Sevgi dediğin de zaten yokluk ve kederden oluşurdu; insan hiçbir şeyin yokluğunu çekmese ve kederlenmese başka bir insanı sevmezdi ki hiç.
Sayfa 108
Dönüş Andrey Platonov
3 hafta sonra
Göz altı morluklarımı kapatmaya çalışırken, Özlem’e laf yetiştiriyordum. İçimdeki bıkkınlık, resmen vücuduma sinmişti; yorgunluğum, yüzümdeki canlılığı silip götürmüştü.
“Kardelen, bu adam sapık olabilir mi Hayır, yani bir insan sürekli kahve içmek arzusuyla mı yanar? Ne yapışkan biri çıktı ”
“Özlem, inan ben de aynı şeyleri düşünüyorum,” dedim, . “Çağdaş’a hasta olduğumu söylüyorum ama adam ‘Geçmiş olsun’ yerine ‘Kahve içelim mi?’ diyor. Kahve içince ne değişecek, çok merak ediyorum!”
Özlem, başını sallarken dudaklarını büzdü. “Yani Kardelen, bu ısrarı niye anlamıyorum?” dedi, sesi yükselerek. “Dört aydır adama her türlü bahaneyi sundun. Hala neden bu kadar ısrarcı kızım adam mihrinin öğretmeni mihri den çok seninle ilgili
“Evet, istemediğim defalarca ima ettim ama adamı anlamıyorum ,
- yani anlamış olması gerek mesajına görüldü atıyorsun kızım mal değilse anlar
“Bugün şu nahlet kahveyi içip ona dürüstçe iletişim kurmak istemediğimi anlatacağım. İnşallah anlayışla karşılar karşılamaması umrumda değil erkeklerden benden uzak dursun
- dikkatli ol sen yine de malum yaşamadığın olay kalmadı
- ben halledeceğim güven bana
-
Özlem’in yüzünde, karmaşık bir ifadeyle beliren o belirsizlik hemen dikkatimi çekti. . "Onu umut verecek bir davranışta hiç bulunmadım ki," dedim, kendimi savunur gibi.
“Biliyorum, Kardelen akşama kadar Korkut’u düşünüyorsun zaten ,” dedi Özlem, gözlerini devirmeden önce.
Derin bir nefes alıp, “Özlem, sen benim sınavımsın,” diye mırıldandım.
Özlem kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. "Vallahi bilmiyorum, Kardelen. Adam seni kucağında gezdiriyor , eliyle yemek yediriyor ! Yürümek ne kelime, son hızla sana koşuyor, sen de nazlanıp duruyorsun. Ama devam et nazlanmaya, sürünsün arkandayım "
“Özlem, öyle deme ya. Sürünmesin…” dedim, içimde garip bir suçlulukla.
Özlem iyice dayanamadı, kahkahasına eşlik eden şaşkın bir ifadeyle, “Hey Allah’ım, kız sen gerçekten kafayı yemişsin. Resmen adama kıyamayıp ‘sürünmesin’ diyorsun!”
Yanaklarımı sıkarken, bir yandan da güldü. “Oyy sen kıyamıyor musun, dağ sığırcığına... Bir sığıra aşık olmuş benim meleğim!”
“Sığır deme, onun adı var!”
“Ayy, sığırdan isimle hitap şekline geçilmiş, sen gerçekten kıyamıyorsun!” diye tekrar güldü.
Başımı öne eğdim, yüzüm kızarmıştı. “Kıyamıyorum ki,” diye itiraf ettim, sesimi duymayacak kadar kısıldı.
Özlem gözlerini kısmış, beni dikkatle inceliyordu. “Yani artık o kalın duvarların yıkılmış gibi mi?”
Bir an duraksadım, gözlerim doldu. Korkut’un bana son zamanlarda gösterdiği şefkatin hissi çok güzeldi ,
“Özlem, o gün bana öyle bir merhametle baktı ki... Daha önce kimse bana öyle bakmamıştı. Ama... bilmiyorum, belki de gurursuz bir kadın gibi görünüyorum,”
Özlem hemen araya girdi, “Hayır, minnoş kalplim benim. Hiç öyle düşünme.”
“Evet, başkası yapsa gurursuz dersin, ama bana diyemiyorsun çünkü salak arkadaşın gurursuz
.Özlem, bana bakıp içini çekerek konuşmaya başladı. "Tamam, Düşünmüyor değilim. Ama Korkut’un son günlerdeki hareketleri sana karşı fazlasıyla yoğun. Adam hastanede doktora kafa atmadığı kaldı! Mihri ile de o kadar ilgili ki… Sana bakışı farklı, . Ne bileyim sen hastayken beni arayıp ‘Yemek yedi mi, ilaçlarını aldı mı, soğuk su içmesin bünyesi hassas diyordu , daha sayayım mı?".
Özlem’in söyledikleri içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Gözlerimi kapatıp, kafamda dönen düşünceleri bastırmaya çalıştım. ama ne fayda
"Özlem, Korkut’u övüp durmasana .Bak, gidip dudağına yapışacağım şimdi! Zaten kokusuyla sarhoş oluyorum, sen övdükçe iyice dağılıyorum. Sanki iradem dışı... daha fazla yakın olmak istiyorum. Kudurdum mu acaba? Hayır, ciddi söylüyorum. O ses tonu, o bakışı, bana sarılışı... hatta sümüklü demesi bile hoşuma gidiyor!"
"Özlem gözlerini kırpıştırarak bir an sustu, sonra kahkahayı bastı.
Ben ise utançtan kıpkırmızı olmuş, elimle yüzümü kapatmıştım. “Özlem, sus! . Özlem’in kahkahaları durmak bilmiyordu ve ben başımı daha da eğdim. .
Özlem kahkahasını zorlukla durdurup, “Kardelen, bak, seni anlıyorum. Korkut gerçekten... eh, farklı biri ama sen onu seviyorsun o da sana karşı boş olmadığı ortada yani başlayın flört ,sevgili hangisi ise deneyin belki sizden olur
- Ya bir gün giderse ... korkut her an gidecekmiş bakıyor bana . Baksana 3 haftadır yok ortalarda nerde olduğunu bilmiyorum ne arıyor ne de bir haber veriyor . Beni yalnız bıraktı
Korkut yoktu. Onun yokluğu, içimde derin bir boşluk bıraktı. İlk başlarda alışamadım.. zamanla varlığına o kadar bağlı oldum ki, yokluğu beni her geçen gün biraz daha tüketiyordu. Gözlerinde gördüğüm güven, o sıcak bakışları… Sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi, her şey hep aynı kalacakmış gibi kandırmıştım kendimi. Şimdi, neden haber alamıyordum? Şu an iyi miydi? Bunu düşünmek bile içimi burkuyordu. Mihri sürekli soruyordu, ama ben ona yalan söylüyordum. Gerçekleri saklıyordum, Korkut olmayınca, Mihri ile ben huysuzlanıyorduk. Her şey eksikti, her şey dağılmış gibiydi. Şu an keşke burada olsaydı. Yine kavga etseydik, birbirimize laf atıp dururduk, ama o olsaydı... Hızla içimden geçen bu düşünceler, sanki her şey yeniden eski haline dönecekmiş gibi bir umut bırakıyordu. Ama o yoktu. O olmayınca, kahve içmek bile istemiyordum. Çünkü en son onunla içmiştim. , o yüzden artık kahveyi sevmiyordum ya da tekrar içmek için burada olması gerekiyordu kalbimi onun yokluğu yüzünden çok acıyordu . Beni düşünmüyor muydu hiç düşünseydi yok olmazdı benim ruhumu acıtmak için bilerek mi yapıyordu tüm ihtimaller onun yüzünden hep yarım kalıyordu uzaklaşması .... gitmesi konuşmaması sadece ben de öfkeyle karışık hasret yaratıyordu
Özlem ellerini beline koydu, yüzünde annelik yapıyormuş gibi bir ifade vardı. Korkut gitse de, , ben buradayım. Ama bir şans vermezsen asıl pişmanlığın o olur. korkut biraz başına buyruk ama sen üstesinden gelirsin
Gözlerim dolmuştu, ama bu kez endişeyle değil, minnettarlıkla baktım ona. “Haklısın Özlem. Ama… ya hata yaparsam?” diye fısıldadım.
Özlem, gözlerini devirerek sabırsız bir tonda cevap verdi, “Hata yapsan ne olacak? Hata yapmadan öğrenemezsin, kızım! Hem, Korkut gibi biri seni bırakacaksa, bu onun kaybı olur, senin değil. Ayrıca, sana söyleyeyim, en ufak yanlışında onun saçını başını yolacak potansiyeldeyim. Şimdi bir de kalkıp beyfendinin ‘ısısız adam’ triplerini mi çekeceksin? Ona bir şans vereceksen, bari kurban falan kesin., erkek olsam sana çoktan yürürdüm. Hatta evimin hanımı yapardım seni,” dedi, göğsünü gere gere.
Kıkırdayarak, “Özlem!” diye uyardım ama o ciddiydi.
Hiç öyle bana bakma! Evde oturup börek yerken ayrılık mesajı almanı istemem. Seni şimdiden uyarıyorum. Kendini bırakma. sınırlarını koru. Ne kadar izin verirsen, o kadar yaklaşır. Sınırı sen çizersen güvende olursun. Anladın mı?”
Özlem’in bu ciddi ve biraz da tehditkâr konuşması karşısında kahkaha atmadan duramadım. “Özlem, beni bazen cidden tedirgin ediyorsun
Özlem, bir kaşını kaldırarak alaycı bir şekilde, “Ne var, sevdiğimden takılıyorum. Ayrıca, ben kendimden başkasıyla evlenemem zaten. O kadar mükemmelim ki! diyerek aynanın karşısına geçti. Bir manken gibi poz verip omzunu geriye attı. “Adriana Lima yanımda halt etmiş!”
Onun bu hallerine daha fazla dayanamayarak masum bir ifadeyle ona baktım. Özlem, aynadaki yansımasına hayran bir şekilde poz vermeye devam ederken,
“Özlem, sence kapandı mı morluklar?” diye sordum, bi dakika,” dedi, iki tane kapatıcıyı karıştırıp fırçayla göz altıma sürdü. Onun yaptığı benimkinden çok daha iyiydi; şimdi yüzüm aynadan daha düzgün görünüyordu.
“İşte şimdi oldu,” dedi, bana onaylarcasına başını sallayarak.
Sonra derin bir nefes aldım,
üzerime kabanımı geçirdim
Özlem’e son bir kez baktım ve gülümseyerek, "Ben çıktım, Özlem," dedim.
“Hadi bakalım, bol şans,” dedi Özlem, göz kırparak. Ayakkabılarımı sessizce giyip evden çıktım.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Buluşma yerine vardığımda Çağdaş, cam kenarındaki bir masada oturuyordu. Oldukça rahat görünüyordu. Ona doğru ilerledim, elini sıktım ve karşısına oturdum. Önce havadan sudan konuşmaya başladık.
“Geldiğin için teşekkürler,” dedi nazik bir gülümsemeyle.
“Önemli değil, Çağdaş Bey,” diye cevapladım, mesafemi koruyarak.
“‘Bey’i kaldırsak?” dedi, gülümsemesi biraz daha belirginleşirken. “Arkadaş olduğumuzu sanıyordum.”
Arkadaş mıydık? Hayır. Bu adam neyin kafasını yaşıyordu?
“Kaldırmayalım bence,” dedim kısaca. “Yanlış anlaşılmak istemem.”
Elleri masanın üzerindeydi. Bir an tereddüt etti, sonra elini benim elimle buluşturmak ister gibi uzattı. Ama ben elimi geri çektim dokunmasını engellemek için
elini geri çekti. “Affedersin,” dedi mahcup bir ifadeyle. “Ben... kendime engel olamadım. Fazla güzelsin.”
Yine de dudaklarımdan otomatik bir cevap döküldü. “Allah razı olsun.”
Çağdaş, sözlerime anlam verememiş gibi bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve kendini toparlayarak konuşmaya başladı. “Seninle buluşmak istememin sebebi... seni ilk gördüğüm andan beri unutamıyorum. Kaç aydır sana ulaşmaya çalışıyorum ama bana hep umursamaz davrandın. Gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum.
Sözlerini dinledim. Söyledikleri güzel şeylerdi ama... hiçbir şey hissetmiyordum. Kalbimde en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Çağdaş'ın bana karşı sevgi beslemesi onun suçu değildi. Birini karşılıksız sevmek suç değildi. Ama benim kalbim donuktu. Onun söyledikleri bana ulaşamıyordu.
Bir an zihnimde Korkut'un sesi yankılandı. Bana "Sümüklü" dediği anlar, o kısacık alaycı bakışı, içimde derin bir sıcaklık oluşturuyordu. Korkut'un adı bile kalbimi hızlandırıyordu. İşte her şeyin cevabı buydu. Çağdaş’ın vaatleri ne kadar güzel olursa olsun, Korkut’un tek bir alaycı sözü, tek bir bakışı benim kalbimi tamamen fethetmeye yetiyordu. Nasıl oluyorsa, sadece onun ismi bile beni hayata bağlıyordu.- kalbim bana sümüklüsün diyen adam için atıyordu
Çağdaş birkaç saniye duraksadı, sonra derin bir nefes aldı. Lütfen bana bir şans ver. Onun bu içten itirafı karşısında bir an duraksadım. İçimden derin bir nefes aldım. “Çağdaş,” dedim sakince, “bu söylediklerin çok güzel sözler , ama üzgünüm. Ben... duygularına karşılık veremem. Hareketlerimden de anlamışsındır zaten. Umarım, seni seven ve kalbini heyecanlandıran birini bulursun hem seninle iki kez ayaküstü konuştuk ne ara bana tutuldun ve hep mihri ile alakalı konularda görüştük
haklıydım çağdaşın bu tavırları tuhaftı sanki ona umut vermiş gibi davranıyordu çağdaş rahatsız edici bir şey vardı ama çözemiyordum Mihri ile özel dersleri esnasında da fark ediyordum ama sonuçta korkut bulmuştu güvenilirdi .....
Çağdaş’ın yüzündeki ifade bir anda değişti, gözleriyle beni sanki içimi görebilecekmiş gibi süzdü. “İlk görüşte aşka inanamaz mısın?
Gözlerimi kaçırdım, konuşmak istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. “Ben...” diye fısıldadım, ama devam edemedim.
İlk görüşte aşk… Bu kelimeleri daha önce duymuştum.....hissetmiştim Bir zamanlar kafamda Korkut’u böyle romantize etmiştim. O güçlü duruşu, o mesafeli tavırları… Ama sonrası? Sonrası tam bir felaketti. Beni ağlattığı, psikolojik olarak yıprattığı zamanlar… İçimi parçalayan, gururumu yerle bir eden anılar... Ve şimdi, her şey kafamda yeniden canlanıyordu.
Çağdaş, yüzündeki hafif umudu yavaş yavaş yitirmiş gibi konuştu. “Başkası senin kalbini heyecanlandırıyor, değil mi?” dedi, sesi kırgın ve biraz da hüzünlüydü.
Daha fazla onu yanıltamazdım. Derin bir nefes aldım, gözlerimi ona çevirdim ve dürüst olmaya karar verdim. Korkut’a olan duygularımı, onun adını anmadan anlatacaktım. Çünkü isim, o an için önemsizdi. Önemli olan bana hissettirdiği duyguydu.
“Evet,” dedim, sesim titriyordu. “Çok heyecanlandırıyor. Onun yanındayken... sanki kalp krizi geçirecekmişim gibi oluyorum. İsmini duyduğumda bile nefesim kesiliyor. Ama yanındayken... kalbim başka bir şekilde atıyor. Onunla konuşurken, beni anladığını hissediyorum. Ağlarken bile gülümseyebiliyorum. Sanki... onunla olmak için yaratılmış gibiyim.”
Sesim gittikçe daha da kısıldı,. Çağdaş bir süre sessiz kaldı, yüzündeki ifade öyle derindi ki,
Sonunda, sessizliği bozarak konuştu. “Ben de seni anlayabilirdim
Gözlerimi kaçırdım, derin bir nefes alarak fısıldadım, “Biliyorum. Belki de... ama ben onun anlamasını istiyorum.”
“Peki... karşılıklı mı?” diye sordu, gözleri bana sabitlenmişti.
. Ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi yere indirdim, cevap vermek için kelimeler aradım ama bulamıyordum. “Çağdaş, lütfen,” dedim sonunda, “bunları duymak sana daha fazla acı verecek. Seni incitmek istemiyorum.”
Ama o pes etmedi, sesi bir adım daha yakınlaşmış gibiydi. “Karşılıklı mı?” diye tekrar sordu. “En azından bunu bilmek istiyorum. Eğer değilse .. belki şansımı deneyecek kadar bir zaman, bir fırsat verebilirsin bana.”
Onun sözleriyle bir anlık duraksadım. Bu kadar içten bir talebin karşısında çaresiz hissediyordum.. Sessizce başımı iki yana salladım, hiçbir şey söyleyemeden.
Kafamı iki yana salladım. “Hayır. Sana o şansı tanımıyorum. Cidden, sana umut vermek istemiyorum. Bu benim karakterime ters. Sana bunu yapamam.”
“Ama ona tanıdın,” dedi, sesi daha sert çıkmıştı bu sefer.
““Çağdaş,” dedim, sabrımı korumaya çalışarak. Sesim titrememeliydi, net ve kararlı olmalıydı. “Ben hiçbir zaman böyle hisler beslemeni istemedim. Buluşmak için ısrar eden sendin. Her yerden yazdın, hatta Özlem’i bile sosyal medyada takip ettin. Hayatıma bu şekilde dahil olmanı istemiyorum. Bunun ikimize de zarar verdiğini anlamalısın.”
Çağdaş’ın yüzündeki ifade değişti, ama bir şey söylemedi. Sadece beni dinliyordu. Derin bir nefes aldı, sonra sessizliği bozdu. “Peki ya o?” dedi, sesi kırgın ama bir yandan da meydan okur gibiydi. “O adam senin için bu kadar bile çabaladı mı? Seni gerçekten anladığını mı sanıyorsun?
“Hem ağlattı hem de ağlamamam için çaba harcadı,” diyemedim
canımı yakmıştı. Ama şimdi gözyaşlarımı siliyordu canımı acıtmama için parmak uçlarımdan öpüyordu. Tüm bu çelişki içinde boğulurken yine de ne diyeceğimi biliyordum.
“Israr etme, Çağdaş,” dedim, sesimi sertleştirerek. “Bu, hiçbir yere varmayacak.”
Bir anlık sessizlik oldu. Çağdaş’ın gözleri umutsuzlukla doldu. Ama son bir şansı varmış gibi, sesi iyice alçalarak sordu: “O olmasaydı... benimle olur muydun?”
net bir şekilde söyledim: “Hayır. Seninle asla olmazdım. Biz asla olmazdık. Çünkü sana karşı herhangi bir duygu beslemiyorum. Bu söylediklerim seni incitecek biliyorum, ama seni daha fazla belirsizlik içinde bırakamam. Bu, ikimiz için de adil olmaz.”
Bu sözleri söylerken boğazım düğümlendi, ama doğru olan buydu. Yalan söyleyip onun duygularıyla oynamak, hem ona hem de kendime haksızlık olurdu.
Çağdaş, bir süre masaya bakarak sessizce düşündü. Derin bir nefes aldı, gözlerindeki kırgınlığı saklayamadan, “Peki,” dedi. Sesi yorgundu. “En azından arkadaş kalamaz mıyız?”
Sakin bir şekilde cevap verdim. Sesimde net bir kararlılık vardı: “Hayır. Bence aramıza mesafe koymamız daha doğru olur.”
Bu sözler onu daha da yaralamış olmalıydı, çünkü yüzüne derin bir hüzün yerleşti. Gözleri yere kaydı ve fısıldar gibi sordu: “O kadar mı?”
Başımı eğdim, bir an sustum. Sonra, neredeyse duyulmayacak bir şekilde, “Evet, o kadar,” dedim.
Çağdaş, bir süre daha sessiz kaldı. gözlerimin içine bakarak, belli belirsiz bir gülümseme sergiledi. Bu, pes etmiş birinin gülümsemesiydi. “Umarım o adam seni mutlu eder. Anlaşılan… çok seviyorsun. kim olduğunu bilmiyorum ama şu an fark ettim ki o adama sinirliyim varlığını istemeyecek kadar ”
korktun bu dünyada var olmaması .... düşününce irkildim bu adam rahatsız edici olmaya başladı
. Derin bir nefes aldım. “Varlığına şükür ediyorum onun lütfen, daha fazla konuşmayalım. Sevdiğim adamı burada seninle bu masada seninle konuşmak istemiyorum. Onun bendeki sevgisine saygısızlık etmek istemiyorum ”
. Korkut! Duy bunları... Kalpsiz adam !İçimden bağırıyordum. Şu an burada, benimle aynı masada olman gerekiyordu! Çağdaş’ın karşısında oturup her şeyi görmeliydin. Beni o masadan kaldırıp götürmeliydin, hatta hiç fırsat vermeden bana aşkını itiraf etmeliydin. ve öpmeliydim altı çocuğumuz için temelleri atabilirdik
Ama nerede? Zalımın oğlu
Allah’ım, kayınpederim ölü, şimdi adama zalım falan da demeyeyim. Ay ne kayınpederi, bizim Korkut’la bir ilişkimiz yok ki! Ama... var gibi. Yok mu? Yok ama olsun. Of beynim yandı! Tamam, okey. Tüm taşlar yerine oturdu! Evet, kesinlikle oturdu... Ya da oturmadı mı? İçimden sessizce haykırdım. Korkut, sen ne yaptın bana
İçimde biriken bu duygular, dışarı taşacak gibiydi, ama yüzümdeki sakinliği korudum. Çağdaş, pes etmemiş bir şekilde konuyu devam ettirdi. “ Seni hak ettiğinden emin misin?” diye sordu, alttan alta bir meydan okuma seziliyordu sesinde.
Bakışlarımı kaçırmadım. Gözlerimle ona bir set çeker gibi, duruşumu sağlam tuttum.
- “Bunları konuşmak bile yanlış, Çağdaş. Sevdiğim adamı savunmam gerekmiyor.
Çağdaş konuyu değiştirmeye çalıştı. kahveni bitir,” dedi
Önümde duran, çoktan soğumuş kahveme baktım. İçmek istemiyordum. Huzursuzdum, kafamın içinde sürekli dönen düşüncelerle boğuşuyordum. Ama en azından kalabalık bir yerde olmamız bana biraz da olsa güven veriyordu.
Dalgın bir şekilde kahveme bakarken Çağdaş’ın sesi, düşüncelerimin arasından sıyrılıp beni bulunduğum yere geri çekti.
“Mihri çok zeki bir çocuk,” dedi, sesinde hafif bir özlem vardı. “Söylediklerimi hemen uyguluyordu. Keşke devam etseydi,”
Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Mihrinin adını duymak içimde garip bir etki bıraktı.
“Maalesef bazı özel durumlardan dolayı ara vermek zorunda kaldık,” diye yanıtladım.
Başını sallayarak beni anladığını belirtti. “Anlıyorum... Annesinin klinikte olması onu kötü etkilemiş, anlaşılan,” dedi.
Bir an dona kaldım. Bu adam Belin’in klinikte olduğunu nereden biliyordu? Mihri asla annesi hakkında konuşmayı sevmezdi bu, onun küçük sırrıydı; henüz hiç kimseye açmadığı bir yaraydı.
Ona nasıl bildiğini soracaktım ki, tam o sırada telefonu titredi. Çağdaş ekrana bakarken, “Kusura bakma,” dedi, “kurs merkezinden önemli bir mesaj geldi.”
. “Bir telefon görüşmesi yapmam gerek. Beş dakika sürmez,” diyerek masadan kalktı
Çağdaş’ın masadan kalkmasıyla içimde bir rahatlama olmuştu. İtiraf etmeliyim ki, sohbet beni oldukça germişti; bir an önce gitmek istiyordum. Derin bir nefes aldım, elimi masanın üstüne koyup sakinleşmeye çalıştım
. O sırada telefonum çalmaya başladı. Çantamdan çıkarıp ekrana baktım. Tanımadığım bir numaraydı. Ellerim titredi; sanki bir dejavu hissettim. Kalbim sıkıştı. Acaba o psikopat mıydı?
Bir an tereddüt etsem de çağrıyı yanıtladım.
“İyi günler, Kardelen Hanım. Sizinle mi görüşüyorum?” .
“Evet, buyurun,” dedim, kalbimin atışını kontrol etmeye çalışarak.
“Ben Özel... Kurs Merkezi’nden Seçil Armağan . Korkut Bey’e ulaşamadık, yedek numara olarak sizin telefonunuzu bırakmıştı. Kurs ücretini yatırmışsınız; geri iade işlemini yaptığımızı bildirmek için aradım muhasebe müdürümüz değiştiği için hesaplarda karışıklık olmuş gelir gider kalemimizi hesapladığımızda fazlalık oluştu
İade mi?“ Tam olarak neden iade ediyorsunuz?”
Kadın, sanki çok garip bir soru sormuşum gibi kısa bir duraksama yaşadı, sonra hafifçe iç çekerek konuşmaya devam etti. “Kardelen Hanım… Kurs öğretmenimiz Çağdaş Bey… vefat etti. Evinde intihar etmiş halde bulundu. Bu nedenle kurs ücretini iade ediyoruz. z Muhasebemiz durumu geç fark etti, özür dileriz.Bu aralar kurs merkezinde yenilenmeye gidiyoruz
Yutkundum, kelimeler boğazımda düğümlendi. Vefat mı etmiş? Az önce karşımda kahve içiyordu, bana gülümseyerek bakıyordu!
telefon elimde titrerken zihnim karmakarışık olmuştu. İçimde bir korku dalgası yükseldi. Ne yapacağımı bilemedim. Kelime-i şehadet mi getirsem, üç İhlas bir Fatiha mı okusam? O an, dilim tutuldu.
“Bu olay tam olarak ne zaman oldu? Yani Çağdaş Bey… ne zaman intihar etti?” dudaklarım titrerken.
Kadının sesi ciddiyetini koruyordu, ama biraz da mahcuptu. “Dört ay önce aramızdan ayrıldı,” dedi.
- Anladım
Tekrardan özür diliyoruz kurs merkezimiz adına sistemimizde bir güncelleme yapılmadığı için gelir-gider kontrollerini zamanında gerçekleştiremedik. Şu an yeni muhasebe müdürümüzle sistemi güncellediğimizde fark ettik. Bir mağduriyet yaşanmaması adına sizi bilgilendirmek istedim.”
Dört ay önce mi? Kadının sözleri zihnimde yankılanırken bir ürperti tüm vücuduma yayıldı. Dört ay… Tam da Çağdaş’la tanıştığım zamana denk geliyor. eve geldiği .....mihri ile tanıştığı gün evi tuhaf tuhaf inceleyişi .....ama korkut ayarladı çağdaşı tanıyor olmalıydı tek kelime ile bu anlamsızdı
Telefonda hâlâ kadının sesi yankılanıyordu, ama ben başka bir boyuta geçmiş gibiydim. Sözleri bana ulaşmıyor, yalnızca zihnimde bir uğultu yankılanıyordu.
“Çok üzüldüm… İyi günler,” dedim
“Kardelen Hanım, ücretle ilgili…”
Kadının cümlesini tamamlamasına bile fırsat vermeden telefonu kapattım. Ellerim titriyordu. Gözlerim bir noktaya sabitlenmişti.
Tüm düşünceler zihnimi bir kördüğüm gibi sardı. Beni bekleyen tek şey sessizlikti. Ama o sessizlik bile sanki üzerime çöküyordu.
Ellerim titriyordu. Şu an bu kafede olmasaydım, çığlık atmaktan kendimi alamazdım. sakin ol kalabalık bir ortam sana zarar veremez
Derin bir nefes aldım ve hemen kursun sosyal medya sayfasına girdim. Sayfayı hızla kaydırdım, ve kurs öğretmenlerinin olduğu linke bastım
; dört ay önce yapılmış bir paylaşım duruyordu. Resimdeki adam esmer, gözlüklü ve hafif yapılıydı. Tam anlamıyla çağdaş ile zıttı ve altında çağdaşın ismi yazıyordu
Kendimi toparlamaya çalışırken kafamda sorular birikti. Eğer Çağdaş gerçekten dört ay önce vefat ettiyse, o zaman az önce burada oturan kimdi? Ve ben... bir ölüyle mi kahve içtim? Ayrıca, Belin’in klinikte olduğunu nasıl bilebilirdi?
İçim buz kesmişti, derin bir nefes almaya çalıştım ama başaramadım. Titreyen ellerimi masanın altına sakladım ve çevreme bakarak birinin bu durumu fark etmemesi için içimden dua ettim.-
Çağdaş masaya döndü , içimde bir alarm çalmaya başladı. Tedirginlik tüm bedenimi sarmıştı, kalbim daha hızlı atıyordu. Kafamda acilen bir bahane bulmalıydım, buradan bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Onun yanında bir dakika daha durmak, aklımın ve hislerimin karıştığı bu ortamda kendimi daha da sıkışmış hissetmeme sebep oluyordu.
"Çağdaş, benim gitmem gerekiyor," dedim, sesimin biraz titrediğini fark ederek. “Mihri... Mihri huysuzlanmış, eve dönmeliyim.”
Çağdaş, çantamı almak için harekete geçtiğimde çağdaşın sesi ile durdum
“Dur bir dakika. Böyle apar topar gitme istersen seni ben bırakırım . Gözlerini kısarak bakışlarını üzerime dikti. O an sanki bakışları, içimde sakladığım tüm sırları görmeye çalışıyordu.
- Gerek yok ben taksi ile dönerim
Ama o pes etmedi. “Az önce telefonda kiminle konuşuyordun?” diye sordu bir kez daha, bu kez daha ısrarcı bir tonda.
“Bu seni ilgilendirmez,” diye kestirip attım.
Çağdaş başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Seni ilgilendirmez, öyle mi? Peki ya yüzündeki bu ifade? Az önce biriyle konuşurken birden titremeye başladın. Hatta, şimdi de benden ürküyormuş gibisin. Neden, Kardelen? Benden korkuyor musun?” dedi, bakışlarını üzerimde sabit tutarak.
Yutkundum. “Hayır, korkmuyorum,” dedim, ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu.
Çağdaş arkasına yaslanarak, dikkatle beni süzdü. “Gerçekten mi? Çünkü davranışların pek de öyle söylemiyor,” dedi, soğuk bir alayla. “Yani, az önce neredeyse çantana sarılıp kaçacaktın. Benden çekinmiyorsan, neden bu kadar huzursuzsun?”
Gözlerimi yere indirdim. “Sadece… konuşacak başka bir şey kalmadı, hepsi bu,” diye mırıldandım.
“Güzel,” dedi, hafifçe gülerek. . “O zaman bu buluşmayı saymıyorum. Bir dahaki sefere… daha açık bir konuşma yapabiliriz.” Gözleri üzerimde gezindi,
Çağdaş, kaşlarını çatarak yüzüme baktı. “Seni bırakayım mı?” dedi.
“Gerek yok,” dedim soğukkanlı bir şekilde, ama içimde fırtınalar kopuyordu.
“Çok inatçısın,” dedi Çağdaş, sesi hem sabırsız hem de meraklıydı. “Merak etme, arabama binsen sevdiğin adama ihanet etmiş sayılmazsın. Yoksa kızar mı? Sana karışıyor mu?”
O an içimden kendime kızdım. Ah, Allah’ım! Bir de bu adama Korkut’u anlatmıştım. Neyse ki isim vermedim, ama ya bir şekilde Korkut’a zarar verirse? Aptal Kardelen, neden konuşursun ki? Şimdi dur, düşün. Nasıl bir şey söylersem bu adam beni rahat bırakır
sanki bendeki tuhaflığı fark etmişti dikkatini dağıtacak odak noktasını benden kaydıracak bir şey yapmalıydım yapabildiğim en iyi şeyi yaptım saçmalamak .... Bazen salakça konuşmalarım insanların beynini yakıyordu ama buna değerdi
Derin bir nefes aldım ve sakin olmaya çalışarak, “Şey... aslında,” dedim, kelimeleri dikkatle seçmeye çalışarak, “Sevdiğim adam... fazla kıskanç ve sahiplenici. Başkasının arabasına binmemi istemez. Kızıyor.”
Çağdaş kaşlarını kaldırdı, açıkça alay ediyordu. “Gerçekten mi?
Gözlerimi kaçırarak devam ettim, sesimde biraz titreme vardı. “Şey diyor bana... ‘Hatunum, benden başkası haram sana. Sana yan gözle bakanın gözünü çıkarırım, elini kırarım.’ Fazla koruyucu diyelim.”
Çağdaş, söylediklerime tepki vermek yerine, yüzünde hafifçe bir gülümseme belirdi. “Anladım,” dedi, sesinde alaycı bir ton vardı. “Fazla koruyucuymuş.
gözleri beni rahatsız edici bir şekilde süzüyordu
Bir anlık duraksamadan sonra, abartılı bir şekilde devam ettim, sanki söylediklerim ciddiymiş gibi: “Bazen evden çıkmama izin vermiyor. ‘Kır dizini, otur evde,’ diyor. Sokakta bana bakan adamlara tahammülü yok. Geçen gün saçlarımı kestirdiğim kuaförü vurdurdu. Çünkü saçımın teline zarar gelirse, gözü dönüyor. Bana öyle aşkla bağlı ki.. bana . yaklaşan erkeklere bile tahammülü yok. Zaten... evleneceğiz. Evlendikten sonra, evimin hanımı, çocuklarımın anası olacaksın diyor. O kadar tehlikeli ki, mafyalar bile ona saygı duyuyor.”
Gerçekten ne kadar abartmıştım?
Bu noktada Çağdaş’ın yüzü ciddileşti. sanki benim şuan dikkatini dağıttığımı anlıyor gibiydi
Kardelen, ciddi misin?
Başımı hafifçe eğip derin bir nefes aldım. “Ciddiyim. Ve bu yüzden... sağlığın için uzak dur. Bir daha görüşmeyelim
- Çağdaş’ın bir şey söylemesine fırsat vermeden hızla kafeden çıktım. sanki bütün gözler üzerimdeymiş gibi hissediyordum. Allah’ım, inşallah çok belli etmedim ,diye düşündüm. Neyse ki kalabalık bir yerde buluşmuştuk. Çağdaş’ın beni takip etme ihtimali varsa bile, etrafımızdaki insanlardan dolayı bunu yapamayacağını umuyordum.
Kapıdan dışarı adım atar atmaz garsona taksi çağırmasını rica ettim. Dakikalar bana saatler gibi geldi. Nihayet taksi geldiğinde hemen içine atladım, arkamdan birinin beni durdurmasını bekler gibi tedirginlikle etrafa göz gezdirdim. Ama hiçbir şey olmadı.
Taksi hareket ettiğinde, sırtımı koltuğa yaslayarak derin bir nefes aldım. Kalbim hızla çarpıyordu; bu hislerden kaçmak için nereye gidebileceğimi bilemiyordum. Camdan dışarı bakarken, kafamın içinde fırtınalar kopuyordu.
En çok da Çağdaş’ın son bakışları zihnime takılıp kalmıştı. O sert, sorgulayan gözler...
Bu yalanla daha ne kadar devam edebileceğimi bilmiyordum. Korkut’un bundan haberi olsa ne yapacağını da kestiremiyordum ona anlatmalıydım. Beni arayan gizli numarayı, abimle ilgili olan kısımları... Ne kadar kızarsa kızsın, bilmesi gerekiyordu. başta kızacaktı ama anlardı beni
arkamı dönüp dışarı baktım. Siyah bir araç bizi takip ediyordu. Bu Çağdaş’ın arabasıydı, hatırlamıştım . Yine de emin olmalıydım. Eğer gerçekten oysa, Korkut’a gitmem mümkün değildi ve nasıl gidecektim korkutun nerede olduğunu bilmiyordum
....ne yapacaktım ki ben ama önce emin olmak gerekirdi
“Abi, önümüzdeki ilk sokağa girer misin?”
Taksici dikiz aynasından bana baktı, kaşlarını çatmıştı. “Kızım, bu saatte o sokakta trafik var. Giremeyiz,” dedi, biraz da sabırsız bir tonla.
“Abi, sen dediğimi yap. Ne gerekiyorsa yaparım, gerekirse parasını da veririm,” dedim, aceleyle çantamdan biraz para çıkararak.
Taksici bir şeyler mırıldanarak sokağa döndü. Ben tekrar arkamı kontrol ettim. Siyah araç hâlâ peşimizdeydi.
uğraştığımız şeye bak,” diye söyleniyordu taksici.
“Ya abi, hani müşteri memnuniyeti diye bir şey vardı? Akasya Durağı’nı hiç izlemedin mi? Orada siz kahraman oluyordunuz, Nuri Baba’nın hatırı için be!” dedim, gülmeye çalışarak .
Taksici başını iki yana salladı. “Kızım, sen şaka mı yapıyorsun? Hasbinallah!” dedi ama yine de dediğimi yapmaya devam etti.
“Söz, abi! İki katını vereceğim, yeter ki beni şu sokaktan çıkar,” dedim, sesimde yalvaran bir ton vardı.
Taksici, homurdanarak ama isteksizce başka bir sokağa döndü. Arkamı tekrar kontrol ettim. Siyah araç hâlâ peşimizdeydi. Artık emindim. Çağdaş beni takip ediyordu. Bu adam cidden manyak! Allah ın ölüsü...... beni takip ediyordu zebani olabilir miydi mükemmel seçilmiş kişi falan mıyım
“Abi, bir üst sokağa da girer misin? Lütfen,” dedim, panikle. Sesim titriyordu, ne kadar sakin olmaya çalışsam da çaresizlik her kelimede belli oluyordu.
Taksici, dikiz aynasından bana tuhaf bir şekilde bakarak homurdandı.
“Abi, lütfen! Ne gerekiyorsa yapacağım. İki kat değil, üç katını vereyim,” dedim
taksiciler odasına şikayet edilecektim kesin
Taksici başını iki yana sallayarak, nihayet bir sokağa daha döndü.
.Şimdi ne yapacağım? diye düşündüm. Korkut’a gidemezdim Güney’in yanına gitsem, bu Çağdaş’ın dikkatini daha fazla çekebilirdi. En iyisi eve gidip Özlem’e her şeyi anlatmaktı. O kesin bir çözüm bulurdu.
Taksiciye adresimi verdim ve koltuğa yaslandım. Özlem’in yardımına ihtiyacım var Bu işi tek başıma çözemeyecek kadar yorgun ve çaresizdim. İçimde büyüyen korku ve çaresizlikle boğuluyor gibiydim.
Allah'ım, dayanacak gücüm kalmadı... Evet, namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum, zekât da vermemiş olabilirim ama yine de kötü bir insan değilim ki... Yardım et. Lütfen.
Taksici, dikiz aynasından tekrar arkamdaki siyah araca baktı. Kızım, bu işin içinde bir şeyler var ama ben karışmak istemiyorum. Borcun mu var, mafyayla mı uğraşıyorsun?”
“Abi, ne borcu! Peşimdeki adam deli! Takıntılı bir manyak! Ne olursa olsun beni bu arabadan indirme, tamam mı? .
Taksici, dudaklarını büzüp başını iki yana salladı. “Bak kızım, ben taksiciyim. daha fazlasına karışmam. Ama bu iş ciddi gibi görünüyor.
“Abi, ne olur! Lütfen!” diye neredeyse yalvarır gibi tekrar ettim. Gözlerim dolmuştu, sesi titreyerek devam ettim: “Sadece şu arabayı atlatmamız lazım. Bak, bu işten zarar görmeyeceksin, söz veriyorum! Bütün masrafları karşılarım. Ne kadar istersen öderim. Yeter ki arkamızdaki arabayı atlat ama bizden şüphelenmesin, lütfen!”
Taksici derin bir nefes aldı ve dişlerini sıkarak dikiz aynasından bir kez daha siyah araca baktı. “Peki, kızım, deneyeceğim. Ama dediğim gibi, başımız belaya girerse ben hiçbir şey bilmiyorum. Anlaştık mı?”
Başımı hızla salladım, gözlerim dolmuştu. “Anlaştık! Çok teşekkür ederim.” . .
Sonunda taksici, başka bir ana caddeye çıktı ve hızlıca kalabalığın arasına karıştı. Siyah araba arkamızda görünmüyordu. Derin bir nefes aldım ama kalbim hala deli gibi çarpıyordu. “Sanırım atlattık… Abi, çok teşekkür ederim,”
- Kızım arabadan in gözünü seveyim başıma bela olma çoluk çocuğum var ...
taksicinin söylenmelerine kulak asmadım
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kafamı toplamam gerekiyordu. Özlem’e ne söyleyeceğimi planlamalıydım çünkü ona beni gizli numaradan arayan adamı anlatmamıştım ve şimdi de çağdaş ... kesin canıma okuyacaktı . Bu iş gitgide içinden çıkılmaz bir hale geliyordu. Özlem beni anlar mıydı? Yoksa olan biteni öğrendiğinde o da bana kızar mıydı? ve en önemlisi az önceki olayı anlatsam bana inanır mıydı ÖLÜ BİR ADAMLA KAHVE İÇMEK BİR ŞAKA OLMALIYDI ....
önümüzdeki birkaç gün içersinde devam bölümünü yayınlayacağım
umarım keyifle okumuşsunuzdur .....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.29k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |