55. Bölüm

SOĞUK-SICAK

Berfu
morzamiku

Lütfen yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayalım destekleriniz benim için çok kıymetli

Hepinize şimdiden iyi bayramlar diliyorum geçen yıl bu kitabın ilk bölümünü Ramazan Bayramında yazmıştım sorasında bazı durumlardan dolayı kitabı silmiştim bir tür depresyon geçiriyordum motivasyonumu toparlayıp tekrar yazma başladım ve yavaş yavaş okunmaya başlamıştı kitabım bu seferde yayınladığım yer kapandı -watpad - ve bende bunu bir işaret olarak algılayıp kitabı sildim sanırım bu kitap asla yazılamayacak diye düşündüm ve de ben ne yapıyorum zaman kayıbı işleri bırak diyordu iç sesim ama çalışma masamda hikayimin taslağı duruyordu ve her gün bakıp asla yazmayacğım diyordum sonrasında bu siteyi şans eseri buldum ve kitaba son bir şans verdim benim için bu kitabın yeri her zaman çok özel kalacak bunu neden anlattım bilmiyorum sanırım geçen yılki ramazan bayramını hatırladım hayatımın en korkunç günüydü ve odama kapanıp tüm bayram boyunca ağlamıştım gözyaşım hiç kurumamıştı hayatımda bazı şeylerin olamayacığını ne kadar çabalasamda her zaman insanları mutlu edemeyeceiğimi anlamıştım ve gece yarısı bu kurgu aklıma gelmişti itiraf etmem gerekirse başta yıldıreri yazacaktım kardelen aklımda yoktu hatta kardelen hayal gücümde çok kötü bir karakter olarak tasarlamıştım ama sonrasına korkutu yazmaya başlayınca kardelen hayal gücümde iyleşmeye başladı ve bunlar olur demiştim .... çok yazdım biliyorum ama içimden geldi yazmak umarım her zaman çok mutlu olursunuz sizi korkut ve kardelenle bırakıyorum

not 

bu bölümü okurken sütlü kahve içerseniz çook mutlu olurum bölümü yazarken fazlaca kafein tüketmiş olabilirim şimdi gidip bayram temizliği yapacağım

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵

Sen ancak özgürlükte nefes alabilirsin; bir şekilde bana bağlı hissetmek zorunda kalırdın .

Sayfa 37

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

🏵

Yaşadıklarımı Özlem’e anlatırken, yüzünün bir anda kireç gibi olduğunu fark ettim. Çağdaş'ı, dört ay önce yaşananları, beni arayan gizli numarayı... her şeyi olduğu gibi anlatmıştım.

 

 

Rengi solmuştu, gözleri dehşetle açılmıştı. Nefesi kesilmiş gibiydi; dudakları aralandı, gözlerindeki endişe ve öfke birbiriyle yarışıyordu.

 

“Kardelen, sen... sen kafayı mı yedin?” diye patladı sonunda. “Bunu bana nasıl anlatmazsın? O adamla tek başına buluşmak ne demek? Hem de Korkut sana yardım etmeye çalışırken! Gerçekten aklın başında mı senin?” Öfkesi her kelimesinde biraz daha artıyordu; sanki sözleri yüzüme tokat gibi çarpıyordu.

 

“Özlem, ben… bilmiyorum. Tek başıma halledebilirim sandım. Seni tedirgin etmek istemedim. Sadece bir telefon konuşmasıydı, bir şey olmaz diye düşündüm. o gizli numara bir daha aramadı zaten

 

 

 

Özlem derin bir nefes aldı, gözlerini üzerimden çekmeden, adeta beni sorguya çeker gibi bakıyordu. “Evet, gördük nasıl hallettiğini,” dedi alaycı bir ses tonuyla. “Düşünmeden hareket ettin, Kardelen. Ve şimdi bunun sonuçlarıyla baş başasın.”

 

Bir an sessiz kaldı, ama bakışları yüzümde gezmeye devam etti. Başını iki yana sallayarak, daha da sert bir ifadeyle ekledi: “Gerçek Çağdaş dört ay önce öldüyse, senin buluştuğun bu adam kim?”

 

 

Cevap veremedim. Boğazım kurumuştu Başımı iki yana salladım, “Bilmiyorum, Özlem. Gerçekten bilmiyorum. Sıradan bir adam gibi görünüyordu. Ama davranışlarında, tuhaflık vardı... çağdaşı bulan korkuttu mihri için o ayarladı

 

Özlem derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. “Peki, o zaman kalkıyorsun,”
. “Nereye?” dedim, şaşkınlıkla peşinden kalkarken. Özlem, gözlerini bana dikti ve tek kelimeyle yanıtladı:

 

 

 

-Korkut’a. Her şeyi anlatacaksın. Seni koruyacak tek kişi o. Ne kadar hoşlanmasam da, bunu yapacak olan Korkut.

 

 

Özlem, odanın ortasında kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözlerini bana dikmişti. Yüzünde sabrının sonlarına geldiğini belli eden bir ifade vardı. "Olmaz." dedim
Kaşlarını çattı, “Neden
Gözlerimi kaçırdım. “Çünkü…”
Özlem, kollarını daha da sıkı bağladı. “Sakın, ‘çünkü’yle başlayan saçma bir bahane uydurma, Kardelen.”
İç çektim, ayak ucumu yere sürttüm. “Korkut’a anlatamam.”
Özlem başını iki yana salladı. “Kardelen, anlat işte. Seni anlayacaktır.”
Gözlerimi ona dikerek hafifçe başımı salladım. “Korkut’u tanımıyorsun, Özlem. Kızacak.”
Özlem gözlerini devirdi. “Kızmayacak. Sana kıyamaz.”
Ona inanmıyordum, inanamıyordum. “Çok emin konuşuyorsun,” dedim, içimde biriken kaygıyı bastırmaya çalışarak.
Özlem çenesini yukarı kaldırdı, yüzünde kendinden emin bir gülümsemeyle. “Çünkü dikkatli bir gözlemciyim. Sana kıyamaz o.”
“Diyorsun.”
“Diyorum.”
“Ama—”
Özlem aniden ellerini beline koydu, bana doğru eğildi. “Kardelen, hadi ama! Çocuklaşma artık. Git ve anlat.”
”Başımı hafifçe sallayarak derin bir nefes aldım. “Tamam,” dedim, “haklısın.” Ama içimdeki fırtına dinmek bilmiyordu.
-

 

 

 


Titreyen ellerimle Korkut’u aradım. Telefonu açmadı. Yeniden, yeniden denedim. Her seferinde sonuç aynıydı; kalbim sanki sıkışıyordu.

 

 

 

kim bilir şuan neredeydi

 

 

 

Tam telefonu kapatmak üzereydim ki, Güney’in sesi kulağımda yankılandı. Her zamanki umursamaz ve alaycı tonu, o anda daha da sinir bozucu bir hâl almıştı.

 

“Korkut şu an müsait değil, sonra ara, yenge aday adayı,” dedi gevşekçe
Donup kalmıştım. “Yenge aday adayı” mı? Bu adamın kafası güzel herhalde, diye düşündüm. Ama ya başka adaylar varsa ...kim o adaylar .... Allah ım, resmen kafayı yiyecektim.
, “Ne demek müsait değil? Güney, telefonu Korkut’a ver!” dedim. Sesim titremişti; kontrolsüz bir öfke ve korku karışımı tüm bedenimi sarmıştı.

 

Telefonun diğer ucundan gelen cevap, beni daha da çıldırtacak cinstendi. Güney, kayıtsız ve umursamaz bir tonla, “Vermiyorum,” dedi.

 

 

 

Bir an için söylediklerine inanamadım. Telefonu daha sıkı kavrayarak odada bir tur attım. Kalbim hızla çarpıyordu, dudaklarımın arasından ise kontrolsüzce şu kelimeler döküldü: “Delirtme beni !”

 

Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım, ama işe yaramadı. “Güney, beni çıldırtma! Korkut’un telefonu sende ne arıyor? Allah’ım, sabır ver!”

 

Güney alaycı bir kahkaha attı. “ adam seninle konuşmak istemiyor demek ki şuan önemli biriyle Telefonunu bana verdi,” dedi. Sözlerindeki küstah rahatlık beni delirtmeye yetmişti.

 

 

 

“Güney! Hemen telefonu Korkut’a ver! Ne hakla izin vermiyorsun?” diye bağırdım, sesim artık kontrol edilemez bir seviyeye çıkmıştı.

 

 

 

Ama Güney’in alaycı tavrı değişmiyordu. “O sesini kısacaksın. Vermiyorum! Keyfim istemiyor,” diye cevap verdi.
Dişlerimi sıktım, “Bu sana son uyarım, Güney. Korkut’la acil bir konu hakkında konuşmam gerekiyor. Şu saçma tavırlarına son ver!” dedim.

 

 

. Güney’den ses gelmiyordu. Bekleyen bir sessizlik çöktü aramıza, sanki zaman durmuştu. Ardından, onun derin bir nefes aldığını duydum.

 

Sonunda gelen cümlesi, dizlerimin bağını çözdü
“Korkut vuruldu.”
Beynim anında durdu. “Ne dedin sen?” diye fısıldayabildim, ama Güney’den başka bir cevap gelmedi.
“Sağır mısın, Kardelen? Korkut vuruldu diyorum.”
“Ne oldu? Nasıl oldu? İyi mi?”
Güney’in sesi her zamanki gibi alaycıydı, sanki bana sinirimi bozmaktan keyif alıyormuş gibi. “Bilmem, Korkut’a sorsana.
“Güney, dalga geçmeyi kes ve bana doğru düzgün bilgi ver!”
Telefonun diğer ucunda hafif bir nefes sesi duydum. “Ölmedi, merak etme. Ama iyi de sayılmaz. Kurşun sıyırmış
-“Nerede? Hangi hastanede?”
“Hastane mi? Kardelen, hangi dünyada yaşıyorsun? Korkut kendini hastaneye götürür mü hiç? kendi yöntemleriyle hallediyor.”
Başımı iki yana salladım, nefesim düzensizleşmişti. “Ben geliyorum.”
“Gel tabii. Ama ne yapacaksın? Ona bakıp ağlayacak mısın? derin nefes aldı “Gelmesen daha iyi olur.”
“Güney, bana yer söyle!”
“Sana yer söyleyip ne yapayım? Doktor musun? Hemşire misin? Kan grubun mu tutuyor? Korkut’u iyileştirecek sihirli bir dokunuşun falan mı var?”
“Güney, Korkut’u görmek istiyorum!”
Güney hafifçe güldü. “Bence otur oturduğun yerde. Ölmediğine emin ol, rahatla.”
“Emin olmak istiyorum.”
“Ölse işine gelirdi bence.”
“Sus.”
“İnkâr etme, Kardelen.”
“Sus dedim, Güney!” diye bağırdım.
Güney bir kahkaha attı. “Sinirleniyorsan, bir şeyleri kabul ediyorsun demektir. Korkut’un başında bekliyorum, merak etme. Ama sen…”
“Ben ne?”
“Sen otur ve düşün. Korkut senin için ne ifade ediyor, bir karar ver artık.”
Telefon elimdeydi ama ne yapacağımı bilmiyordum. Parmaklarım istemsizce titredi. Nefes almam zorlaşmıştı. Korkut’a bir şey olursa… Onu kaybedersem…
Boğazım düğümlendi. Bunu düşünmek bile istemiyordum.
Onun varlığı… Onun bana bakışları… Onun beni koruyuşu… Her şey, her şey içimi yakıyordu. Onu kaybetme fikri midemi bulandırıyordu.
Korkut’u seviyordum.
Ama bu, olması gereken bir sevgi miydi? Ya da bunu ona söylemeye hakkım var mıydı?
Derin bir nefes aldım. “Güney.”
Sesimdeki titremeyi fark etti mi bilmiyorum ama sustu. İlk defa dalga geçmeden cevap verdi.
“Ne oldu?”
“Ben…” Duraksadım. Dilim dönmüyordu. Bunu söylemek… Sanki içimde bir kapıyı açmak gibiydi. Dönüşü olmayan bir kapı. “Ben… Korkut’u seviyorum.”
Birkaç saniye sessizlik oldu. Telefonun diğer ucundaki Güney’in nefesi duyuluyordu, sonra sesi ciddileşti. “Ne kadar zamandır?”
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. “Bilmiyorum.”
Güney, alaycı bir tonla konuştu. “Ne demek bilmiyorum?”
Sesi, her geçen saniye daha da sinirli hale geliyordu. “Bilmiyorum işte. Korkut’u her an seviyorum. Onu sevdiğim zamanı hesaplamadım, ilk karşılaştığım andan beri…” Sözlerim, bir anda boğazımda düğümlendi. .
Bir süre sessizlik oldu. Sonra, Güney’in sesindeki soğukluk her zamankinden daha belirgindi. “Aptalsın.”
- Şu an Güneyi sözlerine kulak asmıyordum
Korkut iyiydi. Ölmeyecekti. Ama onu görmek zorundaydım .Gözyaşlarım, kontrolsüz bir şekilde yanaklarımdan süzülüyordu. Kendime tekrar tekrar aynı şeyi söylüyordum “Ona bir şey olmasın!” diye yalvarıyordum neden vurulmuştu kim yapmıştı bizi kaçıran adamlarla alakası var mıydı ..en önemlisi canı acıyor muydu
Korkut’un yaralı olduğunu bilmek, ona dokunamamak, yanında olamamak... İçimdeki çaresizlik gittikçe büyüyordu. Her şeyden çok, şimdi onun yanında olmak istiyordum

 

 

 

“Şu an nasıl?” diye sordum, sesimdeki titremeyi saklayamadan.
Sakin ol,” dedi Güney, beni avutmaya çalışır gibi bir tonla. “İyi şu an, dikiş atılıyor koluna .”

 

 

 

Ama bu sözler beni rahatlatmaya yetmedi. İçimdeki endişe, gözlerimle görmeden dinmeyecek gibiydi. Ne olduğunu bilmeden, düşüncelerim dilime döküldü. “Güney, ben… Korkut’un yanına gelmek istiyorum.”
Hayır, dedi kesin bir tonda, hiç tereddüt etmeden.

 

 

“Lütfen…” dedim, ama cevapsız kaldım. telefon yüzüme kapattı.
Yanına gitmeliyim Onu yalnız bırakmamalıyım… ama nasıl? Yanımda duran Özlem’e baktım, gözlerim yaşlarla dolmuştu. “Korkut vurulmuş,”
Özlem sarılarak beni teselli etmeye çalıştı. “Sakin ol. Ciddi bir şey değildir, eminim,”
Korkut’un yanında olmak istiyordum. Kendini yalnız hissetmesini istemiyordum. Kalbinin daha fazla acımasına izin veremezdim. onun için endişelenen birinin olduğunu göstermek istiyordum bu sefer onu yalnızlık hissettirmek istemiyordum nedense yerimde duramıyordum bacaklarım istemsizce sallanıyordu
. Bu düşünceler, kafamın içinde dolanıp dururken nedenlerini sorgulamaktan çoktan vazgeçmiştim. Tek bildiğim şey, onunla olmayı istememdi. Ama nasıl? bu durumda kimden yardım isteyebilirdim?

 

 

 

Aklıma gelen ilk isimle hemen toparlandım. Titreyen ellerimle telefonumu aldım ve Halil İbrahim’e mesaj yazdım. Beni Korkut’un yanına götürür müsün diye yazdım. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

 

 

 

İlk cevap kısa ve netti: Hayır.
Öfkeyle elimdeki telefonu sıkarken parmaklarım titriyordu .Ama vazgeçmeye niyetim yoktu. Israr ettim, neredeyse yalvardım Durmadan yazmaya başladım:

 

Ben: Halil İbrahim, sana yalvarıyorum. İyi olduğunu bilmek etmiyor. Gözümle görmeden rahat edemem. Onun yanında olmak istiyorum sen hiç çaresizilik içinde kalmadın mı onu görmem gerek şuan kafayı yiyeceğim sanki biri kalbimi sıkıyor gibi ... Lütfen ben ilk defa senden bir şey istiyorum

 

Bir süre daha bekledim. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Kalbim güm güm atıyordu. Mesaj baloncuğunun hareket ettiğini gördüğüm anda umudum biraz yeşerdi. Ve sonra nihayet yanıt geldi:

 

Halil İbrahim :tamam. Hazırlan, yarım saate geliyorum.

 


Cevabı görünce içime bir nebze olsun rahatlama doldu. Sevinçle Özlem’e döndüm. “Halil İbrahim kabul etti! Beni Korkut’a götürecek!” dedim, gözlerimden taşan heyecanla.

 

Özlem önce şaşkınca bana baktı, sonra gözlerini devirdi ve omuz silkti. “İyi bari, sonunda bir işe yarayacak.

 

“Halil İbrahim iyi biri
Özlem dudaklarını büzüp başını iki yana salladı. “Ne iyisi be! Zorba herifin teki,” diye homurdandı.

Özlem’in garip davranışları dikkatimi çekmişti. Halil İbrahim’in adı geçince bir şekilde huzursuzlaşıyor, farklı bir enerji yayıyordu.
Yarım saat geçmeden Halil İbrahim kapıya geldi. Boylu poslu hâli, ciddiyeti ve o duruşuyla hemen dikkat çekiyordu. Gözleri her zamanki gibi derin ve soğuktu
Özlem, ona göz ucuyla bile bakmıyordu. Aralarındaki bu gerginliğin sebebini ancak ilerleyen zamanlarda öğrenebilecektim. Ama o an aklımdaki tek şey Korkut’tu ve Halil İbrahim’in beni ona götürecek olmasıydı.
Hızla Halil İbrahim’in arabasına bindim. Direksiyonun başındaydı, ama gözleri dikiz aynasından bana doğru kısa bakışlar atıyordu. Havasında bir gariplik vardı, genelde bana “bacım” derdi ama bu sefer farklı bir ton kullanmıştı.

 

 

 

“Kardelen Hanım,” dedi, sesinde hafif bir çekingenlik vardı.

 

 

Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. “Ne oldu, Halil İbrahim?” diye sordum, bir şeylerin ters olduğunu hissediyordum.

 

 

“Senden.. yani sizden bir şey istesem,” diye başladı, ama duraksadı. Direksiyonu sıkıca kavrarken bir an düşünceli bir ifadeyle sustu. “Patronuma karşı gelmenin bir bedeli olmalı, değil mi?”

 

“Ne bedeli?” diye sordum, iyice meraklanmıştım.

 

Bir an için derin bir nefes aldı, sonra beklenmedik bir soru yöneltti: “Özlem Hanım’ın en sevdiği çiçek nedir?”

 

 

Soruyu duyunca kaşlarımı kaldırdım, şaşkın bir gülümsemeyle ona döndüm. “Neden soruyorsun? Yoksa arkadaşımı seviyor musun istersen date ayarlayabilirim , Halil İbrahim?” diye hafifçe alayla güldüm, ama o sessiz kaldı bense sinirden gülüyordum
Halil İbrahim’in yüzündeki o dalgın ve ciddi ifadeyi görünce gülümsemem silindi. “.

 

-“Evet, cevabınızı bekliyorum hangi çiçeği sever
Derin bir nefes alıp düşündüm. “Özlem çiçek sevmez yani sevemez ; alerjisi var. Çiçeklerden uzak durmayı tercih ediyor.”

 

 

Halil İbrahim, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. “Öyle mi?”
“Evet, öyle,” dedim sakin bir şekilde. Ama konuşmanın ardından aramızda bir sessizlik oluştu.
"Neyi sever?" diye sordu Halil İbrahim, direksiyonu sıkarak.
ı. Derin bir nefes aldım. Aralarında ne geçtiğini tam olarak bilmiyordum, ama Özlem’in son günlerdeki sessizliğinin sebebinin bu olduğunu artık anlamıştım.
"Özlem’i üzeceksen, gözlerimi dikiz aynasından onun gözlerine dikerken. "Özür dileme, uzak dur. Dışarıdan umursamaz görünür, güçlü gibi davranır ama o her şeyi içine atar. Acısını kimseye belli etmez

 

Halil İbrahim’in yüzü sertleşti, çenesini sıkarken elindeki direksiyonu daha da sıktığını fark ettim. "Ben net bir adamım," dedi soğukkanlı bir şekilde. "Ne istediğimi de kimden özür dileyeceğimi de iyi bilirim."

 

Onun bu sözleri, beni biraz rahatlatsa da tam anlamıyla güvenemedim. Halil İbrahim’in karakterine dair bildiklerim, onun dürüst ve net biri olduğunu gösteriyordu, ama Özlem’in hassasiyetini hesaba katmak zorundaydı. Dileğim, gerçekten dediği gibi bir adam olmasıydı.

 

Sonunda, Halil İbrahim’in arabası durdu. Güney’in evine gelmiştik. Arabanın motoru sustuğunda, derin bir nefes aldım ve dışarı baktım. Bu ev bana garip bir huzur veriyordu. Belki de Korkut’la burada birbirimizi yaralarcasına öpüştüğümüz o an yüzündendi
.
- Halil İbrahim kapıyı açtığında hemen içeri girdim. Salona geldiğimde duraksadım. O kadını gördüm; Korkut, gözlerini kapatmış, yüzünde acı dolu bir ifade vardı......canı yanıyordu uzaktan olsa da hissetim ama ben donmuştum korkutun koluna dokunan o el ... Yanında, o kadın kolunu sarıyordu korkuta bir şeyler anlatıyordu korkut sanki zihni başka yerdeydi sadece başını salladı yüzünden hiçbir duygu yoktu ve kadınla göz teması kurmuyordu

 

O an her şey aniden yerli yerine oturdu. Korkut’la ilk tanıştığımda, Özlem’le kafede gördüğümüz kadındı bu. O zamanlar sadece kısa bir süreliğine görmüştüm
Tam yedi ay önce, kafede Korkut’un karşısında oturuyordu. Korkut, ona gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu; kadın da ona karşılık gülümseyerek yanıt veriyordu. Kimdi bu? Onun Korkut’a olan yakınlığı,
Kendimi çaresiz hissettim. Gözlerimi kadından alamıyordum. kadının yaydığı enerji itiraf etmem gerekirse çok başkaydı samimiydi benim tam tersi ben daha donuk biriydim ama o kadın farklıydı işte
Arkamda bir hareketlilik hissettim. Döndüğümde Güney’in sinsi bir sırıtışla bana baktığını gördüm. Elleri cebinde, keyif alıyormuş gibi bir hali vardı.

 

 

 

Vay vay, bizim Kenafir yenge aday adayı da buradaymış!

 

 

 

Derin bir nefes alarak sinirimi kontrol etmeye çalıştım. “İnan, hiç modumda değilim,” içimdeki kıskançlığı bastırmaya çalışarak.

 

Güney, sırıtarak kollarını kavuşturdu ve kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Ne oldu, kıskandın mı?" dedi, o sinir bozucu tonuyla. "Günce sağ olsun, Korkut’un yaralarına iyi geliyor. Onu ben çağırdım."
Her kelimesini sanki beni kızdırmak için özenle seçmişti.
İçimden, "İyi halt ettin!" diye geçirirken, zihnimde kıskançlık çanları çalmaya başladı. Sonunda o kadının adını öğrenmiştim: Günce.
Adını duyduğum an içimde bir şeyler koptu. Ne yani, ismi de mi güzeldi?! Kendi ismimle kıyasladım ister istemez. Kardelen. Bir çiçek ismi. Güzel ama... Günce gibi değil işte! Allah aşkına, bir insanın ismi bile havalı olabilir mi? Aileme dava açacaktım! Şu hayatta bir kere de ben kazanayım, neden benim ismim güzel değil?!
Sonra kadına şöyle bir baktım. Genetiğime sıçayım ! Doğal kızıl saçları omuzlarına dökülüyordu. Ben? Siyah saçlıyım. Kahretsin, ben bu kadına rakip olamam! Bir bakışıyla bile beni yere serer. Ah Güney, aptal Güney, neden gereksiz işlere burnunu sokup beni bu çıkmaza sürüklüyorsun?!
Diğer tarafa baktım, Korkut’un yüzünde hiçbir ifade yoktu.
Daha fazla dayanamadım. "Güney, o kadını gönder," dedim. Sesim beklediğimden daha sert çıktı. İçimde kaynayan kıskançlık lav olup taşmıştı.
Güney, tam da beklediğim gibi, bunu fırsat bilip sırıttı. "Sana hiç yakıştırmadım," dedi. "Özgüven eksikliği mi yaşıyorsun yoksa, Kardelen?"
Nefesimi tuttum. Sonra patladım. "Aptal mısın, Güney?! Siktir git! Senin sorunun ne? Kafadan kontak mısın?!"
Güney kahkaha attı. "Hiç yakıştırmadım, canım yengem." Sonra göz kırparak ekledi: "Korkut küfürbaz kadınları sevmez, haberin olsun."
Beni zorlama, Güney. Yemin ederim seni bu dünyadan silebilirim
- Dene istersen sen anca Korkutun arkasından miyavlayabilirsin
Öfkeyle dişlerimi sıktım. "Sen var ya! pençelerimi çıkarınca görürsün sen miyavlamayı
- iyi yaptım değil mi Günceyi getirterek
- Niye yaptın bunu sen tam bir O.E
Güney, umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Kendini aştın, yengem." Sonra başını iki yana sallayarak devam etti: " Seni hanımefendi bilirdim, Kardelen. Korkut olmasa şu an haritadan silinmiş olurdun."
Ve tabii ki durmadı. "Neyse, Günceciğim ve Korkutçuğuma bak, nasıl da iyiler değil mi?" dedi, yanaklarını şişirip şımarık bir çocuk gibi. "Düğünleri için Trabzon burmam bile hazır!"
İşte bu son noktaydı! Sinirlerim tepeme çıktı, kalbim deli gibi atıyordu.
"Güney! Beni zorlama! O kızı buradan uzaklaştır, yoksa..."
Korkut, nihayet ağır çekimde gibi başını kaldırıp bana baktı. "Yoksa ne yapacaksın, Kardelen?"
Bir an sustum. Gerçekten ne yapacaktım?
Güney, alaycı bir ifadeyle başını salladı. “Kıskançlık sana yaramamış be yengem.”
"Ben kıskanç değilim!" dedim anında, ama sesim o kadar inandırıcılıktan uzaktı ki, cümleyi bitirdiğim anda Güney kahkaha attı.
"Güney, bana bak," dedim, ellerimi belime koyarak. "Şu an cidden beni zorluyorsun. O kızı buradan uzaklaştır."
Güney, sert bakışlarını üzerime dikti, yüzünde küçümseyici bir gülümseme vardı. "Neden? Günce ona iyi gelecek," dedi alaycı bir tavırla. "Senin gibi bilip bilmeden acımasız sözler söylemeyecek ona."

 

 

 

Kalbim sıkışıyordu. Nefes almakta zorlanıyordum. Boğazımda görünmez bir düğüm, içimde tarifsiz bir ağırlık vardı. “Ona o kadın iyi gelemez,” diye fısıldadım,
Belki de gelecekti… Belki de Korkut onun yanında mutlu olacaktı. Ama ben bunu kabul edemiyordum. Bencillikse bencillik… içimde bir yer, acımasızca gerçeği fısıldıyordu: Belki de artık seni istemiyor.
. Nefesim kesilmiş gibiydi. Ne zaman bu kadar kıskanç olmuştum? Ne zaman bu kadar çaresiz? O kadın, Korkut’un koluna dokunduğunda, içimde bir şeyler parçalandı. Basit bir dokunuş… Ama benim için bir felaket gibiydi. Gözlerim, elimde olmadan oraya kilitlendi. Kendimi aptal gibi hissettim. Burada ne yapıyorum?
O an, geçmişin puslu kapıları aralandı. Korkut’la ilk tanıştığımız an gözümün önüne geldi. Yüreğimde kıvılcımlar çakan, içimi heyecan ve korkuyla dolduran o an… Ben ona ilk görüşte âşık olmuştum.
Ama sonra… Sonra ne oldu? Ben hep uzağında kaldım. Onun kalbi hep bir duvar gibiydi, soğuk ve ulaşılmaz. Onun yanında olmak istedim, ama hep uzak durmak zorunda kaldım çünkü beni istemiyordu beni kendisi itmişti ... ama o kadın ona yakındı
Artık dayanamıyordum. Bu aşk bana fazlaydı. Çok fazlaydı. İçimde taşınamayacak kadar büyük, nefes alınamayacak kadar ağırdı. Ve şimdi, onun gözleri bana değil, başka birine bakıyordu. Kollarını bana değil, bir başkasına açıyordu.
İşte o an, anladım.
Kaybediyordum.
Güney, yüzündeki alaycı ifadeyi hiç bozmadan, "Gelir," dedi. "Hem senin de işine gelir. Günce’yle olması… Hani uzak durmak istiyordun? Al işte, fırsat Günce devreye girerse, Korkut belki Günce’ye şans verir. Zaten Günce ona karşı boş değil. Hem de güzel bir kadın. Üstelik Korkut’un her zaman yanında olur.Korkut mutlu olur en azından yalnız olmaz işte
Öfkeyle dişlerimi sıktım. İçimde yükselen kızgınlığı bastırmaya çalışarak, "Sen neden böylesin?" diye sordum, sesim titriyordu. "Resmen Korkut için iki kadını karşı karşıya getirmeye çalışıyorsun. Kadın düşmanı mısın?"
Güney omuz silkti, söylediklerim umurunda bile değilmiş gibi kayıtsızca bana baktı. Dudaklarının kenarında küçümseyici bir gülümseme belirdi. "Ooo, şimdi de kadın haklarını mı savunuyorsun?" dedi, alay dolu bir sesle.
Derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Öfkeme yenilmeyecektim. "Senin tuzağına düşmeyeceğim," dedim kararlı bir şekilde. "Bir erkek için bana zararı olmayan bir kadına kin güdemem. Anladın mı?"
Güney, ilgisiz bir ifadeyle başını yana eğdi. Gözlerinde küçümseyici bir ışık vardı. "Umurumda mı sanıyorsun?" diye sordu alaycı bir tonla. Ardından gözlerini hafifçe kısarak ekledi: "Zaten Günce'ye bir şey diyemezsin. Baksana, kız Korkut için nasıl da endişeli."
İçimde bir öfke dalgası yükseldi. Kalbim hızlı atıyordu. "İğrençsin, Güney!" dedim, sesi titreyen ama kelimeleri keskin bir öfkeyle dolu bir sesle. "Korkut seninle nasıl arkadaş olmuş, hala anlamıyorum. Ama yemin ederim, eğer Korkut'la aramızda bir ilişki olursa, seninle arkadaşlığını kesmesini isteyeceğim. Senin bu pis düşüncelerin Korkut’u da zehirler!"
Güney bir an sessiz kaldı, sonra umursamaz bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Gözleri soğuk, bakışları boştu. "O biraz zor," dedi alayla. "Bizim aramıza kimse giremez. Ne sen, ne de başka bir kadın. Korkut’la dostluğumuz baki."
Sözleri, içimde zehirli bir ok gibi saplandı. Ama en kötüsü Onun bu cümleyi söylerken ne kadar kendinden emin olduğuydu.
Arkamı dönüp gitmek üzereydim ki, Güney’in son sözleri adımlarımı yerinde dondurdu.
“Ne oldu? İşte busun! Korkut’u sevdiğini ima edip hemen kaçabilecek kadar yüreksizsin.”
Sözleri, zehir gibi içime işledi. Göğsümde bir şeyler sıkıştı, nefesim daraldı. Sinirle derin bir nefes aldım, dişlerimi sıktım. “Güney, git başımdan! Kaçmıyorum!” diye hışımla karşılık verdim. Ama… ya gerçekten kaçıyorsam?
İçimde bir yer, acımasızca fısıldıyordu: Haklı, sen neden savaşmıyorsun?
Ben neden hep işin kolayına kaçıp gidiyordum? Sevdiğim adam için neden savaşmıyordum? Korkut’u seviyordum, evet. O zaman onun yanında olmam gerekmiyor muydu? Günce ya da başka biri hiç önemli değildi. Korkut öyle biri değildi bana bakıp başka birine gidecek karakterde değildi bunu biliyordum. Ona baktığımda gözlerindeki gerçeği görüyordum. Bana bakışıyla, Günce’ye bakışı aynı değildi. O kadın ne kadar isterse istesin, Korkut ona asla bana baktığı gibi bakmazdı bundan emin olduğum an savaşmaya başlamalıydım
Güney’in alaycı ve küçümseyici tavırları içimi kemiriyordu. Onun ne düşündüğünün artık önemi yoktu. Önemli olan, benim ne yapacağımı bilmemdi. Başımı sinirle çevirip tekrar salona baktım. . Öfke mi? Kıskançlık mı? Korku mu?
iç sesim çığlık atıyordu: Dokunmasın! O kadın ona dokunmasın!
Sonunda dayanamadım:
"Güney… O kadın… Çok mu seviyor Korkut’u?"
omzunu silkti. "Fazlasıyla."
Boğazım düğümlendi. Korkut’u seviyor muydu? Beni umursamadan ona dokunuyor muydu?
Derin bir nefes alıp doğrudan sordum: "Korkut onu seviyor mu?"
Güney gözlerimin içine baktı, gülümsemesi hafiften alaycıydı. "Cevabını biliyorsun bence. Belli olmuyor mu?"
İçimde fırtınalar koparken, Güney devam etti: " gidersen… Bence pişman olacaksın. Kalmalısın."
Kaşlarımı çattım. "Seni asla çözemiyorum, Güney."
Güldü, başını yana eğdi. "Ben de kendimi çözemiyorum, yenge aday adayı."
Gözlerimi kısarak ona döndüm. "Ben yenge aday adayı falan değilim."
Güney keyifle kaşlarını kaldırdı. "Evet, öylesin."
İçimdeki kıskançlık ve sinirle hırsla konuştum: "O zaman direkt yengen olabilirim. Başka adaylar yoksa tabii."
Güney kahkahasını zor tuttu. "Eğer gidersen, yengem değilsin."
Bakıştık. Ben kıskançlıktan çatlamak üzereydim, o ise durumumun farkında olup keyifle anın tadını çıkarıyordu. Ve işin kötüsü, Korkut’un yanına gitme isteğim her geçen saniye artıyordu.Gitmek bir ihtimaldi ama onu kafamdan silebilmek için değil, . Kalmalıydım. Korkut’u yalnız bırakmamalıydım.
Bu sadece onun için değil, benim için de bir zorunluluktu.
Kalbimdeki sancıyı, ancak onun yanında olarak dindirebilirdim. O nasıl en zor anlarımda yanımda olduysa, nasıl acımı sessizce paylaştıysa… şimdi de ben onun yanındaydım. Ve hiçbir şey, , hiçbir kelime, beni bundan vazgeçiremeyecekti.
"Ne düşünüyorsun, yenge aday adayı?"
"Güney, rahat bırak beni " Gözlerimi devirdim ama o hiç istifini bozmadı.
"Öyle mi?" diye sırıttı. "Ama kıskançlıktan içinin içini yediğini gözlerinden okuyorum. Korkut’u başkasının yanında düşünmek bile canını sıkıyor, değil mi?"
Hemen tepki vermedim, çünkü haklıydı. Ama bunu asla itiraf etmezdim. Derin bir nefes alıp kollarımı kavuşturdum. "Ben sadece... şey... merak ettim. O kadın Korkut'un yanında biraz fazla duruyor, sanki
Güney kahkaha attı. "‘Biraz fazla duruyor’muş! Eğilip kaşlarını kaldırarak yüzüme baktı. "Gerçekleri konuşalım, Kardelen. Sen şu an içinden ‘Allah'ım, ne olur Korkut'un gözü benden başkasını görmesin’ diye dua ediyorsun."
Bir an için yutkundum. "Saçmalıyorsun."
"Yoo, gayet mantıklı konuşuyorum.

 

Başımı hızla çevirdim. "Ben gidiyorum!"
Korkut’un yanına mı? Tahmin etmiştim!"
Düşünmeyi bıraktım. Artık ne hissettiğimi sorgulamıyor, neyin doğru olup olmadığını umursamıyordum. Tek bildiğim, burada duramayacağım ve hiçbir şey yapmadan izleyemeyeceğimdi. Sert adımlarla salona daldım.
“Korkut!”
Tüm bakışlar bir anlığına bana çevrildi, ama umrumda bile değildi. Gözlerim hemen onu buldu.
Bana baktığında… Yorgun, bitkin ve acı dolu bir ifade gördüm. O an içimde bir şeyler sıkıştı. Mutsuzdu. Bunu her zerremle hissedebiliyordum. Ama daha da canımı yakan şey, gözlerinde bir şeylerin belirdiğini sezmemdi. Bir anlık bir duygu, … Ama ne olduğunu anlayamadan kayboldu.
Ve yanındaki kadın…
Sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu. Gözlerini Korkut’tan bir an bile ayırmıyor, onun kolunu sıkıca kavramış halde duruyordu. Rahatsız edici bir samimiyet… Haddinden fazla içten gelen bir bağlılık.
O kadının varlığını kabul etmek istemiyordum. Ama o bana, burada olmadığımı hissettirmek için elinden geleni yapıyordu.
Boğazım kurudu. Kelimeler düğümlendi. Korkut’un bakışları, içimdeki fırtınayı dindirmeye yetiyordu belki ama… Kadının umursamaz tavrı, kıskançlık ve öfkeyi içimde ateş gibi harlıyordu.
Derin bir nefes aldım. Sesimin titrememesi için tüm gücümü topladım. “Korkut, seninle önemli bir mesele konuşmam gerek,” dedim, net ve kararlı bir tonla.
Korkut, yanındaki Günce’ye döndü. Sakin ama mesafeli bir ifadeyle, “Günce, sağ ol. Gerisini ben hallederim,” dedi.
Günce, hafif bir tebessümle karşılık verdi.

 

 

 

… “Her zaman. Ne zaman ihtiyacın olursa, buradayım. Bu gece burada kalacağım. Ne olur ne olmaz, seni arada bir kontrol ederim.”
Sanki içimde bir şeyler çatırdadı.
Korkut’un kaşları hafifçe çatıldı, sesi belli belirsiz bir rahatsızlık taşıyordu. “Neden zahmet ediyorsun? Gerek yok, Günce.”
Tek bir adım bile geri atmıyordu. “Var, Korkut! Ben istediğim için kalıyorum. Sabah giderim.”
İçimde öyle bir öfke yükseldi ki, kalbim deli gibi çarpıyordu. Bu kadın burada kalıyordu. Korkut’un yanında, ona bu kadar yakın, ona bu kadar erişebilir halde…
Ve ben…
Ben ne yapıyordum?
Korkut’un Günce’ye her bakışında, içimde bir şeyler sıkışıyordu. Nedenini anlamaya çalıştım. Bu his neydi? Kıskançlık mı? Üzüntü mü? Yoksa yalnızca kendime duyduğum bir kızgınlık mı?

 

 

 

Bir an, Güney’in haklı olabileceğini düşündüm. Belki de gerçekten gitmeliydim. Günce, Korkut’a iyi geliyordu. Benim aksime… Ama bu düşünceyi kabullenmek daha da acıtıyordu.
- Korkut, gözlerini gözlerime dikti.. Sonra, kısa ve net bir şekilde konuştu:
“Günce, arkadaşım.”
Korkut, bir an gözlerini kaçırdı, sonra başını hafifçe yana çevirerek Günce’ye döndü. Ses tonu eskisine göre daha kontrollüydü
“Günce, sana bahsetmiştim.”
Günce, belli belirsiz bir gülümsemeyle başını salladı. Ama bu, sıcak bir gülümseme değildi. Daha çok, bildiği ama söylemeyeceği bir sır gibiydi. Gözleri kısa bir an bana kaydı, sonra tekrar Korkut’a döndü.
. Korkut’un bahsettiği neydi? Günce neyi biliyordu?
Elimi farkında olmadan sıktım, İçimdeki huzursuzluk iyice arttı
Günce’nin üzerindeki sade kıyafetlere gözüm takıldı: Basit bir pantolon ve üzerine giydiği kazak. Her şey o kadar sıradandı ki… Ama bu sadelik bile ona yakışıyordu. O rahat tavırları, kendinden emin duruşu… Bunlar beni en çok rahatsız eden şeylerdi bende eksik olan ne varsa Günce de tamdı
Günce, beni görmezden gelircesine başını çevirdi. Salondan çıkarken bakışları bana bir an olsun değmedi. Sanki burada değilmişim, sanki varlığım önemsizmiş gibi…
İçimde yükselen huzursuzluğu bastırmaya çalışarak Korkut’a döndüm. Kolundaki yarasına sargı yapıyordu. Öyle soğukkanlıydı ki… Bu tavrı beni daha da huzursuz etti.
Neden bana bakmıyordu? Artık ilgi alanında değil miydim?
Sonra, içimi kemiren başka bir soru belirdi zihnimde. Sevgilisi miydi?
Eğer öyleyse… Beni neden öpmüştü?
Bu sorular beynimde dönüp duruyordu ama dudaklarımdan dökülmeye cesaret edemiyordu. Korkut’un bana neden bu kadar soğuk davrandığını anlayamıyordum.
Sonunda başını kaldırdı. Gözleri, yüzüme sertçe kilitlendi.
“Kardelen, bana bakmak yerine artık anlatacak mısın?”
Sesi sabırsızdı, biraz da sert.
Sessizce yanına yaklaştım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Önünde durduğumda, gözlerim yarasına takıldı.
“Canın acıyor mu?”
Korkut, hafifçe kaşlarını çattı. “Bu soruyu sormak için gelmezsin sen. Anlat derdini.”
Sert ve netti.
Bir an duraksadım.
Gerçekten, onun için endişelenemez miydim? O kadar mı yabancıydım artık?
Gözlerinde ne gördüğümü bilmiyordum ama içimde bir şeyler kırılıyordu.
Kafamda binlerce soru yankılanıyordu. Ve ben hiçbirini sormaya cesaret edemiyordum.
Çünkü her bir cevap, yalnızca daha fazla acı getirecekti.

 

 

 

Korkut’u seviyordum ama sevgimi ona göstermek konusunda hep çekingen kalıyordum. Belki de içimdeki korkular, belki de geçmişin derin yaraları buna engeldi. Ama ona her baktığımda, içimde bir şeyler kopuyor, hislerim içime sığmaz hale geliyordu.
Derin bir nefes aldım, içimdeki karmaşayı bastırmaya çalıştım.
Korkut’un gözleri benim üzerimde bile değildi. Sanki burada değilmişim, sanki ruhumdan çok uzaklarda, ulaşılmaz bir yerdeydi.
“Nasıl yaralandın?” diye sordum, sesimdeki titremeyi saklayamadan.
Korkut’un bakışları bir an bana döndü. Ama o gözler… Bana değil, başka bir yere, başka bir zamana odaklanmış gibiydi. O soğukluk… Adeta aramızda aşılması imkânsız bir buz dağı vardı.
“Bu konuyu seninle konuşmak istemiyorum,” dedi, sesi donuk ve mesafeliydi.
Bir süre olduğum yerde kıpırdayamadım. Göğsümde bir ağırlık hissettim, kalbim sıkışıyordu. Yutkundum, içimdeki o ince acıyı gizlemeye çalışarak. Sakin ol kardelen kardelen her zamanki korkut işte ...ama neden benden çok uzakta gibiydi 3 hafta önce bana sarılan adam değildi daha sert daha umursamazdı gözlerinin altı mosmordu uykusuz muydu ve solgundu tuhaftı işte vedalaştığımız gibi değildi ...
“Hastaneye gitmeliyiz,” dedim, belki de bir şekilde aramızdaki duvarı aşabileceğimi umarak.
Korkut kaşlarını hafifçe çattı. Yüzüne bir bıkkınlık yerleşti. “Kardelen, neden her şeyi sorguluyorsun?”
“Anlamadım,” dedim, gerçekten de kafam iyice karışmıştı. “Ne yaptım ki?”
Korkut bir an sessiz kaldı. Gözlerini kaçırdı, sesi buz gibiydi.
“Yapma bunu.”
Durdum. Kalbim, sanki soğuk bir bıçakla kesilmiş gibi bir anlığına atmayı unuttu.
“Bunu” derken neyi kastediyordu? Sevgimi mi? Endişemi mi? Yoksa hala burada oluşumu mu?
Bilmiyordum. Ama tek bildiğim, içimde yavaş yavaş büyüyen bir kırılmaydı.Kaşlarımı çatıp ona baktım. “Neyi yapmayayım?” .

Ne demek istiyordu?
Bana döndü, ama yüzü hâlâ sertti. Aramızda görünmez ama hissedilir bir duvar vardı. “Böyle bakma bana. Endişelenme benim için.”
Şaşkınlığımın yerini yavaş yavaş bir öfke aldı. “Ne demek endişelenme? Bunu benden nasıl isteyebilirsin?”
Korkut derin bir nefes aldı, gözlerini kısa bir an kapattı, sonra bana baktı. "Kardelen, zaten hassas birisin. Mihri’yle uğraşıyorsun, başka dertlerin var. Şimdi bir de benim için üzülme. Sen üzülünce hastalanıyorsun, halsizleşiyorsun."
"Üzülmememi mi istiyorsun? Peki, nasıl olacak bu? Seni umursuyorum
Gözleri bir an yumuşar gibi oldu, ama hemen kendini toparladı. O an, bir anlığına da olsa savunmasız hâlini görmüştüm.
"Şu hâline bak," dedi, sesi daha yavaş ama hâlâ soğuktu. "Gözlerin kıpkırmızı. Sen böyle baktıkça kendimi daha kötü hissediyorum."
İçimde ne varsa artık tutamıyordum.
"Senin için üzülmemin seni üzmesi umurumda değil, anladın mı?"
Gözlerini kaçırdı, ama ben hâlâ ona bakıyordum. Kalbim hızla atıyordu, nefesim düzensizdi.
Bunu ona söylememin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum. Ama artık susmak da istemiyordum.Korkut bir an sustu. Sonra, sesi alçak ama net bir şekilde konuştu: “Bana mutlu bakmanı istiyorum. Gözlerinin içi gülsün istiyorum.”
“Mutlu olmamı istiyorsan,” dedim yavaşça. “Önce sen mutlu olmayı dene, Korkut.”
- kardelen yapma burda olman yanlış ..endişelenme benim için ben başımın çaresine bakarım
Korkut’un gözleri bir an için üzerimde gezindi, sonra hızla kaçırdı. Çenesini sıktı, “Endişelenirim, benim adıma karar veremezsin,”
Korkut derin bir nefes alıp dişlerinin arasından “Veririm,” diye tısladı.

 

“Beni önemsemiyorsun.”
Yüzü sertleşti, çenesindeki kaslar gerildi.
Sonunda, o ağır, buyurgan sesiyle konuştu:
“Lan, seni önemsediğim için gitmeni istiyorum! Baksana, koluma bile bakamıyorsun! Ürküyorsun. Senin burada olmaman gerekiyor.”
Gözlerimi onun yarasına kaydırdım. korktuğumu belli etmiş, güçsüz görünmüştüm. Ama bunun tek sebebi kan görmek değildi. Onu böyle görmek, yaralı, yorgun ve benden uzak... İşte, beni asıl çaresiz hissettiren buydu.
Ama hâlâ beni anlamıyordu. O soğuk duvar, aramızda giderek yükseliyordu. Ben de bu sessizliğe, bu anlayışsızlığa daha fazla dayanamayacak kadar üzülüyordum.
Korkut sehpadaki sigara kutusunu aldı
Çakmağını alıp sigarasını yaktı . Sigarayı yakarken parmakları hafifçe titredi, ama o donuk ifade bir milim bile değişmedi.
“Korkut, bir kere olsun beni dinle!” dedim, sesimdeki biraz daha fazla ısrarla.
“Dinledim ve gidiyorsun,” dedi, hiç kıpırdamadan, sigarasından bir nefes daha aldı. O soğuk ses, suratındaki o ifadeyle birleşince, her kelime sanki duvar gibi önümde duruyordu. Onun bu tavrı duygularımın hiçbir anlam taşımadığını gösteriyordu.
“Sana anlatmam gereken çok önemli bir şey var, konuşmadan gidemem. Önemli!”
Korkut, sigarasını dudaklarından ayırmadan, gözlerimi sabırla süzdü.
Korkut’un umursamaz tavrı, sabrımı zorluyordu. Bir an düşündüm, bir adım daha attım ve sigarasını içtiği elini hızla tuttum.
Hiçbir şey demeden, sigarasını hızla alıp kül tablasına bastırdım. Kül, her yere yayıldı, dumanın yerine kararmış bir iz bırakarak kayboldu. Korkut’un gözleri önce şaşkınlıkla parladı, ama sonra o hep bildiğim soğuk tavrı geri döndü.
“Kendine gel, Kardelen,”
" "Ben sana geldim, hep geldim. Ne zaman kırıldım, hep sana geldim. Ama sen hep o taş gibi duruyorsun...buna dayanamıyorum Korkut!"
-
“Korkut başını kaldırıp bana baktı sanki bir şey söyleyecekti
hadi konuş artık korkut dedim içimden insani bir tepki ver
Bir süre sessiz kaldı, ardından “Anlat,” dedi, ifadesiz bir yüzle.
-yine aynı şey konuyu değiştirdi
Bir an tereddüt ettim. “Kızmayacaksın, değil mi?”
“Kesin kızacağım.”
Kaşlarımı çattım. “Sinirlenme!” dedim, umutsuzca ona yaklaşırken.
“Sinirleneceğim.” Sesi en ufak bir tereddüt bile barındırmıyordu.
“Bu nasıl bir iletişim böyle?” diye homurdandım, hafifçe gözlerimi devirdim.
Tam ağzımı açacaktım ki, Korkut aniden alaycı bir gülümsemeyle, “Anlat, sümüklü.” dedi.
Allah’ım, şu an rezillik diz boyu! Adam bana sümüklü dedi. İşte bu noktada pes ediyorum. Tabii ki, Günce’ye bakar! Kim sümüklüye bakar ki? Kafamın içinde saçma sapan düşünceler birbirine girerken, bir yandan da Korkut’un gözlerinin içine bakıyordum.
“Sen benim sümüğüme kurban ol be!” Korkut, yüzündeki soğuk ifadeyi hiç bozmadı. “Olurum.”
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. “İğrençsin, Korkut!” dedim, ama dudaklarımın kıvrılmasını engelleyemedim. İçten içe gülümsemiştim.Sonuçta, sümüğümü seviyor, canım! "Sümüğümü seven beni de sever" diye düşündüm. Felsefe hocam görse, ayakta alkışlar! Mantıklı çıkarımım için kesinlikle ödüllendirilirdim.

 

 

 

Korkut, elini şakağına götürdü ve derin bir nefes aldı. “Allahım, bu kadın benim sınavım, kabul. Ama onu anlayacak bir akıl ver
Gözlerim büyüdü. “Korkut, beni şimdi Allah’a mı şikayet ediyorsun? Senin yüzünden eğer ahiret hayatım sakata gelirse, varya sana hakkımı helal etmiyorum, öbür dünyada karşılaşırız haberin olsun!”
Korkut gözlerini kapadı, bir an sessiz kaldı ve sonra derin bir nefes alarak, “Nefes al... Evet, şimdi Endonezya'nın yağmur ormanlarındasın. Kimse yok, sadece yağmur damlaları... Şırl şırıl bir nehir akıyor, odaklan,” dedi.

 

 

 

birden kendimi tuhaf bir şekilde tuvaletimi tutarken buldum. Çişimi tutmalıydım! . Şimdi lavabonun yerini sorsam, yeni bir lakap daha takabilirdi bana... Ama gerek yok, “Sümüklü” zaten yeterince uygun bir isimdi.

 

 

 

Hemen yanımdaki boş koltuğa oturdum, derin bir nefes aldım ve içimde birikmiş olan her şeyi anlatmaya başladım. hazır biraz yumuşamıştı kullanmalıydım bu fırsatı

 

 

 

"Dört ay önce, dışarı çıktığımda çantamdan bir not buldum,"
Korkut, kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu. Yüzündeki ifadeyi okumak neredeyse imkansızdı, ama gözlerinde bir şeylerin değiştiğini fark ettim.

 

 

 

“Sonrasında gizli bir numaradan mesajlar ve aramalar aldım. “Bu mesajların ortak yönü abim ile ilgiliydi.”

 

Korkut’un yüzü aniden sertleşti. Gözleri, keskin bir şekilde bana dikildi. Sinirli bir şekilde, neredeyse bakışlarıyla delip geçiyordu.
Devam ettim, sesimde bir titreme hissedilse de, anlatmaya kararlıydım. “Bana abimin ölmeden önceki görüntülerini göstereceğini söyledi. Ben de onunla buluşmayı kabul ettim.”
- Korkut gözünü kırpmadan beni dinliyordu her anlatışımda yüzündeki öfkeyi görebiliyordum
“O gün bir restoranda buluşacaktık,” dedim, nefesimi tutarak. “Ama senin peşimde olduğumu fark edince, o randevuyu iptal etti.”


Sert bakışları, beni delip geçiyordu. i.
"Korkut, ben..." diyebildim ama sesim boğazımda düğümlendi.
Beni duymadı ya da duymak istemedi. Bir tekme daha atarak sehpayı yere devirdi, her şey yerle bir oldu. Kolundaki yara yeniden kanamaya başlamıştı, ama o buna aldırmadı. "Kolun... dikişin diye bağırdım, panik içinde. Ama Korkut’un gözleri bana, hiçbir şey duymamış gibi bakıyordu. Bakışları, sanki ruhumun derinliklerine iniyor, beni tamamen silip süpürüyordu.
O an, Korkut’un sinirli hali karşısında ne yapacağımı bilemedim.
- korkut sakin ol
sesi öylesine güçlüydü ki, tüylerim diken diken oldu. “Öfkemi sana yansıtmak istemiyorum, bırak da şu cansız sehpadan çıkarayım!”
Boğazım düğümlendi, ama cesaretimi toplayarak fısıldar gibi söyledim:

 

 

 

“Ben... özür dilerim.”

 

 

 

Korkut bir an duraksadı, ama gözlerindeki ateş sönmedi. Onun karşında titrerken, devam ettim:

 

 

 

“Hatalıydım, saklamamam gerekirdi. Ama o adam yüzünden...” Boğazım kurudu, cümlemi tamamlamak için cesaretimi topladım. “Abimin ölümünde senin bir bağın olabileceğini düşündüm. Hata yaptım. Senden şüphelendim, ama yanıldım.

 

Sözlerimden sonra Korkut’un yüzünde çözemediğim bir ifade belirdi ama ne olduğunu anlayamıyordum.
“Senin abimin ölümüyle alakan olamaz. Sen silahını asla bir arkadaşına doğrultmazsın, değil mi?”
Korkut’tan bir cevap gelmedi. Gözlerindeki ifade değişti . Ama ne hissettiğini anlamak imkânsızdı.


. Hala o karanlık, gizemli adamın söylediklerini hatırlıyor, ona inandığımı kabul etmek istemiyordum. Korkut’a böyle bir suçlama yöneltmek, her şeyin ötesinde zorlayıcıydı Korkuta güveniyordum o asla abime zarar vermezdi neden yapsın ki
“Sen, abimle yakındın, ama yine de o adama inanmayı seçtim,“Sana anlatmak için çok geç kaldım, biliyorum. Ama o adam... Beni bir yalana inandırdı, Korkut. Her şey o kadar karmaşıktı ki...”

 

Korkut’un yüzü taş gibi donuktu. Derin bir nefes aldı, sonra soğuk bir sesle,“Bunu bana daha önce söylemeliydin birbirimize ne olursa olsun güvendiğimizi sanıyordum ... yanıltın beni
. Yutkundum, ama gözyaşlarımı saklamaya çalışarak konuşmaya devam ettim:

 

 

 

“Korkut! Beni anla, o adam yüzünden evde günlerce ruh gibi dolaştım. Canım yanıyordu, sen benim acı çektiğimi hiç fark etmedin. O evde, yani… birlikte yaşadığımız evde, sürekli kötü davrandın bana. iğrenç bir varlıkmışım gibi gördün. Nefes alacak bir alan bırakmadın.O adam, abimin görüntülerini göstereceğini söylediğinde canım o kadar yandı ki, etrafımda acımı paylaşabileceğim kimse yoktu. Kafamı karıştırdı, senden şüphe duymamı sağladı. Sana güvenmeliydim, ama sen o kadar umursamazdın ki... Varlığımdan rahatsızdın. Her hareketimde bana karşı acımasızdın.”

 

Bir an sessizlik oldu. Korkut’un gözlerinde bir şey aradım, bir duygu, bir pişmanlık, bir öfke... Ama hiçbir şey yoktu.
“Sen sürekli sinirlendin,”sesim iyice kısılmıştı, “her olayın sinirini benden çıkardın. Ama ben sana rahatsızlık verecek hiçbir şey yapmadım. Tek istediğim...”Cümlem yarım kaldı. Çünkü ne söylemek istediğimi tam olarak ben bile bilmiyordum.

 

Korkut, sonunda sessizliği bozdu.
Korkut’un gözlerinde bir tür soğukluk vardı. Sanki her kelime, aramızdaki mesafeyi biraz daha artırıyordu. “Bu konuları konuşmayalım artık…. “Geçmişi değiştiremem, özür dileyip bu durumu hafifletemem. Telafisi yok zaten, senin canın yandı. Affı olmaz. Sen affetsen de, ben affetmem kendimi. senden istediğim hiçbir zaman affetme beni .unutma hep nefret et benden
. Cevap veremedim, kalbimdeki yükü taşıyamıyordum. “Unutmak istiyorum…”
“Unutma. Benden nefret etmen için argümanların var. İstediğini yap, ama unutma.”
“Korkut, neden… yani neden halimi anlamıyorsun? Ben sana geldim, ve sen…” dedim, kelimelerim boğazımda düğümlenmişti.
Bir an sessiz kaldı, gözlerini kaçırmadan bana baktı. “Ben neden böyleyim diye soracaksın, değil mi?” dedi, fakat cevap vermedi.
“Evet, Korkut…” dedim, içimdeki kırgınlıkla.
“-Canını acıttım ve sen unutmayı seçiyorsun. Hayır, unutma nefretini hak ediyorum hafifçe başını eğdi ve son bir kez derin bir nefes alarak, gözlerinde bir soğukluk belirerek konuştu: “Benden uzak durabilirsin. Rahatça nefes alabilirsin
. Kendimi kaybolmuş, çaresiz hissediyordum.

 

 

 

Tekrar koltuğa oturdu ve kendisini geriye yasladı yüzünden ter akıyordu O an, aramızdaki mesafenin giderek açılıyordu Söylediklerim bir duvarı yıkmaktan çok, aramızda yeni bir engel yaratmış gibiydi. Birbirimizi gerçekten anlama şansımız kalmadığını hissettim.

 

Korkut, yüzüme dikkatle bakarak tekrar sordu:
“Seninle bir daha iletişime geçti mi?

 

Başımı yavaşça salladım, gözlerim yere kaymıştı. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu
Korkut’un gözleri kararsızca bana bakıyordu. İçinde fırtınalar koptuğunu hissedebiliyordum.
“O adam… ne demek istiyordu? Abimle ilgili?” diye yineledim, sesim titremişti.
Abimin ölümüyle ilgili her şey belirsizdi. Gerçekler bir sis perdesinin ardında, ulaşamayacağım kadar uzakta duruyordu. … Sözleri hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Ve Korkut'un o anki tepkisi... O da bir şeyler biliyordu.
Bir an, yüzü sertleşti. Ama cevap vermedi.
Araya giren sessizlik beni daha da huzursuz etti. Kalbim sıkışıyordu. "Benden bir şey saklıyorsun, Korkut, ne olursa olsun bilmek istiyorum."
Derin bir nefes aldı. "Sana anlatamam," dedi nihayet. "Çünkü… net olmayan hatıralar var. Aydınlanmamış, eksik noktalar. Şimdi bildiklerimin doğru olup olmadığını bile bilmiyorum. Sana anlatırsam, sadece zihnini daha çok karıştırırım."
“ “Beni arafta bırakma. Her şeyi öğrenmek istiyorum .”
İçimde büyüyen o tanıdık suçluluk duygusu, boğazımı sıktı. “Abimin cenazesine bile gidemeyecek kadar... iğrenç birisiyim en azından ona ne olduğunu öğreneyim
Bu sözleri söylerken canım yanıyordu

. “Keşke geçmişe gidip o kilitli kapıyı kırıp evden kaçabilseydim... Ama yapamadım. Annem, abimi son bir kez görme hakkımı elimden aldı. Ama yine de suçluyum. Kendimi affedemiyorum. Abime Layık bir kardeş olamadım.”
Korkut’un yüzündeki sertlik bir anda yok oldu. Öfke ve şefkat arasında bir şeyler belirdi“ Sana yakışmıyor. Sen nasıl kendine iğrenç dersin?”
“Söylüyorum işte.” diye fısıldadım.
“Kes sesini ! Ben sana kıyamazken, sen neden kendine bu kadar acımasız davranıyorsun?” . Sonra aniden, kontrolünü kaybetmişçesine bir adım attı ve parmaklarını çeneme yerleştirerek yüzümü kendine çevirdi.
"Beni dinle, "Bir daha kendine karşı böyle konuştuğunu duymayacağım. Bir daha kendine bu kadar acımasız davrandığını görmeyeceğim. Anladın mı?"
Gözlerimi kaçırmaya çalıştım ama izin vermedi." Sen kendini ne sanıyorsun Sen sandığın kadar zayıf değilsin. Sen iğrenç falan değilsin Yutkundum, içimdeki suçluluk yerini başka bir duyguya bırakıyordu. Sesi yumuşadı ama hâlâ titriyordu. "Kendine bunu yapma . Sana kıyamam..."
Sıcak parmakları hâlâ çenemdeydi, beni bırakmıyordu. Ben de bırakmak istemiyordum. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Ne diyeceğimi bilmiyordum çünkü bu hâliyle Korkut, aklımı ve duygularımı altüst ediyordu.
Birkaç saniye boyunca sadece birbirimize baktık. Sonra, yavaşça elini çekti. Ama gözlerini hâlâ üzerimde tutuyordu. "
Derin bir nefes aldım. Ellerimi sıktım, dizlerimin titremesini engellemeye çalıştım ve gözlerimi Korkut'un gözlerine diktim.
"Abime ne oldu, Korkut?"
O an, yüzündeki her şey değişti. İçinde biriken ağırlığı görebiliyordum. Ve artık geri dönüş yoktu.
Korkut başını hafifçe eğdi, bakışları sert ve kararlıydı. “doğru zaman geldiğinde. Şimdi değil.”
Kaşlarımı çattım, öfkem ve hayal kırıklığım içimde birbirine karışıyordu. "Şimdi değil, öyle mi? Hep böyle yapıyorsun, Korkut. Hep erteliyorsun, hep bir şeyleri saklıyorsun. Beni neden arafta bırakıyorsun?"
Korkut bir adım attı, yakınıma geldi
- . Senin sırtına, taşıyamayacağın bir yük eklemek istemiyorum. Bazı şeyler hemen söylenmez, bazı yaralar hemen açılmaz."
"Beni korumaya mı çalışıyorsun yoksa bilmememi istemediğin bir şey mi var
Gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Evet seni koruyorum
- Neden içimde şüphe var
- Bana güvenmeyi dene bir kere olsun
- sana güvenmemi sağlayacak ne yaptın ki hep eksik cümlelerin
- güvenmek tam bu değil mi ortada somut bir olgu yokken inanmak
Güldüm ama içinde acı vardı. "Sen beni hep güçlü gördüğünü söylüyorsun ama her seferinde beni kırılacak bir cam gibi sakınıyorsun. ben bunu kaldıramayacak biri değilim."
Bir an için her şey durdu, sessizlik o kadar yoğun oldu ki, sanki zaman bile nefesini tutmuştu. Korkut, gözlerini benden kaçırarak, derin bir nefes aldı. Sözlerini söylerken, içinde birikmiş olan tüm duygular bir anda yüzeyine çıkıyordu. “Kardelen… hiç mi güvenmeyeceksin bana? Sadece bir kere olsun, inansan… Bana inanan İlk kişi sen olsan… Olmaz mı?”
Cevap veremedim. İçimdeki karışık duygular, bir an beni sessizliğe mahkum etti. Korkut’un gözlerindeki o derin anlamı fark ettim. Sözleri o kadar içten geliyordu ki, güvenmediğimi söylemek, kendime yalan söylemek gibi hissediyordum. İçimdeki ses, "güven," diyordu, ama kararsızdım.
, “Peki, sana güveneceğim,” “Ama beni hayal kırıklığına uğratma, Korkut.”
İçimdeki huzursuzluk devam etse de, bir şekilde ona güvenmeye karar vermiştim. Bu adım, belki de sonu olmayan bir yola girmekti ama başka bir seçenek yoktu. Gözlerimi ondan ayırmadan, Korkut’un bana verdiği o sözleri tutmasını bekliyordum. Korkut başını eğdi, gözlerimden bir an bile ayrılmadan fısıldadı: "Sana söz veriyorum."
"-o zaman ben de sana güveneceğim
Korkut, derin bir nefes aldı. "Bana güveniyorsun ve ben de seni hayal kırıklığına uğratmayacağım. Ne olursa olsun, sana her şeyi zamanı geldiğinde anlatacağım.

 

 

 

Yaşadıklarımızdan sonra, başka bir şansım yoktu. Korkut benden zaman istiyordu ve bir kez olsun ona güvenmeyi denemeliydim.
- içim hiç rahat değildi kendimi kötü hissediyordum bir suçlu gibi
Korkut’un gözlerinde bir an için hafif bir rahatlama belirdi, ama bu hemen yerini yeniden kararlılığa bıraktı.
“gözlerini bir an bile kaçırmadan. Her şey netleştiğinde, ne varsa anlatacağım. Seni arafta bırakmam, ama biraz sabretmeni istiyorum.”

 

"Tamam," dedim, gözlerimle onunkileri buluşturarak. "O gün geldiğinde bana her şeyi anlatacaksın. Ama... sonra ne olacak?"

 

Korkut, gözlerimdeki soruları okurcasına bir süre sessizce baktı. Sonunda, sakin ama kesin bir ses tonuyla yanıtladı: "Sonrasına sen karar vereceksin, Kardelen.

 

 

"Ben mi?" diye tekrarladım, sesim şaşkınlıkla karışık bir tonda çıkmıştı.

 

Korkut başını hafifçe salladı. "Evet, sen."

 

 

 

Kararsızlık tüm bedenimi ele geçirmişti. Elleri mi sıksam, derin bir nefes mi alsam, bilmiyordum. Gözlerimi kaçırarak, titrek bir sesle, "Ama ben... çok kararsızım," dedim. Kalbim, her geçen saniye daha hızlı atıyor, düşüncelerimin ağırlığı beni dibe çekiyordu.

 

 

 

Korkut’un yüzüne dikkatle baktım. Yüzünde sabırlı ama derin bir ifadeyle bana yaklaştı. "O gün geldiğinde, hiç olmadığın kadar kararlı olacaksın,".
Derin bir nefes alarak bakışlarını yakaladım. "Ya yanlış bir karar verirsem?"
Yanlış karar diye bir şey yok, gerçekler vardır yanında gerekçeleri vardır bu kadar basit
. Onun bu kadar sakin ve kesin bir şekilde konuşması ister istemez tetikleniyordum

 

 

 

"Tamam başka diyebilecek bir şey yoktu çünkü

 

 

 

Sessizlik bir süre daha sürdü. Korkut, gözlerimdeki kararsızlığı ve korkuyu dikkatle inceledikten sonra, nihayet sözünü söyledi:

 

 

 

“Bana anlatmadığın başka bir şey var mı?”

 

 

 

İçimdeki düşünceler birbiriyle çarpışıyordu. Ne kadar garip olsa da, Korkut’a her şeyi anlatmak zorundaydım. . Ama bir yandan, söylediklerim tuhaf ve inanılması zor olacaktı.

 

 

 

Bir an tereddüt ettim, ama sonunda gözlerim Korkut’unkilerle buluştu. "Evet," duraksadım "Ben bugün... ölü bir adamla kahve içtim.
🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵🏵

 

 

 

Korkut, söylediğim kelimeler üzerine birkaç saniye duraksadı. Gözleri önce beni, sonra söylediğim şeyi iyice değerlendirmeye başladı. Sonra, dudaklarının kenarlarında bir alaycı gülümseme belirdi.

"Frankenstein ile mi kahve içtin?" dedi, sesi alaycı bir tonda. "Ciddi misin?"
“Çağdaş… Mihri’nin hocası vardı ya, sen ayarlamıştın , benimle kahve içmek istedi,” . Benden hoşlanıyordu sanırım.

 

 

 

Korkut, “Senden hoşlanıyordu,” diye tekrarladı, sesi sinirli bir tını taşıyordu.

 

 

 

“Evet, ama ben istemiyordum. Çok ısrar etti, ‘Bir kahve içelim diye

 

 

 

-Ve sen de bunu kabul ettin mi?” şuan sesi ürkütücüydü ve ben anlamaktan çekiniyordum

 

 

 

“Hayır, yani ....evet kabul etmemin amacı ondan hoşlanmadığımı yüzüne söylemekti. Sürekli mesaj atıp duruyordu, gözlerimin çok güzel olduğunu söylüyordu.”

 

 

 

“Detay verme, anladım,” dedi, ama gözlerinde hala bir yangın yanıyordu.
- ... susmalısın bence

 

yumruğunu sıkmıştı
bu adamın derdi neydi kalkıp önünde durdum
“Susmayacağım,” şuan bu tavırlarını hak etmiyorum insan gibi konuşmak istiyordum seninle ama sen yine gaddar modunu açtın ... ama şunu bil ki

 

O an, beklenmedik bir şekilde, Korkut aniden elini uzattı ve sargısız koluyla beni kucağına oturttu. Nefesim kesildi, her şey aniden hızla değişti. Şaşkınlıkla ona bakarken, kendimi hareketsiz kaldım. “Korkut, ne yapıyorsun?” diye bağırdım, kalkmaya çalışarak. Ama o, belime sıkıca doladığı eliyle beni yerimde tuttu.

 

“Korkut, bırak beni!” dedim, ama sözlerim ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da titriyordum. Kalbim deli gibi atıyordu.

 

“Beni kızdırma,” dedi, yüzünü biraz daha yaklaştırarak. Nefesi dudaklarımı sıyırıyordu, bakışları o kadar derindi ki, sanki ruhumu okuyordu. “Beni sinirlendirmekten vazgeç.”

 

Gözlerimi ondan kaçırmak istedim, ama elleri çenemi nazikçe kavrayarak beni tekrar kendine döndürdü. “

 

. “Sence fazla tepki vermiyor musun? Ayrıca, gözlerim seni ilgilendiren bir konu değil mi?”

 

 

“Birincisi, gözlerin ise beni ilgilendiren bir konu,” dedi, derin bir sesle. “İkincisi, ise şu an gayet sakin bir tepki veriyorum.”

 

 

 

Aramıza biraz mesafe koysak?” diye mırıldandım,
Korkut hafifçe gülümseyerek karşılık verdi. “Kardelen, konuş… Sinirlenmemek için güzel bir yöntem buldum. Sen kucağımdayken sinirlenmiyorum.”

 

Ne dersem diyeyim, beni bırakmayacağı belliydi. O yüzden, korkut ile göz temasından kaçınarak konuşmaya devam ettim. “Sonrasında buluştuk,” dedim, içimde bir sıkıntı hissederek. “O masadan kalkınca, tesadüfen kurs merkezinden aradılar. Korkut’un ifadesi aniden ciddileşti, bu sefer gözlerinde derin bir soru işareti belirdi. “Neden kurs ödemesini yaptığımızı sordular çünkü çağdaş ın aslında intihar ettiğini ödemelerde bir karışıklık olduğunu kadın söyledi oysa az önce benimle aynı masadaydı
Korkut, ağzından sinirli bir şekilde küfür savurdu, gözlerinde şaşkınlık ve öfke karışımı bir ifade vardı. "Çağdaşı sen ayarlamadın mı, Korkut?" Sesim gergin ve titrek çıkmıştı. "Bu adam kim ve neden bana yakınlaşmaya çalıştı?"
Korkut’un gözlerinde ilk defa bir bilinmezlik gördüm. O her zaman ne yapacağını bilen, her şeyi kontrol altında tutan adam, şimdi bir anlığına bile olsa tereddüt ediyordu. Şaşkındı.
"Alparslan bulmuştu," dedi sonunda. Sesi ürkütücü derecede sert ve öfkeliydi. "Kurs merkezinin güvenilir olduğunu söyledi."
Söylediği şey mantıklı olabilirdi, ama içimdeki huzursuzluk geçmiyordu.

 

 

 

Alparslan neden böyle bir şey yapsın ki? Bu mantıksızdı. Bir şeyler eksikti. Bir şeyler yanlıştı. Sonunda, o sert ve kesin tonda, “Telefonunu ver,” dedi. .Şu an Korkut’a güvenmekten başka çarem yoktu, daha fazla sinirlendiremezdim. Cebimden telefonumu çıkarıp ona verdim. “Ne olacak şimdi?” dedim, merakla..

--Bu meseleyle alakan yok,” dedi, sert bir ifadeyle. “Ben hallederim.”

 

“Hayır, beni çemberin dışına itemezsin. Hem Çağdaş benden hoşlanıyor, belki ona yakın olursam…”

“Kardelen,” dedi, gözlerinde bir öfke parıltısı. “Bak, zaten sinirliyim. Sen de sürekli karşı çıkıp durma. Tanımadığın bir adam sana iltifat ediyor, gözlerin güzelmiş diyor, sonra gelip bana anlatıyorsun. Başka ne dedi bu şerefsiz sana? Ayrıca benden aylarca sakladığın sırlar… Sen beni delirtmek mi istiyorsun?”
“sakin ol
o gözlerini sakla. O adamla görüşemezsin, unut!” dedi. “

- Hallederim ben ”
- “Adam ölü, lan! Ölü! Neydü belirsiz bir adamla kahve içtin, kim bilir neyin peşinde şuan başka bir adamın kimliğini kullanarak aramıza sızmış bir adam var ve sen hâlâ ‘ben hallederim’ havalarındasın ve gelip bana anlatıyorsun. Sana benden başka kimseyle görüşmeme cezası veriyorum, anladın mı? Bundan sonra yalnızca benimle kahve içeceksin kimseye sütlü Türk kahveni içemezsin yalnızca benimle ...! gidip o adamla buluşmuşsun birde adam kim bilir neyin peşindeydi sana zarar verebilirdi canını acıtabilirdi sana onlarca sözüm var ama sana bakınca unutuyorum beni insanlıktan çıkardın arkamı döndüğüme sana güvenemeyecek miyim

 

 

 

Sinirle gözlerimi devirdim. “Öyle mi?
“Sen oyun mu oynuyorsun? çocukça davranmaya bırak! Bana anlatman gereken onca mesele varken, sen yine keçiliğini konuşturuyorsun. Ben seni korumaya çalıştıkça, sen benden bilmem gereken her şeyi saklıyorsun bu kadar mı uzaksın benden bana acını anlatsan arkamı dönüp gidiyor muyum
Suçlu muyum, Korkut?” .
“Değil misin?” diye cevapladı, sesindeki sertlik bir an bile eksilmeden. “Biz normal hayat mı yaşıyoruz?”
“Korkut, beni hiç anlamıyorsun. Neden anlatacaktım? Bana yapışmaya çalışma demedin mi sen?”
- sen benden de beter kafayı sıyırmışsın bana anlatmalıydım canavar değilim
Neden söyleyeyim Korkut? Senin gözünde değersiz bir kadın değil miyim zaten? İstediğin zaman öptüğün, istediğin zaman uzaklaştığın... Sana rahatsızlık vermek istemedim, mutlu olursun sanmıştım ölsem varlığımı fark etmezsin sen hep uzaktasın tam birbirimize yaklaşmışken neden uzağız şimdi ...

 

 

 

Haklıydım. Biz ne yaşıyorduk? Yorulmuştum. Hem yakındık, hem de çok uzaktık birbirimize.

 

 

 

“Değersiz değilsin… Asla olmadın…”
Burukça gülümsedim. Onun hissizliği yüzünden hep kendimi gri bir bölgede kalmış gibi hissediyordum. Bana karşı gerçekten ne hissettiğini hiçbir zaman tam olarak bilememiştim. Bir an fazla ilgiliydi, bir an ise fazla uzaktı. Ayrıca, Günce de vardı belki de… doğru olan, Günce’ydi…

 

 

 

Kucağından kalkmaya çalıştım ama Korkut, kolunu sıkıca sardı belime. “Bu şekilde gidemezsin,” “Kırgın bir şekilde gidemezsin…”

 

“Korkut, bırakır mısın?” dedim, huzursuzca kıpırdandım ve hızla kalkmaya çalıştım.

 

Tam o sırada Korkut, hafifçe inledi. Hemen durdum, kalbim endişeyle çarpıyordu. “Ne oldu? İyi misin? Kolun mu acıyor?” diye sordum, gözlerim sargılı koluna takıldı. Sargılar açılmış, kan sızmaya başlamıştı. Yüzünden acı çektiği anlaşılıyordu ama ben bakamıyordum yüzümü buruşturdum

“Git,”
Gidemezdim. Onun canı acıyorken, onu bu hâlde bırakamazdım. . Şu an yapacağım davranış için umarım sabah pişman olmazdım, ama onu yalnız bırakmak istemiyordum.

 

“Korkut, bu gece seninle kalmak istiyorum
“Kardelen, git. Hem Günce burada, bir şey olursa o ilgilenir…”

Sözleri içimi burktu. Elbette! O kadınla sevgiliydi ve ben aptal gibi burada kalmak istiyordum. Sinirle kucağından kalktım aptal birde seni sevdiğin, zannettin gerçekten salaklığın kitabını yazdım kitabımı çaldılar modundaydım
“Haklısın,” dedim, kendimi zor tutarak. “Sevgilin seninle ilgilenir.”

dönüp gitmeye hazırlanırken, Korkut’un sesi beni durdurdu. “ sevgilim değil,” Ama arkamı dönmeden konuştum.

 

-senin yaralarını sarar Günce

 

“Günce’nin yaralarımı sarmasını istemiyorum,” dedi, huysuzca.

 

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.
"O zaman neden yanımda olmamı istemiyorsun?" diye sordum, biraz kırgın bir sesle.
Beni süzdü ama fazla uzun bakamadı. Başını hafifçe yana çevirdi. "Yanımda kalmak zorunda değilsin, Kardelen. Yanımda mutsuzsun… nefes alamıyorsun."
İçimde ince bir sızı oluştu. Kaşlarımı çatıp "Bunu sen mi söylüyorsun?" dedim.
Derin bir nefes aldı. Sanki ağzından çıkacak sözleri tartıyordu. "Ben... nefes al diye git diyorum, Kardelen. Bencillik edip 'kal' diyemem ."Korkut gözlerini kapattı, parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. "Tüm gece yanımda kal... saçlarınla oynayarak uyuya kalmak istiyorum, seninle uyumak nasıl bir his merak ediyorum diyemem ki sana
Boğazıma bir düğüm oturdu. Yutkundum ama o düğüm çözülmedi.
"Neden diyemezsin?"
Bir süre sessizlik oldu. Kalbimin sesini bastırmak ister gibi derin bir nefes aldım. Ama faydası yoktu. Göğsümde bir ağırlık vardı, içime oturan, nefesimi sıkıştıran bir şey.
"Kelimeleri ağır ağır dökülüyordu dudaklarından. Gözlerini benden kaçırmadı, ben de ondan kaçamadım.
"Eğer gitmezsen…" dedi bir kez daha, sesi gece kadar derin ve sakindi.
"O zaman… belki de hayaller kurmaya başlarım."
Yutkundum, cümlesini tamamlamasını beklerken nefes almayı unuttum.
"Nasıl hayaller?" diye sordum, sesim fısıltıdan halliceydi.
Korkut’un gözleri gözlerime mıhlanmıştı.
"Hiç acelemiz olmadan yaşayacağımız sadece senin olduğun hayaller."
Zaman durdu.
O an, bütün kelimeler anlamını yitirdi. Göğsümde bir şeylerin çözülüp özgür kaldığını hissettim. Hayatım boyunca hep geçmişin gölgesinde yaşamış, geleceği düşünmeye korkmuştum. Ama şimdi, o bana bir gelecekten bahsediyordu.
.Sustum. Söyleyecek bir şey bulamıyordum ama o inatla benim aciz kalbime güzel sözler fıslıdıyordu
Sözleri neden kalbimi böyle yakıyordu?
Bir an duraksadım, ne söyleyeceğimi toparlamaya çalışırken Günce içeri girdi. Bana tek bir bakış bile atmadan, doğruca Korkut’a yöneldi.

 

 

 

"Sen üst kattaki odaya çık istersen, Korkut, orada yaranı tekrar saralım," dedi.
İçimden, "Ne odası ya?" diye geçirdim. ? Üstelik, bir selam dahi vermeden, beni tamamen yok sayması sinirlerimi iyice germişti. "Neyin kini, neyin öfkesi?" diye düşünmekten kendimi alamadım. O kadar görünmez miydim onun için? Yoksa bilerek mi yapıyordu?

 

 

 

Kıskançlık, içimde bir kor gibi yanıyordu. Korkut’un ona bana davrandığı gibi davranıp davranmadığını, Günce’yle aynı samimiyeti kurup kurmadığını düşünmek bile bu ateşi daha da körüklüyordu. Ama Korkut’un vereceği cevabı duyduğumda, içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim.

 

 

 

Kendini yormana gerek yok, evine git Günce

 

 

 

Bu sözler, hem beni hem de Günce’yi hazırlıksız yakalamış gibiydi. Günce’nin yüzündeki hayal kırıklığı, ne kadar saklamaya çalışsa da gözlerinden okunuyordu. “Emin misin?”diye sordu, sesi sakin görünse de içinde saklı bir memnuniyetsizlik vardı.

 

 

 

Korkut, sesinde tartışmaya kapalı bir tonla, “Eminim,”diyerek konuyu kapattı.

 

 

 

Tam o sırada Korkut’un telefonu çalmaya başladı. Kaşlarını çatarak telefonu eline aldı kendini zorlayarak olsa da kalktı yaralı olan kolundan tuttu ve hiçbir şey söylemeden salondan çıktı. Gözlerimle onu takip ettim, ama ne olduğunu anlayamadan, odada yalnızca Günce ve ben kalmıştık.

 

 

 

Sessizlik, gerilimle doluydu. Günce, koltuğun üzerindeki çantasını ve montunu alırken, bana dönüp küçümseyen bir dudak büküşüyle baktı.

 

 

 

“Cidden sen mi?” dedi, sesinde alaycı bir ton vardı.

 

 

 

Kaşlarımı çatarak ona baktım. “Ne demek istiyorsun?” dedim, ne ima ettiğini anlamaya çalışarak.

 

 

 

Günce, gözlerime dik dik bakarak hafifçe gülümsedi. “Bence anladın sen,” dedi, cümlesini bilerek yarım bırakıp omuz silkti.

 

 

 

Bu kadının derdi neydi? İyice sinirlenmiştim, ama belli etmemeye çalışarak derin bir nefes aldım. “Söylediğin yarım yamalak cümleyi anlamadım “Ayrıca bana ‘sen’ diye hitap edemezsin. Bu samimiyet nereden geliyor?”

 

 

 

Günce, alaycı bir kahkaha attı. Omuz silkti, gözlerindeki küçümseyici bakışı hiç gizlemeden, “Açık konuşacağım,” dedi. “Korkut’la nasıl bir bağın var bilmiyorum ama kalıcı olmadığın kesin.
Bu kadın ne saçmalıyordu? Korkut’la aramdaki bağ onu neden bu kadar ilgilendiriyordu? Ama derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalıştım.

 

 

 

“Seninle bir erkek için kavga edecek değilim,”dedim soğuk bir ifadeyle. “Kaç yaşında insanlarız,
Günce’nin yüzündeki alaycı bakışlar daha da küçümseyici bir hal aldı. “Ben Korkut için her şeyi yaparım ve şuan korkutu mutsuz eden bir kadın isetmiyorum çevresinde
Sert bir şekilde karşılık verdim: “Ben yapmam, Günce. Benim sınırım var. , benim duruşuma ters . Seninle de konuşmamın bir anlamı yok. . Sana bir zararım olmadı, bu tavırların çok saçma.”
- yanılıyorsun
Derin bir nefes aldım, ama öfkenin boğazımda düğüm olduğu hissi, tüm bedenimi sarıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp kendimi toparlamaya çalıştım. Bir an, her şeyi geride bırakıp sadece sakinleşmek istedim. Ama ne yazık ki, o anın gelmesi imkansız gibiydi. Bedenimdeki gerginlik arttıkça, sesimi daha da kararlı kıldım. “Seninle uğraşamam,” dedim, dudaklarımın kenarında hafif bir titreme olsa da sesim netti. “Korkut'un yanına gidiyorum.”
Adımlarımı hızlandırıp kapıya doğru ilerlerken, birden kolumda bir kuvvet hissettim. hızla kolumu çekip sertçe kendimi kurtardım. . Günce'nin parlayan gözleri öfkeyle alev almıştı. O bakışların içindeki hiddet, tüm vücuduma yayıldı.
“Sen kimsin ki bana böyle tavır sergiliyorsun? Korkut’un hayatındaki geçici bir kadın olarak, fazlasıyla ayak altında dolaşıyorsun!” dedi, her sözcüğünde bir öfke birikmişti. “Korkut, her zaman benim eksenimdeydi. En kötü zamanında, ben vardım. Şimdi hayatımıza giren bir yabancı yüzünden yıllarca emek harcadığım adamı kaybetmeyeceğim. O benim yanımda, ben onun her zaman hayatında olacağım. Şu an sana bir anlık hevesle ilgi duyuyor olabilir ama, unutma ki Korkut’un acısını, hüznünü, mutluluğunu ben bilirim. Her zaman ben oldum, hep ben olacağım. Bana her zaman borçlu, bana her zaman muhtaç. Ben onun hayatındayken, başka hiçbir kadına ihtiyacı yok.”
Kendimi daha fazla tutamam, her an patlayacak gibiydim. Ama bir adım bile atmaya cesaret edemedim. O an, mücadele etmek yerine sessizliğe bürünmeyi tercih ettim. Çünkü bu sözlerin bana verdiği yara, dışarıdan görünenden çok daha derindi.
Boğazımda düğümlenen öfkeye rağmen, kendimi toparlamaya çalıştım. Derin bir nefes alıp yüzümü ifadesiz tuttum. Soğuk bir sesle, “Kimin kalıcı, kimin geçici olduğunu zaman gösterecek, merak etme. Ama ben burada seninle çene yarıştıracak kadar boş değilim,”
Günce, alaycı bir gülümsemeyle bir adım daha yaklaştı. “Zaman mı?” dedi küçümser bir tonla. “Zaman her zaman benden yana oldu. Korkut her zaman bana muhtaç kaldı ve ben de her zaman onun yanında oldum. Bu böyleydi ve böyle olmaya devam edecek eninde sonunda sen de gideceksin hem de kendi isteğinle korkuta ben iyi geliyorum onu dinleyen anlayan tek kişi varsa benim benim yanımda iyi huzurlu ben ona huzur vad ediyorum
Gözlerimi kıstım, içimde yükselen öfkeyi bastırmaya çalışarak. Günce'nin kendinden emin tavırları, sanki her şeyi kontrol altında tutuyormuş gibi konuşması sinirlerimi bozuyordu. Derin bir nefes aldım, ama sakin kalmaya niyetim yoktu.

 

 


"Gerçekten mi?" dedim, kollarımı kavuşturarak. "Korkut’un huzur bulduğu kişi sen misin? Garip, çünkü huzurlu bir adam gibi durmuyor."
Günce’nin yüzündeki o kendinden emin ifade bir anlığına silindi ama hemen toparlandı. "Sen ne anlarsın?" dedi burnunu havaya kaldırarak. "Korkut’un bana ihtiyacı var. Onu yıllardır tanıyorum. Acısını, öfkesini, suskunluğunu… Hepsini biliyorum. Sen? Sen hiçbir şey bilmiyorsun!"
Güldüm, başımı yana eğerek. "Biliyor musun, Günce?" dedim yavaşça. "Bunları söylerken bile sesin titriyor , söylediklerine sen bile inanmıyorsun
Gözleri kısıldı, yüzündeki o alaycı gülümseme sertleşti. Bir adım attı, artık aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. "Kendini bu kadar önemli mi sanıyorsun? Ne kadar zaman geçti ki? kalıcı değilsin
Beni küçümsediğini biliyordum. Ama umurumda değildi.
"Peki ya ben kalırsam, Günce?" dedim. "O zaman ne yapacaksın?"
Günce’nin yüzüne baktım, öfkeyle kasılmış çenesine, sıkılı yumruklarına. Öyle kolay kolay pes etmeyeceğini biliyordum. Ama artık ben de geri adım atmayacaktım.
"Sen kendini fazla ciddiye alıyorsun, Kardelen," dedi, alaycı bir kahkaha atarak. "Korkut için gerçekten bir şey ifade ettiğini mi sanıyorsun? O sadece... nasıl desem... biraz ilgisini çekmiş olabilirsin, hepsi bu."
İçim cız etti ama dışarıya belli etmemeye kararlıydım.
"İlginç," dedim dudaklarımı büzerek. "Madem öyle, neden bu kadar hırslanıyorsun? Demek ki ben geçici bir heves olsaydım, senin için bu kadar büyük bir mesele olmazdı."
Günce'nin gözleri kısıldı, belli ki sözlerim hedefini bulmuştu.
"Bak canım," diye devam etti sesi tehditkar bir tona bürünerek. "Korkut’un hayatı benim etrafımda şekillendi yıllardır. En zor anlarında hep ben vardım. Senin gibi gelip geçenler değil."
Güldüm. "Ne garip," dedim başımı yana eğerek. "Bunca yıl hep yanında olmana rağmen, hâlâ bana karşı tehdit hissediyorsun. Neden, Günce? Eğer Korkut’un hayatında gerçekten değişmez biriysen, benim burada olmamın ne önemi var?"
Günce’nin gözleri nefretle parladı ama söyleyecek bir şey bulamadı.
"Biliyor musun," dedim bir adım geri çekilip derin bir nefes alarak, "Bu tartışma bitmeyecek. Çünkü senin için önemli olan Korkut’un mutluluğu değil, onun hep senin etrafında dönmesi."
Günce dudaklarını sıktı.
"Seninle işim bitmedi, Kardelen," dedi fısıltıyla, gözleri tehlikeli bir parıltıyla ışıldayarak. "Korkut’un gözleri açıldığında neyin doğru olduğunu görecek."
Başımı yana eğdim, hafifçe gülümsedim. "Bence de, Günce. Bence de görecek."

 

 

 

Duraksamadan devam etti. “Onun en zor zamanlarını sen bilmezsin. Ama ben biliyorum. Yaralarını ben sardım. Onun çaresizliğini, içindeki acıyı ben taşıdım. Ve o yine bana sığınacak, her zaman olduğu gibi.
. “Daha fazla bu sohbeti sürdüremem neden bana karşı nefret duyuyorsun hem de sana karşı kötü bir harektim olmadığı halde
- anlamıyorsun gelip emek verdiğim adamı benden alamazsın
- ben anlamıyorum sırf ona zaman harcadın diye bir adamadan sevgi mi bekliyorsun değerini bilen harcadığın zamana değecek birini bul ya da sevgisinden emin olduğun adam için çaba harca yoksa tükeneceksin inan kötü bir niyetle söylemiyorum
keşke bu tavsiyleri kendime verebilseydim Günceyi eleştiriyordum ama benim ondan bir farkım var mıydı ki sahi benim Günceden bir farkım var mıydı ki

 

 

 

Günce’nin yüzündeki ifade alaycı bir gülümsemeye dönüştü. “Yoksa beni kıskanıyor musun? Senden daha fazla onun hayatında olduğum için varlığımdan rahatsız mı oldun? Çok ezikçe bir davranış,” dedi
Bu kadının söyledikleri artık dayanılmaz bir hal almıştı. Fakat öfkemi belli etmeyecektim.
-içinin bomboş olduğu da ortada. Şimdi, bu evden git, yoksa…”

 

 

 

Günce, yüzünde meydan okuyan bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. “Yoksa ne yapacaksın?” dedi, alaycı bir kahkaha atarak.

 

 

 

Başımı olumsuzca salladım ve gözlerimi kısarak ona baktım. “Hiçbir şey yapmam, çünkü senin seviyene düşmem,” dedim. Sesimdeki kararlılık, onun alaycı gülümsemesini bir anlığına silmeyi başardı. Ama bu savaş burada bitmiş gibi görünmüyordu.

 

Günce’nin yüzündeki o alaycı ifade bir anlığına değişti. Sanki içindeki farklı bir planı devreye sokmuş gibi, dudaklarını kıstı ve gözlerini bana dikti.
"Aslında senin bu kadar dik başlı olmanı beklemiyordum," dedi kaşlarını hafifçe kaldırarak. "Yıldırer gibi olacağını sanmıştım. O daha… nasıl desem… usluydu."
Sözleri mideme bir yumruk yemişim gibi hissettirdi.
Gözlerimi kıstım. "Abimi nereden tanıyorsun ?"
Omuz silkti. "tanıyorum " dedi basitçe. "Abin bambaşka bir adamdı. Sakin, kontrollü, "
Günce’nin yüzüne yayılan o küçümseyici gülümseme midemi bulandırıyordu. Beni alt etmek için her yolu deneyeceğini biliyordum ama ağzından çıkan bir sonraki cümleyi beklemiyordum.
"Gerçi şaşırmadım," dedi alaycı bir kahkaha atarak. "Sonuçta abin de tıpkı senin gibi… zayıftı ve o yüzden ö...
Bütün vücudum buz kesti.
o sözünü tamamlama abim ölmedi şehit oldu abime zayıf diyemezsin
Günce gözlerini devirip omuz silkti. "Yıldırer fazla merhametliydi, fazla yumuşaktı. O yüzden hiçbir zaman Korkut gibi olamadı. Hiçbir zaman gerçekten güçlü olamadı. Ama şaşırmadım, sonuçta aynı kanı taşıyorsunuz."
Beynime sıcak bir öfke hücumu oldu. Bir anda ne yaptığımı bile düşünmeden ona doğru bir adım attım ve kolunu sertçe kavradım.
"Ağzından çıkanlara dikkat et, Günce," . "Abim hakkında bir daha böyle konuşursan—"
"Ne yaparsın, Kardelen?" diye sırıttı. "Beni tehdit mi ediyorsun?"
iyice yaklaştı. Sesi, iğneli bir alayla doluydu.
"Senin o zavallı abin yüzünden kaç kişinin hayatı mahvoldu, biliyor musun, Kardelen?"
Günce, acımasızca sırıtarak geri çekilmedi, hatta söylediklerini daha da zehirli hâle getirmekten çekinmedi. Gözlerinde şeytani bir parıltı vardı, sanki sırf beni delirtmek için konuşuyordu.
"Senin abin Korkut’un hayatını mahvetti," diye tısladı. "Belin’in hayatını mahvetti. Sahi, Mihri ne yapıyor? Babasını tanımıyor değil mi? Annesi desen, kafası gidik. Sen mi annecilik oynuyorsun onunla?"
Sözleri beynimde yankılanırken içimde bir yerler paramparça oldu. Ama o hâlâ devam ediyordu. "Korkut sana bakıcılık parası veriyor mu? Ne de olsa sana bu yüzden katlanıyor, değil mi? Mihri için. Ona bakman için."
O an, her şey flu hâle geldi. Günce’nin sesi bir uğultuya dönüştü Ellerim farkında olmadan yumruk hâlini aldı.
Sonra… düşünmeden, içimdeki öfkeye teslim olarak, Parmaklarım onun saçlarına geçti ve hızla çektim.
Günce, acıyla inledi ama ben durmadım. Çekiştirdikçe onun o kibirli ifadesi kaybolmaya başladı. Bir an için şaşkınlık içinde bana baktı, sonra dişlerini sıktı. Ama umurumda değildi.
"Abimin adını ağzına almayacaksın!"
Günce’nin gözleri öfkeyle parladı ama bu sefer korkuyla karışık bir şey vardı içinde. Saçlarını biraz daha çekerek ona yaklaştım.
Nefes nefese kalmıştım. Ellerimi yavaşça saçlarından çekip, onu sertçe ittim. Dengesi bozuldu, ama yine de düşmedi.
dengesini kaybederek bana doğru sendeledi. Ama ben bırakmadım. Yüzüme korku ve öfkeyle bakarken onu sertçe geri ittirdim.
"Sen… delirdin mi?" diye tısladı, saçlarını kurtarmaya çalışarak.
"Sen sınırlarını aştın, Günce," dedim, sesim titriyordu ama bu öfkeden kaynaklıydı. "Ben sabırlı biriyim. Ama söz konusu abim olunca, o sabır tükenir. Bir daha onun hakkında tek kelime edersen…"
Gözlerine baktım, içimdeki karanlığı görmesini istiyordum ve onu ittim
. Günce, yere düşerken biraz dengeyi kaybetti, ama hemen toparlandı. Yüzündeki şaşkınlık, sinirlerimi daha da geriyordu. Bu kadın, ne zaman bir şey dese, içimdeki tüm öfkeyi uyandırıyordu. Ama o gülümsemesi... o sinsice gülümsemesi, tam anlamıyla beni deli ediyordu.
""Ailemden uzak duracaksın. Ve bir erkek için kendini bu kadar aciz gösterme. Kimseye, özellikle sana zararı dokunmayan insanlara canını yakma. Çünkü gün gelir, o acıları sen de yaşarsın. O zaman belki biraz daha anlayışla bakarsın.
Günce birkaç adım attı, saçlarını düzeltti, sonra bana döndü. Yüzünde hâlâ o küçümseyen, alaycı gülümseme vardı ama gözlerinde bir şey… daha soğuk, daha karanlık bir şey belirdi.
"Ne oldu, Kardelen?" dedi sesi tiksintiyle doluydu. "Bana saldıracak kadar düştün mü? Ah, ne ironik… Abin gibi zayıfsın işte. Kendini güçlü sanıyorsun ama aslında paramparçasın. Tıpkı Yıldırer gibi, Korkut olmasa hiçbir şeysin!"
İçimde bir şey düştü, parçalandı. Ama bu defa gözlerimi kırpmadım bile.
Günce, cüretkâr bir adım daha yaklaştı, yüzüme iyice sokuldu. "Gerçekler acıtır, değil mi? Korkut'un sana neden katlandığını düşünüyorsun? Çünkü vicdanı var. Ama ben sana söyleyeyim, o da bitecek. Boğazım düğümlendi ama belli etmemek için dudaklarımı sıktım. Beni incitmek için ne kadar uğraştığını görüyordum.

 

 


Ama o durmadı. "Sen ne zannediyorsun Korkut seni seviyor, sana ihtiyacı var. Ama gerçek şu ki, o seni sadece kullanıyor. Mihri için, vicdanı için. Yıldırer’i düşün… Ah pardon, o artık bir hiç, değil mi? Tıpkı senin olacağın gibi. fazlalıksınız...sen ve abin fazlalıksınız
O an… öfkem kanıma bir zehir gibi karıştı.
Bir adım attım, gözlerim kararmış gibiydi. "Sana bir kez daha söylüyorum, Günce," dedim, sesim soğuktu. "Abimin adını ağzına alma. Yoksa seninle gerçekten uğraşırım."
Gözleri hafifçe kısıldı, yüzündeki o kendinden emin ifade bir an için bozuldu. Ama sonra alaycı bir kahkaha attı.

 

 

 

"Korkut seni koruduğu için bu kadar cüretkâr oluyorsun, farkındayım. Ama o yokken… sen kimsin, Kardelen? Sığınacak bir adam olmadığında sen nesin? Bir hiç."

 

 

 

“Ben sığınacak bir adam aramıyorum,” “Hayatım boyunca hiç kimseye muhtaç olmadım.”
Günce'nin gözleri hafifçe kısıldı, ifadesinde belli belirsiz bir memnuniyetsizlik vardı. Sanırım, beni sinirlendirip sarsabileceğini sanıyordu ama yanılıyordu.
Abim, ”kendimi nasıl koruyacağımı öğretti bana. Ve onun bana söylediği ilk şey şuydu: Kimseye muhtaç olma.”
Elim istemsizce yumruğa dönüştü. Tırnaklarım avuçlarımı delip geçecek gibiydi ama umurumda değildi. İçimde yankılanan tek şey, abimin sesi ve onun öğrettikleriydi.
Bir adım geri çekildi, sonra çenesini yukarı kaldırarak kendini toparladı. Yüzünde sahte bir gülümseme belirdi ama gözleri buz gibiydi.
"Göreceğiz bakalım, kim muhtaç, kim değil."
Sonra başını dikleştirerek çantasını aldı. Ayakkabılarının topukları, zeminde sert adımlarla yankılandı. Sinirle salondan çıkarken bir an bile arkasına bakmadı.
Kapının sertçe kapanışı, odada soğuk bir sessizlik bıraktı. Derin bir nefes aldım ama içimdeki öfke dinmiyordu.
Bileklerimi gevşetmeye çalıştım, yumruklarımı yavaşça açtım. Avuçlarımda bıraktığım izleri fark ettim ama bu izler sadece ellerimde değildi. İçimde de bir yara gibi sızlıyordu.
Bu savaş daha yeni başlıyordu..
Bense hâlâ aynı yerde, nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Göğsüm sıkışıyordu ama hayır, ağlamayacaktım. "Korkut olmasa hiçbir şeysin." "Tıpkı abin gibi bir hiç olacaksın."
Hayır.
Dudaklarımı sıktım. Parmaklarım titriyordu ama gözlerimden tek damla yaş akmasına izin vermedim. Ben ona inanmayacaktım.
Korkut’un bana bakışını, . Yanımda duruşunu. Ne olursa olsun, beni bırakmadığını. Günce ne derse desin, onun sözleri Korkut’un hareketlerinden daha güçlü değildi.
Ben Korkut’a güveniyordum.
Ellerimi yumruk yapıp derin bir nefes aldım. Günce’nin sesi zihnimde yankılanıyordu ama ben o sesi bastırdım.
Gözlerimi kapattım, zihnimde Korkut’un bakışlarını canlandırdım.
O gözler… Hep sert, hep mesafeli ama içinde bir yerde, derinlerinde gizlenen bir sıcaklık taşıyan o bakışlar.
Ne zaman göz göze gelsek, önce kaşlarını çatardı. Sanki benden hoşlanmıyormuş gibi, sanki varlığım ona ağırlık yapıyormuş gibi. Ama ben bilirdim. Korkut öyle bakmazdı herkese.
Beni izlerken gözbebekleri hafif büyürdü. . Ve en önemlisi… Bir kere bile arkasını dönüp gitmemişti.
Ne zaman düşsem, beni kaldıran oydu ağlasam beni iyleştiren oydu
Ne zaman sessizleşsem, yanımda bekleyen de oydu.
Beni kızdırsa da, üzerime titremekten geri durmayan, yaralıyken bile “İyiyim,” diyerek bana endişelenmemem gerektiğini söyleyen adam…
Korkut’tu.
Günce ne derse desin, ne anlatırsa anlatsın…
Korkut benim kalbim olmuştu
Yutkundum.Gözlerim kapıya kaydı.
Beni seviyor muydu?
Benim gibi mi hissediyordu?
Eğer beni istemeseydi, neden her zaman beni korumaya çalışıyordu?
Bana kalbini açmasa da, gözleri söylüyordu her şeyi.
Ama yetmiyordu. Artık yetmiyordu.
Sevdiğim adamı benden uzak tutan şey her neyse, onunla savaşacak gücüm var mıydı?.

 

 

 

O sırada, salonun ortasında durmuşken, Korkut geldi. Az önceki telefon görüşmesi belli ki kötü geçmişti, çünkü sinirliydi, kaşları çatılmıştı. Ne olmuştu,
Hemen toparlandım az önce olanları anlatmayacaktım asla birilerini şikayet edemezdim karakterim buna izin vermezdi

 

 

 

“İyi misin, Korkut?” diye sordum.

 

 

 

Beklemediğim bir şekilde, “ kardelen sonra konuşalım ” dedi
Sesi sert ve sinirliydi. İrkildim, neye sinirlendiğini anlamamıştım
- Gözlerim dolmuştu az önce Günce şimdi korkut belki de günce haklıydı
boğazım acıyordu neden Günceyi haklı çıkardı ki bana neden bu kadar umursamazdı ben bu tavırları hak etmiyordum sahiden bir bakıcı mıydım gözünde

 

 

 

. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapatıp açtı ve yüzüne bir pişmanlık ifadesi yerleşti. Gözleriyle beni buldu, özür dilemek ister gibiydi.
- özür dilerim can sıkıcı bir haber aldım
“İşte sen busun. “Sadece ‘iyi misin’ diye sordum, ama bütün sinirini benden çıkarıyorsun.” Başımı olumsuzca salladım, derin bir nefes alarak ekledim: “Belki de haklısın, gitmeliyim. Sen bana sadece mutsuzluk vadediyorsun,

 

 

 

. özür dilerim,. , Çağdaş'ın Serdar'ın adamı olabileceği ihtimalini düşünüyorum. Kaçırıldığınız o gün, aracın içinde bir takip cihazı çıkmıştı. Sinirliyim, sizi kabusun içinde yaşattım. Üstelik, Serdar hala kayıp. Tehlikedesiniz nasıl sakin olabilirim?"
o adam..ben öldürdüm Yani kayıp mı?"

 

 

"Evet,
"Peki, Çağdaş’a ne olacak?" diye sordum, sesimde hafif bir korku vardı.
Korkut bana cevap vermek üzereydi ki, Güney’in sert sesiyle ikimiz de ona döndük.

 

 

 

Gözlerini doğrudan benimkilerle buluşturdu ve tek bir an bile tereddüt etmeden konuştu: “Beynini kullanabiliyor musun? Sana mesaj atan adamın kim olduğunu zamanında Korkut’a söyleseydin, tüm bunlar yaşanmazdı. Kaçırılmazdınız, Mihri bu hale gelmezdi!
Gözlerim dolmuştu, çünkü onun suçlamaları, içimde zaten büyümeye başlamış olan pişmanlık duygusunu daha da derinleştirdi. "Mihri... benim yüzümden mi bu halde?" diye kendi kendime fısıldadım, kalbim sıkışarak. Güney haklı olabilirdi. Belki gerçekten hatalıydım. Bu düşünce zihnimi kemirirken, bir kelime daha duysam ağlamaya başlayabilirdim.

 

 

 

Tam kendimi tamamen kaybedecekken, Korkut’un güçlü sesi odada yankılandı. Sert, tehditkâr ve Güney’i bir anda susturabilecek kadar keskin bir duvar gibiydi.
soğuk ama bir o kadar da tehdit doluydu. “O sesini hemen kesmezsen, seni kimse elimden alamaz. Bunca yıllık arkadaşlığımıza yazık olur.”

 

 

 

Korkut’un bu sözleri öyle net ve kesin bir tondaydı ki, Güney susmaktan başka çare bulamadı. Bana tekrar bakmaya cesaret edemeden, gözlerini kaçırarak bir adım geri çekildi. Ama yüzündeki ifadeden Korkut’a duyduğu rahatsızlık açıkça okunuyordu.
.Korkut, titreyen ellerimle ne yapacağımı bilemediğimi görünce yavaşça elimi tuttu. Tüm dikkatini bana vermişti. "Hadi," dedi, yumuşak bir sesle. Beni koltuğa doğru yönlendirdi ve nazikçe oturmama yardımcı oldu.
"Ben... ben bilseydim..." dedim, kelimeler boğazımda düğümlenerek. Gözyaşlarım kontrolsüzce akıyordu. "Yemin ederim, böyle bir şeyin olmasına asla izin vermezdim, Korkut bir şey demeden elleriyle yüzümdeki yaşları sildi. . Saç tellerim ağzıma yapışmıştı; Korkut dikkatlice onları yüzümden çekti, özenle arka tarafa doğru düzeltti.
biliyorum," dedi. Sesi sakin ve derindi, ama içinde kendinden emin bir güç barındırıyordu. "Sakinleş Hiçbir şey senin suçun değil.
Derin bir nefes alarak toparlanmaya çalıştım. "Peki, şimdi ne yapacağız?" diye sordum, gözlerim hem Korkut’a hem de arka tarafta duran Güney’e kayarak.
Güney, gözlerini benden ayırmadan konuştu. "Hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğiz," dedi net bir ifadeyle. "Çağdaş denen herifin amacını ve kime çalıştığını anlamadan bir hamle yapamayız. Onu takip etmek için zamana ihtiyacımız var."
Korkut, sessizce başını sallayarak Güney’in sözlerini onayladı. Ama bakışlarını bana çevirdiğinde, gözlerinde saklamaya çalıştığı bir endişe vardı. "Sen sadece Mihri’ye odaklan," dedi alçak bir sesle. "Onu korumamız lazım. Diğer her şeyle ben ilgilenirm
"

 

 

 

Güney, sakinliğini koruyarak yüzüme baktı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi normal bir tonda konuştu. “. Çağdaş’a biraz yakın davranabilirsin, böylece amacını anlayabiliriz,” dedi. Sözleri mantıklıydı, ama bu teklif içimde istemsiz bir huzursuzluk yaratmıştı.

 

 

 


Korkut, gerildi. Yüzündeki ifade bir anda sertleşti ve daha Güney sözünü bitirmeden müdahale etti.

 

 

 

yakın falan davranmaz. Başka bir yol bulacağım. Ama böyle bir şey olmayacak,”
Gözlerim Korkut’a kaydı. . Çağdaş’ın adını duymaya bile tahammülü yokmuş gibi görünüyordu.

 

 

 

“O adama yakın davranmayacaksın,” dedi, bakışlarını doğrudan gözlerime dikerek. Gözleri ateş gibi yanıyordu. “Mesafeni koru.”

 

 

 

Güney, bu tavırdan rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı ve adeta meydan okurcasına bir adım öne çıktı. “Bu bir plan ve Kardelen’in kendi kararlarını verebileceğini düşünüyorum,” dedi,
Korkut, bu sözlere karşılık alaycı bir şekilde başını eğdi ve ardından Güney’e döndü. “İstediğin kadar plan de buna. Ama bu işte Kardelen’in Çağdaş denen ite yakınlaşması gibi bir şey olmayacak,”
Güney, Korkut’un bu tavrına açıkça sinirlenerek ama hâlâ sakinliğini koruyarak konuştu. “Korkut, kendine gel. Burada kişisel meselelerini bir kenara bırak.
Korkut, bir adım daha öne çıkarak Güney’in bakışlarına meydan okuyan bir duruş sergiledi. Gözleri, sert bir kararlılıkla Güney’inkilere kilitlenmişti. “Kardelen’i koruyorum,” dedi, sesi buz gibi bir kesinlikle doluydu. “Çağdaş gibi bir adamın yanına yaklaşmasına izin vermem ..... anladın mı?”

 

 

 

Odada oluşan gerilim neredeyse elle tutulur hâle gelmişti. Korkut’un söylediklerinde en ufak bir esneklik yoktu ve Güney’nin yüzündeki ifade, bu tartışmanın kolay kolay sona ermeyeceğini gösteriyordu.. Onların arasında sıkışmış bir şekilde, olan biteni izlemekten başka bir şey yapamıyordum.
Korkut, kararlı bir şekilde konuştu: “Peşine adam takacağız, Çağdaş’la fazla muhatap olmak zorunda değilsin. Seni tehlikeye atmam.”

 

 

 

Sözlerini sindirmeye çalışırken Korkut devam etti, sesinde hem bir soğukkanlılık hem de sert bir kararlılık vardı. “Sonrasında elimden kurtulmaz. Onu konuşturmak gerek. Şu an Çağdaş’ın kayıtlarda herhangi bir adresi yok, kullandığı telefon numarası da ölen adamınki. Şu an kapalı. Büyük ihtimalle çift hat kullanıyor, bu yüzden izini sürmek zorlaşıyor.”

 

 

 

Derin bir nefes aldım ve neredeyse kendime mırıldanır gibi söyledim: “Tekrar aynı şeyleri yaşamam. Serdar dışarıda bir yerde… Çağdaş, tüm bu olanların parçası…”

 

 

 

Güney, Korkut’a baktı. "Benim adamlardan biri Çağdaş’ı takip edecek," dedi soğukkanlılıkla. "Gerisini sonra düşünürüz."
Korkut’un yüzünde bir şey söylemek ister gibi bir ifade belirdi, ama susmayı tercih etti. Güney bir an Korkut’a döndü Yarın seninle halletmem gereken bir konu var. Erken uyan," dedi kısa ve net bir şekilde.
Korkut, sadece başıyla onayladı. Cevap vermedi, vermek de istemediği belliydi. Güney, sert bir bakışla ikimizi süzdükten sonra yanımızdan ayrıldı.
O gittikten sonra sessizlik hâkim oldu. Korkut, bir süre oturduğu yerden kalkmadı. Gözleri sabit bir noktaya bakıyordu, ama yüzündeki kasların gerginliği, bir şeyleri düşündüğünü ele veriyordu. Korkut’un sessizliği beni huzursuz etse de bir şey sormaya cesaret edemedim. Az önce yaşananlardan sonra kelimelerim tükenmiş gibiydi.
Endişem arttıkça, içimdeki huzursuzluk giderek daha fazla baskı yapıyordu. Korkut’un söyledikleri, bir yandan rahatlatıcıydı ama bir yandan da beni daha da tedirgin ediyordu.

 

 

 

“Endişelenme, bu sefer aynı hatayı yapmayacağım. Sizi bir an olsun bile yalnız bırakmam. Her adımınızdan haberim var,”

 

 

"Korkut, peşime adam takma hele ki şu halil ibrahim i dedim, sinirli ve rahatsız bir şekilde. “Özel hayatın gizliliği ilkesini ihlal ediyorsun.”

 

 

 

Korkut başını olumsuzca sallayarak, yüzünde pişmanlıkla karışık bir kararlılık belirdi. “Şu an ilke, kanun, kural, genelge bunları düşünecek durumda değilim,” “Sizi güvende tutmanın en doğru yolu buydu, Kardelen.”

 

 

 

O anda, bir sevgi sarılması istiyordum ama çekingendim o ise bakışımı fark etmişti
Korkut ise yaralı olmayan kolunu açtı “Biliyorum, mükemmelim. Sarılabilirsin,” dedi.

 

 

 

hayallerde yaşıyorsun, Korkut. Sana sarılmayacağım,”
Ama yine beklenmedik bir hareket yaptı. “Ben sarılırım,” dedi ve sargılı olmayan koluyla bana sarıldı. O sıcaklık, içimdeki boşluğu bir nebze olsun doldurdu. Yine de kafamda hala bin bir soru vardı. Korkut’un eli saçlarımda geziniyor, parmakları nazikçe okşuyordu“Mihrim ve sen, bu hayatta değer verdiğim .... yanınızda nefes alabildiğim . Varlık sebebimsiniz,” Sizden beni ancak ölüm ayırabilir. Tabi bir de inatçı bir keçinin uslanmaz inadı.”

 

 

 

istemsizce dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Kalbim hızla atıyordu, sanki her atışında daha çok ona yaklaşıyordum. "Kalbim bana inat, son hızla çarpıyordu," içimden. " umarım kalbimin sesini duymuyordu."

 

 

 

İçimden gelen duygulara engel olamıyordum. Korkut’la birlikte olmak, bu geceyi onunla geçirmek istiyordum ... Beni sarhoş eden düşünce buydu. Yalnızca Korkut’la olmak
Kendimden beklemediğim bir şekilde, elini tuttum. Korkut, birleşen ellerimize bakıyordu, bir şeyler düşünüyordu ama ne olduğunu bilemiyordum.

 

 

 

"Nerede uyuyorsun?" diye sordum, sesim fısıldar gibi çıkmıştı.
Korkut bir an için sadece ellerimize baktı, sonra hafifçe başını sallayarak, "Üst kata," dedi.
"Odana gidelim," dedim, ancak kelimelerim çekingen bir tonda döküldü dudaklarımdan. Korkut, elimi biraz daha sıkı tutmuştu, neredeyse fark edilmeyecek bir yutkunmayla. Ama fark ettim. Neden? Ellerinin hafifçe titrediğini hissettiğimde daha da meraklandım. Neden bu kadar gergindi?

 

 

 

"Benimle odaya geliyorsun," dedi, sesi önce kısık ve sarsılmış bir tınıda. Sonra kendini toparladı, daha güçlü tekrarladı. "İkimiz beraber mi
"Beraber," diye yineledim, hafifçe gülümseyerek. Kararımı vermiştim: Korkut'la uğraşacaktım. Hem biraz kafa karıştırmak eğlenceli olabilirdi. Elimi yavaşça göğsüne koydum,
-----. Belki...
"Belki ne?" dedi, nefesi hızlanmış, göğsü inip kalkıyordu. Gözleri gözlerimde, bir cevap bekliyordu.,
- korkut ne anladın acaba bu gece hemşirenim diyelim
- korkut sanki hayal kırıklığına uğramış gibiydi

 

 

 

Salondan çıkıp üst kata doğru yürümeye başladığımızda, birden durdu. Elimi tutan elleri gevşedi, ardından bıraktı.

 

 

 

"Emin misin?" dedi, sesi o kadar kararsız ve belirsizdi ki beni yerime mıhladı. O an, kalbim hızlandı, ama bu defa başka bir sebepten. Neden böyle davranıyordu? Ben ona tüm duvarlarımı indirmişken, o neden bu kadar temkinliydi?
"Eminim," dedim, gözlerimdeki kararlılığı hissedebilirdi. "Bu gece yanındayım. Hem ayrıca kimseye borçlu kalmam
. Benimle ilgilendiği geceyi atıfta bulundum

 

 

 

Korkut bir an daha susarak beni izledi. Ardından, derin bir nefes alıp, "Benimle ilgilenmek zorunda değilsin,"

 

 

 

"Ben istiyorum," dedim, biraz da kızgın bir şekilde. "Ve seninle ilgileneceğim. Ayrıca şu sargılarının hâli ne? Dikişlerin düzgün sarılmamış, açılabilir."
Korkut’un kaldığı odaya gelmiştik. kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu. Her şey çok hızlı gelişiyordu. Her bir adımda,
"Tişörtümü çıkarsam sorun olur mu?"

 

 

 

ta ... tabi " çıkartabilirsin."
Korkut’un yara aldığı kolu, tişörtle mücadele etmeye çalışıyordu ve kan, tişörtüne dağılmış, yarasında kurumuştu, adeta tişörte yapışmış gibiydi. Kolunun ağrısı ve sargılarının yerinden oynaması her şeyi zorlaştırıyordu. Tişörtü kanla bulanmıştı.

 

 

 

“Dur, Korkut,” dedim, hızlıca. “Bir şey yapma, bırak.”

 

 

 

Çekmeceleri karıştırdım. Sonunda bir makas buldum. Korkut’un yanına yaklaşırken, yüzündeki sorgulayıcı tavır dikkatimi çekti. Ne yapacağımı anlayamamış gibiydi.

 

 

 

Tişörtünün kol kısmını kesmeye çalıştım,
ama makas zor kesiyordu. Bu kadar zorlukla uğraşmak yerine, elimi tişörtün yanlarından tutup hızla yırttım. kalan kısmındaki yaraya nazikçe dokundum ve makas yardımı ile kestim O an, vücudunu görmek bana hiç iyi gelmemişti. O günden kalan izler serdarın mekanında ..., hala onun vücudunun bir parçasıydı. Korkut’a bir şey olsaydı, ben bunu atlatamazdım. Mihri olmasaydı, o gün gerçekten onunla ölmeyi istemiştim.

 

 

 

“Vahşisin,” dedi Korkut.

 

 

 

O sözlerin ardındaki anlamı tam olarak çözememiştim. Ne demek istediğini anlamak için içimdeki tüm dikkati ona verdim, ama her şey daha karmaşık hale geliyordu. Hislerimle akıl arasında bir köprü kuramıyordum.
“Öyleyimdir, huyum kurusun,” dedim, alaylı bir şekilde. Ardından, Korkut’un kolunu bir kez daha dikkatlice sardım.

 

 

 

“Tişörtümü tekrar yırtmanı isteyebilirim,” dedi.

 

 

 

Kaşlarımı çatarken, “Neden tekrar senin tişörtünü yırtacağım ki, deli miyim ben?” dedim.
“Gerginsin,” dedi Korkut, gözlerinde anlam ararcasına.

 

 

 

“Ben mi? Hayır, canım, normalim, ben alt tarafı bir vücut et parçası işte gergin olacak ne var
. “Değersiz bir et parçası mıyım gözünde, öyle mi?”
"Değersiz değildi... bilmesine gerek yoktu. Sevdiğim adamın vücudu olunca ekstra şeyler hissediyordum, dokunmak gibi,"
“Ah, korkut şu drama queen’liği keser misin? Dikkatimi dağıtıyorsun,” dedim sinirle, sargıyı yarasına bastırarak.
- sustum
tek kelime çıktı ağzından
ben yarasına bakarken gözleri rahat durmuyordu
sonu da bittiridim yarasını sardım
"“Sen yatağa uzan, Korkut,” dedim, hafifçe sesimi yükselterek.

 

 

 

Korkut dikkatlice yatağa uzandı,
"Nerede uyumayı düşünüyorsun, inatçı keçi?" .

 

 

 

Odayı gözden geçirdim. Koltuk yoktu. "Neredesin koltuk?" diye içimden geçirdim. Dizilerde koltuk oluyordu ama ya offf
Ne yapacağımı bilemeden durakladım. Bir an “Kalırım,” dedim ama sonra gerçeği fark ettim: Şu an uyuyacak bir yerim yoktu.

 

 

 

“Kardelen,” dedi, sesi biraz derindi. Ama sözünü kestim.

 

 

 

“Ben başka odada kalacağım,” dedim, kararlı bir şekilde.
“Kardelen, bu evde onlarca koruma var. Bu odadan başka bir yerde uyumak yasak,” dedi.

 

 

 

“Bir şey olacağını sanmıyorum, korkut. Ayrıca hepsi çok iyi insanlar,” dedim, biraz rahatlamaya çalışarak.

 

 

 

Korkut, kaşlarını çatmış bir şekilde beni dinliyordu. Gözlerindeki anlamı çözemiyordum.

 

 

 

“Hepsi çok iyi insanlar, öyle mi?” dedi, sesi alaycı bir tonla.

 

 

 

“Evet, çok tatlı insanlar,” dedim, bir an Korkut’un gözlerinin içine bakarak, bir gülümseme takınarak.

 

 

 

Korkut, derin bir nefes aldı ve sonra sert bir şekilde, “Kardelen, lütfen konuşma,” “Sonra, Korkut niye sinirleniyor diyorsun?

---

 

 

 

Bir an sessizlik oldu. Korkut’un söylediklerinden sonra gözlerim yere kaydı, hafif bir duraklama yaşadım. Ama hemen ardından sesi yeniden duyuldu, alaycı bir tınıyla:
“Hadi gel yanıma.”

 

 

 

Kalbimde bir şeyler hızla çarpmaya başladı. Yüzüme istemsizce bir sıcaklık yayıldı.

 

 

 

“Yanımda kalmak isteyen, az önceki cesaretli kadın kayıp mı oldu?”
“Ne korkacağım be,” dedim, biraz çekingen bir tavırla. “Gelirim yanına, ama üzerimdekilerle uyuyamam ki ben.”

 

 

 

Korkut’un bakışları derinleşti. “Çıkar,” dedi, beklenmedik bir ciddiyetle.

 

 

 

“Çıkarayım mı?” diye fısıldadım.

 

 

 

Korkut’un kaşları hafifçe çatıldı. “Kardelen, az önce sen demiyor muydun ‘alt-üst bir et parçası’ diye?”

 

 

 

“Dedim de... ama bu başka bir şey. Bu durum biraz tuhaf olur,” dedim, ne yapacağımı bilemez bir hâlde.
İnatla kazak ve pantolonumla uyuyacaktım, ne var ki? Kendi kendime bu bahaneyi uydururken yavaşça yatağa uzandım.
Korkut’un bakışları üzerimde gezindi, . Kaşları çatıldı, yumruklarını sıktı.
"Bunlarla mı mı uyuyacaksın?" diye sordu, sesi her zamanki gibi sert ama biraz boğuktu.
Gözlerini kaçırmaya çalışıyordu.
Yatağın içinde hafifçe doğruldum, gözlerimi kısmıştım. "Evet? Çok yorgunum, çıkarmaya üşendim. Ayrıca ne yapmamı bekliyorsun?"
Korkut, dişlerini sıkıp yana çekildi. Yaralı kolunu kullanmaması gerektiğini biliyordu, ama yine de zorladı. Yatağın yanındaki sandalyeye bırakılmış kendi kıyafetlerinden bir tişörtü aldı ve bana doğru uzattı.
"Korkut, elindeki tişörtü bana uzatırken kaşlarını kaldırdı. "Bunu giy. Kazakla uyunmaz."
Başımı iki yana salladım. "Hayır."
"Kardelen, hadi beni yorma. İstesem seni iki saniyede soyabilirim."
Gözlerim irileşti, ağzım açık kaldı. "Sapık!"
Korkut gözlerini devirdi. "Değilim... Ve itiraf et, bana ait kıyafetleri seviyorsun
"Korkut, fazla egoistsin."
Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bana baktı "Hayır, sadece kuşlar sana verdiğim gömleği kokladığını söyledi."
O an yanaklarım alev aldı. "Ne saçmalıyorsun sen? Yok öyle bir şey!"
Kollarını göğsünde bağladı, alaycı bir ifadeyle başını salladı. "Öyle mi? Mihri kuşun söyledi. Benim kokumu çok seviyormuşsun."
Şok içinde ona baktım. "Sen... Sen ne hakla?"
Mihri özlem ile olan konuşmalarımızı dinlemişti anlaşılan
İçimde bir şeyler öfkeyle kabarıyordu. Mihri'nin o minik ağzını susturmazsam, ! Gözlerim dolmuştu ama sinirim daha baskındı.
"Eve gidince Mihri’nin saçlarını çekeceğim! Dayısı kılıklı!" diye hırsla mırıldandım.
Öfkeyle yastığımı kaptım ve suratına fırlattım. Ama o son anda eğilip kurtuldu.
"istersen yakından koklayabilirsin "
"Korkut, seni boğacağım!"
ı. Yastığı bir kez daha alıp ona fırlatmaya çalıştım ama bu sefer bileğimden tuttu.
"Yeter, ." Sesi, o alaycı tonun ötesinde daha derin, daha farklı bir hale bürünmüştü.
Bileğimi kavrayışı sıcaktı. Çok sıcaktı. İçimde beliren bir şey, öfkeyi bambaşka bir şeye dönüştürdü. Ama bu duygunun adını koymaktan korkuyordum.
Gözlerine baktım. Onun da bakışları karanlık, derin ve tehlikeliydi. Yavaşça yanıma yaklaştı.
bırak," dedim ama sesim emreden çok, yalvaran bir fısıltı gibiydi.
"Bırakayım mı?" diye tekrarladı. Yüzüme eğildi, nefesi tenime çarptı.
Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. "Evet," diye mırıldandım.
Beni bir anda kendine çekti. O kadar yakındık ki nefeslerimiz birbirine karışıyordu. İçimdeki her şey alev aldı. Korkut’un parmakları bileğimi yavaşça sıktı, sonra boynuma doğru kaydı.
"Beni delirtiyorsun, " dedi kısık sesle.
Gözlerim kapanıp açıldı. Bu bir oyun değildi. Bu gerçekti. Bütün kaslarım gerildi. Kaçmalıydım, ama hiçbir yere gitmek istemiyordum.
"Seninle uğraşmayı seviyorum," diye fısıldadı. Başparmağı yanağımdan boynuma doğru süzüldü. "Her hareketinle, her inatçılığınla… Sana her dokunduğumda içimde yanmaya başlayan şeyi durduramıyorum."
Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. Kalbim delicesine atıyordu.
"Korkut…"
"Söyle," diye fısıldadı.
Bir şey söyleyemedim. Sadece gözlerimi kapattım. O ise o an başını eğdi, alnını alnıma yasladı.
Korkut’un gözlerindeki karanlık gölgeler beni içine çekiyordu. Beni bırakmıyordu. Nefesi tenime çarpıyordu, her zerreme işliyordu. İçimdeki yangını körüklüyordu.
Ellini belime koydu, hafifçe sıktı. "Bana bak, " diye fısıldadı. Ama gözlerine bakarsam, geri dönüşü olmayacağını biliyordum.
Başımı çevirdim. Kaçtım.
Ama o kaçmamı istemiyordu. Parmaklarını çeneme koyup yüzümü kendine çevirdi. "Bu kadar korkuyorsan, neden buradasın?"
"Saçmalıyorsun," diye fısıldadım ama sesim bile titrek çıkmıştı.
"Gerçeklerden kaçıyorsun," diye devam etti. Bir elini belimden sıyırıp sırtıma koydu. Tenimde gezinen parmakları, içimde alev gibi yanıyordu.
İçimde çığlıklar atan bir ses vardı: Git. Kaç.
Kelimeler düğümlendi. Boğazımdan çıkmadı.
O anda anladım.
Gidemiyordum. Kaçamıyordum.
Ve en kötüsü… gitmek istemiyordum.
Nefesimi tuttum. O kadar sıcaktı ki. O kadar yakındı ki.
Ve ben çoktan düşmüştüm.Ona meydan okuyan bir gülümsemeyle başımı kaldırdım. Korkut’un bakışları koyulaşmıştı, gözleri üstüme kilitlenmişti. Onun beni köşeye sıkıştırmasına izin vermeyecektim.
Ellerimi yavaşça göğsüne koydum, kalbinin altında atan ritmi hissettim. Geri çekileceğini sandım ama o hareketsiz kaldı.
Parmaklarımı göğsünde gezdirdim, hafifçe bastırarak. "Sessizsin," diye fısıldadım, başımı hafifçe eğerek. "
Boğazını temizledi ama sesi çıkmadı.
Ellerimi omzuna kaydırıp, boynuna hafifçe dokundum. "Söyle," dedim, dudaklarım neredeyse yanağına değecekti. "Gitmemi ister misin?"
Derin bir nefes aldı. Parmağını belime koyup hafifçe sıktı. "Oynama benimle, diye uyardı. Ama sesinde tehdit yoktu, aksine… tamamen teslim olmuş gibiydi.
Kıkırdadım. "Oynamıyorum.
Gözleri kısıldı. Elleri belimde sıkılaştı. "Sonunu getiremeyeceğin oyunlara başlama, Kardelen."
Kulağına yaklaşıp fısıldadım. "Kim demiş getiremeyeceğimi?"
O an, Korkut'un kontrolü kaybettiğini hissettim ve aniden kendimi onun çekimden kurtardım birbirimizden uzaklaştık benimle oynuyordu ben de onunla oynayacaktım Tişörtü elimde evirip çevirdim. Omuz silktim. Haklıydı sanırım artık her şeyi akışını bıraktım ve korkutla uğraşmaya karar verdim
Sonra umursamaz bir tavırla, hiç düşünmeden, kazaktan kurtulmak için ellerimi başıma doğru kaldırdım.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu, sesi boğuk çıkmıştı.
Gözlerini kaçırmak ve bana bakmak arasında sıkışıp kalmış gibiydi.
"Soyunuyorum?"
Korkut’un çene kası gerildi. Gözlerini hızla yana çevirdi, boğazını temizledi.
"Ben dışarıdayım. Tişörtü giy." Sesi her zamanki gibi sertti ama tonunda garip bir gerginlik vardı.
Kapıyı hızla çekerken, kendi kendine homurdanmasını duyduğuma yemin edebilirdim.
"Beni delirtecek bu kadın..."
- Korkut çıktıktan sonra gülümsedim ben bu adamı boş yere sevmedim iç çektim kazağımı ve pantolonumu çıkardım ve tişörtü giydim istemsizce kokladım k-9 köpeğine döndüm resmen
"Korkut kapıyı iterek içeri girdiğinde gözleri önce odanın loş ışığında dolaştı, sonra bana takılıp kaldı.
Sadece ona ait, eski bir tişörtü üzerimdeydi. İçinde hafif kaybolmuş gibiydim ama umurumda bile değildi. Korkut sessizce bana bakıyordu, gözleri üzerimdeydi. Bakışlarındaki yoğunluk kalbimin ritmini daha da hızlandırdı. Ayağa kalktım, üzerimde yalnızca Korkut’un bana verdiği tişört vardı. . Tişört dizlerime kadar iniyordu, bacaklarım çıplaktı.
. Beni süzdüğünü hissettim, ama o, özellikle bacaklarımda duraksadı. Uzun uzun baktı. Nefes alışverişi değişti mi, yoksa ben mi öyle hissettim?
yavaş adımlarla bana yaklaştı
Korkut’un nefesi tenime değdiğinde, içimdeki her şey altüst oldu. yaralı olmayan kolu belimi ı sardı, sanki beni bırakırsa kaybolacakmışım gibi. Başını saçlarıma gömdü, derin bir nefes aldı. Öyle bir nefes ki, içime işledi. Sanki kokumu içine çekerek aklına kazımak istiyordu.
"Beni delirtiyorsun…" diye fısıldadı, sesi karanlık ve boğuktu.
Ellerini saçlarımın arasına kaydırdı, parmakları tenime usulca değdiğinde tüylerim diken diken oldu. O an nefes almak bile zor geldi. Kalbim deli gibi çarpıyordu, adeta kafesinden çıkıp ona koşmak istiyordu.
"Senin yanında kendimi kaybediyorum…" dedi, dudakları saçlarımın arasına hafifçe dokundu. "

 

 

 


Korkut'un elleri bir an duraksadı, sonra başını biraz kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ellerinin sıcaklığı hâlâ üzerimdeydi, nefesini boynumda duyuyordum. Tam bir adım daha atacağını sandığım anda, birdenbire… geri çekildi.

 

 


Sanki alev almış gibi hızla ellerini üzerimden çekti, yüzündeki o derin ifade yerini sert, soğuk bir ifadeye bıraktı. Birkaç adım geri gitti, ellerini saçlarının arasından geçirdi ve başını hafifçe yana eğdi. Gözleri artık tutku dolu değil, mesafeli ve soğuktu.
"Bu böyle olmaz."
Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir boşluğa düşmüş gibi hissettim. Az önce beni kendine çekip saçlarımın kokusunu içine çeken adam gitmişti. Yerine, duvarlarını tekrar inşa etmiş bir Korkut vardı.
"Seninle böyle olamam, diye devam etti. Gözleri beni delip geçiyordu ama içinde bir duygudan eser yoktu. ""
Kalbimde bir sızı hissettim. Henüz tam dokunamamıştım bile, ama o çoktan geri çekilmişti. "Neden?" diye sordum, sesim kısıktı, çatallıydı.

 

 

 

""Yakınlaşmamamız lazım… anlamalısın."
Bir şey söylemek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimde yükselen sıcaklık, bir anda buz gibi bir boşluğa dönüştü. Az önce bana dokunan, beni kendine çeken adam gitmişti.
Şimdi karşımda, kendinden bile kaçan bir Korkut vardı.
Üzerine gitmek istemiyordum. Ama bu hâli beni kırıyordu. Kendini tuttuğunu görebiliyordum.
Vebalıydım sanki.
Bir türlü sevilemeyen, bir türlü kucaklanmayan, her defasında itilen biri… Böyle hissettirdi bana. Ama artık bunun sebebini sorgulamak istemiyordum.Sevgisi sadece gözlerindeydi somut olarak göstermiyordu derin nefes aldım
Korkut beni istiyordu biliyordum
Bunu her bakışında, her temasında, hatta şimdi, benden uzak durmaya çalışırken bile hissedebiliyordum. Tüm hücrelerimde yankılanan bir gerçekti bu.
O yüzden artık sormayacaktım. "Neden?" diye sormak anlamsızdı. Onun içindeki savaşa müdahale etmeyecektim. Korkut’un kendi yolunu bulması gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım ve yatağın kenarına uzandım. Yorganı biraz düzelttim, sonra yan yattım, ellerimi yastığın altına sokarak.
Arkamı döndüm.
Bu bir küskünlük değildi. Pes etmek de değildi.
Sadece akışına bırakıyordum.

 

 

 

Çünkü ne kadar inkâr ederse etsin, biliyordum. . Bakmadan, konuşmadan, gereksiz hiçbir hareket yapmadan yatağın diğer tarafına oturdu.
Odada sessizlik hâkimdi. Korkut'un nefesini duyabiliyordum. Düzenli ama derin.
Gözlerimi kapattım. Uyuyamayacağımı biliyordum ama en azından öyleymiş gibi yapabilirdim.
Bir şey diyecek miydi? Elini uzatacak mıydı?
Nefesimi tuttum. Ama o, hiçbir şey söylemeden bekledi.
"Uyudun mu?"
Gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. Sesimdeki titreyişi saklamaya çalışarak mırıldandım:
"Uyumaya çalışıyorum."
Derin bir nefes aldı. Bir şey söylemek istedi ama kelimeleri bulamıyordu sanki.
"sen uyuyor musun ?" diye sordum, kaşlarımı kaldırarak.
Korkut yüzüme bakmadan yastığını düzeltti. "Uyuyorum."
Gözlerimi kıstım. "O köşede mi?"
"Evet."
Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim. "Bu kadar gerilecek ne var, ben yemem seni Korkut."
Omzunun seğirdiğini fark ettim ama bana dönmedi.
Yatağın ortasına doğru biraz kaydım, kollarımı yorganın altından çıkartıp hafifçe gerindim. Sonra dönüp Korkut’a baktım.
"Sırtım kaşındı. Kaşıyabilir misin?" dedim, en masum sesimle.
Korkut’un başı hızla bana döndü, gözlerindeki bakış inanılmazdı.
"Ne?"
"Sırtım kaşındı. Kaşıyamıyorum
Korkut bir şey söylemeden derin bir nefes aldı.
Gözlerini devirdi, ama eli çoktan sırtıma doğru uzanmıştı bile. "Beni gece yarısı sırt kaşıma makinesi olarak mı kullanıyorsun, ?"
Gözlerimi kırpıştırıp masum masum gülümsedim. "Sen de çok işlevlisin ama, hakkını vermek lazım."
Elini sırtıma koyduğunda istemsizce irkildim. "Biraz daha yukarı… yok yok, sağa… azıcık sola… evet, evet tam orası!
Korkut'un eli bir an durdu. "Ne yapıyorum ben ?" diye mırıldandı kendi kendine.
"Kaşıyorsun. Devam et," diye emrettim ciddi bir sesle.
Bir an için durup derin bir iç çekti. " sana bu kadar yüz vermemeliydim. Resmen hizmetime alıştın."
Gözlerimi devirdim. "Saçmalama. Hayatta her şey karşılıklı. Sen bugün benim sırtımı kaşırsın, yarın da ben—"
Korkut başını iki yana sallayıp mırıldandı. "Ne günah işledim de gecenin köründe sırt kaşıyorum ben
Korkut’un eli sırtımda gezinirken aniden durdu. Sonra, elini hızla çekti ve kaşlarını kaldırıp bana baktı.
"Bitlendin mi yoksa?"
Şok içinde başımı ona çevirdim. "Ne?!"
Omuz silkti, yüzünde hafif bir alay ifadesiyle. "Bilmiyorum yani, insan durduk yere böyle kaşınmaz. bir kontrol et istersen."
Ağzım açık kaldı. Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Sonra yastığı kaptığım gibi suratına doğru savurdum. "Senin var ya! Bitlendiysem de senden geçti kesin!"
"
Sinirle ona doğru döndüm, ama içimdeki gülme isteğini bastıramıyordum. "tam bir hödüksün!"
Gözlerini kısarak baktı. "Hödük mü? İlginç.
"Sana ihtiyacım vardı!" diye söylendim.
O sırada, kapı aniden açıldı. Güney, gözleri içeri girdi. Bizim aramızdaki gerilim bir an duraksadı. Güney’in şaşkın bakışları, "Yanlış zaman sanırım," dedi, bir adım geri çekilerek, sanki bizim garip halimizi hesaba katmıyormuş gibi.
Korkut, aniden üzerime yatak örtüsünü sardı Korkut, gözlerini benden ayırmadan, sinirli bir şekilde Güney’e baktı. "Güney, ne işin var senin burada?" dedi,
Güney, alaycı bir şekilde omuzlarını silkip başını sallayarak, hiç umursamadan gülümsedi. “İş konuşacaktım ama, kalsın. Siz devam edin, zaten amca olma yaşım gelmişti,” dedi. O an, o kadar rahat ve çapkın bir şekilde konuşuyordu ki, ciddiyetin tamamen kaybolduğunu hissettim. İçimden, "Ne kadar kayıtsız bir insan!" diye geçirirken, Korkut’un yüzünde yükselen öfkeyi fark ettim.

 

 


Korkut’un öfkesi daha da belirginleşti. “Güney, zevzek konuşma!” diye çıkıştı, elleri gergin bir şekilde parmaklarını sıktı.
Güney, hiç hız kesmeden ve alaycı bir gülüşle, biraz daha yaklaşarak, “Korkut, bana laf yetiştireceğine, bence doğmamış yeğenim için çalış,”
Yatakta, kendimi iyice küçülmüş hissettim. Korkut, birden elini yatağın yanındaki komodine uzatarak, oradan bir çakmağı aldı. Güney’e doğru fırlattı. Güney, son anda çakmağı fark edip kafasını eğdi ve çakmak duvara çarparak yere düştü
şerefsiz!" diye bağırdı yaralı koluyla kalkacakken iki elim de göğsüne koydum
-Korkut, yüzündeki o kararlı ifade ile gözlerimi süzerken, sinirini biraz daha zor tutuyordu. Derin bir nefes alıp, "Sakin ol, Korkut, lütfen ama," dedim, hafifçe titreyen bir sesle.
Korkut, başını iki yana sallayarak, "Kapı çalma adeti de kalmamış, ulan. Belki sevişiyorduk ," diye mırıldandı,
Şok oldum, gözlerim büyüdü. "Korkuttt! Ne diyorsun sen?"
Korkut ise başını kaldırıp bana bakarak, "Ne dedim ben?" diye sordu, sanki hiçbir şey olmamış gibi.
"Ayıp bir şey dedin!" dedim, biraz sinirli ama biraz da şaşkın bir şekilde.
O an Korkut, kafasını yana eğip, "Ayıp değil ki," dedi,
"Ayıp ki!" diye tekrarladım,
Tam o sırada, kapı bir kez daha sert bir şekilde çaldı. Hem şaşkın hem de sinirli bir şekilde birbirimize bakarken, Güney tekrar kapı çalmadan içeri girdi
“Alınıyorum, size aşkınızın mimarıyım, alışveriş sepetime yeğenim için bebek bezi bile ekledim,” dedi, rahatça ve hiçbir şey olmamış gibi.
gözlerimi devirdim "Güney, sen mimar Selim Bey misin?"
"Kapattı lan kapıyı!" diye bağırdı Korkut, sinirinden iyice gerilmişti.
Güney, hiç umursamadan, "Yenge aday adayı artık, yengem olmaya terfi aldın," dedi, alaycı bir tonla.
O an ikimiz de aynı anda ağzımızdan öfkeyle bağırdık: "Güneyyy, siktir git!"
Güney, hiçbir şey olmamış gibi gülerek kapıyı kapatıp çıktı, geriye sadece öfke ve bir kaç saniyelik sessizlik kaldı. Korkut bana döndü, derin bir nefes aldı ve bakışları bir an için yumuşadı.
“Rahat yok ki,” dedi, gözlerini kısarak. “Ben sessizce başımı salladım. Sinirlerim bozulmuştu ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Korkut, yine de biraz yumuşadı ve bir an duraksayarak ekledi, “Özür dilerim, Güney adına. Eğer canın sıkıldıysa, gidip vurabilirim onu.”
“Saçmalama,
Korkut başını sallayarak, “Saçmalamıyorum, ciddiyim. bacağından mı vurayım, kolundan mı?” diye sordu,
“Ciddi ol, Korkut,” dedim, derin bir iç çekerek. “Sakin ol, lütfen.”
Korkut omuzlarını silkti. “İlk defa huzurla uyuyacaktım, ama maymun suratlı mahvetti her şeyi,” dedi, hüzünlü bir şekilde.
sakin ol. Tüm gece böyle olmayacak, değil mi?” dedim, onu yatıştırmaya çalışarak.
hemen fırsatı kaçırmadım, yastığımdan hafifçe kalkıp ona doğru yaklaştım.
Baktım konuşmuyor, başımı yastığa gömüp yüzümü ona çevirdim.
"Çok sıkıldım…" diye mırıldandım.
Korkut yavaşça başını kaldırıp gözlerini devirdi. "Kardelen, uyu artık."
Gözlerimi kocaman açıp, dudaklarımı hafifçe büzerek ona baktım.
"Ama uyuyamıyorum…"
Korkut birkaç saniye durdu, sonra kafasını eğip elini yüzünde gezdirdi.
" çocuk musun ." diye mırıldandı.
"Evet! O yüzden ilgiye ihtiyacım var!"
Gözleri kısıldı. "Bunu bana yapma."
Kıkırdayarak yorganın içine biraz daha gömüldüm. "Ne yapıyorum ki? Sadece çok sıkıldım. Konuşsana benimle."
Korkut, bu sefer içini çekti. Ve ilk kez bana tam anlamıyla baktı.
Sonunda pes etmişti.
Korkut’un gözleri hafifçe kısıldı, ama ben onun sinirlendiğini değil, yüzünün kenarında belli belirsiz bir gülümseme oluştuğunu gördüm.
"Kardelen, eğer hemen uyumazsan, gerçekten korkman gereken biri olabilirim."
Dudaklarımı büzdüm. "Aaaa, tehdit mi ediyorsun? Ne yapacaksın? Beni yastıkla mı boğacaksın?"
Korkut ciddi bir yüzle başını salladı. "Evet. Önce yastıkla boğarım, sonra yorganın altına hapsederim, sonra da..."

 

 

 

"Ama Korkut sen bana kıyamazsın ki
Korkut gözlerini kapattı, "Beni delirteceksin." diye mırıldandı.
Gözlerimi kısarak tatlı tatlı sırıttım. "Ama benimle konuşuyorsun
Korkut gözlerini açmadan, "Hayır, sadece başıma gelen felakete alışmaya çalışıyorum." dedi.
Kahkaha atmamak için yorganın altına girdim. "Tamam, tamam, susuyorum. Ama bana sırtını dönme."
- Dönmüyorum
- Sohbetine doyum olmuyor
Korkut, bir an boş boş baktı, sonra gülmeden edemedi. "Sen tam bir baş belasısın."
"Ama sevimli bir bela."
Korkut gözlerini devirdi. "Tam olarak böyle düşündüğümü söyleyemem."
- "Ama benimle uğraşmayı seviyorsun."
"Benim psikolojim bozuk olabilir mi acaba?" Korkut kendi kendine sordu.
-ninni söyler misin?"
Ne yapmamı bekliyorsun? beşiğe koyup sallamamı mı?"
"Sen çok gaddarsın Korkut, çok kalpsizsin!" yorganı kafama çektim
"
Yorganın altında sinsice ayaklarımı uzattım ve Korkut’un ayağına ufak bir tekme attım. Oynamaya niyetim vardı! O ise anında tepki verdi, ayağını geri çekti.
"Ne yapıyorsun Kardelen?" diye homurdandı.
"Ayak güreşi başlatıyorum.
"Ne saçmalıyorsun yine?" diye söylendi ama ben çoktan hamlemi yapmıştım bile. Ayağımı onun ayağının üstüne koyup bastırdım. "Kaybettin!"
Ama Korkut pes edecek adam mıydı? Anında toparlanıp ayağını benimkinin altından çekti, ardından hızla hamle yaparak benim ayağımı sıkıştırdı.
"Sen mi kazandın? Rüya mı görüyorsun?"
"Aaah! Dur Yorganın altından kurtulmaya çalışırken Korkut ayaklarıyla tam anlamıyla beni esir aldı.
"Yorganın altından bir tekme daha attım ama Korkut tam zamanında kaçtı. "Yanlış kişiye bulaştın , sonra aniden hamle yapıp onun ayağını bastırdım.

 

 

 

Tam sevinç çığlığı atacaktım ki Korkut bir hamleyle ayağımı yakaladı ve öyle bir bastırdı ki kendimi yorganın içine gömülmüş halde buldum.
"Sen kime kafa tutuyorsun minik ayaklarınla ?" dedi keyifle.
Yorganın altından boğuk bir sesle mırıldandım. "Sen çok fenasın…"
"Evet, ve sen bunu yeni mi fark ediyorsun."
Korkut’un ayağına son darbemi indirdiğimde, dengemi biraz fazla kaçırdım ve aniden ona doğru yuvarlandım. Tam anlamıyla yüzüstü göğsüne kapaklandım!
Bir an için ikimiz de donup kaldık. Ben nefesimi tutmuş, kalp atışlarımın hızlandığını hissederken Korkut’un vücudu bir an kasıldı. Göğsü geniş ve sıcaktı, nefesi hafifçe değişmişti ama hemen toparlandı.
"Kalk üstümden ," diye mırıldandı, sesi her zamankinden daha sert ama tuhaf bir şekilde gergindi.
Ama ben hâlâ olanları kavrayamamıştım. "Ee şey... kazandım mı?" diye kıkırdadım, yerimden kıpırdamadan.
Korkut'un çenesi gerildi. Ellerini belime koyup hafifçe uzaklaştırmaya çalıştı ama o sırada benim tişörtüm – yani aslında onun bana verdiği tişört – biraz yukarı kaydı.
"Kardelen…"
Kulağının dibinde fısıldıyor gibiydi, sesi her zamankinden farklıydı. İçinde alışılmadık bir şey vardı. Bir sıcaklık, bir sabırsızlık…
Ama sonra aniden geri çekildi. Beni neredeyse yatağın diğer tarafına fırlattı.
"Yeter! Şu ayak güreşi yok artık, bitti! Yat uyu!" dedi sertçe.
Ben hâlâ yastığa yarı düşmüş bir şekilde, saçlarım dağılmış halde ona baktım. Korkut’un yüzü hafifçe gerilmişti, gözleri kaçamak bakıyordu.
Sonra boğazını temizledi, derin bir nefes aldı ve başını yastığa koydu. "Sen bela mısın, ?" diye homurdandı kendi kendine.
Ben ise kıkırdayarak ona yanaştım. "Neden bu kadar gerginsin Korkut? Yoksa yenilgi seni fazla mı etkiledi?"
Gözlerini bana çevirdi, ifadesi karışıktı. "Kardelen, eğer hayatını seviyorsan şu an derhal uykuya dal."
. Korkut’un boğazını temizleyip gözlerini tavana diktiğini fark ettim.
giydiğim tişört inceydi ve üşüyordum ama bunu Korkut’a asla gösteremezdim. Yorganı üzerine çekmiş, titreyen ellerimi ellerimle sarmaya çalışıyordum salak kafam korkut u çıldırmak için tişörtü giymek tam bir salaklıktı
Sonunda, o sesin alaycı tonu kulaklarımda yankılandı. “Üşüdün mü?”
Yutkundum. “Hayır, üşümüyorum,”
, birdenbire ayaklarımı kendi bacaklarının arasına aldı. Şok oldum. Ne yapıyordu?

 

 

 

Ama bu kadar rahat hissetmeyecek kadar sinirliydim. “Korkut, yeter. Bunu yapmana gerek yok.” diye mırıldandım, ama ne kadar itiraz etsem de, o soğuk elleriyle, sıcaklık veriyordu.
Beni en çok rahatlatan şey, onunla aynı odada olmak, ama işte bu kadar yakın olmak biraz daha karmaşık hale geliyordu.
Tam gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyordum ki, sırtıma sıcak bir şey dayandı. Ne oluyor ya? Korkut, bana iyice sokulmuştu! Kıpırdamaya çalıştım ama mümkün değil, adam beni resmen kilitlemiş!
"Korkut? Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım, ama sesim bile çıkmadı.
Boynumun kenarında sıcak bir nefes hissettim. Derin, ağır bir nefes. Derken, bir de o batan sakallar!
"Off, Korkut!" diye cırladım, yerimde kıvranırken. "Sakalın batıyor! Huylanıyorum!"
Adam zerre kadar umursamadı. Daha da yaklaşıp, kolunu karnıma sardı. İyice sıkıştırdı beni. "Sen de çok kıpırdanıyorsun," dedi, sesi uykulu ama alaycıydı. "Hadi artık uyu. Nereden geliyor bu enerji, ? Güzel hemşirem…"
Güzel hemşirem mi?! Bir an ciddiye alıp havalara girecektim ki, adamın alaycı tonunu duyunca vazgeçtim. Dirseğimle hafifçe karnına dürttüm. " bana neden sarılıyorsun? Bu, tamamen gereksiz bir hareket!"
elleri... Karnımda! Resmen bütün iç organlarımı sayıyormuş gibi duruyor!
"Korkut, elini biraz yukarı alır mısın?" diye mırıldandım.
Hiç bozuntuya vermedi. "Neden ki? Rahatsız mı oldun?"
"Şey... Evet?"
Gözlerimi devirdim, ama o hala aynı umursamazlıkla orada duruyordu. Sakallarının boynumda gezindiğini hissedince yerimde yine kıvrandım.
"Off, Korkut! Sakalın batıyor! Tıraş ol da gel, insaf yahu!"
Adam resmen keyifle güldü. " fazla nazlısın . Biraz dayan, yakında alışırsın."
Alışırmışım! Resmen bu adamla hayatta kalma mücadelesi veriyorum bir dakika alışırsın mı tekrar mı beraber uyuyacaktık
Tamam, belki de çok azıcık... ama gerçekten çok azıcık ısınmaya başlamıştım. Yine de bu adamın kendini termos gibi kullanmasına izin verecek değildim!
"Korkut, tamam ısındım. Artık çekilebilirsin."
Korkut kımıldamadan, umursamaz bir sesle mırıldandı: "Daha yeni ısındın. Yazık, şimdi çekilirsem yine üşürsün."
Bu adamın saçmalama kapasitesi gerçekten sonsuzdu! Ama asıl mesele hâlâ çözülmemişti: ELLERİMİ NEDEN HAREKET ETTİREMİYORDUM?
Kolları öyle bir dolanmıştı ki bana, Bir parmağımı bile kıpırdatamıyordum!
"Korkut, bana biraz alan açar mısın? Yani hani, özgürlük filan?" dedim, sesim giderek yükseliyordu.
Ama adam sanki hiç duymamış gibi yine o alaycı sesiyle konuştu: "Özgürlük mü? sıcak bir kucak varken özgürlükten mi bahsediyorsun...

 

 

 

"KORKUT!!!" diye cırladım, ama o sadece güldü.
Ellerini nihayet çekti ama sırf daha da sinir etmek için bir de saçımı karıştırdı.a...
"Korkut?"
"Hmm?" dedi gözleri kapalı halde.
"Sen hâlâ neden bu kadar yakınsın?"
Adam başını biraz kaldırdı, gözlerini bile açmadan "Sen hâlâ neden bu kadar şikâyetçisin?" diye homurdandı.
Tam iç çekecektim ki, nefesini tuttuğunu fark ettim. Garip. Derin bir sessizlik oldu, sonra da hafifçe başını yastığa gömdü.
Birkaç saniye geçti… Sonra aniden "Lanet olsun!" diye mırıldandı, sesi belli belirsizdi Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ne oldu?"
"Hiçbir şey!" diye sertçe yanıt verdi. Ama öyle bir "hiçbir şey" demezsin! O "hiçbir şey" dediğinde kesin bir şey vardır.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken aniden yerinden doğruldu, elini saçlarının arasına geçirip sinirle nefes verdi.
"Korkut, hâlâ aynı sessizlikle bana bakıyordu. Sonunda, derin bir iç çekti. “Beni mahvettin
iyi saate olsunlar korkuta uğramıştı nesi vardı bu adamın
ikimizde suskunduk ve benim uykum kaçmıştı konuşmak istiyordum

 

 

 

-""Alındım," dedim, dudaklarımı büzerek.
Korkut umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Gerçekler, sadece sümüklüm."
Yüzümü buruşturdum. "Yeni bir hitap bul, sümüklü hiç güzel değil."
Korkut rahatça gülümsedi. "Buluruz, zaman var sonuçta."
Gözlerimi devirdim ama içten içe bu hâline gülümsediğimi biliyordum. Onun yanında böyle tartışmalar sıradan olmuştu artık. Ellerim göğsüne gitti, parmak uçlarım farkında olmadan teninde küçük daireler çizmeye başladım
Korkut bir anda gerildi. "Rahat dursan mı artık? Ben de bir insanım sonuçta, hiç mi acıma duygun yok?"
Kaşlarımı kaldırıp saf bir ifadeyle baktım. "Ne yaptım ki?"
Derin bir nefes aldı, gözleri hafifçe kısıldı. "Anla işte, başka bir organımla düşünüyorum."
Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Hangi organmış o?"
Korkut gözlerini devirdi. "Sence? Biyoloji bilgilerinle bul bakalım."
Parmaklarımı çeneme koyup düşündüm. "Dalak?"
Alaycı bir bakış attı. "Değil."
"Böbrek?"
"Hayır."
"Kalp?"
Bir an durdu, kaşlarını hafifçe kaldırdı. "O da var ama… ipucu veriyorum: Üreme sistemi."
Bir saniyeliğine ne dediğini anlamadım. Sonra, yüzüm sıcak bir dalga gibi yandı. "Pislik yapma, Korkut!" dedim, sinirli bir şekilde.
Ama o gülmüyordu artık.
Gözleri gözlerime kilitlenmişti ama bu kez alay etmiyordu. Ciddiydi. Tehlikeli derecede ciddiydi.
İçimde bir şeyler düğümlendi. Havası değişmişti. Az önce şakalaşan adam gitmişti, yerine tamamen farklı biri gelmişti.
O an anladım.
Korkut kendini tutuyordu.
Ama bu ip, daha ne kadar gerilecekti?
Beni izliyordu.
Ama bu sefer her zamankinden farklı bir şekilde.
Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını araladı ama sonra durdu. Gözleri, yüzümde gezindi. Yanağımda, dudaklarımda, boğazımda…
Beni inceliyordu.
Bütün damarlarıma yayılan bir sıcaklık hissettim. Bunu bilerek yapıyordu. Kaçamayacağımı biliyordu.
Elim hâlâ göğsünün üzerindeydi. Parmak uçlarım usulca tenini hissediyordu. Göğsünün altında atan kalbini. Düzenli ama derindi
"Beni tahrik etmek gibi bir amacın var mı, " diye sordu, sesi her zamankinden daha kısık ve daha boğuktu.
Gözlerimi kısıp baktım. "Senin beynin bozuk Korkut, ben bir şey yapmıyorum."
Başını hafifçe eğdi, dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. Ama gülümsemesi tamamlanmadı. İçinde bastırdığı bir şeyler vardı.
Elimi yakaladı.
Sıcak, güçlü ama incitmeyen bir dokunuşla…
Parmaklarımı, göğsünden kaldırıp kendi avucunun içine aldı. Bir an sadece tuttu, hiçbir şey söylemedi.
Sonra başını hafifçe eğerek, ciddiyetini hiç bozmadan fısıldadı:
"Beni bu kadar zorlama,
Kalbim yerinden fırlayacak gibi attı.
Gözlerinin derinliğinde, dizginlemeye çalıştığı bir şeyler vardı. Sınırda dolaşıyorduk.
Ve biliyordum…
Bu sınırı bir kez aşarsak, geri dönüş olmayacaktı.
Sessizlikte birbirimize bakarken, içimde bir yerlerde bir şeyler kopuyordu."Ne oldu, lafın mı bitti?" diye sordum, boğazımı temizleyerek.

 

 

 

Korkut başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. "Sen konuşurken düşünüyorum."

 

 

 

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum merakla.

 

 

 

"Şu an aklımdan geçenleri söylesem, o yastıkla beni boğmaya kalkarsın," dedi, hafifçe kaşlarını kaldırarak.

 

 

 

Gözlerimi kısarak yastığıma sarıldım. "Korkut bu gece içmiş olabilir misin

 

 

 

". "Ben de bir insanım çelik değilim."

 

 

 

Güldüm. "Ne yapayım yani?

 

 

 

Korkut’un gözleri üzerimdeydi. O kadar dikkatli bakıyordu ki sanki zihnimin içini okuyormuş gibi hissettim. Yüzüme hafif bir gülümseme yayıldı ama kalbim göğüs kafesime sığmıyordu.

 

 

 

Gözlerindeki o parıltı, dudaklarındaki belli belirsiz gülümseme… Ah, bu adam sinir bozucu derecede karizmatikti.

 

 

 

Derin bir nefes aldım, tam uykuya dalacakken enseme sıcak bir nefes dokundu.

 

 

 

"Geceleri böyle tatlı mırıldanıyorsan, bu çok tehlikeli," diye fısıldadı.

 

 

 

Gözlerim açıldı, hızla döndüm ama o çoktan gözlerini kapatmıştı

 

 

 

Kaşlarımı çattım. "Ne dedin sen?"

 

 

 

Korkut gözlerini açmadan, uyuyormuş gibi yaparak mırıldandı. "Ben uyuyorum, ."

 

 

 

Şüpheyle bakmaya devam ettim. Birkaç saniye onu izledim, sonra pes edip tekrar arkamı döndüm.

 

 

 

Bir süre, birbirimize hiçbir şey söylemeden sessiz kaldık. O kadar sessizdik ki, birbirimizin nefesini duyabiliyor gibiydik.
. Bir an gözlerimi ona çevirdim ve derin bir nefes alarak onunla sohbet etmek istedim özlemiştim
“Hayat çok tuhaf,” dedim.

 

 

 

Korkut kaşlarını çatmış, gözlerinde bir soru işaretiyle bana bakıyordu. Ne kastettiğimi merak ediyordu. Cesaretimi toplayarak devam ettim:

 

 

 

“Yıllardır fotoğrafın bende... ama seni asla fark etmedim.”

 

 

 

Korkut’un yüzüne şaşkınlık yayıldı. “Hangi fotoğraf?” diye sordu, sesinde hem merak hem de hafif bir sertlik vardı.

 

 

 

“Abimin mezuniyet fotoğrafını bulmuştum. Ama geçen gün Mihri’ye babasını anlatırken o fotoğrafları gösteriyordum. Mihri, ‘Bu dayım,’ deyince seni fark ettim.”

 

 

 

Korkut’un kaşları daha da çatılmıştı. “Benim bir fotoğrafım olamaz,” dedi, sesi keskinleşmişti.

 

 

 

“Var işte,” dedim hafifçe gülerek. “Fotoğrafta arka planda kalmışsın ama oradasın. Sadece ben, Mihri sayesinde yeni fark ettim.”

 

 

 

Bir an duraksayıp ekledim, “Bu arada, çok suratsız çıkmışsın.”

 

 

 

Korkut, söylediklerime bir an tepki vermedi. Ama gözlerindeki o sert bakış, bir anlığına yumuşadı. Sanki dudaklarının köşesi hafifçe yukarı kıvrılmış gibiydi.
.
..

 

 

 


Bir süre sessizlik içinde kaldık. ---

 

 

 

Korkut, yüzünde hafif bir alayla, “Fotojenik olmak gibi bir derdim yok,” dedi.

 

 

 

Gözlerimi kaçırarak, “Değişmişsin,” diye mırıldandım.

 

 

 

Kaşlarını çatıp bana döndü. “Hangi anlamda değiştim? İyi anlamda mı, kötü anlamda mı?”

 

 

 

Kelimelerim boğazımda düğümlendi. “İkisi de,” diye fısıldadım sonunda.

 

 

 

Korkut’un gözleri daha da dikkat kesildi. “Biraz daha açık konuş, Kardelen,” dedi, sesinde hem merak hem de bir sorgulama vardı.

 

 

 

Derin bir nefes aldım. Sözlerimi dikkatlice seçmek zorundaydım. “O fotoğrafta... çok güçlü görünüyordun. Şimdi ise, yıpranmış gibisin,”

 

 

 

Korkut’un yüzü ifadesizdi, ama gözlerinde kısa bir an için bir gölge belirdi. “Doğrudur,” dedi, sesi alçak ve donuk. “Hem de fazlasıyla.”

 

 

 

Aramızda bir sessizlik oluştu.
Zihnimde Korkut’un değişen yüzü ve o eski fotoğraf arasında gidip geldim bir burukluk hissettim.

 

 

 

Ama bu sessizliğin içinde bir şey daha vardı. Bir buçuk ay sonra her şeyin değişeceğini biliyordum. Belki Korkut’un geçmişindeki gölgeler biraz olsun dağılacaktı. Belki de benim kendi gerçeklerim gün yüzüne çıkacaktı. Belin… evet, o klinkten çıkacaktı
tekrar korkuta baktığımda uyumuş olduğunu gördüm
Yavaşça yataktan kalktım. Ama içimdeki arzunun ağırlığı her şeyin önüne geçiyordu. öpmemek için zor tuttum. Ona duyduğum sevgi ve onu kaybetme korkusu içimde bir düğüm hâline gelmişti. Derin bir nefes aldım ve kendime küçük bir izin verdim. Sadece bir öpücük... Yanağına hafifçe dokundum.

 

 

 

Gözlerim vücudundaki izlere kaydı. Parmak uçlarım, sanki dokunduğu yerlerde onu iyileştirecekmiş gibi nazikçe izlerini takip etti. Çıplak göğsüne doğru eğildim ve yavaşça bir öpücük bıraktım. Ama bu bile yeterli değildi. İçimde biriken sevgi ve duyguların büyüklüğünü anlatmaya hiçbir şey yetmiyordu.

 

 

 

onun haberi olmadan içimde büyüyen bu aşk, her geçen saniye biraz daha kök salıyordu. Ellerimle ona biraz daha dokunmak, biraz daha yaklaşmak istiyordum.
---

 

 

 

Sonunda yataktan kalktım. Korkut'u seviyor olmam bir şeyi değiştirmezdi; aynı yatakta uyuyamazdım. Sabahına, aşkımı itiraf eder, olmayan pasaportumla yurt dışına kaçardım belki. Düşüncelerim beni hem güldürdü hem de biraz hüzünlendirdi. Sanırım fazla düşünmemek en iyisiydi.

 

 

 

Ama şu an, içimdeki duyguları kontrol etmekte zorlanıyordum. Kalbim çırpınıyordu ve bu hâlimle Korkut’a nasıl yaklaşacağımı bilemiyordum. Bir yanım çocukça kaçmak istiyor, diğer yanım cesurca her şeyi anlatmam gerektiğini fısıldıyordu.

 

 

 

Ona duygularımı söylemeliydim. Ama Korkut... Ah, Korkut! O kadar griydi ki. Bir an sevgi dolu, beni koruyan bir adam, diğer an ise soğuk ve umursamaz. Hangi tarafına inanmam gerektiğini çözemedikçe, kendimi daha da kaybolmuş hissediyordum. Yeni bir hayata başlamak zorunda kalacaktım, ama burada, Mihri ve Korkut’la geçirdiğim zamanları unutamazdım gitmek istemiyordum aması vardı işte olmazdı
Yine yalnız kalacağım, kimsesiz ve mutsuz bir şekilde. Gözlerim doldu, bu şehirden ayrıldığımda, acaba Korkut beni özler miydi? Unutur muydu? ben onu hayatım boyunca unutamayacaktım

 

 

 

Ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece kaçıp gitmek, bir süreliğine bu karmaşadan uzaklaşmak istiyordum. Ama biliyordum, nereye gidersem gideyim, kalbim onu ardımda bırakmazdı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

Saat üçtü. Korkut huzurlu bir şekilde derin uykusundaydı. Ama benim gözlerime uyku uğramamıştı. Pencerenin kenarına oturmuş, dışarıdaki karanlık geceye dalmıştım. Sessizlikle birlikte gelen rüzgarın hafif esintisi içimi ürpertirken, bir yandan da düşüncelerime eşlik ediyordu.

 

 

 

Pencereden bahçeyi izlerken kaşlarımı çattım. Aşağıda bir hareketlilik vardı. Güney ve adamları, büyük koliler taşıyorlardı. Güney, birilerine sert bir şekilde bağırıyordu. Sesi o kadar yüksek ve öfkeliydi ki, gecenin sessizliğini delip geçmişti. Neler olduğunu anlamaya çalışırken, aniden hızla bir araba bahçe kapısından içeriye girdi.

 

 

 

Kalbim hızla atmaya başladı. Ne oluyordu? Camı hafifçe araladım, sesleri daha net duyabilmek için. . Küfürler havada uçuşuyordu. Arabadan sarhoş gibi yalpalayarak bir kadın indi.

 

 

 

Güney’in sesi daha da yükseldi. Kadına dönerek korumalara bağırdı: Yüzünüzü çevirin!" Emirlerindeki kesinlik adamları şaşkına çevirmiş gibiydi. Kadının kim olduğunu anlamasam da, Güney’in onun varlığına gösterdiği bu tepki, kadının sıradan biri olmadığını belli ediyordu.

 

 

 

Aralarında ne konuşulduğunu merak ediyordum camı açtım
Biraz daha dikkatle eğildim, camdan sarkmamaya çalışarak. . Kadının bağırışları yükseldi. Aşağıdaki aydınlatmanın yardımıyla yüzünü net bir şekilde görebiliyordum. Saçları dağılmış, makyajı akmıştı
"Güneyyy! Sen ne hakla abimin mekanını kurşunlatırsın? Sen kimsin? Süründüreceğim seni. Ayakta durmakta zorlanıyordu, ama tehditkâr tavrından hiç ödün vermemişti.
Güney’in birilerinden azar işitmesi, hatta karşısında bu kadar sinirli birini görmesi içimde küçük bir tatmin duygusu uyandırmıştı. Nihayet birisi çıkmış ve ona haddini bildirecekti, en azından öyle görünüyordu.

 

 

 

Kadın hâlâ tehditler savururken, Güney sakinleşmeye çalışıyor gibiydi, ama o keskin ve alaycı gülümsemesi yüzünden eksik olmuyordu. Aralarındaki konuşmayı kaçırmamak için biraz daha eğildim. , "Umarım düşmem,

 


Güney kadına doğru birkaç adım attı, ellerini cebine sokmuş, alaycı bir sesle, O mesele kapandı," dedi.
"Kapanmadı! Seninle hesaplaşmadan hiçbir şey kapanmayacak! . Seni mahvedeceğim!" diye bağırdı kadın,

 

O sırada Güney’in yüzündeki ifade değişti. Sanki kadının söylediği bir şey onu aniden sarsmış gibiydi. , benim kafamda tek bir soru yankılanıyordu: "Bu kadın kimdi ve Güney’in hayatında bu kadar önemli olan neydi?"
Güney, soğukkanlı bir şekilde ona baktı:
"Sana söylemiştim, değil mi, Mehlika? Bana kendi ayaklarına geleceksin demiştim. Artık sana karşı merhametim yok, sadece ödeşeceğiz. Şimdi git buradan."
"Ben sana gelmedim!" dedi, gözlerinden öfke fışkırıyordu. "Sana hiçbir zaman gelmeyeceğim, senden nefret ediyorum!"

 

 

 

Güney susmuştu, ama gözlerindeki öfke kaybolmamıştı. Birden, bağırarak devam etti:
"Her şey senin için oyun mu lan? Beni sevdiğini söyleyip beş yıl ortalıkta kaybolduğun zaman, her gün, ben Mehlika'nın bilmeden canım mı yaktım? Benden mi iğrendin diye düşünüp durdum. Sonra tam senden umudu kesmişken, başkasıyla evlenecekken, nikahı bastın. Tekrar hayatıma dahil oldun. Senin yüzünden dengem şaştı, hayatımı altüst ettin, artık yeter! ne istediğini bilemeyen, egosunu tatmin etmek isteyen şımarık bir kadınla olamam :
- ve uzun bir sessizlik .....
- "O kadını seviyor musun?
Güney, kayıtsızca "Seni ilgilendirmez, "dedi. Mehlika'nın gözlerinin içine bakmadan,

 

 

 

"O kadın bugün gelip seninle çocuk hayallerinden bahsetti."

 

 

 

Güney, bir an için kendini kaybetmiş gibiydi. Bir anlık bir duraksama yaşadı, yüzünde anlam veremediği bir ifade belirdi. Ama birkaç saniye sonra, her şey gibi ona da soğukkanlılık hâkim oldu ve kadına bakarak "Neden olmasın? Belki de olur. Senin gibi bir kadından çocuk yapmaktansa, Reyhan'dan çocuk yaparım. En azından o sadık, seni gibi değil
. İçimde bir acı hissettim. Güney, acımasızdı... ama belki de Mehlika'nın anlatamadığı bir acısı vardı.
.O sırada, lüks bir araba tekrar vilanın bahçesine girdi. Arabadan uzun boylu, esmer bir adam indi. Belinden silah çekti. Adam, sert bir şekilde Güney’e baktı ve bağırdı:
-Kardeşimden uzak dur dedim lan sana
Güney, soğukkanlı bir şekilde yanıtladı:
-kardeşine sahip çık, içip içip kapıma gelmesin.
- kardeşim hakkında doğru konuş

 

 

 


"Yavuz, abine söyle, bir daha benim adamlarıma silah sıkarsa, mekanını kurşunlatmaktan daha beter şeyler yaparım."
Sonra gözleri tekrar Mehlika'ya kaydı.
"Kardeşine sahip çık. Nişanlı bir kadınla işim olmaz."
içimden "Oha, yuh!" diye geçirdim. Mehlika nişanlıydı, ama neden Güney’e bakarken bu kadar acı çekiyordu? Gözleri doluydu, ama ağlamıyordu. Dudaklarını sıkmış, dik durmaya çalışıyordu.

 

 

 

“Güney, bana bak lan! O dilini keserim senin!” diye bağırdı. Ama Güney, en ufak bir tepki bile vermedi. Gözlerini kısıp, hafifçe başını yana eğdi. O sakinlik, en tehlikeli anlarda ortaya çıkan türdendi.
Mehlika , gerilen ortamı hissederek abisinin kolunu tuttu. "Abi, yeter!" dedi, ama sesi titriyordu.
"Mehlikam, güzelim, hadi gidelim."
Mehlika kıpırdamadı. Gözleri hâlâ Güney’in üzerindeydi.
"Abi…" diye fısıldadı, sesi incecikti.
Ama Yavuz elini sertçe tuttu. “Mehlika, hadi.”

 

 

 


Mehlika son bir kez Güney’e baktı. O bakış... İçinde neler saklıyordu böyle? Özlem mi? Pişmanlık mı? Yoksa ikisinin arasında sıkışmış, adını koyamadığı bir acı mı?
Mehlika ve adam arabaya bindiğinde, Güney hareketsizce izledi. Araç uzaklaşırken gözleri bir an bile ayrılmadı ondan. Sonra, Yerdeki taşı hızla kaptığı gibi arabasının camına fırlattı.
Cam paramparça oldu.
Yanındaki korumalardan biri endişeyle yaklaştı. “Abi, iyi misin Mehlika han...
Güney bir cevap vermedi. Bunun yerine adamı bir hamlede tuttuğu gibi yumruk attı
Güney, derin bir nefes aldı ve etrafındakilere sert bir bakış attı. “Bundan böyle o kadının ismini kimse ağzına almayacak! Alan olursa kendini ölmüş bilsin.”
.. Aklım Mehlika'da kalmıştı. O kızın içinde nasıl bir fırtına koptuğunu merak ediyordum.
Birbirlerini mahveden iki insan…
Bir adım attı. Sonra bir tane daha. Havuzun kenarına kadar geldiğinde durdu.
“Aniden ceketini omzundan sıyırıp yere fırlattı. Gömleğinin düğmelerini hızla açtı, elleri titriyordu. Öfkesi aklını tamamen ele geçirmişti.
Yanındaki korumalardan biri çekinerek bir adım attı. “Güney Bey, yapmayın!”
Ama Güney umursamadı.
Aniden, düşünmeden, kendini suya bıraktı.
Havuzun soğuk suyu bedenine çarptığında bir an nefesi kesildi. Ama umurunda değildi. Gözlerini açmadan suyun derinlerine gömüldü.
Birkaç saniye boyunca öylece durdu. Kollarını açtı, suyun içinde süzüldü. Bir an için, boşlukta asılı kalmış gibiydi.
ı. Başı suyun üstüne çıktığında derin bir nefes aldı, sırılsıklam olmuş saçlarını geriye attı. Öfkesi hala içinde fokurduyordu ama artık nefes nefese kalmıştı.
“Ulan, Mehlika! Ulan sen ne yaptın bana...” diye haykırdı, sesi gecenin içinde yankılandı.
Ne bakıyorsunuz lan?! Hadi, eğlence bitti! Çekilin gözümün önünden!” diye bağırdı.
Ama adamlar kıpırdamadı. Birbirlerine bakıp ne yapacaklarını bilemediler.
Güney’in yumruğu suya indiğinde, gecenin sessizliği bir anlığına bozuldu. Su sıçradı, . Yüzü gerilmiş, kaşlarının arasında derin bir gölge oluşmuştu. Havuzun kenarında onu izleyenlere sert bir bakış fırlattı.
“Beni izleyeceğinize gidin, bir işe yarayın!” diye gürledi sesi.
Kimse hareket etmedi. Güney, dişlerini sıkarak havuzun kenarına yüzdü. Tek bir hamlede kendini yukarı çekti. Suyun ağırlığı vücudundan damlalar halinde süzülerek yere düştü. Ceketini kaptığı gibi omzuna attı ve başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Gecenin karanlığı, yıldızsız ve boştu.
Adımlarını hızlandırarak yürümeye başladı. Ellerini sert duvara sürttü. Derisi taşın pürüzlü yüzeyine her temas ettiğinde biraz daha soyuldu, biraz daha kanadı ama o umursamadı. Parmak uçları hissizleşene kadar devam etti. Sonunda ellerini duvardan çekti.
Dişlerini sıktı, kasılan çenesi gerginliğini ele veriyordu. Adımları daha da sertleşti. Gecenin içine karışan sessiz bir öfkeyle uzaklaştı. Geride sadece ıslak ayak izleri ve soğuk bir hiddet bıraktı.
O anı izlerken sırtım tutulmuştu. Pencerenin önünde donup kalmıştım. Sonra hızla geri çekilip camı kapattım. Ama aklım hâlâ o andaydı… O gözlerde, o sessiz çığlıkta.....Mehlika.
Kadının bakışları zihnime mıh gibi çakılmıştı. Acıyla doluydu. Karanlığın içinde bana değil, benden çok daha derin bir yere bakıyordu sanki. İçimi kemiren o duygunun adını koyamıyordum ama bir şeyler fısıldıyordu içimde…
Bu iş burada bitmeyecekti.

 

 

 

Arkamı döndüm ve Korkut’un hâlâ derin uykusunda olduğunu gördüm. Yüzüne baktığımda alnından terler süzüldüğünü fark ettim. İçimden "Allah seni ne yapmasın, Kardelen?" dedim . Dedikodu dinlemek yerine, sevdiğim adamla ilgilenmem gerekiyordu. Hemen yanına yaklaşıp, alnındaki terleri silmeden önce alnını öptüm. Ateşi yoktu, rahatladım. Ama o hâlâ sayıklıyordu.
Korkut’un yaralı koluna baktım. Parmaklarım istemsizce o bandajın üzerinden geçti. Gecenin sessizliği içinde nefesi düzensizdi, yüzü hafifçe gölgelenmişti. Sayıklıyordu.
“Yalan söyledim…”
Yüreğim sıkıştı. Gözlerimi kırpıp ona daha da yaklaştım. “Kime söyledin, Korkut?” diye fısıldadım.
Cevap gelmedi. Ama nefesi boynuma değdiğinde içimde bir ürperti gezindi.

 

 

 

Onun bilinci yerinde değilken sormalıydım, çünkü uyanıkken bu cesareti asla bulamazdım. İçimde bir korku vardı; Günce yüzünden aynalara küsecek hale gelmiştim ve eğer Korkut o kadından etkilenirse…
Boğazım düğümlendi ama yine de sordum.
“Korkut… sence ben güzel miyim?”
Bir an hiçbir tepki vermedi. Yalnızca nefesi, gecenin sessizliğinde usulca yükselip alçaldı. Sonra hafifçe kıpırdandı, yüzüme dönmek ister gibi başını oynattı. Uykunun bulanıklığı içinde dudaklarından sadece bir mırıltı döküldü:
“Saçlarını seviyorum…”
İçimde garip bir sıcaklık yayıldı. Bu, soruma tam bir cevap değildi belki ama… belki de ondan duyduğum en güzel şeydi.
Elimi usulca kaldırıp saçlarına dokundum. Parmağımın ucuyla bir tutamını hafifçe sardım, yumuşak dokusunu hissederken istemsizce gülümsedim.
“Yani?” dedim, fısıltıyla.
Bu hâlinden yararlanmak etik değildi, ama istiyordum. Bir an için, sadece bir an,
Gözleri yarı aralıktı, belli belirsiz bakıyordu. Dudakları yeniden kıpırdadı. O kadar kısık bir sesle konuştu ki, neredeyse rüya gördüğünü sanacaktım.
Ama duydum.
Ve o tek kelimeyle, içimde kelebekler kanat çırptı.“Ben sana mübtelayım…
Biraz daha yaklaştım. Onu daha net duyabilmek için nefesimi tuttum.
“Hayatımdaki tek gerçek hasreti sensin.”
Yutkundum. Kalbim, göğüs kafesimin içinde sıkışıp kalmış bir kuş gibi çırpınıyordu.
Elim titredi. Bir an duraksadım ama içimdeki o derin çekim gücüne karşı koyamadım. Yavaşça yanına uzandım. Bedenimi onunkine çok yakın ama teması abartmadan, tedirgin bir mesafede bıraktım. Onu rahatsız etmek istemiyordum. Ama sıcaklığı bana yetmişti.
Bir süre öylece kaldım. Gözlerim kapandı ama zihnimde fırtınalar dönüyordu. Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu, avuçlarımda hissettiğim nemden bunu durduramayacağımı biliyordum.
Sonra, kendimi durduramadan saçlarına hafifçe dokundum. İçimden, kimseye söyleyemediğim bir dua yükseldi.
“Allah’ım, … İçindeki acı her neyse gitsin, mutlu olsun…”
Biliyordum, onun mutluluğu benim ellerimde değildi. Ama keşke olsaydı. Keşke, içindeki o fırtınayı dindirebilecek güç bende olsaydı.
Başımı hafifçe eğip kulağına fısıldadım. Sesim, kalbimde biriken her şeyin yankısı gibiydi.
“Sana minnettarım… Annem gibi davranmayıp yüzüme baktığın için, acımı anladığın için, aramızdaki söylenmemiş tüm cümlelerin hatırası için…”
Gözlerimi kapattım. Kelimeler dudaklarımdan dökülürken içimde garip bir huzur vardı.
“Seni seviyorum…”

Korkut kıpırdamadı. Uykunun gölgesinde miydi, yoksa söylediklerimi duyup duymadığını bilecek kadar bilinci açık mıydı, emin olamadım.
Elimi saçlarından çekmeye cesaret edemedim. Yavaşça parmaklarımı kıvırarak avucuma aldım,
Biraz sonra, nefesi derinleşti. Hafifçe yana döndü, istemsizce. Elim neredeyse yüzüne çarpacaktı. Panikle geri çekildim ama kaçacak yerim yoktu. Yüzüm onun yüzüne çok yakındı artık. Öyle ki, kirpiklerinin gölgeleri tenine düşüyordu.
Bilmiyorum kaç dakika geçti böyle. Belki saniyeler, belki bir ömür.
Sonra, tam umutsuzca gözlerimi kapatıp bu anı hafızama kazımak isterken…
Bir mırıltı daha duydum.
Kısık, uykunun derinliklerinde kaybolmuş ama yine de beni sarsmaya yetecek kadar güçlü bir mırıltıydı.
“Gitme…”
Bana mı söylüyordu?
“Buradayım,” diye fısıldadım. “Hep buradayım.”
Bu, bir itiraftan çok, içimde bir ömür saklamaya razı olduğum bir gerçekteydi. O beni duymasa da, hatırlamasa da, . Ve ilk kez, hissettiğim şeyden korkmadım.
SON

Bölüm : 29.03.2025 20:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...