir şekilde. Alparslan dudaklarını boynuma doğru bastırıp uzunca öperken konuştu. “Benim için bir sebep.” Beni rahatlatmak için konuşurken burukça baktım gözlerine. Ona sahip olduğum için o kadar şanslıydım ki. “Sana diyecek bir şey bulamıyorum artık, bir insan her şeyde mükemmel olabilir mi?”
Oluyordu, Alparslan bunun örneğiydi. Sevgiliyken ayrı, eşken ayrı, babayken ayrı mükemmeldi. Her şekilde her şeyin üstesinden geliyordu.
Gözlerini daha net görebilmek için ona doğru döndüğümde ellerimi ensesine doğru sardım. O ise beni belimden tutup kendine çekti. Gözlerimin en derinlerine bakarken mırıldandı. “Senin sayende. Ben seninle tanışmadan önce dümdüz bir adamdım Hazan. Bunu bana sen öğrettin. Hatırla, seninle ilk tanıştığımızda nasıldım?”
Gözlerimin önünde o anlar canlandı istemsizce. Cümleleri hala daha aklımdaydı. İlk tanıştığımızda, beni eve ilk bırakışında söylediği cümleleri, bakışları… O günden bugüne çok değişmişti. Değişmiştik.
“Ne zaman sana âşık olmaya başladım o zaman böyle mükemmel oldum. Çünkü ben seninle tamamlandım, eksik olan yanımdın sen benim. Sen gelince her şey tamam oldu. Sevmeyi de seninle öğrendim, sevgili olmayı da, bir kadını incitmeden nasıl seveceğimi de, aile olmayı da, eş olmayı da, baba olmayı da seninle öğrendim…” Cümleleri gözlerimin dolmasına yeterken hem gülümseyerek hem dolu gözlerle baktım gözlerine. Kalbimde ona ait olan yer gittikçe büyüyordu ve bunu durduramıyordum.
Eli yanağımdaki yerini alıp gözyaşımı temizlerken onun da gözleri buğuluydu. “Şimdi unuttum diye, hediyem yok diye kendini üzme. Senin varlığın, bana kattıkların, bana verdiğin evlatlarım benim en büyük hediyem zaten.” Cümlelerine devam ettikçe gözyaşlarım artıyordu. Kalbim sevgiyle boğuluyordu. Kendimi dünyanın en mutlu kadını gibi hissediyordum.
“Sen benim bu hayattaki en büyük iyi kimsin…” diyebildim nihayet. Aynı onun bana baktığı gibi sevgiyle, aşkla yoğurulmuş gözlerine derin derin baktım sevgimi anlatmak istercesine. “Her zaman verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu hatırlıyorum. Biz birbirimizin eksik yanıydık ve birlikte tamamlandık. Tamamlanmaya da devam edeceğiz. Nice yıllarımız olsun canımın içi…”
Bana söz vermişti. Senin annen olurum, baban olurum, abin olurum demişti ve olmuştu da. Yeri geldiğinde annemde olmuştu, babamda olmuştu, abimde olmuştu, eşimde olmuştu, çocuklarımın babası da olmuştu. Her şeyim olmuştu, ailem olmuştu.
Birbirimize duygu dolu gözlerle bakarken elimi yanağına yaslayarak dudaklarımızı birleştirdim. Yıllar geçmişti bu dudaklarla tanışalı ama hala daha tadı damağımdaydı. Ne kadar öpsem doyamazdım. Her seferinde hasretle kavrardım onları. Yine aynı hasretle bunu yapmışken bu sefer birbirimize karşı hissettiğimiz tüm duygular da açığa acıkmıştı. Yıllar geçiyordu, her şey eskiyordu da bir bizim aşkımız eskimiyordu. Eskimezdi. Bizimkisi artık aşk değildi. Gönülden birbirine bağlanmaktı, birbirine ait olmaktı.
Dudaklarımız birbirinden ayrılırken alınlarımız birbirine yaslandı. Birbirimizin nefeslerinde dinlenirken Alparslan mırıldandı. “Yemeklerimiz soğumasın…” Söylediği şeyle sesli bir şekilde gülerken alnımı alnından ayırdım. Alparslan sandalyemi benim için çekip oturmamı sağladıktan sonra kendisi de karşımdaki yerini aldı.
“Yemekler Alparslan şefe mi ait?” diye sorduğumda onayladı. “Tabii ki, şefin spesiyali ama Hazan hanımın sevdikleriyle.” Bakışlarım masada dolaşırken gerçekten de benim sevdiğim yemeklerin çoğunlukta olduğunu gördüm. Bir de kenarda küçük bir pasta vardı. Üzerinde kocaman 13 yazan bir mum takılıydı.
Dile kolay 13 yıl olmuştu evleneli. Zaman çok hızlı geçiyordu…
Tabağıma aldığım yiyecekleri yerken mırıldandım. “Sen ne ara hazırladın tüm bunları?” Merakla kocama doğru bakarken Alparslan sırıttı. “Sence?” Bir anlığına duraksayıp düşünürken sabahleyin yaklaşık 2 saatliğine evden tabura gidiyorum diye çıktığı anların gelmesiyle gözlerimi kıstım. Ben o tabura gidiyor diye düşünürken o bunları hazırlamıştı. “Vay be, helal olsun.”
Alparslan tepkime gülerken yemeğini yemeye devam etti. Birbirimize bakarak, sohbet ederek, gülerek yemeğimize devam ettikten sonra pastamızın üzerinde dikili olan mumu yakıp birlikte üfledik. Birlikte çok kez doğum günü kutlamıştık, hepsi çok güzeldi ama bu da çok değerliydi benim için.
Mumu üfledikten sonra etrafta yankılanan Batuhan Kordel-aşkın en güzel hali şarkısıyla birlikte duraksadım. “Bugünü dansla taçlandırmalıyız değil mi?” Elimi tutarak beni kendine doğru çektiğinde elimi omuzlarına yasladım. Alparslan’ın elleri de belimdeki yerini alırken bedenlerimiz arasındaki mesafeyi sıfıra indirdi. Bedenlerimiz gibi gözlerimizde birbirine kenetlenirken yüzlerimizde tebessüm vardı.
"Sen bana aşkın en güzel halini yaşatan kadın
Bir daha böyle sever miyim bilemem aklımda adın
Son defa seni sevdiğimi söylesem ağlar mısın
Es kaza olur da karşılık verirsen başlar mıyız tekrardan?
Yok istemiyor kalbim istemiyor fikrim
Başkasıyla gülmek
Yok zaten beceremem sensiz direnemem
Çok zor böyle gitmek"
Sanki sözleri bizi anlatıyordu. Belki sözler bir adam ağzından sevdiği kadına yazılmıştı ama benim içinde geçerliydi bu sözler. Kerem'den sonra başkasıyla olabilirdim ama şarkı sözünde söylediği gibi kalbimde fikrimde Alparslan'dan başkasına gülmek istememişti. Benim ona, onun bana olan aşkını dile getiriyordu o yüzden. Güzel bir şarkı seçmişti. Bakışlarımız birbirinden ayrılmazken sözleri birbirimize söylermişçesine bakıyorduk. Gözlerimizle konuşuyorduk artık ve bu çok güzeldi, özeldi. Onunla geçirdiğim her an, her saniye güzel ve özeldi. Hep de öyle kalmaya devam edecekti...
◔◔◔
Yıllar sonra…
Yazardan,
Zaman hızla akıp gidiyordu, insanlar doğup büyüyor, evleniyor, çocuk sahibi oluyor ve sonrasında da ölüme yavaş yavaş yaklaşıyordu. Kimi bu süreçte çok acı çekiyordu. Kimisi de kolaylıkla atlatıyordu. Hazan’da zorlukla başa çıkan ama sonradan hayatın verdiği güzelliklerle yaşamına devam ettiren insanlardan biriydi.
Tim her zaman olduğu gibi yine bir hafta sonu rutini olan mangal partisinde beraberdi. Bu sefer Caner ve Büşra’nın evlerinin bahçesindelerdi. İlk başlarda sadece çift çift takılırken şimdi bahçe birçok çocuk sesiyle dolmuştu. Koskocaman bir masa etrafında bir kalabalık toplanacaktı. Bugünlük Furkan ve Nilay katılamamıştı aralarına. Bir de daimi eksik olan Fırat…
Hazan, mutfaktan aldığı meze tabağını masaya yerleştirirken gözü ilk önce futbol oynayan time ve çocuklara kaydı. Yaşlanmışlardı ama hala çocukla çocuk oluyorlardı. “Fırat at topu!” Kartal eliyle önünü işaret ederken Alparslan araya girdi. “Bana at oğlum, o şimdi atamaz.”
“Ya sabır.” Kartal söylenerek Alparslan’a bakarken Hazan güldü. İkisi hala daha birbiriyle çekişmeye devam ediyordu. “Şurada yapmayın bari, adam akıllı top oynuyoruz.” Emre sıkıntılı bir şekilde iki arkadaşına doğru bakarken Kartal’ın oğlu Yiğit ve Fırat birbirlerine bakışarak gülüştüler. Babalarının bu halleri onlara komik geliyordu.
“Kartalla Alparslan’ın her zamanki hali Emre, alışamadın mı?” Caner bıyık altından gülerken Kartal ile Alparslan birbirlerine baktılar. Sonra da Fırat’ın Metehan’a attığı topla birlikte dikkatleri dağıldı. Metehan ayağına gelen topu sürerek kaleye attığında kalede duran Barış’ın oğlu Savaş topu tutamayarak gol olmasını sağladı.
“Gol Gol gol!” Metehan gol sevinci yaparken Emre gururla konuştu. “Aslan oğlum benim!” İkili kahkahalarla gülerken Metehan bakışlarını masada ders çalışan kıza yani Hazal’a doğru çevirdi. Hazal 12.sınıfa gidiyordu, sınav senesinde olduğu için mecburen ders çalışmak zorundaydı. Metehan Hazal golü görmediği için biraz bozulsa da kıza doğru seslendi. “Hazal!”
Hazal ona seslenilmesiyle birlikte bakışlarını test kitabından kaldırıp Metehan’a doğru baktı ne oldu dercesine. “Gol senin içindi.” Metehan’ın sözüyle Hazal istemsizce gülümserken Metehan’da gülümsedi ona doğru. Birbirlerine küçük bir tebessümle bakarken Alparslan ayağının ucunda duran topu çok sert olmayacak şekilde Metehan’ın bacağına doğru attı. Top Metehan’ın bacağına çarparken ikilinin bakışları mecburen birbirinden ayrıldı.
“Amca ne yapıyorsun ya?” Metehan yakınarak konuşurken Alparslan çatık kaşlarla konuştu. “Dikkatini toplamaya çalışıyorum.” Zira kızıyla bakışmaları pek hoşuna gitmemişti. “Metehan abi yani sende bazı şeylerin yerini hiç ayarlayamıyorsun.” Kadir’in oğlu Oğuz. Bıyık altından gülerken Kadir konuştu. “Hadi hadi devam edelim.”
Top tekrar önlerine geldiğinde maça devam ettiler. Hazan, küçük adımlarla kızının yanına ilerleyerek arkasında durdu ve saçlarının üzerini öptü. “Sende biraz ara ver istersen annecim, bak hava çok güzel.” Dediğinde Hazal iç çekti. Ara vermeyi o da çok isterdi ama yine de çalışmazsa aklı kalıyordu.
Yine de annesinin söylediğini yaparak test kitabını kapattı ve annesine doğru baktı. “Bende size yardım edeyim.” Hazan onaylarken anne kız mutfağa girdiler. Semra içeri giren anne kıza bakarken gülümsedi. Hazal tıpkı annesine benziyordu. “Aramıza hoş geldin halacım, biraz ara vermen iyi olmuş.”
“Sınava az kaldı biliyorsunuz.” Dedi Hazal bunalmış bir sesle. Nazlı ise onayladı. “Az kaldı ama senin başaracağına eminiz. Sende kendinden emin ol.” Hazal bu sözlerle tebessüm ederken Büşra konuştu. “Üniversiteye başladığında her şey daha kolay olacak, tabii yine ders çalışacaksın ama eğleneceksin de.” Dediğinde Aydan onayladı. “Aynen öyle.”
“Annesi gibi tıp okumayı düşünüyor ama biraz zorlanabilir, sağlıkçı olmak zor.” Buse fikrini dile getirirken Hazal dudak büzdü. Evet bu sefer aralarında Buse’de vardı. Kızı Asya ile birlikte gelmişti. “Olsun olsun kızın moralini bozmayalım şimdi.” Dedi Büşra, yoksa kendisi de doktordu ve zorluklarını iyi biliyordu ancak moral vermek daha önemliydi şimdi.
“Ay bizimkiler de bir araya gelince sanki birbirlerini hiç görmemiş gibiler.” İrem yakınarak konuşurken mutfakta sesli gülücükler yankılandı. Haklıydı, aslında her gün birliktelerdi ancak böyle ortamlarda ilk defa görüşüyorlarmış gibilerdi. Yine de bu halleri çok güzeldi. Artık onlar bir aileydi.
“Doğru vallahi, sofra hazır daha etler yok.” Dedi Aydan sitemle. Mutfaktan çıktıktan sonra futbol oynayan kocasına doğru baktı. “Kadir, yemek hazır olmak üzere hayatım. Mangala başlasan mı artık?” Kadir eşinin ona seslenmesiyle birlikte elini dizlerine yaslayarak nefeslendi. “Hemen başlıyorum güzelim.” Dedikten sonra arkadaşlarına doğru döndü. “Paydos beyler, emir büyük yerden.”
Tim Kadir’in söylediğine gülerken Kadir mangalın başına doğru ilerlemeye başladı. Murat’ta onunla ilerlerken Alparslan’da onlardan biraz ileride ellerinde Barbie bebekleriyle oynayan kızların yanına ilerlemeye başladılar. Onlarla da futbol oynamak istemişlerdi ama tercihleri bu yönde olmuştu.
“Ne yapıyorsunuz fıstıklar?” Alparslan karşılıklı dizilmiş dörtlüye bakarken Asya cevap verdi. “Bebeklerimizle oynuyoruz amca, siz napıyorsunuz?” Alparslan eliyle kızın saçlarını severken gülümsedi. “Oyunumuzu bitirdik bir size bakayım dedim.” Asya küçük bir tebessümle amcasına bakarken Alparslan gülümsedi. Asya onlarla çok çabuk kaynaşmıştı. Zaten küçük yaşta onları tanıdığı için adapte olması kolay olmuştu.
“Bende onlara bakıcılık yapıyorum.” Elif elindeki telefonu yere doğru koyarken Alparslan sesli bir şekilde güldü. “Hazal’la takılsana sende.” Elif bakışlarını masaya doğru çevirdiğinde Hazal’ın orada olmadığını gördü ve mırıldandı. “Ders çalışıyordu, mani olmak istemedim ama sanırım bitirdi. Yanına gideyim ben.” Elif oturduğu yerden kalkıp mutfağa ilerlerken Alparslan Büşra ve Caner’in kızı Nida’nın ve Barış ile Sevde’nin kızı Müge’nin yanağından makas alarak oyunlarını bölmemek adına yanlarından ayrıldı.
Fırat, Savaş, Yiğit ve Oğuz’un kendi kendilerine topla oynadıklarını görerek onları da bir süre uzaktan izledikten sonra mangalın başında olan arkadaşlarının yanına ilerledi.
Tam o sırada bahçe kapısından içeri giren yeğeniyle göz göze geldi. Efe, geçtiğimiz yıl Harp okulundan mezun olmuştu ve özel kuvvetlere başvurmuştu. Şimdi eğitimi için İstanbul’da ailesinden uzaktaydı. Telefonla sık sık görüşüyorlardı ancak sürpriz yapmak istemişti. Yarın dönecek olsa da bir gün bile yeterdi ona.
“Teğmen Efe Köksal emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!” Gür sesi bahçede yankı yaparken Alparslan gururla baktı yeğenine. “Gel buraya gel, aslan parçası.” Kollarını açıp yeğenine sıkı sıkı sarıldı. Daha dün küçücüktü ama bugün koskoca delikanlı olmuştu. Yine de dayısıyla arasındaki bağ asla kopmamıştı.
“Oğlum!” Murat gururla oğluna doğru ilerleyip Alparslan’dan sonra sıkı sıkı sarılırken bir yandan da eşine seslendi. “Semra bahçeye gel çabuk!” Oğluna sıkıca sarılıp hasret gidermeye çalışırken Semra’nın sesini duydu. “Ay Murat ne oluyor?”
Semra dışarı çıktığı an oğlunu görerek şaşırırken anında ağlamaya başladı. Çok uzun süre olmuştu onu görmeyeli. Şimdi karşısında görmek çok duygulandırmıştı. “Oğlum!” Koşar adımlarla oğluna doğru ilerlerken Efe ondan hızlı bir şekilde yarı yolda annesini kucaklamıştı bile. İkili birbirlerine sıkıca sarılırken mutfaktakiler de ne olduğunu merak ederek dışarı çıkmışlardı ve gördükleri kişiyle epey şaşırmışlardı.
“Ağlama anacım, bak geldim işte.” Efe annesinin gözyaşlarını temizlerken bir yandan da gülümseyen gözlerle bakıyordu ona. Semra ise duygularının esiri olmuştu. Burnunda tüten oğlu şimdi yanındayken mutluluk gözyaşlarını akıtmadan duramıyordu.
İkisi birbirinden ayrılırken Efe ile Hazan’ın bakışları buluştu. Karşılaşmaları daha dün gibiydi. Efe’nin çikolata istemesi, Hazan’ı görmek istemesi, birlikte oyun oynamaları. Hazan’da duygulanmadan edemedi. Çok gurur duyuyordu o ayrıydı ama içinden nereden nereye demeden de edemiyordu. “Efecim.” Diye seslendiğinde Efe kollarını açtı yengesine doğru. Önceden Hazan ona kollarını açardı, Efe onun kucağında otururdu. Şimdi Hazan ancak Efe’nin göğsüne denk gelebiliyordu.
Birbirlerine sıkıca sarılırlarken Hazan mırıldandı. “Hoş geldin canım benim, özlettin kendini.” Efe kısa süreliğine sarılıp yengesinden ayrılıp cevap verdi. “Bende sizi özledim ama biliyorsun pek izin alamıyorum.” Hazan gülümseyerek onu onaylarken Fırat koşa koşa yanlarına doğru geldi. “Efe abim gelmiş!” Sevinçle abisine sarılırken Efe’de ona sarıldı. Çok özlemişti ailesini. Fırat’tan sonra da Hazal ile sarılmış ve hasretini diğerleriyle de gidermeye başlamıştı.
“Aslana bak sen bizi bile geçmiş.” Kartal gururla konuşurken Efe hayranlıkla konuştu. “Sizin gibi olmak için elimden geleni yapıyorum.” Alparslan elini yeğeninin omzuna koyarak destekledi. “Bizden bile iyi olacaksın emin ol.”
Efe minnettar bir biçimde gülümserken Kadir’in sesi duyuldu. “İlk posta hazır, hadi masaya!” Aydan eşini onaylayarak masayı işaret etti. “Hadi buyurun.” Herkes sırayla yerlerine oturduğunda epey kalabalık bir masa oluşmuştu. Ancak tadı böyle çıkıyordu, birlikte olunca her şey daha iyiydi.
“Yıllar önce bu masada Barış’ın Harun komutanımı nasıl ikna ettiğini konuşmuştuk.” Diye söze başladı Caner. Barış ve Sevde’nin bakışları birbirini bulduğunda birbirlerine aşkla baktılar. “Bugün ki konumuzda Metehan’ın Alparslan komutanı nasıl ikna edeceği olabilir.” Caner’in bıyık altından gülerek söylediği şeyle Alparslan ayağını sertçe Caner’in bacağına doğru geçirdi. Çaprazında olduğu için bu kolay olmuştu. “Çocukların aklına sokma şöyle şeyler.”
Caner aldığı darbeyle yüzünü buruştururken Kartal sırıtarak konuştu. “İstersen sen önce Barışla nasıl dünür olursun onu düşün.” Dediği anda Caner karşısındaki karısına doğru baktı. Ardından da ayrı bir masada oturan kızına, onun karşısında oturan Barış’ın oğlu Savaş’a doğru baktı. “Onlar kardeşler bir kere. Kardeş gibi büyüdüler.”
“Bizimkiler neydi?” dedi Alparslan hızlıca. Hazan, kocasının sinirlerinin gerildiğini hissederken elini masanın altından kocasının dizine yasladı. Alparslan bakışlarını Hazan’a doğru çevirdiğinde onun bakışlarını görüp sakinlemeye çalıştı.
“Onlar daha küçükler, biz önümüzdekilere bakalım.” Dedi Buse havayı yumuşatmak için. Bakışlarını Efe’ye doğru çevirdi. “Senden güzel haberler bekliyoruz.” Efe tüm bakışların ona dönmesiyle utanarak başını eğdi. “Henüz öyle bir şey yok.” Dediğinde Sevde araya girdi. “Olur canım daha, hem belki dayın gibi bir doktora kaptırırız seni de.”
“Efe’nin ilk aşkı ya Hazan zaten.” Dedi Nazlı gülerek. Emre’de onu onaylarken Hazan aklına gelen görüntüler ile güldü. Efe ise hızla itiraz etti. “Öyle bir şey değildi bir kere, hem küçüklükte yaptığım şeyleri ortaya dökmesenize.” Yakınışıyla birlikte herkes gülerken Semra elini oğlunun sırtına yasladı. “Dalga geçmeyin oğlumla, napsın ilk defa böyle güzel, güler yüzlü bir doktor görmüştü.”
Efe sitemle annesine bakarken Büşra konuştu. “Yalnız Semra ablanın da Hazan’a olan sevgisi gözlerimi yaşartıyor.” Bu sözle Semra ve Hazan birbirine bakarken Hazan içten bir şekilde gülümsedi. “Semra ablam benim öz ablam oldu, ta en başından beri.” Gerçekten de Semra Hazan’ı ilk gördüğü andan itibaren çok sevmişti ve hala daha sevmeye devam ediyordu. Alparslan ile aralarında bir şey olsun istemişti, Allah kısmet etmişti ve olmuştu. Ama olmasaydı da Hazan’ı sevmeye devam ederdi.
“Nereden nereye geldik.” Dedi Alparslan. Eliyle karısının elini tutarken aşkla bakmaya devam etti o güzel gözlere. Birbirlerine bakarlarken Kartal konuştu. “Aynen öyle, daha dün gibi her şey.”
“Büşra sana Caner’in nişan kurdelesi yediğini anlatmış mıydık?” Nazlı gülerekten Büşra’ya bakarken Büşra güldü. “Anlattınız anlattınız, işe yarıyormuş demek ki.” Dediğinde Semra abla araya girdi. “Kadir pek oralı olmamıştı o zaman. Pek böyle şeyleri umursamazdı. Bak yemese bile buldu güzelim kızı.” Diyerek hem Kadir’e hem Aydan’a baktı. Öyle olmuştu, Kadir’in hiç bu tellerde bezi olmamıştı ama hiç beklemediği anda karşısına çıkmıştı Aydan.
“Şeyi hatırlıyor musunuz peki? İlk zeybek oynayışımızı.” Barış merakla arkadaşlarına bakarken aklına gelen anıyla buruk bir tebessüm etti. “Alparslan Aydınlı olduğu için gayet rahat oynuyordu bizim öğrenene kadar canımız çıkmıştı. Hele ki Fırat, nasıl sövmüştü.”
Tüm tim o anları buruk bir şekilde hatırlarken Buse durgun bir şekilde baktı onlara. Bu güzel ortamda bir tek sevdiği adam eksikti. Aslında kalbindeydi ama yanlarında olması için her şeyini verirdi. Masadaki herkes ister istemez Fırat ile geçirdiği anıları hatırlarken bir sessizlik çökmüştü masaya.
“Ee sonraki buluşmamız kimde?” İrem ortamdaki havayı dağıtmak adına konuşurken Kartal’a doğru baktı. “Bizde olsun, bu sefer. Yine bir sonraki ayın son cumartesisi diyoruz değil mi?” Kartal onu onaylarcasına bakarken Nazlı cevap verdi. “Bize uyar.”
Diğer herkesten de onaylayan sesler çıkarken Murat konuştu. “Şöyle bir iki günlük bir yerlere mi kaçsak toplu bir şekilde, çocuklar birlikte olmayı isterler. Belki Efe’de gelir?” Murat, oğluna doğru bakarken Efe belli belirsiz başını salladı. “Bilmiyorum baba, duruma bağlı.”
“Bir iki gün yetmez Murat abi, gittik mi bir 10 gün kalalım.” Kadir fikrini dile getirirken Caner onayladı. “Kadir haklı vallahi, dinlenelim bir.” dediğinde Barış bakışlarını Alparslan’a çevirdi. “Olur değil mi? İzinleri hallederiz.” Alparslan başını salladı olumlu manada. “Hallederiz.”
Aldıkları cevaplarla hepsi tatmin olurken Kartal konuştu. “O zaman bizde detayları konuşuruz hallederiz. Yer seçeriz. Tabii hanımlara da bağlı.” İlk önce İrem’e sonra da Hazan’a doğru baktığında İrem güldü. “Siz ayarlamayı yaptınız bize de kabul etmek düşüyor sanki.”
“Öyle deme İrem yenge, şimdi sizde birbirinizle ayrılmak istemiyorsunuz.” Dedi Caner hızla. Büşra ise Caner’i destekleyen bir şekilde konuştu. “Haklı, bizde birlikte çayımızı kahvemizi alıp dinleniriz. Kafamızı dinleriz. Çocuklar sizde ama.” Diyerek kocasına baktığında Caner onayladı. “Merak etme o iş bizde.”
“Buse sizde Asyayla gelirsiniz, o da arkadaşlarıyla tatil yapar.” Hazan, Buse’ye doğru baktığında Buse küçük bir tebessümle onayladı. “İyi olur bize de.” Arkadaşlarıyla olmayı seviyordu Buse. Bu yüzden seve seve kabul ederdi. Evet bir yanı buruk oluyordu, Fırat hep aklında oluyordu ama yine de bununla baş etmeyi öğrendiği için sorun yoktu.
Hem yemeklerini yiyerek hem sohbet ederek saatlerini devirmeye başladılar tüm aile. Yemekten sonra tatlı ve çay faslı derken gece yarısının nasıl olduğunu bilememişlerdi bile. Zaten onlar bir araya geldiklerinde zamanın nasıl geçtiğini anlamazlardı, laf lafı açardı, sohbet koyulaşırdı. Hele ki geçmişte yaşadıkları o komik, güzel anılar işin içine girdiğinde her şey bir başka olurdu.
Zor günler geçirmişlerdi, yorulmuşlardı, ağlamışlardı ama bir o kadar da gülmüşlerdi, eğlenmişlerdi. Hayatları zordu ama bu zorluklarla sevdikleriyle el ele vererek baş etmişlerdi. Sonra sevdiklerine yenilerini ekleyip çocuk sahibi olmuşlardı, aile gittikçe kalabalıklaşmıştı.
Bir yabancının -Hazan’ın- başka bir şehre gelişiyle başlamıştı hikaye. Sonra orada ailesini bulmuştu, ailesini kurmuştu. Tarih her zaman mutsuz sonları yazardı belki ama onlar da -Hazan ve Alparslan- mutlu sonla biten bir kitabın başrolleri olmayı başarmışlardı...
Mutlu Son
‣‣‣ Nasıldı bölüm beğendiniz mi? Instagram’da sormuştum istediğiniz sahneleri ve elimden geldiği kadarıyla yapmaya çalıştım. Yapamadıklarım için özür dilerim.
‣‣‣ Hazan ve Alparslan’ın sahneleri nasıldı?
‣‣‣ Geçtiğimiz özel bölümde Hazan hamileydi ve cinsiyeti belli değildi. Ama aslında biliyordunuz. Fırat’ın ismini yaşatacak bir çocukları olacaktı…
‣‣‣ Buse’nin aldığı karar hakkında ne düşünüyorsunuz? Hiçbir zaman Fırat’ı unutamayacağının bilincinde olarak böyle bir karar verdi. Beğendiniz mi sahneyi?
‣‣‣ Yazardan olan kısım nasıldı? Ben çok duygulandım. Hele ki Efe’nin o kadar büyümesi falan gerçekten içime oturdu. Ne günlerden ne günlere geldiler…
Bu son özel bölümümüzdü artık Hazan Vakti kitabına özel bölüm gelmeyecek ne yazık ki. Onlara burada veda ediyoruz her ne kadar bunu istemesek de.
Ben ‘Kaybolan Yıllar’ kitabında devam ediyorum ancak onun da finaline az kaldı. Finalin ardından ‘Adavet’ isimli kitabımda bölüm yayınlamaya devam edeceğim. Sizleri de aramızda görmek isterim…
Kendinize dikkat edin, hep mutlu ve güzel günleriniz olsun. Hoşça kalın…
Yorumlarınızı bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
277.66k Okunma |
17.92k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |